26 Nisan 2010 Pazartesi

114- RASTLANTI MI DİYORSUNUZ? ASLA!


OSMAN TÜRKOĞUZ
01 Kasım 2008.
                                  


                                                    
   114- RASLANTI MI DİYORSUNUZ? ASLA             


 “Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını
                                                 esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur.”
        ATATÜRK
“Benim asıl mücadelem; sizin aranıza inmek değil, sizi, benim bulunduğum üst kata çıkarmaktır.”
J. Jaure.


            Günlerden beri bir filim reklamı, ekranlarımızı ve gazete sahifelerimizi kapladı. Kapladı ne demek, adeta bizi tutsak etti.
”MUSTAFA” buğday tarlasında, kargaları kovalayarak, Dayısının buğdaylarını koruyan bir Erkek Çocuğu ve yanında, kargaları kovalamak için, o’na yardım eden bir Kız Çocuğu. Tarlada, buğday, muğday da yok. Marul ya da lahana tarlasında buğday yiyen kargalar!
Kamera, Dolma bahçe sarayının penceresinden zumlanarak sarayın içersine giriyor. Belli ki, Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Padişahları kovarak, ele geçirdiği! Sarayda son nefesini veriyor.
Kamera sonu belirledikten sonra, Makedonya kırlarına, evi bile olmayan bir çocuğun öyküsüne kaydırılıyor.
İlk anda, verilen mesaj gayetle net. Kargaları kovalayan bir fakir çocuğun son arzusu gerçekleşiyor!
Padişahı Ruyuzeminlerin yaşamalarına izin vermediği sarayı ele geçirip, ora da, son nefesini vermek!
Oysa Cumhurbaşkanlığı ikametgâhı Ankara’da, Çankaya’da!
Mustafa’yı ilk ekranda gördüğümüzde; ne yalan söyleyeyim, kırlarda dolaşan, 20 yaşının baharında, VATANI İÇİN ŞEHİT OLAN BİR MUSTAFA’NIN YAŞAM ÖYKÜSÜSÜNÜ GÖRECEĞİMİZİ ZANNETTİK.
Sonra; mareşal gazi Mustafa kemal’in karşısında çakı gibi duran ve asker olup, Albaylığa kadar yükselen Çoban Mustafa’nın yaşam öyküsü aklımıza geldi.
Kendi, kendime: ”Bu Mustafa, Sayın Can Dündar’ın ülkemiz için kahramanlık destanı yaratan çok samimi bir arkadaşının yaşam öyküsü olmasın?” diye sorular geçmedi değil.
Ne zaman, saray penceresinden zumlanan kamera görüntülerini gördüm, ayağım, buz gibi gerçek suyuna değdi.
Parçaları, şimşek hızıyla, birbirine ekledim. Biraz gerilere giderek, çeşitli yönetmenlerinden geçen sahneleri birleştirmemiz gerekecek.
Bir zaman önce; bir grup sakallı bana gelerek: ”Bir tarihi olay üzerinde anlaşamadık. Sizin bilginize ve dürüstlüğünüze güvenerek, bu sorunumuzu sizin halletmenizi istemeye geldik. Eğer izin verirseniz.” dedilerdi.
Aralarında kavgaya varan sorun. ”SAKARYA MEYDAM MUHAREBESİNİ, KEMAL’İN ASKERLERİ Mİ KAZANDI, YOKSA ERMİŞLER Mİ KAZANDI?”
Bendeniz, bu adamlara çay ve kuru pasta ikram ettim. Bir haylice, alt yapılarını hazırladıktan sonra:
”Sakarya Meydan Muharebesini, Ermişler kazandı. Amma, hangi Ermişler? Bu vatan ve bu millet için ŞEHADETE ERMİŞLER, GAZİLİĞE ERMİŞLER KAZANDILAR.” dediydim.
Adamlar, yel gibi, pastalarını yemeden kaçmışlardı.
                       
            Çanakkale Muharebelerine dair, bir çizgi film görmüştüm. Bir Kara subayımızın önünde, aniden beliren bir aksakallı: ”O (64 )mayını çift sıra halinde ve kıyıya paralel bir şekilde dizsinler, deyip, kayboluyordu.
O Ermiş sayesinde! Kıyıya çift sıra dizilen mayınlar; Çanakkale meydan muharebesini kazanmamızı sağlıyordu! Kıyıya çift sıra dökülen  (26) adet mayın, Çarlık Rus Donanmasının Karadeniz boğazı ağzına döktüğü ve bizim de onları oradan temizleyerek Çanakkale’ye getirmiş olduğumuz mayınlardı.
Mayınları Karanlık limanın ağzına dökme fikri, Aksakallı bir Ermişin değil; Osmanlı donanmasında görev yapan bir Alman deniz Subayı’nındır.

Pekiyi; Mondros Ateşkesinden sonra; Bağlaşık donanma Çanakkale boğazından, türkü çağırıp geçerken o aksakallılar neredelermiş!
            Çanakkale muharebelerine dair bir belgesel hazırlayıp, Mustafa Kemal’den tek kelime söz etmeyen birisini, A.K.P. TRT genel müdürlüğüne getirmişti.
Sonunda ne mi oldu? Bir alaturka şarkı programı için Sayın Ahmet Özhan ile Sayın Bayan Emel Sayın ve yapım ekibine (2.000.000.000.000)TL. Ödeyerek, TRT’Yİ iflasın kapısına getirdiğinden, kendisini bu makama getiren Sayın R.T.E. tarafından, tüm ısrarlarına karşın, kabul edilmeyerek, istifa etmek zorunda bırakıldığını gazetelerimiz yazmıştı.
Şeriatçı sağ, adım, adım, mevzilerimizi işgâl ederken, bizler, gaflet uykularımızı uyumaktayız.
            “MUSTAFA, filmi ile MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ”İNSANİ YÖNÜ ÖNE ÇIKARILIYORMUŞ!”
Bendeniz, haddim olmadan bu kafadaki aydınlarımıza soruyorum:
TÜRK KADININI VE TÜRK İNSANINI, İNSAN YERİNE KOYMAK, BİR İNSANİ ÖLÇÜ DEĞİL Mİ? “YURTA SULH, CİHANDA SULH” DÜNYAYI KASIP, KAVURAN RUH HASTALARI DÖNEMİNDE SÖYLENDİ, BU İNSANİ DEĞİL Mİ?” “İçki içerdi”, ”Bir büyük şişe rakı içerdi”, “Latife Hanımla evlenmeden önce çocuk sahibiydi”, “Çankaya köşkünde, sazlı, sözlü ve içkili eylerceler tertip ederdi.”
 Hangi birimiz, hayatımızın bir döneminde içki içmedik? İçki içmek, ne zamandan beri insani ölçü oldu?
            Bakınız, Hindistan’ın Mahatma Gandi’den sonra gelen lideri Nehru, Mustafa kemal’in ölümü üzerine, Kızı İndira Gandi’ye, hapishaneden ne yazıyordu:
            - Atatürk; “Etrafı düşman ülkelerle çevrili köhne bir imparatorluğu yıkarak, etrafı dost ülkelerle çevrili modern bir cumhuriyet kurdu.”
            -Norveç nere, Türkiye nere? Norveç’te bir insan, akıllı bir iş yaptığında, ne diyorlar? Mustafa kemal düşmanlarından bunu hatırlayan var mı? ”ATATÜRK GİBİ AKILLI” diyorlar o insan için.
            04. Ekim. 1926 tarihinden önce, MEDENİ NİKÂH VAR MIYDI? 
                                                                      
            -“Fikriye bak bakalım; Abdurrahim, bizim çocuğumuz olduğu için mi, yüksek not veriliyor?” demiş. Hemen hüküm hazır: ”Bizim çocuğumuz”, dedi,” o zaman o çocuk onların nikâhsız doğan çocuklarıdır!” İnsana çüş derler, ÇÜŞ!
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal,  büyük zaferden sonra, İzmit’te, gazetecilere dedi ki! “Bizim anayasamızda, bölgesel idareler var. Kürtler de, kendi kendilerini yönetebilirler!”
BİR KOCAMAN ÇÜŞ TE BURAYA. 0cak 1921’de kabul edilen (21) maddelik anayasamızda, şura yönetimleri, yani NAHİYE İDARELERİ YOK MUYDU? İmamın ve ilkokul müdürünün de bu Nahiye İdare Kurullarında görevleri olmaları neyi anlatır?
Mareşal Gazi Mustafa Kemal, ŞUNA, BUNA VE DAHİ ONA BAĞIMSIZ YÖNETİM HAKKI VERMEK İSTESEYDİ; BUNA KİM ENGEL OLBİLİRDİ VE KİM KARŞI ÇIKABİLİRDİ?
            “Efendim, içki içerdi” kötülemesine gelince. Efendim, Mustafa Kemal’in bu insani yönü gizli kalmasınmış?
Efendiler, kalem uşakları, sizler her akşam nerelerde içiyorsunuz? Anlatır mısınız lütfen, sizin de insani yönünüz KAMUOYUNDAN VE DİNİ BÜTÜN ŞEKİLCİ MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZDEN SAKLI KALMASIN!
Bu konuda; bir emniyet mensubumuzun yazdığı ve Neyzen Tevfik’e mal edilmiş bir şiir var. Bu şiiri sizlere armağan ediyorum.         
            NE ARARSIN?
                        “NE ARARSIN TANRI İLE ARAMDA?
                        SEN KİMSİN Kİ, ORUCUMU SORARSIN?
                        HAKİKATEN GÖZÜN YOKSA HARAMDA,
                        BAŞ AÇIĞA NEDEN TÜRBAN SORARSIN0
                                               ***
                        RAKI, ŞARAP İÇİYORSAM, SANA NE?
                        YOKSA SANA BİR ZARARI İÇERİM.
                        İKİMİZDE GELSEK KILDAN İNCE KÖPRÜYE,
                        BEN DÜRÜSTSEM DE ŞARHOŞ İKEN GEÇERİM.
                                               ***
                        ESİR İKEN MÜMKÜN MÜDÜR İBADET?
                        YATIP, KALKIP ATATÜRK’E DUA ET.
                        SENİN GİBİ DÜRZÜLERİN YÜZÜNDEN,
                        DİNİNDEN DE SOĞUYACAK BU MİLLET.
                                               ***
                        İŞGÂLDEKİ GÜNLERİNİ UNUTMA;
                        ATATÜRK’E DİL UZATMA SEBEBSİZ.
                        SEN ANANDAN YİNE ÇIKARDIN AMMA,
                        BABAN KİM? BİLEMEZDİN ŞEREFSİZ.

                        Vatan Haini Damat Ferit Paşa’nın Posta telgraf Umum Müdürü yaptığı Refik Halit Karay, Gazi Mustafa kemal paşa’nın telgraf hatlarından yararlandırılmaması için vermiş olduğu iğrenç ve pespaye uğraş ortadadır. Bu nedenle, Lozan Antlaşmasına konulan genel aftan yararlandırılmayarak, sürgüne gönderilmiştir. On altı sene sürgünde kaldıktan sonra; affedilerek yurdumuza dönebilmiştir.
Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden sonra affedildiği halde, ATATÜRK’E KIRGIN DEĞİLDİR.
1970 senesinde, ”Bir ömür boyunca” adlı bir kitap yazmıştı.
Sayın Emin Çölaşan’ın, bu kitaptan alarak, Sözcü Gazetesinde, 31 Ekim 2008 tarihinde yazmış olduğu yazıdan kısa bir alıntıyı vermek istiyorum: ”Elimde bu kitap; bakınız eski Düşmanı için Karay ne yazıyor: “Eski ve yeni hiçbir nesle hoş görünmek için çırpınmayan bir adamım. Zaten yaşam da beni o külfetten kurtarmaktadır.
Gerçekten, unumu elemiş, eleğimi duvara asmışım. Ne siyasi, ne de edebi bir isteğim kaldı. Ne mebus olmak için ne de Nobel ödülü almak kazanmak için hırs besliyorum. Benim ve başkalarının anılarını okuyanlar, ne devlerin cüce haline geldiğini, nasıl mum gibi eridiklerini, kardan yapılmış aslanlar gibi bir kucak çamurdan ibaret kaldıklarını görmüşlerdir.
Dev kalan kaç kişi var içlerinde? Ömrüm boyunca tanıdıklarımın arasında, Atatürk’ten başka cüceleşmeyen dev yok…
Şöyle geriye baktığım zaman, o siyaset serçeleri sürüsünde, birkaç kanadı kırık leylekle, sonunda arpacı kumrusuna çevrilmiş; dört, beş kabartı görüyorum.
Şahin sandıklarımızın çoğu da leş kargası imiş meğer. Bir teki (Atatürk) hariç, çoktandır memlekette büyük adam yetişmemiştir…
Şimdi düşünüyorum, bir Mustafa Kemal çıkıp milli şuur ve şerefimizi tazelemiştir.
ATATÜRK, ÖMRÜMÜZ BOYUNCA BİZLERİ KAN AĞLAMAKTAN KURTARMIŞTIR.”
            Mustafa Kemal’in en büyük düşmanlarından birisi olan Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos ta, 1934 yılı Nobel barış ödülünün ATATÜTK’E verilmesi için, Nobel ödülünü Dağıtma Komitesine mektup yazmıştır.
Ünlü Fransız Sosyalisti Jean Jaure; bugün Partenon’da yatmaktadır. İştirakçi Hilmi’nin de hocasıdır. Paris’te, alt katında işçilerin oturduğu iki katlı otobüse bindiğinde, otobüsün üst katına çıkarken, işçiler: ”Neden bizim yanımızda oturmuyorsunuz?” dediklerinde:     

İşçilere hitaben:” Benim mücadelem, sizlerin yanına inerek oturmak değil, sizleri benim oturduğum yere oturtmaktır” demiştir.
Türk insanını kölelikten ve tebaalıktan kurtarıp, uygar ve çağdaş insanlar seviyesinin üstüne çıkartan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i bu dev boyutundan soyutlayarak kendi cücelikleri seviyesine indirme gayretlerini ve onlara verilen iç ve dış destekleri görmemek için. Atatürk’ü anlayamamış olmak lâzımdır.
 Şimdi, Mustafa Kemal, basit bir insan düzeyine indirilerek, ondan boşaltılan yükseltiye ve başarıların doruklarına KERAMETLERİ KENDİLERİNDEN MENKUL, ŞEYHLER, RUH HASTALARI VE ERDİRİLMİŞLER OTURTULACAKTIR.
Mustafa kemal ve Atatürk MUSTAFA’DAN SOYUTLANACAK, BAŞARILARIN DORUKLARINA YALANCI DİNDARLAR OTURTULACAKTIR.
 Sakarya Meydan Muharebesi dönüşünde: ”Paşam, kazanılan zaferimiz için,   Hacı Bayram Veliye şükran namazına gidelim.” dediklerinde: ”Sakarya’yı Mehmetçikler kazandı. Mehmetçiğin kazandığı zaferi bir çobana kaptıramam”, demiştir.
Zaman, şimdi; tüm zaferleri ve başarıları sahte kahramanlara ve vatan hainlerine kaptırma zamanıdır. Sizlere yaşanmış bir öyküyü anlatmak istiyorum:
            1976 senesinde; Şırnak Seyyar jandarma Alay komutanı iken, kalp sektesinden ölen Rahmetli J.Kd. Albay Ziya Gülcü, bana komik bir öykü anlatmıştı.
Aslında bu öyküyü çok uyanık bulunmamız için anlatmıştı.
125’inci jandarma Er Eğitim Alayı İstanbul’dayken,  J.Üsteğmen i Ziya Gülcüye gizli bir emir gelir. Bu emir, erlere topluca okutulduktan sonra, bu hususta düzenlenecek tutanak üst komutanlığa gönderilecektir.
”Bir Bulgar casusu,  cumartesi günü, İnönü Stadında, jandarma erleri arasında, Milli Emniyetçe yakalanmıştır. Askerler, topluca bulunduklarında, aralarına yabancıların girmesine izin vermeyeceklerdir.” Emir okunur ve güzelce anlatılır.  
Rahmetli Ziya Gülcü: ”Emri anlayan elini kaldırsın”, der, demez, iki yüz elli el havaya kalkar. Bir askeri kaldırarak: ”Sen söyle bakalım”, diye emir verdiğinde, kendisini takdim eden asker, yüksek bir sesle:
 ”Sayın komutanım; cumartesi günü, İnönü stadında; Türk milli takımı ile Bulgar milli takımı arasında Milli maç oynanacakmış. Hepimizin topluca oturmamız emrediliyor, Sayın komutanım.” der.
Şaşkınlıklar içersinde, kimi kaldırıp, emri anlayıp, anlamadığını sorsa,     aynı yanıtı alır. Sonunda da bir tutanak tutturulur. ”Şu tarih, şu sayılı emir, erbaş ve erlere topluca okunmuş ve anlatılmıştır. Emrin askerler tarafından anlaşıldığına dair işbu tutanak hazırlanarak imzalanmıştır. Tam askerleri dağıtacağı sırada, bir asker elini kaldırarak: ”Komutanım; siz de bizim aramızda oturarak maçı seyretmez misiniz? “ diye sorar.
Şimdi, iyice dinleyiniz: Bu filmi seyredenlerin akıllarında ve hafızalarında;
                        -Mustafa kemal Atatürk, MUSTAFA olarak kalacaktır,
                        -Rakılı ve sazlı sözlü geceler, akıllarına takılacaktır,
                        -Mustafa, yalınız başına, yapayalnız ölmüştür! NEDEN?
                        -Mustafa Kemal’in ve ATATÜRK’ÜN HİÇ ÖĞRETİLMEDİĞİ İNSANLAR VE DÖNEKLER VE İŞBİRLİKÇİLER, BU BÜYÜK VATAN KURTARICIYI Mustafa olarak hatırlayıp, öyle anlatacaklar ve öyle anımsayacaklardır.
                        Sayın Can Dündar’ın, Filipinler Devlet Başkanının mezar taşındaki yazıyı da aynı görüşle niçin yorumlamadığına hayret etmekteyim. O mezar taşında: ”BÜTÜN HAYATIM BOYUNCA, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ÖRNEK ALDIM” TÜMCESİ YAZILIDIR.
Mustafa’yı örnek almamıştır. Başkan, şimdi Rahmete kavuştuğuna göre, Can Dündar Bey’e soralım:
”Hangi Mustafa’yı örnek almıştır?”
            -Bir büyük şişe Rakıyı tek başına içen Mustafa’yı mı?
            -Her akşam sarhoş gezen! Mustafa’yı mı?
            -Yapacak işi kalmayınca, balolar tertipleyen! Sazlı ve dahi sözlü âlemlerde, müzisyenlerle kadeh tokuşturan! Mustafa Kemali mi?
            -Karanlıklardan korkan, yalınız kalamayan! Yaşamının sonuna doğru, yapa yalınız kaldığı! İfşa edilen Mustafa Kemal’i mi?
            -Ben, derim ki; Mustafa kemal, gerçekten karanlıklardan çok korkardı. Onun için; ortaçağ karanlığından çekip çıkardığı Türk toplumunu, uygarlık ve evrensellik çağına, tek başına, taşıdı.
Ey! Haysiyetten ve ulusal onurdan nasibini alamamışlar, sizlere soruyorum: ”Bütün insanlık âlemi, Mustafa Kemal’in önünde niçin eğildi?”
Bendeniz, sizlere bir bilimsel örnek vereceğim, utanmadan ve sıkılmadan bu örneği de yok sayabilirsiniz.
            ABD’DE bulunan Brown Üniversitesi Profesörlerinden Profesör Arnold ludviwig, geliştirdiği bir metodolojiyi, 20’inci yüzyılda, 199 ülkede yaşamış (1941) lider üzerinde deneyerek şu sonuca varmıştır.
 (32) puan alan ATATÜRK EN BÜYÜK SİYASİ LİDER OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞTIR. Mao Çe Tung ve Franklin D. Roosevelt ikinci sırada kalmışlardır. Diğerlerinin almış oldukları puanları sıralamayacağım.
Yalınız Liderleri değerlendirmekte kullanılan soruları sıralayacağım.
Yalınız, bir şeyi vurgulamak istiyorum; Mao’nun ülkesinde ve tüm Çin okullarında, Atatürk ders olarak okutulmaktadır.

Bu ölçütün (11) kriteri şöyledir:
                        *SIFIRDAN ÜLKE YARATMAK,
                        *TOPRAKLARI GENİŞLETMEK,
                        *İKTİDARDA KALINAN SÜRE,
                        *SOSYAL TASARIM
                        *ASKERİ BAŞARI,
                        *EKONOMİK BAŞARI,
                        *DEVLET ADAMLIĞI,
                        *İDEOLOJİ ORTAYA KOYMA,
                        *AHLAKEN ÖRNEK OLMA,
                        *SİYASİ MİRAS,
                        *ÜLKENİN NÜFUSU.       
            Uzun, uzun yazdığımın farkındayım. FİLİM İÇİNDE FİLİM OLAN BU FLİM; BİR TEK ANLATIM İÇİN YAPILMIŞTIR:

              TÜRKİYE’Yİ FEDER DEVLETÇİKLERE BÖLME.
            Bu filim görüntüye verilmeden bir hafta önceye gidelim. DTP’Sİ, Türkçe, İngilizce ve dahi Kürtçe yazılmış (64) sahifelik bir kitabı, TBMMECLİSİ’NE SUNMADI MI? O kitapçıktaki öneriler, Öcalan denilen idamlık’ın önerileri değil mi?
Bu öneriler, MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN TARİHİN ÇÖPLÜĞÜN ATTIĞI SEVR PAÇAVRASININ ÖNERİLERİ DEĞİL Mİ?
Uzatmayacağım, bir yasadan söz edeceğim. Bu yasa nedeniyle, işbu Filimin adının Mustafa olarak konulduğunu, doğrudan doğruya Mareşal GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü küçülterek, Türk halkının gözünden düşürmeye yönelik olduğunu düşünüyorum.
Sayın Can Dündar’ın SARI ZEYBEK Filmini yapmış olması onu bu şaibeden kurtaramaz.
14 Mayıs.1950 Genel seçimlerinde, demokrat Partinin iktidara gelmesi; gericileri, vatan hainlerini harekete geçirdi.
Kızıl ay meydanında; Subay ordu evinin burnunun dibinde bulunan Atatürk heykelini, bir baba oğul, güpe gündüz balta ile kırdılar.
Ezan,    Norslu Sait’in önerisiyle Arapça okunabilir iznine kavuşturuldu.
Çığ gibi büyüyen Atatürk düşmanlığı üzerine; 27 Temmuz 1951 tarihinde, 5816 sayılı; ”ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR KANUNU” HALK arasındaki adı İLE ”ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU ÇIKARTILARAK,” Resmi gazete’nin 31.Temmuz 1951 tarihli ve 7872 sayılı nüshasında yayımlanarak, yürürlüğe girdi.                                                           
Bu kanunun birinci maddesi - “Atatürk’ün hatıratına alenen hakaret eden veya söven kimse BİR YILDAN ÜÇ YILA KADAR HAPİS CEZASI İLE…” Bu kanunun ikinci maddesi- “İKİ YA DA DAHA FAZLA KİMSELER TARAFINDAN TOPLU OLARAK VEYA TOPLUMA AÇIK MAHALLERDE YAHUT BASIN VASITASIYLA İŞLENİRSE…”
Sayın seyircilerimiz, şimdi anladınız mı filimin adının neden Mustafa olduğunu? Kişiler, yaşamlarının sonlarında ulaştıkları yerlerde değerlendirilir.
Ben, masal dinlemem. Yalova’da bir ağacın dallarını kestirtmemek içi, oradaki binayı (4,5) metre öteye kaydıran, Çiftlikte kesilen bir iğde ağacı için, işçilerin önünde, oturup ağlayan, Karşıyaka’daki konağın merdiven başına serilen Yunan Bayrağını oradan kaldırıp, üstüne basmayan, Dumlupınar da, muharebe meydanında, tozlar içine düşmüş bir Yunan Bayrağını oradan, toz ve toprak içersinden kaldıran, etekleri altına sığınan bıldırcınları kestirtmeyen BİR BÜYÜK ADAMIN BU DAVRANIŞLARI İNSANİ DEĞİL MİDİR?
 “Atatürk’ün insani yönü, MUSTAFA ADI ALTINDA?”
HADİ CANIM SENDE!                 

                                                      
                                  
                                                                      
                       
                                              

                       
                                  
                                                                      





           

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi