15 Mart 2011 Salı

331-YANANLAR,YAKILANLAR VE KARARLILIĞIMIZ!


 OSMAN TÜRKOĞUZ
 Osmanturkoguz@Hotmail.
  İzmir;23 Nisan 2008.

                                  YANANLAR,  YAKILANLAR,                                                                                                                              ÖLDÜRÜLENLER VE KARARLILIĞIMIZ.


            1983 senesiydi;” Burdur'da, önemli bir iddia var, hemen git, incele;” dediler. Burdur İl J.Alay Komutanlığına gittim; beni, Çakı gibi bir Jandarma Binbaşısı karşıladı. Tekmilini verdikten sonra; daha gür bir sesle: ”Ok doğru olduğu için, düşmana atılır; yay eğri olduğu için,  sırtta taşınır. Ormana giren her insan; mutlaka en doğru ve en düzgün ağacı keser, arz ederim, komutanım;” dedi.
Hafızamda şimşek çaktı. Bu Subay, Teğmen iken; ben, bunlara konferans vermiştim. Konferansın konusu da: “Devlet oteritesinin giremediği, aşiret düzeyindeki toplumlar’da, KAN DAVASI’YDI”.
Bir ilkel, bir ebleh, bir kiralık katil, bir aileden ya da bir aşiretten birisini öldürdüğünde, olayın varacağı boyutu, hiç düşünmez. Katilin mensup olduğu aşiretten, en yeteneklileri,   en çok söz sahibi olanları, namlunun ucundadır.
Ben, kötülerin, sürekli olarak yüceltildiğini, Binbaşı'nın bana tekrarladığı örneklerle vurgulamak istemiştim.
Ülkemiz, SAĞ ve SOL vuruşmasına sahne olduğunda; hep, iyilerin ve doğruların öldürüldüğüne tanık olduyduk...
Akademik unvanlarını sıralamadan, insanlığa örnek isimleriyle, bu YİĞİT ŞEHİTLERİMİZ’İ anacağım:
Bahri Savcı, Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Orhan Cavit Tütengil, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi...
Asker, Hariciyeci,  Polis, Mitçi ve TIĞ gibi vatan evlatları boşu boşuna öldürüldüler. Militanlaştırılan bir toplumun bireyleri, parmakları ile düşünmeye alıştırılırlar.
ABDİ İPEKÇİ vurulduğunda,    öleyazdıydım.
Oturdum; ”Bize dostluk yaraşır” adını verdiğim, bir kitapçık yazarak yayımladım. O kitap’ın sonuna da, yukarıda başlığını verdiğim şiiri koydum.
O kitapçığın giriş bölümünden bir parçayı veriyorum:

“Ağzında zeytin dalıyla,
 Uzak ufuklara uçup giderken,
 Vurulup, nasıl düşerse yaralı kanadının üstüne
 Bir AKGÜVERCİN;
 Öyle vurdular, düşürdüler ABDİMİZİ...
 Bir kolu uzanmış, camdan dışarı,
 Parmakları, karanlığın gözünde.
 Bir kolu başına yastık olmuş,
 Ak düşünceler üstüne.

 Öylesine vurdular, düşürdüler, öylesine..
 Sevginin, barışın AKGÜVERCİNİNİ,
 Kara düşler üstüne.
 Karafakiler, Orhanlar,  Cavitler,
 Tütengiller,  Nihatlar,  Erimler,
  Bedrettinler,  Cömertler.
Hepsi soylu, hepsi yiğit, hepsi mert;
Bembeyaz tespih oldular uşak ellere,
Namert mi, namert.
Siperinden fırlayan bir yiğit asker,
Nasıl vurulur da  düşerse ileri;
Öyle vuruldular, öylece düştüler,
Aydınlık düşüncenin soylu ERLERİ…
Vuruldular; yaşlısıyla, genciyle
Vurgun oldukları düşler üstüne.”

Şiir, böyle bir coşkuyla, sürüp gidiyor...
Kitapçığın sonuna koyduğum şiir'i de yazayım:

“Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarız”

 Başları dik, alınları AK..
 Gözlerinde ÖZGÜRLÜĞÜN sevinci,
 Yüreklerinde, bayrak, bayrak.
 Geleceğe yöneliktir gönlümüz,
 Geçmişimizle ÖVÜNÜRÜZ biz,
 Geçmiş bize çok ırak.
 Aydınlık düşümüz karanlıklara
 Yayılır çağlar boyu yayılır şafak, şafak.
 Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarıyız,
 Düşleri AK, Düşünceleri AK, yolları APAK.
 Biz, Mustafa Kemal'in oğullarıyız, kızlarıyız;
 Ölürüz O'nun aydınlığında,
 Karanlığın kör Kurşunları’yla, ŞAFAK, ŞAFAK.
 Eritiriz kör karanlıklarını, kör kurşunları’nı CEHLİN.
 On binlerce Mustafa Kemal’ler fışkırır
 Bir damla kanımızdan.
 Vazgeçmeyiz yine de ESERİNDEN,
 Vazgeçeriz canımızdan.”

 Bu sefer de OTUZYEDİ CAN, cayır cayır, yakıldı. E.Hv. Alb. İrfan Konur Türkoğuz da,    şu ağıt’ı yazdı:

“ZEBANİLER VE NERONLAR,”

Tamı tamına, otuz yedi Aydın İNSAN;
İnançları,  umutları uğruna gittikleri,
Çok sevdikleri VATAN TOPRAĞININ bir yerinde,
Sıcak Temmuz ayının tam ikisinde,
Bir akşam vaktinde;
Tanrı'nın razı olamadığı bir biçimde;
Cehennem zebanilerince getirilen,
Cehennem ateşiyle yakıldılar.
Ateş bile çıkmak istemedi,
Madımak Otelinin taş merdivenlerini.
Ne güne duruyordu, Zebanilerin kara elleri,
 Koşup ulaştılar, bir solukta,
 Ulaştırdılar ateşi,
 Yaktılar, umutları, inançları yaktılar.
 Kapkara yüzlü, kapkara sakallı Zebaniler, Neronlar.
 Zaferlerini coşkuyla, çığlık atarak kutladılar.
 Bir Roma'da, bir de burada yaktılar İNSANLARI.
 Tamı tamına OTUZYEDİ AYDIN;
 Ozandı, yazardı, doktordu bunlar,
 Yakılsınlar diye doğurmamıştı ANALARI.
 Yanmıştı, kan ağlıyordu Kızılırmağın suları
 Yanmıştı TOPRAK ANAN'NIN bağrı.
 Oysa ateşe dayanıklıydı,
 Yanmaz  biliniyordu ANADOLU toprağı.
 Bekledik, adalet gerçekleşir diye;
 Her gün,  yeni umutlar besledik
 Adalet, ceza veremiyordu Zebaniye:
 Böylesine SUÇ için, MADDE YOKTU HUKUK'TA...
 Ve yeryüzünde, hiçbir yerde…
 İnsanlar, yakmazlardı İNSANLARI,
 Düşünceleri, inançları farklı diye...
 Onlar da boş durmadılar,
 Ödüllendirdiler, ateşin ustalarını,                                                                                                                                                                                                   
 Kimini vekil, kimini bakan yaptılar,
 Zebaniler, Ankara'ya aktılar...
 Oysa yanıldılar;
 OTUZYEDİ AYDIN İNSAN değildi yaktıkları.
 Kendi kara vicdanları, kapkara yüzleriydi,
 Kendi gelecekleri ve can evleriydi ateşe verdikleri.
 Kapkara yüzlü, kara cahiller, Neronlar.
 Yüreklerde yaktıkları ateşin bile farkına varamadılar.


           
        

330-BAYRAK.

OSMAN TÜRKOĞUZ   
İzmir;26 haziran 2008.              
                                


              BAYRAK; TÜRK BAYRAĞI,                                                                                                               BAYRAĞIMIZ.
                        “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
                        Toprak, uğruna ölecek varsa VATANDIR!”
                        Bu ülkenin sahipleri, SİLİVR’DE YATANDIR! Ostüzü.

            Ulusal Bayramlarımızda, Ulusal Günlerimizde, ULUSUMUZUN KADERİYLE ilgili Gösterilerimizde ve Gurur verici bir başarımızın kutlanmasında; ellerimizde Türk Bayraklarıyla Meydanları doldururuz. Şehitlerimizin tabutlarının üzerine Türk Bayrağı sereriz. Mezarlığa giden yolları, Türk Bayrakları ile APAL ederiz. Evlerimizin ve iş yerlerimizin pencerelerinden Bayraklarımızı sarkıtarak, sevincimizi ve Ulusal Coşkumuzu dile getiririz.                                                                                                   Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunda, uzun yıllar Türk Ulusunu temsil etmiş ve dahi Başbakan olmuş bir Büyük Mücahit! Vasiyeti üzerine, tabutunun üstüne Nebati harfleri ile yazılı bir bez örttürmüş, İstanbul’da, ellerinde TÜRK BAYRAĞI bulunmayan bakışları tabuta,beyinleri de geriye ayarlı bir Güruhta üzeri bezle örtülü cenazeyi ağlayarak takibetmiştir!  
Türk Bayrağı ile caddelerimizi ve meydanlarımızı doldurduğumuzda, her türlü yapay farklılıklar da, kendiliğinden ortadan kalkar.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN tanımına bürünürüz: ”Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yapan TÜRKİYE HALKINA, TÜRK MİLLETİ DENİR. “
Aynı ruhu ve aynı düşünceyi taşıyan tek insan olurda meydanları doldururuz.
Ülkemizde; hiç kimse alınmasın; sağda salaklar, ortada malaklar, solda da solaklar kendi türkülerini çığırmaktadır.
ATATÜKÇÜ geçinen bizler de, ”ne olacak bu memleketin hal!” Türküsü söyleyerek, kurtarıcı beklemekteyiz. Ve yalınız kölelerin kurtarıcı beklediğini de Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e rağmen bilememekteyiz!
30 Ekim,1918’den sonra, kurtarıcı bekleyen Türk İnsanı’na kurtuluşun kendi elinde olduğunu göstererek, Türkiye Cumhuriyetini kuran Gazi Mustafa Kemal’den ders te almış değiliz.
Bayrakla bütünleşen, ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE,” diyen Türk Toplumu’nun söylemek istediği şeyi de anlamış değiliz.
Ellerinde Türk Bayrağıyla, yüzlerine işledikleri Türk Bayrağıyla sokaklarımızı AL’A boyayan insanlarımızı ve Türk Bayrağı üzerinde, Şükür Namazı kılan Gençlerimizi görünce, derin düşüncelere daldım. Sizlere de, bu düşüncelerimden kırıntılar sunayım dedim.
            Çift Davullu Düğün geleneğimiz, neredeyse kalkmak üzere. Yörük köylerimizdeki Gençler Odası geleneğimiz de unutuldu, gitti. Çok küçük yaşlardaydım; çift davulların, köyümüzü inlettiği bir gece; ANAM beni düğün alanına götürmüştü. Meydan, lükslerle ve fenerlerle aydınlatılmıştı. Meydan’ın orta kenarında Efe Başı oturmuştu; arkasında, Palalı bir muhafızın dimdik beklediği, Köy Sancağı dalgalanmaktaydı. Aniden çıkan bir rüzgâr, bu sancağı devirmişti. Gençler telaşla ayağa fırlamış, orada toplananlar çığlık atmaya başlamışlardı. Davullar ve Zurnalar susturulmuş; nereden ve nasıl bulunup getirildiğini kimsenin bilemediği bir Koç, Bayrağın devrildiği yere yatırılıp, kesilmişti. Bu işlem bittikten sonra da; Eski Muhafız, Efe Başı tarafından azledilerek, yerine yeni bir Muhafız görevlendirilmişti. Ne olup bittiğini anlayamamıştım.
Rahmetli Anacığım: ”Yavrum Osman’ım, bu Türk Bayrağını Cavırlar böyle yerlere yatırmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, milletin önüne düşerek, binlerce şehit pahasına Bayrağımızı yerden kaldırdı, bizi de esirlikten kurtardı.” Dediydi.
O anda, MUSTAFA KEMAL, BAYRAK, HÜRRİYET ve VATAN kelimeleriyle bütünleşmiştim. Çok sonraları; bölücü bir siyasi parti’nin Ankara’da yapılan genel kongresinde, tavandan sarkıtılan bir Türk Bayrağı fırlatılarak yere atılmıştı. Bu manzara karşısında, Başbakan Mesut Yılmaz’ın sesi ve soluğu kesilmişti.
Yaşlı bir Yörük’e takıldım. Aldığım yanıt, suratımda bin şamar olarak patladı: ”Siz ne diyorsunuz Beyim? Koç kurban etmek ne kelime. Biz, O ALBAYRAK UĞRUNA koç gibi Delikanlılarımızı kurban ediyoruz, KURBAN!”
            Gelibolu Şehitliğinde yangın çıkmış; muharebe mevzilerimiz yanmış. Yedi sene önce çıkan orman Yangını’nı söndürmek için hayatını veren Orman Bölge Müdürü’nün babasının evinde çıkan yangın, tüm evi yaktığı halde, Türk Bayrağı ve şehidimizin fotoğrafı yanmamış.
Buna ne buyrulur?
            Besançon şehrinde; Yaşlı bir Ermeni’nin evine giden Türk Öğrencilerini bir sürpriz karşılamıştır. Türkiye ile ilgili anılarla dolu odaya, Türk Bayrağının altından geçilerek girilmektedir.
Bizleri Basel Şehrine davet eden eski Osmanlı Vatandaşı Garabet; adres olarak:” Kime, Türk Garabet derseniz, benim Mağaza’nın adresini size verir.” demişti.
Çıktığımız yokuşun sol tarafında bulunan Büyük bir Halı Mağazası’nın camekânında Büyük bir Türk Bayrağı asılıydı. Bir Garson Kıza: ”Türk Garabet” der, demez; Kızcağız, önümüze düşerek, mağazanın yerini tarif etmişti.
KIZILTEPE J.Alay Komutanlığı sancak subaylığına Rum Asıllı J.Atğm’ini atamıştım. Ailesini KIZILTEPE’YE çağırdıydı. Alay Sancağımızı dışarı çıkarırken ve yerine alınırken; J.Asteğmeni KARAGÖZOĞLU ve ailesi hıçkıra, hıçkıra ağlamışlardı.
            Bugüne kadar, kimlere Türk Bayrağı hakkında ne sorduysam doğru ve doyurucu bir yanıt alamadım.
            —1936 tarihli Bayrak Kanunu değişti. Hâlâ, ”Türk Bayrağı mutlaka YÜNDEN imal edilir”, diyenlerimiz var. Yeni Bayrak Kanunumuzun, 22Eylül 1983 kabul edilerek, 24 Eylül 1983 tarihli R.G.’ de yayımlandığını anlatıp, 25 Ocak, 1985 tarihli TÜRK BAYRAĞI TÜZÜĞÜ’NÜ okuyorum.
Anayasa Kitapçığının arkasında yazılı.
           —Türk Bayrağı’nın geometrik çizimini bilen var mı? Fransız ve İtalyan öğrenciler, kendi bayraklarının geometrik çizimlerini, gözleri kapalı yapabiliyorlar. Nereden mi biliyorum, apaçık gözlerimle gördüm.
Sancak; Silahlı Kuvvetlerimizin onur timsalidir. Törenlerde, kendisine tören düzenlenenleri eğilerek selamlar. Bayrak, Ulusumuzun onurunu temsil ettiği için eğilmez.
            1977 Genel Seçimlerinden sonraydı;  bir ayağı Hıra Dağında olan; Tanrı Dağlarında at koşturan, Anadolu’da Mehter adımlarıyla yürüyen Rahmetli Türkeş, Başbakan Yardımcısı olmuştu.
Kara Kuvvetleri Komutanı Rahmetli Namık Kemal Paşa ile sınıf arkadaşı oldukları için araları gayetle iyiydi.
Birden bire; Komuta etmekte olduğum J.Alayı’na Üç Hilalli Osmanlı Kadırga ve Kalyonları’nın tıpkıbasım fotoğrafları geldi.
Bu fotoğrafların kışlaların münasip yerlerine asılmaları emrini de aldık.
Becerikli bir Asteğmeni görevlendirerek; bir gece içinde, üç hilalleri silip, tüm Osmanlı donanmasının Kalyon ve Kadırgaları’nın bayraklarını AYYILDIZLI hale soktuk.
Bir Büyük Komutanım bana çok kızmış, notumu düşürmüştü.
Ulusal sembollere bir siyasi parti sahip çıktığında;  o ulusal sembol, ulusallığını, saygınlığını yitirerek bir siyasi parti’nin amblemine dönüşürdü.
Eskiden; öğrenciler için hazırlanan defterlerin arka kapaklarında güzel yazılar ve şiirler olurdu. Tüm kırtasiyecileri dolaştım, üşenmeden böyle bir defter aradım. Defterin arka kapağında, Rahmetli Orhan Şaik Gökyay’ın BAYRAK ŞİİRİ bulunsun. Bir kırtasiyeci: ”Beyefendi, ben uzun süredir kırtasiyecilik yaparım; bu gelenek kalkalı çok oldu, boşu boşuna yorulmayınız:” Demişti!”
Şimdi anladım, tarikatların, Fethullah gülenlerin, Norslu Saitlerin, TAKİYYECİLERİN, Arap Bülbüllerinin başımıza neden musallat olduklarını. ”Dağa, Taşa Ne mutlu Türküm Diyene “ basitliğini yazdılar diyen AG’nin , ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE “diyenin köşküne nasıl gelip oturduğunu.
Bir genç: ”Beyefendi Amca, AG. Kimyada gümüşün simgesidir”, dedi. “Doğrudur Beyefendi oğlumuz, RTE’NİN simgesi altın sayıldığına göre; Noter olarak Çankaya’ya atadığının simgesinin de gümüş olması mantıklıdır.” Dedim.
Türk Toplumunun Türk Bayrağı ile bütünleşmesi; tüm problemlerimizin, bu Bayrağın altında ve bu Bayrağın temsil ettiği onurlu mücadele ile çözümlenebileceğinin işaretidir.
Gözleri görmeyenler, kulakları duymayanlar, akılları Ortaçağa takılıp kalanlar, uyudukları gaflet uykusu ile BU ONURLU HALKI uyutma sevdasından vazgeçsinler. Şimdi, bunlara seslenmek istiyorum:
            —İhaleye Fesat karıştıranlar,
            —Pirinç, nohut, Şeker, yağ ve en sonunda, Karpuz dağıtarak Seçme İradesine fesat karıştıranlar,
            —Öze yönelen, insanın özünü güzelleştiren İslam Dinini şekle, bir bez parçasına indirgeyerek, DİNİMİZE Fesat karıştıranlar,
             —Anayasamızın (102)  inci , (23) üncü ve (138) inci maddelerine Fesat karıştıranlar,
            —Yüksek Yargımızın kesinleşmiş kararlarını AİHM’’YE şikâyet ederek Türk Bayrağı’nın temsil ettiği ONUR’A Fesat karıştıranlar,
            —Türkiye’de, Müslüman çoğunluk ta dini inanç özgürlüğünü kullanamamanın sıkıntısı içersindedir,” diyerek, Türkiye’nin onuruna Fesat karıştıranlar,
            —Bağımsız Yargımıza, Ulusumuzun Onuru Türk Silahlı Kuvvetlerine, Öğretim Sistemimize, Çağdaşlığa, LAİSİZİM’E ve tüm ülkemize Fesat karıştıranlar! Kendi Fesadınızın kurbanı olacaksınız. ”Aklınızı başınıza alınız,” desem, boşuna gayret olur. Çünkü hafızalarınız ortaçağda kalmış. Bana, ne yapıyorsunuz? Demeyiniz; çünkü ben, Türk Bayrağı’nın onurunu savunuyorum.-Üş sene önce yazılmıştır!”
Bir ulusun bireyleri, tüm kurum ve kuruluşları, hükümetleri, silahlı kuvvetleri, parlamentosu başını dik tuttuğu sürece, o ulusun bayrağı yükseklerde dalgalanır. Böylece de, o ulusun onuru korunmuş olur.
            —Evlerine yiyecek alamayanlara, dağıtılan Bulgur, Kuru Fasulye, Nohut ve Şeker ile oy alanlar; sizi iktidara getiren MİLLİ İRADE değil; AŞURE İRADESİDİR.
                                         BAYRAĞIM.
            Ey! Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
            Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü
            Işık, ışık; dalga, dalga bayrağım,
            Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım
            Sana benim gözümle bakmayanın, mezarını kazacağım.
            Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.
            Dalgalandığın yerde, ne korku, ne keder,
            Gölgende, bana da, bana da yer ver.
            Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar,
            Yurda Ay-Yıldızının ışığı yeter.
            Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
            Kızıllığında ısındık.
            Dağlardan çöllere düşürdüğü gün,
            Gölgene sığındık.
            Ey! Şimdi süzgün, rüzgârda dalgalı,
            Barışın güvercini, savaşın kartalı,
            Yükseklerde açan çiçeğim,
            Senin altında doğdum,
            Senin dibinde öleceğim.
            Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim,
            Yeryüzünde yer beğen,
            Nereye dikilmek istersen,
            Söyle, seni oraya dikeyim.
                                                                                                                                                                                                 
           
                                    CUMHURBAŞKANI FORSU.
                     
            Türk Bayrağı Yönetmeliği’nin (28) inci maddesi- “Cumhurbaşkanı forsu, (EK:4) te gösterilen ölçülere uygun olarak yapılır. Forsun sol üst köşesinde yer alan güneş ve yıldızlar sarı renklidir. Cumhurbaşkanının ikametgâhında, ziyaret süresince bulunduğu yerde, Bayrak direğine çekilir, gece ve gündüz çekili kalır, makam odasında çalışma masasının sol gerisine konur, içinde bulunduğu arabanın sol önünde, tepesinde ay yıldız bulunan kromajlı direğe çekilir.”
Benim soracağım soru bu yazdıklarım değildir. Bugüne kadar, bir Allah’ın kulunun bu sorunun yanıtını merak etmiş olduğunu göremedim. Belki de, ben, merak etmeyenlere rastlamışımdır.
Şans bu; senelerdir Milli Piyango Bileti alıyorum; büyük ikramiyeye rastlayamadım, büyük ikramiye yok mu deneyim!” Yoksa Firdevs’inin Gazneli Mahmud’un Sarayı’nın duvarına yazdığı dörtlüğü mü okuyayım? Soruyu ben sorup, izninizle de, ben yanıtlayacağım.
Profesör Dr. Çeçen Yıldız’ın yayımlanmış bir kitabı var. ”Tarihte Kurulmuş Türk Devletleri. ”Bu kitaba göre (114) devlet kurmuşuz. Bunlardan (16) tısını birer yıldız sembolle, Cumhurbaşkanı Forsundaki, GÜNEŞ’İN etrafına yerleştirmişiz. Bu yıldızlar, hangi Eski Türk Devletlerini temsil ediyorlar?
Bendeniz, bunu bilmek zorunda olduğuma inanıyorum. Bunu Mustafa Kemal ATATÜRK yaptığına göre, bundan bir ders çıkarmamızın gereğine inanıyorum. Yanımda hiçbir evrakım da yok. Bir iki yanlış yaparsam affımı dilerim:
            1-Büyük Hun İmparatorluğu,
            2-Asya Hun İmparatorluğu,
            3-Ak Hun İmparatorluğu,
            4-Avrupa Hun İmparatorluğu,
            5-Avarlar İmparatorluğu,
            6-Gök Türk İmparatorluğu,
            7-Kara Hanlılar devleti,
            8-Uygur devleti,
            9-Herzem Şahlar Devleti,
            10-Büyük Timur İmparatorluğu,
            11-Babür İmparatorluğu,
            12-Altınordu Devleti,
            13-Gazneliler Devleti,
            14-Büyük Selçuk İmparatorluğu,
            15- Anadolu Selçuklu devleti,
            16- Osmanlı İmparatorluğu.
             GÜNEŞ’TE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ temsil etmektedir.
                        Şimdilerde, Türkiye Cumhuriyetini neyin temsil ettiğini bana neden soruyorsunuz!                          
           
           



İzleyiciler

Blog Arşivi