5 Eylül 2011 Pazartesi

433-MALATYA GENELEVİNDE KEZİBAN

                                                                                  
OSMAN TÜRKOĞUZ
                  osmanturkoguz@hotmail.com
                  Çeşmealtı;04 Haziran 2011.

                   MALATYA GENELEVİNDEKİ KEZİBAN!
         “Ulusal Bilinç”adlı yazımı yayımladıktan sonra, bu konuda birkaç yazı daha yazmamı isteyenler oldu. Fırsatı düştüğünde ve 12 Haziran’dan sonra ışığımız yanmasını sürdürürse neden olmasın!
         Şöyle bir düşündüm; Türk toplumu olarak ne Rönesanssı ne de Işıklar Yüzyılını yaşadık. Dondurulmuş Arabî kalıplar içersinde, her sene aynı geçmiş olayları anarak yaşatıldık. Ta ki 23 Aralık 1876 tarihinde, Belçika’nın 1831 tarihli anayasanın yürürlüğü koyana kadar bu durgunluğumuz sürüp gitmiştir. Tarih, Osmanlı tarihçilerinin Padişah’ı ruyuzemine taktim etmek için yazdıkları Padişahlara ait öykülerden ibarettir.. Roman, öykü ve tiyatro gelişmemiş. Kerem ile Aslı; Arzu ile Kamber; Ferhat ile
Şirin ortaya konulabilmiş. Öte taraftan; Türk halkı kendi Kahramanlarını yaratmasını bilebilmiştir. Köroğlu’nu ele alırsak, çeşitli Türk topluluklarında da yaşatıldığını görürüz. Egemenlerin sultası altında ezilen Türk toplulukları, bir eşkıyadan kendisini koruyan ve egemenlerle savaşan bir kahraman yaratmıştır. Keloğlan; kanımca Türk halkının kendisidir. Eşeğini değirmende kaybettikten ve anasından da bir iyice sopa yedikten sonra şehre iner; o gün, şehirde bir sınav vardır. Kim bu sınavı kazanırsa padişahın kızı ile evlenecek ve devleti de yönetecektir. Keloğlan tüm büyüklerin çocuklarını ve de Ulemayı mağlup ederek Padişahın Güzel kızı ile evlenir ve dahi devleti felaketten kurtarır. Darısı 12 Haziran’ın başına derim. Halkını ezenlerin kızlarını hep Keloğlanlar öpüp koklamaktadır!
         1639 Bağdat seferinde de bıyığı olmadığı için dudağına sapladığı taraklar orduyu hümayuna kabul gören Genç Osman vardır. Yeniçerilerden Kayıkçıkul Mustafa O’nun destanını günümüze taşımıştır.
         Türkülerimizden, içinden memleket ve yar özlemi fışkıran “Estergon Kalesi” beni çok derinden sarar. O özlemleri bir kenara bırakarak kupkuru bir tarih yaratmışız. Onun için de kupkuru bir toplum olarak Mustafa Kemal’e kadar gelebilmişiz.
         Namık Kemal’in “Vatan ve Silistire” adlı piyesi, Gedikpaşa tiyatrosunda oynatıldığı gece İstanbul’da yer yerinden oynatılmıştı. Menemen - Emirâlemli Çavuş Abdullah’ın:”Ben ölürsem kıyamet mi kopar!”Söylemi halkımıza bireysel fedakârlık olgusunu hatırlatmıştı. Ondan sonra da, her türlü edebiyat dalı ülkemizde gelişmişti. Anlatımlar, makro anlatımdan bireysel anlatıma dönüşmüştü. Amerikan filmlerinde en büyük toplumsal olaylar, bireysel öykülerin ve fedakârlıkların üstüne bina edilmektedir.”En uzun Gün”de, Amerikalı askerin tavuk ve yumurta ticareti,”Buradan Ebediyete Kadar “da, Astsubayın lakayt komutanının karısı ile aşkı.”Titanik’”te de o ünlü aşk. Ağaçları anlatırken hep ormanı anlattık! Önemli olan, önemli bireylerden oluşmuş olan toplumdur.
         Yunanlıların İzmir’e çıkma dedikodularının çıkması üzerine, Rahmetli Parti Pehlivan silahlı bir karşı koymayı organize etmek için Manisa’nın dumanlı dağındaki köylerine gider. Halk:”                                    “Bizim Şeyhimiz izin vermeden biz silaha sarılamayız!” Der. Yemyeşil cübbeli ve Beyaz sarıklı, saçı, sakalı biribirine karışmış Şeyh gelir ve:
         Bizim inancımızda silah ve mermi yoktur! Biz silahla karşı koymaya karşıyız!” Der. Hiç bir kimse de silaha sarılmaz. Teğmen Nuri’nin kurtarmaya çalıştığı 16 seri ateşli topu da ellerine geçiren MANİSA HALKI BUNLARI YUNANLILARA TESLİM EDERLER. O Şeyh, Menemen’de Asteğmen Kubilay’ın başını kör testere ile kesen Yobaz Mehmet’tir ve de Bülent Arınc’ın Dedesidir. Bülent Arınç, Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisi Başkanlığını yapmış Başbakan yardımcımızdır ve Bursa’dan AKP milletvekili adayımızdır.
         Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında; Türk Ordusu Bursa’yı terk ederken şehirde bulunan genelev sakinleri de, Ordumuzla beraber, şehri terk etmişlerdi.
         Yunan Ordusu Konak ve Pasaport’ta Türkleri öldürürken de, İzmir’in bazı minarelerinden, Rum suresi okunarak:
         “Yunanlılara sakın ola karşı gelmeyiniz. Kur’anı Kerim’de Rum suresi vardır. Bundan sonra bizi Yunanlılar yöneteceklerdir!” Diye vaazlar veriliyordu!
          Bu anlatacağım bu olay, aynen Malatya Genelevinde geçmiştir. Bir tatil günü, Amerikalıların Mihmandarı Kısa Boylu bir Türk vatandaşı, bir grup Amerikalı ile Malatya Genelevine gelirler. Genelevleri, kız beğenmek için dolaşırlarken, gramofonundan “Adananın Yolları Taştan” Türküsü dökülen bir genelevin önünde dururlar. Adı Keziban olan bir Sermaye kadın, Allar içinde ve şuh bir şekilde, gramofondaki Türküye eşlik etmektedir. Amerikalılardan birisi bu kızı beğenir, işaret eder. Keziban çalışmayacağını söyler. Kısa boylu Türk Mihmandar:                                                                       ”Bunlar Amerikalı dostlarımız; hem de ücretini dolar olarak ödeyecekler!”Teminatını vermesine karşın, Keziban’dan yine de olumsuz yanıt alırlar. Münakaşaya dökülen olay polise intikal eder. Babayani bir Komiser’in neden bu müşteriyi kabul etmediğini sorması üzerine Sermaye Keziban patlar ve ortalığı çınlatan sesi ile:
         “BEN TÜRK OROSPUSUYUM, KOMİSER BEY. GÂVUR OROSPUSU DEĞİLİM. BANA NE CEZA VERİRLER Kİ, BURADAN BAŞKA GENELEVE SÜRERLER, BENİ YİNE DE GÂVURLARIN ALTINA YATMAM, ÇÜNKÜ BEN TÜRK OROSPUSUYUM!” DER.
         Yaşlı Polis Komiseri, rahatça ağlayabileceği tenha bir köşeye çekilir. Bu kısa boylu Amerikan Mihmandarı da Turgut Özal’dır.
         Sayın Emin Çölaşan’ın Ünlü kitabı—Hangisi ünlü değil ki!—“Turgut Nereden Koşuyor’’ da İzmir Genelevinde yaşanmış ve Polise intikal etmiş bir olayı da anlatmaktadır. O kısa boylu Türk Mihmandarla İzmir genelevine gelen Amerikalı dostlarımız, kız beğenmek için evleri dolaşırlarken, bir Türk Genci Amerikalılardan birisinin arka cebindeki cüzdanını kapar ve kaçar. O kısa boylu Türk Mihmandar, kendisinden umulmayan bir çeviklikle hırsızın peşinden koşar. Bu kısa boylu Türk Mihmandarın adı da TUTGUT ÖZAL’DIR sayın seyircilerimiz.
         Kezibanlar, ayıplı işte çalışıyorlar diye de senelerce sosyal yardım kuruluşlarına kayıtlarını yaptırtmadığımız o Kezibanlar öldüler ve unutuldular. O elleri öpülesi Kezibanın mezarının yerini bulmak mümkün olsaydı, emekli maaşımla O’NA lâyık bir mezar yaptırır borcumuzu da ödemiş olurdum. Zira O, Amerikalıların genelev mihmandarı Devlet Bakanımız, Başbakanımız ve hatta Cumhurbaşkanımız olmuştu da.
         Senelerce önceydi; bir Fransız yazarının—Aklımda yanlış kalmadıysa Prosper Merime’nin—bir öyküsünü okumuştum. Öykünün adı:”Alayın Orospusu!” İdi. Bir Fransız hemşirenin çok ahlaksız ve ele avuca sığmayan Kardeşi Jan’dan çekmediği kalmamış. Bin bir rica ve bin mihnetle Jan’ı askere yazdırtmış. Jan çok başarılı bir süvari asker olmuş Birdenbire Birinci Dünya Savaşı başlayınca Hemşireyi de askeri hizmete almışlar. Bir saldırıda Jan vurulup ölmüş, Ablası Hemşire Françoise de vurulup ölmüş. Hemşire Françoise‘ı cennete almamışlar. O gün ölen askerler cennete giderlerken; Jan, ablasını cennete giden yolun kenarında ağlarken görmüş:
         “Neden ağlıyorsun ablacığım!” Diye sorduğunda:
         “Dinine çok bağlı, her Pazar kiliseye giden, her Hıristiyan yardım eden, eline erkek eli deymemiş bir Hıristiyan kadını olduğumu anlattığım halde:”Bu özelliklerin cennete girmen için yeterli değildir!”Diyerek cennetin kapısını suratıma kapattılar. Ben ağlamayayım da kim ağlasın?”  Demiş. Jan:
         “Onun kolayı var, ver elini de atımın terkisine atla!” Demiş. Cennetin kapısına geldiklerinde, cennetin kapısın da duran Hz. İsa’nın Havarilerinden Aziz Yuhanna:
         “Bu Bayan kimdir?” Dediğinde; Jan, gayetle güler bir yüzle:
         “Alayımızın Orospusu, Aziz Yuhanna!” Demiş. Aziz Yuhanna:
         “O zaman, cennete hoş gelmişsiniz, buyurun içeriye!” Emrini vermiş.
         Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal,1923 senesinde Mersin’i ziyaretlerinde tanımış olduğu Dr. Reşit Galip’i çok beğenerek 1925 senesinde, milletvekili olmasını sağlamıştır. Dr. Reşit Galip 1893 Rodos doğumludur. Liseyi İzmir’de bitirmiş, Ağabeysi Hüseyin Ragıp Baydur Diplomatlığı seçtiği halde, O İstanbul tıp Fakültesini bitirir, çok çeşitli görevlerde bulunur.
         Bir akşam yemeğinde, Dolmabahçe sarayında Cumhurbaşkanı gazi Mustafa Kemal’in sofrasındaki yerini alır. Maarif vekili Mustafa kemal’in öğretmenliğini yapan çok yaşlı bir zattır. Kız öğrencilerin etek boylarını mesele yaptığında, Dr.Reşit Galip tarafından ağır tenkite uğrar. Duruma Gazi Mustafa kemal müdahale eder:
         “Bir Vekile böyle hitap edemezsiniz; sonra o benim de öğretmenliğimi yapmıştır!” Der ve beklemediği yanıtını da alır:
         “Bu Beyefendi Maarif vekilliğini yürütemez. Devrim aleyhinde siz bile bulunsanız tenkit etmekten çekinmem!”Der. Mustafa Kemal:
         “Öyle ise sofrayı terk ediniz!” dediğinde de daha sert bir tepki ile karşılaşır:
         “Milletin sofrasıdır terk edemem!”Çok zor durumda kalan Mustafa Kemal:
         “Öyle ise bir terk edelim!” Der ve hep birlikte sofrayı terk ederler.
         Sabahleyin erkenden çalışma salonuna inen Mustafa Kemal, orada çalışmakta olan Özel Kalem Müdürü Tevfik Bıyıklıoğlu’na sorar:
         “Dr Reşit Galip Bey, akşam ne yaptı?”
         “Sayın Cumhurbaşkanım, sabaha kadar pencerenin önünde sigara içerek denizi seyretti. Sabahleyin de benden 25 Lira borç para alarak Ankara’ya gitti.” Der. Mustafa Kemal, kendi, kendine yüksek sesle söylenir:
         “CEBİNDE BEŞ PARASI OLMAYAN BİR ADAM, İNANDIĞI DAVAYI BÖYLE SAVUNUR!” Der.
         Üç ay sonra da, Rahmetli Dr. Reşit Galip Milli Eğitim Bakanlığına getirilir. Darülfünun üniversite yapılmasını ona borçlu olduğumuz gibi, her sabah çocuklarımızın okudukları ANDIMIZI DA,23 NİSAN 1933’TE ONA BORÇLUYUZ. Sağlığı iyice bozulur. Tüberküloz olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığından ayrılır.05 Mart 1934’te aniden vefat eder. Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal, ölüm haberini aldığında; hıçkıra, hıçkıra ağlamıştır. Yaşadığı ve içinde son nefesini vermiş olduğu odada bir divan ve sayısız kitaplarla yüklü bir de kitaplık vardır.Bu odanın resmini yazıma eklemek isterdim.Bugünün vurguncuları acaba utanırlar mıydı?Sizlere Allah rahmet eylesin ey Keziban ve ey Dr. Reşit Galip.
        
        

                  
  

432-ATATÜRK'E DİL UZATAN HAİNLERİMİZE.

                                                                                                                                                           
                        ATATÜRK’E DİL UZATMAK İHANETTİR!
                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        Çeşmealtı;04 Eylül 2011.
Bazı özel televizyon kanallarından Mustafa Kemal Atatürk’e,yalan ve iftiralarla bezeli kin kusan hainlerimize.

Belçika’dan Gelen Yılbaşı Tebriki:

“ATATÜRK’Ü TÜRK MİLLETİNE TANRI VERDİ. ATATÜRK TE,                       TÜRK MİLLETİNE HER ŞEYİ VERDİ.”TURQUİE, TU DOİS ATATURK A DİEU ET LE RESTE ATATÜRK!”Daniel Doumon.
           “Kahramanı olduğu kadar, Gafili de, Haini de çok milletiz!”Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s.555.
           “Atatürk gibi akıllı!”Norveç Atasözü.
“Konu: "Visionary"
 
“Türkiye'ye ayak basmamış ABD'li Psikiyatr Profesörü
Arnold LUDWIG, "in one of the most
comprehensive and insightful studies of political leadership ever
undertaken", KING of the MOUNTAIN
adlı kitabında,

20’inci Yüzyılda tüm dünyada ülke yönetmiş, Abdülhamid'den
Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya,
Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya,
Stalin'den Nasır'a
ve Arafat'a, 2000 (iki bin) kadar lider hakkındaki 18 yıllık
araştırmasının sonucunda,
377
adet belli başlı devlet adamı / lider tesbit etmiş ve onlara 200
kadar değişik kıstasa göre, 1'den 31'e kadar puan vermiş.

PGS
(Political Greatness Scale) olarak tanımladığı bu sıralamada
örneğin; en çok Roosevelt ve Mao 30’ar puan almışken, Nehru 25,
Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel Castro 23, Lenin 28,
Khomeini 23,
Kennedy 15 puan almışlar.

Bir lider ;
31 puanla ve "Visionary" sıfatıyla,
20’inci yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı / lideri
unvanına hakkıyla layık görülmüş.
O da, Mustafa Kemal ATATÜRK!

Ne yazık ki, ne basınımız, ne halkımız ve
özellikle yeni nesiller bu önemli gerçeğin farkında bile değiller.


(King of the Mountain, The nature of
political leadership, by, Arnold M. LUDWIG, University Press of
Kentucky, 2002.- Amazon.com).Saygılarım,Özellikle Sayın Arzu Özok Han’ıma               
       
 Bir İsveçli Atatürk hayranı,Mustafa Kemal’i iyice araştırmak üzere Türkiye’ye gelir.O’NUN kafasında Atatürk Devriminin Mustafa Kemal’in önderliğinde bir ekip tarafından başarıldığı kanısı vardır.Hayretle görür ki,arkadaşlarına rağmen Atatürk Devrimi Mustafa kemal tarafından tek başına başarılmıştır.Tarım Bakanlığımıza gider,büyük bir şaşkınlık içersindedir.Öyle ya,peygamberlerin ve diğer devrimcilerin bile yardımcıları varken,bu nasıl olmuştur?Ve büyük bir itirafta bulunur:
“Atatürk’e saygı duyuyordum, şimdi ibadet edercesine hayranlık duyarak ülkeme dönüyorum!”Der.
        Bahriye Eski nazırı ve Başbakanlarımızdan Deniz Kurmay Albayı Hüseyin Rauf Orbay: O—Mustafa Kemal—herşeyi bize rağmen başardı. Biz olmasaydık yine de ve daha iyi başarırdı!”Demiştir.
            Rahmetli Mustafa İsmet İnönü’nün iktidardan düşmesi, dünya’da şaşkınlık yaratmıştır. Jozef Stalin’in: ”İsmet İnönü’nün kafasında kuyrukları birbirine değmeden, yedi tilki dolaşır;” dediği, gazetelerimize bile yansımıştı.
En anlamlı mektubu, W.Churchill göndermiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı düşmanlarına ayıp olacak ama iş bu mektubu iş bu yazıma ekleyeceğim:
“AZİZ GENERALİM,”
         “Her ne kadar benim Türkiye politika ilişkilerine karışmazlığım doğru olmayabilirse de, Türkiye’nin mukadderatına riyaset ettiğiniz uzun devrenin kapanmış olduğunu, şahsen büyük teessür duyarak öğrenmiş bulunuyorum. Bana öyle geliyor ki, tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, İkinci Dünya savaşının vahim tehlikeleri içinde nasıl sıyırıp geçirdiğinizi ve aynı zamanda Mustafa kemal tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan hürriyetçi ve ilerici hükümet şeklini nasıl koruduğunuzu kaydedecektir. Dostça ve zevkli olan mülakatımızı daima hatırlarım ve politika sahnesinden şimdiki çekilmenizde, size en iyi, dileklerimi yollarım.”                                                          
Pek samimiyetle sizin
Winston S. Churchill.
       İsmet İnönü’nün kavgası; aklın hurafe ve safsata ile vatanseverliğin ihanetle, namus ve şerefin, yalan, dolan ve talanla, ulusal çıkarların, bireysel ve uluslar arası çıkarlarla, gerçek dindarlığın ve gerçek Tanrı sevgisinin soytarılıklarla kavgasıdır. Akın kara ile ilmin ve inancın şekille aldatma ile kavgasıdır.
Zonguldak il merkezinde bulunan, şaha kalkmış at üzerindeki Atatürk’ün ve İnönü’nün heykelleri, beni çok heyecanlandırır. İnönü’nün heykelinin kaidesindeki yazı da, beni hep düşündürmüştür:
“BİR ÜLKEDE NAMUSLULAR, EN AZ NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMAZLARSA, O ÜLKEDE KURTULUŞ UMUDU YOKTUR!”
Herkesin kurtarıcı beklediği ülkemizde; bir büyük Romalının şu sözü aklımdan hiç çıkmaz:
“BAŞKALARI TARAFINDAN KURTARILMAYI, YALINIZ KÖLELER BEKLER!
“Atatürk, günümüzün en büyük lideridir. Her tarafı düşmanla çevrili, yıkık bir imparatorluktan,   yepyeni bir cumhuriyet yarattı. En önemlisi; sınırlarında hiçbir düşman ülke bırakmadı,  dost devletlerle çevrili bir Türkiye bıraktı.”
Mustafa Kemal’in ölümü üzerine Javaharlal Nehru’nun, tutuklu bulunduğu ceza evinden, Kızı İndire Gandi’ye yazdığı mektup.
“Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur!”Gazi Mustafa Kemal
“Benim milletimden istediğim yegâne şey; başının üstüne çıkardığı insanların kanındaki ve ruhundaki cevheri araştırmaktan bir an olsun vazgeçmesinler.”Gazi Mustafa kemal.
              Gazi Mustafa Kemal, İngilizleri yener, İngilizlerle dost olur. Fransızları yener, Fransızlarla dost olur. Yunanlıları yener, Yunanlılarla dost olur. “Ebedi dostluk ve ebedi düşmanlık yoktur. Ebedi çıkar vardır.” Bu kural,  evrensel politika kuralıdır.
            Yunanistan Başbakanı Elefteriyos Venizelos, Yunanlıları İzmir’e çıkartan politikacıdır. Giritli bir avukat olan bu politikacı, Ankara’ya geldiğinde, Ankara Garında, Başbakan İsmet Paşa tarafından karşılanmıştır.
Bu, Türk düşmanı olarak bilinen politikacının, Nobel Ödül Komitesi’ne yazdığı bir mektup Sayın Özgen Acar tarafından bulunarak, 20.Mayıs.1981 tarihinde, Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır. Sözü, E. Venizelos’a bırakıyorum: 
            “ Hak ve din kavramlarının karıştırıldığı, teokratik bir rejim altında çökmekte olan bir imparatorluğun yerini ulusal, çağdaş, canlılık ve hayat dolu bir devlet almıştır. Büyük reformcu Mustafa Kemal Paşa’nın itici gücüyle sultanların mutlakıyet rejimi kaldırılmış ve devlet açıkça LAİK olmuştur. Ulus, tümüyle haklı olarak, tutkulu bir biçimde,  uygar ulusların öncüleri arasında yer almak üzere gelişmeye doğru atılımda bulunmuştur.
               Ayrıca, barışın güçlendirmesi hareketi, belirgin bir biçimde etnik, modern Türk Devleti’ne bugünkü görünümünü sağlayan iç reformları ile birlikte yürütülmüştür. Gerçekten, etnik ve siyasal sınırlarından açıkça memnun Türkiye, komşularıyla tüm toprak sorunlarını çözümlemiş ve böylece Yakın doğuda barışın temel direği olmuştur. Düşmanlık içinde geçen uzun yüzyıllar boyunca, Türkiye ile kanlı savaşları sürdürmüş biz Yunanlılar, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan bu ülkedeki köklü değişikliğin etkilerini ilk olarak duyabilme fırsatını elde ettik. Küçük Asya felâketinin hemen ertesinde, savaştan bir ulus devlet olarak çıkan ve yeniden sağlığına kavuşmuş Türkiye ile anlaşma olanağını görerek, ona elimizi uzattık ve o’da bunu içtenlikle kabul etti ve sıktı. Barış isteğini besledikleri takdirde, en tehlikeli anlaşmazlıkların ayırdığı halklar arasında anlaşma olanağı için bir örnek oluşturacak bu yakınlaşmadan, iki ülke için olduğu kadar, Yakındoğu’da barış düzeninin korunması İçinde yalınızca olumlu sonuçlar ortaya çıkmıştır. İşte, barış sorununa bu değerli katkıyı sağlayan kişi, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa’dır.
            Yakındoğu’da barış yolunun da yeniçağ açan yunan-Türk anlaşmasının imzalandığı dönemde, 1930 yılındaki Yunan Hükümeti’nin Başkanı sıfatı ile şimdi Nobel Barış Ödülü Komitesinin seçkin üyeleri önünde, Mustafa Kemal Paşa’nın adaylığını, bu onur ödülüne layık olarak önermekten şeref duymaktayım. En derin saygılarımın kabulünü rica ederim, Sayın Başkan.”
                                                                                              09. Eylül. 1934 E.Venizelos.
            Her inanç grubundaki insanlarımızı gözlemlediğimde; bilenlerin bildiklerinin tersini yaptıklarını görürüm.
Yaşar Kemal’in, 1954 yılında, Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan bir yazı dizisini hala hatırlarım: ”Yanan Ormanlarda Elli Gün”. Sayın Yaşar Kemal ile yanan ormanlık alanları gezen bir köylümüz, orman ve ormansızlık üzerine söylenmiş en güzel sözleri anlatmış. Sayın Yaşar Kemal, bu köylümüzün, orman yakmaktan beş sene hapiste yattığını sonradan öğrenmiş.
Aydınlarımızın, yöneticilerimizin, yazarlarımızın ve politikacılarımızın çoğu, ATATÜRK’ÜN yaptıklarını ve söylediklerini çok iyi bilmelerine karşın apayrı yollar tutmalarının nedenini anlamış değilim.
ATATÜRK, ”hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir.” der. O: ”Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” der.
Ne yazık ki, ATATÜRKÇÜ geçinenlerin çoğunda, bu özellikleri görmek mümkün değildir.
            Günümüzde; Batı’ya ve ABD ‘YE yaranma eğilimleri Sivas Kongresindeki MANDACILIK TUTKUSUNUN BİR DEVAMI MIDIR?
Bendeniz, bu konuya akıl erdirmiş değilim?
            06 Mart 1922; Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden konuşmaktadır:
            “Efendiler
             Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlana durmuştur: Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hâdiseyi kaydetmemiştir.”
            Dış İşleri Bakanı Ali Babacan Bey, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesinde; ” Türkiye’de sadece Gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunlukta dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor.”Diyerek, kendi hükümetini ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini, yabancılara şikâyet etmiştir.
Ali Babacan Bey, Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını savunacağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliğine girmesi için büyük mücadeleler vereceği insanlara, Türkiye’yi kötülemekle nereye varmak istemektedir?
Türk Ulusu, siyasi inanç farklılıklarına bakmaksızın, bunun hesabını AKP. İktidarına sormalıdır
            Lahey Adalet Divanında, Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkını savunan Mahmut Esat Bozkurt’un kemiklerini sızlatmaya kimsenin hakkı olmadığı gibi, Ali Bey’in de hiçbir hakkı yoktur.
             Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin,  Irak’a girme konusu konuşulurken; Ali Babacan Bey ve Dış İşleri Bakanı Ziya Bey, gece yarısı ABD. Dış İşleri Bakanı Colin Powel’in evinin kapısını çalarlar.
Sayın Colin Powel Beyefendi, evinde istirahattadır. Belki gecelik kıyafeti iledir. Bizimkileri içeriye buyur eder. Diplomasi tarihinde böylesine bir olay görülmemiştir. Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin sınırımızdan Irak’a girmesi için, (26.000.000.000) Dolar geçiş ücreti istediklerini basınımızdan öğrendik.
Sayın Colin Powel, ABD’NİN Maliye Bakanı değildir. Maliye Bakanı olsa ne yazar. ABD’lerinde; bakanlar Başkanın sekreteridirler. Başkan ne buyurursa onu yapmakla mükelleftirler!”
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal:”Arkadaşlarımın her birisi birer kahramandır. Havsalaları yeni fikirleri almadığından yollarını ayırmışlardır!” Demişti. Erzurum’da askerlikten ayrıldıktan sonra; İstanbul hükümetince tutuklanması için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşaya tevkif emri verildiğinde neler olmuştu a satılık kalemler: Bir süvari takımı ile, Mustafa Kemal’in bulunduğu yere gelen Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’in karşısına dikilerek;
            “Ben ve kolordum emrinize amadeyiz Paşam. Siz bizim yine Aziz komutanımızsınız!”Demiştir. Tutuklanacak bir sivili komutanı kabul etmek neyi gösterir a Satılmış kalemler ve vicdanlar!
            Yakup Şevki Paşa Mustafa Kemal’in hocası ve ordumuzun en kıdemli generali iken, Garp Cephesi komutanı Mustafa İsmet Paşa’nın ve öğrencisi Mustafa Kemal’in emrine neden ve ne diyerek girmiştir a satılmış vicdanlar!
           
 

İzleyiciler

Blog Arşivi