24 Temmuz 2010 Cumartesi

175- SOYUTTAN SOMUTA MUSTAFA KEMAL! (1)

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 23 Temmuz 2010.

                       
SOYUT’TAN SOMUT’A MUSTAFA KEMAL!
                                              
BİRİNCİ BÖLÜM.

Doğu haksızlığı Tanrı’ya; Batı da haksızlığı namluya havale eder!”                                                                          
Papaz Ernest Renan. 01 Mayıs 1882,

Milletler, maddi ve manevi değerlerini          yitirmekle yıkılmazlar. Milletleri yok eden illet,       hafızalarını yitirmiş olmalarıdır!”        
                                                           Prof.Dr. Gustave Le Bon.

            Elbe adasından 1100 askeri ile kaçarak, Marsilya sahillerinden Fransa’ya çıkan Napolyon Bonapart’ın, ünlü 101 günlük imparatorluğu vardır.
İngiltere ile Prusya hemen anlaşarak ordularını Belçika topraklarına sokarlar. Avusturya ve Rusya ordularının gelmesini beklemeden; Napolyon Bonapart; önce, Prusya kuvvetlerine saldırır.
16 Haziran 1815 günü; Belçika’da Ligne muharebesinde; Prusyalı komutan Blücher’i yener; fakat Prusya ordusunu imha edemez. General Blücher Waterlo yakınındaki Wawel’e çekilir. 18 Haziran 1815 günü sabahı çok şiddetli yağmur yağar. Waterlo Meydan Muharebesi aynı gün öğleden sonra başlar. İngiliz ordusu ile Napolyon kuvvetleri arasında korkunç muharebe bütün hızı ile devam eder. Bir binanın ele geçirilmesi için iki taraftan (15.000) kişi ölür. İngiliz Başkomutanı Dük Wellington’un ordusu yenilmek üzereyken; Dük, İncil’den dualar okumaya son vererek; yüksek sesle:
            “Ya gece, ya da General Blücher yetiş!” Diye bağırır. Dağılmış güçlerini toparlayan Prusyalı Komutan Blücher, şimşek gibi muharebe meydanına yetişerek Napolyon Bonapart’ın yenilmesini sağlar ve 1805 Osterliç yenilgisindeki tutsaklığının intikamını da alır.
            Uhut gazasında; Mekkeli hemşerileri tarafından yüzünden yaralanarak bir hendeğe düşürülen Hz. Muhammet; öldürüleceğini anlayınca, var gücü ile bağırır:
            “ Ya Ali yetiş!”
            Şimşek gibi yetişen Hz. Ali, Mekkeli silahşorları öldürerek, Amcası ve Kaim pederi Hz. Muhammet’i mutlak bir ölümden kurtarır. Tehlike karşısında; niçin somut bir yardım dileyiş ve bir somuta sığınış?
            İlk zamanlardan beri şekillenen bu insan davranışı; ruhsal, bedensel ve toplumsal bir içerik kazanmıştır. İnsan ruhunun ve insan inancının ve dahi insan beklentisinin varıp ta dayandığı bir sığınak olmuştur SOMUTLUK!
            Soyut nedir? Somut nedir?
            Dil VE TARİH Yüksek KURUMU’NUN İKİ ciltlik, Türkçe sözlüğüne bir bakalım. C.2 S1330-1331 ve1335.
            SOYUT: Soyutlama ile elde edilen, varlığı ancak eşyada gerçekleşen, mücerret, somut karşıtı. Gerçeklikte ayrılamaz olan düşüncede ayrılma.
          SOYUTLAMA: Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilkelerden her hangi birisini tek başına ele alan zihni işleri; gerçeklikte ayrılamaz olanı düşüncede ayırma.
            SOYUTLAMAK: Bir kimseyi, bir durumu, düşünce içinde, toplum, durum veya düşünceden ayrı tutmak.
            Bu, ta soyuttan başlayan bir insan beklentisi bir somutta muradına ermektedir. Bu elle tutulur, gözle görülür ve yaşanılır olgulara rağmen, bazı hayalî düşünce sahipleri tarafından algılanamamaktadır. Kulluk, kölelik ve insan yerine konulmamak olgusunun yaratmış olduğu alçalma duygusu soyut ile somutu algılamamıza engel olmaktadır.
            Bizans şehri (29) defa kuşatılmıştır. Haçlılar, 1206 yılında Bizans'ın merkezini, Bizans şehrini, ele geçirerek, Ortodokslara etmedikleri kötülükleri bırakmamışlardır. Bir Bizanslı fahişenin başına Ortodoks Patriğinin başlığını giydirerek Ayasofya kilisesinde dans ettirmişlerdir.
            Müslüman-Arap ve Ermeni orduları ve dahi Yıldırım Beyazıt İstanbul’u kuşattığı halde, bir türlü surları aşamamışlardır. Bizanslılar; denizde bile yanan Rum ateşine, Haliç’i kesen kalın zincire ve dayanıklı surlarına sığınarak kurtulmuşlardır.
Somut güçler soyut değerlere üstün gelmiştir.
Osmanlı Padişahı İkinci Mehmet; Edirne’de döktürmüş olduğu ağır topları, mandalar ve öküzlerle çektirerek İstanbul’ kuşatma altına almıştır. Dolmabahçe sarayı-Tünel başı ve Kasımpaşa’ya ulaşan güzergâh üzerine yağlı kalaslar döşeterek bir gece içinde, (167) parça gemiyi Halice indirtmiştir. Kuşatma devam ederken de Halice gemilerin girmesini engelleyen kalın zinciri de kırdırtmıştır.
            Hz. Muhammet; Mekke’de sergilemiş olduğu Hz.İsavari dinini yayma denemesinin başarısızlığını görerek Medine’ye sığınmış ve MS.624 senesinde, somut eyleme başlamıştır.
            İkinci Mehmet’in ağır topları, Bizans surlarını paramparça ederken; Bizanslılar, silahlarını bırakarak Ayasofya kilisesine soyuta sığınmışlardır. Somutluluk İkinci Mehmet’in eline geçmiştir; bu nedenle de Osmanlı ordusunu hiçbir Bizans önlemi durduramamıştır.
            Bizler; içki masalarında ve özel günlerimizde, şımşırık Atatürkçü geçinen bizler, soyuta soyunduğumuzdan habersiz, habire söylemlerde bulunmayı görev yapıyoruz sanan bizler, tüm soyutlarımızın birer, birer somutlaştıklarını bile görmekten çok uzağız.
            Hangi bir örneği ele alacağıma karar veremiyorum. Soyutlar dört bir yanımızdan şimşek hızı ile üstümüze, üstümüze gelmektedir. Fazilet takviminden derleyerek biriktirmiş olduğum örnekleri her ÇAĞDAŞ’A okutmak isterim. 19 Şubat 1999 tarihli takvim yaprağı: (1)                                                                                      
            “İbn’i Abbas (R.Anhüma) anlatıyor: Resulullah (S.A.S) buyurdu ki: ”Cihada çağrıldığınız zaman, cihada koşun!” (Kütüp’i sitte Muhtasarı,17/352”.
İster misiniz,11Mart 1999 tarihli yaprağı da okuyalım:
            “Üç kimseye yardım etmek, Allah üzerine bir haktır: Allah yolunda cihad edene” hadis’i Şerif-et Tergib ve’t-Terhib3-43”.
            Kime karşı savaşmak için cihad? Sonra, kim ve kimleri ne zaman ve ne hakla cihada çağıracak? Sonra; ne demek ganimet? Hangi asırda ve hangi hukuk sisteminde yaşıyoruz?
            Çağımıza ayak uyduramayan bu insanlar, geçmişi geleceğimiz yapma ve beyinlerimizi de taşlaştırma eylemlerine soyundular.
Müflis kaçak kömürcü Süleyman Hilmi Tunahan’ı da, El-Haruk ettiler ve “seyyidler zincirinin 33’üncü ve sonuncu halkası yapıp ta çıktılar.
Ebediyete kadar geçecek zamana bir tek evliya bile bırakmadılar. 33’üncü ve son halka Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S) Hazretleri! ”Kendilerine vaki tecelliyatın büyüklüğünden, seyyidler zincirinin 9’uncu büyük rütbesi Salahuddin İbn’i Mevlana Siracüddin (K.S) hazretleri tarafından Müceddid’i Elf’i Sani İmam’ı Rabbani Ahmedi Faruk’i Serhendi hazretlerinin nisbeti ruhaniyesine teslim edildiler…”
Bu İslam dinini yenilediği iddia edilen kişi 16 ve 17’inci asırda Hindistan’da yaşamış birisidir. Oğlu Mahdum’un yayımladığı Mektubat adlı eseriyle de ünlüdür. Süleyman Hilmi Tunahan; 1888 Silistre doğumlu, ”Mektubatı ben yazdım!” Diyordu!
Soyutları ısrarla somutlaştırma gayreti hangi amaca yöneliktir? Din ile aldatma amacına yöneliktir! Sait’i Norsi de böylesine akıl dışı bir amacın peşinde koşmuştur.
Bizler, derin bir rehavet içersinde, mışıl mışıl da mışıl mışıl uyurken, atı alanlar Üsküdar’ı da alıp geçmişlerdir.
            Benim görevim, doğruları bulabilmemiz için kafalarımızı karıştırmaktır. Üşenmeden okuyup, uzun ve dahi çok uzun düşünmeliyiz!
            Hz. Muhammet, makro düzeyde bir üretim biçimi olan GANİMET- YAĞMA- için, iktidarların soyut bir duruma getirmiş olduğu Arap dinamiklerini SOMUT bir halde tutmak istemişti.
Bizim antikacılarımız, kime karşı CİHATTAN söze diyorlar! Türkiye Cumhuriyeti bir başka din mensuplarının işgali altında mı? Allah yoluna cenk politikamızın sonuçlarını ne çabuk unutmuşuz!
Arapların yüz binlercesini kestiği Ortaasya’ya karşı mı? Yoksa her emirlerini şıpıdanak yerine getirdiğimiz, ülkemizin tüm değerlerini satmakla övündüğümüz Hıristiyan âlemine karşı mı?
Hiç kafanızı yormayınız; onlar tarafından DAR’ÜL HARP BÖLGESİNDE kabul edilen biz çağdaş Atatürkçülere karşı cihat!
            Taa 1910 senesinde; Mısırlı Din Bilgini Rahmetli Şeyh Raşid Rıza, nasıl da soyuttan somuta haykırarak geçmişti: (2)
            “Sanki çağımızda müslümanlar, insan doğasının aşağısında bulunan başka bir yaradılışta yaratılmış gibiler… Puta tapan, Buda, Brahman, Mecusi ve Frenk ulusları arasında yaşamakta bulunan Hint Müslümanları bile bunlardan geridir…
            Müslümanların başlarına gelen belaların ve bozgunluğun nedeni, dinlerine yakışıksız şeyler katmaları, dinlerinin temelini unutmaları… Onun içini dışına çevirmiş olmaları. Bir takım, büyük olarak tanıdıkları kimselerin din suretinde gösterdikleri her şeyi kabul etmeleri… Kur’an din kitabıdır. Vicdana hitabeder. Bütün bilgileri ve fenleri Kuran’da aramak doğru değildir. Bu hal, Kuran’a karşı bir harekettir…”
            “Çok kere, Müslümanlar, gerçek olmayan şeylere, erenlerin, evliyaların olaylarda etki yaptıklarına inanmaları ve Allah’ın yarattığı kanunları bilmemeleri yüzünden geri kalmışlardır…”
            Bu arada somut bir başkaldırı olayı; soyutluluğun İslamlaştırarak ülkeleştirdiği ve taşa çevirdiği, soyutluluğu somut bir değişmezlik haline soktuğu; bireysel ve toplumsal aptallıkları dine çevirdiği Mısır’da, İngiliz sömürgesinde bu olay yankı bulamamıştır. Ehramların sert taşlarına çarpan sıcak bir soluk olarak kalmıştır!
            Anadolu Selçuklu devleti; Büyük Selçuklu Devletinin Prenslerinin egemenlik kavgası sonucu, iktidarı elde edemeyenlerin batıya akmasıyla kurulmuştu. Her iki Selçuklu da; Pers kültürüne ve Farsçaya tutsak olmuştu. Mevlana Celalettin’i Rumi bir Acem hayranıydı. Mesnevisini ve rubailerini farsça ve Aruz vezniyle yazmıştı.
Somut’ta Farsça egemendi. Tabanda, alevi kesiminde Türk halkı somuttaydı ve de Türkçe, hece vezni, somut olarak egemendi. Ortaasya’dan akın, akın gelen Türk boyları parçalanarak Anadolu’ya dağıtılmıştı. Amaç, Kendisinden olmadığını anladığı DEVLET’E isyan etmesinlerdi!
            Bir yandan Moğol baskısı, bir yandan haçlı seferleri; öte yandan da Selçuklu ve beylik kavgaları, gençlerin hep askerde olmaları, Türk halkını elinden tutan din adamları vasıtasıyla soyuta itmişti. Din adamlığına soyunarak halkı etrafında toplayan yaşlı kimseler, ERMİŞ MİTOSUNA halkımızı inandırmışı.
            Ezilmiş, perişan ve çaresiz halk yığınları SOYUTLA bütünleşmişti.
1204 senesinde; Baba İshak’ın SOMUT gerçekliğinde; beklenilen kurtarıcı zuhurun geldiğine inanılmış; SOYUTTAN sıyrılan Türkmenler, SOMUTLULUK bilincine bir soyut yalancının kimliğinde inanmışlardı.
            “Babalara, ok, kılıç ve mızrak işlemez!” Soyut inancı ile koskoca Selçuklu ordusu yenilmiş; Kırşehir ovasında, muharebe meydanına egemen olan zırhlı ve paralı yüz Frenk süvarisinin SOMUT GÜCÜ, Selçukluya zaferi kazandırmıştır.
            Yeni ve somut bir umut olarak; Osmanlı, tarih sahnesindeki yerini almıştı. Artukoğullarından sonra; Kayı Boyu bir beyliğe daha mührünü vurmuştu. Başlangıçta; boy geleneğine göre yönetilen bu yeni beylikte yoğun problemler yaşanmamıştır. Selçuklunun ve öteki dinsel içerikli kurallarla yönetilen devletlerin etkisi altına giren Osmanlı, önce Işıklı taifesine- Kızılbaşlara-sonra da tüm Türkmenlere ve Türklere düşman kesilmiştir.
            Haksızlığa uğrayan Alevi ve Türkmen kesimleri silaha sarıldıkça; Osmanlı düzenli ordularıyla bunları kıyımlara uğratmıştır. Bir yaşlı Türkmen, bir dönümlük kıraç arazisine kırk akçe arazi vergisine itiraz etmek üzere oğlu ve damadı ile gitmiş olduğu İçel vilayetinde, itirazına yanıt olarak, sakalları kılıç ile tıraş edilmiştir.
            Kanuni dönemindeki Anadolu isyanlarının çıkış nendi bu haksızlık olmuştur.
Makbul İbrahim Paşa; haksızlık yapan idarecileri idam ederek isyan ateşinin hararetini ancak söndürebilmişti.
            Yenilme ve toplu kıyımlar; Türkmenleri somuttan soyuta taşımıştır.
            Köle olarak Mısır’a götürülüp, taş ocaklarında çalıştırılan İsraillilerin içine düşmüş olduğu durum da aynıdır.
Somut olarak kurtuluş umudunu yitiren İsrail oğulları, soyut’a dört elle sarılmışlardır.
Suyla gelen-Moşe-önderliğinde soyut üreten önderlerinin yol göstericiliğinde, Sina çölüne dalmışlar, (40) sene boyunca dön babam dön, dönmüşlerdir. Musa’dan yüzlerce yıl önce; eşekleriyle, sahil şeridinden Mısır’a erzak almaya gidenlerin yolları belliyken, Tanrı’mızın kapısında yol göstericiliğe yükselttiğimiz Musa’nın parmak kadar çölde yolunu bulamaması, getirmiş olduğu yeni inanç yolunu anlatmak için olsa gerektir.
            MS.70 yılında; Romalıların Kudüs’ü yakmaları; MÖ: 586 yılında; Nabukodonosur’un- Nabukednezzar’ın- İsrail oğullarını Babil’e sürgün etmesi, soyutçu babaların İsrail oğullarının ruhlarını esir etmesine yetmiştir.
            Eskiden dünya çok büyüktü. İletişim ve ulaşım araçları da yoktu. Ulaşım araçları da canlılardan oluşuyordu. Bireysel iletişim ses, işaret ve kuşlarla oluyordu. Haksızlığa uğrayan her yörede, ortak bir inanç gelişmişti: “Tanrılarımız cezasını verir!” Tek Tanrılı dinler dünyaya egemen olunca da bir Mehti kavramı geliştirildi. Yahudilikten diğer dinlere de bu kavram hızla egemen oldu:
            “Mehti, Kurtarıcı, Ermiş gelecek; zalimleri yenecek, dünyaya mutluluk egemen olacak!”
            Küçücük, çaresiz, ezilmiş yöre halkı için; soyutluk inancına uyan görünür kişi, halkın somut çıkışının Önderliğine soyunmuştur. Bu suretle de, her toplumdan bir ermiş, bir kurtarıcı ve bir de Mehti fışkırmıştır. Bu kurtarıcı önderliğinde, kurtuluşa hazırlanmış olan ruhlar, mızrak, kılış, ok ve tüfek olarak somutlaşmıştır. 17’inci asırda ve Ilgında; soyuttan somutlaşmanın doğacağına inanan Türkmen toplulukları, Osmanlıya top bile kullanarak ayaklanmıştır.
            Anadolu’da ve Rumeli’nde iki kültür oluşmuştu:
            1-Osmanlının dört elle sarıldığı, Arap- Emevi Müslümanlığı kültürü, Kavmi Necib’i Arap yüceltisi. Türkmenler ve Türkler için de ”Etrabı bi idrak-Anlayıştan yoksun Türk” inancı-
            2*Alevi Türkmenler için; insan sevgisine dayalı, İslamiyetken öncesine bağlı din ve ahlak inancı.
            Sünni Arap kültürü; zorla iktidara ve Halifeliğe elkoyan Ebu Süfyan’ın Hindi’den olma oğlu Muaviye kültürü. Emevi soyundan Üçüncü Halife; ölüsü müslüman mezarlığına değil de Yahudi maşatlığına gömülen, iki rekât namazı bile dört rekât olarak kıldıran, islamiyete haksızlığı ve rüşveti sokan halife Osman’ın kültürü. Burada, soyut somut olarak kabul ettirilmiştir. Bu kesim mutlak ezilmeyi meşru inanç haline getirecek hadisler bile uydurmuşlardır ve bu inanç halen de sürmektedir: ”ZALİM OLSA BİLE, ULULEMRE MUTLAK İTAAT. HESABINI ALLAH SORAR!” Birey ile egemen arasında, bir hak kullanması anlaşması olan BİAT köleliğe dönüştürülmüştür.
Batıda;18’inci asır filozofları; egemenin zalim olması durumunda, halkın ayaklanmasının ve verdiklerini geri alma hakkı olduğunu dünyaya yaymışlardır.
Amerika’daki İngiliz kolonileri halkının ayaklanması bu hakkın ilk defa kullanılışı olmuştur. Soyut, bireyi ve toplumu somut bir biçimde soymak için, yönetenler ve din ile aldatanlar tarafından alçakça kullanılmış ve kullanılmaktadır.
            Işıklı, Kızılbaş, Tahtacı, Çepni taraflarında soyut ve somut farkı konulmamıştı. Soyut kavramlar somut olarak yaşanmaktaydı. Soyutluk bireyi ve toplumu soymak için bir kılıf olarak kullanılmıyordu. İslamdan önceki Türk toplumlarında AVAM ve AYAN farkı da yoktu. Bir Türk toplumunun çobanı; kendisi olmadan KAMUTAYIN almış olduğu kararları yok saydırtabiliyordu.
            Manheizm, Mecusilik ve İran dinlerinin birçok inançları Müslümanlığa da yansımıştı.”Kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsü!”. İyilik ve kötülüğün simgeleri Ahuramazda, Angrımanyu, sinek sıçmaz defterler.
            Öte taraftan; Gılgameş Destanındaki, sağ ve sol omuzlara oturarak günahları ve sevapları yazan melekler. O zaman Tanrının meleklerinin video kameraları bile yokmuş. Silivri’dekiler daha mı şanslı dersiniz! Her şeyi gören ve bilen Tanrımız ne diye melekleri kâtip tutar ki? Soyutla bireyi ve toplumu korkutup, soygunu rahatça yapmak için! Halk seçtiklerini türlü çeşitli teknik araçlarla kontrol edeceğine, seçilenler seçenleri kontrol etmektedirler. Vekiller, kendilerini seçen asilleri korku tünellerine sokmaktadır.
            Bektaşi ve Alevi inancını taşıyanlar, din adına uydurulmuş olan bu masalları yutmaz. Yutmadığı gibi de hafiften, hafiften tiye alır.
            Herkesin camilerden çıkmadığı bir devirde; cami ve namazla ilgisi olmayan Bektaşi’ye sormuşlar:
            “Niye namaz kılmıyorsun?”
             Bektaşi, kara kaplı kitabı açarak göstermiş:
            “Bakın, burada yazıyor: ”Namaz kılmayın!” Diye!
            “iyi amma, onun üstü de var. ”Aptestiniz kaçmışsa namaz kılmayın”, diye yazıyor!
            Bektaşi başını sallayarak:
“Vallahi, benim gözüm orasını seçemiyor!” Demiş.
            Bektaşi, her nasılsa gitmiş olduğu camide, namazdan sonra dua etmiş:
            “Allahım, bana bir rakı parası ihsan eyle!”
            Bir başka Sünni müselman:
            “Rabbim, bana iman ver!” Diyerek ellerini göğe kaldırmış! Her ikisini de dinleyen imam, Bektaşi’ye:
            “Bak herkes ne istiyor Tanrı’dan! Sen ise rakı istiyorsun! Utanmaz mısın?” Diyerek çıkışmış. Bektaşi gayetle sakin bir şekilde:
            “Ne kızıyorsun imamım? Herkes kendisinde olmayanı istiyor Ulu Tanrımdan!” Demiş(3).
            XV’ inci asırda; Alanya’da (Alaiye’de) yaşamış olan Kaygusuz Abdal da; dünya yaşamının somut örneğidir (4):
            “Âdemi balçıktan yuğurdun, yaptın,
            Yapıp ta neylersin, bundan sana ne?
            Halk ettin insanı cihana saldın,
            Salıp ta neylersin, bundan sana ne?
                        Bakkal mısın, teraziyi neylersin,
                        İşin, gücün yoktur gönül eylersin,
                        Kulun günahını tartıp neylersin
                        Geçiver suçundan bundan sana ne?
            Katran kazanını döküver gitsin,
            Mümin olan kullar didara yetsin.
            Emreyle yılana tamuyu yutsun,
            Söndürsün tamuyu bundan sana ne?
                        Kaygusuz Abdal’ım sözümüz budur,
                        Her nerde çağırsam Hak onda hazır.
                        Hep dügâha bastırırsın kim nedir,
                        Yakma kullarını bundan sana ne?
            Yücelerden yüce gördüm,
            Erbabısın sen koca Tanrı.
            Âlem okur kelam ile
            Sen okursun hece Tanrı.
                        Asi kullar yaratmışsın,
                        Varsın şöyle dursun deyü.
                        Onları koymuş orada,
                        Sen çıkmışsın uca Tanrı.
            Kıldan köprü yaratmışsın,
            Gelsin kullar geçsin deyü.
            Hele biz şöyle duralım,
            Yiğit isen geç a Tanrı.
                        Kaygusuz Abdal yaradan
                        Gel içe gör şu curadan.
                        Kaldır peçeyi aradan
                        Gezelim bilece Tanrı.
            XV1-XV11’inci asırda Romanya’da yaşamış olan Kazak Abdal da, pervasız bir somut dünyalıdır. Rahattır ve küfreder gibi şiir yazmıştır. Soyutluluğunun kan kusturduğu, her şeyin soyutla açıklandığı bir çağda aklın ışığını cesaretle parlatmıştır.
                        “Eşeği saldım çayıra,
                        Otlayıp karnını doyura.
                        Gördüğü düşü hayıra
                        Yoranın da anasını.

                                    Köyüne sokma bed huyu,
                                   Yıkar, harap eder köyü.
                                   Ölüsüne meyyit suyu
                                   Dökenin de anasını.

                        Gammaz ile madrabazın
                        Bir de olup ta yemezin,
                        Ölürse meyyit namazın
                        Kılanın da anasını.

                                   Derince kazın kuyusun
                                   İnim, inim inlesin.
                                   Kefen dikmeye iğnesin
                                   Verenin de anasını.

                        Dağdan tahta indirenin,
                        Mezarına götürenin,
                        Talkınını bitirenin
                        İmamın da anasını.

                                   Kazak Abdal söz söyledi,
                                   Cümle halkı dahleyledi.
                                   Sorarlarsa kim söyledi,
                                   Soranın da anasını.

            Osmanlının Özakideci-Ortodoks-Sünni politikası; Anadolu’nun ve İmparatorluğun diğer yörelerinin Türkleşmesine ve yaşanılan çağlara da ayak uydurmasına engel olmuştur.
Altınları verenler; kolayca ve ceylan derisine yazılan şecere belgeleriyle Seyitlik ve Şeriflik soyuna girivermişlerdir. İslam dinine ve akla ters yorumlarıyla, dinimizi de, ulusal kimliğimizi de perişan eden Norslu Sait Okur bile hızını alamayarak baba tarafından Hz. Hüseyin’e seyitliğe, ana tarafından da Hz. Hasan’a Şeriflik mertebesine erişmiştir. İşin garip ve dahi orijinal tarafı da kendisinin azılı bir Kürt olmasındadır!
            13 Şubat 1925 günü Kürt isyanını çıkaranların başı olan, 29 Haziran’da idam yıldönümünde anılan, 29 Haziran 1925’te yargılanarak asılan Şeyh Sait bile Seyitlik sıfatına sahipti!
            Bendeniz; 1965-1968 yıllarında; Derik ilçe Jandarma Bölük Komutanı iken çok sayıda Seyyit sıfatlı hayvan hırsızları yakalamıştım. Osmanlı bunlarla uğraşacağına fetvalar yoluyla Kızılbaşlara yüklenmiştir. Çünkü onlar somut olarak hayatlarını kendi kurallarına göre, kadın ve erkek bir ve beraber yaşıyorlardı.
                        (16ıncı yüzyılda, Rafızîlik ve Bektaşilik’e dair
                             HAZİNE’İ Evrak Belgeleri                                                                                                    Ahmet Refik-1932.
                                                    Belge:1
                                   SEYDİGAZİ IŞIKLARININ YOLA                                                                                  GETİRİLMESİNE DAİR.
                        “Eskişehir kadısına hüküm ki:
            “Şu sıralarda mektup gönderip, yüce hüküm gelip kutlu anlamından kavranıldığı gibi, Eskişehir ile Seydigazi (1) ilçelerinde yaşayan Seydigazi ışıklarının (Kızılbaşlarının) bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp güvenilir adamlara teslim edip, Kütahya kalesinde hapsedesin ve sebeplerini deftere yazıp arz edesin diye ferman (emir) olunmuş idi. Yüce emir gereğince denetlendikte, Eskişehir kadılığında iki nefer ışıklı bulunup, biri yirmi yıldır ve biri onbeş yıldır Ehl’i SünnetVe’l-Cemaat (Sünni) yoluna girip ve ikisi de evlenip çoluk çocukları olup kendi hallerinde olduklarından başka hiçbir veçhile geçmiş töhmetleri (suçları da)olmayıp, iyiliklerine o ilçenin halkı şahadet eylediklerini bildirmişsin.
                        İmdi, buyurdum ki:
            Önceki emir ile amal edip (işlem yapıp), öyle fesatçılara ruhsat (izin) vermeyesin. 23 Ramazan 966 (1558).
            (1) ”Selçuklular, Mahan civarından Danişmentliler ilinden H.476 tarihinde Rum ülkelerinden Karaman beldelerini aldıkta, burayı da fethedip üzerlerine Selçuk Beyleri kubbe ve mutfak, imaret ve benzeri şeyler yaptırtmışlardır. Hâlâ Büyük asitane olup, iki yüzden fazla iyi huylu, dürüst, yumuşak yaradılışlı dervişler vardır ki (Kâfir de olsa, misafir ikramda bulunun) sözü üzre, her gelene ağırlama ve ikramda bulunarak gece ve gündüz gelene, gidene, can’ü gönülden hizmet ederler.” Evliya Çelebi, C.II. S.13.C.I.S.470.
            Belge:12
            Varna’da Akyazılı Baba Tekkesindeki Dervişlerin Teftişine Dair.
                        Varna Kadısına hüküm ki:
            “Şu günlerde Zaim (Tımar sahibi) Mehmet Efendi ile mektup gönderip, Varna ilçesine bağlı sabak mevkiinde Akyazılı Baba Tekkesinde bulunan IŞIKLILARIN-ALEVİLERİN- durumları, şerefli emir gereğince denetlendikçe, adı geçen tekkeye yakın olan köylerin halkından nice Müslümanları bu tekkeye uç beyleri hizmet için birçok kullar (adamlar) gönderip, adı geçen kullar tekkenin etrafında üzüm bağları yetiştirip ve üzüm sıkıp, şarap yapıp, her türlü fenalığı yaptıklarından başka adı geçen tekkede Ehl’iSünnet ve Cemaat inancı üzre olan dervişler dahi yukarıda anlatıldığı biçimde şarap verip, özellikle içlerinden Mevvac Ali adlı IŞIK, haramzade olup, her zaman fesat işlerin fesatçılarından olduğundan, tedip olunup (cezalandırılıp) birkaç günden sonra Pervane ve birkaç IŞIK” tekkenin işini kul taifesi yapmalıdır”diyerek yabacı kullar ile anlaşıp, bu tekke halkının arasına velvele (gürültü) bırakıp, tamamen fesada sebep olmuştur diye arzolunduğu sebeble, buyurdum ki:
            Adı geçenleri güvenilir adamlara teslim edip, yüce katıma gönderesin.Rebülevvel967(M1559)(Adı geçen Mehmet Haseki’ye verildi).
            Belge: 7
            Varna İlçesinde Sarı Saltuk Zaviyesinde IŞIK taifesinden Mehmed’in Şeriata aykırı sözleri üzerine, IŞIK TAİFESİNİN araştırılmasına dair.
                        “Varna Kadısına Hüküm ki:
            Balçık kasabası naibinin imzasıyla yüce huzuruma sicil sureti sunulup, hükmün altında bulunan kaigra(Kaliakra) adılı kalede bulunan Sarı Saltuk zaviyesinde IŞIK TAİFESİNDEN Mehmed adlı kimse şerefli şeriata ve islam dinine aykırı bazı sözler ettiği bildirilmiş.
            İmdi, bundan önce tarafımdan gözetilen memleketlere(Osmanlı memleketine) yüce fermanım gönderip, buna benzer zaviyelerde şerefli şeriata aykırı bid’ad ehli (sapık) IŞIK TAİFESİNİ bırakmayasın diye buyrulmuştu. Buna göre, buyurdum ki…”
            KIZILBAŞLARIN ÖLDÜRÜLMESİ İÇİN OSMANLILAR DÖNEMİNDE VERİLEN FETVALARDAN ÖRNEKLER.
            Kızılbaşların katli için Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı Müftü Hamza’nın fetvası:
            Fetva:1
            “Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki, şu Kızılbaş toplumunun başkanları Erdebil oğlu Şah İsmail’dir. Peygamberimiz Aleyhiselamın şeriatını ve sünnetini ve İslam dinini ve din bilgisini ve Kur’an’ı küçümsedikleri ve de Allah’ı Teâlâ’nın haram kıldığı günahlara helâldir dedikleri ve Kuran’ı ve Mushafları ve şeriat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hazreti Ebu Bekir’e ve Hazreti Ömer’e halifeliklerini inkâr edip sövdükleri ve de peygamberimizin şeraitini ve islamı yok etmeye kastettikleri bu anıları ve de bunların şeriata karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer islam âlimlerine göre tevatürle bilinip, açıkça belli olduğundan biz dahi şeraitin hükmü ve kitaplarımızın nakli ile FETVA VERDİK Kİ, adı geçen toplum KIZILBAŞLAR KÂFİR VE DİNSİZDİRLER! VEde her kimse onlara uyup, o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizdirler. BUNLARI DA ÖLDÜRÜP, TOPLUMLARINI DARMADAĞIN ETMEK TÜM MÜSLÜMANLARA VACİP VE FARZDIR. Müslümanlardan ölen said ve şehit olup cennete girer. Ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir. Bunların hali, kâfirlerin halinden daha fena ve çirkindir. Zira bunların kestikleri ve avladıkları ister Doğan ile ister ok ile ve av köpeği ile olsun murdar ve nikâhları gerekse kendilerinden ve gerekse başkasından alsınlar batıldır ve de bunlara kimseden miras yemek yoktur(bir bucak halkı bunlardan olsa da)Allah yardımcısı olsun Osmanlı Padişahına gerekir ki bunların(Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını, kadınlarını ve çocuklarını islam Gazilerine taksim ede. Ve bunları ele geçirince tövbelerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki bu vilayette olup, onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplu hem dinsizdir ve hem bozguncudur; iki yönden katledilmeleri vaciptir. Ey Allahım, dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör.(Bu fetvayı veren) Saru Görez adıyla meşhur el-müftü Hamza.” Hatırlatma: Osman Beyin Kayınpederi de IŞIKLI TAİFESİNDEN-Kızılbaş-Edepli Ali Efendidir. Sonradan EDİBALİ olarak ünlenmiştir!
                        Fetva: II
            Yavuz Sultan Selim, Türk ve Türkmen düşmanı Osmanlı Padişahının şeyhülislamı Ebu Suud Efendinin fetvası.
            “Kızılbaş toplumunun şeriatça katli(öldürülmesi) helâl olup, öldürülen Gazi ve Kızılbaşlar elinde ölenler şehid olurlar mı?
            -Olur. En büyük savaş ve ULU ŞEHİDLİKTİR.
            Padişah buyruğu ile Kızılbaş tayfası vurulup, küçüğü ve büyüğü esir olanlardan kimisi Ermeni olduklarından bu durumda kurtulurlar mı?
            -Olurlar. Ermeniler, Kızılbaşlar askeri ile islam askeri üzerine gelip savaşmadıkça, şeriata göre esir olmak yoktur.
            Mürtedde, Dar’ül harbe lahika olmadan alıp esir etmek caiz olduğuna göre, Kızılbaş avratlarını esir edince İslam askerlerine güç ve kuvvet, din düşmanlarına sonunda zaaf ve aşağılık gelse, o rivayete uymak şeriatçe caiz olur mu?
            -Caizdir.
            Büyük Sahabelerden Muaviye’ye lanet eden kişiye şeriatçe ne yapılır?
            -Azarlama, dayak ve hapis gerekir!     

            BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

           
           
           

           
           
           


                                                                                                                   

                                    
           
           
           
           
           
           
           
           

İzleyiciler

Blog Arşivi