22 Haziran 2010 Salı

170- LAİKLİK NİÇİN TÜRK'ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR? ( LAİKLİK, Sİ NE QUA NON)

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 21 Haziran 2010.

           170-  LAİKLİK NİÇİN TÜRK’ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR?
                    ( LAİKLİK, Sİ NE QUA NON.)

            Yalta Konferansında, F.D.Roosevelt, W.Churchill ve J.Stalin bir araya gelirler. İngiltere aslanının pençesi zayıfladığı halde, Churchill hâlâ eski türküleri söylemek sevdasındadır. Ve ortaya bir fikir atar:
            “Öyle bir barış yapalım ki, Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!”Der.
            Jozef Stalin, şeytani bir gülümsemeyle:
            “O’NUN namusu hakkında da söylentiler var!” Deyiverir. Jülyüs Sezar hakkındaki tarihin hükmü ne kadar adi ise, karısı –Cleopatra ile evlenmediği halde bir oğulları olmuştur. Üç defa evlendiği söylenir-hakkındaki hükmü de o denli onurludur. Jülyüs Sezar için:”Roma’da her kadının kocası ve her kocanın karısı “sözü söylenmiştir.
            W.Churchill bir kültür zenginliğini ortaya koymak istediğini sanıyorum. İngiltere’de, Rusya’da ve dahi Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmak istenilen anlaşmaya örnek olacak namusta bir kadın yok mudur? Hep bu var ve söylentiler sürüp te gitmektedir.
            Fi tarihinde; Sayın Güneri Cıvaoğlu ,”Laiklik ve siyasal İslam” üzerine enfes bir program sunmuştu.(Bendeniz not alırım da!)Bir Fransız gazeteci ve sosyal bilimcinin yanı sıra bizden de birkaç kişi programa katılmıştı. O zaman; Fransız gazeteci, LAİKLİĞİN SİYASAL İSLAM KARŞISINDAKİ GÜÇLÜ DURUMUNU VURGULAMIŞTI! O Zaman!
            Özallardan hayatta tek olarak kalan Korkut Özal:
            “Laikliği dinsizlik olarak savunanlar var!” Buyurmuş ve gözlüklerini düzeltmişti! Öyle diyenler olduğu gibi öyle diyenlere katılmayanlar da yok mudur? Kimisi Ağrippina namuslu der, kimisi de, bu itirafa katılmadığını pos bıyıklarının altından okkalı bir gülümseme ile belli eder. Şimdi; olanlar olmuş, doğanlar da ölmüşler. Biz ne desek ölen kişi o mudur? Bir olgunun objektif manası önemlidir. Laikliğin şu, ya da bu anlama geldiğini iddia edenlerin sübjektif görüş ve inanışları toplumu bağlamaz. Cumhuriyet dönemini dinsizlik dönemi olarak sayanların bendeniz yanaklarından öpmek isterim.623 senede 20,000 cami!85 senede de 80.000 cami. Akıl ve sır erecek bir saplantı değildir bu haksız höykürmeler. Rahmetli İsmet İnönü, 1966 senesinde, TBBM’İNDE Rahmetli Turhan Fevzioğlu’nu haşat etmişti; altı okun anlamını açıklamakla.”Laiklik dinsizlik olsaydı, adına dinsizlik denirdi!”Demişti.
            Diyelim ki, beyinleri akılla döllenmemiş çağ dışı birileri böyle buyurdu! O adam Zerdüş olsa ne yazar! Laikliğin yorumu, Atatürk’ün koyduğu ve Türkiye Cumhuriyetinde uygulandığı biçimde yapılmak gerektir.
            Atatürk’ü ziyaret eden Fransız devlet adamlarından Eduvard Heriyo, yaratılan mucizeler karşısında:
            “Ben, Fransa’da sizin yaptıklarınızdan yalınız birisini yapmış olsaydım, beni cadde kenarındaki ağaçlardan birisine asarlardı!”Demiştir. Rahmetli E.Heriyo, merak etmeyiniz devrimleri birer, birer ipe çekilmektedir.
            Laiklikle ilgili işlemlerin içersinde din yoktur! Bazıları ayağa kalkabilirler. Roma Hukuku bir insanlık anıtıdır. Çok tanrılı ve puta tapılan bir dönemde insan aklı görkemli eserlere imza atmıştır. İki türlü hukuk yaratılmıştı: Birisi çok tanrılı din adamlarının yaratmış olduğu dini içerikli hukuk; diğeri de hukukçuların yaratmış olduğu ROMA HUKUKU, LAİK HUKUK! Birisi dinsel armonilerle, diğeri de insan aklının armonileriyle meydana getirilmişti. Bu ikilem Hıristiyanlıkta da sürdürülmüş; yanıp yakılmak pahasına, insanlığın aydın evlatları sayesinde kilise ve kilise hukuku köşesine çektirilmişti. İslamda hukuk, ahlaki öğütler, cezalar ve hatta moda bile, İSLAM DİNİNİN içersinde eritilmişti. Cezaları öteki dünyaya ve Tanrıya ait olan eylemler de bu dünyada dinin belirlemiş olduğu değişmez ve acımasız kurallara göre infaz edilmişti. Bir donmuş sistemin içersine hapsedilmiş olan insanoğlu, çileyi en çokta dini uygulamalardan çekmişti.
            Aydınlanma devrinde, hukukçuların hazırlamış olduğu yasalar insanlığın hizmetine sunulmaya başlanmıştı.23 yaşındaki bir Büyük İtalyan Gencinin ”SUÇLAR VE CEZALAR” ADLI kitabı Avrupa’da akla hizmette öncülüğü kazanmıştı.(1760’lı yıllarda!).BACCERELLİ.
            Napolyon’un ünlü bir itirafı vardır:
            “Benim kazanmış olduğum kırk meydan muharebesini bir
WATERLO yenilgisi götürmüştür. Beni yaşatacak olan en büyük eserim “CODE CİVİLE’”DİR. Fransız Medeni Kanunudur. Osmanlılar, İkinci Mahmut ve Sultan Abdülmecit
 Dönemlerinde, Fransız kanunlarının tercümesi ile uyanmaya başlamışlardır. Ne zaman ki sıra bir Medeni Kanun hazırlamaya gelmiştir; Ahmet Cevdet Paşa, Fransız medeni Kanununu tercüme ettirmek isteyenlere galebe çalarak, Türk Medeni Kanununu hazırlama yetkisini Sultan Abdülaziz’den koparmış ve başkanlığında kurulan bir komisyon ile dokuz senede MECELLEYİ ÂHKAMI ADLİYE’Yİ-Sadece Mecelle de denilir—hazırlayarak yürürlüğe koydurmuştur. Bu eylem Ülkemizi bu alanda 150 sene geriye götürmüştür. Mecelle; Hanefi, Maliki, Hanbelî ve Şafi mezheplerinin içtihatlarına göre hazırlanmıştır. Benimle MECELLE üzerine tartışmak isteyenlerin hiçbirisinin MECELLE’Yİ okumamış olduğunu görmüşümdür! Mecelle; karma bir kanundur. İçersinde cezai, usuli, medeni, borçlar ve kat mülkiyetine dair hükümler vardır. Ama üç adet tarifi de mükemmeldir:1-“Kadim oldur ki, başlangıcını bilen olmaya!”2-“Kötü emsal olmaya!”3-Mani zail olunca, memnu avdet eder!”
          Türkiye Cumhuriyeti’nin İKİ TİRİLYON LİRASINI                     deve yapmaktan hüküm giyen Necmettin Erbakan Bey, derli toplu olarak, ilk defa, laikliğe bütün dini görüntüsüyle yüklenmişti:
          ”Faşist Laiklik!”                                                                               
          “USA ve Avrupa’daki laiklik!”Atatürkçülere de:                                          
          “Batı taklitçileri. Yüzleri Batıya dönükler!”Diyebilmiştir. Sıkıştıkça da, çağdışılığa Batı’dan örnekler arama yollarına girmişti!
           Bizler, LAİSİZM’İ Atatürk’ün anlatmak istediği gibi anlayacağız ve öylece yorumlayacağız. Gerisi ne bizleri ne de Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini ilgilendirir. Dini inançları, bireysel inanç olarak kişilerin vicdanlarına, vicdanlarındaki tanrılarının yanına yerleştireceğiz.
           Hukuku, Ahlakı, Gelenek ve göreneklerimizi ve dahi modayı, evrensel ve insansal ölçülerle ve Türklük bilincimize de uygun olarak bizler, kendimiz yaratacağız. İlkel kalıplar ve ölçüler, çağdaşlıkla ve insan onuru ile bağdaşmıyorsa onları da değiştireceğiz.
           Bünye taş oluşturuyorsa, ikide bir, böbrek ameliyatı olmanın ne gereği vardır!
           İslam dininde; her şeye, yönetime ve egemenliğine el koyma karakteri, politikacıların hırs ve tamahı ile bütünleştiğinde, o toplumun ilerlemesi ve sağlıklı yaşaması ne mümkün? İşte Benazir Butto; Pakistan’ı soyup soğana çevirerek, ülkesinden kovulunca da İskoçya’da malikâne alır! Geri geldiğinde de,  karşılığında, Pakistan anayasasına bir madde koydurtur! Öyle ya, halkın dine ihtiyacı vardır
            “PAKİSTAN DEVLETİ’NİN DİNİ İSLAM DİNİDİR!”
             Milli Nizam Partisi Kapatılınca; Erbakan İsviçre’ye, oradan da Almanya’ya geçer. İslam Dinarını gösterir, Dolar, Mark ve dahi (148)kilo Altın toplar.
             Birey müslümansa; oruç tutar, namaz kılar, hacca gider, zekât ve fitre verir. Sünnet olur, şeyinin ucunu kestirir. Şimdi ortaya büyük bir sorun çıktı. Bunu ancak ve dahi ancak ULEMALAR çözebilirler: Peki, bu Müslüman Pakistan devleti, nerede ve nasıl namaz kılar, şeyinin ucunu da nerede ve nasıl ve nasıl bir törenle ve nasıl bir usturayla ve de kimler keserler. Bizim Sünnetçi Kemal Usta bu işin şıpıdanak erbabıdır da! Nasıl hacca giderler?
            Din gerçek kişiler içindir. Devlet bir tüzel kişi olduğuna göre, dini de varsa, öteki tüzel kişilerinde dinleri olması gerekmez miydi?
            Bir müslüman devlet nasıl ve neden aptesti alabilir? Yöneticileri ülkeyi soyup ta soğana çevirince ve dahi devletin ırzına geçince mi gusül aptesti alırlar!
            Tüzel kişileri yalınız dinleri olduğunda da iş bitmiş sayılmıyor! Mezhebi, tarikatı, Müslüm’ü, Kalkancısı ve dahi Üzülmezi de olması gerekmez mi?
             Bazı İslam ülkelerinde fotoğraf çektirmek acayip günahmış! Yakında, farkına varırlarsa, tüm ceviz ağaçlarını da keserler! İlkbaharda, ceviz ağaçlarının kabuklarının altından gümüş iyodürlü bir su geçer. Bu suyla ceviz ağaçlarının gövdelerine renkli resimler çekilir.
               Tek Tanrılı dinlerin kurucusu Mısır Firavunu ANEKNETHON(AMENOFİS IV, İKHNATHON) soyut bir tanrı düşünmüş:”Her şeyi bilen, her şeyi gören ve her şeyi yaratan bir tanrı!”Demiş, bu tanrıyı da parlak ışıkla, Güneşle sembolize etmiş. Ve eski inançlara ait ne varsa silip te atmış. Eski din adamı rahipler, vergi vermedikleri gibi, tapınaklara sunulanları da iç edip, çok geniş olan arazilerinin gelirleriyle de güçlenmişler. Rahiplik, babadan oğla geçiyormuş.
                     Muska ve büyü satıyorlar, kurmuş oldukları tarikatlarla da insanların iliklerini sömürüyorlardı.
                     “İmparatorluk dualarımız üzerine kuruldu!” diye de dualar uydurup, iki cihan mutluluğunu bir arada yaşıyorlardı. Hıristiyan- lık’taki Endelüjans, cennetten tapulu arazi satmanın kökeni de buradan çıkmış olsa gerek!
                     “DÜNYA VE DEVLET DUA ÜZERİNDE DURUR!” Öyle ise, yıkılan devletler neden yıkıldılar!
                     Anekneton, tüm bunları, dinin politikaya ve ticarete alet edilmesini yasaklamıştı. Yahudilikten diğer dinlere de geçmiş olan şu duayı da bizzat yazmıştı:
                        Aton yeni dinin tanrısının adıdır,
                        “Ey! Yaşayan Aton, hayatın başlangıcı
                         Kadınlardaki hücrenin yaratıcısı
                         Erkeklerdeki tohumun yaratıcısı
                     Yaptığı her şeyi canlandırmak için
                     Onlara nefes veren!
                     Senin eserlerin kaç türlü!
                     Bizlerden hepsi gizli,
                     Ey tek tanrı…
                     Senin gücün kimsede bulunmaz,
                     Her şeyin yükseklerde,
                     Hepsi kanatlarla uçar,
                     Onlara gerekeni sen verirsin,
                     Eserlerin ne kadar muhteşem,
                     Ey sonsuzluğun tanrısı!
                     Yabancılar için gökyüzünde bir Nil var,
                     Ve bütün milletlerin hayvanları için.
                     Aydınlatarak, parlayarak, uzaklara gidip dönerek,
                     Milyonlarca şey yaratırsın,
                     Sadece kendi kendine,
                     Mısır gibi yabancı memleketler yarattın,
                     Herkesi yerine yerleştirdin.
                     Herkes başka dil bilir;
                     Vücutları ve renkleri ayrıdır,
                     İnsanlarla insanları ayırdın çünkü sen…
                     Seni tanıyan yoktur,
                     Oğlun İknaton’dan başka,
                     Sen O’NA akıl verdin,
                     Kendi planın ve kendi gücünle.”
                     Bu şiir Musevilerde ilahi olarak okunmaktadır. İkhnaton ve karısı Nefertiti ölünce Firavun olan General Harmhat, yeni dini silip attı. Roma İmparatorluğunu, devlet gibi örgütlemiş olan Hıristiyanlık yıkmış, Osmanlı İmparatorluğunu da, kişisel çıkarlarını dine monte eden hırs, tamah, cehalet ve sahipsizlik yıkmıştır.
                     İnsanlar, asırlarca önce yapılmış olan büyük ve görkemli yapılara bakarak o devrin uygarlığından söz etmeye bayılır.”Vay canına, bu görkemli piramitleri yapanlar insanlığa bundan güzel armağan bırakamazdı!”Diye de hüküm yürütürler. Uygarlık taş binalar, barajlar ve köprüler yapmak mıdır? Mısır’da aklımda kaldığına göre (108) adet piramit bulunmaktadır. Gize piramitleri adıyla anılan üç piramitten Kefren Piramidinin yapımında(1.000.000) insanın ölmüş olduğu hesaplanmaktadır. Bunun yanında, piramit yapımının masraflarına yardım için, KEFREN’İN KIZINI GENEL KADIN OLARAK PAZARLAMIŞ OLDUĞU DA SÖYLENMEKTEDİR. Bu tanrı sayılan, hükümdar olan ve başrahip kabul edilen bir makamın da sahibi. Değer mi bunca insanın ölmesine bu taş yığınları?
                     Maksim Gorki’nin J.Stalin tarafından öldürüldüğünü Kanada’ya sığınan bir Rus Kurmay yarbayı açıklamıştı. Öldürülme nedeni de komünizimden soğumasıymış. Neden mi komünizimden soğumuş? Anlatayım; Maksim Gorki, soğuk bir kış günü, kürkler içinde emrine verilen lüks siyah arabadan iner ve dünyanın en büyük barajını seyre koyulur. Görmüş olduğu manzara karşısında göğüsleri kabarır:”İşte bu baraj komünizmim eseri!” Diye söylenir. Arkasında bir şıpırtı duyar, döner bakar ve yıkılır. Açlıktan karınları şiş ve çıplak sayılacak Beş-Altı çocuk lüks arabasına bakmaktadır.
                     “Bu kimin eseri!” diye söylenir. Yanıtını kendisi verir:
                     “Evet, bu yalınayak ve açlıktan karınları şiş zavallı insan yavruları da komünizmin ve bu barajın eseridir’”Der ve yıkılır.
                     En büyük kıymet ve en büyük eser insandır. Bir düşünce ve bir eylem insana ne vermiştir? Değer ölçüsü bu olmalıdır.
                     Dünyada her şey insan içindir; DİN DE; HUKUK TA; ÖRF TE; AHLAK TA; MODA DA; DEVLET TE VE DAHİ HÜKÜMET TE İNSAN İÇİNDİR. Bu sosyal düzen kuralları insana ne vermiştir? İnsanları mutlu mu etmiştir, yoksa mutsuz mu etmiştir. Benim ölçüm budur arkadaşlarım. Bu zamana kadar tüm din sahipleri,”İNSANLAR DİN İÇİNDİR’İ” Kullanmışlardır. Böyle olunca da; din, diğer sosyal düzen kurallarını boyunduruğu altına almıştır. Aslında çıkarcı din adamları bu işi yapmıştır ya!
                     Tüm bunları çok iyi değerlendiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bunlardan çok iyi bir ders çıkarmıştır:
                     “Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar, her türlü davranışları dinle karıştırırlar.”
                     “Efendiler ve ey millet! Biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mezhepler memleketi olamaz. En doğru tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve istencini yapmak, insan olmak için şarttır.”
                     “Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi?”
                     Mısır’da köle olarak taşkıran Yahudilerin dikkatlerini çeken şey; halkı sömürerek lüks içersinde yaşayan Rahipler olmuştur. Tevrat’a da bu yansıtılmıştır:”Binbaşılar ganimet altın ve gümüşleri Hahamlara sundular!”Bazıları kızacaklar amma, sekizinci surenin 1 ve 41’inci ayetlerini okusunlar. Doyurulmaya ve güdülmeye muhtaç olan aç köleler kolayca Musa’nın peşine takılmışlardır. Günümüzde de Mısırlı rahiplerinin din anlayışları politikacılarımızda geri gelmiştir.
                     Ülkemizin başına ne gelmişse seçimle gelmiş olan sığ politikacılardan gelmiştir: Bakınız Sayın Recep Bey, neler söylemişler:
                     “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur!”
                     “Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. BİZİM İÇİN EN ÜST BELİRLEYİCİ, İSLAM’IN ETKİLERİDİR. HER ŞEY ONA GÖREBELİRLENİR!”
                     180 SENE Selçuklu,623 sene Osmanlı yönetiminde yapılmış olan cami sayısı 20.000olup,bunun 13.000tanesi sınırlarımız dışında kalmıştır. Cumhuriyetimizin (75) yıllık sürecinde kaç adet cami yapılmıştır. Beş ilimizin okul, cami ve Kuran kursu sayısı:
                     KONYA: Cami sayısı 2664,İlkokul sayısı1248,Ortaokul sayısı 377,Genel lise sayısı 109, Meslek lisesi sayısı 105,Kuran kursu sayısı 418.
                     ANKARA: Cami sayısı 2520,İlkokul sayısı 1172,Ortaokul sayısı 600,Genel lise sayısı 169,                     Meslek Lisesi sayısı 149,Kuran kursu sayısı 348.
                     SAMSUN: Cami sayısı 2425,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 161,genel lise sayısı 42,meslek lisesi sayısı 44,Kuran kursu sayısı 276.
                     İSTANBUL: Cami sayısı 2330,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 827,Genel lise sayısı 3321,Meslek Lisesi sayısı 203,Kuran kursu sayısı 372.
                     KASTAMONU: Cami sayısı 2282,İlkokul sayısı 989,Ortaokul sayısı 81,Genel Lise sayısı 26,meslek lisesi sayısı 28, Kuran kursu sayısı 66.
                     Şimdi şöyle bağırıyorum: Ey! Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i küfürle yadedenler!
                      Tanrımız niçin O’NA yardım etti!
                     DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLARI BEDBAHT ETTİ?
                    
                    
                    
                                  
                                                                                                                       
                                                                                                                                
                                                                                                                       
                                                                                                                       

169- NEDEN HEP ORDUMUZUN BAŞINA?

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 21 Haziran 2010.
           
            NEDEN HEP ORDUMUZUN BAŞINA?

Duygularımızın aklımızın önüne geçmesinden korkarım. Aniden boşalan bir duygu seli iyiyi, güzeli ve sağlam olan şeyleri de siler süpürür.
            Toplum yaşantısı futbol maçlarına döner. Takım bir gol yer, stadyum yakılır, otobüslere saldırılır, takımın başındakiler istifaya çağırılır.
            Yeni gelen çalıştırıcının durumu da pek garantili değildir. Bu durumun Türk Silahlı Kuvvetlerine de uygulanmaya çalışıldığı gibi bir inancım oluştu.
            En küçük bir olumsuzluk halinde, en başta bulunana yüklenilmektedir. ”Genelkurmay Başkanı istifa!” Başüstüne emirleriniz olur Efendim!
Oynatıldığından emin olduğumuz bu kirli ve iğrenç oyunlar bu sonuç için hazırlanmışsa! Tarihte bunun örnekleri de çokçadır.
Hitlerin Amiral Kanaris marifetiyle Mareşal Tukaçevski’ye kurmuş olduğu tuzakla O masum Mareşali kurşuna dizdirdikten sonra Rusya’ya saldırması.
            Sayın Genelkurmay Başkanımız orgeneral İlker Başbuğ’a belli merkezlerin yüklenişinden böyle bir büyük komplo sezinlemekteyim.
            Şimdi olayı biraz açalım.
            Güneydoğu’da ve kırsal kesimde Terörle hava destekli jandarma Birlikleri büyük bir özveri ve vatanseverlikle mücadele vermektedir. Bir askerimizin şehit olması telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Bunu böylece saptayalım.
Bizzat siyasi iktidar hiç yoktan, tarihte eşine rastlanılmayan bir hukuk yaratarak askerimizin kolunu ve kanadını kırmıştır. Buna karşın Türk Silahlı Kuvvetleri verilen her göreve hayatı pahasına atılmıştır.
            Sırf Sayın Recep Beyin politikası sonucu İsrail ile ipler koparılarak İsrail desteği yitirilmiştir. Teröre karşı büyük bir özveri ile karşı koyan kahramanlarımız, rütbelerine ve yaşlarına bakılmadan gece yarıları evleri basılarak polis nezarethanelerine tıkılmışlardır.
            Anlayanlar için bu bir ihtar özelliği taşımaktadır: ”AYAĞINIZI DENK ALIN ONA GÖRE HAAA!” Vatan hainlerini memnun etmeye yönelik olduğunu anlamamak için aptal olmak gerek!
            Siyasi iktidar ülkemizin savunmasından sorumlu olduğu halde, silahlı kuvvetlerimize hangi hedeflerin imhasına emir vermiştir?” Hakurk'a gir’”, “Kandil dağını temizle” mi demiştir.
Genelkurmay Başkanımız Sayın İlker Başbuğ, siyasi iktidarın vermiş olduğu hangi emrin ifasında acizlik göstermiştir!
Yok, böyle bir çaresizlik Türk Silahlı Kuvvetlerinde.
            Sayın Başbuğ’un istifasını istemek bir büyük taktik olsa gerektir. Emekliliğine çok az zaman kalan bir mücadele adamının istifası; geçmiş mücadelelerine de havlu atmasıdır. Daha öz bir deyimle; Türk Silahlı Kuvvetlerinin havlu atması demektir.
            Sayın Başbuğ istifa etti diyelim; yerine gelene de ayni taktik uygulanacaktır. Burası mühim! Sonunda, Türk Silahlı Kuvvetleri töhmet altına sokularak: ”Asker bu işin üstesinden gelemiyor! Verelim kurtulalım”a gelinecektir.
            Genelkurmay Başkanımız Sayın İlker Başbuğ istifa ederse, Allah göstermesin, ihanet etmiş sayılır bence.
Bakınız, adamlar uluorta: ”2008’den beri Kuran’a dayalı şeriat devletini kurmaya başladık!” Diyebiliyorlar.
Asıl amaç Türk Silahlı Kuvvetlerini halkın desteğinden de kopararak çok güçsüz bir hale getirmektir. Onların bütün rüyaları Ülkemizi İran’a döndürmekten ibarettir.
            Bugün Genelkurmay Başkanımız Sayın Başbuğ istifa ederse yeni iftiralar üzerine yeni kombinozanlar kurulacaktır.
            Saldırıya uğrayan birliğin sıra komutanlarının sorumluluğunu yok sayarak, Kuvvet komutanını ve kara Kuvvetleri komutanını da atlayarak Sayın Başbuğ’a yüklenme çok manidardır, tertibin kanıtıdır. Sayın İlker Başbuğ’un ardından, jandarma genel komutanına ve hava kuvvetleri komutanına çevrilecektir iftira çarkının yönü.
            Türkiye Cumhuriyeti dünya çapında bir aşağılık tertibin içersindedir. Bütün bu alçakça oyunlar, Sayın Bay Recep Beyin dost sandıkları tarafından ve iç desteklerle sahneye konulmaktadır.
            Ülkemizin ve ulusumuzun bütünlüğü korkunç bir tertibin saldırısındadır. İçlerimiz kan ağlasa da şehitler vereceğiz.
Barış şartlarında savaş! Kolay mı sanılıyor! Gerilla ile mücadelede Bir’e Onyedi zayiat hesaplanmıştır. Bu işi hafife alanları o ihanet bölgelerinde görevlendirseydik ne buyururlardı acaba!
            SONUÇ OLARAK: Siyasi iktidar ve akil daneleri başarısızlıkların suçunu bir SİKOPOGOAT’A-Günah keçisine-yükleme savaşındadırlar.
            Her fırsattan da yararlanarak çağdışı isteklerini gerçekleştirmek sevdasındadırlar.
Saygılarımla.

Ps. Irmağın en şiddetli aktığı yerde, at değiştirirseniz; at ta boğulur, süvari de.
EH! SONRA?

İzleyiciler

Blog Arşivi