19 Nisan 2010 Pazartesi

99- DENİZ VE GÖL

      OSMAN TÜRKOGUZ

      İzmir; 19 Nisan 2010.

                             DENİZ VE GÖL!

      Tüm gemileri batık; tüm sahilleri kuru;

      Bir deniz varmış günün birinde,

      Suları masmavi, suları duru.

      Mutsuzluk rüzgârları esermiş;

      Ölü kadırgalarında, ölü korsanlar gezermiş;

      Dev dalgalarında denizin

      Çook uzaklarda, bir küçücük göl varmış;

      Mavi mi mavi;

      Yeşil mi yeşil.

      Özlemiyle denizin titrer dururmuş.

      Şarkılar söylermiş rüzgârlarda,

      Dans ederek uyurmuş.

      Gözlerinde sevdanın gizli ışıkları;

      Dudaklarında hıçkırıkları özlemlerinin,

      Mesafeler üstünden o denize vururmuş.

      Ve sonra;

      En güzel valsi başlamış denizle gölün;

      Yeşil sahilleriyle, masmavi sularında

      Ve mavi kubbesi altında göğün.

     

     

98- SEN DEĞİŞME NE OLURSUN!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            İzmir; 02 Ocak 2010

            98- SEN DEĞİŞME NOLURSUN!


Gül yüzünde GÜL açmış,
Saçında deli rüzgâr.
Cin gibi bir tebessüm;
Endamımda ilkbahar,
SEN değişme nolursun,
SEN değişme öyle kal.
Değişmiş olsa bile,
Haftalar, günler, aylar,                                                                                                   
SEN, içinde baharlar
SARI GÜLLE bezenmiş,
SEN değişme nolursun,
SEN değişme öyle kal.
Dışarıda kar yapsa;
Zemheri olsa bile;
Tüm kuşlar uçup gitse,
Tüm çiçekler kurusa,
Sen gönlümde ateşsin,
SEN değişme öyle kal.
Tenine değmeden BEN,
Kulun, kölen olmuşum.
Tatmadığım zevkleri,
İnan SENDE bulmuşum.
Tanrımıza kul iken,
SENİN kulun olmuşum.
Tenim değse tenine,
Gözlerinde öleyim,
Elim deyse eline,
Dudağında öleyim.
SENİNLE BEN, elele,
Cennetlere gideyim.
Cennet diye her gece,
BEN koynuna gireyim.
ÂMİN.

97- TAHSİN BANGUOĞLU

OSMAN TÜRKOĞUZ

Çeşmealtı;14 Ağustos 2009

                       

      97- TAHSİN BANGUOĞLU

Aklımın deposunda yazılacak çok konu var. Kalemi elime aldığımda da, önce ben, sonra da ben kavgası başlıyor, ben de tercihimi kullanamıyorum.
Aklıma; kibar çocuk isteyen bir ailenin öyküsü geliyor. Çok kibar çocuk isteyen bir kadın hamile kalmış. Öykü bu ya, bir sene, on sene, yirmibeş sene.

Bir gün; bir cayırtı ile iki sakallı adam dünyamızı şereflendirmişler. Hemen akabinde de nur topu gibi, bir delikanlı fırlayarak dünyamıza inmiş; ilk sözü de:
-*ÖFF! Bıktım bu kibarların birbirlerine,” önce SİZ çıkınız,” diye yol göstermelerinden. Sonunda da dayanamayıp, kıçlarına bastım tekmeyi!
ÖFFBE! Dünya varmış!” Olmuş. Büyük ozanlarımız, asırlar ötesinden önce ben çıkacağım sıkıştırmasında; bunlarda kibarlık ta yok! Tam onbir gece altlı ve dahi üstlü bir ranzada yattığım, Rahmetli Büyük insan, Profesör Tahsin Banguoğlu’nu öne almaya karar verdim.””DERDMEND” takma adıyla, dergilere yazılar ileten bu rahmetli Büyüğümüzün günümüze de uyan bir şiiri ile yazı dizime başlamak istiyorum.

Diğer Büyüklerim alınmasınlar.
                       
BİR TÜRLÜ!

“Hey gönül, âlemin bu gidişine
Uymasan bir türlü, uysan bir türlü.
Kulağını verip dünya işine,
Duymasan bir türlü, duysan bir türlü.
Usanıp âlemin Kodoşluğundan;
Kâm alayım desen can loşluğundan,
Akıbet bu gönül sarhoşluğundan,
Aymasan bir türlü, aysan bir türlü.
Yunus divanını alıp yanına,
Çekilsen el yuyup öz mekânına,
Açlığa sabredip tatlı canına,
Kıymasan bir türlü, kıysan bir türlü.
Tekkeyi beklesen lokma sırası,
Gelince olursun yüzler karası,
Önüne serilir devlet sofrası,
Doymasan bir türlü, doysan bir türlü.
Uyup ta kargadan bir kılavuza,
Burnunu sokarsın böyle bir havuza,
Çatınca yavuzdan daha yavuza,
Caymasan bir türlü, caysan bir türlü.
DERDMEND bakan yok gönül erine,
Gelmeyen kalmadı garip serine,
Hasan Âli gibi taşı yerine,
Koymasan bir türlü, koysan bir türlü.

            Cem Dergisi. 11  Mart 1928, sayı. 12
           

96- YENİ AÇMIŞ İKİ ÇİÇEK!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            İzmir; 05 Ocak 2010
                       
                       
96- BİRİ LALE, BİRİ GÜL!

            Yeni açmış çiçekler, biri LALE, biri GÜL;
            GÜL sapsarı bir çiçek, LALE tomurcuklu GÜL.
            Uyumlu ve ahenkli yüzlerinde ışıkla;
            Bir kadere yolcular, SESSİZ, SAKİN BİR RUHLA.
            Birbirine bakınca, diğerinedir turum,
            Onlarlı günlerimdir benim büyük gururum.
            Ruhlarını görürüm yaptıkları işlerde,
            Onları yitirirsem, çok yaşamam ölürüm.
            Elleri nakış, nakış Tanrımın bir sunumu;
            Döktürürler şiiri, yaratırlar sunumu.
            En mutlu insanım BEN, Tanrıma bin bir niyaz,                    
            Uzakta olsam bile tanıdım BEN ONLARI.
            Kanatlanıp, uçarak Gülüm'e gider gönlüm.
Biri LALEDİR benim; BİRİ SAPSARI GÜLÜM.
Onları yitirirsem, çok yaşamam ölürüm.
           
           

95- YAŞAMAK BUNA DERİM!


            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            İzmir;15 Nisan 2010.

                       
                 95-YAŞAMAK BUNA DERİM!

            Özlem ateş, cehennem, yollar sırat köprüsü;
            Ayrılık başka boyut, elem, keder törpüsü.
            Sen yok musun bir tanem, canım, canım a canım;
            Yaşamımın sebebi, gönlümün son türküsü.
            Konulmuş engelleri aşıyor, aşıyorum;
            Bir gün gel, bir gün gelme; ne yapsam şaşıyorum.
            SEN yok musun bir tanem, SEN yok musun a canım;
            SENİN özlemlerinle dost oldum yaşıyorum. 
                         

94- HEP SANA ÖZLEM!



            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            İzmir; 18 Mart 2010.

                       
                  94- HEP SANA ÖZLEM!


            Bir kuş uçar yücelerden,
            Tek başına;
            Bir yaprak düşer yapa yalınız;
            Gecelerimden, yüreğim kanar.
            Bir Kadın ve bir Erkek, elleri ellerine yapışık;
            Omuz, omuza yürürler,
            Ellerim yanar, omuzlarım yanar,
            Karabasan olur özlemlerim.
            Azgın denizlerde gemilerim,
            Kıyılarda dolanır, durur,
            SEVGİ YÜKLÜ, SEN YÜKLÜ.
            Sonra gün yeniden başlar;
            BEN, o Eski BENİM;
     Özlemlerim o Eski özlemler;
    Nah şuramda öylece durur.
    Sensizlik bir silah olmuş,
    Ben ise avıyım sürekli,
    Gece beni vurur, gündüz de beni vurur.
           
.
           
           
           
           
           

93- DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            Çeşmealtı; 05 Temmuz 2009


                                         93- DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            Doğamızda bulunan,  canlı ve cansız, her nesneye mutlaka bir ad konulur. Tüm uygarlıklarda da bu böyledir.
Yalınız; Orta Asya Türk Toplumlarında, tüm erkekler adsız doğarlar, topluma yararlı bir iş yaptıklarında ancak ve ancak bir ad sahibi olurlardı.
Tanrımıza bin şükür bu geleneğimiz kalkmış; yoksa adsız ölüp te gidecektik. Adsız ölenleri de cennete almayacaklarına göre, oralarda da adsız olarak sürünecektik. Zebanilerin işleri de zorlaşacağından, Roma usulü birer numara ile adlandırılabilirdik.
            Her ŞİİR, şiir yazanının gönlünden fışkıran yeni bir doğumdur. Her yeni doğan adlandırıldığına göre de, her şiire bir ad vermek gerekir.
Ozanlar ölürler, Ozanlara ilham verenler de ölürler, şiirleri verdikleri adla, ölenlerin anılarıyla birlikte yaşarlar.
Sayın Ahmet Avcının Sitemize asmak lütfunda bulundukları GÜZELİM ANNABELLE LEE, Yazarı Edgar Allen Poe’nun veremden ölen yeğenidir. Rahmetli Edgar da ölmüştür. Bu gibi insanlara ölmüş demek biraz kıskançlık eseri olsa gerektir.
Amerika neresi, ondokuzuncu asır neresi! Neden tüm dünya’da yaşıyorlar. Bizler ölüp te gideceğiz, onlar o şiirle birlikte sonsuza kadar yaşayacaklar.
            İşte, sırf bu gelenek nedeniyle, şiirlerime bendeniz de birer ad veririm. Biraz haddimi aştığımın da farkındayım. Acaba diyorum kendi, kendime, şiirlerimi Roma usulü numara ile çağırsam mı? Numarada yaşamak ta hoşuma gitmiyor! Okulda numara, askerlikte numara, vergide numara, vatandaşlıkta numara! Numara! Diye, diye; tüm insanlarımız ve dahi tüm politikacılarımız NUMARACI OLUP ÇIKTILAR!
Ergenekon’da da baskınlar numaralı değil mi!
            Benim şiirlerimin de birer doğum öyküsü vardır. Sayın Bayan Adalet Pelit Hanım: ”Şiirin ya adı ya da finali güzel olur!” demişti.
Bendeniz; şiirlerimin tadları Güzel olsun istiyorum. Yine de enayiliğim tuttu. İstemek ayrı şey, yaratmak ayrı şey.
Gazetelerimiz yazmıştı. Erkek çocuk isteyen bir aile, son çocuklarını da kız olarak doğuran gelinlerini çocuğu ile birlikte kaderlerine terk etmişler.
Ulan salaklar, tarlanın ne kabahati var?—Bakara, İNEK, suresi, 223’üncü ayet—Sizin tarlanız, TANRIMIZA EN YAKIN OLAN BİR CANI YARATMIŞ!       
Bendeniz; bu gibi çağdışı yaratıkları lanetler,  OL KUTSAL HANIMIN DA
 ELLERİNDEN ÖPERİM.
            Alt yapıyı sağlam tuttunuz mu, depremden de korkunuz olmasın.       
27  Mayıs 1977 tarihinde; Manisa’nın Demirci ilçesinde, ölümle başlayan kanunsuz bir gösteri ayaklanmaya dönüşmüştü.
Manisa il merkez j.Bölük Bölük Komutanı j.Yüzbaşı Sayın Ahmet Avcıyı yerime vekil bırakarak, Sekiz Jandarma ile Demirci’ye yetişerek, bir saat içersinde, ayaklanmayı bastırıp, yeni bir sistem yaratarak, (66) sanığı da adliyeye sevk dererek tutuklanmalarını sağlamıştım.
Rahmetli İrfan Özaydınlı, İç İşleri Bakanımızdı. Jandarma Genel komutanı Korgeneral Sayın Şahap Yardımoğlu geldiler, ilçede güvenliğin sağlanmış olduğunu görerek çok memnun oldular.
Komutanımız Korgeneral Sayın Şahap Yardımoğlu, bendenizi bir kenara çekerek
            “-Sayın Albayım, size bir teklifim var!” Dediler. İfadelerinden, bir külfetle burun, buruna olduğumu şıp! Diye anlamama rağmen, ayağa fırladım,  sert bir esas duruş göstereyim derken—Hâlâ sağ ayağımın topuğu sızlıyor!—ayağımı incittim
            “Emriniz olur;  Sayın Komutanımız!” Dedim. Yanağımı okşadı ve baklaları önüme seriverdi.
”-Sizin Manisa il merkez jandarma Bölük Komutanınız, çok Babayiğit bir jandarma subayı, O’NU Jandarma Genel komutanlığına alayım, size de istediğiniz bir Jandarma subayı vereyim,” emrini verdi.                                  
            “Emriniz olur, Komutanım, Manisa İl merkez Jandarma bölük Komutanını alın; yerine de J. Yüzbaşısı Sayın Ahmet Avcıyı verin. Ankara’nın O’NU bozmasına izin veremem!’ Dedim.”
“Anladım, Albayım!” Dediler. Okuduğunuz gibi, “SAYIN!” Sıfatımı yitirmeme karşın; Jandarma Yüzbaşısı Sayın Ahmet Avcıyı yeniden kazandım!
Cebimde; onun gibi meslektaşlarım sayesinde; ayaklanma sonunda yazmış olduğum şiir vardı. O’nu, çıkarıp ta okuyayım diye düşündüm, sonra da vazgeçtim.
Neden mi vazgeçtim, onu da anlatayım: Beni çekemeyenler; ”hep şiir yazıyor!” diye rapor etmişler. Bu, övünç verici huyumu şöyle savunmuştum:”
            “Komutam altındaki İL JANDARMA ALAYIMLA, Manisa’yı şiir yazılabilecek bir hale koydum!”
Şimdi, uzatmayalım da, elime yeni geçen o şiiri beraber okuyalım:
              
                        DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            Demirci dağında gezerken bir gün,
            BEN; neler düşündüm, neler düşündüm!
            Yemyeşil yapraklı dallar altında,
            Başak saçlarınla SENİ düşündüm.
           
            Demirci dağında gezerken bir gün,
            Dört mevsim solmayan GÜLLER düşündüm,
            Demirci dağında gezerken bir gün;
            Ben, SENİNLE BENİ düşündüm.
            Pembe yanağında güller düşündüm,
            Upuzun boyunda eller düşündüm,
            Sarı saçlarında yeller düşündüm.
           Dizine dökülmüş diller düşündüm

            Demirci dağında neler düşündüm?
            Hep SENİ düşündüm, hep BENİ düşündüm.
            Demirci dağında, bir isyan günü,
            Bembeyaz gerdanında benler düşündüm,
            O turunç memende eller düşündüm.
            Demirci dağında A SARIGÜLÜM,
            BEN, SENİ düşündüm, ben BENİ düşündüm.

                                   NOT: o zamanlar düşünmek suç değildi A GÜLÜM!
           



İzleyiciler

Blog Arşivi