TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
TV.İZMİR;31 Ekim 2015.
SABAHATTİNALİ’NİNÖLDÜRÜLMESİ?!
25 Ekim 2015 tarihli Sözcü gazetesinin
Pazar ekinde beni çok derinden yaralayan bir şiir yayımlandı. Başlık şöyleydi:”A.SEÇUK
İLKAN, SABAHATTİN ALİ’YE KIRKLARELİ’NDE CEVAP VERDİ.”
“Kırklareli’nin
istasyon caddesinde yeralan Sabahattin Ali büstünü ziyaret eden şarkı sözü
yazarı ve Şair Ahmet Selçuk İlkan, ardından aynı caddede bulunan Kahve
Tiryakisi adlı Cafe Restoranda kentte yaşayan dostları ve sanatseverlerle
buluştu. İlkan, Ünlü yazar ve şair ile ilgili şu açıklamayı yaptı:”1948’de
öldürüldü.”1Sabahattin Ali,1907-1948 yılları arasında yaşayan Şair, Romancı ve
Öğretmendi. Yazdıkları nedeniyle sık, sık hapse girdi ama kalemini elinden hiç
bırakmadı. En nihayetinde yurtdışına çıkmak için Kırklareli’ne geldi ve 2 Nisan
1948’de henüz 41 yaşındayken, cesedi, Bulgaristan sınırında şaibeli şekilde
bulundu.”
“Ahmet
Selçuk İlkan, o gün Cafede oturarak, Sabahattin Ali’nin Başın Öne Eğilmesin
Sözleri ile başlayan ve şarkısı yıllardır dillerde dolaşan Ünlü Aldırma Gönül
Aldırma şiirine Gel de Aldırma Dost dizeleriyle cevap verdi:
“GEL DE ALDIRMA?!”
“Bıraktığın
gibi değil bu dünya,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma,
İnsanca yaşamak artık bir rüya,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.
Baştanbaşa yasta bak Anadolu,
Her evde ağlayan analar dolu.
Bombalar içinde barışın yolu,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.
Hasret kaldık doğan mutlu güneşe,
Yürekler yanıyor düşmüş ateşe,
Yaşamadık gitti kardeş, kardeşe,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.
Bir derin matemde şimdi Ankara,
Kim çizdi bu resmi bu kadar kara,
Dinmiyor kalplerde bu derin yara,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.
Yalana, dolana karıştık gitti,
Acıyla kederle yarıştık gitti,
Bu zalim günlere alıştık gitti,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.
Anaların yaşı nasıl dinecek,
Çocukların yüzü nasıl gülecek,
Barış için daha kimler ölecek,
Gel de aldırma dost, gel de aldırma.”
Rahmetli SAHATTİN ALİ, aşağıda
verdiğim şarkı yapılan şiirini Sinop’un ünlü cezaevinde yazmıştı.
Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül aldırma.
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül aldırma.
Dışarıda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar.
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül aldırma.
Kurşun ata, ata biter,
Yollar gide, gide biter,
Mapus yata, yata biter ,
Aldırma gönül aldırma.
Dertlerin kalkınca şaha,
Bir sitem yolla Allah’a.
Görecek günler var daha,
Aldırma gönül aldırma .”
Aldırma gönül aldırma.
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül aldırma.
Dışarıda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar.
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül aldırma.
Kurşun ata, ata biter,
Yollar gide, gide biter,
Mapus yata, yata biter ,
Aldırma gönül aldırma.
Dertlerin kalkınca şaha,
Bir sitem yolla Allah’a.
Görecek günler var daha,
Aldırma gönül aldırma .”
Hüseyin ÖZALP
(Cumhuriyet Kitap / 26 Nisan 2012)
“Rıfat
Ilgaz, Mehmet Ali Aybar/EK: NAZIM HİKMETİN YEĞENİ/, Hasan İzzettin Dinamo/EK:
KUTSAL İSYANIN VE KUTSAL BARIŞIN YAZARI/, Kızı Filiz Ali, Nâzım Hikmet, Ruhi
Su, Arif Damar, Vedat Günyol, Rauf İnan, Talip Apaydın, Reşat Cemal Emek,
Müzehher Vâ-Nû, Zekeriya Sertel,/TAN GAZETESİNİN SAHİBİ,EŞİ SABİHA SERTEL İLE
YURT DIŞINDA KALDI.AFFA UĞRAYIP ÜLKEMİZE DÖNEBİLDİ/ Muvaffak, Şeref, Samet
Ağaoğlu, Kemal Sülker, Rasih Nuri İleri gibi isimler, Sabahattin Ali'ye ilişkin
anılarını, sanatçı kişiliğini ve cinayete ilişkin bilgi ve görüşlerini
anlatıyor.”
Ajanlar,
Söylentiler
Sabahattin Ali'nin öldürülmesi olayını
üstlenen eski Astsubay Ali Ertekin, Milli Emniyet'e/EK:1964’TEN SONRA (Milli
İstihbarat Teşkilatı) OLDU/ çalıştığını itiraf ediyor. Milli Emniyet'in
kendisinin ifadesini aldıktan sonra serbest bıraktığını belirtiyor. Kendisine
görev verildiğini ve Sultanahmet Cezaevi'nde yatan solcularla ahbaplık kurması
için hapishaneye sokulduğunu belirtiyor.
Kitapta bazı solcu yazarlar tarafından
polis ajanı olmakla suçlanan Sabahattin Ali'nin yakın dostu avukat Mehmet Ali
Cimcoz ise kendisine Tekirdağ Savcısı'nın anlattığı olayı aktarıyor. Savcının
anlattıklarına göre, Ali Ertekin'i cinayete istihbaratçılar azmettiriyor.
Cimcoz'un bu konudaki iddiaları şöyle:
Ali Ertekin MİT'e gidip demiş ki:
Ben Sabahattin Ali'yi kaçıracağım.
Kaçmak istiyormuş. "Aman" demişler, "Sabahattin Ali'yi temizle
yolda. Böyle haini vatandır, şöyle haini vatandır, mutlaka temizle" savcı
anlatıyor bunları. Ondan sonra, şoförün dediği gibi, Edirnekapı'dan Ali
Ertekin'i almışlar kamyona. Çatalca'da mı, Çorlu'da mı ikisi inmiş. Beraber
gidiyorlarmış. Tam sınıra yaklaştıkları sırada dinlenmek için, mola için bir yere
oturmuşlar. Sabahattin kitap okumaya başlamış. O da kafasına güm diye vurup
öldürmüş. Öldürdükten sonra da MİT'in kendisine vermiş olduğu görevin yerine
getirildiğinin ispatı için, İstanbul Savcısı'nın bize gösterdiği çantasının
içine Sabahattin'in hüviyetini belgeleyecek dişlerini, gözlüğünü vesairesini
doldurmuş ve bunu alıp Çengelköy'de mi bir yere, yani oturduğu evin bahçesine
gömmüş. MİT de sormamış buna "Tevsik et öldürdün mü, öldürmedin mi?"
diye. Vakta ki bu ceset bulunmuş, bu sefer polis tahkikata başlamış MİT'ten
habersiz. İzi süre, süre, Ali Ertekin'e gelmişler ve enselemişler. Ali Ertekin
enselenince, "Ben öldürdüm?!"Demiş. Ali Ertekin de Emniyet Birinci
Şube ile Mit'i ayıramıyor. "Bunların ikisi de aynı teşkilattır," diye
düşünüyor ve "Ben öldürdüm Sabahattin Ali'yi," diyor. "Yalan
söylüyorsun ispat et!" Demişler. Bunun üzerine gidip bahçesine gömdüğü
çantayı çıkarmış, içindekileri göstermiş. "Ha öyle mi, gel bakalım Efendi",
deyip, atmışlar içeri. Ali Ertekin tevkif edilince MİT ayaklanmış, 'Eyvah
rezalet meydana çıkacak?!' Diye. Adliyeye müracaat etmiş, "Aman bu durum
açıklanmasın."
Sabahattin
Ali'nin bir komploya kurban gittiği kuşkusuz bir gerçek
Kitapta, Sabahattin Ali'yi yakından
tanıyanların büyük bölümü, Cimcoz ailesinin istihbaratla bağlantılı olduğunu ve
yazarın ölümünde rol oynadıklarını ileri sürüyor. Ayrıca bu dönemde Sabahattin
Ali ve solcuların içlerinde bulunan birçok kişinin ajan olduğu iddiası ortaya
atılıyor. Müzehher Vâ-Nû/Ek: VÂLÂ NURETTİN, NAZIM’IN ARKADAŞI/, ölümünden kısa
süre önce Sabahattin Ali'nin endişelerini dile getirdiğini anlatıyor:
"Fenerbahçe'ye doğru yürüdük. O
zaman bazı şeyler açıkladı: 'Ateşle oynuyorum ben', dedi. 'Neden yapıyorsun,
Sabahattin?' Dedik. Adalet Cimcoz'la Mehmet Ali Cimcoz'un Milli Emniyet'le
ilişkileri olduğuna kanaat getirmiş gibiydi. "Ama onların evinde kendimi
emniyette hissediyorum," diye tamamlıyordu. "Biliyorum Milli
Emniyet'le ilişkileri olduğunu. Ama benden öğrenecekleri hiçbir şey yok.
Bildiğiniz gibi ben, her şeyi açıklıkla ortada olan bir insanım. Gizlim
kapaklım yok. Onların evinde ve onların yanında hem kendimi emniyette
hissediyorum, hem de korku denen şeyden uzak kalıyorum."
Tuzaklar hazırlanmış, Ali Ertekin'e
düşen kendisine ezberletilenleri mahkemede yinelemek oluyor. Ertekin, milli hislerine
kapılarak Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü anlatıyor. Emniyet'in ve MİT'in bu
konuya dahli olmadığını söylüyor, ancak yine anlattıklarıyla kendini tekzip
ediyor. Ali Ertekin'in ağzından bir cümle aktaralım: "Ben onu öldürdüğümü
ispat etmek için, bir kat elbisesini alıp geldim. Hangi katil işlediği cinayeti
ispat etme kaygısı taşır. Tam tersine katilin doğasında delilleri tümüyle yok
etme eğilimi vardır. Cinayet ancak bir başkasının talimatıyla işlendiyse katil
öldürüldüğünü ispat etme ihtiyacı duyar. Ali Ertekin, Kemal Bayram'a, cinayetin
ardından kendisine vazife verildiğini anlatıyor: Sonradan Milli Emniyet'e
aksetti, Milli Emniyet'ten şey ettiler bana. Milli Emniyet'ten şey edince de,
vardı o zamanın komünistleri Sultanahmet'te, içerde. Yakaladılar beni. Hasan mı
söyledi, kim söyledi? Ondan sonra ben Milli Emniyet'te ifade verdim. Beni ordan
serbest bıraktılar. Fakat "Her gün bize bir defa geleceksin, bilmem şey
edeceksin" filan. Sonra bana Milli Emniyet'te vazife verdiler.
-Ne vazifesi verdiler?
-Sultanahmet'te yatan komünistler
vardı. "Onlara gideceksin, onlarla ahbap olacaksın. Onlarla birlik
olacaksın. Onlardan işte..."
-Hapishanenin içine mi giriyorsunuz?
-Hapishanenin içine."
Kaçış
ve cinayet
Cinayet romanlarını gölgede bırakacak
bilgilerin yer aldığı kitapta, Sabahattin Ali'nin kaçacağını haber verdiği
yakın arkadaşı Rasih Nuri İleri, kendisine biri Cimcoz'a biri eşi Asiye Hanım'a
olmak üzere iki mektup bıraktığını belirttikten sonra şifreli ve parolalı kaçma
planlarını anlatıyor: "Sınırı geçip geçemediğini, Berber Hasan'ın
getireceği imzalı bir kartvizitten anlayacaktım. Plan şöyle idi: Sabahattin Ali
sınırı geçince Ali Ertekin'e yeşil kalemiyle imzalayacağı bir kartvizit
verecekti. Ertekin ise onu Hasan'a verip ondan ücretini alacaktı. Oysa o kartın
benim için anlamı başka olacaktı, imzadaki noktalamadan sınırı geçip
geçmediğini anlayacaktım ve ona göre mektupları yerlerine ulaştırıp ulaştırmama
karırını verecektim."
Sabahattin Ali'nin kendisini ve diğer
arkadaşlarını ele vermesi için işkence gördüğünü savunuyor. İleri, Sabahattin
Ali'nin konuşmadığı ve arkadaşlarını ele vermediği için işkencede öldüğünü
ileri sürüyor. Çünkü cinayetin işleniş şekli nasıl olursa olsun, Sabahattin
Ali'nin bir komploya kurban gittiği kuşkusuz. Birkaç istisna dışında yakın
dostları ve dönemin aydınları bu düşüceyi paylaşıyorlar. Hatta daha sonra
Demokrat Parti döneminde Başbakan Yardımcılığı ve Çalışma Bakanlığı yapan
sanatçı dostu Samet Ağaoğlu bile "Ölümünün benim üzerimde bıraktığı tesir
büyük olmuştur. Yalnız beraber geçirdiğimiz, arkadaşlık sahnelerinin tesiriyle
değil, ölümün şekli olarak. Gerçekten kaçıyor mu idi? Belli değil. Yoksa
kaçıyor gösterilerek, hudutta, hududa kadar götürülüp orda öldürüldü mü? Bu da
belli değil." Diyerek şüphelerini dile getiriyor. Ağaoğlu yetkili olduğu
dönemde neden olayın üzerine gitmediğini ise, "Hayatta öyle hadiseler
vardır ki, bunların üzerine eğilmenin bir faydası yoktur. Olan olmuştur.
Eğildiğimiz zaman, çıkacak olan neticeyi bilmede hareket daha ağır hatalar
doğurur" sözleriyle açıklıyor.
Cinayetin işleniş şekli nasıl olursa
olsun, Sabahattin Ali'nin bir komploya kurban gittiği kuşkusuz bir gerçek.
Bugün CHP'nin başındaki Kemal Kılıçdaroğlu bile Sabahattin Ali'yi tek parti
iktidarının öldürüldüğünü kabulleniyor. Sabahattin Ali'yi yargılayan mahkeme,
savcının talebi üzerine gizli celse yaparak, MİT mensuplarını dinliyor ve ondan
sonra kararını veriyor. Adalet Bakanlığı'nın artık bu gizli tutanakları
açıklamasının zamanı gelmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet'in
kayıtlarının açıklanması zamanı gelmiştir.”
“EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ?!
19 Eylül 2013 Perşembe: ZEUGMA’DAN ALINTIDIR
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz
41 yıl süren kısacık hayatına sığdırdığı öyküleri,
halen ''en çok okunanlar'' listelerinde ilk sıralarda adı geçen romanları, hemen, hemen hepsi şarkı yapılmış şiirleriyle yazın dünyamızın en büyük ustalarından Sabahattin Ali'nin, Sinop Cezaevi'nde yatarken yazdığı şiirlerinden biri olan ''Eşkıya Dünyaya'' adlı şiirin cezaevinden alınmış öyküsüdür.
Rize'nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü, olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde bulur ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa'nın uşağını (bir anlatıma göre Abdi Ağa'yı) orada vurur.
Bu olay üzerine hapishaneye düşen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçar ve dağa çıkar.
Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karısı Fadime'yi elinden almak isteyen başka birini daha öldürür. Bu olaydan sonra Sandıkçı Şükrü'nün adı daha da yaygınlaşır. Fakirlere bir şey yapmaması, zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da sevilmekte ve desteklenmektedir. Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardım edenler çoğalır.
Sandıkçı Şükrü'nün türküde adı geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, aksi takdirde kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir. Nitekim isteğini yerine getirmeyen Perilizade'nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılar tarafından anlatılır.
Rize'nin Camiönü
(Arkotil) mahallesinden Hüseyin Kutlu adında Sandıkçı Şükrü dönemine yetişmiş
bir yaşlı "Çevrede başı belaya giren Sandıkçının yanına geliyordu.
Sandıkçı gelenleri hem koruyor, hem yardım ediyordu," diyor.
Sandıkçı Şükrü, kardeşiyle birlikte, türküde adı geçen Urusba (şimdiki adı Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sararlar. Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş, Sandıkçının teslim olmasını ister. Ancak Sandıkçı bunu kabul etmez ve Abbas Çavuş'a çekip gitmelerini söyler. Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkar. Sandıkçı ve kardeşi, Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçar.
Sandıkçı Şükrü'nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batıya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır. Sandıkçı Şükrü'nün Sinop Kalesi'nde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılmıştır.
Sandıkçı Şükrü'nün yakalanmaması ve geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Paşa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçının üzerine gönderir. Sandıkçının üzerine gönderilen süvariler, kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık'ı da yanlarına alırlar. Sandıkçı Şükrü, Of ilçesinin İkizdere köyü yakınlarındaki Sanlı adlı bir mezrada, yaşlı bir kadının evinde otururken ihbar edilir. Çevresi atlılarca sarılır. Varilcioğlu da yanlarındadır.
Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemez. Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık, teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna eder. Sandıkçı da buna inanarak tüfeği elinde teslim olur. Fakat Varilcioğlu ile zaptiyeler, teslim olmuş önlerinde yürümekte olan Sandıkçı Şükrü'yü arkadan kurşunlayarak öldürürler.
Türkülerden, gövdesinin şehre getirilerek halka gösterildiği anlaşılmaktadır.
Sandıkçı Şükrü'yü doğrudan gören ve tanıyan Refii Cevat Ulunay, ondan "Yaptıklarına pişman olmuş, fakat affedilmeyeceğini bildiği için teslim olmayan mert bir insan" olarak söz ediyor.
1843-1909 yılları arasında yaşamış Rizeli Kâhya Salih adında dinci ve tutucu bir şairin de Sandıkçı Şükrü'yle ilgili bir destanı bulunuyor. Karadeniz Türkçesiyle yazılan destanda "Şükri dedikleri bir merd eşkıya"nın "Devlet hükümatina" kurşun attığı için öldürüldüğü anlatılmaktadır.
halen ''en çok okunanlar'' listelerinde ilk sıralarda adı geçen romanları, hemen, hemen hepsi şarkı yapılmış şiirleriyle yazın dünyamızın en büyük ustalarından Sabahattin Ali'nin, Sinop Cezaevi'nde yatarken yazdığı şiirlerinden biri olan ''Eşkıya Dünyaya'' adlı şiirin cezaevinden alınmış öyküsüdür.
Rize'nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü, olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde bulur ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa'nın uşağını (bir anlatıma göre Abdi Ağa'yı) orada vurur.
Bu olay üzerine hapishaneye düşen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçar ve dağa çıkar.
Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karısı Fadime'yi elinden almak isteyen başka birini daha öldürür. Bu olaydan sonra Sandıkçı Şükrü'nün adı daha da yaygınlaşır. Fakirlere bir şey yapmaması, zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da sevilmekte ve desteklenmektedir. Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardım edenler çoğalır.
Sandıkçı Şükrü'nün türküde adı geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, aksi takdirde kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir. Nitekim isteğini yerine getirmeyen Perilizade'nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılar tarafından anlatılır.
Sandıkçı Şükrü, kardeşiyle birlikte, türküde adı geçen Urusba (şimdiki adı Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sararlar. Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş, Sandıkçının teslim olmasını ister. Ancak Sandıkçı bunu kabul etmez ve Abbas Çavuş'a çekip gitmelerini söyler. Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkar. Sandıkçı ve kardeşi, Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçar.
Sandıkçı Şükrü'nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batıya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır. Sandıkçı Şükrü'nün Sinop Kalesi'nde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılmıştır.
Sandıkçı Şükrü'nün yakalanmaması ve geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Paşa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçının üzerine gönderir. Sandıkçının üzerine gönderilen süvariler, kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık'ı da yanlarına alırlar. Sandıkçı Şükrü, Of ilçesinin İkizdere köyü yakınlarındaki Sanlı adlı bir mezrada, yaşlı bir kadının evinde otururken ihbar edilir. Çevresi atlılarca sarılır. Varilcioğlu da yanlarındadır.
Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemez. Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık, teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna eder. Sandıkçı da buna inanarak tüfeği elinde teslim olur. Fakat Varilcioğlu ile zaptiyeler, teslim olmuş önlerinde yürümekte olan Sandıkçı Şükrü'yü arkadan kurşunlayarak öldürürler.
Türkülerden, gövdesinin şehre getirilerek halka gösterildiği anlaşılmaktadır.
Sandıkçı Şükrü'yü doğrudan gören ve tanıyan Refii Cevat Ulunay, ondan "Yaptıklarına pişman olmuş, fakat affedilmeyeceğini bildiği için teslim olmayan mert bir insan" olarak söz ediyor.
1843-1909 yılları arasında yaşamış Rizeli Kâhya Salih adında dinci ve tutucu bir şairin de Sandıkçı Şükrü'yle ilgili bir destanı bulunuyor. Karadeniz Türkçesiyle yazılan destanda "Şükri dedikleri bir merd eşkıya"nın "Devlet hükümatina" kurşun attığı için öldürüldüğü anlatılmaktadır.
EŞKIYA DÜNYAYA
HÜKÜMDAR OLMAZ
Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop'un hanı
Firar etmeyilen buldum âmânı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlı ile kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz”.1341=1922.
Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop'un hanı
Firar etmeyilen buldum âmânı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlı ile kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz”.1341=1922.