9 Mart 2010 Salı

5. BOYACI AHMET'İN SEVDALI YAVUKLUSU

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı
06 Temmuz 2009

BOYACI AHMET’İN SEVDALI YAVUKLUSU!

Alman Genelkurmay Başkanlığı, Alman askerlerinin kültür seviyelerinin subayların kültür seviyesinin çok üstüne çıktığını görerek, Alman subaylarının üniversitelerde okumalarına karar vermiş.

Cümle çok uzadığından, karar tarihini cümlenin içine sokamadım!
Çok sıkı durunuz: Karar tarihi,1974 senesine aittir.

Türk Askerine dışarıdan bakarsanız, hepsini de ayni görürsünüz. Onların içlerine, ruhlarına girmek, başlıkla denize dalmak gibidir.

Besançon Üniversitesinde; Fransızca tekâmül kursuna gittiğimde, Avustralyalı Bay Roz ve eşi Bayan Elizabeth benimle ve diğer Türklerle çok ilgilendi. Bu ilginin nedenini, bir toplantıda anlattı.

1950 senesinde; Komünizmi önlemek! İçin Kore’ye Türk Askeri gönderilmişti.
Dede Roz:”Torunum Roz; Kore’ye iki bilet aldım; Türk Askerlerini seyretmek için. Hazırlan, yarın gidiyoruz. Ben, Türk Askerinin ne yiğit olduğunu Gelibolu cehenneminde yaşayarak öğrendim. Bu Kahramanların torunlarını senin de görmeni çok istiyorum”,demiş.
Gitmişler. Bay Roz: ”Bol gelen Amerikan üniformaları içersinde, küçücük askerleri gördüğümde, çok gülmüştüm. Dedem beni uyardı: ”Yiğitliğin boyla ve parlak üniforma ile bir ilişiği yoktur. Bunların dedeleri, parlak üniformalı bizleri, ayaklarında çarık, sırtlarında da eski, püskü üniformalar içinde yendiler.” Demiş.
Bay Roz; bir yemekli toplantıda; ayağa kalkarak; kadehini TÜRK ASKERİNİN ŞEREFİNE kaldırdı. Türk Askeri için yanlış görüşe saplandığı için de bendenizden özür dilediydi.

Bir gece dersinde; mutlak ölümle sonuçlanacak bir göreve kim gönüllü olacak? Diye sorduğumda, Uşaklı bir jandarma eri, ayağa fırlayarak künyesini okuduktan sonra: ”Hiç gönüllü çıkmasa da, ben varım Komutanım!” Dedi.
Ben de şaka olsun diye takıldım:
“Hadi sende bacaksız!” Dediğimde, kulağıma küpe olacak şu yanıtı aldım:
“-ALTININ DA, BOYU KÜÇÜK AMMA! BİR DEMET BANKNOTUN IRZINA GEÇİYA! Sayın komutanım!”

Piyade Atış Okulunu bitirdiğimde, Urfa’daki J. Er. Eğitim Tabur. Komutanlığı emrini çekmiştim. 3’üncü Er Eğitim Bölüğüne verildim; sonra da bölük komutan vekili oldum.

Eyyubiye türbesi civarında eğitim alanımız vardı. Sabahleyin bölük eğitime giderken, Antep fıstığı ağaçları ile dolu bir evin yanında, yürüyüşlerini düzenleyen türküyü değiştirdiklerini fark ettim.”Yine yeşillendi fıstık dalları”, diye başlıyorlardı ol Türküye.

Sordum ve öğrendim; bu fıstık korusunun sahibinin, 30,000Tl. Başlık parası istenilen çok güzel bir kızı varmış. Bir gece eğitiminde; istirahat verdiğimde, J.Çavuşu Bilal Kırtıl ve J.Onbaşısı Şerafettin yanıma geldiler. Konuşmak için izin istediler. J.Onbaşı Şerafettin, bilgisi ve kişiliği nedeniyle tüm eratın saygı duyduğu bir askerdi:
“-Komutanım; biz düşündük ki, sizin paraya ve pula değer vermeyişiniz, sizi bekâr bırakacak. 30,000’lik Kızı, sizin için kaçırmaya karar verdik. ‘Olur!’ deyin yeter. Tüm ceza sorumluluğu biz ait olacaktır!” Dedi.
Hemen onları, üzerinde oturmakta olduğum duvarın üstüne oturttum:
“-Beni can kulağınızla dinleyin ve anlatacağım şeyleri de noksansız olarak, 3’üncü bölüğe anlatın. Bu bir emirdir.” Der demez, ikisi de ayağa fırladı ve “EMİR AYAKTA DİNLENİR, SAYIN KOMUTANIM!” Diyerek, esas duruşa geçtiler.
”Sizin ve benim beğenmiş olmamız, bir kızı kaçırmamız hakkını bizlere vermez. Sizin ne kadar zeki olduğunuzu biliyorum. Bu koruluğun etrafında, yanık, yanık kaval çalan Çoban da gözünüzden kaçmamıştır. Ya; o güzel kız bu çobana âşık ise. Kızın da beni istemiş olduğunu düşünelim; ya kızın yaşı küçükse; ya da ailesi evlenmesine izin vermezse. Ya da, kızcağız beşik kertmesi ise. Hepsi de tamam deyelim; ya kültür farklılıkları? Ben, böyle bir karar verirsem; benim istediğim kızın da yaşı ve gönlü benden yanaysa; ailesi de Ol kızı bana vermezlerse; adresleriniz arşivimde, sizleri yardıma çağırmayan namerttir;” dedim ve eğitim başlama düdüğünü öttürdüm.

Ertesi sabah; aynı yol ile eğitim alanımıza,”yine yeşillendi fındık dalları,” marşımızla geldik. Eğitim programımız, kim yaptıysa; ”orman muharebesi; ormana giriş, orman içinde ilerleme ve ormandan çıkıştı.”

Eğitime yardımcı şeyler anlatarak eratın ilgisini anlatacağım konuya çekmekte üstüme kimseler yoktu. Ders düzenini aldırdım ve günün ders programını anlattıktan sonra, konuşmaya başladım:

“Arkadaşlar; ORMAN MUHAREBESİ, TOPÇULUKLA ve AŞK aynıdır, üçünde de üç safha vardır:
1-Ormanın içine girmek,
2-Ormanın içinde tertiplenmek,
3-Ormandan çıkarken yeniden tertiplenmek.

Ötekilerde de:
1-Hazırlık safhası,
2-Dolduruş safhası,
3-Ateşleme safhası. Hazırlık safhası ne kadar uzun ve başarılı olursa, sonuç ta o kadar başarılı olur.

Her iki olayda da yalınız ateşleme safhası kullanılırsa, mermiler boşa gider. Bugüne kadar gördüğünüz sinirli kadınlar ve sinirli topçu subayları, kısa süren bir dolduruşun başarısızlığa mahkûm ettiği kimselerdir. Yeni gelinlerin ve acemi topçu subaylarının sinirliliklerinin nedenini anladınız mı?” Dediğimde; ”ANLADIK KOMUTANIMMM!” Bağırması Urfa’yı bile inletmişti.

Bir de ne göreyim, tabur komutanımız, bize doğru gelmiyor mu?
”Osman, yeni eğitim metotları kullanarak, ders anlatıyor!” Anlatımın doğruluğunu denetlemeye geldiğini hemen anlamıştım. Şimşek gibi fırlayıp, çok sert bir esas duruş göstererek tekmilimi verdim:
“Üçüncü Jandarma er eğitim bölüğü, bir subay, üç astsubay, 24 çavuş,24 onbaşı ve ikiiyüzelli erle emir ve görüşlerinize hazırdır komutanımım’.
Benim yönüm, 30,000Liğin evine dönüktü. Pencereden, beyaz güvercin gibi bir elin aceleyle bana el salladığını görmemle birlikte: ”VAY ANASINI!” Demem bir oldu. Komutanım geriye dönerek:
“Bu da tekmile dâhil mi, TÜRKOĞUZ!” Dedi.
“Hayır, Sayın Komutanım, bu, akşamki bir teklifin yanıtına dâhildir!” Dedim ve dersin konusunu anlattım. Komutanımız, ellerini arka altta kilitleyerek, bölüğümü şöyle bir gözden geçirdikten sonra
“Bu dersi kim anlatacak? Diye sormasıyla, üçsüz el birden havaya fırladı. Gök kubbe çökse askerimin parmakları üstünde kalacaktı. Komutanımızın parmağı, havada dolaştı ve dolaştı. Sonunda, elini en yukarıya kaldıran Bayram Ali Şip’in gözüne saplandı.
İçimden bir eyvah, dedim.”Sen anlat, dedi. Emrinin akabinde; bu tekmil de, 30,000’likin evinin pencere tüllerini yeniden havalandırdı.

“Bayram Ali Şip,1938 Çine; emredin komutanım. Dersimiz Orman Muharebesi. Orman muharebesi, topçuluk ve aşk, birbirlerine benzer. İçine girmeye hazırlanmak, içinde ilerlemek ve dışarıya çıkmak. Topçuluk ta aşka benzer, her üçünün de üç safhası vardır. HAZIRLIK, DOLDURUŞ VE ATEŞLEME SAFHASI. Ateşleme safhası, uzun bir hazırlık ve dolduruş safhasını izlemezse, YENİ GELİNLER DE, ACEMİ TOPÇU SUBAYLARI DA SİNİR KÜPÜ OLURLAR, SAYIN KOMUTANIMMM!” Komutan bir bana döndü, bir de yana döndü, sonra da 30,000’likten yana döndü ve bağırarak.
“Doğru mu arkadaşlarrr! Diye sorduğunda; üç yüz ses yeri ve dahi göğü inletti.
“DOĞRUDUR KOMUTANIMMM!”Komutanımız, gülen bir yüzle bana dönerek:
“-Aferin Teğmenim, bölük böyle yetiştirilir. Yarın öğle yemeğinde; 3’üncü bölüğe, kantinden üç kilogram Tahin helvası verilecektir, size de Sayın Teğmenim, eğitime getirmiş olduğunuz yeni eğitim metotları nedeniyle bir taktirname verilecektir. Asker arkadaşlarımız, bugünkü derslerini mükemmelen öğrenmişler. Karşı fıstık bahçesi sahibine ben rica edeceğim, asker arkadaşlarımız, öğle yemeğine kadar orada istirahat etsinler!” Emrini verdi.

Üçüncü bir sağ ol; o tül perdeyi yine de oynattırdıydı. Sonraları; Guy dö Mopassan’ın bir öyküsünde anlattığı, bir olay aklıma takıldı: Jan; 50 sene önceki sevgilisi Raşeli aklından hiç çıkaramamış. Bir akşam kafayı iyice tütsüledikten sonra, cesaret bularak, gidip te Raşel’e sorayım; evlenme teklif etseydim, benimle evlenir miydi? Raşel’in evinin kapısını çalmış, Raşel, elleri pekmezli, kapıyı açmış; Jan, doğrudan sorusunu sormuş.
“-Raşel; size 50 yıl önce evlenme teklif etseydim, kabul eder miydiniz?”
“- Elli senedir, senin bu salaklığının acısını çekiyorum. Aklın başına yeni mi geldi?

Geçmiş, geçmişte kalır; torunlarımın reçelini kaynatmaktan başka derdim yok, artık”, diyen Raşel, küt! Kapıyı Jan’ın suratına kapatmış. Bendeniz de; bir kere şansımı deneseydim, ne sonuç alırdım, dersiniz!

Uluborlu İlçe jandarma Bölük Komutan vekilliğime atanmam yapılmıştı. Bölük komutanlığı makamı, hükümet konağının içinden yolgeçen bir koridorun iki tarafındaydı. Kaymakamımız, Ülkemizin yetiştirmiş olduğu en zeki, en yürekli ve en vatansever kaymakamlarından birisi olan Sayın Mehmet Can idi. Saimbeyli kaymakamı iken; kendisinden bir haftalık izin isteyen Türkiye Cumhuriyeti Devlet demiryolları İstasyon Şefine, bir hafta izin verdiği için, hakkında tahkikat açılmıştı. Tahkikata gelen Mülkiye Müfettişin soru kâğıdının altına şöyle yazmıştı:
“Adı üzerinde; Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları İstasyon Şefi; Türkiye Cumhuriyetinin bir Kaymakamından dilekçe ile özür izni istemiştir ve anında da izni verilmiştir. Kaymakam, bir ilçede vatandaşlarımızın başvuracağı en üst makamdır. Türkiye Cumhuriyeti adına; o dilekçeye, yetkisizim yazarak iade etmeyi devlet otoritesiyle bağdaştıramadım ve bağdaştıramam da. Çekmecenin anahtarı ve şifre ektedir; bu denli yetkisizlikle donatılmış bir makamdan istifa ediyorum. ”Ortalık birbirine girer.

Isparta Valisi, D.P. İktidarından çekinen bir kişidir. Başvekil Adnan Menderes’e hakaretten 45 günlük hapse hüküm giyen, özel idare memuru Ramazan Bey’e 30 gün normal izininin yanı sıra, 15 günlük te özür iznini vererek, izninde, hapiste yatmasını sağlamıştır. Ortalık toz, duman olmuş, tozlar ve dumanlar kalktığında Sayın Mehmet Can’ın yerinde durduğu gözlemlenmiştir

Isparta Valisi İle bağlı Kaymakamları ile davet ederek, büyükbaş hayvanların dişilerinin Keçiborlu’ya getirilmelerini, oradaki damızlık erkekleriyle çiftleştirilmelerini istediğinde, ayağa fırlayarak: ”Sayın Vali Beyefendi, bu mümkün değildir; zira Uluborlu’nun dişi hayvanları, erkeklerinin ayağına giderek, onları üstlerine bindiremeyecek kadar gurur sahibidirler,” demiştir.

Öğle yemeğinde de, Sayın Vali; “yöneticilik yorucu bir iştir, amma her şeyin başı olmak onur verici bir davranıştır,” dediğinde de; Sayın Mehmet Can ayağa kalkarak:
“-Sayın Valim; büyükbaş hayvanlar, vergiden muaftır!” Demiştir.

İşte, anlatacağım olay bu ilçede ve bu atmosfer içersinde geçmiştir. Gece derslerine girdiğimde; jandarma erlerinin içlerinde bir burukluk olduğunu hissetmiştim Biraz deşince, mesele aydınlandı. Jandarma Eri Çilivrili Mehmet Cinoğlu, :
“-Komutanım, bir jandarma erinin aylık iaşe bedeli (41)TL. Bir zati binek atının yem bedeli (75) TL; Ceza ve tutukevindeki bir hükümlünün ve bir tutuklunun da aylık yiyecek gideri (75) TL. Bizleri at ve hükümlü grubuna alıp ta, tayin bedelimizi onların düzeyine getirmek mümkün değil midir? Karda ve kışta, sıcakta ve soğukta, cezaevinin dışında bekleyenlere (41) TL. İçeride, YANGELİP YATANLARA DA ,(75) TL! Bir Türk Jandarma eri, atlardan ve cezaevi sakinlerinden daha mı düşüktür!

Sabahleyin yazdığım dilekçeyi imzalayarak bana, İlçe J.merkez karakol Komutanına geri verdi. Dilekçe, benim kanalımla, kaymakamlığa gidecekti.
Dilekçe, şöyle yazılmıştı:
Dilekçenin baş tarafına talimatına uygun bilgiler yazıldıktan sonra:
“Komutanlık önüne/Uluborlu,
Yukarıda adı ve künyesi yazılı olan ben, J.Eri Mehmet Cinoğlu,15 aylık askerim. İlçe merkezimizde polis gücü de yoktur. Güvenlikten sorumlu olarak, dağ, tepe dolaşmakta olduğum gibi, adli kolluk görevimi ve Cezaevini koruma görevimi de büyük bir gururla ifa etmekteyim. YAKALADIĞIMIZ SUÇLU VE SANIKLAR, CEZA VE TUTUK EVİNDE, YAN GELİP YATTIKLARI HALDE, 75 TL. Yiyecek bedeli ile beslenmektedirler. Zati binek atıma da 75 TL. Yem bedeli ödenmektedir. Atım da, hükümlü ve tutuklulardan utandığım gibi, kendimden de utanıyorum. Anama, Babama ve Eşime, zati binek atımın 41TL. Yem bedeli aldığını, benim de 75 TL. İaşe bedeli aldığım yalanını söylüyorum.
Diyeceksiniz ki: ”Türk askeri yalan söyler mi!” Türk askeri, büyüklerinin düşünemediği onurunu korumak için yalan söylemek zorundadır. Benim, zati binek atı ve cezaevi misafirleri statüsüne alınmama delaletlerini saygı ile arz ederim”

Merkez j.Karakolunda, gece dersi verirken, Sayın Kaymakam Mehmet Can, karakola geldi. Dikkat çekip, tekmil verdim. Jandarma erlerine hitaben, konuşabilir miyim’ Diye kibarca sordu ve erlere:
“-Bir isteğiniz var mı?” Diye sorduğunda, bizim Çivrilli ayağa kalkarak: ”Evet, var Sayın kaymakam Bey!” Dedi ve ekledi. ”Allah, sizi ve komutanımız jandarma üsteğmeni Osman Türkoğuz’u başımızdan eksik etmesin!” Dedi.
Kaymakam Bey; bana hitaben:”Sayın Komutan Bey, çiftçi mallarına talimat verdim, her ayın biri ve 16’sında komutanlığınız emrine, jandarma karakol eratının iaşesi için, iki koyun verilecektir. Ayrıca; her ay, on günlüğüne kaymakamlık emrine tahsis edilen araç ta komutanlığınızın hizmetlerinde kullanılacaktır.” Dedi ve izin istedi.
Erlerin sağ ol! Diye bağırmaları, sessizliğin kalbine bomba gibi düşmüştü.

Jandarma genel Komutanlığını emirleri doğrultusunda; yakın yerlerdeki evli jandarmalara onar gün bayram izini verilecektir. Bizim Çivrilli izin kâğıdını aldığında, çakı gibi selam vererek: ”Sayın Komutanım; ne zaman döneyim?” dediğinde:
“-Ulan oğlum Mehmet; karını bıktır ve dön, gel!” Dedim. Yirmi gün oldu, Çivrilliden ses ve seda çıkmayınca; Çivril İlçe jandarma bölük Komutanı Rahmetli Ziya Gülcüye telefon ederek, yakalanıp, gönderilmesini istedim. Çivrilli, ertesi günü, ikindi üzeri karşıma dikildi ve tekmilini verdikten sonra da:
“-Beni emretmişsiniz Sayın Komutanım!” dedi. Bana bir kalın sopa getirin, diye emir verdiğimde:
“Sayın Komutanım; savunmasını almadan, tanıklarını dinlemeden ve kanıtlarını incelemeden hiçbir kimse hakkında karar vermeyin!” Diye, bize siz öğretmiştiniz. Ayrıca da, izin ortasında, yetkili sağlık kurullarından alınacak raporun da, izinin geri kalan kullanılmamış kısmını rapor sonuna taşıyacağını da siz öğretmiştiniz. Benim, daha iki günlük izin hakkım var!” Dedi.
“-Bu durumunuzu neden bildirmediniz?”
“-Sizin sezgi gücünüze bırakmıştım, Sayın Komutanım. Bana 10 gün daha izin verir misiniz?”
“-Senelik izninize mahsuben verdim, gitti.”
“-Ne zaman dönmemi emredersiniz!”
“-Bu sefer de sen bıktığında dön!” dediğim de:
“-Sayın Komutanım, bu vatanın bana ihtiyacı olmasaydı, komutanım, elin jandarma komutanına yüz sürerek beni istemezdi. Ben, bana ihtiyaç duyulan bir yerde görev yapmayı, karımın sıcacık yatağına tercih ederim. İzinim kalsın Sayın Komutanım,” dedi.

Jandarma Er Eğitim Tabur Komutanlığına yeni silahlar verilmişti. Bunların teknik resimlerini, nasıl yaparız diye tartışırken, bir evrak vermek için, odama 2’inci J.Er. Eğt. Bölüğünün yazıcısı girdi. Meslek sanat’ta çizdirmesine karar vermişken, Bölük Komutanı ile birlikte o yazıcı odama geldiler. Bölük komutanı: ”Çizilecek teknik resmin aslını verirseniz, bölük yazıcımız bunu çoğaltabileceğini söylüyor,” dedi. Bana, yarın sabah, 125 adet bu silahın teknik resmi gerek. Bu gece yetiştirebilir misiniz?” Dediğimde; gayetle sakin bir şekilde:
“Bit tabii Sayın komutanım!” Dedi. Sabahleyin erkenden, makamıma geldiğimde,125 teknik resmi masamın üstünde buldum ve ol yazıcıyı çağırttım. Hemen geldi.
“-Tahsiliniz nedir, hemen söyler misiniz?” Dediğimde de şu yanıtı verdi:
“-Komutanıma ve kimselere söylememeniz koşulu ile İstanbul Teknik Üniversitesi son sınıfında, bir dersten takıntılıyım ve sizin taburunuzda benim gibi on kişi daha var”, dedi.
Bendeniz emekli olduktan sonra, Balıkesir postanesi damgalı bir mektup aldım. Balıkesir’de Kurulu bir tarım aletleri fabrikasının genel müdürüymüş.

Tabur terzisinin nişanlısı İsviçreli bir Hanım Doktor çıktı.
Uzatmayalım, lojmanımızın iç boyaları dökülmüş. Cumartesi günüydü, taburun boyacısı Eskişehirli Ahmet’i çağırdım. Ahmet’te ve Sayın Hamret Hanımda bir tuhaflık olduğunu sezdim. Ahmet, ezilip, büzülüyordu.
“-Ne var Ahmet ?” Dediğimde, koynundan bir zarf çıkardı.
“-Esas duruşunu da hiç bozmadan:
“-Sayın Komutanım, affedersiniz, ben nişanlıyım Nişanlım, bu mektubu size vermem için ısrar etti.
Zarfı açtım; içinden bana yazılmış bir mektup ve bizim boyacı Ahmet’in yavuklusunun boynu bükük bir resmi çıktı. Mektup bana yazılmış, özel bir mektup olduğu halde, sizlere de anlatmamda bir sakınca yoktur:
“Osman Türkoğuz Bey,
“Sizi hep Ahmet’imden dinliyorum. Bunun içinde; sizin insan yüreğinize yazmayı uygun buldum. Sevgi dolu şiirlerinizi Yavuklum, Ahmedim bana da gönderdi. Sizin, asker olsanız bile, sevenlerin duygularını en iyi anlayan büyüğümüz olduğunuza da yürekten inandım. Ahmedim için yanıp, tutuşuyorum. Ya ona izin verin, buraya, Eskişehir’e GELSİN, YA DA BENİ O’NUN YANINDA ASKERE AL. Ya da, akıl vermek gibi olmasın, beni tabur konuk evinde konuk et.
Ellerinizden öperim, siz bilirsiniz. İmza; Ahmedimin Yavuklusu Ayşen.

Bu yazı, dünyalar güzeli bir genç Kızın, boynu bükük fotoğrafının arkasına yazılmıştı.

Telefonla; tabur nöbetçi subayı Sayın Üsteğmen Ali Reha Gürtuncu buldum. Bu Subayım, Albay rütbesinden emekli olarak, Karşıyaka’ya yerleşmiştir. Hayatımda tanıdığım insan gibi insanlardan birisidir. ŞU EMİRLERİ VERDİM:
*Personel Astsubayı J.Astsubay Başçavuş Sayın Ali Altınsoy; hemen tabur karargâh ve servis bölüğünden Ahmet Severay! ın onbaşılığa terfi emrini yazarak, Lojistik şubesine, bölük komutanlığına ve harekât ve eğitim şubesine dağıtımını yaparak imzaya hazır hale getirecektir.
*J. Eri Ahmet Severay’ın vücut ölçüsü 54 bedendir, postal numarası da 42’dir. Depodan yeni bir takım hazırlanacak ve Onbaşılık terfi işaretleri de dikilecektir.
*Kantin astsubayı Sayın Ali Tuzcu;
-Eskişehir için, saat 19 otobüsünden bir kişilik yer ayırttırarak, bedelini kantinden ödeyecektir. Ayrıca dönüş bilet parasını ve iki günlük harcama giderlerini de hesaplayarak, Anılan J.Onbaşısına verecektir. Ayrıca, Jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın yavuklusu Sayın Ayşen Hanım için de, taburumuzun şerefine yakışır bir armağan alarak, üstüne güzel bir mutluluk yazısı yazdıracaktır.
*Personel Subayı Üsteğmen Sayın Kemal Atadan, nişanlısı özlem hastalığına tutulan jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın Eskişehir’e görevlendirildiğine dair bir tabur emri yazarak gerekli dağıtım yerlerini belirtsin,
*Tüm bu işler, iki saat içersinde yapılarak, imza işlerini tamamlamak için, bana bildirilsin. Beni tabura almak için komutanlık aracının da, saat 16,00’da; tabur komutanı lojmanında olması sağlansın.
Gözlerim dolu, dolu, lojmanımın yanında bulunan parka kendimi zor attım. Sayın Hamret Hanımın ve beni çok güçlü bilen iki oğlumun ve Sayın jandarma Onbaşısı Ahmet’in yanında ağlayamazdım.
Parkta, bir sıraya oturdum, elimde Sayın Bayan Ayşen’in boynu bükük fotoğrafına bakarak, doya, doya ağladım. Rahmetli Halide Edip Adıvar;“Türkün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde; Burdur’da misafir kaldığı evin genç kadınıyla yaptığı sohbet aklıma geldi.
Kocası askerde olan bu genç kadın; onun izine geldiğinde, onunla nasıl hasretle sevişeceklerini anlatmıştı. Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, bu öyküyü dinlediğinde:
“-Yahu Halide Onbaşım; ben, onları eşeklerin üstünde giden birer, torba sanırdım!” Demiş ve 20,000 askerine, o felâketli günlerinde, senelik izin vermişti.
Şimdi de, seven BİR TÜRK KIZI, TANIMADIĞI BİR KOMUTANA, YÜREKLER DOLUSU, BİR MEKTUP YAZABİLİYORDU! EY! MUSTAFA KEMAL, EY! MUSTAFA KEMAL BU SENİN ESERİNDİR, dedim, hıçkıra, hıçkıra yeniden ağlamaya başladım. Bereket versin parkta kimsecikler yoktu.

O Güzel yavuklunun fotoğrafını önüme koydum. Kendimi de jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın yerine koyarak, aşağıdaki şiirimi yazdım:

BOYNU BÜKÜK RESMİNİ!

Boynu bükük resmini öpe, öpe soldurdum,
Dudağının üstüne bin öpücük kondurdum.
Gelirsin bir gün diye, tüm gülleri soldurdum,
Dizlerinde ölseydim, ölümsüz can olurdum

Gözlerinde yeniden hayatımı bulurdum,
Koynuna sokulurdum, ruhuna sokulurdum,
Önce SENİN olurdum; sonra BENİM olurdun;
Yaşanmamışı yaşar, gözlerinde ölürdüm.



4. EN SON ZUHURAT!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 05 Şubat 2010



EN SON ZUHURAT!


“TANRI, iradesini hâkim kılmak için, yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak İÇİN TANRI’YI kullanır”. GİARDANO BRUNO (1548-16 ŞUBAT 1600) Roma’da Kilisenin yaktığı Bilgin PAPAZ.

“HİÇ KİMSE KOR KOYMASIN; KUR’AN’A DAYALI ŞERİAT DEVLETİNİ KURMAYA BAŞLADIK! TÜM VATANDAŞLARIMIZ DOYA, DOYA DİNLERİNİ YAŞAYACAKLAR!” Doç. Said Bey. Sayın A. Avcı’ya kesin uyarısı!

“İyi ağaç kötü meyve vermez. Kötü ağaç ta iyi meyve vermez. Kötü ağacın meyveleri de kötüdür!” İnciller.

“Şu gelen ilm’iledün sultanıdır” mevlit, Süleyman Çelebi


İlgi: NURCULUK, DİNİ HEZEYANLARIN PSİKO-MEDİKAL YÖNÜ (S.160-200), OSMAN TÜRKOĞUZ.

NOT: ADRES LİSTEME 545 SAYFA OLARAK İLETİLDİ. Kitabı alamamış olanlara, bildirmeleri üzerine hemen iletilir.

İster az gelişmiş olsun, isterse çok gelişmiş olsun, insanlar kandırılmaya muhtaçtırlar. Amerika’ya bir bakınız, ne dinlerle ne de çok peygamberlerle karşılaşırsınız.
Bendeniz kahrımdan kimselere bir şeyler söyleyemiyordum: Yüce Tanrı’mız” her kavme kendi dilinden peygamberler gönderdiği” halde, neden ve dahi niçin TÜRK ULUSU’NA BİR Nebi bile yollamadı diye!
Şükürler olsun; aramızda dolaşan bir peygamberimizin varlığını ”500 KİŞİLİK SON AKŞAM YEMEĞİNDE” açıklamış olan Sayın İsmail Hakkı Eser Beyefendiye! Esmiş bu büyük Ulemamızın aklına bir kere!
Peygamberlerin tümü de altımızdan, kumlar ülkesinden, ümmi Çobanlar arasından çıktığı halde, Sayın İsmail hakkı Eser’e binlerce şükür; son Zuhuratımızın üstümüzden, Karadeniz’den, KAYIKÇILAR AHFADINDAN çıkmış olduğunu müjdelediği için!
Öfbe, ne zormuş bir ilahi sırrı faş etmek!
Sayın Ergun Poyraz, kalemi ile darbe teşebbüsünden, içeride olmasaydı O’NA danışacaktım: 1639’da, Bağdat Seferinde bulunan ve Genç Osman Destanını yazan KAYIKÇI KUL MUSTAFA ile bizim Rizeli kayıkçının bi göbelek bağı varmidur diye!
İLMİLEDÜN, İLMİBATİN VE DAHİ İLMİZAHİR** NEDİR bilmeyenler,”BU KONU ULEMAYA DANIŞILMALI” HADİS’İNİN DE!
Anlamını bilemezler! Ne ise ”Revenons a nos moutons!”
Amerikan bireyleri aldatılabilirler. Amerika’da hükümetler kuruluş esaslarına olabildiğine sadıktırlar. Her inandırılmış ve sömürüye açılmış gruplar sıkı denetim altındadırlar.
Cennet yolu tarikatının merkezinin ağır silahlarla yerle yeksan edilmiş olduğunu unutmadık.
Bu yok etmeyi de FBİ, büyük bir başarı ile yerine getirmişti!
Ben, uzaklarda değil de ülkemizde gezinmek istiyorum.
Önce Komşumuz İran’dan ilginç bir örnek vermek istiyorum:
“40 yıl önce, 11 Mayıs 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesi (20 Mayıs 1972)”

AHİR ZAMAN PEYGAMBERİ!
“Tahran’dan dün bildirildiğine göre; Seyit Gazanfer adlı bir Ahunt, birçok kimseleri başına toplayarak kendisinin son peygamber Kuran’da bahsi geçen Mehti olduğunu iddia etmiş ve polis tarafından yakalanmıştır.
Peygamber iddiasında ısrar ederek; kendisine inananları bir araya toplayıp mucizesini göstereceğini söylemiştir. Polisin müsaadesi ile yüzlerce kişiyi bir araya toplamış ve:
“-Ey! Ümmetim! Mucizemi şimdi göstereceğim; fakat önce hepiniz bir ağızdan eşekler gibi anırınız!” Demiş; orada toplanmış olan ahali de, hep bir ağızdan:
“AHİ! AHİ! AHİ!” Diye “Semavatu Zemini” inletmişlerdir. Kürsüdeki Mehdi; gayetle beşuş bir çehre ile Polis şefine dönerek:
“-Efendim, ben peygamberim amma, işte böyle eşeklerin peygamberiyim!” Demiş—ve maalesef! Ostüzü—yakalanarak akıl hastanesine gönderilmiştir!
ÇOK YAZIK OLMUŞ! Ah! Ülkemizde olmalıymış!
Ne çare; akan zamanı geri döndürme uğraşı “dâhili ve dahi harici bedhahların” işi!
Ulusal Kurtuluş Savaşımızda da Hart’ta türeyen bir Mehti de bir top mermisi ile sülalece ölmüştü.
1957 senesinde; Bursa Ulu camisinde kılıçlı bir Mehti Zuhur etmişti.
1882 senesinde de Hartum’da zuhur eden Mehti de, İngiliz kurşunları ile öldürülmüştü.
Said’i Nursi Mehdiden de çok, peygamberden de çok üstündü!
İnanmazsanız Nurculuk adlı kitabımı açıp, okumalısınız.
“Kur’anı Kerim, Hz. Muhammed’e ne vermişse, Risale’i Nur da onu bana vermiştir!”
“Risale’i Nur’da konuşan Allah’tır!”
“Risale’i Nur okunurken, serçeler, kelebekler, arılar, atmosfer ve yıldızlar saygı ile ibadet ederler!”
Hepisini sahifelerini göstererek yazarsam, bu SEMAVİ! Kitabı! Okumak sevabından mahrum olmuş olursunuz!
Said’i Norsi’nin hayranlarından Ispartalı Sülü—Köprü dergisi 1986 sayısı-Döneminde de Balıkesir Su işleri Müdürü: ”Tevrat‘ta ve Kur’anı Kerim’de adı geçen Süleyman bizim Süleyman Demirel’dir!” Buyurmuştu.
Şimdi de; yeni bir peygamberimiz ve dahi Mehdimiz olmuş ta haberimiz nasıl olmamış!
Hayret!
Şimdi, Ergenekon’dan içeride yatan Sayın Ergün Poyraz Beyefendi, ilk müjdeli haberi vermişti de bizler uyanamamıştık! ”MUSA’NIN ÇOCUKLARI!”
MUSA; Yahudidir! Suyla gelen manasındadır! Firavun Seti Birin Kızının bir Yahudi mimardan olan nikâhsız oğludur. Dayısı İkinci Ramses’inde Muhafız alay komutanı bir Amon Rahibidir. Beni İsrail’in rüzgâr tanrısı YAHOVA’YA—YAHVE DE DENİLİR_ inanırdı. Olsun! Ümmetçilikte ırkıyet yoktur!
Sonra; İskender Evranosoğlu çıkmıştı: Özal devrinde ve adamcağız; DPT. Dış krediler müdürüydü. Ay’da namaz kılmıştı ve o da, bir risale yazmaya başlamıştı.
Sonra da; bir Zöhre Ana çıkmıştı, Mamak’ta.
İyice düşünürseniz, Sayın İsmail Hakkı Eser’e, hak vereceğinizi sanıyorum.
Sayın RTE, esip te gürlediği, ”Dinsiz laik Kemal Paşa rejimini yıkarak, Kur’ana dayalı şeriat devleti kurmak için, maddi ve manevi gücümle ve var kuvvetimle çalışacağıma yemin ve kasem ederim!” Dediği halde, hiçbir görevlinin de gıgı çıkmıyor!
Adeta Türkiye Cumhuriyetini DARÜL HARP BÖLGESİ ilan ediyor!
Bu cumhuriyetimizi hazır bulan ve her ay da hazırdan kazanan görevlilerimizin sesleri de çıkmadığına göre!
Yahu, sahiden peygamberler her Türklü şek ve şüpheden ve her türlü suçtan vareste değiller mi?
SAYIN SEYİRCİLERİMİZ!
Geçiş çok önemli merhaleler içermektedir: İşçi-futbolcu-İmam-Diz diplerinde rahledar—Hapishane—aloçi, maloçi Milletvekili-Başbakan—En son Padişahı Ru’yu zemin—mehdi—Ahir zaman peygamberlerinin sonuncusu!
124,000 peygamber, Hz. Muhammed’e gelene kadar inmişti. Acaba bu, sayı bakımından kaçıncıdır.
Rica etsem Sayın İsmail Hakkı Eser bir “meyil” ile beni de aydınlatır mı? Bilemiyorum.

**PS: Adaletten Kaçanlar Partisi saltanata geldikten keri, bir de “Zevahiri kurtarma“ ilmi ortaya çıkmıştır.

3. BİR ULUSU VE BİR DİNİ FETVALARLA BÖLMEK


OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 02 Ağustos 2008



BİR ULUSU VE BİR DİNİ FETVALARLA BÖLMEK.

Sayın Bay Hamza’yı tanımış olsaydınız; sizi, iki dakika içersinde fıtık eder, bir üniversite hastanesine gönderirdi. Acele ile böbreğinizin birisi alınırdı ve siz fıtığınızla evinize geri dönmek zorunda kalırdınız. Bu Hamza Bey; beni ne zaman bir kalabalık önünde görse, bir konuyu ileri sürerek tartışmak ister görüntüsünü verdikten sonra: ”Bu dedikleriniz; Yahudi uydurması; bunları anlatmaktan vazgeçiniz;” diye akıl verir; bendeniz de bir türlü akıllanamam!
Geçen gün, yine karşıma çıktı. Benim,” Gülme Fetva Hattı’nı” anlatmışlar. Bayağı kızgındı. Boyu ve cüssesi benden bir hayli iriceydi. Boyuna bakarak bilgiçlik taslıyordu. Doğrudan doğruya konuya girdi:
“-FETVA’YI ŞERİFLE dalga geçmenin cezası büyüktür. Yarın, bunun hesabını sorarlarsa, size yazık olur. Babı Meşihat’a da dil uzatmamalısınız.” dedi. Cebimden Anayasamızı çıkardım:
“- Okuyacaklarımı ve söyleyeceklerimi iyi dinle. Kalabalıkta, kuyuya taş atıp tüyme,” dedim ve 136’ıncı maddeyi okudum:
”-İ. Diyanet İşleri Başkanlığı.”
“Madde 136-genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
“-Bu maddeyi ve Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilât Kanununu okudunuz mu? Dedim. Belli ve belirsiz : ”- okumadım”; dedi.
Şimdi sizlere yazacağım olayları kısaca kendisine anlattım.
“-Bir daha karşıma çıkıp ta; yok şu, yok bu,” diye zırvalama. Boyuna ve dahi postuna bakmam, seni çok fena yaparım,” dedim. Söylene, söylene çekip gitti.
Nadir Şah; İran’da egemenliği ele aldığında; Osmanlılara haber salmış:
“-Ben, İran’da tahtı ele geçirdim. Sizinle çok yakın akrabayım. AFŞAR TÜRK BOYUNDANIM; bu fırsat bir daha ele geçmez. Geliniz anlaşalım;” demiştir.
Babı Meşihat’tan FETVA çıkmıştır: ”-Onlar Şii’dir, kanı, canı, malı ve ayalı helâldir. Hıristiyanlarla anlaşmak mümkündür. Bunlarla anlaşmak, dinen mümkün değildir.”
Anlaşmış olsaydık; doğu cephemiz güvenceye alınmış olurdu. Bu durum, Şeyhülislam’ın umurunda mıydı?
Meraklı olanlarınız; Osmanlı devleti devrinde verilmiş olan fetvaları okusunlar da hırslarından mosmor kesilsinler. Kızılbaşlar-ışıklı taifesi- için verilmiş fetvalarda ortak deyim:”-
“-Kanı, canı ve malı helâldir”. Fetvaları verenler de TÜRK SOYUNDAN ŞEYHÜLİSLAMLARDIR. Ama SÜNNİ geçinen Osmanlının uşaklarıdır.
1828 yılında, Mora’yı yitirdiğimizde, Osmanlı Şeyhülislamı Yasinci Zade Abdülvehap Efendi bir fetva vermiştir; evlere şenlik:

MORAYI KAYBETMEK İSLAM DİNİ AÇISINDAN HAYIRLI OLMUŞTUR.” Kaynak: Mahmut Esat Bozkurt, ATATÜRK İHTİLALİ; Dr. Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları. S.184,Osman Türkoğuz, Halifelik s.72,
“-Padişah, Halife zalim olsa da, O’na itaat gerekir. Çünkü millet lâyık olduğu idareyi bulur kuralı ŞERİAT ESASIDIR. Bunun aksine hareket edenler KÂFİR OLUR.” Mecmuatü’l edep; Mahmut Esat Bozkurt, ATATÜRK İHTİLALİ s.341,
Osmanlı padişahı Avcı Mehmet’in Huzuru Hümayunlarında bir tartışma geçer. Şeyhülislam Bursalı Mehmet Efendi, Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’ya:
“-Köprülü Mehmet Paşa’nın ölümü isabet oldu. Çünkü namuslu ve iktidarlı birçok adamların haksız yere kanını akıttı.” der.
Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa:
-Babam, öldürdüklerini hep senin FETVANLA öldürdü.” diye yanıt verdiğinde; ŞEYHÜLİSLAM Bursalı Mehmet Efendi:
“-Ne yapayım, şerrinden korkardım, bu sebeple FETVALARI VERDİM;” der. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa da, taşı gediğine koyar:
“-Ya Allah’tan korkmayıp, mahlûktan korkmak İLM’İ DYANET’E lâyık mıdır? Der. Dr. Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları s.90-91,Osman Türkoğuz, Halifelik s.78,
Arap milletini ele alalım; aynı dili konuşuyorlar, aynı dine mensuplar, ayrı, ayrı devletler. Dini uygulamaları apayrı. Suudi Arabistan ayrı fetva verir, İran apayrı fetvalar verir, Irak ve Yemen ve öteki İslam ülkeleri başka türlü fetvalar verirler.
Yemen’de ve Habeşistan’da KIZLARIN SÜNNET OLMALARI DİNEN ZORUNLUDUR. Sünnet olan kız ve kadınlardan ölen ölene.
Siyasi İslâmi uygulayan İslâm ülkelerinde; İslâm dini MİLLİYET VE DAHİ MİLLET olup çıkmıştır.
Hani islamda birlik ve dahi beraberlik? İslâm’da birlik ve beraberlik; yalınız ve yalınız KADINLARI AŞAĞILAMADA VARDIR.
İki Müslüman ve kan kardeşi ülke savaşa tutuşsa; her iki taraf ta; Allah’ın adını anarak birbirlerini öldürecekler ve cennet’e birlikte gidecekler. Ya orada da birbirlerini öldürürlerse! Sizlere üç önemli fetva vermek istiyorum.
Hıristiyanların Müslüman oluşlarını önlemek için, para ile bir fetva verilmiştir. ”denize bir damla içki dökülse, deniz kuruduğu zaman, oradaki kuruyan bir otu yiyen ineğin sütünden içen kimse’nin yedi ceddi de Müslüman olsa, bu oluş dinen hükümsüzdür. Çünkü hepsi de cehennemliktir.”
Birinci Dünya Savaşına girişimiz dinen olur veren fetva’yı Suat Hayri Ürgüplünün babası vermiştir. Abdülhamit’i tahtan indiren fetvayı da, Rahmetli Hamdi Yazır vermiştir. Çok ilginçtir; fetva ile kelle kesenlerin kelleleri de fetva ile kesilmiştir.
Gelelim Mukaddes Cihat Fetvasına.
“Fetvahane, minhu’t-Tevfik, (olduğu gibi yazıyorum)
Bu meselenin beyanında Eimme’i Hanefi yeden cevap bu veçhiledir ki:
İslamiyet aleyhine tehacüm’i ada vaki ve memaliği islamiyenin gasp ve gâreti ve nufüs’i İslamiyenin seby ve esir edilmeleri mutahakkak olunca Padişah’ı İslam hazretleri nefir’i âm suretiyle cihadı emir ettikte,”infirû hilafen ve sikâlen ve câhidû biemvâliküm ve enfisikum “ ayet’i celilesi hükmi münifince kâffe’i müslimin üzerine cihan farz olup genç ve ihtiyar piyade ve süvari olarak bilcümle aktardaki müslimin inin malen ve bedenen cihada musaraat eylemeleri farz’ı ayın olur mu? Ne buyrula?
El-cevap: Allah’ü Teâlâ âlem olur. Ketebehu, el-fakir ileyhi Ta’âlâ Hayri bin Avnî el-ürgübî Ufiye anhu.
Bu suretle elyevm makam’ı hilâfet’i İslam iye ve memâlik’i mahrusa’i şahaneye sefain’i harbi ve asâkiri berriyesiyle hücum etmek suretiyle Hilâfeti İslâmiyeye hudut neuzübillahi taâla nûr’ı âli’i İslamiyetlin itfa ve imhasına saf bulundukları mutahakkak olan Rusya ve İngiltere ve Fransa ile anlara mutîn ve zahir olan hükümetlerin taht’ı idarelerinde bulunan kaffe’i müsliminin dahi mezkûr hükümetlerin aleyhine ilan’ı cihad ederek bilfiil gazaya musaraat eylemeleri farz olur mu? Ne buyrula?
El-cevap. Allah’ü Teâlâ âlem olur. İmza ve ad aynı.
Bu suretle maksudun husulü cem’i müslimin cihada musaraat etmelerine mütevakkıf iken bazıları neuzübillahi taâlâ tehalüf etseler tehalüfleri mâsiyet’i azime olup gazabı ilahiye ve bu mâsiyeti şenianın cezasına müstehak olurlar mı? Ne buyrula?
El-cevap: Allah’ı Teâlâ âlem olur. İmza ve ad aynı.
Bu suretle hükümeti islamiye muharebe eden hükümeti mezbûre ahali’i islamıiyesinin kendilerini kati ve hatta cem’i ailelerini mahv ile ikrah ve icbar edilmiş olsalar bile hükümet’i İslâ miye asakiriyle muharebe etmeleri şeran haram’ı kati ile haram olup katil olmalarıyle nâr’ı cah’ıme olurlar mı? Ne buyrula?
El-cevap: Allah’ı Teâlâ âlem olur. İmza ve ad aynı.
Bu surette harbi hazırda İngiltere ve Fransa ve Rusya ve Sırbiye ve Karadağ hükümetleriyle zahir iken taht’ı idarelerinde olan Müslümanların hükümet’i seniyye’i islâmiyeye muin bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri Hilâfet’i İslamiyenin mazarratını mucip olacağından ism’i azim olmakla azâb’ı elime müstahak olurlar mı? Ne buyrula?
El-cevap. Allah’ı Teâlâ âlem olur.
Ketebehu el-fakir ileyhi Ta’âlâ
Hayri bin Avni el-Ürgübî Ufiye anhu.
Bu fetva üzerine HALİFE’Yİ RUYU ZEMİN, KUTSAL CİHAD ilan eder. İlk tepkiyi, Osmanlı’nın, Arap kökenli, Bağdat Müftüsü verir :”- Hilafet Kureyşli bir Arabın hakkıdır. Kureyşli Arap olmayan halifenin halifeliği geçersizdir. Vermiş olduğu Kutsal Cihad ilanı da yok hükmündedir.”
Tüm Müslümanlar, Çarlık Rusya’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın saflarında Osmanlıya kurşun sıkmışlardır. Çarlık Rus Ordusunda bulunan Türk ve Müslüman asıllılar: ”Bu, din harbi değil; gün harbidir ;” diyerek Osmanlıya kurşun sıkmıştır.
Bu fetvayı ve Kutsal cihad ilanını Alman imparatorluğu sağlamıştır. Bu geçersiz Cihad sayesinde, (3.159.200) Türk Askeri şehit olmuştur.
İngilizlerde, İstanbul’daki vatan ve din düşmanlarına bir fetva hazırlatarak uçaklarla Anadolu ve Trakya içlerine attırtmışlar; Sait Molla denilen hainin kurduğu casusluk örgütü ile isyanlar çıkartmışlardır.
Sadrazam Damat Ferit Paşa Haini; bir yandan ”Kuvve’İ İnzibatiye” adlı bir Hilafet Ordusu kurdurmuş; bir yardanda bu hain fetvayı yayımlattırmıştır.
Bu fetvayı Şeyhülislam Dürri zade Abdullah Efendi kaleme almıştır. Bu Hain Abdullah Efendi; İstanbul’un geri alınması üzerine, kaçtığı Arabistan’da ölmüştür.
Kızları, Diyanet İşleri Başkanlığına, kendilerine maaş bağlanması için başvuruda bulunmuşlardır. Şimdi, bu namussuz fetvayı Türkçeleştirerek veriyorum. Bu fetva, Sultan Vahdettin’in bir “Hatt’ı Hümayun“u ve İstanbul Hükümeti’nin bir bildirisi ile 05Nisan.1920 günü yayımlanmıştır.
Bu “Fetva’yı Şerife!”, aynen şöyledir:
“Bütün nizamın sebebi olan İslam halifesi (yüce Tanrı O’nun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) Hazretlerinin idaresi altında bulunan İslâm beldelerinde, bazı Şerir şahıslar aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek padişahın sadık tabasını hileler ve tezvirler ile kandırmağa ve yoldan çıkarmağa, Padişahın yüksek emirleri olmadan, ahaliden asker toplamağa kalkışıp, görünüşte askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriata ve Padişahın emirlerine aykırı olarak bir takım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Tanrı’nın kullarına zulmede gelmeğe ve suçlar işlemeğe, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile tahrip, yerle bir etmek, Padişahın sadık tebaalarından nice masum kimseleri katl ve kanlarını döktükleri, müminlerin emiri olan padişah emrinde bulunan bazı dini, askeri ve mülki memurları kendi başlarına azi ve kendi hempalarını tayin, hilafet merkezi ile memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle, halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak maksadıyla yüksek halifelik makamına ihanet etmek imama (Padişaha) itaatten dışarı düşmekle, “Devleti Âliye’”nin nizam ve düzenlerini, memleketin asayişini bozmak için yalanlar yaymak ile halkı fitneye sevke sebep ve fesada gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş olan adı geçen reisleri ile aveneleri ve onlara bağlı olan kimseler eşkıya mertebesinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra hâlâ inat ve fesatlarında direnirler ise adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup ”Fe-katilû nelleti tebga hatta tefea ile emerillah” ayeti kerimesi gereğince katilleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olur mu?
Beyan buyrula. Cevabı budur: gerçeği Tanrı bilir ki, olur. Dürri Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
Böylece padişahın ülkesinde savaş kudretleri bulunan Müslümanların âdil halifemiz ve imamımız Sultan Mehmet Vahidettin Han Hazretlerinin çevresi etrafında toplanıp, bunlarla çarpışmak için yapılan davet ve emirlerine koşup, adı geçen eşkıyalar ile savaşları vacip olur mu? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olur.
Dürri Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
Bu surette Halife hazretleri tarafından adı geçen eşkıyalar ile çarpışmak için tayin olunan askerler, çarpışmaktan kaçınır ve firar eylerlerse, büyük günaha girip ve asi olup, dünya’da şiddetle cezaya ve ahrette acıklı azaplara hak kazanmış olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olurlar.
Dürri Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
Bu suretle halife’nin askerlerinden olup ta eşkıyaları katledenler gazi ve eşkıyalar tarafından katlolun anlar şehit ve şefaate nail olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olurlar.
Dürri Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
Bu suretle eşkıyalar ile muharebe hakkında çıkarılmış olan padişah emirlerine itaat etmeyen Müslümanlar asi ve şeran cezalandırılmaya hak kazanmış olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olurlar.
Dürri Zade Es- Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
Bu fetva birçok Türk’ün kanının akmasına neden olmuştur.”Ilımlı İslâm”numaraları bizi bu aşağılık durumlara götürür. Yüce Tanrı; bir defa Mustafa kemal verir, bunu da unutmamamız gerekir. Bu fetva üzerine VATAN HAİNİ NEMRUT MUSTAFA; Mustafa Kemal ve yedi kader arkadaşını GIYABEN idama mahkûm etmiştir. Altıncı Vahdettin de bu kararı onaylamıştır.
Anadolu da boş durmamış, mukabil Fetvayı yayımlamıştır. Yüce İslam dini, iki cepheye ayrılan ülkemizde, her iki tarafa da elini uzatmıştır. Bir yerde, politikanın içersine dini soktunuz mu, tüm alçak yarasalar orasını mesken tutar. Din, birleştirici ve barıştırıcı özelliğini yitirerek politikacının çıkar aleti haline gelir. Mareşal Gazi Mustafa kemal’e kızgınlık ve düşmanlıkların altında, din bezirgânlarının soyma ve sömürme hırsları yatmaktadır.
Cennetmekân Rıfat Börekçi ve cennetmekân (153) kahraman Müftü bir araya gelerek mukabil fetvayı hazırlayıp, imzalayarak yayımlamışlardır. Rahmetli Rıfat Börekçi. İlk Diyanet İşleri Başkanımız olmuştur. En sıkıntılı anların da, T.B.M.Meclisi Başkanı Mustafa kemal’in emrine (1.200) Türk lirasını veren Ankara müftüsü, bu Rıfat Efendidir.
Bu ÜNLÜ FETVA’YI Türkçeleştirilmiş olarak veriyorum:
“Dünya nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, müminlerin emerinin (padişahın) varlığının sebebine aykırı olarak, İslamların düşmanları olan düşman devletler tarafından fiilen işgâl edilerek İslâm Askerleri silâhlarından uzaklaştırılıp, bazıları haksız olarak katl ve hilafet yerinin korunmasına yarayan bütün istihkâmları, kale ve diğer harp vasıtaları zapt edilmiş, resmi işler görmeğe ve İslam askerlerini teçhize memur olan Babıâli ve harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi milletin gerçek menfaatlerini hedef tutan tedbirler almaktan fiilen men ve örfi idare ilan ve divanı harpler kurmak suretiyle İngiliz Kanunlarını tatbikle muhakeme etmek ve cezalandırmak suretiyle halifenin yargılama hakkına müdahale ve yine yüksek halifelik makamının maksatlarına aykırı olarak Osmanlı memleketi parçalarından İzmir ve Adana ve Maraş ve Ayıntap ve Urfa bölgelerinde düşmanlar tarafından tecavüz edilerek gayrimüslim tebaa ile birleşip İslamları katilam ve mallarını yağmalamak ve kadınlara tecavüz ve İslam’ın kutsal saydığı hususları tahkir eder olduklarında açıklandığı veçhile hakaret ve esirliğe maruz kalmış bulunan İslam halifesinin kurtarılması için elden gelen gayreti sarf ederek bütün iman sahiplerine farz olur mu? Beyan buyrula. Cevabı budur: Gerçeği tanrı bilir ki, olur. Bu suretle meşru haklarını ve halifeliğin gasp edilmiş olan kudretini kurtarmak ve fiilen tecavüze maruz kaldığı zikredilen memleketleri düşmandan temizlemek için mücadele eden ve savaşan İslam halkı şeriatça eşkıya olurlar mı? Beyan buyrula. Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olmazlar.
Bu suretle düşmanlara karşı açılan savaşta ölenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki olurlar.
Bu suretle savaşta ve dini vazifesini yerine getiren İslam halkına karşı, düşman tarafını tutarak İslâmlar arasında fitne çıkararak silah kullanan Müslümanlar, şeriatça günahların en büyüğünü işlemiş ve fesada yönelmiş olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği tanrı bilir ki, olurlar.
Bu suretle düşman devletlerinin zorlamaları ve kandırmalarıyla olaylara ve gerçeklere aykırı olarak çıkarılmış bulunan fetvalar, İslâm halkı için şeriatça muteber olurlar mı? Beyan buyrula:
Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olmazlar.”kaynak olarak: Dr. Abdülkadir Altınsu, Osmanlı Şeyhülislamları, Mahmut Esat Bozkurt, ATATÜRK İHTİLALİ VE Sabahattin Selek, Anadolu İhtilalı
ATATÜRK ile kazandıklarımız üstüne titremezsek, böylesine utanç verici durumlardan bizleri kimseler kurtaramaz.
Benim aklımın almadığı bir olgu var: Diyanet İşleri Başkanlığımızın “ALO FETVA HATTI”.Şeyhülislamlık kaldırılmış; Fetvahane tarih olmuş, fetva emini ortalarda yok. Fetva kurumu tarihteki yerini almış. Osmanlıda fetvalar, SÜNNİ MEZHEBE göre verilerek, Osmanlı toplumu paramparça edilmiştir Bu Diyanet İşleri’nin fetva ısrarı, tarihi bir özlemin ifadesi midir?
Medeni kanunumuz, Ticaret kanunumuz, Borçlar kanunumuz şöyle desinler; fetvalar da böyle desin.
Politikacılarımız da FETVA gibi düşünürler. İşte durum bugünkü gibi olur.
Fetva kurumu, dinden hukuk çıkarıp, toplumun üstüne çöreklendiği için tarihe gömülmüştür.
Bu fetva sözleri beni ürkütmektedir.










2. ATATÜRK DEVRİMİ BU SÜREÇTE NEREYE VARIR!


Osman TÜRKOĞUZ
İZMİR
21 OCAK 2006


ATATÜRK DEVRİMİ, BU SÜREÇTE NEREYE VARIR?


21 Ocak 2006 Cuma günü; saat 13.30’da, uzunca bir süredir görüşmediğim E.Hv. Kd. Alb. Necdet Bey;
“-Osman Bey, bir yere gitme; sana sorum olacak”. Dedi. Ayak üsttü ellerimi tuttu. Dedim ki:
“- Nasılsınız, iyi misiniz, Yenge Hanım nasıllar?”
“- Bunları bırakalım da soruma yanıt ver dediler. Etrafında iki sandalye bulunan küçük bir masaya geçtik. Hemen konuya geçtiler.
“- Ülkemizin iç dış durumunu çok iyi biliyor ve izliyorsunuz. Atatürk karşıtları, çok yol aldı, birçok önemli mevzileri de ele geçirdi. Var güçleri ile son hedeflerine doğru ilerliyorlar. Çok sıkıntıdayım ve çok tedirginim. Bu süreçte sonuç ne olur? Bana bunu açıklamanı istiyorum” dediler.
“- Vaktiniz var mı?” dedim.
“- Evet, var bunun için buraya geldim”, dediler.
“- Ben, dedim; analizimi, sentezimi ve yorumumu yapacağım. İlk baştan söyleyeyim; hiç de tedirgin ve umutsuz değilim.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, -TÜRK DEVRİMİNE- yüz senelik bir süreç öngörmüştü. Devrimimiz yüz senede yerleşir görüşündeydi. İzninizle; önce Fransız devrimine bir göz atalım. 14 Temmuz 1789, Bastil hapishanelerinin ele geçirilmesi, devrimin başlama tarihi. Bastil’de bir akıl hastası ve beş hükümlü bulunmaktaydı. Fransa; 18’inci yüzyıl aydınlanmasının, aydınlanma devriminin en parlak ülkesiydi. Voltaire (1696- 1778), J.J.Rousso, Montesqieu, D’Alembert, Baron d’olbaht, Ansiklopedisyenler ve Molier’in ülkesiydi.
16’ncı asırda, Descartes var. İlk hesap makinesini yapan B. Pascal var. Operaları, tiyatroları, Bilimler Akademisi VE Fransız dilinin kalesi Fransız Dil Akademisi vardı. Yazılı basını ve bunu düzenleyen basın kanunu vardı. Fransa’nın her şehrinde matbaalar vardı. Seçimle gelen meclisleri bile vardı. Sözün kısası aydın bir Fransa vardı.
Fransız İhtilali, bir “coup d’etat”,- hükümet darbesi- değildir. 400 senelik bir sürecin sonucudur. Fransız sosyal piramidinin tepesinde Kral, alta doğru soylular, askerler ve din adamları, köylüler ve serfler vardı.
Halk, kurtuluş bekliyordu. 1760’larda; İtalya’da 23 yaşında bir İtalyan genci, Bacceria “Suçlar ve cezalar” adlı modern bir ceza kitabı yayımladığında, Fransa ayağa kalkmıştı.
1730’larda bir köy papazı olan Jean Meslier “Le bon Sens”i- Aklı Selim’i -yayımlayabiliyordu. Kitap, el altından on altına alıcı bulabiliyordu. 27 Ağustos 1789’da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayımlanıyordu.
Fransa Kralı 16’ncı Loui’nin ve Kraliçe Marie Antuvanet’in başı kesiliyordu. Robespiyer ve Danton, yarattıkları şiddette boğuluyordu. İhtilalde, en çok giyotine ve fahişelere iş düşüyordu. Cumhuriyetler kuruluyor, Anayasalar değişiyordu. Direktuvar ve Konsül yönetimi, Barras’ın diktatörlüğü, ardından Korsikalı Küçük Onbaşı, Barras'ın elinden metresi Josefın’i ve iktidarı alıyordu.
Adalet, uhuvvet, hürriyet ve kardeşlik ülkesi yerini fetihlere bırakıyordu. Avrupa, Fransa’ya köle yapılıyordu. Öyle ya; Köleler de eşit değiller mi! Umumi selamet komiteleri- Lescomitesdes salus Paupliques- giyotine binlerce insan gönderiyordu.
Devrime bağlılık yemini etmeyen papazlardan yurt dışına Kaçamayanlar öldürülmüş, kilise mallarına devlet el koymuştur. Kardinal Topal Talleriyan’ın emrindeki 300 papazın yaptığı görkemli bir törenle, yeni “Akıl Din”i bile kurulmuştu. O kadar şiddete sahne olan, ünlü Fransız Devrimi; 02 Aralık 1802’de Napolyon Bonapart’ın İmparatorluğuna tanık olmuştu. Sonu gelmez savaşlar; 1812 Moskova bozgunu, Koalisyon savaşları ve Napolyon’un Elbe’ye sürgünü, Bourbonların Paris’e gelişleri; Elbe’den firar; 100 günlük İmparatorluğun sonunda, Waterlo yenilgisi ve Saint Helen adasına sürgün-18 Haziran 1815- Bourbonların saltanatı. 1815- 1825 Restorasyon devri.
1830, 1837 krizleri ve 1848 devrimi. Cumhurbaşkanı seçilen yeğen Napolyon’un 3’ncü Napolyon olarak İmparator oluşu; Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu ile savaş; İtalya Birliğinin kuruluşu. Meksika macerası, Meksika İmparatoru ilân edilen Arşidük Maksimilyen’in kurşuna dizilişi; 1870-1871, Fransa- Prusya savaşı. 3’ncü Napoyon’nun 120.000 askerle, Sedan’da esir edilişi. Paris’te Komünal yönetim ve Cumhuriyetin yeniden ilân edilişi. Ta 1905’te laik eğitimin kabul edilişi. Emil Zola’nın Laverite-Gerçek- romanının zaferi.
1930- 1940 larda süren siyasi karmaşa; 2 inci Dünya savaşında, Hitler'e yenilme. ABD ve İngiltere’nin desteği ile kurtuluş- yeniden siyasi kriz. Dögol’ün iki defa gelişi, 6’ncı Cumhuriyetin ilânı 1968 krizi. Yarı Başkanlık Sisteminin geliştirilmesi, Cumhurbaşkanlığı konseyi desteği.
Prof.Dr. Maurice Duverger’in anlatımı ile “ Seçimle gelen Krallar dönemi!” Fransa’da devrimin süreci 180 sene; bunca ezilmişlik ve bunca kültüre rağmen, Fransa’da iktidar el değiştirdi, gidiş hep aynı gidiş oldu. Halkın oyları, isteği ve özverisi Fetih ve fatihlik sevdasının tatmininde kullanıldı.
Gelelim Sovyet Devrimine. Devrimin terminolojisi, Fransız Devriminden kopyalama. 1917- 1964 arası 49.000.000 ölü insan, öldürülmüş insan. 1930’lu yıllarda, Kolhoz ve Sovkoz kurma macerasında 8 milyon ölü, 1937 temizliğinde; 3 Mareşal, 13 Orgeneral, 57 Korgeneral, 210 General, 208 Amiral ve 30.000 subayın öldürülmesi. “Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı”nın, Çarlık yenilince Rus kölesi ilkesine dönüşmesi. İşçi ve Köylüyü arkasına alan, Komünist Parti si diktatoryası’nın 111 farklı etnik grubu, Rus Kültürüne kurban etmesi.
Rus İhtilâl inden önce; Rusya’da bir alt yapı vardı. Bolşoy Tiyatrosu 1773’te kurulmuştu. Edebiyat ve Müzik’te evrensel boyutta eserler verilmişti. Leon Tolstoy, İvan Turganyev, destovyovesky ve Puşkin vardı. Ve Rusya işgale uğramamıştı. Sonuçta Komünist İdeoloji, Çarın ve ailesinin kemiklerine teslim oldu.
Gelelim Çin’e. Ta 1930’lardan 1949’lara dek süren bir iç savaş. Çarlık Rusya’dan sonra başlayan Rusya-Çin ve Japonya- Çin Savaşı. Ezilmiş ve perişan bir ülke. 1949’da, tarım reformu edebiyatı ile 2.000.000 toprak sahibi öldürüldü. Mao öldü. Komünist Çin, Pazar Ekonomisine teslim oldu. Koskoca Mao bile 4000 harfli Çin alfabesini değiştiremedi. Her üç devrim, evrensel özellik aldı ve Emperyalizm’e kaydı.
Gazi Mustafa Kemal’den önce, neyimiz vardı! Tiyatro, Opera, edebiyat ve evrensel değerde müzik, roman ve öykü! Fabrikalar, sanayi, sermaye, aydın sayısı ve işçi ve dahi işveren yoktu; yoklar ülkesiydi ülkemiz. 623 senede % 3 okuryazar oranına sahip bir ülke.
Birinci Dünya Savaşında 3.159.200 şehit,130.000 yaralı verilmiş. Açlık ve sefalet içinde, savaş yorgunu ve savaş artığı 13.000.000 insan. Okul da yok, yol da yok. Hastane de yok. Cumhuriyet, 29, Ekim 1923’te kuruldu. Devrimler, evrimleşme sonucu halkımızın onayına sunuldu. Devrim Mahkemeleri ve İdam Mangaları ve Kararnamelerle kurulmadı. Devrim Ulusaldı. Evrensellik rüyasına yatılmadı. Şeyh Sait Ayaklanması ve Dersim ayaklanması ve daha birçok başkaları, Emperyalist güçlerle, yerli Hainlerce hazırlandı. Bunlar bahane edilerek, bir şiddet salgınına gidilmedi. Her olay, şartlarına uygun önlemlerle önlendi. Onbaşı Hitler Başbuğ, Papaz okulu kaçkını Stalin Mareşal, İlk Okul öğretmeni Mussolini Duçe olurken, Mareşal Gazi Mustafa Kemal, tüm bu güçlü sıfatlarını terk ederek, sivil oldu. Uzunca denilecek süre bir alt yapı hazırlığından sonra, birer birer, devrimlerini gerçekleştirdi.
Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden sonra, emperyalist güçler, uzun süreli bir savaşa tutuştular; savaş sonrası Sovyetler tehdidi korkusu, Türkiye’yi rahat bırakmalarına neden oldu. Demokrasiye hazırlıksız girilince; oy derdi ön plana çıktı. Celal Bayar ekibi, Ezan’ı Arapça yaptı. 1945’te Türkçeleştirilen Anayasamızın yerine 1924 Anayasasını koydu.
1955’te; TBMM’de köşeye sıkışan Adnan Menderes; Milletvekillerinin önünde, düşürülme paniğine kapılarak: “Siz o kadar güçlüsünüz ki, isterseniz Hilâfeti bile geri getirebilirsiniz”. Dedi. “ Odunu aday koysam seçtiririm” diye de övündü.
Ülkemizi yöneten çağ dışı kafalar, halkımızı masallarla uyuttu. Şekli ATATÜRKÇÜLÜK’Ü, CHP’nin elinden aldı. Her şeyi ters yüz etmeye soyundular. Türban’a, İmam-Hatiplilere ve Şeytan taşlamaya takılıp, kaldılar. İmam-Hatipli kadrolarla Cumhuriyet’i işgâl etme sevdası kursaklarında kaldı. Adnan Menderes’ten miras olarak, Saidi Kürdiye, Şeyhlere sığınıldı.
1960 ve 1980 askeri darbelerini yaşadık, Sonuçta şeriatçı ve ırkçı sağ güçlendi. Günümüz askerleri çok akıllı, bilinçli ve çağdaş, Erbakan ve Tansu Hanım, dipten gelen bir halk dalgası, bir HALK TSUNAMİSİ ile mum ışığı gibi sönüp gitti.
TSK’nin sempatik desteğindeki, bir dakikalık ışık söndürmeler, çağ dışında yaşayanları lâyık oldukları yere gömdüler. Bu bir dakikalık ışık eylemi, yeni bir stratejinin ürünüydü.” Necdet Bey, heyecanla:
“- çok iyi anladım; sonuç ne olabilir O’nu söyle”.dedi.
“- İyi düşünülüp, iyi değerlendirmemiz gerek. İç ve dış oyunlar, işbirlikçileri ortada. Bir, Milletvekili çıkıyor; “Mustafa Kemal’in Mareşal Üniformalı resmi. TBMM’nden kalksın” diyor. Bir diğeri, ”TBMM’ndeki Muhafız Taburu Harbokulu’na gitsin” diyor. AB’den bir yabancı milletvekili:
“- Kemalizm ortadan kalksın, Atatürk fotoğrafları da resmi dairelerden kaldırılsın”. Diyor. Ortak bir eylem sergileniyor gibi. Paralar dönüyor. İran ve Arap propagandası ve siyasi cinayetler ortada.
Yönetenlerin beceriksizlikleri, çalmalar, çırpmalar, vurgun, soygun ve talanlar nerede ise aleni. Tüm hırsızlar ve hırsızlıklar, DUKUNULMAZ’LIK ÜLKESİNİN SINIRLARI İÇERİSİNDE. ABD’lerinde suç işleyenler Meksika’ya; Ülkemizde suç işleyenler TBMM’ne kapağı atınca tertemiz oluyorlar. Bunlar da ortada. Halkımız, Cumhuriyeti bir yaşam biçimi olarak seçmiş. Halkımızın yaşadığı ve içinde yaşattığı Cumhuriyet, bazıları için çıkar kapısı olmuş. Halkımız, bunu dahi biliyor. 3 Kasım 2002 seçimlerine bir göz atalım. Seçim sonuçları, bir seçmen tepkisinin eseridir. Her seçim çevresinde aynı yüzdeler ortaya çıkmıştır. CHP de, tepki sonucu TBMM’ne girmiştir, AKP’ de. Seçimde oy vermeyenler, kesinlikle şeriatçı ve ırkçı mantığın insanları değillerdir.” Benim vardığım sonuç şudur,” dedim. Necdet Bey, ellerimi tutarak, gözlerini gözlerime dikti:
“- çok heyecanlandım, anlat şu çıkardığın sonucu dedi”. Dedi.
“- Siyasi Parti liderlerinden çözüm beklemek çok yersiz. Onlar, Beylik ve Veliahtlık kavgalarında.
Trablusgarp savaşında; İtalyan donanması, Çanakkale Boğazı’na gelip, müstahkem mevkilere 188 top mermisi fırlatırken, ne mi oluyordu! Osmanlı Mebusan Meclisi’nde; muhalefet, iktidarı güvensizlik oyu ile düşürüyordu. Bir iktidar mensubu, Muhalefet Milletvekillerine:
“- Ne yapıyorsunuz; İtalyanlar, Çanakkale’yi bombardıman ediyorlar!” dediğinde:
Sorunun muhatabı:
“- Ne yapalım, böyle bir fırsatı bir daha elimize geçiremeyiz” diyordu.
Bu cephe’de, miras bu. Kitle partileri, hırs ve ikbal düşünü bırakıp, birleşemez. CHP Başkanlık muharebesinin yaralısı.
Halkımız, iki ana grupta toplanacaktır. Türbandan inanca giden bir grup, Çağdaş kafa ile ATATÜRK’Ü anlayan ve çağı yorumlayabilen diğer bir grup. En kötü ihtimalin gerçekleştiğini var sayalım. Gelecek yine de çağdaş grup tarafından belirlenecektir.
ATATÜRKÇÜLER ve Çağdaş düşünce sahipleri örgütlenip bir eksen etrafında, onurlu bir Ulus’a mensup olma düşüncesi etrafında, birleşip, kenetlenecektir. ATATÜRK yolundan başka bir yolu olmadığını belirten Türk Silahlı Kuvvetlerinin sempatik desteğinde, AL ve BEYAZ güllerle, bu grup Türkiye’nin ve TÜRK DEVRİMİ’NİN geleceğini ve izlenmesi gereken yolu belirleyecektir” dedim.
Vedalaştık. Eve döndüm, ivedi olarak ve çala kalem işbu değerlendirmemi yazdım.

1. BEN, MUSTAFA KEMAL'İN OCAĞINDANIM!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir
31 Ocak 2010


1. BEN, MUSTAFA KEMAL’İN OCAĞINDANIM!

“Bir bina yapılırken, ustalık, akıl ve bilgi söz sahibidir!
Bir mabet yıkılırken, kol kuvveti ve balyoz söz sahibidir!” Ostüzü.

“Allah yoluna cengederiz/Şan alırız, şan/Kur’an’da zafer vaat ediyor/ Hazreti Yezdan!” Yeniçeri marşı!

Ruslarla 156 kez savaştık, 143’ünde yenildik! 300 senede, mehter adımları ile Viyana’ya gittik! Yel gibi de Anadolu’ya geri döndük! Ostüzü.

“Türk Ordusunun kuruluşunun 2218’inci yılını kutladık!” Ostüzü.

“Türk Ordusu; Türk birliğinin Türk kudret ve kabiliyetinin çelikleşmiş bir ifadesidir!” Mareşal Gazi Mustafa Kemal.

“Yeniçeri ocağında; her zümreye, adı geçen tarihten beri milleti ve mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, Tatar, Kürt Ecnebi, Laz, Yörük, Katırcı, Deveci, Hamal, Ağdacı, Yolkesen, Yankesici ve diğer çeşitli kimseler katılıp, usul ve kaideler bozuldu. Kanun ve kaide kalktı…” Koçi Bey Risalesi s.43.Z.Danışman. Halifelik, s.58. O.Türkoğuz

“Oğlum Sarı Osman’ım ASKER OCAĞINA gittiğinden beri, yüzüne kan gelmiş, bi akıllanmış, bi akıllanmış ki demeyin gitsin!” Rahmetli Anam Halime Kadın!

“OCAKLI, OCAĞINA DÜŞMÜŞ!”

İlgi: A- TeomanoğluTanrı Kut Mete’nin Duası.
B- 35’inci madde yok farz edelim!
C- Quo Vadis domino?
Ç- Moskova, Berlin, Silivri,
D- Türkiye Cumhuriyetini İç ve Dış Politikaları,
E- Tüm İnsanları Kucaklamak;
F- Kıymet Nadir Bindebir,”ABDESTLİ FAŞİZİM! Şuur menem, nur menem-Kendi vicdanım, kendi aydınlığım bana yeter.-
G- Silahsız ve Copsuz Militan Cumhuriyet.



Nereye baksanız, ihanet, akıl karıştırma, inkâr ve aldatmayla karşılaşırsınız.
Fransızlar buna güzel bir ad koymuşlar: ”Toute est sens déssuos déssus!” her şey alt, üst-her şey tepetaklak-
Çanakkale’ye, Türk Milletinin onur muharebelerinin geçmiş olduğu yerlere gidersiniz: Karşınıza ne idiği bilinmeyen birisi çıkar ve: ”Ol mübarek günün akşamı, Aksakalı bir Pir Kolordu kumandanı Esat Paşanın rüyasına girer ve: ”Orada duran 64 adet mayını boğazın iki tarafına dizdiresin!” Der ve kaybolur.
18 Mart zaferi de bu ilahi irşat üzerine kazanılır! ”Peki; düşman gemileri bando çalarak boğazı geçerken bu aksakallılar neredelermiş?” Diye sorduğunuzda da:” Fesuphanallah! Küfüre giriyorsunuz!” Diyerek yanıt verirler ve hemen sizi biri birlerine gösterirler.
Rusların Karadeniz boğazına dökmüş olduğu 26 adet mayın toplanarak, Çanakkale’ye getirilmiştir. Türk deniz kuvvetlerinde görevli bir Alman deniz Teğmeninin önerisi ile bu mayınlar karanlık limana ve Korte boğazına dökülmüştür.
İşin aslı ve gerçeği de böyledir.
Sakarya Meydan Muharebesi sırasında; cephemizin güneyinden, yaya olarak, 114 km. Yürütülerek getirilmiş olan iki Fırkamız; Dua tepeye taarruz ederek; 900 şehit vererek Yunan savunmasını alt, üst eder.
Zafer sonrası; Ankara’ya dönen Mustafa Kemal’e: ”Hacı Bayram Camisine şükür namazı için gidelim!” Deyenlere; tarihi bir yanıt verir:
“Mehmetçiğin kazanmış olduğu zaferi, bir çobana kaptıramam!”
Birisi, İçinde Mustafa Kemal olmayan bir Gelibolu filmi çeker ve TRT Genel Müdürü olur. Süleymancıların takvimlerinde Sakarya Meydan Muharebesi anlatılır, bir Çavuşumuzun adı geçer.
Bugünlerde; Türk Silahlı Kuvvetleri için, sıkça kullanılan bir isim tamlaması, masum görünüşüne karşın çok dikkat çekicidir.
Ve de bir masum öneriyi! Tartışmaya açmak!

“PEYGAMBER OCAĞI!”

Şimdi; ister, istemez tam başa gitmemiz gerekiyor, diye düşünüyorum.
Dünya ordularında düzenli bir ordulaşma aşaması olmadan, MÖ. 209 senesinde; Hun İmparatoru Tanrı kut Mete’nin düzenli bir silahlı kuvvet oluşturduğunu biliyor ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak ta bu tarihi esas alıyoruz.
İlk Türk Silahlı Kuvveti ocağı; Alp Er Tunga da denilen bu hükümdar tarafından kurulmuştu.
Sonradan değişik Türk devletlerinde bu mantıkla kurulmuş silahlı kuvvetler oluşmuştu.
Arap Peygamberi Hz. Muhammet’in düzenli, bir ocağa bağlı silahlı kuvveti yoktu. 622 yılı Eylülünde, Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde; Medineli Yahudilerle 65 maddelik bir sözleşme imzalamıştı.
Medine’de güçlenince de; Hz. Ebu Süfyan komutasında; Şam’dan Mekke’ye dönen 1000 develik bir kervanı vurmak için, acele toplamış olduğu 369 kişilik, beş atlı, 27 kılıçlı ve mızraklı Medineli ile Bedir’e yetişmişti. Ocaklı bir ordusu da yoktu.
Emeviler döneminde; ciddi bir askeri örgütlenmeye gidilmişti. İstanbul’un kuşatılması; İran ve Türk ellerinin kılıştan geçirilerek soyulması bu dönemlerde sağlanmıştır.
Diğer Türk devletlerinin de düzenli orduları olmuştu.
Osmanlılarda düzenli ordu Birinci Murat döneminde; Veziriazam Alaattin Paşa tarafından kurulmuştu.
Rivayete göre de; yeni kılık ve kıyafeti ile Hacı Bektaş Veliye götürülen bir askerin başına elini koyan Hacı Bektaş Veli’nin kol yeni, askerin başından ensesine doğru sarkmıştı.
Hacı Bektaş Veli:
“Bu leşkerin adı YENİÇERİ olsun!” Dediği için de, Yeniçerilik doğmuştu. Yeniçeriler Bektaşi idiler. Bektaşilikte kutsal olan kazan Yeniçerilerde de çok kutsaldı.
Bu geleneğin Sümerlerde de olduğunu biliyoruz. İsyan için kazan kaldırılır şehrin bir münasip yerine konulurdu. En ağır cezaya çarptırılan bir yeniçeri kazana sığınır, kazanın kulpuna yapışırsa affedilirdi. Yeniçeri ocağı da peygamber ocağı değil; Bektaşi ocağıydı.
Üçüncü Selim döneminde; Avrupa’dan subaylar getirtilmiş, Belçika Yapımı tüfekler ve üniformalarla SEKBAN’I CEDİT kurulmuştu.
Yeniçerilerin ayaklanması ile de bu yeni kurulmuş olan ordu da dağıtılmıştı. Alemdar Mustafa Paşa olayı ve Üçüncü Selimin öldürülmesi, karmaşayı körüklemişti.
İkinci Mahmut’un, Yeniçeri kışlalarını topa tutturması ile de bu anarşi çözülerek; ASAKİR’İ MANSURE’İ MUHAMMEDİ adlı bir yeni ordunun kurulması gerçekleşmişti.
Bu hikâye böylesine sürerken, Birinci Dünya Savaşı yenilgisi de gelip, çatmıştı.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçmiş, Samsun’da sokakta ağlayan bir terhisli asker:
-“Ülkemin haline bakmadan beni terhis ettiler!” Diyerek ağlamaktadır. Mirliva Mustafa kemal:
-“Alınız bunu giydirerek teçhizatlandırınız ve benim kapıma nöbetçi olarak dikiniz! Bu benim ilk askerimdir!” Der.
Bir Genç adam Mirliva Mustafa Kemal’in huzuruna çıkar; masanın üzerine bir tabanca uzatarak:
-“Sizi vurmam için bu tabancayı vermişlerdi. Sizi gördükten sonra; sizin vurulamayacak bir adam olduğunuzu anladım!” Der. Mirliva Mustafa Kemal, ikinci emrini de verir:
-“Alınız bunu da silahlandırıp benim kapıma nöbetçi dikiniz! Bu benim ikinci askerim!” Der.
Silâhaltına alınmış olan ve ölümüne savaşarak, iç ve dış düşmanlarımızı yenen Türk askerleri; Mustafa kemal’in “ASKER OCAĞINA MENSUPTULAR!”
İkinci Abdülhamit’in ümmetçiliği, yönünü Arap Sosyolojisine döndürtmüştü.
“Mustafa Kemal’in Askeri” deyimi, Atatürk düşmanlarını Türk askeri için yeni sıfatlar arayışına sokmuştur.
TÜRK ASKERİNİN OCAĞI, “ASKER OCAĞIDIR!” Yani şimdi; MÖ. 209’dan beri Türk ordusunun bir ocağı yok muydu?
OCAK: İ.Mecaz: ”bir şeyin en çok bulunduğu ve yapıldığı yer.”
Asker Ocağı: Aynı amaç ve düşünceyi paylaşanların kurdukları topluluklar, kuruluş ya da toplandıkları ya da görev yaptıkları yer. ”Seni asker ocağına verdim!” Y.K.Karaosmanoğlu. TDK. Türkçe Sözlük, C.1S.1098.
Son günlerde ısrarla kullanıldığı gibi yaklaşırsanız; bu yaklaşımınız, Türk Askerini başka boyutlara taşımaz mı?
Parçaları bütünleştirelim:
-“TBMM’ indeki Mareşal üniformalı Atatürk’ün resmi kaldırılsın! Yerine, ille de asılacaksa, sivil kıyafetli bir resmi asılsın.”
-“TBMM’nde bulunan; TBMM’sini koruma taburu Kara Harp Okuluna kaldırılsın!”
-“Ankara’da bulunan askeri birlikler, belediye hudutlarının dışına çıkarılsın!” Bu sözler; Atatürk’ten Korkanlar Partisine mensup, Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisinin bir üyesine aittir.
Ergenekon davası ile yaratılan suçları bir düşünelim:
-Hep darbe planlaması! Sanık olarak tutuklananların mesleki durumlarını da hatırlayalım. Tüm iddialar, ikinci raunt suçlamaları hazırlamaya yöneliktir.
-Poyrazköy darbe planlayanların! Geçmişlerine bir göz atalım: Kardak Kayalıklarında Türk Ulusunun onurunu yüceltenler olduklarını görürüz: Poyrazköy kazılarında ortaya çıkartılan ve darbe silahları olarak tüm dünyaya duyurulan Law kovanlarını kazı yerinin geçmişine bir göz atalım:
“Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosunun araçlarından birisinin; kazıdan 17 gün önce, kazıyerinin fotoğraflarını çekmiş olduğunu görürüz.
“Büyük Türk Büyüğü Bülent Bey’e suikast girişiminin! Tanrımıza bin şükür! Ortaya çıkartılması! Üzerine Devletimizin kozmik bürosunun aranılmasını bir irdeleyelim: Aylarca önce; Avrupa birliğinin Emasya planlarının kaldırılması emrinin varlığını görürüz!
Bu uyduruk suçlamaların Ülkemizi ve Türk Silahlı kuvvetlerini nerelere götüreceğini biraz sonra açıklamak durumundayım!
Emasya planlarının ortadan kaldırılması ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin polis sorumluluk alanındaki büyük toplum olaylarına müdahale olanağının da elinden alınmış olması ile:
*Polis, ordumuzun kadrosunda bulunan ağır silahlara sahip olabilecektir.
*Türk Silahlı Kuvvetlerinin lağvedilmesine yönelik yazılar, işleme konulacaktır.
Anlatılan masallarla, sessizliğini koruyan Türk Silahlı Kuvvetlerini; yan gelip te yatan, darbecilikle oynayan, her türlü din satıcılığına ve köleleştirilmeye düşman! Lağvedilmesi gerekli bir kuruluş olarak yandaşlarının beynine işlemek ve halkımızın desteğini de çekmesini sağlamak politikası işleme konulmuştur!
GENERALLİK, ÇAĞDIŞILARIN TASARRUFUNA ALINACAKTIR!
*1-Gestapo,
*2-SS’ LER,
*SA’LAR

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN POLİTİKA YAPMASI!
Bir askeri kişinin hata kabul edilen bir davranışı tüm silahlı kuvvetlerimize mal edilmektedir. Hele, hele bir subayın hatalı bulunan davranışı yüzünden tüm silahlı kuvvetlerimize yargısız infaz uygulanmaktadır.
1960’da Askerin yönetime el koymasına kızmayan yoktur.
Bendeniz, 27 Mayıs 1960 gecesi Başbakanlıkta görevli genç bir jandarma subayıydım.
Adnan Menderes, Konya’ya askeri bir uçakla gazetecileri istemişti ve Diyarbakır’a da bir milyon lira gönderilmesini istemişti. Tesadüfen bunları dinlemiştim.
Konya’da ne olacağını yazmayayım.
Ön Tedbirler Kanununu okuyan ve bilen kaç kişi vardır?
Anayasamızdaki TABİİ HÂKİM ilkesi kaldırılmış; TBMM’si üyelerinden onbeş kişiden oluşan bir mahkeme kurulmuştu. Bu mahkemenin vereceği kararlar temyiz edilemeyeceği gibi, ceza kanunlarında yazılı suçlara da iki misli ceza vereceklerdi.
Devletin, asker ve sivil kesimindeki tüm araçlar ve olanaklar da emirlerine verilmişti.
Ne oldu? Dünyanın en iyi anayasasını yapan askerler, kendi iradeleri ile genel seçimlere gitmedi mi?
Sebep ve Sonuç ilişkisini neden göz ardı ediyoruz!
Onca insanımız, bilim adamlarımız, gençlerimiz öldürülürken; Demirel ve Ecevit neden anlaşamıyorlardı?
Neyi paylaşıyorlardı?
*Fatsa’da Terzi Fikri ayrı bir devlet kurmuştu. Terzi Fikri; askerliğini, Zonguldak-Kozlu’da bulunan Jandarma taburunun ikinci bölüğünde; J.Üsteğmeni Kemal Bozkurt’un hizmet eri olarak yapmıştı. Adeta, Emanullah Hanı deviren Jandarma eri Beçe Saka rolüne soyunmuştu. Emrinde 4000 Kaleşnikoflu militan olduğu söyleniyordu!
*Fatsa-Çorum-Kahramanmaraş-Antakya hattında SINIR MUHAREBELERİ bütün şiddeti ile sürdürülüyordu.
*Üniversitelerimiz ve şehirlerimiz savaş alanlarına dönmüştü.
CHP ile AP neden hâlâ anlaşamamışlardı!
Bendeniz; bir il jandarma alay komutanı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin iktidarı almamasının nedenlerini anlatarak emrimdekileri etkiliyordum.
12 Eylül 1980 Darbesi yapıldığında; ”Sıkıyönetim Hukuku “ adlı bir kitap yazarak, tüm asker ve polis yetkililerine ve ünitelerine birer adet bedava vermiştim.
Bu arada; Artvin J. Komando Bölük Komutanı J. Yzb. Sayın Ahmet Avcı’dan bir telgraf aldım:
“Sayın Komutanım Askerin yönetime el koymasının şiddetle aleyhinde olan siz, nasıl bu şekilde canı gönülden çalışıyorsunuz?”
Bir cümlecik telgrafla kendimi savunmuştum:
“Savaşa karşı olmak ayrı, savaş çıktıktan sonra savaşmak ayrı şeydir!”
Fransa’da Genelkurmay Başkanlarının protokoldeki yeri 19’uncu sıradadır. Fransız İhtilali Fransız ordusuna rağmen olmuştu.
Yunanistan’da da Genelkurmay başkanının yeri, 21’inci sıradadır. Yunan isyanını papazlar ve tüccarlar desteklemişti.
Türk Silahlı Kuvvetleri Güney Amerikalıların silahlı kuvveti midir? Türk Silahlı Kuvvetleri, hangi genel seçim sonuçlarını kabul etmemiştir?
Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Silahlı Kuvvetlerinin, anayasamızda yerini almış olan Genelkurmay Başkanı, ülkemizi ilgilendiren konularda konuşmayacak mıdır?
İngiliz imparatorluğu Genelkurmay Başkanı, Afganistan politikalarının yanlışlığı nedeni ile İngiliz Hükümetini topa tutuğunu neden hatırlamıyoruz!
Silahlı Kuvvetlerimizin başı olan Genelkurmay Başkanlarımız; Bir büyüğümüzün dedesi tarafından BAŞI TESTERE İLE KESİLMİŞ OLAN, ASTEĞMEN KUBİLAYI ANMA GÜNÜ BEYANAT VEREMİYECEK Mİ? * Yurt dışına, savaşmak için siyasi iktidarların kararları üzerine asker göndermeye sessiz mi kalacaklardır?
*Afganistan’da, ne olurlarsa olsunlar, vatanları için savaşan vatanseverleri anarşist sayan Amerikanın, ülkemizi bölmek için her türlü cinayeti işleyen vatan hainlerine kol ve kanat germesi karşısında sessiz kalan siyasi iktidarların bu tutumlarını yutkunarak mı seyredecektir!
*Anayasamızın 145’inci maddesine karşın, bir geceyarısı operasyonu ile askeri mahkemelerin yetkilerinin yok edilmesi karşısında da suskun mu kalacaklardır?
*Alenen Atatürk’e laik cumhuriyetimize ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yapılan iğrenç hücumları sadece seyir mi edecektir?
Bakınız; Türk Silahlı Kuvvetleri hangi aktif politikanın içersindedir?
Yuvarlak sözlerle, Türk Silahlı Kuvvetlerini koruyormuş havasını vererek, bir cümle ile kafaları bulandıranlara neden şıpıdanak çanak tutuyoruz?
Politika; Yunanca bir kelimedir: POLİ= Çok, TİK=Yüz demektir. Politika çok yüzlülük demektir.
Bizim çağdışı politikacılarımız da bu kelimeyi YÜZSÜZLÜK olarak algılamışlardır.
Bir Yunanlı Dilber: Etloks poli agapo-Sagapo-seni çok seviyorum der!
Bir masalla, duyduğuna inanların aklını çelmeğe yönelik iftiralara ortak olmak düşündürücüdür.

OYNANAN DIŞ DESTEKLİ OYUNLA VARILMAK İSTENİLEN HEDEF!

*Türk Silahlı Kuvvetlerinin önüne ve üstüne Polisi koyduktan sonra; TSK’NIN halk üzerinde etkinliğinin yitirilmiş olduğu araştırılacaktır. Öteki adımları atmak için.
*Anayasaların Kurucu Meclis, ya da Danışma Meclisi tarafından, çok katılımlılıkla hazırlanması da göz ardı edilecektir.
*Dünya anayasaları tarihinde; anayasaların ASSAMBLE CONSTİTİONEL tarafından hazırlandığı örneğine hiç bakılmayacaktır.
*Anayasamızın 1, 2 ve 3’üncü maddeleri ile 174’üncü maddesinin değişmezliği, yeni hazırlayacakları ve halkoyuna sunacakları anayasa taslağına sokulmadan, önce Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisinden, sonra da halkımızın onayından geçirilmek suretiyle aşılacaktır.
*Genel seçimlerde, hükümet programına sokulmamış olan Anayasayı toptan değiştirme işlemi böylece gerçekleştirilmiş olacaktır.
*Almış oldukları % 47,2 oyu, milli irade olarak sayacaklar, kendilerine verilmemiş olan %52,98 oyu da hiç hesaba katmayacaklardır.
*Yeni anayasa halk oylamasından geçtiği takdirde:
*1- Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlanacaktır,
*2- Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, lağvedilerek, ağır silahlarla donatılmış özel polis kuvvetleri bu alayın yerini alacaktır.
*3- Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisini koruma taburu da buradan uzaklaştırılacaktır, yerlerine şimdiden göreve alışmaları için, polisler kullanılmaya başlanmıştır.
*4- IMF’DEN gelecek para ve yaratılacak yapay bir rahatlamadan sonra, BASKIN SEÇİME gidip, seçimi farklı kazanarak, tüm niyetlerini daha rahat bir biçimde yapmaya çalışacaktır. Ve yandaşlarına ve HARİCİ BEDHAHLAR’A BASKIN seçim için mesajlar verilmektedir.
Bu politika da yeni kurulacak olan siyasi partilere oy kaptırmamak ve beni seçmezseniz bu rüya gerçekleşemez iletisini vermektir!
*5- Harp okullarında Atatürk’ü anma günleri kaldırılacaktır. Alay ve Tugay sancakları değiştirilerek, üzerlerine: ”la ilahe illallah” yazılacaktır.
*6- Ne mutlu Müslüman’ım diyene sözü kullandırılacaktır.
*7- Okullarda da: ”Müslüman’ım, doğruyum… Din ulularını saymak, tarikat büyüklerimizi de korumak. Şeklinde sabah duasına başlanacaktır.
*8- Atatürkçü subay ve astsubaylar ordudan uzaklaştırılacaktır.
*9- İmam-Hatip mezunlarına Türk Silahlı Kuvvetlerinin kapıları ardına kadar açılacaktır.
*10- Dış işleri bakanlığı Hacı, Hoca ve Fenercilerle doldurulacaktır. Kadın memurlar tasfiye edilecektir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da yerle yeksan edilecektir!
*11- Devlet tamamen ele geçirildikten sonra: İran’da yapılmış olduğu üzere, basit sorulu bir Referandum yapılacaktır:

“DİN ELZEMDİR!” ve DİNE GEREK YOKTUR!”

Herkes, safiyane bir şekilde, DİN ELZEMDİR’E parmak basınca da, ülkemizin üzerine ortaçağ örtüsü çekilmiş olacaktır.
Arap ülkeleri, Avrupa ülkeleri, Amerika ve iç hainlerimiz derin bir nefes alacaklardır.

NOT: 1. Yeni kurulacak AKP karşıtı partiler, diğer siyasi partilerin oylarını bölmekten öte bir varlık gösteremezler.
2. Şimdilik Anıtkabir’e ve 30 Ağustosa dokunulmayacaktır! Bonanza Çiftliğindeki ağlayıcımız da büyük törenlerle ülkemize dönecektir.


İşte o zaman da bu dini bütünler arasında bir iktidar savaşı başlattırılacaktır.
Ülkemizin ne hallere düşmüş olduğunu vicdanım yazmaya elvermiyor; sayın seyircilerimiz.
Baskın seçime de hazırlıklı olmak gerektir.

İyi ve renkli uykular dilerim.

İzleyiciler

Blog Arşivi