11 Şubat 2013 Pazartesi

901/TÜRKLER,ATEŞTE ATEŞLE DÖĞÜLÜR!




OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@hotmail.com
İzmir; 25 Nisan 2010./11 Şubat 2013.Türk ve Türklük düşmanlarımıza!
Facebook'ta "Avustralya'ya savaş açan iki Türk"yazısını görünce arşivimi taradım:Osmanlılarla hiç bir bağıntısı olmayan Afganistanlı iki Türk'ün,Rahmetli Hasan ile Osman'a sonsuz rahmetler dilerim.
İleti yazımla:bBz Türkler; Mareşal Gazi Mustafa kemalimizin tanımladığı gibiyiz:Güneşiz,yıldırımız,hırtınayız,tayfunuz,ayız.Düşmanlarımızın ve hainlerimizin çokluğu da bundandır;cümle hainlerimizden ve namussuzlarımızdan da habberdarız.
TÜRK, ATEŞTE ATEŞLE DÖĞÜLÜR!
"Türk Milleti,ebediyete akıp giden her on senede bir..."Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa kemal,Onuncu yıl söylevi.
"Ben,Tanrı gibi gökten doğmuş Türk Bilge kağan..."   "Ey Türk milleti!.."Göktürk kitabeleri.
"Benim için en büyük övünç  Türk olarak doğmuş olmamdır!"Ebu'l Gazi Bahadır Han,Secereyi Terakime.
"Biz ki Meliki Turan,Emiri Türkistanız.Biz ki,Türkoğlu Türküz.Biz ki,milletlerin en Kadimi ve Uusu Türk'ün Başbuğuyuz!"Timur Han,Ünlü Aksak Temür.
TÜRK BAYRAĞI,TÜRK DİLİ,TÜRK ORDUSU,TÜRK TARİHİ,TÜRKÜLERİMİZ,DİĞER TÜRK DEVLETLERİ,KUZEY KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETİ,TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ,"BİR MİLLET,İKİ DEVLETİZ!"MERHUM HAYDAR ALİYEV.

"Türklere Müteşekkiriz!"Barak Obama,USA   Başkanı.
“Ben, Türk Milletine her şeyi, hatta komünizmi bile kabul ettiririm; yenilgiyi asla kabul ettiremem.”Cumhurbaşkanımız Mustafa İsmat İnönü.
"Türk ve Türkçülüğü Anayasadan çıkartacağız!"Sayın Bülent Arınç,Kubilayımızın başını kesen Derviş Mehmet adlı Giritlili dönmenin torunu.
1*İlgi: Verilen hedef Akdeniz, varılan yer EGE Denizi: Ostüzü. Blog No:16.
2*PATATESLER: Ostüzü. Blog NO:76.
Türk nedir? Ne değildir?
Öncelikle; bu soruların içeriğini tanımlamamız gerek. Ansiklopediler ve sözlükler şöyle demiş, yok bu böyle buyurmuş; Çinliler böyle demiş! Bunlara da sığınmamıza gerek yoktur diyorum.
Rahmetli Afet Uzmay (İnan), Atatürk’ün yönlendirmesiyle; İsviçre’de, Prof.Dr. Eugene Pittard’ın kürsüsünde tarih öğreniyordu. Profesör Dr.E. Pittard; Rahmetli Afet İnan’a, doktora tezi olarak, Türk Tarihini vermişti. Acele ile Ankara’ya dönen Rahmetli Afet İnan, Türk Milletini nasıl tanımlaması gerektiğini Atatürk’e sormuştu.
Atatürk:
“Önce, sen çalış, metni hazırla, beraberce inceleriz!” Demişti.
Hazırlamış olduğu metni Atatürk’e sunan Rahmetli Afet İnan’ın sonucu alması pek te uzun sürmemişti. Hazır metni uzun, uzun inceleyen Atatürk:
“Hele Dur. Ver bana bir kâğıt; ben sana Türk’ü tanımlayayım!” Demiş; kendisine verilen kâğıda, kurşun kalemle şöylece yazmıştı:
“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin, yüksek tecellisine yüksek sahna oldu. Bu sahna, yedi bin senelik en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk, tabiat yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” M.Cemal Kutay, Türkçe İbadet, c.1,S.48-49,
Osmanlı; 623 senelik egemenliğinde, bir defacık olsun Türk olamadığı gibi, bir defacık olsun Türk’ü anlamaya ve tanımaya kalkışmamıştır. Türk’ten üstün tuttuğu devşirme döllerine Türk’ü boğdurtmaktan da çekinmemişti.
Dördüncü Murat; 27 Ocak 1635 cumartesi günü, Osmanlının kuruluş yıldönümünde, öz be öz Türk olan Ünlü Şair Nefiy’i boğdurtmuştu.
Yeniçeri kanunnamesine: ”Türk’ten Yeniçeri alınmaya” Hükmü konulmuştur.
“Türk’ten vezir olmaya’” hükmü de can ve gönülden uygulanmıştır.
Ünlü tarihçi Naima: ”Etrabı bi idrak” diyerek Türk’ü karakterize etmekten çekinmemiştir. -İdrakten,anlamaktan ve algılamaktan  yoksun Türk!
Osmanlı, "Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma!” Sözünü atasözü olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
Osmanlı; ”Türk değil mi Marsıvan’ın eşeği; eşek değil köpekten de aşağı!”Demekten utanmaıştır.
Osmanlı;”Türk ne bilir bayramı, lık, lık içer ayranı!” Demiş.
Hadis toplayıcılardan; en erkencisi, Hz. Muhammed’in ölümünden 245 sene sonra Buhari, toplamış olduğu hadisler arasında Türklere de yer vermiştir: Bunların çoğunun Arapların uydurması olduğuna inanmaktayım.
Türk boylarına egemenliği kabul ettirmek için; iktidarı elinde bulunduran Türk boyunun, ya Cengiz Han soyundan ya da Kayı Boyundan olması gerekmekteydi.
Osmanoğulları, Anadolu’da egemen olan diğer Türk boylarına egemenliklerini kabul ettirebilmek için; İkinci Murat zamanında; Yazıcıoğlu Ali’ye yazdırmış oldukları Türk şeceresinde, kendilerini GÜNHAN SOYUNDAN KAYI BOYUNA MENSUP GÖSTERTTİLER!
KAYI BOYUNA mensup Türk aşiretleri; Mavera ün nehirden Hindistan’a inerek, TÜRKİYE DEVLETİNİ /Devlet'it Türkiyye/KURMUŞLARDIR.
Oğuzlar, anlaşmaları gereği, Mısır’a her sene demir kütüğü gibi malzemelerin yanı sıra 2000 oğuz delikanlısını da esir olarak satmaktaydılar. Mısır ordusuna asker olarak alınan bu Genç Oğuzlar, Mısır’da iktidarı ele geçirerek DEVLET’İT TÜRKİYYE-TÜRKİYE DEVLETİNİ-KURMUŞLARDIR.
Osmanlılar, bunların kölelikten gelmiş olduklarını vurgulamak için, bunlara KÖLEMENLER ya da aynı anlama gelen MEMLUKLAR demişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in 1516-1517 tarihinde yıkmış olduğu devlet bu Türk devletidir.
Yavuz Sultan Selim’ in Şah İsmail’e yazmış olduğu mektubu da çok önemlidir:"Türkçü-İslamcı  çevrelerin övünç kaynağı Yavus Sultan Selimin:
“Ben,  Beyazıt oğlu Sultan Selim,Sen ki Eşek Türk!” Deyen mektubunu Prof.Dr.Şahebettin Tekindağ bulmuştur.Baki öz,Osmanlı'da Alevi ayaklanmaları s.15,Cem dergisi sayı4,s.45.
25 Kasım 1988 günlü ve 14,737 sayılı Milliyet gazetesinde yayımlanan çok ilginç bir saptama vardı. Bu gözlemlerini 1906 yılında kitap halinde yayımlayan yazar da Yüzbaşı Frederik William Von Herbert adlı bir yabancı yazardı.

“DİLİMİZİN BAŞINA GELENLER…”

“Dildeki Osmanlıca sözleri yaşatmayı Türkçeyi yaşatmak sanan, öz Türkçe sözcükleri ise uydurma diye niteleyenlere yılların ötesinden bir yanıt geliyor.”
“Nesiller, nesilleri anlamıyor öz Türkçe’de, ileri gidildiği için dede ile torun anlaşamıyor” gibi bahanelerle yeni nesillerin kafası tedavülden kalkmış Arapça ve Farsça sözcüklerle doldurmaya çalışanların yaptığı yanlışlık, aşağıda çarpıcı biçimde vurgulanıyor.
Hollanda ‘da yaşayan bir sevgili okurumuz bundan 82 yıl önce yazılmış olan” Balkan Patikalarında” adlı kitaptan aldığı tek sayfalık fotokopiyi bize gönderirken” çok şaşıracaksınız” notunu eklemiş.
Kitap, Londra’da 1906 yılında basılmış… Yazarının adı “Yüzbaşı Frederik William Von Herbert”.Aynı yazarın daha önce “Plevne Savunması” adlı bir kitap yazdığı kapakta belirtiliyor…
Hep birlikte kitabın 156 ve 157’inci sayfalarını okuyunuz.
Diyor ki Yüzbaşı Herbert:
“Halk Türkçesi katıksız (öz) Türkçedir. İşçinin, satıcının, ustanın, küçük çiftçinin sözcük dağarcığı Türkçedir. Buna karşılık İstanbullu yüksek memurun dilindeki sözcüklerin yarıdan çoğu Arapça ve Farsçadır… Osmanlı İmparatorluğunda yüksek sınıflar mümkün olduğu kadar az Türkçe, mümkün olduğunca çok Arapça ve Farsça sözcük kullanmayı gösteriş sayarlar. Bildikleri tüm Arapça ve Farsça sözlükleri Türkçe ses uyumu ve cümle yapısına uygulayarak kullanırlar.
Sokaktaki Türk, babasına “baba”, annesine “ana”, erkek kardeşine “kardeş”, kız kardeşine “kız kardeş” veya kısaca “kız” der.
Fiyakacı Osmanlı memuru ise babasına “peder”, annesine “valide”, erkek kardeşine “birader”, kız kardeşine “hemşire” demeyi yeğler.
Ancak, halktan bir ihtiyarı onurlandırmak istediği zaman, o’na “baba” diye hitap eder. Yakın gördüğü bir yaşlı kadına, örneğin evin hizmetçisine “ana” diyebilir. Ama kendi annesine “ana” demez. Kardeş sözcüğünü genel ve samimi bir hitap şekli olarak kullanır. Eğer kızkardeşine “kız” derse nezaketsizlik etmiş sayılır. Fakir adam Öztürkçe konuşur. Zengin adam Türkçeyi saptırılmış anlamlarda kullanır.
Öz Türkçe konuşan alçak gönüllü halk, eğitim görmüş sınıfların dilini anlamadığı için bir İstanbul Efendisi bir köylüyle, ancak onun düzeyine indirerek konuşur.
Edebi Türkçe, yani şiir ve roman dili, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe konuşan halkının yarısı için kapağı mühürlü bir kitaptır adeta.
Osmanlıda küçümseyiş ve gösteriş o denli ileri gitmiştir ki, yüksek sınıflar için Arapça ve Farsçası bilinen sözcüklerin Türkçesini kullanmak kaba sayılır olmuştur. Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı her yıl artmaktadır.
Hacca giden yüksek yetkili oradan Arapça, doğu sınırına giden subay İran’dan Farsça sözcük getirmektedir.
Geçenlerde, ”lisan” yerine “dil” sözcüğünü kullandığım için Osmanlı dostlarım bana serzenişte bulundular. Oysa otuz yıl önce, Türkçeyi ilk öğrendiğim zaman “lisan” sözcüğü henüz ortada yokken ve herkes “dil” sözcüğünü kullanıyordu.”
“Bundan 82-bugün 97-yıl önce yazılmış olan yukarıdaki satırlar, Arapça, Farsça-Türkçe bulamacının, hangi özentiler sonucu ortaya çıktığını açıkça anlatıyor!”
10 Aralık 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde; Ünlü yazarlarımızdan Rahmetli Orhan Kemal Öğütçü’nün babası ile ilgili bir haber yayımlanmıştı.
Rahmetli Abdülkadir Öğütçünün not defterine geçirmiş olduğu anıları çok ilginçti. Hayatı sürgünlerde geçen Rahmetli Abdülkadir Öğütçü’ye, Ahmet Kemal Akünal şöyle seslenir:
“Kemali; dedi, biz hürriyet için çalıştık. Hem de Türk hürriyetçisi sıfatıyla. Türlük tabirini, İstanbul saltanatının Türk Padişahlarından, Türk paşa ve memurlarına kadar eşeklikle vasıflandırdıkları zaman Türklük için çalıştık.” Bu anlatmış olduğu durumlar 20’inci yüzyılda geçmektedir.
19’uncu yüzyılda; İstanbul’da Avusturya –Macaristan Elçiliğinde görevli bulunan İsveçli bir babadan ve Ermeni bir anadan doğma Hammer, geniş kapsamlı bir Osmanlı tarihini de yazmıştı.
Bakınız; 53’üncü kitabın 9’uncu sahifesinin 15’inci satırında neler yazmıştır:
“Hatta bir gün, kabalığından dolayı TÜRK UNVANI VERİLEN Vaiz Ahmet…”
Dördüncü Murat’a verilen, Osmanlı İmparatorluğunun bozulma nedenleri üzerine, raporu da Arnavut Koçi Bey yazmıştı. Koçi Bey, şöyle buyuruyordu:
“ Her zümreye adı geçen tarihten beri, milleti ve mezhebi bilinmeyen Şehir Oğlanı, TÜRK, Çingene, Tatar, Kürt, Ecnebi, Laz, Yörük, Katırcı, Deveci, hamal, Ağdacı, Yolkesen alınmaktaydı…” Zuhuri Danışmend, Koçi Bey Risalesi, s.43.
Konumuzu SEBEP- SONUÇ İLİŞKİSİNE- CAUSALİTE-NEDENSELLİK İLKESİNE göre irdelemek zorundayız.
Osmanlı; TÜRK’Ü kaba, saba ve anlayışı kıt bir beyinsiz bir yaratık yerine koymuştur.
Selçuklular, Fars kültürü ve Arap hayranlığı nedeni ile TÜRK’ÜN semtine bile uğramamışlardır.
Ünlü Mevlana Celalettin’i Rumi, Mesnevisini ve Divan’ı Kebiri’ni Farsça yazmıştır.
Türklük bilincini yitirmemiş olan Anadolu Türkmen halkı; Mevlana’nın karşısına YUNUS’U çıkarmıştır.
Karaman’da bir çiftlik sahibi olan Koca YUNUS, bir beyit söyleyerek, 6 ciltlik ve 25.618 beyitlik Mesnevi’yi yere sermiştir:
“ETTEN KEMİĞE BÜRÜNDÜM;
YUNUS OLUBEN GÖRÜNDÜM.”
Daha gerilere gidersek; taaa! 1069-1072’lere, Kaşgarlı Mahmut; DİVANI-LUGAT-İT TÜRK’Ü YAZARAK, Bağdat’taki Arap Abbasi Halifeye sunmuştu.
O cennetmekân ULU TÜRK; TÜRK’Ü, MUSTAFA KEMAL’İN GÖZÜ İLE GÖRÜYORDU.
Kafasını, gönlünü ve ruhunu ümmet potasında eritmiş olan Osmanlı, Müslümanlaşayım derken Araplaşmıştı.
Anadolu Türk’ü ve Balkanlara göçen diğer Türk boyları Türklük bilincine dört elle sarılmışlardır.
İran kültürüne tutsak olan Anadolu Selçuklularına karşı başlatılan Türklük kıyamı, Osmanlılara karşı da bütün hızı ile sürdürülmüştü.
Yıldırımların, fırtınaların ve kudurmuş doğal olayların gazabına uğrayan Türk; iktidarların da ateşten hışmına uğratıldı.
Yalınız Osmanlıya karşı 135 ayaklanma çıkartıldı. Dağlara, çadırlara sığınan Türkmenlik ruhu halk ozanlarınca ifade edilerek cönklerde saklanmıştır.
Osmanlını Türk kırımları, Türk’ü bir ruh etrafında bütünleştirdi. Gezginci ve genellikle de Alevi halk ozanlarımız, uğranılan haksızlıkları sazlarının telleri ve dillerinin temiz Türkçesi ile nesillerden, nesillere taşıdı.
Osmanlının divan şiiri karşısına halk şiiri ile dikildiği gibi; Osmanlının Bizans ve Arap kırması müziğinin karşısına da türkülerini ve bozlaklarını dikmesini bildi.
Türk’e ve Türklük bilincine dayanan Selçuklu ve Osmanlı, güçlü birer devlet kurarak, tarih sahnesine çıkmıştı. Ümmetçi söylemleriyle ve Arap’ın gazve öykülerine bir de ulûhiyet ekleyerek, dayanmış olduğu güce sırtını da çevirerek kendi sonlarını getirmişlerdi.
18’inci asırda; Ilgın ovasında, Osmanlı ordusu ile isyancılar arasındaki muharebede ilk defa iki tarafça da top kullanılmıştı.
Osmanlının kendi halkından toplamış olduğu 80.000 tüfeğin, kendi ordusundaki tüfeklerden daha mükemmel olduğu gözlenmişti.
Selçuklunun 100 Frank süvarisi ile Kırşehir ovasında bastırmış olduğu Baba İshak ayaklanması-1204- yeniden tarih sahnesine çıkmıştı.
Türk; kanıyla ve canıyla kurmuş olduğu kendi devletlerinin örs ve çekici arasında dövüldüğü gibi; Osmanlının din adına düşman bellediği devletlerin ateşinde de dövülmüştür. Yokluk ve sefalet ve dahi horlanma ateşi bir taraftan; derebeyleri ve mütegallibe ateşi ve mültezim ateşi diğer taraftan Türk’ü dövüp durmuştur.
Osmanlı; iki senede bir, Türk gençliğini ve orta yaşlısını ateşlere sürerek, ateşlerde dövdürmüştür. Dövülmek, fiziki işkenceye uğratılmak anlamında kullanılmamalıdır. Dövülmek; demirin örs ve çekiç arasında, su ve ateşle çelikleşmesidir.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatmış olduğu yağmur, şimşek, fırtına ve yıldırımların yarattığı Türk; kurmuş olduğu kendi devletlerinin ateşiyle ve yaşamının harlı ateşiyle de dövüle, dövüle; yiğitliğe, güzelliğe ve insanlık öyküsünün onuruna gelip oturmuştur.
Bir Cuma selamlığına gitmiş olan Mustafa Kemal; Türklük bilincinden yoksun, kulluk ve kölelik bilincindeki Osmanlı paşalarının konuşmalarına tanıklık eder.
Paşalar derler ki:
“Bu Türk askeri ile savaş kazanılmaz. Bunlar, hep yenilirler ve kaçarlar!”  Mustafa kemal hışımla parlar:
“Türk askeri kaçmaz ve yenilmez. Yenilen komutanlarıdır!” Der.
Paşalar hayretler içersinde:
“Yahu, kim bu zıpçıktı?”Derler. Geç te olsa, O’NUN ordulara komuta etmiş olduğunu öğrenirler.
1839 tarihinde, aç ve sefil Mısır ordusuna yenildik.
Sebep-Sonuç ilişkisine göre olayı irdelemek durumundayız.
Osmanlı ordusunda; üsteğmen rütbesiyle Alman birliğini kuracak olan Helmuth Barnard Von Moltke adlı bir dahi Prusyalı subay vardır. Anılarını utanmadan okumak mümkün değildir.
Mısır ordusunu da Fransız subayları yönetmektedir. Mısır ordusu manevra planını uygularken, Osmanlı paşaları aruz vezni ile şiirler okumaktadır.
Telaşla ve helecanla paşalara başvurur:
“Mısır ordusu harekât planını uyguluyor. İzin veriniz, şöyle, şöyle bir plan uygulayarak Mısır ordusunu yok edeyim!” Der.
“Silahlar henüz patlamadı; muharebe de başlamadı, otur oturduğun yerde!” Derler ve feci bir şekilde de yenilirler.
Komutanlar bu denli zır cahil olduktan sonra Türk askeri ne yapabilir!
1711 tarihinde; Rus ordusu Çarı ve Çariçesi ile birlikte çembere alınmışken; Sarayın odunculuğundan Serdarı Ekremliğe getirilen Baltacı Mehmet Paşa, Katerina’nın getirmiş olduğu araba dolusu mücevherleri görünce:
“Kırımdaki bir kale yıkıla; Çar ve Çariçe ve dahi Rus ordusu da çemberimizden kurtula!” Emrini verdiği Osmanlı Vakanüvisleri anlatmaktadır! 82 yaşındaki Baltacı Mehmet Paşa,Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gibi dediğim dedüktüre kilitlidir İsveç kralı Demirbaş Karlın önerilerini de hiç dinlemez.
Avusturya ordusu Başkomutanı Topal Prens Ojen, deha sahibi bir Fransız generalidir.
Osmanlı ordusu, bir nehir üzerine kurmuş olduğu köprüden karşı kıyıya geçmektedir. Ancak; Osmanlı ordusu Başkomutanı köprün giriş başına kondurduğu bir tahsildar; her askerden geçiş ücreti almaktadır. ”Etmeyin, eylemeyin, düşman ordusu peşimizde!” Nasihatlerini dinlemez.
Prens Ojen yetişir; köprüyü yakar ve tüm Osmanlı ordusunu da imha eder. Her türlü askeri ve lojistik malzemelerimizin yanı sıra, 7000 çuval savaş hazinesi paramıza da el koyar.
Yine bu Avusturya-Osmanlı savaşlarında; Osmanlı ordusu çok ilginç müneccim hesaplarına dalarak imha edilmiştir: Osmanlı ordusu, muharebe düzenini almış; düşman ordusunun pozisyonunu beklemektedir. Düşman ordusu imha edilme pozisyonuna girdiği, tüm Osmanlı komutanlarının taarruz edilmesinde ısrar ettikleri halde; Osmanlı Başkomutanı: ”Müneccimbaşı eşref saatini bildirmeden, taarruz etmek dinen caiz değildir!” Buyurduğundan; tüm Osmanlı ordusu, Başkomutanı ve Müneccimbaşısı dâhil kılıçtan geçirilmiştir.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in anlatmak istediği durum budur.
Kara Harpokulu müzesinde bir kılıç sergilenmektedir. Kılıcın kabzasına da, Fransızca üç kısacık cümle yazılmıştır:
“ Lamoure pour la femme/la vie pour la patrie/L’oheure pour mois!”
*Aşk, kadın için/
Hayat vatan için/
Şeref benim için*.
Bu kılıç; 11 kişilik bir Türk keşif mangası tarafından 450 kişilik taburu ile birlikte esir alınan bir Romen tabur komutanına aittir.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal bunu demek istemektedir.
Bendeniz çok görmüşümdür; komutanı cesur olan bir Türk birliğinde korkak asker yoktur.
Eski Alman bölük talimnamesinde çok görkemli bir ifade vardı: ”Bölük, bölük komutanının ruhunu taşır!”
Ulusal Kurtuluş savaşımızda; Fransızlar, Ünlü Menil Taburunu kar boğazında görevlendirmişlerdi. Jandarma üsteğmeni Kara Afet Hasan Bey; 45 kişilik bir milis kuvveti ile bu taburu esir almıştı. Anlatılmak istenilen durumlardan birisi de bu durumdur.
26 Ağustos 1071’de; Malazgirt’te bulunan Rahmetli Alp Aslan’ın Türklük bilincinden pek haberi yoktur. Günümüzdeki devletlilerin haberleri varmola!
Bağdat’taki Arap Halife:
“Arap’ın ve Acemin Sultanı!” Diye tebrik nameyazar! Sultanın sesi ve sedası çıkmaz.
Türk ellerinde Türklere yapılan Arap mezalimi, İslami boyutun öne çıkarılmasını sağlamıştır.
Yalınız Malazgirt Meydan Muharebesinin kazanılmasında bir ulusal bilinç etkinliği söz konusudur.
Bizans ordusunda, paralı Hıristiyan Türk askerleri mevcut idi. Bu Türk askerlerinin Komutanı General Tarkan’ın dikkatini bir şey çekmişti: Karşılarındaki ordunun ata biniş şekilleri, muharebede yapmış oldukları manevraları ve konuşmuş olduğu dilleri kendilerinkine benzemektedir.
Muharebenin en kızıştığı bir anda; ordusu ile Türk ordusuna katılır.
Burada da bir ulusal bilinç ,Türklük bilincinin şahlanması vardır.
Balkan savaşında yenilgi kepazeliği; Çanakkale Muharebelerindeki destansı yiğitlik ve kahramanlık, komutanı ile askerlerinin anlaşmasında saklıdır.
Yunanlılar İzmir’e çıkarken tek kurşun atmadan teslim bayrağını çekmiş olan Ali Nadir Paşa; Balkan Savaşında da; tek bir mermi attırmadan Selanik’i Yunanlılara teslim etmiştir.
Trablusgarp ve Balkan savaşlarının ateşinde dövdürülen Türk, Çanakkale’de ve Ulusal Kurtuluş savaşında destanlar yazmıştır.
ULUSAL ŞAHLANIŞ. Türklük bilincindeki Türk’ü yenmek mümkün değildir. Cengiz Han:"Türk'ün kanına başka kan karışmazsa Türk yenilmez!"Osman Beyin eşinin anlatımı!
Günümüzde oynanmakta olan oyunlara, tarihsel bir gözle bakmasını bilemeyenler de bu büyük ihanetin içersindedirler.
İmparatorluk iken yenilen ümmetçi ve Osmanlı; Çanakkale’de cehennem ateşlerinde dövüldükten sonra ve Türkleşince yenmiştir.
Selçukluları ve onlardan önceki dönemleri göz önüne getirelim: Türk, hemen, hemen her sene ateşle sınava çekilmiştir.
Osmanlının 623 senelik ömrünü senelere ayırdığımızda da, görürüz ki, Türk her sene içte ve dışta ateşle sınanmıştır. Türk’ün ateşle sınanmasının kemikleri, kanıt olarak, dünyanın dört bir tarafına bırakılmıştır.
Osmanlı; bu kan ve gözyaşı ile bırakılmış olan Türk’ün kemikleri üzerine saraylar kurup, içlerini cariyeler ve içoğlanları ile doldurmuştur.
Diyebiliriz ki; Türk, yatakta rahat ve huzur içersinde ölmemiştir. Türk, İslamı savunayım derken, Müslümanlarca arkadan vurulmuş, Türklüğünü de yitire yazmıştır.
Müslümanlık ve ümmetçilik öğesini öne çıkarmak isteyen devşirme dölleri, Büyük Fransız Devriminin getirmiş olduğu ulusçuluk ateşini fark edememişlerdi.
Osmanlı, Ümmetleşerek Araplaştıkça; Müslüman Araplar ve Azınlıklar, uluslaşmışlardı.
Bulgar Bulgarlığını, Arnavut Arnavutluğunu, Yunan Yunanlığını bilmiş; bizler Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e kadar, yaratmış olduğumuz ”KAVM’İ NECİB’İ ARAP” heyulasının altında ezilmişizdir.

06Araslık 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yamlanmış olan Sayın Orhan Busalı’nın, hâlâ güncelliğini koruyan makalesine de bir göz atalım:
“ULUS VE ÜMMET”
“Alt ve üst kimlikler! Tartışmalardan geçilmiyor ortalık. Bunu esas tartışacak baba tarihçilerimizi ve sosyologlarımızı göremiyoruz.
Ama niye ve ne zaman tartışıyoruz!
Kürtler” ayrılığa giden yolda” milliyetçi kimlik istiyor!
AB, ”Kürt kültürü “ ne çözüm istiyor!
ABD Kürt devleti kuruyor ve Türkiye’dekilere de ilgi gösteriyor.
Ve bu koşullar karşısında Türkiye aciz kalıyor ve soruna çözüm arıyoruz!
İslamcı iktidar, ümmetçi ideolojileri gereği, milleti ümmete dönüştürmek istiyor!
“Büyük vizyoner” Başbakan Erdoğan hemen sepetindeki patatesi fırına sürüyor: ”Bizim ortak yönümüz dindir” diyor ve sadece ümmetçiliğin ülke bütünlüğünü sağlayabileceği” gibi, arkaik bir görüş ileri sürüyor.
Çözüm? Postmodernistler, ümmetçiler, dinciler, liberal aydınlar, çözümü “alt ve üst” kimlik tartışmasında arıyorlar.
Çözümün sihirli anahtarı!
***
İttifaka dikkat: İslamcılar-Her ne pahasına olursa olsun AB’ci ve Amerikancı aydınlar -AB ve ABD (Doğal müttefikleri tabii ki Kürt milliyetçileri).
İdeolojik zeminleri, ulus devlet ve ulusçuluk döneminin sona erdiği tezi.
Paradoksa bakın: Tarihin hiçbir döneminde ulusal devlet kurma, ulusçuluk patlaması bu kadar büyük yaşanmıyor.
ABD, dünyanın en büyük ulus devleti! Giderek keskinleşen bir ulus devlet hem de Çin! Japonya!
Şüphesiz Avrupa’da bir deneme yaşanıyor. Ama deneme. ”Ulusçuluğu” sona erdirmeye yönelik değil! Ulus kimlikleriyle var olunmaya çalışılan ülke denemesi! Tutar veya tutmaz.
Türkiye’nin ulusal kimliğine ve bütünlüğüne atılan en büyük oklardan biri, şüphesiz ki “ekonomik liberalizm”
Zaten, ”alt-üst kimlikle Anadolu Federasyonu “zırvalıklarını “ kol gezdiren “büyük ittifak’ın yapısal harcını oluşturan da, bu ekonomik liberalizm! Yukarıda saydığımız ittifakın tartışmasız elbirliği ettiği konu!
“Ulusal da ne’ymiş!”
“Küreselleşme çağında ulusal ekonomi, ulusal para, ulusal çıkar, ulusal şirket ve kurum mu olur” muş!
Tek akıllı bu ittifak, herkes gerzek!
ABD’NİN en büyük ekonomik ulusalcı, Çin’in en büyük ulusalcı, Japonya, Kore’nin ve diğerlerinin de ulusal ekonomiciler olduğunun kimse farkında değil!
AB de bu karmaşada şimdilik ”AB ulusalcılığı” ile yer almaya çalışıyor!
Türkiye’de ise ulusal adına ne varsa yıkılmaya çalışılıyor!
Bizler, dünyayı anlamayan aptallar!
***
Ümmetçilik, Erdoğan’ın, partisinin ve bütün diğer destekçilerin ayaklarına dolaşır. Arkaik çözümlerin zamanı biteli yüzyıllar oldu!
İhtilalcı Bay Müsteşar, tepeden “Ümmetçi”, ”dinci” bir ülke oluşturmanın teorisini, 1995 bildirisiyle ortaya koymuştu: İslami kültürün egemenliği, yerel ve merkezi, her yerde! Unutanlar arşivlerde bulup okusunlar yeniden!
***
Ulus ne!
Ulus kimliği yok olunca, geride parçalanmış bir topluluk kalır.
AKP; milleti parçalıyor, topluluklara ayırıyor!
Ulus ne? Ne sadece dinsel, ne de sadece ırksal topluluk!
Ulus, ortak çıkar, ortak heyecanlar, ortak dil, ortak duygunun toplamı!
Ulus; toprağın kokusu, heyecanı, çekmesi, rengi, sesi, suyu, dağı!
Ulus; bir hasret, hasretlik!
Ulus, bir görüntü; belleğin üzerine her şeyi inşa ettiği!
Ulus, koşan yarışçımızın ipi göğüslemesi için çarpan yürek!
Ulus; Hidayet’in bütün topları potaya sokmasının anlatılmaz tadı!
Ulus, Gaziantep baklavası, Koksa helvası, Karadeniz fıkrası, laz burnu, Boğaziçi’nin sisi, Koç’un TÜPRAŞ’I!
Ulus, Çanakkale, Kocatepe, Nusret Mayın gemisi, Savarona, Çankaya.
Ulus, bu ülkeye katkıda bulunan herkes. Bilimcimiz; edebiyatçımız, şairmiz, ressamımız, çizerimiz. Yazarımız.”

Osmanlı imparatorluğunun her cephede yenilmesini sağlayan ümmetçilik, Cumhuriyetimizin başına musallat edilerek, Türk’ün dünya sahnesinden silinmesine neden olacaktır.
Şimdi; Sayın RTE’NİN, 1980’li yıllarda etmiş olduğu ve Trabzon asker arşivinde saklanan,  bu konudaki yeminini de okuyalım:
"Ben Muhammet Müslüman ümmetindenim. (BEN; TÜRK MİLLETİNDENİM: Ostüzü). Türkiye dinsiz, laik bir ülke haline gelmiştir. Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunları tatbiksiz edeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma; dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim!”
Türkiye Cumhuriyetini, çağdaş Atatürk devrimlerini savunmak için mücadele edenler neden tutuklanmasınlar!
Türk, gitmiş olduğu her yere, geleneklerinin yanı sıra, yer isimlerini de beraberinde götürmüştür.
Araplaşmanın ve zibidileşmenin yanı sıra bu geleneklerimiz de silinmiştir.
24 OĞUZ BOYU’NUN üzerindeki en büyük otorite; BAYINDIR HAN’DIR. Bayındır Han; senede bir defa OĞUZ BEYLERİNE sarayında ziyafet verir. Ziyafet sonunda; eşini yanına alarak sarayı yağma etsinler diye, Beylere bırakırdı. Saray yağmasında; her BEY, beğenmiş olduğu eşyayı alırdı. Her Beyin bir oğlu Bayındır hanın sarayında kalmak zorundaydı.
Oğul sahibi Han için; içi beyaz keçe döşeli beyaz çadır kurulurdu. Kalaylı kazanda beyaz koyun eti pişirilirdi.
Kız sahibi Han için de; içi kızıl keçe döşeli kızıl çadır kurulur; kızıl koyun eti ile doyurulurdu.
Çocuksuz olan Han için de; içi siyah keçe döşeli siyah çadır kurulur; kara kazanda pişirilen kara koyun eti ile doyurulurdu.
İzmir’in güneyinde bulunan yerleşim yerimizin adı Kızıl çullu idi. Bugün, Nato Güneydoğu Komutanlığının bulunduğu yerde, KIZILÇULLU KÖY ENSTİTÜSÜ vardı.
İsimleri Türkçeleştirme sevdasına düşen bazı aklı evveller, nice Türk isimlerinin de kanına girmişlerdi.
Kız çocuklu bir Bey’in oturduğu yer anlamına gelen Kızılçullu adı ŞİRİNYER yapılmıştı.
Kuzeydeki harabelere Karaca ören; güneydeki harabelere de kızılca ören denilirdi. Mardin ili Derik ilçesi Özel idare memuru Rahmetli Cemil Bey, Kızıl adını sakıncalı bularak, BOYAKLI yapmış olduğu övünerek anlatırdı.
24 oğuz Beyi’nin üzerideki en güçlü ve en tılsımlı olgu TÜRKLÜK olgusuydu. Kök Türklerle başlayan bu Türklük olgusu, Türk’ü asırlarca süren ATEŞTE ATEŞ İLE DÖĞÜLMESİ SÜRECİ sonu, 24 Oğuz boyunun ortak adı olmuştur.
Kayı; Yüregir, Döger, karaevli, Arka evli, Kınık… Gibi boy adları; yer adı olarak, ülkemiz coğrafyasındaki yerlerini almıştı.
24 Oğuz boyu; Ateşlerde dövüle, dövüle Türk çeliği olarak ortaya çıkmıştır.
Müşir Gazi Mustafa Kemal, peşi sıra, ölümüne göz kırpmadan giden bu Türk çeliği ile iç ve dış düşmanları yenmesini bilmişti.
İngiliz silahları ile donatılmış olan Ümmetçiler de Türkleşenler tarafından tasfiye edilmişti.
“Bizim ortak yönümüz İslam’dır!” İslamın ortak yönü bugüne kadar Türk’ün kanını akıtmaktan öte ne sağlamıştır?
İkinci Abdülhamit’in ümmetçilik tutkusu, Milletleşen Arapları bir çatı altında tutabilmiş midir?
Dinleri, dilleri, tarihleri ve peygamberleri aynı olan Araplar; siyasi ve coğrafya sınırları içersinde, biribirlerine düşman olan bağımsız ve milli birer devlet haline gelmişken, Osmanlı hâlâ Türk’e ümmetçilik masalları anlatmaktaydı.
Dış ve iç düşmanlarımızla birlik olan Müslüman tebaamız, Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesini sağlamadı mı?
İçte kavga, dışta kavga; Arapların kutsal yerlerini Hıristiyan âlemine karşı koruyan ve savunan Türk’ü o Müslüman Araplar öldürmedi miydi?
Müslüman milletlerle, Türklüğe düşman olanlar için Türkiye Cumhuriyeti DAR’ÜL HARP BÖLGESİ ilan edilmedi mi?
Müslüman Türkler, Müslüman Araplarca esir edilerek satılmadı mı?
Bütün Müslümanların Halifesi, Kutsal cihat ilan ettiği halde, tüm ümmetçi Müslümanlar bir olarak, İngiliz, Fransız ve Rus ordularının sancakları altında, Müslüman Türk’e karşı dövüşmedi miydi?
Birinci Selim ve Birinci Süleyman döneminde Şeyhülislamlık yapan Ebu Suut Efendi adlı, Türklük ve birlik bilincinden yoksun, dar kafalı Molla’nın “Işıklı taifesi!**Kızılbaşlar **aleyhine vermiş olduğu fetvalar üzerine Osmanlı İmparatorluğunda Türk kıyımı yaşanmadı mıydı?
“Işıklı Taifesinden olanlar, dinden ve dahi imandan çıkmıştır. Canları, kanları, malları ve dahi ayalleri helaldir!” Bu ve buna benzer fetvalarla; Çaldıran muharebesi sırasında, Yavuz Sultan Selim 40.000 Alevi Türk’ü kestirmemiş miydi?
Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü olduğu kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman döneminde; malları ve mülkleri ellerinden alınmış olan Anadolu Türkleri BÜYÜK KAÇKUN’U yaşayarak, çiftini ve çubuğunu bozarak büyük şehirlere kaçmamış mıydı?
Anadolu ve Rumeli Türkleri; işkence, vergi ve Paşalar zulmünden ayaklanmıştı.
Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Rum Mehmet Paşa; Konya’da yapmış olduğu zulümlerin nedenini şöylece açıklamıştı
“İSTANBUL’UN FETHİNİN İNTİKAMI BÖYLECE ALINIR!”
Birinci Sultan Süleyman’ın devşirme Civanı damadı şehriyari Rum İbrahim Paşa; İçel valisinin neden olduğu ayaklanmayı büyük bir Türk kıyımı ile bastırdığından, Ol Padişah’ı Zülcelâl’ın gönlünü bir kere daha fethetmiştir.
Damadı Şehriyari Hırvat Rüstem Paşa da; Şehzade Mustafa’nın ve Şehzade Beyazıt’ in öldürülmelerinde ve Osmanlıyı rüşvet belasına alıştırmada göstermiş olduğu büyük hünerinin meyvelerini toplamıştır. Saptanabilinen terekesi PATATESLER başlıklı yazımda da verilmişti.
Üç Şehzade kardeşini ve 40,000Türk’ü ustalıkla öldürttüğü için; hakkıyla Yavuz sıfatını kazanmıştı.
İki oğlunu ve aç bıraktığı Türk insanını almış olduğu fetvalara dayanarak ortadan kaldırmış olan Birinci Süleyman da, hakkı ile KANUNİ sıfatına lâyık görülmüştür!
Kuyucu Murat Paşa da, KUYUCU sıfatını hakkı ile kazanmıştır! Afyon ve dinar bölgesinde, 100.000 Türkmen’i kuyulara doldurtarak öldürmüştür.
Avustralya Kıtası ve Yeni Zelanda adası, İngiliz İmparatorluğunun her türlü suçluyu sürgün ettiği birer ıssız kara parçasıydı. Buranın nüfusu, her çeşit insanlardan oluşmaktaydı. Bu yeni kıta, İngiltere’ye bağlı, uluslaşamamış bir insan mozaiğini barındırmaktayken ne mi oldu?
Birinci Dünya Savaşı için; buralardan toplanmış askerlerden oluşan Kolorduya, ANZAK KOLORDUSU adı verilmişti.
Bu Kolordu; Mısır’da Ehramların gölgesinde eğitimlerini tamamlayarak, sevk edildiği Çanakkale’de Türk’ün cehennem ateşinde dövülerek yenilmişti.
Çanakkale cehenneminde; Türk’e yenilmiş olan ANZAKLAR, O ateşte birleşmiş, Avustralya ve Yeni Zelanda uluslarını meydana getirmişlerdir.
Masa başı dönek aydınların ve Dedelerimizi soykırımla itham eden Ermenofillerin bilmediği bir Türk destanından söz edeceğim.
Sene 1915-1916; ANZAKLAR; Gelibolu’da, Bolayır’da ve Suvla’da Türk öldürmekle meşguller.
Müslüman Araplar ve Müslüman Zenciler de, bu soylu! Davranış içinde, Efendilerine yaranma savaşındalar.
Bu tarihte; Afganistan’dan Avustralya’ya göç etmiş iki Türk genci yaşamaktadır. Dondurmacı Osman ve Börekçi Hasan. Bu iki Türk’ün Osmanlı devleti ile de hiçbir bağlantıları yoktur. Ateşlerden geçerek, ruhları çelikleşmiş bu iki Türk, önce Osmanlı asker üniforması diktirirler.
Osman Onbaşı rütbesi takar, Hasan da er olur. Silahlanırlar ve ellerine de bir TÜRK BAYRAĞI alırlar.
Avustralya’ya, Avustralya’da savaş açarlar.
Karakolları ve kışlaları basarlar, trenleri kurşun yağmuruna tutarlar, köprüleri havaya uçururlar. Avustralyalılar dehşet içinde kalırlar.
Sonunda da; bu iki Türk askerini, bir yerde uyurlarken yakalarlar ve yargılarlar. Bu iki TÜRK ASKERİ, kendilerini şöyle savunurlar:
“Avustralya; Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halindedir. Anzak Kolordusu Gelibolu’da Türklere karşı savaşmaktadır. Biz de; Türk asker üniforması giyinerek ve Türk Bayrağı altında; Avustralya ile savaşıyoruz.”
Bu iki Türk Askerine, sonradan çok pişmanlık duyacakları ölüm cezası verirler.
Tanrımız bir kere Mustafa Kemal verir. Bir daha Mustafa Kemal vermez. O’NUN sayesinde onurlanan bir ulusun fertleri olarak; O’NA söverek, O’NA her türlü iftiraları yaparak, Arapların bile terk etmiş olduğu ÜMMETÇİLİĞİN  ve Eyaletleşmenin kapısına geldik, dayandık. Osmanlıyı yıkan olguyu kurtuluş reçetesi olarak benimsedik,
Kaşgarlı Mahmut; 1072 tarihinde yazmış olduğu DİVAN’I LÜGAT’İT TÜRK adlı görkemli kitabı ve 24 Oğuz boyu ile Bağdat’a giderek Arap Halifesinin kapısına dayanmıştı.
Müslüman olduğunu sanan Türklerin kapısına da Araplık-URABİLİK- gitmemek üzere dayanmıştı. Bakınız; Bu ünlü Türk Bilgini neler yazmıştı! Hem de Araplıktan başka bir şey kabul etmeyen bir Arap hükümdara:
“Tanrı, Türkleri yeryüzüne İLBAY kıldı; dünya uluslarının yönetim yularını onların eline verdi. TÜRK DİLİNİ öğrenmek farz ve ayındır”. Osman Türkoğuz, Halifelik, s.47.
Kaşgarlı Mahmut’tan yüzlerce yıl sonra; Ali Şir Nevai; Muhakemet-ül Lûgateyn adlı eserinde:
“Türk’ün bilgisiz zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir yazmaya özeniyorlar. Bir insan, geniş ve iyi düşünen, Türkçede böylesine genişlikler, zenginlikler dururken, bu dilde şiir söylemenin daha yerinde, daha kolay olacağını anlar. Anadilimin üzerinde düşünmeye koyuldum; Türkçenin derinliklerine dalınca, gözlerime onsekiz bin evrenden daha büyük bir evren göründü. Bu evrenin aydınlık alanlarında, esinimin şahlanan atını koşturdum, sınırsız hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım”. Osman Türkoğuz, Halifelik. S.47-48.
Romalı Ünlü hatip ÇİÇERO: ”geçmişten habersiz kalmak demek, her zaman çocuk kalmak demektir” der.
1500 senede oluşan bir katılım, birlik ve beraberlik sağlayamamış; tüm ulusların Arapların kölesi olmasını sağlamıştır. Uluslaşan Araplık, diğer ulusları ümmet potasında bıraktırmıştır.
1984’ten beri; çoluk, çocuk, asker, polis, yaşlı ve kadın dinlemeden haince öldüren ve onları destekleyenlerle ortak bağımız İSLAM değil miydi?
Sayın RTE; dümdüz vaaz verir gibi konuşmaktadır. Tarihi gerçeklerle de pek ilgilenmemektedir: ”ümmetçilikle Osmanlı 600 sene birlik ve beraberlik içersinde yaşamış!” yazık! Pekiyi Anadolu'da ve Rumelinde çıkan ve çok kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanmalara ne buyurulur?
Kürt olduğunu iddia edenlerin bu 30’uncu ayaklanmalarıdır!
“Unutulmuş medeni Vasfı’nı ve ulusal kimliğini” Mareşal Gazi Mustafa Kemal ile kazanmış bulunan Türk, bu yaylım ateşlerinde yeniden kendisini bulacaktır.
Anıtkabire gidenlerin sayısındaki artış, bunun böyle olacağını işaret etmiyor mu?
Bütün ulusların tarihlerini incelediğimizde; görünürüz ki, Türk ulusu ateşten hiç çıkmamıştır.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal bizlere, hem akılcı hem de apaydınlık yolu göstermiştir. Her türlü dogmalardan ve hurafelerden arındırılmış, bilimsel yolu da miras olarak bırakmıştır. O’NUN aydınlık yolu; ne ırkçılığa, ne kafatasçılığa, ne de evrensel maceracılığa çıkmaz.
“Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına, TÜRK MİLLETİ denir!” Diyerek, ÜMMETÇİLİK devrini de kapatmıştır.
Onun için de mozaik masallarını dinlemeyiz.
Bizler; ateşlerde dövüle, dövüle ortaya çıkmış TÜRK ÇELİĞİYİZ.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun getirdiği yeniliklere karşı olmak, ihanetle birdir biliriz.


KAYNAKÇA
1-Oğuzlar, Prof.Dr. Faruk Sümer,
2-Türkçe İbadet, M.Cemal Kutay,
3-TC. Anayasaları,
4-Divan’ı Lügat’it Türk,
5-Muhakemat’ül Lügateyn, Ali Şir Nevai,
6-Türk’ün Ateşle İmtihanı, Halide edip Adıvar,
7-Halifelik, Osman Türkoğuz,
8-Milliyet gazetesi,25 Kasım 1988,
9-Türkiye Mektupları, Mareşal Bernart Helmuth Von Moltke,
10-Cumhuriyet gazetesi,06 Aralık 2005,
11-İslam Hukuku, Prof.Dr. Coşkun Üçok,
12-Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman,
13-Gelibolu 1915,Erol Mütercimler,
14- Gelibolu, Alain Moreheat
15-Türk tarihi,
16-Alevi ayaklanmaları, Baki Öz,
17-Dirlik ve Düzenlik Savaşı, Prof.Dr. Mustafa Akdağ,
18-Hürriyet gazetesi,10 Aralık 2005,
       19-Hammer Tarihi,53’üncü kitap,
21-Cumhuriyet gazetesi,12 Eylül 2006,
22-Hürriyet gazetesi,12 Eylül 2006,
20-Koçi Bey Risalesi, Zuhuri Danişment,










İzleyiciler

Blog Arşivi