24 Nisan 2015 Cuma

2020/BUGÜNLERE ALKIŞLARLA GELDİK?!



             TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV,İZMİR,24Nisan2015.                                                                                                                            Herkes,Laikliğe karşı çıkışı din hürriyeti diye alkışlarken,bendeniz yangınlardaydım.Buyurunuz,felakete alkışı?!                                          Bendeniz, Yargıtayın bu kararı elime geçtiğin de bir Eyvah! Çekmiştim..Bunun arkasının geleceğini de beklemiştim.Önce,Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesi yürürlükten kaldırıldı?!Sonra  da,”HIYANET’İ VATANİYE” KANUNUNU yürürlükten kaldırıldı.Yahudi inancına dayalı Hıristiyan Tarikatı serbest bırakıldı.Sonra da,Laiklik Barajı yıkıldığından,tüm çağdışı yoz İslam Teşekkülleri Türkiye Cumhuriyetine saldırıya geçtiler.Bu günlere geldik,İrtica iktidar oldu.İzmir’de çok önceleri,emekli bir banka müdürü ile iki yaşlı Bayan,Yehova Şahitlerinin propagandasını yapıyorlardı.Günümüzde,bu propagandayı,Genç Kızlarımız,bu konudaki renkli yayınları sergileyerek yapmaktadırlar.Bu kimselerin,oynanan oyuna dair hiç bilgileri yok.Kendilerine anlattıklarımı,büyümüş gözleriyle dinlemekte,kitaplarını toplayarak,çekip gitmektedirler.Sayın Lütfü Livaneli’nin/Asıl adı,Ömer Lütfü Livanelioğlu’dur/ Babası Rahmetli Büyük Hukukçu Mustafa Sabri Livanelioğlu,Laiklik ilkemizi savunarak,bugünler için bizleri ikaz etmişti.Buyurunuz,okuyalım.                                                                                                                                                                                                                                                                           “Türkiye’de Yehova’nın Şahitlerinin Tarihi”

             “Anadolu, tarihte yaşamış imanlı insanların ayak izleriyle doludur. Eğer bu izlerin sahiplerini saptamak mümkün olsaydı kimleri görürdük? Örneğin İbrahim’i görürdük. O, yaklaşık 4.000 yıl önce, zengin bir şehir olan Ur’u terk ederek bugünkü Urfa’nın sınırları içindeki Harran’da (5. sayfadaki resim) yaşadı. Ondan yüzyıllar sonra, MS birinci yüzyılda İsa’nın ilk takipçileri, Anadolu toprakları üzerinde cemaatler kurdular. Bu cemaatler arasında; İzmir, Bergama, Tiyatira (Akhisar), Filadelfya (Alaşehir), Laodikya (Denizli) ve Efesos (çok sayıda turist çeken tarihi bir yer olan Efes; 2. sayfadaki resim) vardı. O zamanlar, resul Pavlus Antakya üzerinden Anadolu’ya geçmişti ve Ege Denizi’nin batı kıyısına kadar seyahat etmişti; amacı bu bölgedeki cemaatleri teşkilatlandırmak ve ziyaret etmekti.

Günlerimizde Yehova’nın Şahitleri dünya çapında yüzlerce ülkede ve adada, İsa Mesih’in ilk takipçilerinin uyguladığı pak ve sade tapınmayı yeniden kurmak için gayret ediyorlar. Türkiye’de, İsa’nın takipçilerinin çağımızdaki bu faaliyeti, 1891 yılında Charles Taze Russell isimli gayretli bir vaizin İstanbul’a yaptığı ziyaretle başladı.

Daha sonra, Tanrı’nın Sözünde bulunan iyi haberi bildirme konusundaki aynı arzuyla başkaları da Türkiye’ye geldi. Mukaddes Kitabı incelemeye ilgi duyan bir grup oluştu ve 1933 yılında beş kişi Yehova’nın Şahidi olarak vaftiz edildi. İsa Mesih’in ölümünün  yıllık anılmasında misafirleriyle birlikte 22 kişi olduklarını görmek onlar için büyük sevinç oldu.

1947 ile 1950 yılları arasında Türkiye’deki Şahitlerin sayısı 60’a yükseldi. Ama bu artıştan herkes memnun olmamıştı. Tıpkı İsa’nın birinci yüzyılda yaşayan takipçileri gibi, Şahitler de yaptıkları iş sonucunda muhalefetle karşılaştı.

Sıkıntı Dolu Yıllar

Türkiye’de Yehova’nın Şahitleri, 1940’lardan 1980’lerin sonuna kadar dinsel açıdan eza gördüler. Her yıl Şahitlerden birkaçı gözaltına alınır ya da tutuklanırdı. Bazıları aylarca hapiste kaldı. Bunların nedeni Türk Ceza Kanununun 163.  maddesinin haksız yere Yehova’nın Şahitlerine uygulanmasıydı. Aslında bu madde devletin temel düzenini dini esaslara uydurmaya yönelik faaliyetleri engelleme amacıyla konmuştu.

Bu dönemde, Yehova’nın Şahitlerinin bir araya gelebilecekleri İbadet Salonları yoktu; bu yüzden dinsel buluşmalar ya da ibadetler için evlerde toplanılırdı. Komşular evlerde yapılan bir ibadeti ihbar ettikleri zaman, o ev basılır ve ibadete katılan Şahitler karakola götürülürlerdi; çoğu zaman da orada sabahlamak zorunda kalırlardı. Şahitlerden oluşan cemaatler ibadet için ancak düğünler gibi fırsatlarda bir araya gelebilirdi. İlginçtir ki, bu tür olaylara katıldıklarında bile özgürlüklerinin tehlikede olduğunun farkındaydılar.

Yaklaşık 40 yılda, Yehova’nın Şahitleri ve onların tapınma özgürlüğü konusunda 50’den fazla dava açıldı. Ancak, açılan bu davaların hemen, hemen hepsi Yehova’nın Şahitlerinin beraatıyla sonuçlandı.

Önemli bir karar 1971 yılında verildi. İstanbul 5.  Ağır Ceza Mahkemesi, Yehova’nın Şahitlerine karşı çeşitli suçlamaları kapsamlı şekilde inceledi. Mahkeme, siyasi güç elde etmeye çalışmadıklarına ve devletin temel düzenini değiştirmekle hiçbir şekilde ilgilenmediklerine oybirliğiyle karar vererek Şahitleri beraat ettirdi. (İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi 19/2/1971 tarihli 1970/66 Esas ve 1971/21 sayılı kesinleşmiş beraat kararı.)

Mukaddes Kitap Kursları Derneği

Yehova’nın Şahitleri mahkemelerde kendilerini daha etkili bir şekilde savunmak için yasal olarak tanınmalıydılar. Türkiye’deki Yehova’nın Şahitleri 10 Temmuz 1974 tarihinde Mukaddes Kitap Kursları Derneği’ni kurdu. Bu Derneğin, ülke çapında toplantılar olan bölge ibadetleri de dâhil, dinsel toplantılar düzenleme konusunda yasal yetkisi vardı.

Ancak, büyük ibadetlere katılmak, not almak ve rapor hazırlamak üzere polisler görevlendirildi. Bazı polis memurları ibadetlerimizde gördüklerine hayran oldular. İbadete katılanların birbirine saygılı davranışından ve düzene uymasından etkilenen bir polis memuru, “Keşke diğer topluluklar da sizin gibi olsa, o zaman işimiz çok azalırdı” dedi.

Mukaddes Kitap Kursları Derneği aynı zamanda İbadet Salonlarının (Şahitlerin toplantı yerlerine bu isim verilir; bu salonlar dünyada genellikle Krallık Salonu adıyla anılır) açılmasını sağladı. Yehova’nın Şahitleri 1975’e kadar yaptıkları gibi, artık evlerde toplanmak zorunda değillerdi. Artık tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ibadetler, İbadet Salonlarında yapılmaya başlandı. İsminden de anlaşıldığı gibi bu Dernek aynı zamanda Mukaddes Kitap incelemelerinde kullanılacak yayınlar bastı. Her ne kadar bu yayınlar her seferinde kapsamlı şekilde incelemeye alındıysa da, hiçbir yayın Basın Savcılığı tarafından toplatılmadı ve yasaklanmadı.

Yargıtay Kararı

Mukaddes Kitap Kursları Derneğinin İzmir Şubesi yöneticisi ve üyeleri hakkında açılan dava dikkate değer bir davaydı. Bu dava Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kuruluna gitti. Genel Kurul Yehova’nın Şahitlerinin cezalandırılmasının anlamsız olduğunu belirten kararında şunları belirtti: “Bir gün gelip sanıkların [Yehova’nın Şahitlerinin] bu inanışları gerçekleşir de dünyada Tanrısal bir yönetim kurulursa, sanıkların buna inanmaları nedeniyle cezalandırılmış olmaları bu sonucu önlemeyecektir. Yok eğer bu bekleyişler bir hayal ürünü ve hoş bir inançtan ibaret kalacaksa bu durumda sanıkların inanışlarının lâik devlet düzenimize zarar vermesi söz konusu olamaz.” (E. 1979/276 ve K.1980/115 T. 24.3.1980)

Bu yerinde saptama, Mukaddes Kitabın Resullerin İşleri kitabında yazılanları anımsatıyor. Beşinci bapta 34’ten 39’a kadar olan ayetlerde “Şeriat müderrisi” Gamaliel’in sözlerini okuyoruz. Orada, Gamaliel’in Yahudi Yüksek Mahkemesine (Sanhedrin), İsa’nın takipçilerinin faaliyetinin arkasında Tanrı varsa, hiç kimsenin bunu durduramayacağını ve bu konuda ısrarla mücadele etmenin Tanrı’ya karşı gelmek olacağını hatırlattığı kaydedilmiştir.

Temsil Heyeti

Her ne kadar 1980’den önce de Türkiye’deki Yehova’nın Şahitlerinin faaliyetlerini İsa’nın yeterlik sahibi takipçilerinden oluşan bir heyet teşkilatlandırıyorduysa da, bu heyetin resmi bir bürosu yoktu. Yehova’nın Şahitlerinin Cemaatinin Temsil Heyeti 1980 yılında Beyoğlu’nda bir büro açarak faaliyetinin mahiyetini ve Heyette yer alan kişilerin kimliklerini yetkili makama bildirdi. Bu dinsel heyet, ibadetler düzenlemek ve önderlik etmek üzere sorumlu kişileri tayin etmek de dahil, Yehova’nın Şahitlerinin tüm faaliyetlerini organize etme sorumluluğunu taşıyordu.

Bu tarihten beş ay sonra, Eylül 1980’de tüm derneklerin faaliyeti Sıkıyönetim kararıyla durduruldu. Ama bu, Yehova’nın Şahitlerinin ibadetlerini etkilemedi; çünkü bu ibadetleri artık Mukaddes Kitap Kursları Derneği düzenlemiyordu. Ancak bir yıl sonra Şişli (İstanbul) İbadet Salonunu basan polis ve sıkıyönetim yetkilileri ibadetin sorumlularını gözaltına aldı. O zamanlar tüm dernek faaliyetleri yasaklanmış olduğundan, sorumlular yasaklanan Mukaddes Kitap Kursları Derneği’nin faaliyetini yürüttükleri iddiasıyla mahkemeye verildiler.

Bazıları, derneklerin kapatılacağı bilindiği için, bilinçli olarak ibadetlerin Temsil Heyeti tarafından düzenlenmeye başlandığını iddia etti. Ancak mahkeme, kanıtlara dayanarak, savcının da talebiyle sanıkların beraatine karar vererek bu konuda bir hilenin söz konusu olamayacağını, çünkü derneklerin faaliyetinin durdurulacağının beş ay önceden bilinmesinin imkânsız olduğunu kabul etti.

Bu arada Temsil Heyetinin üyeleri, farklı suçlamalarla mahkemeye verildiler. Büro açmak ve faaliyetlerini bildirmek için verdikleri dilekçeden dolayı, Dernekler Kanununa muhalefet etmekle suçlandılar. Fakat TC Beyoğlu Birinci Asliye Ceza Mahkemesi suçlu olmadıklarına karar verdi.

Sıkıntının Zirvesi

Sıkıntı döneminin zirvesi 1984-85 yıllarında geldi. 14 Haziran 1984 tarihinden itibaren güvenlik güçleri Ankara’daki Şahitlerin hemen hemen hepsini göz altına almaya başladı. Şahitler, Ankara’da o zamana kadar görmedikleri bir muameleyle karşılaştılar. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk edilen Şahitlerin tümü tutuklandı ve Yargıtay Kararına kadar tam bir yıl tutuklu kaldı.

Bu arada, İzmir’de Sıkıyönetim tarafından verilen bir izinle yapılmakta olan bölge ibadeti, polis tarafından durduruldu. Toplantının ilk günü konuşma yapan 8 kişi göz altına alındı ve daha sonra da tutuklanıp Şirinyer (İzmir) Askeri Cezaevine kondular. Tutuklanan kişiler arasında Yehova’nın Şahitlerinin Türkiye’deki Temsil Heyetinin üç üyesi de bulunuyordu.

Ankara’daki davaya bakan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararı temyiz için Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kuruluna kadar geldi. Genel Kurul bu sefer daha açık bir dille, Yehova’nın Şahitlerinin dinsel faaliyetlerinin korunması gereken bir hak olduğunu vurguladı. Kararda kısmen şunlar belirtildi: “Sanıkların eylemleri olarak tesbit edilen cemaat oluşturma, dinsel inanışlarına göre ibadet etmek, toplanma, inanışlarını öğretme ve yayma faaliyetleri din ve vicdan hürriyetini koruyan Anayasa’nın 24.  Maddesinin sınırlarını aşmamış ve maddenin son fıkrasında yazılı hürriyeti kötüye kullanma ve istismar etme durumu da gerçekleşmemiştir.” (E. 1985/9-596, K. 1986/293, T. 26.5.1986)

1986 yılında verilen bu karar dönüm noktası oldu ve artık Yehova’nın Şahitleri hakkındaki kovuşturmaların arkası kesildi. Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu son kararının belirttiği gibi, Yehova’nın Şahitlerinin Anayasal hakkı kendilerine teslim edilmiştir.

İzmir’de tutuklu bulunanlar 1985’in Mart ayında, Ankara’dakiler de 1985’in Haziran ayında tahliye edildiler.”Bu günlere alkışlarla geldiğimizin belgesidir.?!

 

 

2019/YARGITAY GENEL KRL.YEHOVA ŞAHİTLERİ KARARI



              TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. İzmir;23 Nisan 2015.LAİKLİĞE AYKIRILIK VE POLİTİK BİR KARAR.

            Bendeniz, Yargıtayın bu kararı elime geçtiğin de bir Eyvah! Çekmiştim..Bunun arkasının geleceğini de beklemiştim.Önce,Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesi yürürlükten kaldırıldı?!Sonra  da,”HIYANET’İ VATANİYE” KANUNUNU yürürlükten kaldırıldı.Yahudi inancına dayalı Hıristiyan Tarikatı serbest bırakıldı.Sonra da,Laiklik Barajı yıkıldığından,tüm çağdışı yoz İslam Teşekkülleri Türkiye Cumhuriyetine saldırıya geçtiler.Bu günlere geldik,İrtica iktidar oldu.İzmir’de çok önceleri,emekli bir banka müdürü ile iki yaşlı Bayan,Yehova Şahitlerinin propagandasını yapıyorlardı.Günümüzde,bu propagandayı,Genç Kızlarımız,bu konudaki renkli yayınları sergileyerek yapmaktadırlar.Bu kimselerin,oynanan oyuna dair hiç bilgileri yok.Kendilerine anlattıklarımı,büyümüş gözleriyle dinlemekte,kitaplarını toplayarak,çekip gitmektedirler.Sayın Lütfü Livaneli’nin/Asıl adı,Ömer Lütfü Livanelioğlu’dur/ Babası Rahmetli Büyük Hukukçu Mustafa Sabri Livanelioğlu,Laiklik ilkemizi savunarak,bugünler için bizleri ikaz etmişti.Buyurunuz,okuyalım.

                   YARGITAY   

               Ceza Genel Kurulu

  E* 1979/276 K. 1980/115 T. 2.3.1980

 1-YEHOVAŞAHİTLİĞİ–2-LAYÎKLİĞİAYKIRILIK3-İNAN                                        ÖZGÜRLÜĞÜ, 4-DERNEK SUÇU.

   Önce, Turgut Özal’ın yürürlükten kaldırttığı Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesini okuyalım. Turgut Özal,”Hıyanet’i vataniye Kanununu da yürürlükten kaldırtmıştı. Bu kanunu da Kararın sonunda vereceğim:

Madde163-(Değişik.21.1.1983—2787/10 md.)

“Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal veya                                                                    ekonomik veya siyasi ve hukuki temel düzenini,    kısmen de olsa,      dini esas ve inançlara uydurmak cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya     sevk ve idare          eden kimse sekiz yıldan      onbeş yıla kadar, ağır       hapis cezası ile cezalandırılır.                                                                Böyle cemiyetlere girenler veya girmek için             başkalarına                                                       yol      gösterenlere beş      yıldan oniki yıla kadar ağır hapis cezası verilir.                                                                                                                                                                                                                                                                Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal ve ekonomik veya   hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara          uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla   veya siyasi menfaat             temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dince mukaddes        tanınan           şeyleri alet ederek her ne surette olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır Hapis cezası ile cezalandırılır

                Şahsi nüfuz ve menfaat temin etmek maksadıyla dini                               veya dini hissiyatı veya

                          dince mukaddes tanınan şeyleri veya dini kitapları alet ederek her ne       surette                                                                      olursa

                                             olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse    yıldan beş yıla

               kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri,Devlet daireleri, belediyeler veya sermayesi kısmen veya tamamen okullar,devlete ait olan İktisadi teşekkülleri, sendikalar, işçi teşekkülleri öğrenim Müesseseleri içinde veya bunların memur, müstahdem veya mensupları arasında işle yenler hakkında verilecek ağır hapis

               cezası üçte bir nispetinde artırılır. Üçüncü ve Dördüncü fıkralarda yazılı fiiller, yayın vasıtaları

               ile işlendiği takdirde verilecek ceza yarı nispetinde artırılır.(Devlet Güvenlik).                             

          ÖZET: 1- "Mukaddes kitap Kurslara Derneği" nin İzmir şubesi yönetici ve üyeleri olan sanıkların, toplantılar düzenlemek ve kitap sattırmak niteliğindeki dava konusu eylemlerinde, laikliğe aykırılık suçu oluşmadığı gibi, Dernekler Yasasına giren bir suç da kanıtlanmamıştır. Kökü dışarıda bulunan dermekleri yurt içinde kurma suçu da söz konusu değildir.

2- Tanrı buyruğuna uyarak, İsa'nın gökten inip dünyayı düzelteceğini bekleme yolundaki ana inança ilişkin yayınların okunup tanıtılmasında, düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırları aşılmamıştır.

( 33A s. Anayasa m. 11, 19)

( 765 s. TCK. M. 1^3, 163)

(I63O s. Dernekler K. M. A, 6/1)

Laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai# ve iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarına kıs- mende olsa dini esaslara ve inançlara uydurmak amacı ile propaganda yapmak, bu amaçla cemiyet tesis ve faaliyetlerini idare etmek ve bu şekilde kurulmuş cemiyete, girmekten sanıklar Atalay, Leon, Tahsin, Aşkın, Ahmet, Yüksel, Yılmaz, Erdal, Yani Kosta ve Jozef'in bozmaya uyularak yapılan yargılamaları - sonucu beraatlarına dair (İzmir üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi)’nden verilen 29.12.1978 gün ve 391/532 sayılı hüküm, yerel Cumhuriyet Savcısının temyizi üzerine Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nde incelenerek 7,5. 1979 gün ve 926/2076 sayılı ilam ile onanmasına karar verilmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığının, CMUK’UNUN 322’inci maddesi uyarınca özel dairenin onama kararma itiraz etmesi ve onama kararının kaldırılmasını ve hükmün bozulmasını isteyen 5.6.1979 gün ve 19 sayılı itiraz namesiyle dosyanın Birinci Başkanlığa gönderilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai ve iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esaslara ve inançlara uydurmak amacı ile propaganda yapmak, bu amaçla cemiyet tesis ve faaliyetlerini idare etmek ve bu şekilde kurulmuş cemiyete girmekten sanık Atalay ve dokuz arkadaşının bozmaya uyularak yapılan yargılamaları sonucu beraatlarına ilişkin hüküm, özel dairece: (Sanıklardan Yani Kosta ile Jozef’in, tornacı tanık Hüseyin'e 250 kuruş bedelle sattıkları "Tanrı kötülüğe nasıl müsaade ediyor?" adlı kitabın polise gösterilmesi üzerine soruşturmaya başlanmıştır. Gerek bu kitapta, gerek dosyada bulunan "Mukaddes Kitap Gerçekten Tanrının sözümüdür? "Hayata Sevk Eden Hakikat" adlı kitaplarda, Ahd-ı Atik (Tevrat) ile Ahd-i Cedid (İncil)'i kapsayan "Kutsal Kitap’taki bahisler üzerinde durulmuş, özellikle

Tufan, mucizeler, ahlâk, peygamberliklerin anlamı»kiliseler, Allah kimdir, neden ölüyoruz, İsa, kötü ruhlar, göğe giden küçük sürü, Allah’ın krallığı, hakiki kilise ve onun temeli Allah'ı memnun etmeyen alışkanlıklar, dua, Hıristiyan itaati, hayata karşı İlâhi saygı, aile mutluluğu, hakiki tapınma gibi konular işlenmiştir.

Bunlar, Kur’an dışındaki kutsal kitaplardan esinlenen ve temel inancı Hıristiyanlık esaslarına dayanan dinsel bir kuruluşun "Yahova şahitleri Topluluğu"’nun inançlarını yansıtmaktadır.

Sanıklardan sekizinin İzmir Şubesi Yöneticisi olduğu "Mukaddes Kitap Kursları" Derneğinin, İçişleri Bakanlığı'nca onaylanarak 1.5.1975 gününde ilgililere bildirilen tüzüğündeki amaç ise, Mukaddes Kitabın görüş, inanç ve ahlak anlayışını yaymak, okunmasını ve incelenmesini teşvik etmek, isteyenlere öğretmekten ibaret olarak özetlenebilir.

II.I.I976'dan başlayarak yıl sonlarına kadar süren çeşitli dernek toplantılarına ilişkin polis raporlarında belirtildiğine göre,çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan ve sayıları 50-80'i geçmeyen dinleyicilere,kutsal kitaplardan ayetler okunduğu,Yehova (Tanrı) yolunda gitmenin gerekliliği ,Süleyman'ın meseleleri,çocuk eğitimi, alçak gönüllülük,İsa’nın mucizeleri, sabır ve sadakat, fidye , şey tanın elinden kurtulma,Zeburun bazı parçaları,Adem ile Havva,Hürriyet ve itaat» yakın akraba ile evlenmenin sakıncaları gibi konular üzerinde durulmuş,dualarla başlanıp    a

Dualarla bitirilmiştir.

Anılan raporlarda bu toplantıların yasa dışı propagandalara alet edildiğini ve tüzük dışına çıkıldığını gösterir herhangi bir kayıt yer almamıştır.   

Dinlenen tanıkların anlatımlarında da dava n konusu suçların işlendiğini kanıtlayacak nitelikte bilgilere rastlanmamıştır. Cumhuriyet Savcısının temyiz dilekçesinde, sanıkların yeryüzünde dinsel yönetime dayalı bir düzen kurmak istediklerini işbaşındaki hükümetlerin Tanrı izni ile  ayakta durduklarını savundukları, bu yoldaki görüşlerini kitaplarla yaydıkları ve amaçlarını gerçekleştirrnek istedikleri belirtilmiş, yukarıda adları yazılı kitaplardan örnekler veren tebliğnamede ise bu görüş desteklenmiştir.

Ancak tebliğnamede üzerinde durulan bölümler sanıkların kendi eylem ve çabaları ile gerçekleştirmek istedikleri amaçları kapsamayıp, inandıkları dinsel ilkelerin belirtilmesinden ibarettir.

Bir gün gelip İsa'nın yeryüzüne ineceğine, dünyadaki kötülüklere son vereceğine ve tanrının istediği yolda adil bir dünya krallığı kurulacağına olan inançları, Türkiye'ye özgü bir düzen değişikliğine yönelik olmayıp evrensel çapta bir görüşün ifadesidir. Böyle bir görüşe bağlanmak ise, Anayasanın güvencesi altında bulunan inanç 

ve düşünce özgürlüğünün sınırları içerisinde kalmaktadır. Bu nedenle sanıkların davranışlarının TCK’UNUN 163’üncü maddesinde değinildiği üzere Türkiye Devletinin Temel düzenlerini dinsel esaslara uydurmak amacı ile dernek kurmak ve yönetmek niteliğinde eylemler olarak kabulüne olanak görülmemiştir. Zira sanıkların davranışları dinsel bir inançtan kaynaklanan ümitli bir bekleyiş niteliğindedir. Bu yolda aktif bir faaliyet, sosyal ve siyasal bir amaç peşinde olmadıkları görülmektedir.

Bu durum karşısında, sanıkların eylemlerinde suçluluk olmadığına ilişkin beraat hükmünün gerekçesinde belirtilen hususlar, dosyaya ve kitaplarda yazılı metinlere uygun bulunmuştur) gerekçesiyle yerel mahkeme hükmünü onamıştır.

Onama kararına karşı itiraz yoluna başvuran Cumhuriyet Başsavcılığı: Özetle: Bazı ansiklopedilerde Yehova Şahitliği’nin enternasyonal ve siyasi bir din cemiyeti olduğunun belirtildiği; Yehova Şahitleri'nin dünyevi amaçlarının, dünya toplumları arasındaki ulusal ve siyasal sınırları yek etmek, bunların sembolü olan bayrak ve ulusal marşları tanımamak, ulusların koruyucusu ve savunucusu olan askerliği ve milli savunmayı kaldırmak ve reddetmek ve böylece gökyüzündeki İsa’nın görevlendirdiği kişiler eliyle dünya halkını yönetmek olup, lâik hükümetlerde tam bir aykırılıkları bulunduğu, bu nedenle yayınlanan kitap ve broşürlerin içeriğindeki fikirlerin TCK’NUNUN 163’ücüncü maddesine giren suçları oluşturduğu; toplantılarına katılanlara aynı inançla ilgili yeni yayınları arkasını kesmeden vererek, onları okutmaya çalışmak ve konuşmalar yoluyla sözlü ve okunaklı telkine tabi tutarak aktif, ak- siyoner ve eylemci bir hale getirip, vaiz ve öncü yaparak kendi siyasi çıkarları yönünden şartlandırmaya çalıştıklarının açıkça görülebildiği; merkezi Amerika'da olan ve çeşitli ülkelerdeki şubelerine maddi imkânlarını "İyi umutlar fonu" diye adlandırılan teşkilattan temin eden Yehova şahitliğinin kökü dışarıda, yeryüzünün teokratik bir düzenle idaresini temin için kurulmuş, dinsel niteliğinden ziyade siyasal yönü ağır basan bir cemiyet ve sanıkların İzmir'de faaliyete geçirdikleri derneğinde bu cemiyetin şubesi olduğunu kabulde zorunluluk bulunduğu, yeryüzünde bulunan bütün devlet ve milletleri içine alacak tarzda teokratik bir nizam kurma amaçlarından, açık olarak ismi geçmediğinden bahisle Türkiyeyi soyutlamanın olanaksız olduğu) belirterek onama kararının kaldırılarak, hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

1- Yehova Şahitliği Nedir?

Yehova şahitleri adıyla tanınan ve birçok ülkelerde yandaşlarının bulunduğu anlaşılan toplumsal hareketin doğuş yeri Amerika’dır. Charles Tame Russel tarafından 1882 yılında, Hıristiyanlıktaki teslis ve cehennem inanışına tepki olarak kurulmuştur. 1931 yılında " Yehova şahitliği" adını almıştır. Dayandıkları kitab’ımukaddes, Kur 'an dışındaki kutsal kitaplardan oluşmaktadır. Bunların başlıcalar Tevrat ile İncil’dir. Tanrı adı olarak benimsendikleri Yehova adı, İsrail kaynaklıdır. Yehova şahitleri, Tanrı tanıkları, yani tanrı'ya inananlar demektir. Bunların inandıkları kutsal kitap ile yayımladıkları belli başlı dergiler broşürlerden yer alan temel inançlar şöyle özetlenebilir:

İsa, Allah’ın oğlu değil, insandır ve ilk yaratığıdır. Üçlü Tanrı anlayışı (Teslis-Trinite) ile cehennem inanışı yersizdir. Dünya toplumların yaşayışlarında birtakım olumsuz belirtilerin (Kıyamet alametinin) ortaya çıkmasından sonra, mevcut düzenler değişecek, İsa'nın emrinde bin yıl süreli tanrısal bir 'krallık kurulacaktır. Bu sonuçtan önce Tanrı'nın 1orduları ile şeytanın orduları savaşacak ve Armage- don savaşı İsa tarafından kazanılacaktır. Böylece kurulacak olan yenidünya düzeninde ulusal sınırlar ile bayraklar olmayacak, gereği kalmayacağı için asker ilik mesleki de kalkacaktır.

Yehova şahitlerinin, Tanrıya dayanmaları, kutsal kitabı esas almaları ve İsa'yı peygamber olarak tanımaları bakımından bunların dinsel nitelikte yeni bir akımın izleyicileri olarak tanımlanmaları genellikle kabul edilmiş bir görüştür. Başka bir deyimle 'bu kuruluş, yeni Hıristiyanlık (Neo-Hıristiyanizim) ’hareketinden başka bir şey değildir. Bu yönden bir mezhep niteliği taşımaktadır.

     2. Yehova Şahitliğinin yayılışı, Türkiye’deki çalışmaları.

Bu dinsel kuruluş, çeşitli ülkelerde dernekler kurmak suretiyle faaliyete geçmişlerdir. Türkiye’de Cumhuriyetten önceki dönemlerden beri de varlıklarını göstermişlerdir. Nitekim 1912 yılında İstanbul'da eski harflerle basılan "kitab-ı mukaddes" adlı kitap "Amerikan Kitab-ı Mukaddes Şirketi" tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra 10,7.1975 gününde "Mukaddes Kitap Kursları, Derneği" adı altında İstanbul'da |yeni bir örgüt oluştuğu görülmektedir. Buna ilişkin tüzük, İçişleri Bakanlığınca onaylanarak 1.5.1975

 Gününü en ilgililere bildirilmiştir. Bu derneğin bir

1975 gününde İzmir'de kurularak çalışmaya bağlı bulundukları tüzüğün 11’inci maddesinde şöyle belirtilmektedir.

Mukaddes Kitap Kursları Derneği, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde, dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımı esasının tanıdığı din hürriyeti

 Ve laiklik kuralı içinde Yehova Şahitleri'nin inanç, kültür ve ahlak görüşü açısından, Kitab-ı Mukaddes görüş, inanç ve ahlak anlayışını yaymak, bu kitabın okunmasını ve incelenmesini teşvik etmek ve isteyen herkese öğretmek amacını güder."

Bu maddenin 7numaralı bendinde ise şunlar yazılıdır :"Dernek siyasetle uğraşmaz. Derneğin hiçbir siyasi amacı yoktur. Dernek dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak nitelikleri Anayasa'da belirtilen Türkiye Cumhuriyetinin temel vasıflarına aykırı hiçbir eylem ve faaliyette bulunamaz. Derneğin dini ve ahlaki görüşler yönünden bir din ve mezhep sahiplerinin diğerlerine hâkim ve imtiyazlı olmasına yönelik bir faaliyet ve amacı mevcut olmayıp Anayasa ' da belirtilen din hürriyetine ve dini görüş eşitliğine, laikliğe inanır ve bunların gerçekleşmesini amaç bilir."

3- Davanın geçirdiği evreler:

Kaynağı,niteliği ve hukuki yapısı bundan ibaret olan derneğin İzmir Şubesi'nin yönetim kurulu üyeleri,...    Adında sekiz kişidir.3.6,1977

Günlü iddianamede bu sekiz kişi ile birlikte, adı geçen derneğe girdikleri kabul edilen Jozef ile Yani Kosta haklarında kamu davası açılmıştır. Suç tarihi 27.7.1976 olarak gösterilmiştir. İlk sekiz sanığın eylemlerinin, TCK’UNUN I63/I.maddesine ve son iki sanığın eylemlerinin, bu maddenin 2’inci fıkrasına girer nitelikte olduğu ileri sürülmüştür.23.1.1978 de verilen ilk beraat hükmünün, eksik soruşturma nedeniyle Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nce bozulması üzerine bozmaya uyularak yapılan ikinci duruşması sonunda 29.12.1978 günlü kararla sanıkların beraatlarına ikinci kez hükmolunmuştur. Bu karar, Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesine aykırı olarak7.5.1979 gününde dairece oybirliğiyle onanmıştır.5.6.1979 günlü itiraz yazısında, onama kararı isabetsiz görülerek kaldırılması istenmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında, yukarıda da özetlendiği gibi:

Allah anlamında kullanılan "Yehova"adıyla, Yehova Şahitleri adlı kuruluşun kurucusundan, yayın organlarından, bu kuruluşa bağlanan kişilerin başlıca inanışlarından bu inanışlara göre Armagedon Savaşı sonunda İsa'nın yönetimindeki Yüzkırkdörtbin insanın gökyüzünden yeryüzüne inerek dünyayı kutsal kitaptaki buyruklara uygun biçimde yöneteceğinden, söz edildikten sonra Anayasa'nm 11 ve

19’uncu maddelerinde yer alan vicdan ve din özgürlüğü ile bu hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması konusu incelenmekte ve dava dosyası içindeki "Hayata Sevk Eden Hakikat", "Tanrı neden Kötülüğe Müsaade Ediyor" adlı kitaplar üzerinde durulmaktadır. Bu kitaplarda yer alan görüş ve inanışlardan sonuç çıkarılarak ve üzerinde yorum yapılarak Yehova Şahitlerinin dünyevi amaçlarınızı, dünya toplumları arasındaki ulusal ve siyasal sınırları yok etmek, bunların sembolleri olan bayraklar ve ulusal marşları kaldırtmak olduğu ve son amaçlarının ise dünya üzerin- ide teokratik bir düzen kurmaktan ibaret bulunduğu Öne sürülmektedir. Bu nedenlerle beraat hükmünü onayan Dokuzuncu Ceza Dairesinin 7.5.1979 günlü |kararındaki görüşe katılmadığı belirtilerek anılan kararın kaldırılması istenmiştir.

İtirazda, iddianamedeki yasa maddelerinde değişiklik öngörülmüş ve ilk sekiz sanığın eylemlerinin TCK’UNUN163/1’inci maddesi ile birlikte I63O sayılı Dernekler Yasasının ve 6/1.Maddelerine aykırı olduğu, diğer iki sanığın eylemlerinin ise TCK’UNUN 163/1maddesi kapsamına girdiği belirtilmiştir.

5-itirazın kabul edilmemesi nedenleri:

 Ceza Genel Kurulu bu itirazı her yönden isabetsiz bulmuştur. Şöyle ki, hakkında dava açılan kişiler, iddianamede yazılı on yurttaştan ibarettir.  

“Çaldığı düşüncesini uyandırabilecek biçimde konunun •sınırlarını zorlamak düşünülemez. Olayda, sanıkların olayların dava konusu eylemlerine değinmemiz ve burnunla yetinmemiz zorunludur.

İddianamede ilk sekiz sanığın eylemleri laikliğe aykırı faaliyet olarak gösteriliyor»Bu konuda üzerinde somut olarak durulan faaliyetler şunlardır; [Haftanın belirli günlerinde İzmir'de toplantılar düzenlemek, diğer iki sanığı İzmir'in mahallelerinde dolaştırmak, ayrıya kendilerine yandaş kazandırmak amacıyla Niğde'ye göndermek, on iki sanığın eylemleri ise gönderilen yerlere gidip Yehova Şahitliği- li tanıtmak ve İzmir'de bir tornacıya " Tanrı neden Kötülüğe Müsaade ediyor” adlı kitabı satmak eylem- .erinden ibarettir. Bunun dışında başkaca kitap satıldığını gösterir ne bir iddia, ne de bir kanıt vardır. Bu iki sanığın Niğde'ye ve İzmir'in mahallelerine gönderilmeleri eyleminde esasen bir açıklı yoktur. Bir yurttaşa bedeli karşılığında bir kitap satmak ise hiçbir bakımdan suç olarak söz konusu edilemez. Adı geçen kitapta ve benzeri broşürlerde, Ahd-i Atik (Tevrat) ile Ahd-i Cedid (İncil)'i kapsayan kutsal kitaptaki bahisler üzerinde durulmuş, özellikle Tufan, mucizeler, ahlak, Peygamberliklerin anlamı, kiliseler, Allah kimdir, neden ölüyoruz, İsa, Kötü ruhlar, göğe giden küçük sürü, Allah’ın krallığı, hakiki kilise ve onun temelitAllah'ı memnun eden alışkanlıklar, dua, Hıristiyan inancında, hayata karşı ilahi saygı, aile mutluluğu, hakiki tapınma, gibi konular işlenmiştir.

 Bunlar, Kur’an dışındaki kutsal kitaplardan esinlenen ve temel inancı Musevilikle Hıristiyanlığın bağdaştırılrnasına dayanan dinsel bir kuruluşun (Yehova Şahitleri Topluluğunun)inançlarını yansıtmaktadır.

Böyle bir inanca bağlı bulundukları anlaşılan bu inançlarını genel bir düşünce ile Ve yakıştırma yapmak suretiyle suç saymak, ceza hukuku ilkeleriyle bağdaşamaz.

Haftanın belirli günlerinde yapılan toplantılara gelince: Bu toplantılarda konuşulanlar, dinsel bir takım inançların açıklanması ve ahlâki bazı konuların işlenmesi niteliğindedir. Bunlar dışına çıkılmadığı ve yasalara aykırı bir davranışta bulunulmadığı, her toplantı sonunda görevli polis memurlarınca düzenlenen ve örnekleri dosyada bulunan raporlardan açık bir biçimde anlaşılmaktadır.

"Tanrı Neden Kötülüğe Müsaade Ediyor" adlı kitaptaki inançlara gelince: Burada dava ile ilgili olan husus şudur: Bugünkü iktidarlar Tanrı'nın rızası ile iş başında bulunmaktadırlar. Ama dünya devletlerindeki ahlâki ve düzen bozukluğu zamanla büyümesine devam ettiğinden Tanrı artık bu duruma son vermek ihtiyacım duyacaktır. Bu amaçla İsa'yı yere indirecektir. Isa, gökyüzündeki adamlarıyla böyle bir savaş 1914 yılında başlamıştır.0 günden 70 yıl sonra bu savaş yeryüzüne de inecek ve yapılacak olan Armagedon Meydan Savaşı' uda İsa zafer kazandığı çeşitli ülkelerde görevlendireceği yeni yöneticiler eliyle dünya ülkelerini Tanrı' nın ifadesine ve isteğine uygun biçimde yönetmeye başlayacaktır. İnancın konumuzla ilgili bölümünün özeti budur.

İtiraz yazısına göre, mademki dünya yüzünde gerçekleşecek Tanrısal kaynaklı bir yönetime inanılmış, o halde devlet işleri din kurallarına uydurulmaya çalışılıyor. Mademki dünya devleti kurulunca ulusal sınırlar kaldırılacak, devletlerin\sembolleri olan bayraklar direklerinden indirilecek, gerek kalmayacağı için askerliğe son verilecek, o halde devlet işlerine, dünya işlerine karışılmış oluyor. “Bu görüşte isabet bulmak güçtür. Tersine benzeri davalarda daha önceki yıllarda değişik hukuk kurulularında görevli ve yetkili bilirkişilerce verilmiş olan ve örnekleri dosyada bulunan çeşitli raporlarda, bu yoldaki inançlara bağlanılmasında ve bunların isteyenlere duyurulup yayılmasında TCK’UNUN 163’üncü maddesinin ihlâl edilmesinin sözkonusu olmadığı belirtilmiştir. Adı geçen madde, devlet düz işlerini dinsel esas ve inançlara uydurmak amacıyla örgüt kurmayı ve buna bağlı eylemleri yasaklamıştır. 

  Yehova Şahitlerinin inancana dayan ve mistik bir ümidi yansıtan, Tanrı ve peygamber eylemi olarak bağlandıkları bu görüşleri yansıtan, Tanrı aşmamıştır. Sanıklarca eyleme dönüştürülmüş ve kendi iradeleri ürünü sayılacak bir faaliyet yoktur. Bu yolda aktif hareketleri saptanmış değildir. Kendileri Tanrısal bir yazgının buyruğundadırlar. Bağlı bulundukları dernek şubesini böyle bir siyasal amaçla kurduklarını gösterir herhangi bir kanıt da elde edilmiş değildir.  Tüzükleri dışına çıktıkları ve din özgürlüğünü kötüye kullandıkları saptanmamıştır. İnandıkları kitaplarda belirtilen dinsel inançların gerçekleştirilmesi amacıyla giriştikleri siyasal nitelikte herhangi bir eylemleri söz konusu değildir. Dinsel ve kültürel faaliyetlerinin suç sayılması ise Anayasa’nın ve yasaların özüne ve sözüne aykırı düşer. Kaldı ki, yeryüzünde ki bütün otoritelerin Tanrı’nın müsaadesiyle işbaşında bulunduklarına inanmaktadırlar. Birgün gelip Tanrı bu düzeni değiştirecekse ve sanıklar buna inanmışlarsa bunda, adı geçenleri suçlandıracak bir yön bulunmaması gerekir.

Öte yandan buna benzer inançlara yüzyıllardan beri İslam dünyasın da dahi rastlanmıştır. Şii Mezhebi’ndeki  “Mehdi” inancı ile Sünni Mezhebi’ndeki “Son Halife” inanışı, İsa’nın yeryüzüne inişi ile ilgili inanıştan farklı bir nitelik taşımaz. İslam’daki bu tür inanışlara bağlanmak hiçbir zaman laikliğe aykırı bir suç sayılmayacağı gibi Yehova şahitliğinin bu inanışlarında da suçluluk bulmak mümkün değildir. Böyle bir yorum ceza ilkelerine ve yasa maddelerine aykırı olur. Kıyasla, zorlama ile suç oluşturulamaz, ceza verilemez.

Öte yandan, sanıkların sosyal etkinlikleri yönünden ve bağlı bulundukları derneğin Türkiye’deki varlığı ve gücü bakımından ceza hukukunda söz konusu olan “Elverişli Araç” koşulu da gerçekleşmiş sayılmaz.

Tanrısal bir yönetim kurulursa, sanıkların buna inanmaları nedeniyle cezalandırılmış olmaları bu sonucu önleyemeyecektir. Yok eğer, bu bekleyişler bir hayal ürünü ve boş inançtan ibaret kalacaksa bu durumda sanıkların inanışlarının, laik devlet düzenimize zarar vermesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan kutsal kitaplardan kaynaklanan ve kişilerin kafa ve vicdanlarında yer alan bu nitelikte ki inançların “Elverişli Araç” olarak kabul edilmesi olanak dışıdır.

Sanıkların eylemleri, vicdan ve din özgürlüğünü koruyan Anayasa’nın 19’uncu Maddesinin sınırlarını aşmamış, bu yönden maddenin son fıkrasında yazılı özgürlüğü kötüye kullanmak ve istismar etme durumu da gerçekleşmemiştir. Bu hususlar gerek beraat hükmünde, gerek dairenin onama kararında birbirini tamamlayıcı biçimde yeterince açıklanmış bulunmaktadır. Son iki Sanığın sattığı kitaptaki inanç ve görüşler, yalınız Türkiye’de değil, bütün insanlığı amaçlamaktadır. Yansıttığı inançlar163’üncü maddenin kapsamı dışında kalır. Bu maddede yazılı propaganda veya telkin eylemlerinin yasal unsurları ve koşulları da yoktur. Çünkü dinsel inançların öğretilmesi ve yayılması faaliyetleri din ve inanç özgürlüğünün sınırları içinde kalır. Lâiklik, devletin dinler karşısındaki bağımsızlığı demek olduğuna göre, Sanıkların dinsel kitaplarda yer alan inançlara bağlanmalarında propaganda suçunun bulunmadığı açık bir gerçektir. Keza, dinsel duygu dışında siyasal bir amaçla ortaya çıkan telkin dahi sözkonusu değildir. Dernekler Yasasına gelince;”Mukaddes Kitap Kursları Derneğinin Merkezi İstanbul’dadır. Bunun tüzüğü Hükümetçe onanmıştır. Adı geçen dernek varlığını sürdürmekte ve yaşamaktadır. Bunun bir şubesini İzmir’de açan sanıkların eylemleri, Dernekler Yasasının 4’üncü ve64/1’inci maddelerinde yazılı suç ve cezalarla ilgili görülmezler. Hükümetçe onaylandığına göre, inanç ve düşünme yönünden bağlı bulundukları Newyork merkezi ile olan manevi ilişkileri de, kökü dışarıda bulunan dernekleri yurt içinde kurmak suçuna yer veren Türk Ceza Kanunun 143’üncü maddesi içinde düşünülemez. Nitekim bu maddeye iddianamede değinilmediği gibi itiraznamesinde dahi yer verilmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde bulunmayan Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı M.S. Livanelioğlu:”Yehova Şahitleri olduğunu kabul eden ve amaçlarına ulaşmaları için faaliyetlerini  “Mukaddes Kitap Kursları”adındaki paravan dernek adına sürdüren sanıkların eylemleri, Türk Ceza Kanunun 163’üncü maddesinde yazılı suçun oluşup oluşmadığının tesbiti ve bu davada isabetli bir sonuca ulaşabilmek için önce Yahova Şahitleri’nin inançları, amaçları, çalışma biçimleri ve nasıl bir kuruluş olduğunun bilinmesinde zorunluluk vardır. Amerika’daki Merkez yöneticilerince hazırlanıp, Türkiye’de faaliyete geçirdikleri dernek aracılığı ile yayınladıkları “Tarassut Kulesi, Allah Ak Olsun, Kaybolan Cennetin Tekrar Kazanılmış Cennete, Bütün Milletler Allahın Kırallığı Altında Birleşin ve dava dosyasında bulunan “Hayata Sevk Eden Hakikat” adlı kitap ve broşürlerle, dernek tüzüğünden ve konu ile ilgili ansiklopedik ve bilimsel eserlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere,”Yehova Şahitleri”,dini ve siyasi bir cemiyettir. Burada,”Şahitler “tabiri güçlü tanrı Yehova’ya tanıklık eden, tanıyan anlamında kullanılıyor. Gerçekte, Yahudiliğin tesiri altında kalan ve bir Hıristiyan tarikatı gibi görünen bu dini ve siyasi cemiyet, Amerika’da oturan liderlerinin yönetimi altında, Amerika, Asya, Afrika ve yurdumuzda kesif bir faaliyet içindedir. Şahitler, kitap,mecmua,broşür ve teyp kullanarak halkla temas kurmak ve görüştükleri kimselere telkinle vaazda bulunarak amaçlarını gerçekleştirmeye gayret etmektedirler.”Ful-Time”,Tamgün çalışanlara Öncüler;”yarım gün çalışanlara da “Neşriyatçılar,”diyorlar.Her iki grup Şahitler,Amerika’daki merkezlerinden ve yine oradaki liderlerinden aldıkları direktiflerle faaliyet gösteriyorlar.Mahalle kiliselerine “Kırallık Salonu”,adını vermişlerdir.böylece Şahitler,aynı zamanda bir vaizler cemiyetidir.Kendi adamlarına, Kutsal işçi”,derler.Yehova Şahitleri,milliyetçiliği,milli duyguları reddettikleri gibi milli hudut ta tanımazlar.Ulusların savunucusu ve koruyucusu olan askerliğin,askere alınmasının karşısındadırlar.Ulusal egemenlik,bağımsızlık,milli hâtıralar ve kahramanlıkların sembolü olan bayrağı ve sancağı selamlamayı da reddeder ve bu çeşit davranışları puta tapmak sayarlar.Şahitlerin boşanmaları yasaktır.Seçimlere iştirak etmeyi,seçme ve seçilmeyi günah sayarlar.Sığara ve içki içmek ve heykel yapmak haramdır.Kendilerinden olmayanı düşman tanırlar.Ahirete ve cehenneme inanmazlar.Yehova’nın güçlü bir tanrı olduğuna,İsa’nın da vaadedilmiş bir dünyanın kıralı olup,bu kırallığın gökte taç giymiş bulunduğunu,yakında” Armagedon” savaşında,yeryüzündeki kötü insanları yok edip,asıl hedefleri olan dünya kırallığını kurağına inanırlar.Bu kırallık,yeryüzündeki bütün milletlerin siyasi sistemleri yıkılmak ve ortadan kaldırmak suretiyle tesis edilecektir.Milli hükümetlerini Allahın kırallığına teslim etmeyenler,helâk edilecektir.Yeryüzündeki bütün siyasi sistemler bir canavardır.Armagedon savaşı ile yok olacaklardır.Yehova’nın ikazlarına kulak verip,şimdiden ona boyun eğenlerin davranışlarını,yukarıda açıklanan ilkelere uyduranların yeryüzünde kurulacak  bir dünyada  ebedi olarak yaşayacaklarını telkin ederler.Amaçlarının tahakkuku için binlerce broşürler  kitap,mecmua,broşür ve  teyp bantları hazırlayıp,bunları türlü dillerde bastırıp bütün dünyaya yaymaktadırlar.Şimdiye kadar,100 ayrı dilde 643 milyon nüshadan fazla kitap bastırıp dağıttıkları bilinmektedir.Dergi ve broşürler bu rakama dahil değildir.Memleketimizde de pek çok kitap ve broşürleri,Türkçe olarak bastırıp dağıtmışlardır.Sanıklardan bir kısmının İzmir Şubesi yöneticisi oldukları;”Mukaddes Kitap Kursları Derneği’”nin tüzüğünde:”Amaçlarının Yehova Şahitlerinin,inanç,kültür ve ahlâk görüşü açısından ,Kitabı Mukaddes görüş,inanç ve ahlâk anlayışını yaymak  ve bu kitabın okunmasını  ve incelenmesini teşvik etmek ve isteyen herkese öğretmek,”olduğu ;bu yolda “eğitici programlar,konferanslar düzenlemek,yayınlarda bulunmak,yabancı dillerdeki eserleri Türkçeye çevirmek “için derneği faaliyete geçirdikleri belirtilmiştir.Sanıklar savunmalarında:”Yehova Şahitliğinin bir din olduğunu”,”bu dinin gerektirdiği bütün vecibeleri benimsemiş ve yerine getirmek için çalışan kimselerden olduklarını “;”Sanık Kosta’nın Muhbir Hüseyin’e vermiş olduğu broşürdeki esasları da kabul ettiklerini”,”Derneğin Yehova  Şahitliği Dinine hizmet eden,çalışanlarını geliştirmesi ve yayılması bakımından yasal yönden çözüm getiren bir vasıta olduğunu,kanuni bir ihtiyaçtan doğduğunu,yayınlarının meşruluk kazanması için bir dernek kuruluşuna zaruret duyulduğunu “;”Mukaddes Kitap haricindeki yayınlardan da  dernek yönetim kurulunun malumatı  bulunduğunu”,”İçlerinden bazılarının dinlerini değiştirip,Yehova Şahidi olarak nüfus kütüğüne kayıt ettirdiklerini”;”Seçme ve seçilmeyi mubah saymadıklarını,inandıkları dinin bu faaliyetleri günah saydığını”;”Askerliği mecbur tutmadıklarını “söylemişlerdir.Yehova Şahitlerinin dünya görüşünün yayılması için çıkarılan pek çok kitapta olduğu gibi,dosyada mevcut,”Hayata Sevk Eden Hakikat,”adlı kitapta,Yehova Şahitlerinin inançları doğrultusunda bugünden faaliyet göstermeleri,inançlarına uymayan yasalara karşı gelmeleri gerektiğini telkin eden pek çok kısım bulunmaktadır. Örneğin:

a-Allah’ın rızasını kazanmak için Mukaddes Kitabı tetkik etmek ve Allah’ın iradesi hakkında bilgi edinmek şarttır. Fakat İsa Mesih’in söylemiş olduğu veçhile, mühim olan bu iradenin yerine getirilmesidir. Bir kimsenin işleri öğrendiği şeylere uygun olmalıdır. Öyle ise, Allah’ı memnun etmek için,bir kimsenin dini inanışı Mukaddes Kitapla tam bir ahenk içinde olmalı ve hayatın her safhasına tatbik edilmelidir.S.16.

b-“Yehova Allah”,adil sistemdeki hayatımız için bizi talim ve teçhiz etmek üzere kullandığı bir teşkilata sahiptir. Şimdiki kötü şeyler sistemi yok olduktan sonra, insanlar her yerde Allah’ın yolunu takibedecekler, Allah’ın hükümeti, yegâne hükümet olacaktır. Yeryüzünde müşarekette bulunmak için, Allah’ın tasvip ettiği kavimden başka kimse kalmayacaktır. Edin olacaktır. Bundan dolayı, en hikmetli hareket, yazılı sözü olan Mukaddes Kitap vasıtası ile verdiği eğitimden faydalanarak Allah’ın yolunda yürümeye şimdiden çalışmaktadır. Bunu takdirde, Allah’ın adil yeni sisteminde ebedi hayat arzu ettiğimiz söylendiği zaman, bunu gerçekten ciddi olarak istediğimizi ispat etmiş oluruz.(S.151).

c-“Fakat siyasi otoritelere karşı gösterilen tabiiyetin derecesi nedir? Acaba sınırsız mıdır? Acaba beşeri kanuna gösterilen itaat, Allah’ın kanununa gösterilenden daha mı önemlidir? Kat’iyen. (S.174)”

d-“Allah’ın tasvibini kazanmak istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız, kanuna itaat, hayatında ciddi bir mesele olacaktır. Bu komşularının şahsına ve mülküne gereken itibarı göstermene sebeb olacaktır. Seni hükümet memurlarına karşı saygılı kılacaktır. Fakat herşeyden önce, hayatını yüce kanun verici olan Yehova Allah’ın adli kararları ile tam bir ahenk içinde bulundurmana sebebiyet verecektir. (S.178)”.

e-“Kendileri, Devletin Kanuna karşı mükellefiyetlerini hafiften almadılar; fakat insan kanunu ile Allah’ın kanunu arasında doğrudan doğruya bir ihtilaf baş gösterince onlar en üst olarak Allah’ın Kanununu kabul ettiler. Onların götürüldükleri mahkemenin hürmet edilen bir üyesi, bunun farkında olarak meslektaşı olan hâkimlere, kendilerinin hükümet memurları olarak Allah’a karşı cenk edenler haline gelmemeleri için, bu Hıristiyanlara engel olmalarını hikmetle nasihat etmiştir.(S.175)”.

Görüldüğü gibi anılan kitap ve broşürlerde yer alan ve olanaklar ölçüsünde temas kurdukları kişilere aşılanmak istenen fikir ve öneriler, Yehova şahitlerinin amaç ve faaliyetlerini göstermeye yeterlidir ve bunların sadece masum bir inanış olarak kabulü mümkün değildir.

Laiklik deyiminin aslı Latincedir. “Laicus” kelimesinden gelmektedir ki, “dini ve ruhani olmayan” anlamını ifade eder.

Türk Hukuk sözlüğünde laiklik: “Devlet idaresinde ilim ve fen icaplarının ve münhasırsan Dünya ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasına ve dinin ancak vicdana taalluk edip Dünya ve siyaset işlerinde müdahalesi doğru olmayacağına ve bu kanaatle tesis edilen ve idarenin hakiki terakkiye edeceğine inanmanın sembolü olarak tarif edilmiştir.

Çoğunluk görüşünü benimseyen bazı üyeleri, Anayasamızın vicdan ve din hürriyeti ile ilgili 20’inci maddesi karşısında sanıkların eylemlerinin suç teşkil etmeyeceğine değinmişlerdir.

Anayasamızın 20’inci maddesi; herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu ve bu düşünce ve kanaatlerini söz, yazı ve resim gibi her türlü vasıta ile tek başına veya toplu olarak açıklayabileceğini ve yayınlayabileceğini belirtmiş ve bundan başka hiç kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını hükme bağlamıştır.

Anayasamızın Kurucu Meclisteki müzakereleri sırasında, iş bu maddenin fikir ve düşünce hürriyetine hudut çizmediği ve bu itibarla mahsurlu olduğu ve filhakika bu hükmün mesela Nasyonal Sosyalizme yahut Komünizme veyahut irtica ve ümmetçiliğe kayan fikirlerin fertler tarafından tek ya da toplu olarak yayınlanmasına mani olamayacağı ileri sürülmüştür.

Bu görüşe karşı komisyon sözcüsünce verilen cevapta: maddelerin yalnız başlarına ele alınarak değil fakat “gai”/Amaçsal yorum/ esaslara göre tetkik ve tefsir edilmesi gerektiği; Anayasamızın esas itibariyle hürriyetleri imha edici faaliyetleri men eden ve realist bir hürriyet anlayışını kendisine temel ittihaz eden bir Anayasa olduğunu ve bu sebeple laik ve demokratik nizamı yıkmak isteyen fikirlerin ifade edilmesinin fikir hürriyetine dâhil sayılamayacağı, bilakis suç olacağı belirtilmiştir. (TBMM Tutanak dergisi, cilt 3, 44’üncü birleşim, 13.4.1961, s, 445,450) (Türk Anayasa Hukuku Umumi Esasları, Prof.Dr. İlhan Arsel, 1962 basımı s. 465)

              Laiklik ilkesinden ne anlaşılması ve Anayasamızın 19’uncu maddesinin ne şekilde yorumlanması gerektiği konusunu inceleyen Anayasa mahkemesi ise 2.10.1971 gün ve E.1970/53 K.1971/76 sayılı kararında: “Ülkemizde 1961 Anayasası ile kabul edilmiş olan laiklik ilkesi, geçirilen tarihi tecrübelere, devrimlere, Ulusun dini ve siyasi özelliklerine ve yurdumuzun koşullarına uygun bir anlam taşımaktadır. Anayasamızın 2’inci maddesinde yer alan laiklik ilkesi, devletin niteliklerinden birini açıklar ve belirler. Burada ki laiklik ilkesinin kavramını saptamak Anayasanın konu ile yakın ilgisi bulunan özellikle başlangıç bölümünün 2, 19, 153 ve 154’üncü maddelerinin ışığı altında inceleme yapılması ve Anayasa koyucunun kastettiği anlamın araştırılıp tartışması uygun olacaktır. Anayasanın 53’üncü maddesinde, bu Anayasanın hiçbir hükmünün Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı güden, Madde metninde gösterilen devrem kanunlarının, bu Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlülükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı Olduğu şeklinde anlaşılamayacağı belirlenerek böylece laik devlet düzeninin korunması hedef tutulmuş bulunmaktadır. 1961 Anayasası ile güdülen ana erek başlangıç bölümünde “Türk Ulusunun daima yücelmesi” ve 153’üncü maddesinde ise “Türk Ulusunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi” biçiminde saptanmıştır. Bu esasları Anayasada yer alması, az önce açıklanan ana ereğe varılmasını engelleyebilecek veya zorlaştırabilecek nitelikte hiçbir hak ve özgürlük Anayasada tanınmış olduğunu, Anayasada benimsenmiş laiklik düzenine ilişkin kuralların ancak bu ana ereği gerçekleştirme doğrultusunda yorumlanabileceğini, bu ana ereğin Anayasada görülen birçok sınırlandırmaları zorunlu kılan bir neden, daha açıkçası Anayasada benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğunu anlatır. Bu nedenledir ki tarihi tecrübelerden ders alınarak ülkemizde bu ana amaca aykırı erek güden dini örgütlerin kurulmasına Anayasa hükümleri ile olanak tanınmamıştır… Laiklik ilkesinin önemli esaslarından olan bu hükümler din ayrımı gözetmeksizin herkesi kapsamakta bulunmuş ve  hayatına etkili olabilecek ilişkilerde ölçüsüz hak ve sınırsız hürriyet düşünülemeyeceğinden, din hürriyetinden doğan hakların da bireyin manevi hayatı alanından taşıp toplum alanına ve toplumun huzurunu ve çıkarlarını tehdit eden eylem ve davranışlarına dönüşmesinin milletin çıkarlarını ve huzurunu korumakla yükümlü olan devletçe önlenmesi zorunludur.,, Din hürriyetinin Anayasa ile çizilen sınırlarının ihlali, dinin sömürülmesi ve kötüye kullanılması, devletin laiklik esasına dayanan  düzenine karşı gelinmesi anlamını taşımakta; Anayasanın temel ereklerini engelleme sonucu doğurmaktadır. Böyle bir tutumun ve sınırsız, denetimsiz bir din hürriyeti ve bağımsız bir dini örgütlenme anlayışının ülkemiz için pek ağır tehlikelerle yüklü olduğu uzak ve yakın tarihi tecrübelerle anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Anayasa koyucu, mabedin işleriyle uğraşan kimselerin özerkliği veya bağımsızlığı biçiminde sınırsız ve devletin denetimi dışında kalan bir din hürriyeti anlayışının Anayasada kabul edilen laiklik düzeni ve ilkelerine uyun görmemiştir… Yukarıda açıklanan nedenlere dayanan zorluklar karşısında Anayasamızda din ve devlet ilişkileri tayin edilirken, din hürriyetinin bireyin manevi alanına ilişkin olanlarının dışındaki bölümleri için bir takım sınırlamalar getirilmiş ve kurulmuş olan laik devlet düzenini korumak üzere yaptırımlar konulmuştur. Bunların sonucu olarak devlete din hürriyeti üzerine bir denetim yetkisi tanınmış bulunmaktadır. Bu yetki din ayrımı gözetmeksizin bireylerin dini inançlara tecavüzlerini önleyici tedbirler almak ve ibadetlerin, dini ayin ve törenlerin kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara uygun olup olmadığını izlemek, dini sömürmeyi ve kötüye kullanmaları ve dini taassubu önlemek gibi biçimlerde kendini göstermektedir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer alan ve “Türk Ulusu’nun daima yücelmesi” “Türk Ulusu’nun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi” deyimlerinde ifadesini bulan ana ereğin gerçekleştirilmesi mümkün görülmüştür.”Denilmektedir. Esasen, mahkemeler uygulayacakları yasayı, yorum yoluyla dahi Anayasa ile bağdaştıramazlarsa, bu takdirde kendiliklerinden o yasayı uygulamaktan kaçınamazlar. Anayasanın öngördüğü usule uygun olarak iptalini sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine başvurulmalıdır. Zira Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasının geçici 9’uncu maddesi, Anayasadan önceki yasalar hakkında da Anayasa Mahkemesi’nde Anayasa uygunluğunun denetlenmesinin yapılacağını hükme bağlamak suretiyle Anayasa ile zımni ilgayı ilke olarak reddettiğinden –Onur Armağanı, Dr. İsmet Ocakçıoğlu, kurallar zinciri ile ilgili bazı sorunlar, s.507.Türk Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesinin bütün unsurları ile yürürlükte bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu genel açıklamalardan sonra, Yehova Şahitlerinin bilhassa milliyetçilik, seçimlere katılmama, askerlikle işleviyle ilgili propaganda ve telkinlerinin Anayasa düzenimizi temelinden sarsacak nitelikte bulunduğunun belirtilmesinde fayda bulunmaktadır. Anayasamız esasında milli bir karaktere sahiptir. Yani, Millet ve Milliyet ilkeleri üzerine bina edilmiştir. Millet, Milli şuur, Milliyet, Milliyetçilik gibi biri birini tamamlayan mefhumlar ve prensipler, bir demet halinde biraraya gelerek Anayasamızın dayandığı, üzerinde inşaa edildiği temel ilkelerden, temel sütunlardan birini teşkil eylemektedir.”Profesör Dr. Selçuk Özçelik, Anayasamızın dayandığı Temel İlkeler, İ.Ü.Hukuk Fakültesi Mecmuası, Özel Sayı,1977.

              Gerçekten anayasamızın başlangıç kısmında Türk Milleti’nin “bütün fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, milli birlik ruhu içinde, daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak …”Bu, Anayasanın kabul ve ilan ettiği, açıklıkla belirtildiği gibi 2’inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Milli bir devlet “olduğu da hükme bağlanmıştır.

             Anayasamızın 55’inci maddesinde:”Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme ve seçilme hakkına sahiptir”,56’ıncı maddesinde:”Vatandaşlar siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve çıkma hakkına da sahiptir… Siyasi partiler, ister iktidarda olsun, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.”Denilmektedir.

             Seçimlere katılmanın anayasal düzenimizde, önemine ilişkin Anayasa Mahkemesinin 6 Mayıs 1968 gün ve ek 5/13 sayılı kararında:”Demokratik İdarenin”,”Halkın, halk tarafından, halk yararına yönetilmesi” demek olduğunda şüphe yoktur. Buradaki özellikle “halk tarafından,”deyimi, eldeki konuyu yakından ilgilendirmektedir. Devletlerin sosyal durumlarında beri süregelen gelişmeler, halkın yönetimi bizzat elinde tutmasına maddi vermediğinden e fiili imkân vermediğinden, temsilciler yoluyla idareye katılmalarını zorunluluğunun ortaya çıktığı ve temsili rejimlerin bu zorunluluğun sonucu olarak kurulduğu bilinen vakıalardır. Doğrudan doğruya halk idaresinde halkı, nasıl halkın çoğunluğu yönetmekte idiyse, temsili rejimlerde de yine halkın çoğunluğunu temsil edenlerin yönetimin başında bulunmaları gerekmektedir. Ancak, böyle bir temsili rejimin demokratik niteliği var sayılabilir. Serbest oy esasına göre yapılan seçim seçmenin oyunu baskıya, kanun dışı bir müdahaleye uğramadan ildiği bir kullanabildiği bir seçimdir. Ancak bir eylemin serbest oy esasını zedelemesi için baskının mutlaka fiili ve maddi olması gerekmez. Serbestlik ilkesi, aynı zamanda seçmen iradesine dolaylı yollardan müdahalede bulunacak veya etki yapacak bir engel ve tedbirin seçmen karşısında çıkartılmamasını zorunlu kılar. Anayasa, siyasi parti kurmayı, partilere girmeyi ve çıkmayı bir hak olarak tanımış; bunların kuruluşunu herhangi bir izine bağlamadığı gibi, kurulduktan sonra serbestçe faaliyette kalmalarını teminat altına almış ve siyasi partileri, ister iktidarda, muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları saymıştır. Serbestçe faaliyette bulunma deyiminden ereğin siyasi partilerin davranışları karşısında bir takım fiili engeller çıkartılmaması olduğu gibi, bunların Anayasa ile tanınmış haklarını kullanmalarının, kanunlarla dahi engellenmemesi olduğu ortadadır. Anayasanın bu hükmü,çok partili siyasi hayatın ülkede hâkim olması erek ve isteğinin ifadesinden başka bir şey değildir;”denilmektedir. Ülkemizde yasama organı üyelerinin ve mahalli idareler yöneticilerinin seçimle işbaşına geldiği düşünülürse, seçme ve seçilmeyi günah sayan, üyelerine ve ilişki kurdukları herkese bu yolda propaganda ve telkinde bulunan bir zihniyeti anayasal düzenimizle bağdaştırma olanağı bulunmadığı gibi, askerlik ödevinin gerektiği gibi yerine getirilmemesi ile ilgili propaganda ve telkinleri “vatan hizmetinin her Türkün hakkı ödevi  ve  olduğuna,”ilişkin anayasanın  60’ıncı maddesi; Yehova Şahitlerinin bayrağı ve sancağı selamlamama, milli hudut tanımama ye olundaki inanç ve eylemlerini de Anayasanın 54’üncü maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”,3’üncü maddesindeki “Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür,”hükmü ile bağdaştırmaya olanak yoktur. Ayrıca Anayasamızın 54’üncü maddesinde,”Vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemde” bulunmanın vatandaşlıktan çıkarılma nedeni olarak gösterildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.”Vatana sadakat borcu “ açısından Devletin, Ülke bütünlüğünü ve savunma olanaklarını ihlal eden fiillerin, korunan bu hukuki değerler yönünden tehlikeli sayılan bu hareketlerin cezalandırılmalarının ise anayasal sistemlere ve demokratik ilkelere uygun olduğu kabul edilmektedir.

Türk Ceza Kanunun 163’üncü maddesiyle:”Devletin iktisadi, siyasi, hukuki ve temel nizamlarının laikliğe aykırı olarak ve dini esas ve amaçlara uydurulması amacıyla dini propagandanın yapılması, bu amaçla cemiyet kurulması “yasaklanmış ve ceza müeyyidesine bağlanmıştı-

TCK’UNUN 163’üncü maddesi”,kaynağını” Hıyaneti Vataniye Kanununda” bulmaktadır. Daha sonra,22 Nisan 1925 tarihinde 635 sayılı kanunla Ceza Kanununun hükümleri değiştirilerek aynı fiil Cezalandırılmış;1926 yılında da 163’üncü madde, Türk Ceza Kanununda Yerini almıştır. Madde, daha sonra1949 yılında 5435 sayılı kanunla değiştirilerek bugünkü şeklini almıştır. Daha sonra,24 Temmuz 1955 tarihli 6187 sayılı kanunla da ,”Siyasi veya Şahsi nüfuz ve menfaat temini maksadıyla dini veya dini hisleri yahut dince mukaddes tanılan şeyleri veya dini kitapları alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan “kişilerin bu fiilleri suç sayılmıştır. Söz konusu maddeler, temelde din propagandasını sınırlamaktadır. Din propagandasının, Devletin Laik temel sistemine karşıt bir içerik taşıması durumunda suç sayıldığı ve dinin şahsi ve siyasi etkinlik sağlamak için kullanılmasının yasaklandığı görülmektedir.”Türk Basın Hukuku, Dr. Çetin Özek,s.454.

Maddenin uygulandığı şeklini açıklayan Adalet Bakanlığının 22 Mayıs 1953 tarihli tamiminde :”Propaganda ve telkin, ya devletin temel nizamlarını dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla yahutta siyasi menfaat veya şahsi nüfuz temin ve tesis eylemek maksadıyla yapılmış olacaktır… Bu esaslar dairesinde mütalaa olunan propaganda ve telkinin sureti icrasını kanun tahdit etmemiş, her ne suretle olursa olsun demekle bütün icra tarzlarını müeyyidesi altına almıştır.”Denilmektedir.

5435 sayılı kanunun Hükümet gerekçesinde, Devletin içtimai temel nizamı”,bir cemiyetin varlığını ve devamını sağlayan ve koruyan bütün kaide ve Müesseseler,”olarak ifade edilmiş,”içtimai nizamın geniş surette yorumlanması gerekeceği” de tasrih olunmuş,Adalet Komisyonu raporunda ise ,”içtimai temel nizamın”,diğer temel nizamlarla müşterek olduğu,”belirtilmiş ve,”cemiyetin idamesi için riayeti zarureti” ile bir ölçü verilmek istenmiştir.”

“Devletin içtimai temel nizamı doktrinde farklı anlayışlara yol açmaktadır ve daha ziyade içtimai nizam bir toplumun varlığını ve devamını sağlayan ve koruyan bütün kaide ve müesseseler,”şeklinde bir anlayış üzerinde fikirler toplanmaktadır. Kanun koyucunun genel ve gerçek iradesi en veciz şekilde şöylece özetlenmiş: “Hiçbir zaman Türkiye Ortaçağa dönmeyecektir!”Atatürk’ün yanıldığı, isabetsizliğe uğradığı hiçbir hükmü yoktur.”Türk Ceza hukuku Hususi Hükümler”,Profesör Dr. Faruk Emre,1965 basımı s.95 ve devamı. Gerçekten Laiklik, Atatürk Devrimlerinin en önemlilerinden biridir. Atatürk,  Büyük Nutkunda, Laikliğe büyük önem vermiştir. Kurduğu partiye Laiklik prensibini temel kaide olarak koymuş, Anayasaya, Ceza Kanununa,Cemiyetler Kanununa Laikliğe aykırı faaliyetlerin  müeyyideleri Atatürk zamanında  konulmuştur.Atatürk,Laikliğe aykırı faaliyetleri Vatana İhanet kabul ettiğinden 1925 yılında Hıyaneti  Vataniye kanununa özel hüküm konulmuştur.”Topluma Karşı İşlenen Suçlar,Sadi Kazanca,s.125.”

“Bu nedenlerle: Siyonizmin beynelmilel amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla—Dünya’da yalınız İsrail’de faaliyette bulunmadıkları bilinmektedir!”—Bilhassa Milliyetçiliği, Milli duyguları, Bayrağı ve Sancağı selamlamayı reddeden, milli hudut tanımayan, seçimlere katılmayı bile günah sayan, bu suretle çeşitli ülkelerin vatandaşlarının devletlerine olan bağlarını zayıflatmayı hedef alarak faaliyet gösteren Yehova Şahitliği, dinsel görüşü benimseyip,inançla savunan ve bu inançlarını Türkiye’de kurdukları kökü dışarıda dernekleri ile yaptıkları toplantılar,yayın,vaaz ve propagandalarla,masum bir inanış maskesi altında,fakat  bilinçli bir şekilde eyleme dönüştürdükleri anlaşılan sanıkların eylemlerinin,Laik aykırı olarak,Devletin içtimai,siyasi ve hukuki temel nizamlarını dini esas ve inançlara uydurma amacına yönelik ve TCK’UNUN 163’üncü maddesini ihlal eder nitelikte olduğu) kanısı ile beraat hükmünün onanmasını öngören çoğunluk görüşüne karşı olduğu belirtilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan üyelerden M.Kaya:”Tarihte ve zamanımızda din—Die Religion Geschihte Gegenwardt 3 Auflage Tübingen 1962,6’ıncı cilt,s.1903-1906---Zeugen jahovas adlı kitapta,Yehova Şahitleri hakkında şu bilgi verilmiştir:”…jezuz Kristus—İsa Mesih—dünyaya gelmiştir.Tanrı Yehova onu ruhani bakımdan tekrar diriltmiş ve O’NU,1874-1914’den itibaren ,görülmez teokratik organizasyonun Kralı,Başkanı yapmıştır.””Her devlet ve bütün milletler şeytanın bir aleti olarak reddedilir,kabul edilmezler.Yehova Şahitleri,teokratik organizasyonun fertleri olarak her askeri görevi –Daha sonra hapsedilenler bile—reddetmektedirler.”…Tanrı,Yehova Şahitlerinin planını yürüten bir organizatör “olarak görünmektedir.

Midyan Kabilesinin bir aşiret ilahı, yahut Sina Dağına yerleştirilen bir fırtına ilahı olan Yahre ve Yehova Musa’nın—Moşe—Zamanından beri tarihte faal ve müessir olan İsrail’e bağlı bir gerçek ilah şeklinde gösterilmektedir.”Prof.Dr.Anna Marie Schhimmel,Dinler Tarihine Giriş,Ankara 1965,s.194.”İskenderiye Kütüphanesine Dair” Risalenin 115’inci sahifesinde İngiliz tarihçisi Gibon’un tarihinin 61’inci babında,Yahudi peygamberlerinin verdikleri haber olarak şu husus belirtilmiştir:”…Yahudiler,Yehova’nın idaresinde dünyayı idare etmeye devam edeceklerine dair cihan saltanatlarını kurmak yolundaki 2000 küsur yıllık şaşmaz davaları,Allah;Din,ve Devlet gibi  mukaddes mefhumların yıkılmaları hususunda her türlü çareye başvurdukları ,Yehova Şahitleri,adlı teşekkülü de bu amaçla tarihi emellerine alet ettikleri anlaşılmaktadır.Gerçekten,Yehova Şahitlerinin ----bir kısmı Türkçeye de tercüme edilmiş olan bazı broşür ve kitaplarından alınan örnekler,kökü dışarıda bulunan bu mezhebin Devletimizin ve siyasi   ve hatta bütün devletlerin sosyal ve siyasi düzenini değiştirerek,dini-Siyasi bir krallık kurmak amacında bir teşkilat olduğunu göstermektedir.Şöyle ki:1-Kırallığın bu iyi haberi(Watschtower Bible  and Tract Society Of Newyork İnc.Brooklyn.Newyork ,USA):”Böylece İsa,mevcut bütün delillerin işaret ettiği veçhile kırallık kudretini 1914 yılında elde edip,gökte hüküm sürmeye başlamıştır.S.20””Seçilmiş 144 000kişi Mesihle birlikte Yehova’nın semavi krallığında,temizlenmiş göklerde hüküm sürüyorlar.””1914 yılından beri göklerde krallığı hüküm sürmektedir.S.21.”Sahife24,de1--Milletler,Hudutlar,Devletler,Bayraklar,Milli Hukuk ve Milli Nizam ortadan kaldırılarak bu dünyada Teokratik Krallık’ın tam manasıyla gerçekleşeceği açıklanmıştır.”

2—Yeni Bir Dünyaya İnanmak İçin Esas,”adlı, aynı yer baskılı –kitapta;”Mukaddes Kitabın ihtiva ettiği şartları yerine getirenler, tasviri imkânsız nimetlerle dolu yeni bir dünyada ebediyen yaşayacaklardır. İktidar hırsı ile yanan siyasetçiler artık insanları ezmeyeceklerdir,”şeklindeki cümle ile din tamamen siyasete karıştırılmıştır.”

3-Adil Yeni Bir Nizam Ümidiyle Yaşamak—USA.1969,İngilizcesi:1963 Living in hope a Ringteous New Order—adlı broşürde:”Onlar –Yehova Şahitleri-ümitlerini Yehovanın krallığı tarafından yönetilecek olan yeni nizama bağlıyorlar. S.22.Denilmektedir.”

4-Bütün Milletler Allah’ın Krallığı altında birleşince –USA:1968,İngilizcesi 1961,Mhen All Nation Unite Under –God’s Kington Turkish—Adlı broşürde:”Birleşmiş

 Milletler Teşkilatına da düşmanlık duyguları empoze edilmektedir.”Allah’ın krallığına muhalif olan bütün milletler bir Armagedon felaketi olacaktır. Ya İsa Mesih’in idaresine boyun eğeceğiz veya imha edileceğiz.”S.27’de de, milletlerin artık sonunun geldiği ve teokratik nizam için ve İsa krallığında her şeyin değişeceği öne sürülmüştür.

5—Allah Hak Olsun—Broklyn, USA:Basanlar,1’inci kitaptakilerdir.---Adlı kitabın Birinci bölümünde,Yehovanın Şahitleri kimlerdir? Başlıklı kısımda kendilerini ,içinde  bulundukları millete ve hukuki düzene yabancı saydıklarının ,tıpkı bir yabancı elçi gibi orada bulunduklarını itiraf etmekte  ve ”Memleketin hükümetine merbutiyet borcunda olmadıkları “anlatılmaktadır.S.244.Aynı kitabın 219’uncu sahifesinde,Allah’ın iradesini Başşahidi İsa Mesih’in önderliği altında yerine getirmeye hazır olan ,kendilerini buna vakfeden insanlardan müteşekkil bir topluluktur.Kainatın tek hükümdarının Yehova olduğunu,Semavi Adaleti,hükümetin onun eseri olduğunu ilan etmek maksadıyla biraraya geldiklerini açıklamıştır.Yehova Şahitlerinin sosyal düzene karşı davranışlarının bir örneğini şöyle belirtmişlerdir:”Yehova Şahitleri,Yehova’nın krallığına sadakat taahhüdünü de bulundukları için mahalli,milli ve milletlerarası siyasete iştirak etmezler…””Muafiyet “başlığı altında –s.235-teokratik bir zihniyet içinde ne derecede sosyal düzene karşı oldukları ve milli mukavemeti  ,savunmayı reddettikleri –236’ıncı ve 237’inci sahifelerde aynen şöyle açıklanmaktadır:”Yehova Şahitleri,güttükleri vaiz faaliyetlerinden dolayı ,içinde ikamet ettikleri milletlerin silahlı kuvvetlerinde  askeri talim ve hizmetten muafiyet talep etme hakkına haizdirler.”,”askeri talim ve hizmetten muafiyet talep ederler.Bu sebep şudur:Kendileri zaten bir orduda bulunuyorlar….Başkomutan olan Yehova,kendilerine bu dünyanın cismani harbine iştirak etmek   müsaadesini vermez.Bundan başka,Mesih İsa’nın ordusuna mensup olan bir şahıs,bu dünyanın her hangi bir ordusuna hizmet etmek maksadıyla Yehova’nın ordusunu terk ettiği takdirde firar etmiş olur.Ve Kadiri Mutlak  Yehova’nın firarlar için tesbit etmiş olduğu cezaya çarptırılacaktır.”Aynı kitabın 241’inci sahifesinde bayrak düşmanlığı şöyle açıklanmıştır:”Kurtuluşuna münhasıran Yehova’ya atfeden bir Şahit,herhangi bir milletin bayrağına selam verdiği takdirde,Yehova’nın kelamında putperestliğe karşı gösterilen emri ihlal etmiş olur!”

6—“Tarassut Kalesi” adlı kitabın 151’inci sahifesinden yeryüzün  Siyasi sistemler hakkındaki gayeler böylece açıklanmıştır: “Canavar ve kendi sureti olarak tefsir edilen yeryüzündeki siyasi sistemler, eski bir ateş ve kükürt gölüne atılmış gibi tam manasıyla imha edileceklerdir”.

7-“ Kaybolan cennetten tekrar kazanılan cennete “ adlı kitapta da ötekilerde Yehova’nın tahtında kim oturacak? Sorusuna “İsa Mesih” olduğu cevabı verilmiştir.

Görülüyor ki; kendi kitap ve broşürlerindeki açıklamalarına göre,  Yehova şahitleri dünya üzerinde teokratik bir düzenin öncüsü, hazırlayıcısı olarak kendilerini görevli sayan ve endi amaçlarına aykırı gördükleri bütün düzenleri yıkmaya çalışan bir teşkilatın mensubu manzarasını arz etmektedirler. Onlar Devlet yerine Dünya Derneğini kabul etmektedirler. Bu yönleri ile devletlerin ve milletlerin varlığını, mevcut iktisadisi, sosyal, milli siyasi nizamı, hukuki düzeni ve hudutlarını reddettiklerinden diğer din ve mezheplerden farklılık göstermektedirler. Bu reddediş vicdani ve iktisadi bir inanç şeklinde kalmayarak tam bir eylem ve uygulama haline geçmektedir. Yehova Şahitleri hürriyet, bağımsızlık ve milli hukukun sembolü, tarih ve hatıralarla yoğrulmuş bayrağa ve bayrak törenlerine karşı çıkmaktadırlar. Onlar milli marşları devlet büyüklerinin, zaferlerinin hatıralarını yansıtan ağabeyleri bayrağa saygı göstermeyi, milli duyguları, millet ve vatan sevgisini ve bunlara bağlanmayı, askerlik görev ve hizmetini reddetmektedirler. Milli Savunma ve milletin bölünmez bütünlüğü gibi esaslara da karşı çıkmaktadırlar. İnançlarının uygulanması ve fiile çıkması halinde doğuracakları sonuçların vahameti açıktır. Gerçekten –Marley Cole J.Z. Sahife 112’de verilen bilgilere göre ABD’de 2. Dünya Savaşı esnasında 8.000 Yehova Şahidi askerlik hizmetlerinden kaçmışlardır. Aynı eserde Yehova Şahitlerinin İsviçre de askeri disipline uymamak ve itaatsizlikten hapis cezasına mahkûm edildikleri belirtilmiştir. Yehova Şahitleri kendilerini o milletin mensubu saymayarak, kendi millettaşlarınının ve yurttaşlarının bu mezhebe dâhil olmadıkça birer karşı insan durumunda kabul etmek suretiyle de açıkça bölücülük yapmaktadırlar. Onların bütün milletleri bu arada da Türk Milletini de laikliğe aykırı olarak dini kurallara dayanan bir krallık altında toplamaya matuf ve aksiyon haline getirilen tarihi cihan hâkimiyeti amaçlarının, Anayasanın güvencesi altında bulunan inanç ve düşünce özgürlüğü içinde mütalaa edilmesine imkân olmadığını ileri sürerek, itirazın kabulü gerektiği görüşünde olduğunu belirtmiştir.

Çoğunluk görüşüne karşı olan üyelerden A.Saraçoğlu, Ceza Genel Kurulu başkanı Mustafa Sabri Livanelioğlu’nun gösterdiği gerekçelere katıldığını, diğer üyeler de sanıkların T.C.K’NUN 163. maddesini açıkça ihlal ettiğini öne sürerek itirazın kabulü yolunda oy kullanmışlardır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının (REDDİNE), 28.01.1980, 28. 01,1980 tarihlerinde yasal çoğunluk sağlanamadığından 24.03.1980 gününde salt çoğunlukla karar verildi.

Madde 526/2- Şapka iktisası hakkında hakkın da 671 sayılı kanunla Türk harflerinin kabul ve tatbikatına dair 1353 sayılı kanunun koyduğu memnuniyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler 3 aya kadar hafif hapis veya 30 liradan 600 liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılır.” “”T.C.K 163 sonradan, Turgut Özal tarafından yürürlükten kaldırılmıştır?!Ostüzü.

 

DAVİD ROCKEFELLER'İN SÖYLEDİKLERİ......(Bizim ve dünyanın durumu).

      ABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockefeller, son yüzyılın en büyük itiraflarını yaptı.

David Rockefeller’e atfedilen bu itiraflar, aslında hepimizin bildiği tarihi gerçekler..

İşte David Rockefeller’in söyledikleri:

 Türkiye’de Adnan Menderes Zamanında “Marshall Yardımı ile El Attık!                                                                                                     Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar, tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik, Adnan Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı.

       Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu.

        Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece Celal Bayer kurtuldu, çünkü bir masondu ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23’üncü John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

        1980 Darbesi, Bizim İsteklerimiz doğrultusunda Yapıldı!

           Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onlara da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı

Binlerce Türk Genci Uydurma İdeolojiler Uğruna Can verdi!

              En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kargaşa, sonra düzen.

              Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.

           Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir

Turgut Özal, İsteklerimiz Doğrultusunda Kapıları Sonuna Kadar Açtı!

          Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç batağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen, hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.

Türkiye’de Para İtibar Gördü; Arkadaş, Dost, Aile Gibi Kavramlar Unutuldu!

      Bu arada, Turgut Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş, yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek.

             Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş, yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

“Kürt Devleti Projesini”.Hayata Geçirmek İçin Önce Örgüt Yarattık!

             Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen, hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacak.

Türkiye Bizim İçin Çok Önemli… Su Kaynaklarının Önemli Bir Kısmı 

Burada!

           Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;

      Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak, önce Türkiye’den başlamalıyız.

Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. 
             Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hâkim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen, hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

 En Önemlsi, Türkler Medeniyetin Beşiğidir ve Kökenleri Sümerlere Kadar Dayanır!

          Ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

         Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir.

        Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.

Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilkokul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’ de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.

          Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.

Medeniyetin Beşiği Olarak Türkleri Kabul Edemezdik, Bu Mirasa el Koymalıydık!

          Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.

           Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.

Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.

      Osmanlıyı Yıkmak Zor Olmadı!

          “Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.

Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.

           İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı.

           Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürrem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar.

        Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.

Hitler Bizim Tarafımızdan Getirildi, Çünkü

Buradaki Yahudiler İsrail Devletini Kurmaya Yardımcı Olmadılar!

           İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, Dünya Savaşı başlatacak güce erişiyordu.

           Bu iş için Adolf Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi.

          Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.

            Almanlardan nefret eden o zaman ki Siyonist Başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

              İsrail Devleti, Rotschıld Ailesinin Cömert Mali İle Kuruldu!

         Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rothschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.

Sovyetler Birliği’ne Yeteri Kadar Ülke Tahsis Edilmiş, Mali Destek Verilmişti!

          Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği donanım ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti. 

Çin, Henüz Kontrol Edemediğimiz Bir Ülke Ama Amerikan Ekonomisine Katkısı Büyük!

         Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.

Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran-Irak, Yugoslavya Savaş Endüstrisi’nin Deneme ve Gelişmesine

 Yaradı!

     Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; 
       Vietnam savaşında,
 Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

 

       Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.

       Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.

       Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.

       Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kargaşa/kaos/ yarattı, binlerce insan öldü.

        Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.

       İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez Savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

         1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.

       Rothschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.

Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili; Brezilya; Dominik, Somali, Panama, El Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki Savaşlar ve Darbeler Bizim Planlarımızdı!

           Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.

          Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.

Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.

Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.

Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.

          Brezilya'da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.

Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.

1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.

       Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.

Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.

Bütün Ülke Yönetimlerini Kontrol Altında Tutuyoruz. Aksi halde Terör Olaylarını Devreye sokuyoruz!.

        Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

       New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı:

Dünyada Hiçbir Yerde Mafya ve Kaçakçılık Olayları, Bizim İznimiz

            Olmadan Yapılamaz!

       “Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur.

       Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dâhildir.

Neden Kuzey Amere Batı Avrupa Varlıklı Bir Yaşam Sürer? Dünyadaki Beş Milyar İnsan, Bizim Bir Milyar İnsanımız İçin Çalışır! 

Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz.

        Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.

     Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yenidünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar.” Attila Zindancıoglu.

             Tevhid’i Tedrisat Kanunu’nun/Eğitim ve Öğretim Birliği Kanununun/ gerekçesi çok Mantıklı ve akılcıydı.Bu yasayı rafa kaldırdıktan sonra,ulus olmayı bırakarak cicili,bicili bir güruha döndürüldük.?!  

     “BİR ÜLKEDE İKİ ÇEŞİT ÖĞRETİM KURUMU,İKİ ÇEŞİT İNSAN YETİŞTİRİR.BU DA BİRLEŞMEYE ENGELDİR?!

Yehova/Yahve/OLARAK ANILAN, HZ.MUSA’NIN YAHUDİ KABİLESİNİN RÜZGÂR TANRISININ ADIDIR. Hz. Musa, Firavun Birinci Seti’nin kızının bir Yahudi mimardan olan, meşru olmayan oğludur. Bu Mimarın oğlu, İkinci Ramses’in de Eniştesi ve onun muhafız alay komutanı Amon Ra Rahibidir. Musa, suyla gelen demektir, tıpkı Birinci Sargon gibi?!Tevrat Türkçeye tercüme edilirken,Yehova,Allah olarak tercüme edilmiştir.

      Tevrat, Zebur ve İncil'de yaklaşık 7000 kez adı geçen "Ne olmayı istersem Ben O olurum” (Tevrat - (Mısır'dan)Çıkış 3/14) manasına gelen ve ilk kez Musa peygambere bildirilmiş Allah’ın özel ismidir.
      Mukaddes Kitapta Rabbin ismi ve sıfatlarından bazılarının kaç defa geçtiğine bakalım:
Yehova—6.973 defa
Allah veya Tanrı—yaklaşık 2.600 defa
Kadîr—48 defa
Rab—40 defa
Yaratan—25 defa
Yaratıcı—7 defa
Baba—7 defa
Günleri Eski Olan—3 defa
Yüce Eğitmen [Muallim]—2 defa
Yah”, Tanrı’nın ismi olan Yehova’nın kısaltılmış, şiirsel şekilde ifade edilmiş halidir (işaya 42/8).
Şiir şeklinde yazılan Mezmurlar ya da bazı isimlerde bu şekilde kullanılır.

Amerikaya yerleşmiş olan Yahudi Banker David Rockefeller, Yahudilerin Türkiye Cumhuriyetine karşı uygulayacakları planı şöylece itiraf etmişti:

“ATATÜRK’ÜN ÇIKIŞI, TÜRKİYEYE KARŞI PLANIMIZI ELLİ SENE

 KESİNTİYE UĞRATMIŞTIR!””DAHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR ELELE.”.

 

 

         

 

 

İzleyiciler

Blog Arşivi