20 Ekim 2014 Pazartesi

1252/HALİFELİK KAVGASI(3)-

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV.İZMİR,18 Ekim 2014 LOZAN’DA HALİFELİĞİ VERDİK, Dinimizi yitirdik diyen Gafil, YALAKA, HAİN KİŞİYE! ÖNÜME GELENE HİLAFETİ SORDUM, BİLENİ YOK AMMA "HALİFELİK GELSEYDİ İYİ OLURDU!" DİYEN SALAK TA ÇOK! HALİFELİK KAVGASI!(3) “Benden sonra Hilafet otuz senedir. Bundan sonra Hilafet, ısırıcı bir SALTANATA dönüşecektir!”.Hz. Muhammet. (Hadis).Ahmet Cevdet Paşa, Kısas’ı Enbiya, c.2,ks.1,s.169. Önce, Göçmen- Mekkeliler-ENSAR-Medineliler-kavgası. Sonra da Emeviler ve Haşimiler kavgası! EN SONUNDA DA BİZİMKİLERİN DAVASI! İnsanlık tarihinde ve yeryüzünde; Hilafet kavgasından daha çok kan döktüren bir kavga olmamıştır. Ostüzü.*Al Şahrastani İslam tarihinin hiç bir devrinde, hiçbir din aktinin hilafet kadar ihtilafa sebep olmadığını ve kan döktürmediğini söyler.” İslam Ans. Cilt 5.S.153. “KUR’ANI KERİM’DE HİLAFETİN LÜZUMUNA DAİR HİÇ BİR AYET BULUNMAMAKTADIR!” İslam Ansiklopedisi. C.5.S.152–153.Ancak: İslamın yüce kitabı Kur’anı Kerim’e bir göz atacak olursak, orada da Halife sıfatının başka anlamlarda kullanılmış olduğunu görürüz: 1*6’ıncı sure, 165’inci ayet: ”O,sizi (peygamber ümmeti) yeryüzünün Halifeleri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır!” Buyuruyor. 2*10’uncu surenin 14’üncü ayetinde de: ”Onlardan sonra, arkalarından sizi yeryüzünde Halifeler yaptık. Bakalım nasıl hareket edeceksiniz diye!” 3*35’inci surenin 39’uncu ayeti: ”O,sizi yeryüzünde halifeler yapandır!” Buyurarak, insanlara yeryüzünün halifeleri unvanını veriyor! 4*(Kur’anı Kerim’de Davut peygamber hakkında” ya Davut, biz seni yeryüzüne halife yaptık. İnsanlar arasında hak ve adaletle hüküm ver.” Buyrulduğu açıklanmıştır.) Ercüment Demirer’in S.G.E. s.17.Tevrat ta başka türlü söylüyor: ”Savaşta bulunan General Uriya’nın Karısı Hititli Sitti’yi gebe bırakarak, Zavallı Generali ön saflarda görevlendirerek öldürtmüştür! Hak ve Adalet bu mudur? “Kesin olarak ifade ederiz ki; Hilafet dini değil, dünyevi bir makamdır. Hilafet makamının İslam itikadı ile hiçbir ilgisi yoktur. Akaid kitaplarında tek kelime ile de olsa hilafetten söz edilmemektedir. HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR, YANİ DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLET İŞİDİR. İslam dininin birinci derecede kanunu olan Kutsal kitabımız Kur’anda şekli hilafet, yani islam hilafeti hakkında hiçbir ayet yoktur!” Ercüment Demirer, S.G.E. S.51. İki gruba ayrılan Müslüman Arap toplumunda, Halife olmanın şartları: 1-Sünnilere göre, Halife olabilmenin ilk şartı, (KUREYŞ KABİLESİNDEN OLMAKTIR!) 2-Şiilere göre, HİLAFET ANCAK VE ANCAK ALİ SOYUNDAN GELENLEREDİR. Fuat Kadıoğlu, Gericilik ve Ötesi, s.15–16. “Tüm dünyadaki Müslümanları, Kureyşli Arap Müslümanlar yöneteceği gibi: Müslüman olmayanları da Müslüman olmayan Kureyşliler yönetecektir. Hz. Muhammed. Buhari Menakıp 1, Müslim imaret 2,818’ den aktaran Merhum Profesör Dr. İbrahim Candan, C.6.S.405 (10). “İnsanlar bu işte Kureyş’e tâbidirler; Müslüman, Müslüman olanlarına; kâfirler, kâfir olanlarına tâbidirler.”Şakir Keçeli, Şeriat Nedir? S.228. Osmanlı Halifesi Mehmet Reşat’ın KUTSAL CİHAT ilan etmesi üzerine; Osmanlının Arap asıllı Bağdat Müftüsü de bir fetva yayımlamıştır: ”Halife Kureyşli olmadığı ve Osmanlının da Kutsal Cihat ilan etme yetkisi bulunmadığı için ilan edilmiş olan KUTSAL CİHAT İLANI DA GEÇERSİZDİR!” Bağdat’taki Arap asıllı Osmanlı Devleti Müftüsü de: “Hazreti Peygamberin yaydığı ve tesisi buyurduğu din ve şeriat hükümlerinin temini, devamı ve bekası Kavmi Necibi Araba aittir.” Demiştir. Cavit Paşa, Irak Seferi, s.334.Besim Atalay, Türk Dili İle İbadet, s.82. Mekke’de vazedilen Kuran ayetleri, Hz.İsa’nınvaazlarına benzerlik göstermektedir. İnsanların kurtuluşunu ve doğru yolları anlatılmaktadır. Medine’de vaz edilen Kuran ayetleri ise Hz. Musa’yı anımsatmaktadır. Profesör Dr. Süleyman Ateş, Milliyet gazetesinde yayınlanan iki küçük kitabı. Mısır Valisi Mukavkıs, Hz. Muhammed’e, Marya ve Şirin adlı iki kardeş Cariye ile Düldül adı verilen bir katır hediye etmişti. Marya’dan olan oğlu İbrahim de Ons ekiz aylıkken ölmüştü. Bir gün, Hz.Ömerin kızı Hafize, kendi yatağında Hz. Muhammedi Marya ile sevişirken yakaladığında kıyameti koparmıştı. Bunun üzerine Hz. Muhammet:”Bundan kimseye etmezsen, babanı halife yaparım!”Demiş ve bir daha Maryayla bir olmayacağı sözünü de vermişti. İlk defa halifelik sözü bu olayda kullanılmıştır. Veda Hacında Hz. Muhammet Hz. Âliyi yerine vekil bırakacağını açıkça ihsas etmişti. Kendisine ilk inanan da Hz. Âliydi daha 12 yaşındayken.(598-661).610’da. Beş defa da Âliyi yerine vekil bırakmıştı. Veda Haccı dönüşüydü. Peygamberimiz beraberindeki sahabelerle birlikte Mekke ile Medine arasında bulunan Gadir Hum Hurmalığında mola verdiler. Orada bir müddet istirahat edip öğle namazını kıldıktan sonra, deve havutlarından yapılmış bir yükseltinin üstüne çıkarak, sahabelere hitaben konuşma yapıp sonunda: “Ben ilmin Medinesiyim, Ali de kapısıdır!”Dedi ve daha güzel tanımlarla Hz. Âliyi methetti: “Ben kimin dostu isem Ali’de onun dostudur. Allah'ım ona dost olana dost ol; düşman olana da düşman ol. Ona yardım edene yardım et.”1 (buyurdular) .Bunun üzerine Hz. Ömer dâhil tüm sahabeler Âliyi tebrik ettilerdi. Hüneyin’de Ganimetin/Yağmanın/Sekizinci surenin Birinci ayetine göre dağıtımında Mekkelilere daha fazla pay verildiği iddiası ile Medineliler/Ensar/ ayağa kalkmıştı. En sonunda Müslüman olan Muaviyenin babası ve Hz.Muhammedin Kaimbabası Ebu Süfyana 120 okka gümüş ve 3000 deve verilmesi bardağı taşırmıştı. Sonunda aynı sureye eklenen Kırkbirinci ayetle durum sakinleştirilmişti. Son veda hacından Hz.Muhammedin öleceği anlaşılmıştı. Hz.Muhammedin yerine seçilecek kimsenin yetkisi iki tarafında iştahını kabartmıştı. Peygamberlik sıfatı dışındaki tüm sıfatlara sahip olunacaktı. Okuyalım: “Araplar, bir yere girdiler mi, orasını soyarlar, harap ederler. Düzgün taşları, çömlek altına koymak için sökerler, çatıların direklerini çadırlarına dikmek için çıkarırlar, vergi almakta bir had tanımazlar, ne bulurlarsa alırlar. Onlar için hukuku gözetmek ve insanları fenalıklardan korumak gibi şeyler, görenekleri değildir. Babaları ve kardeşleri de olsa, bildiklerini yaparlardı.” Fec’rül İslam, c.2,s.82. “Araplar vahşidir, soyguncudur, yağmacıdır; bir memlekete girerlerse orayı harap ederler. Bir başbuğa itaat etmezler, sanatları ve bilgileri yoktur; bu gibi şeyleri yapmaya istidatları bulunmaz.” İbn’i Haldun, Mukaddeme 3 cilt. İbn’i Haldun, sosyolojik tarihin babası olan ve Aksak Timur ile de Şam’da konuşmuş olan bir Bilgindir. “İslamlık, Arapları yoğurarak belli bir düzeye getiremedi!” Fecr’ül İslam, s.82.Fakat Araplar İslamiyeti, kendi basit kabile karakterine mükemmelen uydurarak, inanç kaynağı olmaktan çıkarıp, anlaşmazlık kaynağı haline koymasını da bildiler ve bizlere de böylesine bir Müslümanlık aşıladılar. İlk halifeler hakkında, Hz. Ömer’den itibaren (Âmir al Müminin) unvanını kullanmaya başladılar. Bu unvan, (Halifat Resul Allah) unvanı Hz. Muhammet’in ölümü ile sona erdiğinden, RİSALET görevi dışındaki tüm görev ve yetkileri kapsar. Çok cüretli bit şekilde ortaya atılan (Halifat Allah) unvanı Halife Hz. Ebu Bekir tarafından şiddetle reddedilmiştir. O, Halife seçildiğinde: “EY Nas! Ben sizin üzerinize Veliyül emir oldum!” Demiştir. Çok ilginçtir; Türkiye Büyük Millet Meclisince halifeliğe atanan Veliaht Abdülmecit Efendi, Hilafetin kaldırılmasından sonra; yakınları ve de (103) bavulu ile sürgün edilmişti. Paris’e yerleşmiş olan bu zat, Kızı Dürrüşşehvar’ı da Haydarabat Nizamının oğlu ile evlendirmişti. Bu Efendi, bütün dünya Müslümanlarına bir beyanname göndermişti. İslam ulemalarının Marsilya’da toplanarak, Hilafet hakkında bir karar vermelerini istemiş olduğu ve hiçbir kimsenin de ilgilenmediği bu beyannamesinin altına: ”RABBİLÂLEMİN RESULÜ HALİFE!” imzasını atmıştı. “ Hz. Muhammet 10 Haziran 632 tarihinde medinede Hz.Ayşenin odasında vefat ettiğin de cenazesiyle Hz. Ali, Caferi Sadık ve Zeydin oğlu Usame ilgilenmişti. Hz.Muhammedin cesedi, üç kişi tarafından, öldüğü odaya defnedilmiştir. Ensar ve Muhacirler HİLAFET Kavgasına tutuşmuşlardı:”Ensar, sahafi nebi saide’de toplanarak kendilerine bir halife seçme mücadelesindeydiler. Hz. Ömer, kılıcını çekerek:”Hz. Muhammet ölmemiştir, kim O öldü derse onu kılıcımla parçalarım!”Tehdini savurmuş, Medine dışındaki bahçesinde bulunan Hz.Ebu Bekire durumu bildirmişti. Hz.Ebu Bekir, Ebu Ubeyde ve Hz. Ömer toplantı yerine geldiler. Hz.Ebu Bekir,çok güzel bir konuşma yaparak oradakileri yatıştırdı.Ensar’dan birisi:”Bizler Ensar’ı resulüz,bizler islamın cenge hazır askerleriyiz.Ey Muhacirin,sizler ise bizim içimize sığınmış bir cemaatsiniz.Hilâfet bizim hakkımızdır!”Dedi.Ebu Bekir de:”Ey Ensar!sizlerin de nice hizmetleriniz ve meziyetleriniz inkâr olunamaz.Cenabı Hak sizi, dinine ve resulüne nusret için intihap etti.Sizlere resulünün hicretini müyesser kıldı.Muhacirinden sonra sizin Medinenizde başka kimse yoktur.Fakat Hilâfet meselesinde Arap kavmi ,Kureyşi tanır,başkasının Hilâfetini tanımaz.Biz ümerayım,sizde vüzerasınız.hiç bir meşveretten geri bırakılmazsınız!”Dedi…..Ensar’dan birisi:”Biz bir Emir, sizden de bir Emir olsun!”Deyince,Hz. Ömer:”İki emir cem olamaz. Peygamber hangi kabileden ise halifesi dahi o kabileden olmadıkça Arap kavmi kabul ve itaat etmez;”dedi. Bunun üzerine de Ensar’dan birisi:”Hakkımızı başkasına kaptırmayız!”Diye bağırınca, Abdullah bin Cerrah:”EY Ensar, ilk defa bu dine yardım eden sizdiniz. Sakın ilk defa bu işi bozan sizler olmayasınız!”Dedi. Mücadelenin ortasında Hz.Ebu Bekir:”Size iki zatı seçtim, birine biat ediniz !”Diyerek Hz. Ömer’i ve Ebu Ubeyde’yi gösterdi, Her ikisi de istemediklerini bildirdiler. Hz. Ömer:”Hazreti peygamberin ileri geçirdiği zatın önüne kim geçebilir*Hz. Muhammed hangi mecliste bulunsa sağ tarafına Ebu Bekiri, sol tarafına da Hz. Ömer’i alırdı. Ebu Ubeyde hakkında dahi bu ümmetin emiridir;” derdi. Ortalık biribirine karıştı. Hz. Ömer, Hz.Ebu Bekire hitaben:”Resulü Ekrem seni, dinimizin büyüğü olarak namazda kendisine halife etmişti, seni cümlemizin imamı eyledi, elini uzat ben sana biat edeyim, diyerek, Ebu Ubeyde’yle birlikte Ebu Bekire biat ettiler. Hz.Ebu Bekir:”Ey Müslümanlar, her kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilmeli ki Muhammed öldü. Her kim ki Allaha tapıyorsa bilmeli ki, ALLAH BAKİDİR, ÖLMEZ! Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve TARİKATLAR Tarihi,/s.14/15.Hz. Alinin halife olması böylece önlenmişti ama islama inananlar da ikiye ayrılmıştı. Ebu Bekir, Feddek hurmalığını Hz.Fatmanın elinden almıştı. Hakkını arayan Hz.Fatmayı da bir iyice dövmüşlerdi. Babasından 93 gün sonra da Hz. Fatma ölmüştü. İyice bunalan Ebu Bekir ve Ömer ikilisi Hz. Aliye, Ebu Ubeyde ile şu mesajı iletmişlerdi: “Ali’ye git, O’NA de ki; deniz tehlikeli, kara korkulu, hava boz renkli, gece karanlık, gök açık, yer ise çıplaktır. Şeytan islam ümmeti arasına düşmanlık sokmağa çalışıyor. Sen bir köşeye çekilmiş, küskün duruyorsun. Sen bu ümmetin ekmeğine katık gibisin. Bu ümmetin keskin kılıcısın. Eğrilip te kesmez olma, bu ümmetin tatlı suyusun. Acıyıp ta bozulma ya Ali, Ensar ve Muhacirin benim sana biatimi isterlerse, ben sana derhal biat ederim. Eğer düşüncen başka ise sen de bana biat et. Bize yardımcı ol. Yolunu şaşıranları irşad et. Artık fitne kapısı kapansın. Allah’ı Teâlâ bizim dediğimize şahittir.” Hz. Ömer de Hz. Ali’ye şu sözlerinin götürülmesini istedi: “Ali’ye de ki; Ebu Bekir, bu ümmete cebir göstererek sıçrayıp ta halifeliği kapmadı. Bu ümmetin şuurunu selbedip, gözlerini bağlayıp, akıllarını bozmadı. Allah hakkı için öyledir. Ebu Bekir, malumunuz olduğu üzere aziz, âlicenap bir zattır. Hilafete bu meziyetleriyle nail oldu. O hilafetten çekindi, hilafet ona sarıldı. Bu vazifeyi Cenabıhak o’na ihsan etti!” Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s.16.Hâlbuki Aynı Ömer, tüm adaylara itiraz ederek: “Hz.Muhamet hangi aşirettense, halife de o aşiretten olmalıdır!” Demişti. Veda Haccında ve Hz. Muhammet’in ölüm anında, Hz. Ali’nin belirlenmiş olan Halifelik hakkını gasp ederek nasıl da, günümüzdekiler gibi, topu Allaha havale etmiştir! OSTÜZÜ. “Halife, Halef, Naip, Peygamberin halefi ve kendisinden sonra, yerine kaim olmak; (Halife Resul Allah) itibariyle, İslam Camiasının en Yüksek Reisinin yani imamının unvanıdır”. İslam Ans. C.5.S.148. Hilafet, Arapça=Halifelik. Bir kimsenin Halife olarak başta bulunduğu, DİNİ OTORİTE İLE SİYASİ OTORİTENİN BİRLEŞTİRİLDİĞİ BİR YÖNETİM ŞEKLİ. MS. 08 Haziran 632–12 Rebiyülevvel 10-İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ölümü üzerine; Halifelik ve İmamlık büyük çekişmelere neden olmuştu. Mekke’den Medine’ye göçenlerle-Muhacirun-, Medine yerlileri- Ensar- arasında Halifelik kavgası yaşanmıştır. Hz. Ömer’in ve Ebu Ubeyde’nin araya girmesi ve Ebu Bekir’in kişiliği, beş defa Halife olma sözünün sahibi Hz. Ali’yi de, böylece saf dışı bırakmıştı. Ebu Bekir iki sene Halife olarak kalmıştı. O’NUN dışındaki üç halife de öldürülmüştür. Hz. Ömer (634–644), Hz. Osman (644–656), Hz. Ali (656–661), Hz. Hasan (661-6ay); Yezit’in karısı olacağı vaadi ile kandırılan karısı Cude tarafından, zehirlenerek öldürülmüştür. Hz. Hüseyin (6 ay) Şam’da saltanat süren Muaviye’nin oğlu Yezit’in askerleri tarafından, KERBELA’DA başı kesilerek öldürülmüştür. Halifelik hiçbir kimseye hayır getirmemiştir. Abbasi halifelerinin ve 12 İmamın öldürülmüş olduklarına dair tarihe not düşülmüştür. Hz. Ali’nin Amcası Abbas’ın soyundan gelen Abbasi halifeleri Hz. Ali soyuna felaketler yaşatmıştır. “Halife, Halef, Naip, Peygamberin halefi ve kendisinden sonra, yerine kaim olmak; (Halife Resul Allah) itibariyle, İslam Camiasının en Yüksek Reisinin yani imamının unvanıdır”. İslam Ans. C.5.S.148. Kerbelada, Hz.Hüseyinle birlikte öldürülenler: 1-Hz.Hüseyinb. Ali, 2-Aliyyü’i-Ekber b. Hüseyin, 3-Abbas b.Ali 4-Osman b.Ali, 5-Abdullah b.Hüseyin, 6-Cafer b.Hüseyin, 7-Abdullah b.Ali, 8-Muhammed b.Ali, 9-Atik b.Ali, 10-Kasım b.Hasan, 11-Ebu Bekir b.Hasan, 12-Abdullah b.Hasan, 13-Kasım b.Hasan, 14-Abdullahu’l-Ekber b.Müslim b.Akü, 15-Ali b.Müslim b.Akil, 16-Muhammed b.Müslim b.Akil, 17-Abdurrahman b.Müslim b.Akil, 18-Abdullahu’l Ekber b.Ali, 19-Muhammed b.Abdullahu’l Ekber b.Ali, 20-Muhammed b.Ebu Said b.Ali, 21-Hüseyin b.Abdullah b.Cafer, 22-Avnu’l –Asgar b.Abdullah b.Cafer, 23-Muhammedu’’l-Asgar b.Abdullah b.Cafer, 24-İbn Abdi Rabbih, ikdülferid. Tabari, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.6,s.260. Hz. Hüseyin öldürüldüğünde, vücudunda OTUZ ÜÇ MIZRAK VE OTUZ DÖRTKILIÇYARASI VARDI TARİH SAHNESİNDEKİ HALİFELİKLER! 1*MEKKE VE MEDİNE HALİFELERİ, (Dört Yetkin Halife). 2*Emevi Halifeleri (Şam, Bağdat ve Samarra). 3*Abbasi Halifeleri. (BAĞDAT) 4*Endülüs Emevi Halifeleri. (İspanya). 5*Fas Alevi halifeleri. 6*Kahire Fatımi Halifeleri. 7*Kahire Abbasi halifeleri. 8. İstanbul- Osmanlı Halifeleri. ZAMAN DEĞİŞTİKÇE; HÜKÜMLER DE DEĞİŞİR!” En önemli İslam kuralı. . ,

1251/SENDEN BAŞKASI!

TC. ZATEN HİÇ YOKTULAR! OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV.İZMİR;18 Ekim 2014. SENDEN BAŞKASI! 21Şubat 1983/Konya. Bendeniz, yazdıklarımı bir köşede tımarlayanlardanım. Sayın Ahmet Avcı ciltlettiğim eski yazılarımı okumak istediğinde gözüme çok eskiden yazdığım bir şiir ilişti. Onu yayımlamaya karar verdim: Ne dersiniz? Sensiz boşalana, sensiz dolana, Tadından öte bir tat bulana, Her iki dünyada yazıklar olsun, Seni sevmek varken toprak olana. Toprak olmaz bende tenden başkası, Seni bunca sevmez benden başkası, Ölürsem sen ağla arkamdan yeter, Gelmesin kabrime senden başkası. Yokluğun her an ölüm demek, gitme kal, Hasretin yıllarca dinmeyecek gitme kal, Yetişir uzağında yıllarca kahrolduğum, Ayrılma hiç yanımdan, mahşere dek gitme kal. Gökyüzüm olsan seni dağ gibi sevsem, Her anını yeni bir çağ gibi sevsem, Sevenlere bu dünyada ölüm yok, Ölsem de seni bin yıl sağ gibi sevsem. Bir bak gözlerime herşeyi anlarsın ya, Benimle kederlenir, benimle ağlarsın ya. Şu sonsuz karanlıklar hiç umurumda değil, Batmayan güneş gibi içimde sen varsın ya. Bir damla istedim denizler verdin, Her anıma renk, ömrüme mana verdin, Yıllarca özlemin hiç çekip te gitmedi, Dünyamı yıktın, yeni bir dünya verdin. Herşeyi tadıp bilmek ne güzel, Ağlamayı, gülmeyi bilmek ne güzel, İnsanlığın alçaldığı dünyada, Bir insanı sevmek ne güzel. Bir pınarsın sen içince kanılmayan, Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan, Özlenen sen, özleten sen, özleyen sen, Varken doyulmayan, yokken dayanılmayan. Beni kör kuyularda merdivensiz bırakma, Denizler ortasındayım yelkensiz de bırakma. Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı, Beni bensiz bıraktın, beni sensiz bırakma Bilmem kaç yıl aradım seni bulana kadar, Ayıkladım içimi tek sen kalana kadar. Seninle bir bütünüm seninle varım şimdi, Sana tapacağım ben toprak olana kadar.

17 Ekim 2014 Cuma

1250/PEYGAMBERLERİN ÇIKIŞI:2

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR,17 Ekim 2014. PEYGAMBERLERİN ÇIKIŞI(2) VE HALİFELİK KAVGASI(3) “Benden Otuz sene sonra, Hilafet ısırıcı bir saltanata dönüşecektir!”Hz. Muhammet/Hadis/ Bir ülkede; İNANÇLAR, üretim, dağıtım ve tüketim toplumda büyük farklılıklar ve uçurumlar yaratıyorsa o ülkede sistem iyi çalışmıyor demektir ve o ülkedeki insanlar da çok mutsuzdur. O ülke çalkantılar içersindedir.”Aç midelerden doğar nur topu gibi ihtilaller.”Çok kere ihtilal ile darbeyi karıştırırız.”Darbe, bir grubun iktidarı ele geçirerek, yönetimdeki adamları değiştirmesidir. İhtilal, çok uzun süren bir hazırlıktan sonra halkın iktidara el koyarak, yürürlükteki sistemi kökünden değiştirmesidir. Fransız ihtilali tam 400 senede hazırlanmıştır. Sosyal çalkantıları büyük insanlar durdur. Bunlar liderlerdir. Halkı mutlu edecek yeni bir yönetim sistemi kurarlar. Bir ülkede ilkel inançlar insanların beyinlerine taş gibi oturmuşsa ve ülkede hiçbir iyileştiricilik ve ilerleme yoksa, İNSANLARI MADDEN VE MANEN DOYURACAK VE insanlara atılım yaptıracak yeni bir inanç sistemine ihtiyaç vardır. İşte tam bu sırada peygamberler ortaya çıkarlar. Yalınız ALLAH’A güvenen ve Kırk yaşına ulaşmamış peygamber namzetlerini toplumdaki eski inançlar esir alarak onları yok ederler. Örnek olarak; Hz. İsa ve Hz.İsa’yı vaftiz eden Hz. Yahya, Hz.Zekeriye’yi gösterebiliriz. Hz.Yahya’nın kafası, Kıral Herodes’nin evlenmek istediği ağabeysinin kız HERODYA ile evliliğine itiraz ettiği için Herodya’nın isteği üzeri kesilmişti. Herodya’nın yedi tül dansı ile Kıral Herodse’in aklını başından aldığı sahne Rahmetli Rita Hayworthe tarafından oynanmıştı. Hz. İsa da Eski Yahudi Haham başı ile eski inanç sahiplerinin kışkırtması üzerine, Roma’nın Kudüs valisi PONTUS PİLADİ’NİN/Sinoplu/ kararıyla çarmıha gerilmişti. Hz.Zekeriya’nın da başı da tutucular tarafından kesilmişti. Mekke’den Medine’ye kaçan Hz. Muhammet, kuvvetli Bir ordu kurarak ve silaha dayanarak başarıya ulaşabilmiştir. Peygamberlerden söz ederken onları hazırlayan nedenleri ve onların hazırlanışlarını hiç düşünmeden, doğruca Peygamberlerden ve onların mucizelerinden söz ederiz. Bendeniz diğer peygamberlerin yetiştikleri ortamlardan söz etmeden Hz.Muhammedin çıkış çağından söz etmek istiyorum. HZ. Muhammet’in hayatını yazan İngiliz yazarlarından birisi, olaya çok geniş bir açıdan bakmaktadır. Arap yarımadası üç taraftan kuşatılmıştır. Doğuda Sasaniler, Kuzeyde Şama kadar inmiş Doğu Roma imparatorluğu, Güneyde Kabeyi bile mancınıkları ile yıkan Fil suresinde sözü edilen Habeş Kırallığı. Arabistan çok sıkışmış patlama noktasına gelmişti. Kervanlarla yapılan ticarette hep yabancı malları ülkeye sokulurdu. Ticaret ve para belli kimselerin tekelindeydi. Doğan kız çocukları diri, diri gömülür ya da genevlerine satılırdı. Mekke’de Dokuz tane genelevinin bulunduğunu da Arap yazarlarından öğrenmekteyiz. Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra bir yerden geçerken neden irkildiğini şöyle açıklamıştı:”Cahiliye devrinde bir kızımı diri, diri buraya gömmüştüm!”Merkezi bir otoritenin diri olmayışı, kabilelerin biribirine yağmalamalarına engel bir otoritenin ortaya konamamasına neden olmuştu. Her Arap kabilesinin dini inancı ve bu inancın sembolü bir de putları vardı. Hz. İbrahim’in yaptığına inandıkları Kâbe’de tam 360 put vardı. En büyük Dört putun adı da HUBEL, UZZA, LATve MANAT idi. Hz.Muhammedin babası Abdullah o doğmadan önce ölmüştü. Anası Âmine Hatunu da çocuk yaşta yitirmişti; Dedesi Abdümüttalip’ten sonra Amcası, Hz. Âlinin Babası Ebu Talip bakımını üslenmişti. Ticaretle uğraşmaktaydı. Katolik Papazı Bahire kendisini çok etkilemişti. Bu onun ilk kırılma noktasıydı. Çocukken Hüneyinli Halime kadını Sütanası olarak tutmuşlardı. En güzel Arapçanın konuşulduğu bu kavimde dilini geliştirmişti. Yirmi beş yaşına kadar olan hayat safhasını azçok bilmekteyiz. Yirmi beş yaşında evlendiği Hatice tam Kırk yaşındaydı iki eşi de ölmüştü. Bu onun ikinci kırılma noktasıydı. Hatice zengin idi. Kervan ticaretini Hz. Muhammet yönetmeye başlamış, parasal yönden de rahatlamıştı. Hatice’nin Kuzeni Nasturi Rahibi ve Vaizi Varaka bin Nefvel ile tanışması hayatının en büyük kırılma noktasıydı. Varaka, Zebur’u, Tevrat’ı ve İncilleri yazılmış olduğu dillerden okuyup anlayabiliyordu:”Varaka dinler tarihi ile yakından ilgilenen biriydi. Zebur, Tevrat ve İncil’i yakından inceleme şansı bulmuştu. Kutsal metinleri sadece okumakla kalmamış, onlarla ilgili birçok hikâyeleri ve efsaneleri içselleştirmişti. Araştırmacı kimliği göze çarpıyordu. Birçok dini materyali Arapçaya çevirmişti. İbranice ve bölgedeki hâkim diğer dinleri biliyordu. Şair yönüyle de tanınan bir simaydı. Bazılarının içeriğine baktığımızda, Varaka’nın dinlerle ilgili birikimini tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz: “Bazı insanlara nasihat ettim şöyle dedim, Ben uyarıcıyım sakın sizi kimse aldatmasın, Yaratıcınızdan başka ilahlara tapmayın, Sizi buna çağırsalar deyin aramızda büyük bir engel var, Tespih ederiz o arşın sahibini ona sığınırız. Daha önce de Cudi ve Cumud dağları onu tespih etti. Gök kubbesi altında herşey ona hizmet eder, Kimse onun egemenliğinden kaçamaz, Gördüğümüz hiçbir şeyin parlaklığı baki değildir. İlah bakidir, mal ve evlat helak olur, Hürmüz’e hazineleri bir fayda sağlamadı, Ad Kavmi de uğraştı ama ebedi olamadı, Süleyman da, bütün milletler Emrinde olduğu halde insanlar, cinler.” “İslam tarihi resmi ideolojisinin sözcüleri, Hz. Muhammet ile Varaka arasındaki ilişkinin üzerini örtme telaşı içindeler. ALİ HAYDAR SERTEL, KIZILBAŞ TÜRKLER, S.25-26. “Kur-an'ın yazımında haniflerin ve Varaka Bin Nevfel'in etkisi olabilir mi?” Varaka bin Nevfel Hatice’nin amcasının oğluydu ve ruhban sınıfını kabul etmeyen Nasranî-Hıristiyancı. Amcası Ebu Talib Hatice’yi de Muhammed’e ondan istemiştir. Nikâhlarını da 400 dinar -Hatice için oldukça düşük- başlık parası ile kendisi kıymıştır. Bu noktada nikâhın Nasranî-Hıristiyan usulünce kıyıldığını ve Varaka’yı çok sayan Hatice’nin de muhtemel Nasranî-Hıristiyan olduğunu kabul etmemiz gayet mantıklı bir yaklaşım olur. Varaka bin Nevfel’in bilgisi kuvvetli, birçok dil bilen ve düşünce dünyası engin bir adam olduğunu anlıyoruz. Zebur, Tevrat, İncil ve çeşitli sahifeleri de derinlemesine incelemiş, dinler tarihi, dinlerle ilgili kişiler, onların hikâyeleri, efsaneler ve güncel tarih konusunda bilgi edinmişti. Bazı İbranice, Aremice metinleri Arapçıya çevirmişti. Bunların arasında kutsal kitapların da olduğu söyleniyor. Arabistan o zamanlarda Yahudiler, Hıristiyanlar ve çoğunlukla puta tapanlardan oluşuyordu. Varaka’nın aradığı tek tanrı inancı Mekke’de mevcut değildi bu sebeple varaka, Zeyd bin amr ile birlikte seyahate çıkar. Şam’da, Basra’da Hıristiyanlarla tanışırlar. Ancak İsa’nın tebliğ ettiği dinden eser kalmamıştır. Berrak bir kaynak ararken efsanelerle hurafelerle karşılaşırlar. Bir kere ortalıkta hakiki İncil yoktur, sonra teslis (üç tanrı inancı) bidat kalıplarını da aşar, mensuplarını şirke yuvarlar. Haçlar, ikonalar... Kureyş’in putlarından kaçıp heykellere, tasvirlere yakalanmanın manası yoktur. Kaldı ki papazlar günah çıkarma işini de kimselere bırakmaz, saf insanları acımadan yolarlar. Oralarda durmaz, kuzeye uzanırlar. Musul’da sadece Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan samimi bir Nasturi râhibiyle tanışırlar/Bahire/. Ondan oldukça etkilenirler ve aradıklarına yakın olan inancını benimserler.” FİKİRSEL 12 Temmuz 2009 Pazar “Müslümanlar firavuna dua ettiklerini biliyorlar mı? “ ♣ Mısır'da M.Ö. 1350 yıllarında başa 4’üncü Amenofis (Amenophis) (TUTANKAMON’ UN kayınpederi) geçti. ♣ Bilindiği gibi, tek tanrılığı ilk defa Amenofis ortaya attı. Çok tanrısı olan bir evrende kargaşalık olur yaklaşımı ile tanrı sayısını bire indirdi (yani tek tanrılılık semavi dinlerin değil Amenofis'in fikridir). Tahta çıkar çıkmaz tanrılar tanrısı AMON-RA'YI ve diğer tüm tanrıların (Maat, Hathor, İsis, Nephthys, Set, ...) Adını tapınaklardan sildirdi ve bir yasayla sadece tek bir tanrıya tapınılacağını emretti. Tek bir tanrı vardır o da güneşin kendisi "ATON' dur, dedi. Böylece dünyada ilk defa tek tanrılı Aton Dinini (Atenism bazen Atonism) kurmuş oldu. ♣ TEB rahipleri Amenofis bu yaklaşımına büyük tepki gösterdiler. ♣ 4’üncü Amenofis adını değiştirerek, her şeyin yaratıcısı ve güneşin sevgilisi, Aton'a hizmet eden anlamına Akneton (Akhenaton) adını aldı. Bir de Aton'a şiir yazar: ♣ Akhenaton'un tanrı Aton'a yazdığı bir şiir: Tanrı uludur, birdir, tektir ondan başkası yoktur. Bir tanedir, o'dur her varlığı yaratan, bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh, ta başlangıçta vardı tanrı, tek varlıktı o. Hiçbir şey yokken o vardı. Herşeyi o yarattı, ezelden beri süregelen varlığı, ebediyete kadar sürecek, gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu. İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.” ♣ Daha sonra yüzyıllar boyu eski Mısır'ın başkenti olan, Amon kültürünün de merkezi sayılan, Karnak tapınağının bulunduğu Teb'i terkederek, yeni başkent ilan ettiği 'Güneşin Ufku ' anlamına gelen Akhetaton şehrine yerleşmiştir. ♣ 4’üncü Amenofis TEB’DEN ayrılıp göç etmesine karşın, TEB rahipleri tarafından öldürüldü. ♣ Ölümünden sonra bu din TEB rahiplerinin etkisiyle yasaklandı. Daha önceki tanrılar yine sahneye çıktı. AMON-RA en büyük tanrı oldu (bu tanrıya dua etmek için ya rab ya da ya rabbim dendi, bu sıfat ilk olarak Tevrat'a sonra İncil'e en sonunda da Kuran'a geçti); duaların kabulü için, duaların sonunda en büyük tanrı adına, Amon ya da Amen adına bir bağlama yapıldı. Bu da üç semavi dindeki duaların sonunda amen ve âmin kelimesini oluşturdu. Bazı kaynaklarda Amenofis (Tanrı Aton'un dünyadaki temsilcisi olduğunu ileri sürerek, yani ilk olarak dünyada peygamberlik ilan ederek), okunan duaların sonuna, adından kaynaklanan amen kelimesinin eklenmesini emretti ve bu gelenek Musa tarafından Tevrat'a taşındı ve sonunda 3 dinin de dualarına girdi. Amen kelimesi zamanla değişerek 'Âmin’e dönüştü. ♣ Mısırlılar daha önce de ruh dünyasına ve insanın ölünce ahirette gideceğine, mahşer günü "Yargıç Allahın" giden kişinin iyiliklerini ve kötülüklerini tartacağına, iyi ise kişinin ebedi cennete giderek, daha sonra ortaya çıkan semavi dinlerde tariflendiği gibi çok rahat yaşayacağına, kötülükleri fazla çıkarsa cehenneme giderek orada yanacağına, sonsuz eziyet çekeceğine inanılıyordu. ♣ Yahudiler, bir anlamda Museviler, bir zamanlar bugünkü Mezopotamya bölgesinin içinde yer alan Uruk şehrinde yaşayan bir kavimin, İbrahim Peygamber önderliğinde, Uruk şehrinden kovularak, Haran'a yerleşmesi ile tarih sahnesine çıkmış; oradan da bugünkü Filistin topraklarına göç etmişlerledir. Filistin'e geldiklerinde oranın yerli halkı, bugünkü Filistinliler yeni gelen kavime kucaklarını açmışlardır. O günkü Filistin halkı Kenanlar olarak adlandırılıyordu. Gelen kavim burada da tutunamadı ve Mısır'a göçtü. ♣ 4. Amenofis, Filistin'den Mısır'a göç eden Yusuf ve kavimi ile Musa arasındaki bir tarihte yaşamıştır. Yani Musa, hem Aknaton'un öğretisini bire bir yaşamış ve öğrenmiştir hem de 2’inci Ramses döneminde yaşamıştır ve 2’inci Ramses'ten İsrailoğullarına eziyet etmemesini istemiştir. Hz. Musa, 10 emrin de yazılı olduğu Akneton tapınaklarında yazılı olan tek tanrılılığa, yani Allah'a inanmıştı. ♣ Daha sonra 2’inci Ramses tahta çıktı ve bu dönemde Akneton'un tek tanrılı inancı bırakılarak, eski inanca geri dönüldü. ♣ Hz. Musa ve yedek ya da yardımcı peygamber olarak bilinen Hz. Harun aynı zamanda yaşadılar ve her ikisi de Firavunla (yani 2’inci Ramses ile) çatışmaya girdiler (Kuran'daki Araz suresi 132. ayette de değinildiği gibi). ♣ Allah (her üç dinde de söylendiği gibi) Ramses'e ceza verir; ilk olarak (7 sene süren) kuraklık başladı; Nil nehrinin seviyesi düştü; aşırı sıcaklıklar oldu (Kuran'daki Zülküf suresi 51’inci ayette de değinildiği gibi). Tufan oldu, çekirge istilası yaşandı, buğday güvesi musallat oldu (Kuran'a göre). ♣ Musa'nın bu felaketlerden yararlanarak halkı kışkırtacağını hisseden, tek tanrılığı reddetmiş olan Ramses, Musa'yı kavimi ile birlikte Filistin'e göçe zorlar. Ancak, Ramses, kendine haber vermeden kavmini peşine takarak göç etmeye kalkışan Musa'nın peşine düşer ve onu Sina Yarımadası'nda yakalar. Kavminin bir kısmı Musa'ya baş kaldırır: Köleydik ama yaşıyorduk, şimdi Firavun bizi öldürecek derler. Musa ise: Allah bana yardım edecek diyerek, asasını vurur ve Kızıl Deniz'i ikiye ayırarak kendi kavmini (13 kavimden 12'sini) selametle geçirir; Firavun ise askerleri ile birlikte Kızıldeniz'in tekrar kapanan sularında helak olur (Kuran'daki Yunus suresi 93, ve Araz suresi 131’inci ayette de değinildiği gibi). ♣ Musa ve kavimi, Allahın İsrailoğullarına vaat ettiği topraklara doğru yol alırlar ve bugünkü Filistin'e yerleşirler. Türkiye'de Urfa, Mardin, Midyat ve Mezopotamya da, bugün Irak toprakları içinde yer alan Uruk şehrinin bulunduğu yer ve çevreleri de Tanrının İsrail oğullarına vaat ettikleri topraklar içerisinde kalır. Esasında bu hususlar Kuran'da da yer aldığı için, Müslüman'ım diyen herkese bunun gereğini yapması farz kılınmış demektir. ♣ Kutsal kitaplara göre Kudüs'te Allah'a ait ilk tapınak yapılır. Tarihsel bilgilere göre de Allah'a ait ilk tapınak Akneton tapınağıdır; çünkü tek tanrılılık ve Allah tanımı, namaz, sünnet, cennet, cehennem, kurban, ahiret, mahşer, kıyamet vs. bu tapınağın inanç sisteminin içinde yer alıyordu ve Musa'ya tanrı tarafından indirildiğine inanılan 10 emir de Akneton tapınağının giriş sütunlarında yazılıydı. ♣ Dört semavi dinde de, yaratılış mitolojisi, günlük işlerin düzenlenmesi ve ahiret işleri, bir taraftan kökleri Uruk şehrine kadar uzanan ve İbrahim Peygamber ve kavimi tarafından daha batıya taşınan Ön Asya ve Mezopotamya inanç ve öğretisine (örneğin şeri kanunlar), bir taraftan da Musa peygamber tarafından Filistin'e taşınan Akneton Tapınağının öğretisinin yoğrulmasıyla ortaya çıkmış görünmektedir.” Prof.Dr. Ali Demirsoy Benim kanımca. VARAKA BİN NEFVEL, bu yazılanları biliyordu ve bunları da Hz. Muhammed’e aktardı. Arabistan’da yaşanmakta olan kabile asaletine ait sosyal değerler birleşmeye ve bütünleşmeye en büyük engeldi. Hz. Muhammet mevcut düzenden hiç memnun değildi. Arapların dağınıklığı sosyal yapılarının da zayıf olmasına neden oluyordu. Hz. Muhammet,”Hılfıl Fudul”adlı bir derneğe girmişti. Birşeyler yapmak istiyordu. Bu derneğin adının Türkçe karşılığı:”ERDEMLİLER İTTİFAKI’”YDI.580’li yıllarda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonunda bu dernek ortaya çıktı. Ortaya çıkan kargaşa ortamında can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan bir barış cemiyetiydi.”Sayın Ali Haydar Sertel’in sge. S.23. Kuranı kerim ayetleri taşlara, kemiklere ve derilere yazılarak dağınık bir biçimde korunuyordu. Hz. Osman zamanında, Salih ibni Zeyd tarafından Mushaf haline getirildi. Noktalama işaretleri bilinmediğinden dümdüz bir cümle gibi yazılıyordu. Noktalama işaretlerini Bizanslı bir bilgin bulmuştu, kuranın bu yazışılış şekli her okuyanın yanlış anlamlar çıkarmasına ve ayet sayısının hesabının doğru yapılmamasına neden olmaktaydı. Herkez mistik bir şekilde ayet sayısının 6666olduğuna inanmaktaydı. Aslında Kuranı Kerimde 6217 ayet vardı. Kuranı Kerimin noktalanması işine Emeviler el atmıştı: KUR’ANDA NOKTALAMA İŞARETLERİ? “Kur’an ‘ın harekelenmesi ve noktalanması üç merhalede tamamlanmıştır. Birincisi: Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde, Muaviye, Ebu'l-Esved'i görevlendirmiş, O da Kur'an okurken meydana gelebilecek okuma hatalarını ortadan kaldırmak amacıyla nokta şeklinde hareke işaretleri koymuştur. İkincisi: Abdülmelik b. Mervan döneminde Kuran’daki bazı harfleri birbirinden ayırmak için noktalar konulmuştur. Mervan bu işte el-Haccac b. Yusuf'u görevlendirmiş; o da bu işi Nasr b. Âsım ve Hayy b. Yasmur'a havale etmiştir. Üçüncüsü: Bu dönemde i'rab alametleri olan Fetha, Damme, Kesre ve Sükûn konulmuştur. Bu harekelendirmede Halil b. Ahmed el-Ferahîdî'nin yolu izlenmiştir.”Yazı uzadı, Halifelik kavgası ayrı bir yazının konusudur. Saygılarımla.

13 Ekim 2014 Pazartesi

1249/MEKKE GÖÇMENLERİ VE MEDİNELİLER.

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR;09 Ekim 2014. MEKKE GÖÇMENLERİ VE MEDİNELİLER!(1) Benim Rahmetli Bacanağımın Rahmetli olan Ortanca Oğlu Oğuz Yağcı, Mersindeki dükkânını açtığın da, kapısına gelen yaşlı bir adama Beş Lira vermiş ve şu öğüdü almış: “Bak evladım; acıyanın acıyanı olmaz!” Herodot Tarihinde okuduğumu sandığım bir ilginç olay var: İstilacıların şehirlerini ellerinden aldığı bir şehir halkını komşu İyonya şehri misafir ederek evlerini onlara açar. Şehir sakinleri surlardan dışarı çıkarak bağ ve bahçelerinde çalıştıktan sonra şehirlerine döndüklerin de, eşyalarının surların dışına atılarak kale kapılarının yüzlerine kapatıldığını görür. Başka bir yerleşim yeri bularak oraya yerleşirler. Hz. Muhammet,16 Eylül 622 tarihinde; Müslüman olmayan hemşerisi Arapların şerrinde kurtulmak için, Mekke’de yatağına Yeğeni Ali’yi yatırarak Medine’ye sığınır. Bundan sonra da, Mekkeli Müslüman olmuş Araplar da Medineye/Yesrip/sığınırlar, Medineliler onlara evlerini açarlar hatta hurmalıklarını bile paylaşırlar! Ve yine hicretin ilk zamanlarında Peygamber nüfus sayımı yaptırır. Nüfus sayımıyla ilgili olarak Peygamberimiz: "Müslümanlığını sözü ile açıklayanları bana yazınız." Buyurur. Araştırmacılara göre Medine'de yaklaşık 1.500 Müslüman, 4.000 Arap müşrik ve 4.000-4.500 Yahudi unsuru bulunmaktadır.”KUREYZA YAHUDİ KABİLESİNE KARŞI YAPILAN KATLİAM DA 1500 Müslüman’ın ÇIKARI İÇİN 4500 KİŞİLİK YAHUDİ TOPLULUĞUNUN ERKEKLERİNİN ETEK KILLARI SİYAH OLANLARI ÖLDÜRÜLMÜŞ, ÖLDÜRÜLMEYENLER DE KADIN VE ÇOCUKLARLA BİRLİKTE SATILMIŞTIR. PROFESÖR DR.SÜLEYMAN ATEŞ ”ALLAHIN EMRİ İLE ÖLDÜRÜLMÜŞ VE SATILMIŞLARDIR!”Buyurmuştur. Gerçekte, Kureyza aleyhindeki kararı her iki tarafın da hakem olarak kabul ettiği S’AD ADLI MÜSLÜMAN Arap vermiştir. HZ. Muhammet, Medinelilerin önüne düşerek; Mekkeli AKRABALARINA KARŞI, BEDİR, UHUT VE HENDEN GAZASINI YAPMIŞ, MEKKEYİ DE ONLARLA FETHETMİŞTİ! BUNA RAĞMEN DE DÖRT HALİFE DE GÖÇMENLERDEN SEÇİLMİŞTİR! Medine sözleşmesinin önemli maddeleri nelerdir? • Müslüman ve Yahudi topluluklar barış içerisinde yaşayacaklardı. • Şehrin dışından gelen saldırılarda, hep birlik olunacak ve şehir savunması birlikte yapılacaktır. • Yahudiler dinlerinde serbest olacaktır. • İki taraftan birinin, üçüncü bir tarafla olan anlaşmazlığında diğer taraf yanında yer alacaktır. • Yahudiler ve Müslümanlar arasında olacak anlaşmazlıklarda, Hz Muhammed hakem olarak kabul edilecektir. • Her topluluk kendine ait bölgeden sorumlu olacaktır. • Çıkacak bütün anlaşmazlıklar Allah'a ve Resul'üne sunulacaktır. “Medine sözleşmesinin içeriğinde bulunan konular nelerdir?” “Adalet: Antlaşmanın çoğu maddesi herkese eşit olarak adalet sağlanmasını öngörüyordu. Bu anayasa herkese adalet götürme, adli işlerin idare edilmesi konularında devrim yapmıştır. Adalette yetkiler kişilerden alınarak, merkezi idareye bağlanmıştır. Artık kabileler içinde suçlular cezalandırılmayacak, her şey merkezi idarenin elinde olacaktır. Suçlular ve mağdurlar merkezi idare tarafından değerlendirilecekti. Bütün mümin kişiler suç işleyenlere karşı, merkezi idareye yardım etmekle mükellef kılınmıştır. Yahudilerin topluluğa girme nedeni de, zaten herkesin eşit muamele görmesidir. Artık kabile reislerinin otoritesi alınmış, merkezi idare kişilerde adaletin olduğu duygusunu uyandırmıştır.” “Suçun şahsiliği: Antlaşmada suçun şahsiliği konusunda vurgular yapılmış, hiçbir günah başkasına yüklenemez denilmiştir.” “Sigorta: Antlaşma savaşta esir düşenlerin, ölüm ya da yaralama hallerinde diyet ödeyebilmek için, sigorta kurumu olmasını öngörmüştür. Artık Müslümanlar kendi aralarında değil, kabileler arasında da, paylaşım kabul edilmiştir. “ “Vatandaşlık ve savunma: Antlaşma din, dil ve ırk gözetmeksizin herkesi eşit bir şekilde vatandaş olarak kabul etmiştir. Savaş durumunda herkesin kendi giderini karşılaması gerektiği kabul edilmiştir.” “Medine şehrinin sınırları: Antlaşmadan önce dağınık bir yerleşimin olması sebebiyle, şehrin sınırları belirlenmiştir. Medine merkezin ve ovasının sınırları bu şekilde belirlenmiştir.” “Din özgürlüğü ve takva: Antlaşma herkese din özgürlüğünü getirmiştir. Yahudilerin kendi dinlerine göre muhakeme edilebilmesinin önü açılmıştır. Bazı maddelerde ise, Allah korkusu ve toplum hayatındaki rolü üzerinde durulmuştur. Takvanın adaletin temeli olduğu konusu üzerinde açık ifadeler konmuştur. Takvanın en üstü kanunlara itaat etmektir, denmiştir. “ “Müslümanlarla ilgili maddeler: Antlaşma Müslümanların birbirlerine yardımcı olmakla mükellef olduğunu ifade etmektedir. Müminlerin kardeşliğine değinilmiş, müminlerin suçluları korumaması gerektiği belirtilmiştir.”BUNU UNUTMAYINIZ. MEDİNE SÖZLEŞMESİ. “Medine Vesikası’nın genel hükümlerinden başka sonuçlar da çıkartılabilir. Ama yeri burası değildir. Vesika’nın bizim için önemli tarafı, 622 yılında yazılı bir belge olarak üç ayrı dinî ve sosyal blok arasında karşılıklı görüşme ve anlaşma sonucu kaleme alınması ve uygulamaya konulmuş olmasıdır” İkinci kurucu ilke hâkimiyet’in değil, katılım’ın hareket noktası seçilmesidir. Çünkü totaliter ve üniter bir siyasal yapıda farklılıklar kabul edilemez. Medine Vesikası, Müslüman ve Yahudileri kabile, kabile (tek, tek) zikreder. Müşriklere de ayrı bir maddede değinir. (Md. 20/B). Muhacirler, Ensar, Benu Avf, Benu Harisler, Benu Saide, Benu Cuşem, Benu’n-Neccar, Benu Amr İbn Avuflar, Benu Nebît ve Benu’l-Evs... (Md.1-11). Yine Yahudilerden Benu Avf, Benu’n-Neccar, Benu’l-Haris, Benu Saide, Benu Cuşem, Benu’l-Evs, Benu Sa’lebe, Cefne, Benu Şuteybe (Md.25-33) kabilelerini ve onların Mevlalarını ayrı, ayrı zikreder.” Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla /Bismillâhirahmanırrâhim. 1. Bu yazı/kitap/ Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan katılanlar ve onlarla beraber cihat edenler içindir. 2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar. 3. Kureyş’den olan muhacirler, kendi aralarında adet olduğu üzere, kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler. Savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. 4. Beni Avflar, kendi aralarında adet olduğu üzere, önceki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir. Müslümanların teşkil ettiği her zümre savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. 5. Beni Harisler, kendi aralarında adet olduğu üzere. 6. Beni Saidler. 7. Beni Cuşemler. 8. Beni Neccarlar. 9. Beni Amr b.Avfler. 10. Beni Nebitler. 11. Beni Evsler. 12. Müminler, kendi aralarında ağır mali mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi bu durumda bırakmayacaklar. Kurtuluş fidyelerini veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir. 12B. Hiçbir mümin diğer müminin dostu ile onun aleyhine bir anlaşma yapmayacaktır. 13.Takva sahibi müminler, kendi aralarında, saldırgana, haksız bir fiili tasarlayana, bir suça veya bir hakka tecavüze ya da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. 14. Hiçbir mümin, bir kâfir için, bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez. 15. Allah’ın himaye ve teminatı tektir. Müminlerin en önemsizlerinden birinin himayesi, onların hepsi için bağlayıcı bir hüküm ifade eder. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin dostu durumundadır. 16.Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır. 17. Sulh müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak, bir barış anlaşması yapamaz. Bu sulh ancak müminler arasında genellik ve adalet esasları üzere yapılacaktır. 18. Bizimle beraber savaşa katılan bütün askeri birlikler, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir. 19. Müminler birbirlerinin Allah yolunda akıtılan kanlarının intikamını alacaklardır. 20. Takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yolda bulunurlar. 20B. Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz, hiçbir mümine bu Hususta engel olamaz. 21. Herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne sebep olduğu kati delillerle sabit olur da, ölenin velisi rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur. Bu halde, bütün müminler ona karşı olurlar. Bunlara sadece bu kuralın tatbiki için hareket etmek helal olur. 22. Bu yazının muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve Ahiret Gününe inanan bir müminin bir katile yardım etmesi ve ona sığınak temin etmesi helal değildir. Ona yardım ve yataklık eden, kıyamet günü Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır. O zaman artık kendisinden ne bir para ve ne de bir taviz kabul edilecektir. 23. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir. 24. Yahudiler, müminler gibi savaş devam ettiği sürece harp masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler. 25. Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet (toplum) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna, dostları da dâhildir. 25B. Yalnız, kim haksız bir harekette bulunur veya bir suç işlerse, o sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş olacaktır 26. Beni Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 27. Beni Haris Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 28. Beni Saide Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 29. Beni Cuşem Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 30. Beni Evs Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 31. Beni Salebe Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. 32. Cefne ailesi Salebenin bir koludur. Bu sebeple Salebeler gibi kabul edileceklerdir. 33. Beni Şuteybe de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacaklardır. Kurallara mutlaka riayet edilecek ve bunlara aykırı davranılmayacaktır. 34. Salebelerin dostları bizzat Salebeler gibi kabul edilecektir. 35. Yahudilere sığınanlar bizzat onlar gibi kabul olunacaklardır. 36. Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan, Müslümanlarla birlikte bir askeri sefere çıkamayacaktır. 36B. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Biri bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir. 37. Bir savaş sırasında Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Bu sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Onlar arasında iyi davranma olacaktır. Kaidelere mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı davranış olmayacaktır. 37B. Hiç kimse müttefiklerine karşı bir suç işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir. 38. Yahudiler Müslümanlarla birlikte harp ettikleri sürece masrafta bulunacaklardır. 39. Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine vadisi mukaddes bir yerdir. 40. Himaye altındaki kimse himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne zulmedebilir. 41. Himaye verme hakkına sahip olanların dışında hiç kimse himaye veremez. 42. Bu sahifede yazılı kimseler arasında zuhurunda korkulan bütün öldürme ve tartışma vakalarının Allah’a ve Resulüne götürülmeleri gerekir. Allah, bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir. 43. Kureyşliler ve onlara yardım edecekler, himaye altına alınmayacaklardır. 44. Müslümanlar ve Yahudiler Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşma yapılacaktır. 45.Yahudiler, Müslümanlar tarafından sulh yapmaya veya bir sulh aktine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler, Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din konusunda girişilen harp vakaları müstesnadır. 45B. Her zümre, kendine ait mıntıkadan sorumludur. 46. Bu sahifede gösterilen kişiler için ortaya konan şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların dostlarına ve bizzat kendilerine, yine bu sahifede gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir şekilde tatbik olunur. Kurallara mutlaka uyulacak, bunlara aykırı hareket edilmeyecektir. Haksız yollarla kazanç temin edenler, sadece kendilerine zarar ermiş olurlar. Allah, bu sahifede gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir. 47. Bu yazı, bir haksız fiil veya cürüm işleyenin ceza görmesine engel olamaz. Harbe çıkan da Medine’de kalan da emniyet içindedir. Haksız bir fiil işlemek müstesnadır. Allah ve Rasulü Muhammed himayelerini, bu sahifeyi tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza edenler üzerinde tutacaklardır.” 17) Sulh, mü’minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü’min Allah yolunda girişilen bir harpde, diğer mü’minleri hâriç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak onlar (mü’minler) arasında umumiyet ve adalet esasları üzere yapılacaktır. 18) Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle münavebe edeceklerdir. 19) Mü’minler, birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır. HÜKÜMLERE İÇKİN KURUCU İLKELER: “Bu vesika Muhammed Peygamber’in kitabıdır ki, bunu yazan (veya yazdıran) Muhammed’in kendisinden başkası değildir. Diğerleri, yani Müslümanlar, Yahudiler ve Müşrikler buna katılmışlardır.”26 Caetani’nin bu sözlerinden, Peygamber’in kendi başına hazırladığı bir metni diğerlerine dikte ettirdiği veya bir emr-i vaki durumu yaratıp onlara onaylattığı sonucunu çıkarmamak lazım. Enes’ten ve diğer kanallardan gelen bilgiler, Vesika’nın karşılıklı görüşmeler sonucunda ve bir toplumsal mutabakat ürünü şeklinde ortaya çıktığını göstermektedir.” “Doğrusu da budur. Çünkü Mekke’den ve gece yarısı gizlice çıkıp Medine’ye göç etmiş, üstelik bütün taraftarları genel şehir nüfusunun yüzde 15’ni geçmeyen bir insanın, tamamen kendi istek ve arzularına ya da gelecekteki çıkar hesaplarına hizmet edecek bir sözleşme metnini, kendisinden sayıca ve silahça daha güçlü kimselere kabul ettirmesi düşünülemez. Bu hiç de akla yatkın görünmüyor. 8). Savaş, merkezî yönetimin ortak kararıyla alınacaktır. Savaşın en önemli sebeplerinden biri dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı ortaklaşa mukavemet etmek üzere yapılır. Böyle bir savunma savaşında anlaşmaya taraf olan gruplar mali ve askerî ortak sorumluluklar yüklenirler, hep birlikte savaşırlar. (Md. 15, 18, 19 ve 24). Ancak din adına yapılacak savaşlarda ortak sorumluluk yoktur. (Md. 45). Buna göre eğer Müslümanlar, kendi dinleri için ve başkalarıyla -o da Medine dışında olmak üzere- savaşacak olurlarsa, Yahudiler ve Medineli Müşrikler onlara katılmak zorunda değildirler. Bu madde gereğince Bedir ve Uhud Savaşı Medine dışında bir yerde cereyan etmiştir. Medine Vesikası’nın genel hükümlerinden başka sonuçlar da çıkartılabilir. Ama yeri burası değildir. Vesika’nın bizim için önemli tarafı, 622 yılında yazılı bir belge olarak üç ayrı dinî ve sosyal blok arasında karşılıklı görüşme ve anlaşma sonucu kaleme alınması ve uygulamaya konulmuş olmasıdır.” “Hz. Muhammet, Mekke’yi gizlice terk edip, Medine’ye sığındığında, orada yaşayanlarla ve Yahudi toplumu ile 65/47/ maddelik bir anlaşma yapmıştı.-Taha Akyol; Medine’den Lozan’a- Bu anlaşmaya göre; Hz. Muhammet, kervan basma gibi eylemlere girişmeyecek, Medine’deki huzuru koruyacaktı. Bedir Gazasında; kendisini Beni Nadir Yahudi aşiretinin öldüreceğini öğrenen Hz. Muhammet; Beni Nadir Yahudi aşiretinin tüm mallarına el koyarak, kendilerini Medine’den sürgün etti. Uhut Gazasından sonra da; Beni Luka Yahudi aşiretini, 24 saat içersinde, birer deve yükü eşya alarak Medine’yi terk ettirdi. Bir kış günü; Müslümanlığı kabul etmemiş Kureyşlilerin, 10,000 kişilik bir kuvvetle Medine’ye saldıracakları haberini Hz. Muhammet’in amcası Abbas bildirince, Medine’deki panik, şehrin etrafına, Selmani Farisi’nin önerisi üzerine, hendek kazılması ile durduruldu” Medine’de yaşayan en büyük Yahudi topluluğu olan Kureyza; Mekkelilerle bir oldu. Kureyza kabile reisinin kızı Safiye de, Hayber Yahudi aşireti reisinin oğlu ile evliydi. Mekkeliler, Medine ablukasını kaldırıp, Mekke’ye dönünce; Kureyza aşiretinin anlaşmaya uymama konusu gündeme getirildi. Kazılan hendekten atlayarak geçmek isterken, bir ağaç dikmesinin üzerine düşerek, ağır yaralanan bir Müslüman hakem seçildi. Hasta haliyle Medine’ye gelen bu seçilmiş hakem, iki tarafı dinledikten sonra; kararını açıkladı: “Kureyza aşiretine mensup, bütün ergin erkeklerin boyunları vurulacak; bütün malları ve mülkleri ellerinden alınacak, çocukları, kadın ve kızlarına esir işlemi yapılacaktır. ”Meydana toplatılan Kureyzalı erkeklerin, meşale ışıkları altında; bizzat Hz. Muhammet tarafından, etek kıllarına bakılarak; etek kılları siyah olanlar cellâtlara teslim edilerek boyunları vuruldu.*-İslam Ansiklopedisi, Beni Nadir, Beni Luka ve Kureyza maddeleri.”HZ.ALİ’NİN 80 YAHUDİNİN BOYNUNU VURDUĞU ANLATILMAKTADIR. Hayber Yahudi kalesi fethedildi, Hayber Reisi ve Oğlu, Safiyenin kocası/işkenceden geçirilerek öldürüldü, hazinenin yarısı ele geçirilerek, hurmalıklarla birlikte el konuldu. Hz. Muhammet, Safiye ile devenin üstüne kurulan bir kapalı mekânda gerdeğe girdi. HÜNEYİN, HZ.Muhammedin Sütanası Halime’nin kavmine baskın düzenlenerek 300 okka altın,600 okka gümüş,24.000 deve,44000koyun ve 6000insana köle olarak el konuldu. Ganimetin paylaştırılmasında Medineliler ayaklandığından SEKİZİNCİ SURENİN BİRİNCİ AYETİ KIRKBİRİNCİ AYET İLE DEĞİŞTİRİLDİ! Yağma ve Arap asaleti ile övünme islamlaştırmanın önüne geçer. Bundan sonra, diğer ulusların ülkelerine yapılan seferler de YAĞMA VE KATLİAM ÖN PLANDA TUTULUR. MEDİNE SÖZLEŞMESİ, MÜSLÜMANLAR GÜÇLENİNCE UNUTULMUŞTUR. ARAPLAR, İSLAM KİMLİĞİ ALTINDA YAĞMA VE KATLİAMLARA DALMIŞLARDIR. ESİR ALDIKLARI İNSANLARI DA İÇ PAZARLARINDA SATMIŞLARDIR. YILANLAR, HER ÇAĞDA TÜM CANLILAR İÇİN ÖLDÜRÜCÜ ZEHİR TAŞIR. OKUYALIM: TÜRKLER NASIL LÜMAN OLDU? 3 Arap Bülbülleri ve Türklük hainlerinin anlattığı gibi değil, Kılıçla ve Zulümle Müslüman olmak zorunda bırakıldılar. OSTÜZÜ “1. Büyük Katliam ( Talkan Katliamı )”—Müslümanlık adına ve Müslüman Araplarca yapılmış olan bu katliamları Müslüman Arap tarihçileri övünerek yazmaktadırlar! OSTÜZÜ: “Buhar’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar. Sogd Meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile Anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve Tarafsız kalacaktır. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin Birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini İstedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir. İlk olarak saldırıya Uğrayan Kibac Hatun'a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o Yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar Tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır. Neyzek Tarhan daha Sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar. Tohoristan'a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer Mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya Çalışır. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek'den gelir. Tarhan’ın Planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık Yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür. O Ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe'nin gelişinden önce şehri terk eder. Şehre hiç savaşmadan Giren Kuteybe'nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek Varsa hepsini kılıçtan geçirirler. Bu katliam o zamana kadar Yapılanların en büyüğüdür. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe'nin askerleri öldürebildikleri kadar Öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara Asarlar. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin Ağaçlara asılan cesetleri ile doludur. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak Geçmiştir. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve Askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi Kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır. Bütün bunlar hep İslam VE ALLAH adına yapılmıştır. Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman'a girer. Erkeklerin pek Çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar. Daha sonra Kes ve Nesef'de aynı şeyleri yapar. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye Olurlar. Daha sonra Faryab'a yönelir ve Faryab'ın teslim olmasını İster. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim Olmaya yanaşmazlar. Erkekleri dövüşerek ölürler. Bütün şehir Yakılır. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler. Kuteybe, Faryab'dan sonra, Tarhan'ın çekildiği kale Bazgis'i kuşatır. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde Edemez. Bu arada kış yaklaşır. Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her İki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe Son olarak bir hileye başvurur. Tarhan'ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir. Muhammed ibni Selim Tarhan'ın Teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar Gelmeyeceği güvencesini verir. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan'ın Kuteybe'nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi Yoktur. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz Yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur. Kuteybe Bu arada Tarhan'ı hemen öldürmez. Haccac'a haber göndererek ne Yapacağını sorar. Haccac Tarhan için, " O bir Müslüman düşmanıdır Hiç aman vermeden öldür" der. Kuteybe önce Tarhan'ın iki oğlunu, Tarhan'ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür. Arkasından 700 Kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan'ın ve halkın gözü Önünde kestirir. Tarhan'ı da bizzat kendisi öldürür. Bütün kesilen Başlar Haccac'a gönderilir. Kuteybe sanki Kuran'daki ayetleri yerine Getirmiştir. 9 Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı Savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. Tarhan'ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü'nün altında Bulunan Harzem bölgesine yürür. Harzem'de Caygan ile Havarizat Arasında taht kavgası vardır. Kuteybe Caygan'la işbirliği yapar. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür. Arkasından Camhud Melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar. Ancak, daha sonra Bunlar Kuteybe'nin emri üzerine öldürülürler. Bu olay, Ziya Kitapçının, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında Aynen şöyle anlatılır: “Bu harblerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına Göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle Gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri ile Geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana Kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini Soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini Söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, İnsafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harbelerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu Vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır: “Kazan ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük Çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük Gibiydiler.” ( Sayfa 314 ). “Harzem'de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı Öldürür. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem'i yakıp yıkar, halkı Kılıçtan geçirir. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem'deki Uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır. "Kuteybe, her çareye baş Vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini Koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara Gömüldü. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında Bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı. Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür. Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister. Taşkent ve Fergana’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe'nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant kuşatılır. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre: 1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir. 2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak Verecektir. 3.Şehirde Cami yapılacaktır. 4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır. 5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe'ye teslim Edilecektir. Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv'e geri döner. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Müslim’i Semerkant'ın başına vali olarak bırakır. Kuteybe'nin Merv'e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında İşgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar. Zaman, zaman Ceyhun Irmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler. Haccac Kuteybe'ye Taşkent ve Fergana'yi işgal etmesi talimatını Verir. Kuteybe Taşkent'e gider fakat başarılı olamaz. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe'ye Türklere karşı savaşları devam Ettirmesini söyler. Kuteybe bu sefer Kasgar'a doğru yola çıkar. Tam Kasgar'ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak Kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde Kafası kesilerek öldürülür. Çünkü Kuteybe'nin komutanları Halifeye Karşı gelmek istememişlerdir.”Curcan Türk katliamı da Allah ve Müslümanlık adına MÜSLÜMMAN Araplarca yapılmıştır. OSTÜZÜ. HZ. Musa, Yahudileri kucaklamıştır. HZ. İsa, tüm insanları doğru bildiği yolu göstermiştir. Hz. Muhammet te Kureyş Arap Kabilesini kucaklamıştır.”Bütün dünya Müslümanlarını Kureyşli Müslümanlar yönetecek, bütün kâfirleri de Kureyşli kâfirler yönetecektir.”Hadis.

10 Ekim 2014 Cuma

1248/ATATÜRK NE YAPMIŞ Kİ!

15 Şubat 2014 Cumartesi ATATÜRK NE Mİ YAPMIŞ Kİ! TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR;14Şubat 2014. Bir Sapısilik bana bu soruyu sormuştu; Cevap olarak ta: “Sülalenizin kadınlarını işgal güçlerinin düzmelerini önlemiştir. Babanızın da Ananızın da Türk olmasını sağlamıştır. Sizi insan yerine saydırtmıştır.”Türk değil mi Marsıvanın /Merzifon/eşeği, eşek değil eşekten de aşağı! Diyen Osmanlıyı tarihin çöplüğüne gömerek, Türk ulusunu layık olduğu bugünkü yerine çıkarmıştır!”Demiştim. Bu soruya en güzel yanıtı da bir öğrenci vermişti:”NELER YAPMADI Kİ!”07 Haziran 2014. ” Amerikalı bir Turist, bizim Temel Reise sormuş: “Ula Temel, siz ha bu Hamsiden kaç çeşit yemek yaparsınız bana sayar mısın? “Temel parmağının birisini bükerek:1-Tatlısını yaparız! Dediğin de Amerikalı; “Temel Reis gerisini saymaya gerek kalmadı öğrendim! Demiş! “Bu, olayın fıkra kısmı. Bir de gerçeğine bir bakalım: Amerikalı bir bilim Adamı Rahmetli Profesör Doktor Ahmet Taner Kışlalıya, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı devrimleri anlatır mısınız? Dediğin de; Rahmetli Kışlalı, hiç tereddüt etmeden:”Harf devrimini yaptı. Arap alfabesi yerine Latin alfabesini getirdi!”Amerikalı:”Gerisini anlatmanıza gerek kalmadı. Mao Çe Tung, her türlü gücü ve şiddeti elinde tuttuğu halde Çin alfabesini değiştirmeye yanaşmadı! Demiş. Bazı soyu ve sütü bozuklarımız, ne zaman Mustafa Kemal Atatürk’ten söz açılsa, dudak bükerek bu soruyu tekrarlamaktadırlar; Atatürk ne yaptı ki!”Bu sorunun bir tek yanıtı vardır ama anlatsanız ne anlayabilirler ne de ihanetlerinden vaz geçerler. Ulan kanı da bozuklarımız, ONBİR senedir, ALLAH VE din ile aldatanlarımızın satmakla bitiremedikleri Türkiye Cumhuriyetinin her türlü değerlerini kimler yapmıştır ve dahi yaratmıştır?! Osmanlıdan hangi sanayi ve turistik kuruluşumuz kalmıştır? Dikiş İğnesini, dikiş ipliğini ve şekeri bile dışarıdan satın almaktaydı göklere çıkarttığınız Osmanlı. Tebaa ve cariye iken özgür ve eşit değerlere sahip, batılılarla her alanda yarışan insan olmanızı Atatürkçümüze borçlusunuz. Osmanlı zamanında, Türk Ordusunda görev yapacak Alman subayları bir üst rütbe ile gelmekteydiler. Alman Ordusunda Süvari subaylarının en üst rütbesi Tümgenerallik iken, Emekli Süvari Tümgenerali Liman Fon Sanders’i Mareşal rütbesi ile Gelibolu’daki 5’inci ordunun başına oturtmuşlar, Osmanlı Genelkurmay başkanlığına da bir Alman Generalini geçirmişlerdi. Kanalı fethe giden Cemal Paşanın kurmay başkanı da bir Alman Kurmaya Albayıydı. Salakça planlanan, Alman çıkarları için delilerin bile yapamayacakları Süveyş kanalı seferinde tam 30.000 devemiz ölmüştü. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en bunalımlı döneminde, Afgan ordusunu eğitecek Türk subaylarını O Mustafa Kemal bir üst rütbe ile Afganistan’a göndermişti. Uzun söze gerek te yok; Ninelerinizin, Analarınızın, Teyzelerinizin, Ablalarınızın ve Halalarınızın ırzlarına düşman askerleri geçememişse bunu Atatürk’e borçlusunuz! Ben,1918 Türkiye’si için bir örnek vermek istiyorum. Aklı ve vicdanı olanlar iyice okumalıdırlar.1919-1922 yıllarındaki Zonguldak Ticaret ve sanayi odasına kayıtlı 243 tüccardan sadece birisi, Türk asıllıdır. Gerisi Osmanlı vatandaşı azınlıklarla yabancılardan oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda 243 sadrazamın yalın 10’u Türk asıllıydı. Bulgar hükümeti, Ulusal Kurtuluş Savaşı için Bulgar subayları gönderme önerisini Mustafa Kemal: “Vatan müdafaasında yalınız Türk vatandaşlarının kanı dökülür! Diyerek öneriyi geri çevirmişti. Bendeniz Osmanlı dönemindeki bugün bizim olan İzmir’imizden, Tanrı sıfatlı Bay Recep Beyimizin” Gâvur!”Dediği İzmir’imizden örnek vermekle yetineceğim: Buyurunuz birlikte okuyalım. Öncelikle şunu söylemeliyim: İzmir’deki 23 Tabibin sadece 3’ü Müslümandı. Mordoğan kasabasında Rumların özel hastanesi olduğu gibi Urla-Çeşmealtındaki bir adada da özel bir hastaneleri vardı. Urla’nın nüfusu,30.000 Rum;5500 Ermeni,550 Yahudi ve sadece çoğunluğu da köylerde olan 3500 Türk’ten oluşuyordu. Sayın Yavuz ÖZMAKAS’IN”KOÇ BİLEKLİ Vali Rahmi Bey’in İzmir Günleri ”adlı eserinin 130’uncu sahifesi: “Savaşın sonuna doğru sayılarla İzmir’dir!” “Birinci dünya savaşının son yılında,1918 izmir2inden bina sayılarına gözatacak olursak ilginç sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır. İzmir kazasında 130 cami,50 mescit,27 medrese,11 tekke varken 9 sinegok,85 kilise,1 manastır bulunuyordu. Müslümanlara ait 1 kız, bir erkek öğretmen okulu,77 erkek ve 1o kız okulu vardı. Bunun yansıra bir sanayi okulu ve bir de kütüphane bulunuyordu. Bir sanayi okulu ve bir de kütüphane bulunuyordu. Yabancıların istatistiğinde ise 10 erkek,2 kız Musevi Okulu, diğer öğelere ait te 52 erkek,25 kız okulu vardı. Musevilere ait 2,diğer azınlıklara aitte 7 hastaneyi eklemek gerekir. Kazada 82 otel ve ferhanenin 43 tanesi Müslümanlarındı. Kalanlardan 4’ü Musevilerin,11’i Ermenilerin,14’ü Rumların,10’u da diğer yabancılarındı. Kentteki 2344 mağazanın 745’i Müslümanlara,168’i Musevilere,272’si Ermenilere,771’i Rumlara,379’u Da diğer azınlıklara aitti. Müslümanlar ve Rumlar 57’şer yazıhane ile başı çekiyorlardı.62 ferhanenin 12’si Ermenilerin,14’ü Rumların,302u da diğer yabancılarındı. Kentteki 9 tiyatronun 3’ü Rumların,4’ü yabancılarındı.17 sinemanın 8’i Rumlarındı. Musevilere ait 2,yabancılara ait te 4 sinema vardı.43 gazinonun 17’si Rumların,17’si yabancıların,6’sı da Müslümanlarındı. 94 Rum. Meyhanesi,78 yabancılara ait meyhane,11 Musevilere ait meyhane,14 Ermenilere ait meyhane 29 Müslümanlara ait meyhane vardı.42 rakı fabrikasından 22’si Rumlara,20’si de diğer unsurlara aitti. Kentteki 2 bira fabrikasının sahibi de yabancıydı.67 eczanenin 17’si Müslümanlara,22’siRumlara,212i yabancılara,4’üMusevilere,42ü de Ermenilere aitti. Kentteki dükkânların yarısı Müslümanların elinde bulunuyordu.8938 dükkânın 4551 tanesinin sahibi Müslümandı, Rumların sahibi olduğu dükkân sayısı 2053 idi. İzmir’de bulunan 8 bankadan 4’ü Rumlara,2’si Ermenilere,22si de yabancılara aitti.17 matbaanın 10’unu sahibi de Rumdu.20 un fabrikasının 4’ü,8 makarna fabrikasından 12i,5 helva fabrikasından 12i,14 şeker imalathanesinden 11’i Müslümanlarındı.9 Eylül 1922 sabahı yağhaneler semtinden şehir merkezine doğru ilerleyen Dört Türk askeri, bir Rum’un/Tuzcuoğlu’nun/ un fabrikasından, Rum ve Ermeni çeteleri tarafından atılan el bombaları ve açılan ateş sonucu şehit edilerek oldukları yerlerde toprağa verilmişlerdir. ŞEHİTLİK VATAN VE NAMUS PARKI ADINI TAŞIMAKTADIR. Bu şehitlerimizin adlarını yazmak bence ulusal bir görevdir: İkinci SÜVARİ TÜMENİ,4’Üncü SÜVARİ ALAYI,2’İNCİ SÜVARİ BÖLÜĞÜNDEN, Akşehir’in Mamuretülhamit köyünden Bekir oğlu MEHMET ÇAVUŞ. Aynı bölükten ANTALYA’NIN Kızılsaray köyünden Ömer oğlu HAKKI ÇAVUŞ. Yine bu alayın 4’üncü bölüğünden Nevşehir’in İneli köyünden Ahmet oğlu Er Seyit Ahmet.”Türkmen Parlak, İşgalden Kurtuluş, s.362.c.2 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr anlaşmasının en önemli maddeleri: 1. Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dâhil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak; 2. Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar ‘da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek; 3. Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek 4. İzmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı İmparatorluğu egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan'a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan'a katılması için plebisit yapılacak; 5. Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyeti'ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.) 6. Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek; 7. Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okul ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı'nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek; 8. Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri kuvveti, jandarma dâhil 50.700 kişiyle sınırlı olacak ve ağır silahları bulunmayacaktı.[1][4] Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi'nde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek; 9. Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak; 10. Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı İmparatorluğu'nun mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye'nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefikler arası mali komisyonun denetimine alınacak; 11. Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı'nın 1914'te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak; 12. Ticaret ve Özel Hukuk (madde 269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletlerarasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek hükümlerini içeren bir antlaşmadır. OSMANLI PARLAMENTOSUNUN KABUL EDEREK YÜRÜRLÜĞE KOYDUĞU BÜTÇE KANUNUNU GENEL BORÇLAR İDARESİNDE/DÜYUNU UMUMİYE İDARESİ/ GÖREVLİ İNGİLİZ, FRANSIZ VE İTALYAN DELEGELERİNDEN OLUŞAN KOMİSYON UYGULAMADAN KALDIRABİLECEKTİR! 11 ŞUBAT 1919,GENERAL ALLENBY'DEN HÜKÜMETE TEBLİGAT! VE 11 ŞUBAT 2011 KOMUTANLAR; SİLİVRİ CEZAEVİ'NİN ETRAFI SARILARAK SİLİVRİ'DE TUTUKLANDI! BU YAZI SAYIN GÜLSEV EYÜBOĞLU’NDAN ALINMIŞTIR. 11 ŞUBAT 1919,GENERAL ALLENBY’DENOSMANLI HÜKÜMETİNE, ÜLTİMATOM! İngiliz Kraliyet Orduları Mısır Kuvvei Seferiye Kumandanı General Allenby İstanbul'da. General Allenby,11 Şubat 1919 Günü İstanbul'da İstanbul Hükümeti ve Erkanıharbiyei Umumiye toplantı yaptılar. İlgili toplandı gizlilik içinde 3 saat devam etti. SONUÇ; İngiliz Kraliyet Orduları Mısır Kuvvei Seferiye Kumandanı General Allenby'nin İstanbul Hükümeti ve Erkânıharbiye Umumiye'sine ivedi yerine getirilmek kaydıyla verdiği ÜLTİMATOM! Mısır Kuvvei Seferiyesi idaresi altında bulunan mıntıkalarda icra mevkiine ivedilikle konacak mukarrer şartlar: 1)-Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşanın memuriyetine derhal hitam verilecektir. 2)-Altıncı Ordu kâmilen teslimi silah ederek, top mitralyöz vesair silahları muayyen bir noktada tarafıma ita olunacaktır. 3)-Tarafımdan emir verildiğinde meskûn ahalinin elinde bulunan silahlar toplatılacaktır. 4)-Benim emri mıntıkam dâhilinde ihtiyacım olmayan Türk Jandarması teslimi silah edecek ve emrim mucibince terhis edilecektir. İdarem altındaki mıntıkalar dâhilinde bulunan Türk Jandarması terhis edilinceye kadar emrime tabi tutulacaktır. 5)-Tavır ve hareketleri âdemi memnuniyeti mucip olan Osmanlı memurları emrime teberiyetle azledilecektir. Ve bunların yerine nasp ve tayin kılınacak yeni memurların isimleri berayi tasvip(tetkik)tarafıma verilecektir. 6)-Ahvalin müsaadesine göre, Ermeniler kendi memleketlerine(sözüm ona tehcir edildikleri yerlere)geri gönderilecek bunların iskânları temin edilecek arazi vesair emlak şimdi derhal kendilerine iade olunacaktır. Ermenilerin kendi yerlerine gönderilmesi hususunda muavenet(yardım) ve mallarına iras edilmiş olan zarar ve ziyanı tahmin etmek üzere icabeden yerleri ziyaret edecek bilcümle Zabitlerime teshilat ibraz olunacaktır. 7)-Gerek cinayetler(kendilerini korumaya çalışan Türklerin savunma hakkı ona göre cinayet) ve gerek Umumi Asayişi fiilen toplantı, miting, konferans seyahat hali icrasıyla müttehem bulunan kimseleri tevkif ettireceğim; bu dahi tamamıyla benim reyime muhavvel bulunacaktır. Mısır Kuvvei Seferiyesi Kumandanı General Allenby. Bu Allenby adlı gururlu İngiliz Generali, Süveyş kanalından girerek Mısırı fethedecek olan, Alman Uşağı Salak Enver ve Cemal Paşaların birliklerinin peşine düşerek Halep’i Kudüs’ü ve Şam’ı ele geçirmişti. Sam civarında bulunan Rahmetli Selahattin Eyyubi’nin mezarına çizmesinin burnu ile vurarak: ”Kalk,yine biz geldik! ”diyerek Aslan Yürekli Rişardın öcünü almıştı! General Allenby'nin şiddetli ÜLTİMATOMU 15 Şubat 1919 da Başkent İstanbul'dan yazılarak ayni günde tüm Ordu Kumandanlıklarına ve Kolordu Kumandanlıklarına bir örneği aşağıda olan telgraflar ekinde ivedi olarak gönderildi. Örnek telgraf 1. "Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa Hazretlerine, 628.12.81 sayılıdır. Harbiye 9.2.1919 müstaceldir Altıncı Ordu unvanı Onüçüncü Kolorduya tahvil olunmuştur. Kolordu Kumandanlığına münasip birini tevkif ederek heman Dersaadete avdet eylemeleri ve tevkil edilerek zatın ismiyle tarih hareketlerinin inbası mütemennadır. İmza Harbiye Nazırı-Ömer Yaver.." Örnek telgraf 2... "Altıncı Ordu Kumandanlığına, Harekât 920 sayılıdır... Erkânıharbiye Umumiye 15.2.1919 1-Miralay Cevdet Bey 13 üncü Kolordu Kumandan vekili olur. -Mumaileyhin Nusaybin'e vüruduna değin de iş bu vekâlet vazifesini Beşinci Fırka Kumandanı Kenan Beye şimdiden tevdi buyurur ve kumandadan çekilirsiniz. Kenan Bey emri ahara değin hareketini tehir eder. 2-Gerek Kolorduya ve gerekse İkinci Fırkaya bilahare Kumandanlar tayin edilecektir. 3-İaşe umurunuda şimdilik Kolordu Kumandan Vekili tedvir eder. 4-Tren hakkında ayrıca tebligat yapılacaktır. İmza Harbiye Nazırı-Ömer Yaver..............." SONUÇ; Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa anlatıyor; "Yıllarca selameti ve İstiklali için didinip kan döktüğümüz Vatanımızın akıbetini düşünmeye sıra geldi. Bunun için mi yıllarca Harp etmiştik. Böyle bir mütarekenin sonu ne olacak idi? Bu herifler, daha şimdiden bu derece zalimane hareket ederlerse, Sulh Mütarekesinde neler yapmayacaklardı. Şimdiye kadar yapılan tevkifleri bizim Padişah Hükümeti yapıyordu. Bir Ordu Kumandanı olan ben Ali İhsan Paşa, Türk Hükümeti Merkezinde, yabancı bir devlet askeri ve polisi tarafından Türk Otoritesinin gözü önünde tevkif olunması 1919 da şiddetli bir baskı yapılacağının ilk alarm işareti idi. “Ve devam ediyor......"Beni Arabyan Han'ın üst katında yeni açılan Polis Tevkifhanesinde bir odaya koydular. Oysa ben beni de Bekirağa Askeri Tevkifhanesine koyacaklarını sanıyordum. Çünkü orası da tutuklu Askerler, Devlet adamları ve diğer zevatla doluydu. Mart 1919 ayı sonuna doğru beni bir İngiliz Nakliye Gemisinin en alt kamaralarının birine koyarak Malta'ya gönderdiler. Malta’da Polverista denilen ve Türk Askeri esirlerinin doldurulduğu kışlaya getirdiler. Orada Medine Fatihi Fahrettin Paşa ile aynı koğuşa koydular. Ayrıca Mısır'dan getirilmiş yüzlerce esir Türk Subayları bu kışlayı doldurmuşlardı. Polverista esir Kışlasının etrafı tel örgülerle kapatılmış ve etrafı tecrit olunmuştu. Artık her şey bitmişti. Senelerden beri burada esir hayatı yaşayan Türk Subay ve erleri arasında bende çilemi doldurmaya başladım. Memleket, Vatan, Ordu Kumandanlığı, aile her şey uzakta kalmıştı. Daha sonraları aramıza eski nazırlar, gazeteciler, Yüksek memurlar katılmaya başladı. Esir Türkler kolonisi çoğalmıştı.” ve devam ediyor…” TESADÜF(!) Tesadüf! Sadece Tarihin tozlu sayfalarından anılar MI ACABA? ACABA? YOKSA TÜRK DEVLETİ YİNE İÇ DÜŞMANLARLA DIŞ DÜŞMANLARIN YENİ İTTİFAKLARIYLA ÖRTÜLÜ İŞGAL ALTINDA MI? Saygıyla Gülsev Eyüboğlu 13 Şubat 2011 "TÜRK Ulusunun düzenini bozmaya yönelen çabalar, boğulmaya mahkumdur !Büyük TÜRK Ulusu; kendisinin ve vatanının yüksek menfaatleri aleyhine çalışan ve çalışmak isteyen bozguncu,alçak,yurtsuz ve çıkarcı beyinsizlerin gizli ve kirli niyetlerini anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir Ulus değildir !!" MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK. İstanbul; Konya, Eskişehir, Afyon, Ankara, Kütahya ve Uluborlu’nun nüfus oranlarını versem ölmeniz gerekirdi. Her şeyin tedavisi mümkündür, ihanetin ve cehaletin tedavisi mümkün değildir. Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, ananız gene aynı ananız olacaktı, babanızın adı da Hristo, Teyel, Yani ve Sefanı olacaktı.

8 Ekim 2014 Çarşamba

1247/ALTIOK YENİDEN YORUMLANACAKMIŞ!

TC. OSMAN TÜRKOGUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR;28 Ağustos2014. BU YAZIMIN YAYIMLANMASINI CE-HA-PE’NİN GENEL KURUL SONRASINA BIRAKTIM. OSTÜZÜ. “6 OKU YENİDEN YORUIMLAMAK ZORUNDAYIZ!”Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, BİLAKAYDUŞARTYENİ CE-HA-PE’NİN Mutlak hâkimi ve tek seçicisi, Aydınlık’a vermiş olduğu demeci. “Bu kurultay bu tartışmaları bitirecek o zaman... Hedefimiz o. Değişimi güçlendirerek devam ettirmek. Bizim altı okumuz bellidir, ilkelerimiz bellidir. Bunlar değişmeyecek ama bunların yorumu daha çağdaş, daha evrensel anlayışa göre olacak. Böyle yorumlamak ve anlamak zorundayız. Altı okun hepsini mi? Elbette, elbette. Bu kurultay bu değişimlerin güçleneceği kurultay olacak. Kurultayda gençleşme olacak mı? En büyük hedeflerimizden biri bu. Bizim yüzde 10 gençlik kotamız var, yüzde 33 cinsiyet kotamız var. Bizi istiyoruz ki, bu kotaları aşacak biçimde genç ve kadın olsun, aday olsun ve seçilsinler. Toplumun yüzde 50’si kadın, yarısı genç. Elbette bu partinin organlarına yansımalı. Biz bunun önünü açtık. Daha fazlası gençlerin ve kadınların elinde. Kurultay mesajınız ne olacak? Türkiye’nin sorunlarına çözüm projeleri sunan, toplumsal talepleri dikkate alan, yeni bir umut yaratacak, içinde olduğumuz karanlığı aşacak bir umut mesajı olacak. Ve kurultayda değişim olacak. Topluma, “CHP değişiyor, proje üretiyor, umut veriyor” dedirteceğiz. Hem programımızla, hem de kadrolarımızla!” “KÖTÜ BAŞLANGIÇTAN KÖTÜ SONUÇ DOĞAR!”EUVRİPİDES/MÖ.480-406/Atina sitesinin en ünlü Tradeci yazarı. İttihat ve Terakki partisinin İaşe Nazırı Kara Kemal’in etrafında toplanan bir grup İttihatçı 14 maddelik bir Programla ayağa kalkmak istediklerinde, Mustafa Kemal de dokuz maddelik bir eylem planı hazırlamıştı. Sonra bu eylem planı Altıok olarak kaldı, Eylemlerden Her birisi Türk okları ile sembolize edilerek 1924 ANAYASAMIZA DE EKLENDİ. Bunlar şu şekilde sıralanmıştı. 1-CUMHURİYETÇİLİK, 2-MİLLİYETÇİLK, 3-HALKÇILIK, 4-DEVLETÇİLİK, 5-LAİKLİK, 6-DEVRİMCİLİK. Öcalan: (14 Nisan 2013) AYDINLIK GAZETESİ!29 Ağustos 2014. "CHP'nin iyi bir sosyal demokrat parti olmasının ne kadar önemli olduğunu ben biliyorum onlar bilmiyorlar." "A. Bey (kim olduğu anlaşılamadı) ve Kemal'e (Kılıçdaroğlu) selamlarımla beraber deyin ki, Kemalizm güncellenerek faydalı olabilir" Ulusalcılar CHP'yi aşağıya çekiyor. Kılıçdaroğlu Komisyona adam versin" (Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu) Kılıçdaroğlu'nun "Altı Ok'u yeniden yorumlayacağız" diye ortaya atılmasının altından Öcalan'ın talimatı çıktı. Öcalan'a göre ulusalcılar CHP'yi aşağıya çekiyor (Oy kaybettiriyor) Onun için sosyal demokrasiyi öneriyor. Kemalizm güncellenerek sanki sosyal demokrasi Kemalizm (Altı Ok) imiş gibi gösterilecek. Altı Ok'u yeniden yorumlama tezgâhı işte bu. Haber,30 Ağustos 2014 tarihli Aydınlık gazetesinin Birinci sahifesinde verilmişti. AYDINLIK AYDINLATMASAYDI, Kemal Beyimizin bu beyanının kendinden menkul olacağını zannedecektik! Ya da Yeni CİM-HA-PELİLERİN bir dayatması sanacaktık. AYDINLIK GAZETESİNE BİNLERCE KERE ÇOK ŞÜKÜR, DAYATMADAN ÇOK DAHA YÜKSEKLERDEN GELDİĞİNİ BİZE ÖĞRETTİ. İNGİLTERE’DE, iki köklü siyasi parti vardır: Muhafazakâr ve işçi partisi. AMERİKADA DA, köklü iki siyasi parti vardır: Demokrat partisi, Cumhuriyetçiler.vardır: Muhafazakârlar ve işçi Bunlar iktidar olsalar ya da seçimi yitirseler bile Parti tüzüklerini ve devletin siyasi düzenini değiştirmek sevdasına kapılırlar mı? Kırk yamalı bohça olan Amerikan halkı buna asla izin veremez. Cumhuriyet Halk Partisinin Altıoku, Cumhuriyet kurulur kurulmaz, Halk Fırkası Tüzüğü yazılır, yazılmaz ezbere Yazılmamıştır. Medeni Kanun 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiş, devrimler birer, birer oturtulduktan sonra Türkiye Cumhuriyetinin yönünü belirlemek için dengeli olarak vazedilmiştir. Cumhuriyet tipi Aile, Hürriyet, Mülkiyet ve İnanç kavramları temel olarak alınmıştır. 1966 senesinde, Rahmetli Turhan Fevzioğlu Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Rahmetli Mustafa İsmet İnönü’ye karşı bir huruç hareketi başlatmıştı. Cumhuriyet Halk Partisinin 1924 anayasamıza giren Altıoku da söz konusu edilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkan Rahmetli Mustafa İsmet İnönü Altıok gerçeğini yorumlamıştı. O günden sonra, çok kimselerin dilleri de dötlerine kaçmıştı. “Laisizm, dinsizlik olsaydı, LAİKLİK SIFATI DA OLAMAZDI. Laisizmi ortadan kaldırırsanız, cahil toplumlara dini bağnazlık egemen olur, insanlık tek düşünce kalıbında taşlaştırılır. Uygar toplumlarda da tam aksi olur: Ateistlik hükümran olur. Dini doğmaları anlayamadan okuyanlar DİNDAR VE KİNDAR olur. Dini doğmaları anlayarak okuyanlar da ATEİST olurlar. Din, sosyal düzen kurallarının tümünü eritir. Laiklik/LAİSİZM/,İNSNOĞLUNUN OLMAZSA OLMAZI OLAN her türlü inanç gruplarının ve hatta dinsizlerin ahenk içersinde yaşadıkları bir evrensel kuraldır. Milliyetçiliği tek başına ele alırsanız; sizi Nazizm’e, Faşizme ve dahi Komünizme götürür, TOPLUMA EGEMEN OLACAK DİKTATÖRLER YARATIR. Millet, geçmişten geleceğe yönelen bir toplumsal olgudur. Bunun yaşayan kısmı da halktır. Halkçılık ta milliyetçiliğin denge unsurudur ve hatta Devrimciliğin. Bu sayede sosyal hukuk devleti kavramına varılmıştır. Devrimcilikte sınır da Milliyetçilik ve Halkçılık olduğu kadar cumhuriyetçiliktir. Cumhuriyetçilik, halk egemenliğinin üstüne oturan, demokrasinin örgütlemiş olduğu bir onurlu yönetim biçimidir. Halk iradesine dayanmayan iradeleri yok sayar. “EGEMENLİK KAYITSIZ VE KOŞULSUZ TÜRK ULUSUNUNDUR!”Meraklı olanlarımız, Ölümsüz Mustafa İsmet İnönü’nün o tarihi konuşmasını bularak okumalı ve dahi okutmalıdır. Kıbrıs’ta İngiliz vatandaşı olan Bay Hüseyin Seyfullah, Mareşal Fevzi Çakmak’ın emri ile Kuleli Asker Lisesinde okumuş ve subay çıkmıştır. Bir sürü mücadeleden sonra da bir siyasi partiyi ele geçirerek onun adını MHP yaptıktan sonra da DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİ ortaya atmıştır: 1-MİLLİYETÇİLİK, 2-ÜLKÜCÜLÜK, 3-AHLAKÇILIK, 4-İLİMCİLİK, 5-TOPLUMCULUK, 6-KÖYCÜLÜK, 7-HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK, 8-GELİŞMECİLİK, 9-ŞEHİRCİLİK VE TEKNİKÇİLİK. Bunlar aklıma geldikçe, gülmekten kendimi alıkoyamıyorum. MAH,1970’Lİ yllarda, genel siyasetini açıklayan bir kitap yayınlamıştı: DAS=DEVRİMİN ANA STRAJESİ. Üniversitelerimizde bile dağıtılan bu kitapta, Dokuz Işığı söndüren ilginç bir itiraf vardı: KOMÜNİSTLER, EN GÜZEL YÖNETİM ŞEKLİ OLAN NAZİZMİ, HALKIMIZIN GÖZÜNDE KÖTÜLEMİŞTİR!” Şimdi de ülkemizin, Halkımızın iradesiyle gelip dayandığı yer: LÜPÇÜLÜK, AŞAĞIDA RESİM VE FİNAL YAZISI VARDIR.

1246/MÜLKÜN SAHİBİ ALLAHMI!RTE.

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR,02 Temmuz 2014. “MÜLKÜN SAHİBİ ALLAHMIŞ!”RTE: SATICISI DA RECEP TAYYİP! Ostüzü Dün, İnternete kısa bir film düştü, bunu seyredenler de filmdeki Öküzün Öküzlüğüne lanet etti ve çok güldü: Hindistan’da iri boynuzlu bir öküz, yolun karşısına geçerek arabanın önünde duran boyunduğu boynuzları ile kaldırarak boynuna geçirdi ve emre hazır bekledi. Tam bu sırada, Bay Recep Tayyip te, her tenakusunu gözyaşları eşliğinde alkışlayanlara masal anlatmaktaydı! Gazeteleri atmadıysanız bu konuşmanın mucizesini okumalısınız! Ankara’da ATO salonunda yaşanan tezatlar ve her tezada da sürekli alkışlar! Hakkındaki suç dosyalarından kurtulabilmek için Cumhurun Başına Aday olduğunu açıklayan, malumu ilan eden Sayın Bay Recep Ustamız her makamdan esti ve gürledi. “ 10 Ağustosta seçilirsek, asla bir partinin değil Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı olacağım!”Hani Başkanlık sistemini getirecekti! Seçilirsek ne demek! Cümbür cemaat Türk ve Türklük düşmanları mı? “Mülkün sahibi Allahtır!”Haydee! Yüce Allahımız Mülkünü Gâvurlara! Satman için, HANGİ NOTERDEN SANA YETKİ VERDİ? Mülkün sahibi Allah, Allah adına tasarruf edenler, Allah ile halkı aldatanlar! “Zaferin sahibi sadece ve sadece Allahtır!”andı, Ruslarla 156 kere savaştık Ruslar Osmanlıya karşı 143 zafer kazandı. Bu Rus zaferlerinin gerçek sahibi Allah mıdır?12 Eylül 1683’ te Polonya Kıralı Jean Sokyeski, Viyana’da Osmanlı Ordusunu perişan ederek, tarihlerinde ilk ve en büyük zaferi Osmanlı Devletine karşı kazanmıştı! Bu zaferin gerçek sahibi de Allah mı? Hıristiyan devletler, Müslüman devletleri sürekli yenmekteler; buna ne buyurulur. Ulusal Kurtuluş Savaşımızda kazanılan zaferin gerçek sahibi Türk Ulusudur. Zafer Allahımızınsa, Mustafa Sabri, Sait Molla ve Damat Mehmet Ferit ve Hempaları ne bok yemeye beddua ediyorlar.”Zafer, zafer benim diyenlerindir!”Mavalı ve masalı bırakınız!”Sizler insan olarak ne herzeler yersiniz/En aptalınıza eşek/Eşeğe de filozof dersiniz!” “RTE, İstiklal Mücadelesi lider’iymiş!”Amma, Kürt istiklal savaşı lideri!Yahu,İSTİKLAL MÜCADELEMİZİ,BAY RECEBİMİZİN İNKÂR ETTİĞİ TÜRK ULUSUNUN ÖNÜNEDÜŞEN MAREŞEL GAZİ MUSTAFA KEMAL KAZANMAMIŞ MIYDI! BU SIFATI BENİMSİYEN BÜYÜK USTAMIZ, SAMSUNA ÇIKARAK ERZURUMA GİDECEKMİŞ. Orada bir tabibe görünse hiç te fena olmayacak gibi!

1245/ALEVİLER HAKKINDA ULEMA FETVALARI!

“Alevilerin Kadınlarına Tecavüz Helaldir!” Suriye İhvanul Müslim’in hareketi şeyhleri ayrı ,ayrı yayınladıkları fetvalarla ülkede yaşayan Alevilerin kanlarının dökülmesinin ve Alevi kadınlara tecavüz edilmesinin mubah olduğunu duyurdular!! 2012-06-06, 12:59:29 1 Yorum TAHA HABER - Suriyeli Selefi şeyhlerden “Muhammed Bedii Musa” ve İhvanul Müslim’in üyelerinden başka bir şeyh “Özgür Suriye Ordusu”nun bu cemaatin müftü ve şeylerine gönderdikleri mektuplarda ülkede yaşayan Alevilere saldırılması, kadınlarına tecavüz edilmesi, çocuklarının öldürülmesi ve yaşadıkları sükûnet yerlerine ve iş merkezlerine saldırılmasının hükmünü sorduklarını açıkladılar. Şeyh Bedii Musa şöyle devam etti: “İhvanul Müslim’in cemaatine mensup şeyh ve müftüler soruda sorulan şeylerin hepsinin helal ve mubah olduğunu açıkladılar ve tekit ettiler ki biz bir bildiri yayınlayarak şunları belirttik: Alevi taifesinin Suriye devletine bağlı olduklarını ve Suriye’deki başka taifelerin onlardan nefret ettiklerini söyledik ve dedik ki onların kanlarının dökülmesi, kadınlarına tecavüz edilmesi, çocuklarının öldürülmesi, sükunet mahallerine saldırılması helaldir. Suriye’de bulunan tüm gruplar onlardan kurtulmak istiyorlar.” Şeyh Muhammed Bedii Musa, şu anda Suudi Arabistan’da üstatlık yapmaktadır. 1980’den 1990 yıllarına kadar Suriye’nin başkenti Şam’daki “El – Meydan” semtinin şeyhlerinden biri ve Suriye İhvan’ul Müslim’in üyelerindendi. Elbette cemaatin askeri kanadındandı ve o dönemler “Et-Tali’etu’l İslamiye” adıyla anılmaktaydı. Şu anda İhvanul Müslim’inin “Konsey Kurulu”nda görev yapmaktadır, ancak adı hiçbir yerde duyurulmamaktadır!! Şeyh Bedii Musa, “Hasan Habnuketu’l Meydan”ın yanında eğitimini tamamlamıştır. O dönemlerde zaruret durumunda babayla kızın yatmalarının sakıncası olmadığına dair yayınladığı fetvayla çok yangı uyandırmıştı. Fetvasını ise şu şekilde açıklamıştı: İhtiyaçlar ve zorunluluklar engelleri ve haramları ortadan kaldırmaktadır. Her kim bir ağaç ekerse herkesten daha çok onun meyvesinden istifade etmeye hakkı vardır. (Allah’ın düşmanı, sapkın…) Suriye’deki isyan dalgası yayılmaya başladığında Muhammed Bedii Musa, Suudi Arabistanlı satılmışlar ve bu ülkede yaşayan Suriyelileri “Şeyh Adnan Arur”la birlikte toplayarak yüklü miktarda paralarla birlikte Suriye’ye gönderdi. Daha sonra “Şeyh Ahmed Es- Sayasanet”in koordinatörlüğünde Dera’da selefilerin yardımıyla “Kuteybetu’l Amri” ve Huvran’da “Kitayibu’l Mu’tez billah”ı teşkil etti. Bu teşkilatlar son zamanlarda “Herbetu Gazale” köprüsünü ve ondan önce bu bölgenin iletişim kule hatlarını tahrip ederek ortadan kaldırdı. Aslında Özgür Suriye Ordusu adındaki çete, İhvanul Müslim’in müftü ve şeylerinin fetvalarına ihtiyaç duymamaktadır. Ulusal Konsey başkanı Burhan Galyun’un yardımcısı Muhammed Faruk Tayfur, Ali Riyad El- Esed ve onun komutası altındaki gruplar ve yine “Şam Ehline Yardım Cephesi” kan akıtmakta İbni Teymiye’nin fetvalarına göre amel etmektedirler. İhvanul Müslim’in cemaati, seksenli yıllardan itibaren resmi olarak Vahabiliğin fikir babası ve azılı nasibilerden olan İbni Teymiye’nin fetvalarına amel etmeye başladı. Şu anda da aynı şekilde İbni Teymiye’nin fetvalarına göre amel etmektedir. Alevileri Öldürmek Bir Görevdir... Alevileri Öldürmek İçin Kimseye Danışıp İstişare Etme 2013-01-26, 23:13:56 8 Yorum TAHA HABER - Tarih boyunca zulme uğrayarak her türlü sindirme, baskı ve katliamlara uğrayan Aleviler, Suriye olaylarının patlak vermesiyle bir kez daha katliamlarla karşı karşıya kaldı. Irak’ta, Pakistan’da, Afganistan’da… Ehlibeyt takipçilerini çocuk, kadın, yaşlı demeden katleden Vahabi Selefiler son iki yıldır Suriye’de de katliamlar yapmaya başladı. Şu ana kadar Suriye’de Alevi ve Caferilerin katledilmesine yönelik yüzlerce fetva yayınlandı. Şimdi yayınlayacağımız fetva beklide şu ana kadarkilerin en acımasızı ve kahredicisidir. Fetvada açıkça Alevilerin öldürülmesinin farz olduğu bunun için istişareye gerek olmadığı belirtilmektedir. İşin garip yanı fetvada dünyada yaşayan tüm Aleviler kast edilmektedir. Bu da Suriye’deki katliamlardan sonra sıranın dünyada en çok Alevinin yaşadığı Türkiye’ye geleceğini göstermektedir. Zaten şu anda kendilerine üst olarak Türkiye'yi seçmiş durumdalar. Allah’ın adıyla. Allah’ın s alat ve selamı Peygambere, ailesine ve sahabelerine olsun… Nusayri Alevilerin herkesin gözleri önünde zayıf ve mahrum Ehlisünnet mensuplarını öldürmesi, ırz ve namuslarına tecavüz etmesi ve mallarının yağmalanma girişimleri kimseye gizli değildir. Bunların bu girişimlerinin karşısında iki grup insan bulunmaktadır; ya onlara yardım edecek gücü olmayan zayıflardır yahut ehlisünnete karşı Moğol vahşetine değer veren kâfirlerdir. Bunda da şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü tüm dünya kâfirleri ehlisünnetin kanına susamıştır. Bu açıklamalar dökülen birçok kanın acısını dindirmeyeceği gibi bu konuda yapılan konuşmalar da ehlisünnet mensuplarının haksızca öldürülmesini durdurmayacaktır. İşte bu onların yanında güçlü bir savunmanın olmadığı bir haktır. Demir, ancak demirle dövülür ve bu halkların korunma ve savunma ölçütüdür. Ey Ehlisünnet! Savaşlar, tecrübeler ve sıkıntılar bize kılıca yalnızca kılıçla yanıt verileceğini öğretmiştir ve ölümlere yalnızca öldürerek SAYIIN RIZA GÜNER’DEN ALINTIDIR. “Gene de, 1514 tarihli İbni Kemal Fetvası’nda açıkça söylendiği gibi, “Alevilerin durumu, Kitaplı kâfirlerden daha kötüydü”… Bu topluluğun öldürülmekten ve böylece bazı Müslümanları Cennetlik yapmaktan başka bir hakkı yoktu… Başka bir hak ve hukukları olamazdı…” Alevi kelimesini kullanarak, “ben Aleviyim,” demek de, “şu kişi Alevi!..” demek de günahtı… Bu durumda; bazı Ermenilerin, “ben Aleviyim,” diyerek “Anayurt’un Dışına Tehcir Kararı”ndan kurtulması, mümkün değildi. “Ben Aleviyim,” demek, “ben Ermeni’yim,” demekten daha kötüydü… . Sünni Engizisyonu; dünyadaki bütün insanları dört grupta toplar: Müslümanlar, Kitaplı Kâfirler, Kitapsız Kâfirler, Dinsiz Kâfirler… Kitaplı Kâfirler, Hıristiyanlarla Yahudiler; Kitapsız Kâfirler, dünyadaki diğer dinlerin mensupları; Dinsiz Kâfirler, Alevilerle hiçbir dine inanmayan insanlardır. Yani Aleviler, hiçbir dine inanmayan insanlarla bir tutulmakta ve yaşama hakları dahi kabul edilmektedir. Eğer, birde; Rafızî diye suçlanma ihtiyacı duyuluyorsa, yaşamaları mümkün de değildir.” Alevilerin canları malları namusları size helaldir! 1. Ebussuud Efendi tarafından verilen fetvalar şu şekildedir: mes'ele: Kızılbaş tâifesinin şer'an kıtâli helâl olup, kat eden gâzî ve Kızılbaş tâifesinin ellerinde maktul olanlar şehîd olurlar mı? elcevâb: olur, gazâ-i Ekber ve şehâdet-i azimcedir. su'al-i âhar: kıtalleri helâl olduğu takdirce, mahzâ sultan-ı ehl-i islâm hazretlerine bağy ve 'adâvet üzere olup, asker-i islâ¬ma kılıç çektiği için mi olur, yâhud gayri sebebi var mıdır? elcevâb: hem bâgîlerdir, hem vücûh-i kesîreden kâfirlerdir. mes’ele: reisleri hazret-i resûlullah (sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem) âlindendir derler, öyle olucak nev'â şüphe olur mu? elcevâb: hâşâ yoktur. Efâl-i şenî'aları, neseb-i tâhire 'alâ¬kaları olmamağa şehâdet ettiğinden gayri, sikâttan menkuldür ki, babası ismail ibtidâ-i hurucunda, imam 'âli er-bızâ ibni mûsâ el-Kâzım meşhedinde ve şâir emâkinâe olan sâdât-i 'izamı, kendi-nin nesebini bahr-i ensâba dere eylemeğe ikrah edip, iftiraya cür'et edemeyenleri katl-i âm edincek, ba'zı sâdât katilden halâs için imtisal suretin gösterip dediğin eylemişler. Amma bu miktar tedâ¬rik eylemişler ki, bunun nesebini, 'ulemâ-i ensâb-i şerife mabeynlerinde 'akîm olup, asla nesli kalmamağıyla ma'rûf bir seyyide müntehi kılmışlardır ki nazar edenler hakîkat-i hâle vâkıf olalar. Faraza sıhhat-i nesebi mukarrer olsa dahi, bîdin olucak, şâir ke¬fereden farkı olmaz. Hazret-i resûlullâhın (sallallâhu aleyhi ve selem) âli, şe'âir-i şer'-i mübîni ri'âyet ve ahkâm-i metini himâyet edenlerdir. Hazret-i nûhun ('aleyhisselâm), ken'an sulbü oğlu iken dîni üzerine olmadığı için "ehlimdendir" deyu, necatı için rabb-i izzete du'â ettikte deyu buyurulup, şâir kefere ile bile ta'zîb ve iğrâk duyurulmuştur. Enbiyâ-i 'izam (aleyhim-üs-salâti ve-s-selâm) neslinden olmak, dünyevî ve uhrevî 'azabdan necata sebeb olsaydı, hazret-i âdem nebi (aleyhi-s-selâm) neslinden olmak ile, esnaf-i kefereden bir kâfir asla dünyâda ve ahirette mu'azzeb olmazdı. Vallâhu te'alâ dem ve ahkem. mes’ele: tâife-i mezbûre gi'adan olmak da'vâ ederler, "lâ ilahe illallah" derler iken, bu mertebeyi îcâb eden halleri nedir, mufassal ve meşrûh beyan buyurula? elcevâb: şi'adan değil, "yetmiş üç fırka ki, içinde ehl-i sün¬net fırkasından gayrı nârdadır" deyu hasreti resul (sallallâhu aleyhi ve sellem) tasrih buyurmuşlardır, bu taife ol yetmiş üç fırkanın hâlis birinden değildir. Her birinden bir miktar şer ve fesad alıp, kendiler hevâlarınca ihtiyar ettikleri küfr ü bid'atlere ilhak edip, bir mezhebi küfr ü dalâlet ihtira' eylemişlerdir. Dahi durup gün günden artırmak üzerinedirler. Şimdiye değin üzerine müstemir oldukları kabâyih-i ma'rûf elerinin, müceb-i şeriat-i şe¬rife üzerine mufassaları hükmü budur ki: ol zâlimler kur'an-ı 'azîmi ve şeriat-i şerifeyi ve dîn-i islâmı istihfaf eylemekle ve kütüb-i şer'iyyeyi tahkir edip oda yakmak ile ve 'ulemâ-i dîni 'ilimleri için ihanet edip kırmak ile ve re'isleri olan fâcir me’lûnu ma'bud yerine koyup ana secde eylemekle ve dahi hürmeti nusûs-i kafiye ile sabit olan envâ'-i hurumât-i dîniyeyi istihlâl eylemekle ve hazret-i ebî bekr ile hazret-i ömere (radiyallâhu anhum) la'n eylemekle kâfir ol¬duklarından sonra, hazret-i âişe-i sıddîkanın (radiyallâhu anhâ) berâati hakkında bunca âyât-i 'azîme nazile olmuş iken, anlara itâle-i lisan eylemekle kur'an-i kerîmi tekzîb edip kâfir oldukların¬dan ma'adâ, hazret-i risâlet-penâhın (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenâb-ı azizlerine şeyn getirdikleri ile sebb-i nebî eylemiş olup, cumhûr-i 'ulemâ-i a'sâr ve ernsâr icmâı ile katilleri mubah olup, küfürlerinde şek edenler kâfir olurlar. imâm-ı azam ve imam süfyân-i sevrî ve imam evzâgî (rahimehullah) katlarında tamam sıhhat üzere tevbe edip islama gelicek, eğerçi bu küfürler dahi şâir kefere küfürleri gibi afv olunup katilden necat bulurlar, amma imam mâlik ve imam şâfi'î ve imam ahmet bin hanbel ve imam leys bin sa'd ve imam ishak bin râhûye ve şâir 'uzemâ-i 'ule¬mâ-i dinden cem'-i kesîr katlarında asla tevbeleri makbul ve islâmları mu'teber değildir. elbette hadden kati olunurlar. Hazret-i imam-i din-penah (eyyedehullâhu te'âlâ ve kavvâhu) zikr olunan eimme-i dinden, hangi canibin kavli ile 'amel ederler ise meşrû'dur. Ol kabâyih ile ittisafları cem-i ehl-i islâm içinde tevatür ile mu'ayyenen ma'lûm olmuştur. Hallerinde tereddüd ve iştibah yok¬tur. askerlerinden olup kıtale mübaşeret edenler ve binip inip etbâ'ından olanların sânında asla tevakkuf olunur değildir. amma şehirlerde ve köylerde kendi hâlinde salâh üzerine olup, bunların sıfatlarından ve ef'allerinden tenezzühü olup, zahir halleri dahi sıdklarına delâlet eyleyen kimselerin kizbleri zahir olmayınca, üzerlerine bunların ahkâmı ve 'ukûbâtı icra olunmaz. bu taifenin kıtali şâir kefere kıtalinden ehemdir. anınçün medîne-i münevvere-etrafında kefere çok iken ve bilâd-i şâm feth olunmamış iken an¬lara gaza eylemekten, hazret-i ebî bekr-i sıddik (radiyallâhu anh) hilâfetinde zuhur eden müseyleme-i kezzaba tâbi' olan tâife-i mürtedde üzerine gaza eylemeğe, eshâb-î kiram (rıdvânullâhi aleyhim ecma'în) icmaları ile tercih ve takdim buyurmuşlardır. Hazret-i 'ali (kerremallâhu vecheh) hilâfetinde havârîc kıtali dahi böyle olmuştur. Bu taifenin fesadları dahi azimdir, yeryüzünden fesadların ref eylemek için mücâhede eylemek dahi ehemdir. mes’ele: nahcivan seferinde tutulan kızılbaş evlâdı kul olur mu? elcevâb: olmaz. mes’ele: padişah emriyle kızılbaş taifesi vurulup, sagîr ve kebîri esir olanlardan ba'zı ermeni olduklarında, ol takdirce ha¬lâs olurlar mı? elcevâb: olurlar, Ermeniler kızılbaş askeri ile asker-i islâm üzerine gelip muharebe etmiş olmayıcak, şer'an esir olmak yok¬tur. mes’ele: mürtedde darül-harbe lahika olmadan alıp esir ey-lemek caiz idüğüne imam-ı a'zamdan nakl olunan rivayete binâen, kızılbaş avretlerin esir eylemekle asker-i islama kemâl-i kuvvet ve şevket, a'dâ-i dîn-i metine nihayet za'f ü zillet gelir olsa, ol riva¬yet ile 'amel olunmak şer'an caiz olur mu? elcevâb: caizdir. mes’ele: bu rivayet ile ol esir olunan avretin hizmetleri, vat' olunmaları şer'an helâl olur mu? elcevâb: cümle hizmetleri helâldir. Amma mürteddelerdir, islâma gelmeden vatları helâl değildir. mes’ele: çâryâre sebb eden, kızılbaş idüğü sicil olunan zeydi, amr oğlu bekr kati eylese, şer'an nesne lâzım olur mu? elcevâb: sebb ettiği vakit kati ettiği muhakkak ise ta'arruz olunmaz. mes’ele: "yezide lâ'net ve ana lâ'net etmeyene dahi lâ'net” diyen zeyde ne lâzım gelir? elcevâb: lâ'net etmeyene lâ'net nâmeşrûdur. lâ'net etme¬mek onun efâlin kabul değildir. mes’ele: "muâviye hayırlı kişi değildir" dese, şer'an zeyde ne lâzım olur? elcevâb: ta'zîr olunur. mes’ele: sahâbe-i kiramdan muaviye'ye lâ'net eden zeyde şer'-an ne lâzım olur? elcevâb: ta'zîr-i beliğ ve hapis lâzımdır. Kaynak: Ebussuud Efendi fetvaları, m. Ertuğrul Düzdağ, gonca yayınevi, s. 160-165, istanbul 2009. Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin Kızılbaşlarla İlgili Fetvaları Soru: Kızılbaş topluluğunun, dine göre topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu? Yanıt: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır… Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur. Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur. Soru: Kızılbaşların öldürülmesi, İslam Sultanına düşmanlık besledikleri için mi şarttır, yoksa başka nedenleri de var mıdır?… Yanıt: Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler… Soru: Kızılbaşların önderinin Tanrı Peygamberinin (Muhammet’in) soyundan olduğu söyleniyor. Bu durumda, Kızılbaşların öldürülmelerinin helal olduğundan biraz kuşku duyulamaz mı?… Yanıt: Hâşâ, en küçük kuşku duyulmaz. Kızılbaşların yaptıkları kötü işler, o temiz peygamber soyuyla bir ilgilerinin olmadığını göstermeye yeter. Ayrıca babası İsmail ortaya çıktığında, İmam Ali er-Rıza ibni Musa el-Kazım’ın mezarının bulunduğu ve diğer yerlerdeki büyük seyyidleri zorlayarak kendi soyunu da onlarınkinden göstermek istedi. Direnenleri öldürttü. Bazı seyyitleri kıyımdan kurtulmak için bu isteğe boyun eğmişler, fakat dikkat edenlerin anlayabilmesi için de onun soyunu kısır bir seyyide bağlamışlardır. Ayrıca, soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz olunca diğer kâfilerden ayrımı kalmaz. Ancak ve ancak doğruluğu tartışılmayacak olan kutsal şeriat töresine uyanlar ve onun sağlam kurallarını koruyanlar peygamber soyundan olabilir. Örneğin, Kenan, Nuh Peygamberin oğluydu ama onun yolundan çıkmıştı. Nuh Peygamber, Kenan’ın kurtulması için yalvardığında, Tanrı, “O senin soyundan sayılmaz…” demiş, Kenan da, öbür kâfirlerle birlikte boğulup cezalandırılmıştı… Eğer büyük peygamber soyundan gelmek azabdan kurtulmaya yetseydi, Âdem Peygamber soyundan geldikleri için, bütün kâfirler bu dünyada ve öbür dünyada asla azaba düşmezlerdi… Soru: Kızılbaşlar, Şii olduklarını söylüyorlar, “Lailahe illallah” diyorlar. Kendilerine karşı uygulanan bu ölçüde sıkılığın nedeni nedir? Ayrıntılı ve geniş geniş açıklar mısınız?.. Yanıt: Onlar Şii de değildir. Zaten, “Yetmiş üç yoldan ehli sünnet dışındakiler yanacaktır…” diyen peygamberimiz durumu aydınlatmıştır. Kızılbaşlar, yetmiş üç yolun tam olarak birinden değildirler. Her birinden bir parça kötülük ve bozgunculuk alıp kendi isteklerine göre yarattıkları sapıklık ve küfürlerine katarak bir sapıklık ve dinsizlik mezhebi kurmuşlardır. Bu kötü durumlarını gün gün artırmaktadırlar. Bunların sürüp giden, bilinen suçlarına bakarak kutsal din yasalarına (şeriate) göre şu yargılara varırız: O zalimler, ulu Kuran’ı, kutsal şeriatı ve İslam dinini hafife almakta, dinsel kitaplara söverek ateşe atmaktalar. Gerçek din bilgilerini (şeriat âlimlerini) bu bilgileri yüzünden kırmakta, önderleri olan sapık haini Tanrı yerine koyarak ona secde etmekteler. Ayrıca haram olduğu sağlam ayetlerle saptanmış olan bütün yasakları da helal sayıyorlar. Ayrıca Ebi Bekr ile Ömer’e lanet ettiklerinden dolayı da kâfirdirler. Ayrıca, doğruluğu tartışılamayacak olan Ayşe’nin (Peygamberin ailesi) erdemine ilişkin birçok ulu ayet inmişken, bunlar Ayşe anamıza dil uzatarak Kuran’ı yalanlamakta ve böylece de kâfir olmaktalar. Ve yine Ayşe’ye yönelik suçlamaları ile peygamberimizin kutsal büyüklüğüne leke sürerek bu yolla peygambere sövmüş sayılırlar. Bu yüzden bütün Kızılbaşların, büyüğü küçüğü ile, kentleri ve eserleriyle yok edilmeleri şarttır. Bunların kâfir olduğundan kuşku duyanlar da kâfir olur… Kızılbaşlar, İmam-ı Âzam ve İmam Süfyan-ı Servi’ye göre, eğer tam anlamıyla tevbe eder de İslamiyet’e dönerlerse ölümden kurtulurlar. Fakat İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hambel, İmam Leys bin Sad, İmam İshak bin Rahuya ve öteki din bilginlerine göre bunların tevbeleri de kabul edilmez. Elbette boyunlarının kesilmesi gerekir. Hazret-i İmam (Ebu Hanife) onların hangi yanın inancını benimserlerse o yandan olacaklarını söylemiştir. Bu yargı bilinir… Kızılbaş askerleri için ne yapılması gerektiği konusunda bir ikilik yoktur. (Öldürülmeleri gerekir.) Fakat köylerde ve kentlerde kendi hallerinde doğrulukla oturup Kızılbaşların nitelik ve davranışlarından arınmış, dışları da buna uygun kimselerin, yalanları ortaya çıkmadığı sürece, diğerlerine uygulanan uygulamalardan (katliamdan) kurtulmaları gerekir. Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kâfirlerin yok edilmelerinden daha önemlidir. Örneğin Medine çevresinde kâfir çokken ve Şam henüz ele geçirilmemişken, Ebi Bekir kâfirlere saldırmayı değil, yalancı Müseyleme’ye bağlı bu döneklere saldırmayı yeğlemiştir. Hazreti Ali zamanında Haricilerin kırılması da böyle olmuştur. Bu kesimin kötülükleri çok büyüktür. Bunların kötülüklerini yeryüzünden silmek için çok çaba harcamak, ne gerekirse yapmak lazımdır. Soru: Nahçıvan seferinde esir alınan Kızılbaş çocuğuna devşirme usulü uygulanır mı (yeniçeri-enderun talebesi gibi) Yanıt: uygulanmaz Soru: Vurulan Kızılbaşlar arasında esir olanlardan bazıları ermeni olsa kurtuluşa erer mi? Yanıt: Kurtulurlar, bu takdir de Ermeniler Kızılbaş askeriyle İslam askeri üzerine gelip savaşmış olmayacak şeraite göre esir almak yoktur. Soru: Dinden döneni savaş olmadan da esir etmek İmam-ı Azam’ın rivayetine göre caiz olduğuna göre Kızılbaş kadınlarını esir etmekle İslam askerine kuvvet ve ululuk, din düşmanlarına da zayıflık ve alçaklık gelirse bu rivayete göre davranmak caiz midir Yanıt: caizdir. Soru: Bu rivayetle esir alınan kadının hizmetleri ve evlenilmesi caiz mi? Yanıt: Hizmetleri helaldir ancak dinden çıkmıştır evlenilmesi için İslama gelmesi gerekir. Soru: Ashaba söven Kızılbaş Zeyd’i Amr oğlu Bekr öldürse ceza verilir mi? Yanıt: Küfür ettiği belli ise bir şey lazım gelmez. Soru: “Muâviye hayırlı kişi değildir” dese, şer’an Zeyde ne ceza verilir Yanıt: Ta’zir olunur (Tazir kanunla belirlenmemiş suçlara verilen cezanın adı dayaktan idama kadar giden bir şekli vardır ve uygulayan kişinin keyfine ortamın şartlarına bağlıdır.) Soru: Sahâbe-i kiramdan Muaviyeye lâ’net eden Zeyde şer’an ne lâzım olur? Yanıt: Dövülür ve hapsedilir M. Ertuğrul Düzdağ Şeyhülislam Ebusuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı Tayyip Erdoğan’ın öve öve bitiremediği adamın Kızılbaşlar hakkında verdiği fetvalardan bir bölüm. Tonyukuk Beğ’in Türkçeleştirmesiyle. Deniyor ki bize “siz beş yüz öncenin kan davasını güdüyorsunuz” Tayyip Erdoğan’ın sözlerine bakıldığı zaman kimin kan davası güttüğü gayet iyi anlaşılıyor. Günümüzün şeyhülislamı vazifesini gören, kanun çıkarılacağı zaman dahi sorma gereği duyulan Diyanet İşlerinin cevapları kimin kan davası güttüğünü açıkça ortaya koyuyor. Tayyip Erdoğan’ın dünya görüşünü bildiğimiz için olağan karşılıyoruz. Fakat diğer tarafta sözde, Türkçü olduğunu söyleyen Işık Evlerinden çıkma bir piç kalkıyor kuyruk acısı diyor. Kimin beş yüz yıl öncesinin davasını güttüğü buradan da anlaşılıyor. İçi pislik dolu şişenin ağzını kapatıp, dışını isteğiniz kadar yıkayın. Şişe yine pislik içindedir. Bunlar da işte böyle. Anadolu’nun nüfus yapısının tamamen değiştiren ve Türk soykırımına yol açan bu fetvaları mezhep ve ümmetçilik çukuruna düşmeyen birinin yorumu ancak lanet okumak olur. Oysa bu zevatlar sadece mezhebi kendilerinden olan Türklere kucak açmakta ve onların yanında olmaktadırlar. Şimdi sormak isterim kim beş yüz yıl öncenin davasını güdüyor ve kimin kuyruk acısı var? About these ads Paylaş: • Paylaş • Bunu beğen: Beğen Yükleniyor... İlgili Filed under: ALEVİLİK « Həqİqət Nə Qədər Acı Olsa da… Ermenilerin Van İsyanları » 3 Yanıt 1. ismet atabey, on 25 Ekim 2012 at 07:01 said: osmanlı döneminde uygulanan esaslar, cumhuriyet döneminde aynen artarak devam etmiştir. allah halkımızı zulümden kurtarsın. bu bayram gününde bunu yazmak istemezdim ama gerçekler bunlar. bütün islam dünyasının bayramını kutlarım. Cevapla 2.

İzleyiciler

Blog Arşivi