11 Mart 2010 Perşembe

16. HEDEF AKDENİZ, VARILAN YER EGE...

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı, 18 Mayıs 2008


HEDEF AKDENİZ, VARILAN YER EGE.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI ve T.B.M.MECLİSİ ORDULARI BAŞKOMUTANI, Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos,1922’de yapılan Başkomutanlık Meydan Muharebesinden sonra, vermiş olduğu ünlü emrini bilmeyenimiz yoktur: ORDULAR; İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR; İLERİ.
Ben, kendimi bildim bileli, Tanrı’nın her günü, bu emirle İzmir’e akan ordularımızın içersinde bulunur, süvarisi, piyadesi ve topçusu ile birlikte; dağları, tepeleri, iç ve dış düşman hatlarını, onlarla bir ve beraber olarak aşarım.
T.B.M: Meclisi ordularına verilen hedefle varılan yer, benim çok garibime gitmiştir. Konunun açıklamasını kimlere sorduysam, çok tuhaf açıklamalarla karşılaştım: ” Sürçü kalem,”dalgınlık, “muharebe heyecanı ve yorgunluğu”, kafayı çekme! Laf’ mı bunlar, diyerek, emrin dayandığı gerçeği araştırmaya koyuldum.
Bir söz, Mustafa Kemal’in ağzından çıkmışsa, o sözün bir dayanağı vardır. Bu konuyu, fazladan bir yer işgal etmeden, kısaca toparlayacağım.
Türkün tarihini, orta Asya’ya, Hitit’lere ve Sümer’lere bağlayan Mustafa Kemal ATATÜRK’TEN başkası değildir.
Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan uluslardan yalınız TÜRK’LER; Müslümanlığın, Arap ve Fars hayranlığının baskısı nedeni ile ulusal kimliklerini çok geç öğrenebilmişlerdir. Hâlâ, Arapçılık ve ümmetçilik masalları anlatanlarımız vardır. Araştırmalarımda; İki şey, çok dikkatimi çekmişti:
1- Yer adları,
2- Oğuz Boylarının yapısı.
Biz, bu yer adlarını; ülkemizin doğusunda ve Güneydoğusu’nda çok bilinçsizce değiştirdik. Anadolu’nun dört bir yanında; güney’de bulunan ören yerlerine KIZILÖREN ya da KIZILCAÖREN, kuzey’de bulunan ören yerlerine de KARACAÖREN denilir.
Bunlar, ulusal bilinçten uzaklaştırılan OĞUZ’LARI, köklerine ve tarihlerine bağlayan en önemli kanıtlardır. Bunun, konumuzla ne ilgisi var? Demeyiniz. Önce, Oğuz’ların boy ve Bey adlarını görelim.
1-BOZ-OKLAR:
A-GÜN-HAN OĞULARI:

1-Kayı,
2-Bayat, 3-Alkaravlı, 4-Karaivli,

B-AY-HAN
5-Yazır, 6-Döğer, 7-Dodurga, 8-Yaparlı,

C-YILDIZ-HAN OĞULLARI:
9-Avşar, 10-Kızık, 11-Beg-Dili, 12-Karkın,
2-ÜÇ-OKLAR:

D-GÖK-HAN OĞULLARI:
1- Bayındır,
2- Beçene,
3- Çavuldur,
4- Çebni,
E-DAĞ-HAN OĞULLARI:

5-Salur, 6-Eymür, 7-AlaYunt’lu, 8-Üregir,

F-DENİZ-HAN OĞULLARI:
9-Yiğdir, 10-Bügdüz, 11-Yıva,
12-Kınık. Toplam olarak, (6) HAN ve (24) BOY:

3.4.7.9.12.24 sayıları OĞUZ’LARDA da kutsal sayılardır. Tüm uluslarda da, 7 sayısına kutsallık verilmiştir. Çünkü o zaman Güneş’in 7 uydusu var sanılıyordu. 9 sayısı, ilginç çarpım ve bölünmeleri neden ile Eflatun-Platon-tarafından kutsanmıştır. OĞUZLAR’ DA, Memlûklarda ve Osmanlılarda,4 ve 24 sayıları da kutsal sayılmıştı.
Osmanlı’da eyalet ve sancak sayıları 24 sayısına göre kurulmuştu. Osmanlı kabinesi, hafta’da 4 gün toplanırdı. Yine, Osmanlı’da 4 kapı kutsaldı: 1-BAB’ ÂLİ, 2-BAB’ MEŞİHAT, 3-BAB’ SERASKERÎ 4-BAB’I HUM.
Dördüncü murat döneminde; Yazıcı oğlu Ali, İranlı Reşidüd-Din ve Çarın subaylarından, Yüzbaşı Muravyev-1818’de- OĞUZ LAR’IN 24 boyunu, küçük farklılıklarla düzenlemişlerdir.
OĞUZLAR, teolojik mantığı, doğal olayların açıklanmasında da kullanmışlardır. TÜRK, dilini ve dinini değiştirmiş olsa bile, yer adlarını ve ongununu değiştirmemiştir. Meksika’daki yassı tepe, sivri tepe sözcükleri ne kadar ilginç ise, TEPE=TEPEH benzerliği de o kadar ilginçtir. Finlandiya’nın Kuzeyi’nde de Kara deniz vardır.
Şimdi, konuyu fazla derinleştirmeden varmış olduğumuz sonuca gelelim: OĞUZ BOYLRI’NDA Hanlar çok kutsaldır. Onlara Hakanlığı KUT-GÖK-vermiştir. Boyların kutsallığı nasıl GÖKSEL ise, YÖNLERİN KUTSALLIĞI da öylece KUTSALDIR. O halde, GÖKSEL İRADE, dört kutsal yönü idare etmeleri için DÖRT HAN yaratmıştır. Daha başka bir anlatımla, dört kutsal yönün başına, dört kutsal HAN getirmiştir:
1-DOĞU’YU, GÖKHAN ya da DEMİRHAN;
2-BATI’YI, AKHAN,
3-KUZEY’İ KARA HAN,
4-GÜNEY’İ KIZIL HAN yönetmektedir.
1-Bu kutsallık inancı, Türk tarikat yapısına da:1-Tarikat kapısı,2-Şeriat kapısı,3-hakikat kapısı,4-Marifet kapısı olarak yansımıştır.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bu inancı bildiği içindir; Ordularına, hedef olarak bir tepeyi, bir şehri ve bir denizi vermemiştir. Ulusuna ebedi bir doğrultu vermiştir.
Türkler, tarihleri boyunca, BATI’YA akmışlardır. Akış yönlerini değiştirmek, TÜRKLER’İN başını çok ağrıtmıştır.
TÜRKLER, Şamanizm’in etkisiyle midir, bilinmez, Güneş’in yolunu izlemişlerdir.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN, Afet İnan’ın ödev defterine yazdığı, TÜRK NEDİR? Sorusunun tanımı okunmalıdır, derim.
Rahmetli K.MİTHAT CEMAL, Kuleli Asker Lisesi’nde verdiği bir konferans’ta, uzun süre neden alkışlanmıştır?
Akdeniz’in uluslar arasındaki adı, la Mere Mediteranne’dir Ege denizi, Adalar denizi olarak bilinir. Fransızca, ECE diye okunur. ECE, KIRALİ ÇE demektir.

Kaynaklar:
1-E.B.ŞAPOLYO. Mezhepler ve Tarikatlar,
2-PROF.DR: FARUK SÜMER, Oğuzlar,
3-A.KADİR İNAN, Şamanizm,
4-Mithat Cemal Kutay; ATATÜRK’ÜN GÖNLÜNDEKİ HASRET; TÜRKÇE İBADET.

15. TÜRKİYE NEREYE GÖTÜRÜLMEK İSTENMEKTEDİR!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 27 Şubat 2010.


TÜRKİYE, NEREYE GÖTÜRÜLMEK İSTENMEKTEDİR!

“Efendiler!
Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” Mareşal Gazi Mustafa Kemal, TBMM.06 Mart 1922.

“BİZ, BU COĞRAFYAYA LÂYIK BİR ULUS OLDUĞUMUZU İSBAT EDEMEZSEK; BİZİM KARA GÖZÜMÜZ İÇİN, BİZİ BU COĞRAFYADA YAŞATMAZLAR!” MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL.

Bu, benim 01.12. 2004 tarihinde; böyük bir Türk Büyüğü namzedinin istemi üzerine, yazmış olduğum kitabımın adıdır. Bir öğrencime de armağan etmiştim. Çok az sayıda teksir edilerek dağıtılmıştı. Bendeniz; bu kitabıma 28 Aralık 1998 tarihinde, Zonguldak’ta yayımlanan UYANIŞ adlı gazetedeki yazımı da eklemiştim. Konuya şöyle yaklaşmıştım:
“Dününü bilmeyen, gününü ve dahi yarınını da hiç bilemez. Yalınız tahılla beslenen toplumların ve o toplumun bireylerinin bellek kapasiteleri üç günlüktür. Duyguyla köpürerek, şahlanıp, kırıp ta dökerek hep zararla ve köhne geçmişleriyle yaşamak! Kısır bir döngünün adına da talih ve kader demek! Bu kısır döngüye “Tanrımızın iradesi ve KADERİMİZ!” Deyip te geçeriz.
Kişiler, davranışları ile de, kendilerinin ve içinde yaşamakta oldukları toplumların alın yazgılarını belirlemektedirler.
Gazi Mustafa Kemal’e gelene kadar, YENİLMEK, HORLANMAK, İTİLİP KAKILMAK TANRI’NIN İRADESİNE BAĞLANAN BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK ALGILATTIRILMIŞTIR!
22 Haziran 1919 tarihinde, Türk ulusuna ve tüm dünyaya yayımlanan AMASYA GENELGESİ ile BEŞERİ İRADE, ALIN YAZGISI KALEMİNİ ELİNE ALMIŞTIR!
Bizi ve Koskoca Osmanlı İmparatorluğunu, 10 Ağustos 1920 SEVR bataklığına götüren yazgısallık tepetaklak edilmiştir.
İnsanlara ve toplumlara yapılmış olan fenalıkların cezasını Tanrı’ya havale etmek; korkaklık, beceriksizlik ve onursuzluğun kabulünden başka bir şey değildir.
Bizler; Türk ulusu olarak Gazi Mustafa Kemal gibi davranırız! Öyle davranmak zorundayız. ULUSAL ONURUMUZUN VE TÜRKLÜĞÜMÜZÜN BİZLERE YÜKLEMİŞ OLDUĞU DAVRANIŞ BİÇİMİ DE BUDUR!
Bize yapılan ve yapılmış olan kötülükleri yakamızdan silker atarız. Kötülük yapanları da bir daha kötülük yapamayacak hale koyarak, elimizi dostça uzatırız.
BİZLER, ANALİZİ, SENTEZİ, YORUMU VE ÇIKARSIZ VATANIMIZI SEVMEYİ MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL’DEN ÖĞRENDİK.
Bendeniz; senelerce, tüm astlarıma ve öğrencilerime SEVR’İN 52,62.63.64 ve 231’inci maddelerini, bıkmadan anlattım.
Mudanya’ya ve Lozan’a yenilmişler gibi oturtulan Batı’nın, SEVR’İ uygun durumlar yaratarak uygulama girişimlerinde bulunacaklarını! Şeriatçıların ve gericileri çok kuvvetlenerek, HARİCİ BEDHAHLARLA BİRLİKTE, TÜRKİYE CUMHURİYETİNE VE ATATÜRK DEVRİMİNE YÜKLENECEKLERİNİ HEP ANLATTIM.
Bizlere, SEVR paranoyasına tutulmuşlar dediler.
Bendeniz, geçmişi bir masal gibi değil de, hangi anlaşmaya bir sonraki vuruşun gizlenmiş olduğunu göstererek anlatmıştım.
Şimdi; UYANIŞ gazetesinde yayımlanan ve başlığı:
”2000’li Yıllarda; Türkiye’ye Yöneltilecek Diplomatik Dış Baskılar ve Türkiye’nin Karşı Politikaları!”
“Uluslar; görünürdeki varlıklarını yitirmekle yıkılmazlar: Bu felakete uğrayanları yok eden illet, HAFIZALARINI YİTİRMİŞ OLMALARIDIR!” Prof.Dr. Gustave le Bon.
“Sakarya Meydan Muharebesi, en kritik anlarını yaşamaktadır. Cephenin kuzeyindeki kilit, Karacadağ düşmüştür. Güney kanadımızı kuşatmayı amaçlayan Yunan saldırısı Haymana’ya dayanmış, Batıya karşı kurmuş olduğumuz cephemiz, Güneye döndürülmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutan Gazi Mustafa Kemal; Batı Cephesi Kurmay Başkanı ve sınıf arkadaşı Miralay Asım Gündüz’e:
“Asım; bana iki fırka bul!” Emrini vermiştir.
Cephemizin güney kanadından alınan iki fırkamız, 24 saatlik bir CEBRİ YÜRÜYÜŞ ile 114 kilometre kat ederek, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in emrine girmiştir.
DOKUZ YÜZ ŞEHİT VERİLEREK yapılmış olan DUA TEPE saldırısı, Düşman cephesinin çökmesini sağlamıştır. DUA TEPEYE dikilen Türk Bayrağını seyreden Başkomutan Gazi Mustafa Kemal; gülerek ve eldivenlerini eline takarken:
“Papulas’a TÜRK ULUSU adına şükranlarımı sunarım!” Demiştir.
Sarkan cephemizin böğrüne saplanan Türk hançeri, düşman cephesinin çöküşünü sağlamıştır. En sonunda da; Büyük taarruzumuzla Yunan orduları dağıtılmıştır.
Esir düşen Yunanistan’ın Küçük Asya Orduları Başkomutanı Tüm General Trikopis; Uşak’ta; Yunan Kralına hazırlanmış olan konakta; Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in huzurlarına çıkarılır. Mareşal Gazi Başkomutanımız esirleri güler yüzle karşılar. Birçok hareket varken, neden hiçbir harekette bulunmadıklarını sorar:
“Öğleden sonra; Afyon-Ilgın yönünde, bir karşı saldırı yapmayı düşünmüştüm!” Der.
Haritasının başına eğilen Başkomutanımızdan da:
“Ben de; şöyle ve şöyle yaparak karşı saldırınızı karşılardım!” Yanıtını alır.
Ünlü Alman Stratejisti Tüm General Karl Von Clausewitç ününü sağlayan, KAN adlı eserinde savaşı şöyle tanımlamıştı:
“Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır!”
Savaşta yapılacak hareketlerin ve bu hareketlere karşı yapılması düşünülen hareketlerin planları vardır. Bu planlar barış zamanında yapılır. Bize dost ve düşman olacak devletlerin, bize karşı uygulamaları düşünülen planlarına karşı, karşı planlar yapılır. Jeopolitik, bir ulusun tüm planlarına ve etkinliklerine egemendir.
Komşu devletlerin ve uzak devletlerin ULUSAL HEDEFLERİNİ ve ULUSAL STRAREJİLERİNİ çok iyi bilmek gerekir. Politikada karşı planlar yoksa teslimiyet vardır.
Örnek vermek gerekirse, örnekler çoktur *EK)
İngilizler; bugün Emekli Generallerimize ve Akademisyenlere ve gazetecilerimize karşı yapılan gece baskınlarını 16 Mart 1920’den sonra yaparak 58 adamımızı Malta’ya sürerek, tüm dünya’ya bunları kurşuna dizeceklerini duyurmuştu. Batum’a gelen İngiliz subaylarını derhal tutuklatan TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal de bir bildiri yayımlamıştı:
“Malta’da sürgünde bulunan adamlarımızdan her hangi birisini İngilizler kurşuna dizerlerse; elimizde bulunan İngiliz esirleri de derhal kurşuna dizilecektir!” İngilizlerin yelkenleri rüzgâr tutamaz hale gelmişti.
Midilli açıklarında; bir Fransız gemisi ile çarpışan kömür yüklü BOZKURT adlı gemimiz batmıştı. İstanbul’daki Müstantik Himmet Bey de; her iki geminin kaptanını tutuklamıştı.
Fransızlar bir son ihtarla:
“Kaptanımız serbest bırakılmazsa, Türk limanlarını topa tutarız!” Tehdidinde bulunmuşlardı.
Karşı yanıt hemen verilmişti:
“Bir tek Türk Limanına bir tek Fransız topçu mermisi düştüğü takdirde; SURİYE’Yİ İŞGÂL EDERİZ!” Politika muharebesinin karşı planları olmayan, Medrese çıkışlılarda, sürekli olarak “YES MEN!” ve TESLİMİYET VARDIR! VARDIR.
Türk Genel Kurmayı dış hatta çıkma manevrasında; Medreseden icazetliler de ah yalellim türküsünü çığırmadalar!
Bendeniz, 2000’li yıllarda Türkiye’nin siyasi konjonktürünü ve bu konjonktürü belirleyecek etkenlerden söz etmek istiyorum:
*Bugün düzeltemediğimiz siyasi tümsekler, örtmek için üzerine atmış olduğumuz topraklarla, birer Everest tepesi olarak, geleceğimizin yolu üzerinde, karşımıza dikileceklerdir.
*Ülkemizi birinci kuşaktan çevreleyen ve çemberleyen, ülkemize karşı politikalarını yeni motiflerle bezeyerek sürdürmeleri beklenmelidir.
*İkinci kuşağı oluşturan Suudi Arabistan, Sudan ve Libya; önce kendi yönetimlerini güvenceye almak; sonra da, başarılı olmuş laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN, diğer islam ülkelerine örnek olmasını önlemek için, petrol gelirleri ve diğer üçüncü kuşak ülkelerinin taşaronluğu ile aleyhimizde bulunmaları beklenmelidir. Bu girişimler için para ve DİN motif olarak kullanılacaktır.
Suudi şirketlerine Turgut Özal’ın sağlamış olduğu kolaylıklar gözden geçirilmelidir.
*Üçüncü kuşak ülkeleri; USA ve onun güdümündeki İngiltere, Fransa, Almanya ve dahi İtalya ve öteki İnsan Hakları türkülerini çığırıp, ülkelerindeki sübyancılık olaylarını görmeyen ülkeler de bu kervana katılacaklardır. Türkiye’ye karşı başlatılmış olan haçlı seferleri, 8’inci haçlı seferi ile bitmemiştir.
BATIYA KARŞI, BATI KULLANILMALIDIR!
*Üçüncü Dünya Savaşı ne zaman çıkacak diye beklemeyelim! Üçüncü Dünya Savaşı henüz bitmemiştir.
*Gerilla hareketleri, iç kavgalar ve iç savaşlar, Üçüncü Dünya Savaşının uygulamalarıdır. Az gelişmiş ve hedefteki ülkeler, kendi çocukları birikirine düşürülerek parçalanacaktır.
*Etnik gruplar ve diğer inanç grupları kışkırtılacaktır.
BU POLİTİKALARI ŞÖYLECE SIRALAYABİLİRİZ:
1- Bölücülük ve bölgecilik, Osmanlı imparatorluğundan bu yana. Batı’nın başımıza sardığı, bizlerin de hâlâ farkına varamadığımız bu büyük bela, daha da büyütülerek ve daha da kaşınarak, üzerine tuzruhu serpilerek, dış müdahale olanağı sağlayacak bir hale getirilmeye çalışılacaktır. Çünkü bu problem şu nedenlerden dolayı daha da önem kazanmıştır:
“A- Bölgenin sahip olduğu su ve diğer doğal zenginlikler bakımından,
B- Her yönden—Kültür ve okumuşluk hariç—önderi olduğumuz Türk dünyası ile aramıza set çekmek yönünden,
C- Bu, USA ve Batı için çok zor bir durum yaratmak olduğundan, Azeri-Ermen çekişmesi kullanılacaktır,
D- Almanya’nın Kuveyt ve diğer yağmalardan pay alamaması, kontrolunda bir Kürt devleti yaratılması isteği yönünden,
E- Rusya’nın, İran’ın ve diğer devletlerin büyük ve güçlü bir Türkiye yaratılmasından korkmaları yönünden,
F- Tüm bunlar başarıldığı takdirde; SEVR’İN uygulanabilirliği yönünden.

BUNUN İÇİN DE:
*Silahlı ve terörist hareketler desteklenecektir,
*Türkiye Cumhuriyetinin iç siyaseti, Siyasi islam bazına çekilerek, orada tüm yenilikler, tüm güzellikler boğulacaktır.
*Gençlik, en basit Türban yüzünden parçalanıp, çağdışına itilerek, ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE verdiği görevin yerine getirilmesi önlenmiş olacaktır,
*Mezhep çatışmaları hızlandırılacaktır,
*İslam Dini yerine, İslamı temsil yetkisi NURCULUK gibi, Müslümanlık dışı akımlara verilecektir.
Clemenceau-Klemanso-: ”Bir damla petrol, bir damla kan!” Demişti. Yirmi birinci asırda da: ”Bir damla su, bir damla kan!” Olacaktır.
2- Siyasal İslam’ın bölünerek yerleşmesine çalışılacaktır. İlericilik ve gericilik kavgası yerini, Siyasal İslamın temsil edilmesi kavgasına bırakacaktır.
a- İslam’a zıt dini akımlar desteklenecektir,
b- Her siyasi partinin bir tarikata dayanarak, bu tarikatı siyasi İslam yapma kavgası yaratılacaktır. 20 Ekim1998 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, bunun ilk belirtileri yayımlanmıştır: ”Tarikatlar Arasında Siyasi Destek Kavgası!”
c- Okullarda siyasi İslam’ı destekleme kavgaları, tarikat kavgaları yerine kızıştırılarak sürdürülecektir,
Ç- TBMM’NE sokulan tarikatçı Milletvekilleri sayısı artırıldığı gibi, TBMM açıkça tarikatlar arası savaş alanına dönüştürülecektir,
3- Milli Eğitim, daha da yozlaştırılacak, çağa uygun insan yetiştirme kavgası yerine, tutsak ve dogmatik kafalı taraftar yetiştirme kavgası sürdürülüp, genişletilecektir,
a- Sosyal boyutlu Atatürkçülük, ekonomik boyuta indirilip; ağabeydik-gübeydik palavralarla sulandırılarak gölgeye çekilmeye çalışılacaktır,
B- Eskiye özlem kamçılanacak, Osmanlının bilmem kaçıncı yıldönümü kutlamaları, bilmem kaçıncı Mehmed’in ve Ahmed’in sünnet ve cülus kutlamaları izlettirilecektir,
b- Arap’ın ve İran’ın siyasal güç kurma kavgaları kızışacaktır,
4- Ortaasya Türk cumhuriyetleri ile anlaşmazlıklar ve çekişmeler yaratılacaktır. ”EK: Turgut Özal’ın taa USA’ da: ”Azeriler bizden değildirler. Onlar Şii’dirler!” Dediğini unutmamalıyız!
5- Komşularımızla olan anlaşmazlıklarımız körüklenerek, çok masraflı ve çok büyük bir askeri güç yaratarak, beslememiz sağlanacaktır. Kaynaklarımızın yatırıma ayrılması önlenecektir.
*Hiç te dost olmayan ülkeler tarafından kuşatılmış bulunan Türkiye Cumhuriyeti, İsrail örneğinde olduğu gibi, dış hatlara çıkmalı, dış hatlara dayalı diplomasisini güçlendirmelidir.
*Türkiye Cumhuriyeti; ulusal politikasında SEVR olgusunu göz ardı etmeksizin, dışta ve içte uygulayacağı stratejisini belirlemeli; günü birlik ve ayaküstü diplomasiden kaçınmalıdır. Bireyini ve Türk Toplumunu, yönlendirilen değil, yöneten ve politika üreten bir seviyede yetiştirmelidir.
*Politik yelpazede, bir kişinin duracağı yerde, kişilik kaygısından ve özveri sorunundan kaynaklanan nedenlerle, bir kaş kişi durursa, karşısındaki yeri işgal eden tek kişi daha da güçlü bir duruma geçer. (KOALİSYON!)
*Atatürk devriminin özüne yönelik saldırılar, Atatürkçü güçlerin korkusundan; orta sürede mümkün görülmemesine karşın; masumiyet örtüsüne büründürülmüş biçimsel isteklere verilecek ödünler dış ve iç politikada özü yok etmek için kullanılacaktır.
*Osmanlının Düveli Muazama korkusu, USA ve BATI korkusu olarak Cumhuriyet döneminin günümüz yöneticilerine yansımıştır. Bu korkun ile anayasamızın ve dahi yasalarımızın hükümleri uygulanamamaktadır.
Yargı kararları Yürütmenin elinde kalmaktadır. Her kapatılan siyasi partinin, hemencecik, başka adlar altında devamına izin verilemezdi! Ödünler, döner ve dolaşır ödünü verenlerin başına çoraplar örer. USA’DA, korkusuzca idam hükümleri uygulanırken, bize insan hakları dersleri vermesi, yukarıda, sözünü etmiş olduğum korkunun eseridir.
6- Türkçe kirletilerek, yabancı hayranlığı körüklenecek ve yabancı mallarla birlikte yabancı sözlüklere ülkemizi ve ülkümüzü istila ettirilecektir.
Dil; Almanya’daki tokluluklardan Alman ulusunu, İngiltere’deki topluluklardan İngiliz ulusunu yaratmıştır. Osmanlının Fars ve Arap kırması, kelime salatası dili, Ümmetçilik odağında bile birleşemeyen Türk öğesinin başına Binbir bela açan, garip mi, garip bir güruh oluşturmuştur. Bu güruhun içindeki etnik öğeler kendi anadillerine yapışarak ulus olabilme bilincine erişebilmişlerdir. Fransa’da; Frank kadınları ile evlenen ve Latince konuşan fakir Romalı askerlerden üreyen yeni topluluk, yaratmış oldukları yeni dille, Fransız dilini ve Fransız ulusunu yaratmışlardır.
Şimdi; bu olgu Anadolu’da yeniden dokunmaktadır. Türkçe, alabildiğine başka dillerin boyunduruğuna, ATATÜRK’E inat sokulurken; insan hakları edebiyatıyla, dışa dayalı iç yardakçılarla : ”Her etnik grup kendi anadiliyle eğitim ve öğretim yapsın!” Fikri, yüksek sesle yankılandırılmaktadır. Türk toplumu, karmaşaya uğratılan dili nedeni ile çözülürken; öteki unsurlar da, kendi anadillerine ve bu dille öğrenim haklarına kavuşturularak uluslaştırma sürecine sokulmaktadırlar. Tüm bunları görememek için, tarihi bilmemenin yanı sıra, kör olmak gerekir. Tüm bunlar, SEVR’İ uygulayabilmenin yeni figürleridir.
7- Üretimi çok aşan bir tüketim toplumu yaratılmış olup, bu olgu daha da güçlendirilecektir.
8- Anasırdan; etnik gruplar yaratılacak, insan hakları edebiyatıyla terör desteklenecek; bu uğurda ölenlerimize değer verilmemesi sağlanacaktır.
9- Siyasi partiler arasında kısır çekişmeler, anlaşması mümkün olmayan ideolojik boyutlara taşınacaktır.
10- Gelir dağılımdaki adaletsizlik daha da büyük boyutlara taşınacaktır. Seçene 45 milyonTl. Asgari ücret üzerinden aylık; seçilene 1.500.000.000TL. Aylık ve ayriyeten sosyal üstünlük ayrıcalıkları sağlanacaktır. (1998)
11- Enflasyon, şişirildikçe şişirilecek, insanlar, daha da vurdumduymaz ; ”BANA NECİ,”, ADAM SENDECİ,” haline getirileceklerdir.
12- Adam kayırmalar; ön saflarda hep fakirlerin ve garibanların çocuklarının bulundurulması; önce öfkeye sonra da isyana dönüştürülecektir.
13- Osmanlı da olsun, diğer devletlerde, Fransa da olsun, egemenliği kullananın hırsızlık ve yasadışılıkta ısrarı onların sonu olmuştur.
TBMM’İNDE; Milletvekillerinin vurgunu, talanı TBMM ‘İNİN soruşturamayacağı bir boyuta vardığı,her türlü basından net ve açıkça izlenmektedir.
Anayasamızın 83’üncü maddesi bu şekilde kaldığı sürece:
a- Halkımızda TBMM’ne alt sıralarda olan güven tamamen sarsılacaktır.
b- Halkımızda; Cumhuriyete, Yargıya ve Yürütmeye olan güveni de sarsılacaktır.
BUNUN SONUNDA DA:
Marjinal sağ düşüncede DİSSENSUS sağlanmış olacaktır. Dini propagandalardan gelmiş olan sola düşmanlık, solu temsil edenlerin beceriksizlikleri yüzünden, solu silip te süpürecektir.
TÜM SİYASİ PARTİLER, GÖZLERİ KORMÜŞÇESİNE, SİYASAL İSLAM KAVGASINDA, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİ YALINIZ BIRAKTIKLARI GİBİ. O’nu BOY HEDEFİ YAPMAKTADIRLAR.
Okumuşların çoğalması, onların haksızlıkları daha iyi görmelerini sağlayacaktır. Bu durum da sistemimizin aleyhine sonuçlar doğuracaktır.
SAĞDAKİ MARJİNALLER, ORDUYA KARŞI ALTTAN, ALTA HALKIMIZI KIŞKIRTMAKTADIRLAR. (1998)
12 Eylül’ün Yiğit Paşalarının armağanı olan Holdingleşmiş ve örgütlenmiş olan sözlü ve yazılı basın ile destekli MARJİNAL SAĞ; politikalar ürettiği gibi, bu politikaları uygulayacak politik motifler de üretmekte ve uygulamaya koyabilmektedirler. Özellikle; Suriye, Almanya ve Yunanistan’da bulunan ve beslenerek desteklenen örgütlerle daha da etkin bir mücadele yapılmalıdır. İmam-hatip okulları, kesinlikle meslek okulları olarak kalmalıdır. Buradan mezun olanlara, dini yüksek okulların dışındaki fakülte ve yüksek okulların kapıları kapatılmalıdır. Asker okullarını kapıları da değil açılmak, hiç aralanmamalıdır.
Dış devletlerdeki görevleri sırasında, ya da burada bulunanların, ülkemiz, ulusumuz ve cumhuriyetimiz aleyhinde işlemiş oldukları suçlar çok sıkı bir şekilde izlenmeli, ülkemizdeki mal varlıklarına bile el konulabilinmeli.
Cumhuriyetimizi fişek ve göbek atarak kutlamak yeterli değildir. Cumhuriyetle neler kazandık? Cumhuriyeti yitirdiğimiz takdirde nelerimizi yitirmiş oluruz? Bunların bilinci ile cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız. BİR TOPLUMUN BİREYLERİ, DÖRTBUÇUK KIÇI KIRIK AJAN-PROVAKATÖR MOLLANIN PEŞİNDEN GİDECEK SEVİYEDE KALDIĞI SÜRECE, VATAN HAİNLERİ BUNLARDAN ELBETTE YARANLANACAKLARDIR!
*Çağdaş eğitim, Milli gelirin adaletli bir şekilde dağıtılması, temal ihtiyaçlarımızın giderilmesinde tek bir ölçünün kullanılması mutlaka sağlanmalıdır. Asgari ücret komedisi toplumsal bir trajediye dönmeden mutlaka bitirilmelidir Adalet sistemimiz, çok hızlı ve etkin bir biçimde çalışma düzenine kavuşturulmalıdır. Türkiye Cumhuriyetini Hâkim Ve Cumhuriyet savcısı sayısı, TBMM memur sayısından azdır.
Politikacıların elleri, DİNDEN-CAMİDEN, Emniyetten TSK’DAN ve devlet kurum ve kuruluşlarından çektirilmelidir. Denge hesapları için, pespaye kimselerle pazarlık yapılmamalıdır.
Bizleri bekleyen çok büyük sorunların bazıları bunlardır. Bu sorunlarımızı görmezden gelerek, bugünü yaratan yasal ve sosyal alt yapıyı düzeltmeden, ivedi yapılacak bir seçim, çok korkunç sonuçlara bizleri ve ülkemizi götürecektir (1998).
Belediyeleri ve şirketleri ele geçirmiş olan aşırı sağ, oradan kent varoşlarının her türlü desteği ile sistemimizi felç ederek iktidarı ele geçirecektir. (1998).
İŞTE, GELECEKTEKİ TÜRK SİYASİ KONJÖNKTÜRÜNÜ BELİRLEYİP, ONUN STRATEJİSİNİ DE BELİRLEYECEK FAKTÖRLERDEN BAZILARI. TANRIMIZIN HALKIMIZA VE POLİTİKACILARIMIZA AKIL VERMESİ DİLEĞİYLE, SAYIN SEYİRCİLER.”
SEVR ANTLAŞMASI
12 Kesimden, 433 maddeden ve 130 sahifeden oluşturulan bu ünlü paçavranın bizimle ilgili maddelerini okumamızda bin bir yarar görmekteyim.
Madde 52- “Fıratın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27’inci maddenin 11/2 ve 3’üncü fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır.
Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği oluşamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince, bağlı oldukları hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacaktır. Bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerinden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu Antlaşma uyarınca, Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir.”
“Madde 63- Osmanlı hükümeti 62’inci maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden kabul eder.”
“Madde 64- İşbu antlaşmasının yürürlüğe konuluşundan bir yıl sonra 62’inci maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye salık verirse, Türkiye, bu tavsiyeye uymayı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden kabul eder.
Bu vazgeçmenin ayrıntıları başlıca müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.
Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan’ın şimdiye dek Musul vilayetinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt Devleti’ne kendi istekleri ile katılmalarına, başlıca müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.”
“Madde 231- Osmanlı Meclisi Mebusanına sevk edilecek olan Bütçe Kanunu tasarısı, Duyun-u Umumiye görevlileri İngiliz. Fransız ve İtalyan yetkililerince onaylanacaktır. Bütçe kanunu kabul edilse bile; bu delegelerin bu kanunu uygulamama yetkileri vardır.”
Sayın RTE’NİN eyalet olarak anlatmış olduğu açılımın nerelere kadar varabileceğini kestirebiliyor musunuz?
Bir İtalyan Profesörün önerisi ile iş bu yazımızı sonlamak istiyorum:
“Türklere zorla hiçbir şeyi kabul ettirmek mümkün değildir. Üzerinize kaplan gibi atlar ve sizi parçalarlar. Türkler, güzellikle her şeyi kabul ederler!”
















14 TÜRK DİLİ İLE İBADET: 2

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir
10 Ocak 2010


TÜRK DİLİ İLE İBADET: 2


İLGİ: 03 Ocak 2010 tarihli birinci bölüm.

“Yunanlılar; İzmir’e çıktıktan sonra, her türlü tecavüzlerini ve melanetlerini yaparlarken; İzmir camilerinde bazı imamlar; SURE’İ RUM’U okuyarak:”Bundan böyle bizi Rumlar yönetecektir. Kur’an’da yeri vardır. Sakın ola ki Rumlara elleşmeyin!” Diye vaazlar vererek, tahtaları dövmüşlerdir. ”Besim Atalay, Türk Dili ile İbadet. S.14.

“FATİHA SURESİ:”Hamd evrenler sahibi yüce ALLAH içindir,/ ALLAH ki acıyandır, koruyandır, sevendir,/Günü gelince ancak,/O’DUR hesap soracak./Tek sana tapar, senden medet umarız biz,/sapıtmışlar yoluna düşmekten koru bizi,/Doğru yoldan ayırma bizi aman Rabbimiz.”

“Gaflet, dalalet ve hatta ihanet içersinde bulunanlara,”Allah ve din ile insanları aldatanlara, dış ve iç destekli hainlere, bir tas çorbaya vicdanlarını satanlara, oyları ile bu dünyada mutlu kıldıklarının öteki âlem masallarının peşinden gidenlere, TÜRKLÜĞÜNDEN UTANANLARA ne söylesem, neler anlatsam inanmaları ve doğru yolu da bulmaları mümkün değildir. Bendeniz; imanını da aklın erdemli emrine verenlere Mustafa Kemal’den selamlar getirmişem. Ostüzü

Profesör Dr. Aysel Ekşi, 21 Ağustos 1990 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde çok anlamlı bir makale yayımlamıştı. Yazının başlığı: ”Din Eğitimi Altında Okutulanlar!” İdi.
”Arapça bilmeyenlere, dinin ne olduğu, fakirlik ve zenginliğin dini sebepleri! Örnekleri ile vurgulanıyordu.”
“Evinin önünü süpüren, zengin olurmuş”
Günümüzde; örtülü, mörtülü ödenekleri, kıyıları süpürenlere ait hiçbir dini örnek yok! (7) Diyemeyiz!
Örnekler çok ama mütekabiliyet esası olduğu halde, Alman Mahkemelerinin kararları, delil hükmünde bile sayılmamaktadır.
Kur’an’ı Kerim, Tanrısal olduğu halde, Ulu Tanrımız, birçok ulusun dilini de surelerinin oluşumunda kullanmış!
Her şeyde KARŞILIKLILIK (MÜTEKABİLİYET) esası olduğuna göre; ben, neden ve niçin Kur’an’ı Kerimi kendi anadilime çevirtmeyelim!
Benim dilimin kelimelerini kullanmak için Ulu Tanrımız benim ulusumdan izin mi almıştır! Hâşâ. Bu ilahi bir iletidir. ”Ey! Araptan gayrı uluslar: Ben, anlamaları için Arap kavmine Arapça bir kitap indirdim. Sizin kelimelerinizi kullanarak ilahi emirlerimi ifade ettim. Bu nedenle ve anlamanız için, sizler de indirmiş olduğum bu kitabımı kendi anadilinize tercüme edebilirsiniz!” İleti budur.
Dini ve dahi imanı bütün, günün her namaz vakti, camilerden çıkmayanlara soruyorum:
“Yüce Tanrımız her şeye kadir ve muktedirdir. LEDÜNİYET ilminin de yegâne sahibidir. İnancınıza göre de, tüm dillerin yaratıcısıdır. Neden Türkçe dua etmiyorsunuz? Neden namazlarınızı anlamadığınız bir dil ile Arapça dualarla kılıyorsunuz?”
Genellikle:
“Babamızdan böyle gördük!” Savunması açıklamasız kalmaktadır. Bir kaç açık yürekli kimselerden de:
“Bakınız Beyim; sordunuz da söylüyorum: Türkçe Kuran okumak bana çok komik geliyor.” Ebu lehebin eli kurusun!” Kurutacak olan Allah değil mi? Benim Hz. Muhammed’in Amcası ile ne zorum var.
Dinimizce; ölenlerin arkasından iyi söz söylenmez mi? HZ. Muhammet peygamberliğini ilan edince; Ebu Leheb, oğulları Otba ve Otebe ile evli olan, yeğeni Hz.Muhammed’in iki kızını da boşatmıştı. Ümmü Gülsüm ve Rukiyye. Ümeyye Oğullarından, Ebu Süfyan’ın karısının kardeşi Osman, önce Ümmü Gülsüm ile o ölünce de Rukiyye ile evlenmişti.
TEBBET SURESİ bu olay üzerine inmişti:

TEBBET SURESİ
“Acıyıcı, esirgeyici Allah’ın adıyla başlarım.
*1-Ebû leheb’in elleri kırılsın, kendi de yok olsun.
*2-O’nu ne malı, ne de parası kurtaramayacak,
*3-O alevli bir ateşe atılacak.
*4-Karısı o’na odun taşıyacak.
*5-Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olacak.”

Sonra; Elem tere keyfe faale Rabbike’nin Türkçesi:” Ebabil kuşları-Dağ kırlangıçları—fil sahiplerinin üstüne balçık çamuru attılar!”
Gülesim geliyor, neredeyse dinden çıkasım geliyor. İyisi mi, anlamadan dua etmek!” Diyorlar.
Ama bununla anlatılmak istenen bir olgu olmalı değil mi? Diyorum: Tıss!
“Anlamını düşünmeden Kur’an okumakta hayır yoktur!” Hadisini hatırlatıyorum. Genelde almış olduğum yanıt hep aynı:
“Orasını karıştırmayalım Beyim!”
Kur’anı Kerimin tamamlanması; Hz: Muhammed’in yirmi üç senesini almış. Bu süreç içersinde de (200)’e yakın ayet te NAKZEDİLMİŞTİR!” ”Zaman değiştikçe hükümler de değişir,” kuralının uygulanması olarak düşünülemez mi?
Kur’an’ı Kerim’in neden Arapça olduğuna dair ayetlere de bir göz atacak olursak; KUR’ANIN MANASINI ANLAMANIN ÖN PLANDA TUTULMUŞ OLDUĞUNU GÖRÜRÜZ.
Merhum Mehmet Akif ERSOY; bunu çok güzel vurgulamıştı: ”Duvara asmak ve fal açmak için değildir Kur’an!”

ARAPÇADAKİ YABANCI KELİMELER!
“1935 senesinde; Profesör Arthur jeffery, ”Kur’andaki yabancı kelimelerin tetkiki!” adlı önemli bir kitap yayımlamıştı. Bu kitabın bir nüshası Robert Koleji kitaplığında bulunmaktadır. Kitapta Arapçaya girmiş olan yabancı kelimelerin listeleri ve yanlarında tanıkları ve çekimleri bulunuyor.
Bu kitaptaki tüm kelimelerin alınması uzun süreceğinden; ben sadece hangi dilden Arapçaya ne kadar kelime girmiş olduğunu belirtmekle yetineceğim:
1-Sümerceden: 5 kelime,
2-Elamcadan: 1 kelime,
3- Akatçadan: 83 kelime,
. 4-İbraniceden. 200 kelime,
5-Aramcadan: 25 kelime,
6-Süryancadan: 600 kelime,
7-Nabatcadan: 12kelime,
8-Semutcadan: 6 kelime,
9-Palmirceden: 16 kelime,
10-Habeşçeden: 210 kelime,
11-Kıpıtçadan: 10 kelime,
12-Sanskritçeden: 5 kelime,
13-Bülüçceden: 1 kelime,
14-Eski Farsçadan 11Kelime,
15-Avestadan. 35 kelime,
16-Pazentden. 20 kelime,
17-Pehleviceden. 80 kelime,
19-Ermeniceden: 65 kelime,
20-Yunancadan 180 kelime,
21-Soğutcadan 4 kelime,
22-Eski ve Yeni Türkçeden 9 kelime,
23-Latinceden: 14 kelime.

“İBN’İ CİNNİ adlı bir yazar, Arapçanın %25 kelimesi uydurma, bir o kadar yabancı kelime de Arapça içerisine kaynaşmıştır!” Diye yazmaktadır.”
Arapçada 350 kılıç’a ait, 550 de buğdaya ait kelime vardır. Arapçanın %17’si deveye, %30’u da kadınlara aittir!
Profesör Dr. Sayın Süleyman Ateş’in; Milliyet gazetesi okurları için hazırlamış olduğu iki küçük kitapçık vardır.
Sayın Ateş; Sureleri iniş dönemlerine göre yorumlamıştır. İlk Mekke dönemindeki sureler, BİREYSELDİR; Hz. İsa gibi bireyin kurtuluşundan söz eder. Medine dönemi sureleri, Hz. Musa tarzındadır. Ve son sureler devletleşme olgusunu işaret etmektedir. Sahihi Buhari’deki ve diğer beş hadis kitabındaki hadislerden de bu olguyu bulmak mümkündür:
“Bütün dünya Müslümanlarını, Kureyşli Müslüman Araplar yönetecektir. Müslüman olmayanları da, kureyşli Müslüman olmayan Araplar yönetecektir!”
“Cennette, benim konuştuğum dil Arapça konuşulacaktır!”
Hüneyin baskınında; paylaşılamayan yağma mallar için, 8’inci surenin 1’inci ayeti acilen değiştirilerek 41’inci ayetle yeni bir düzenleme yapılmıştır. Ancak; bu düzenleme ile iktifa edilmemiş, Kur’an hükümleri değiştirilemez diyen Arap Bilginleri! Yağmaya iştirak eden süvariye bir pay, binmiş olduğu Arap atına da iki pay verilmesi karara bağlanarak uygulanmıştır. Yağmaya iştirak eden eşeklere, develere ve katıra yağmadan pay düşünülmemiştir. Tercüme. Mustafa Özcan, İslâm Fıkhı, s.478-479

Mekke döneminde düzenlenmiş olan bir ayete ve diğerlerine bakalım:
*“ŞURA SURESİ, (42’inci sure) 7’inci ayet:”ve işte böyle sana-Muhammet- Arabî bir Kur’an vahyetmekteyiz ki Umm’ul Kura’yı (Mekke Şehrini) ve çevresindekileri sakındırasın ve o toplama günü’nün dehşetini haber veresin-onda şüphe yok-, bir fırka cennet’te, bir fırka sair’de (çılgın ateş içinde).” Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an’ı Kerim ve İzahlı Meali. S.482.
Görev yapmış olduğum yerlerde, benim camiye gelmemi çok isteyenler oldu: benim görevimin, camiye gitmek olmayıp, camiye gidenlerin ve gitmeyenlerin huzur ve rahatını sağlamak olduğunu bir türlü anlatamadım.
Cebimde taşımakta olduğum bu ayeti de kendilerine verdim. ”Olamaz böyle bir şey! Günaha giriyorsunuz!” Diye de beni uyaranlar çok oldu. Nah! Kafa! Avrupalara giderek, cami avlularında ümmet’i müslümanları dolandırmadan gırtlağımıza kadar günaha battık!
*YUSUF SURESİ, (12’inci sure), 2’inci ayet: ”Biz O’NU sana, aklınızı çalıştırasınız diye ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik.” Kur’anı Kerim Meali, s.214.Yaşar Nuri Öztürk.
*İBRAHİM SURESİ, (14’üncü sure), ayet: 37. ”Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık, seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azizdir, Hâkimdir O.”
*“EN-NAHL-HURMA- SURESİ (16’ıncı sure.103’üncü ayet:”Andolsun ki biz, onların, ”Kur’anı bir insan öğretiyor” demekte olduklarını biliyoruz. Nisbet etmeye uğraştıkları adamın dili yabancıdır. Oysaki bu, apaçık ARAPÇA bir dildir.”
*TAHA SURESİ (20’İNCİ SURE) 113’ÜNCÜ AYET:”Biz o’NU işte böyle, ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik ve onun içinde tehditleri türlü yadelerle sıraladı ki, korunabilsinler yahut ta Kur’an onlara yeni bir hatırlatıcı/hatırlatma sunsun.”
*ZÜMER SURESİ, (39’uncu sure), 28’inci ayet: ”Bunu, eğrisi, büğrüsü olmayan ARAPÇA bir kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.”
*MAİDE SURESİ, (5’inci sure)67’inci ayet: ”Ey! Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’NUN verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni, insanlardan korur. Allah küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.”
*TEGABÜN SURESİ, (64’üncü sure) 12’inci ayet: ”Allah’a itaat edin; peygamberlere itaat edin; eğer bumdan yüz çevirirseniz bilin ki peygamberimize düşen apaçık tebliğdir.”
*ABESE SURESİ, (80’inci sure) 17’inci ayet: ”Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!” Sayın Yaşar Nuri Öztürk’e göre.”Canı çıkasıca insan ne kadar da kötüdür.”
Kim ne derse desin; bu ayetlerden bir tek anlam çıkmaktadır: Kur’anın anlamını bilerek ona göre hareket etmesi için, bütün milletler Kur’anı Kerimi kendi dillerinde okumalıdır.
Adresime giren bazı gericiler; benden devletlerimizin batmasına, insanlarımızın açlık ve sefalet içinde ölmelerine neden olan masalları geri getirmek için, kendilerine katılmamı istemektedirler. Türk ulusu en mutlu çağını, bu din ve Tanrı ile aldatanlara karşın CUMHURİYET döneminde yaşamıştır. Cihangir Mahlası ile şiirler yazan Üçüncü Mustafa: ”Yıkıluptur bu cihan/ sanma ki bizde düzele/Evvab’ı saadette gezenler hep hezele (Saadetler içinde yaşayanlar rezil rüsva takımıdır; diyor Koskoca Padişah!) Bu hokkabazlara göre, o zamanlar Kur’an ve din dönemidir. Camiler dolup ta taşar.
Arapça Kuranını duvardaki torbasından indirenler de, bir şey anlamazlar, bakarlar ve şaşım, şaşım şaşarlar!”XV1’ıncı asırda; Kütahya’da; Şükrü adlı bir halk şairi, oruç yediği için, Roma usulü, boğazına kurşun dökülerek cezalandırılmıştı.
14 Aralık 2003 tarihli Hürriyet gazetesinin Pazar sayısındaki bir haberi okuyalım:
Ziya Paşa,1829-1880 yılları arasında yaşamıştır. Devlet adamlığının ve idareciliğinin yanı sıra edebiyatımızda da söz sahibi bir muhalefet yanlısıdır. İsviçre’den sonra; Londra’ya geçerek, orada Hürriyet gazetesini yayımlamıştır: Adı geçen gazetenin haberini birlikte okuyalım:
“Paşa, dini eğitimin, özellikle de mahalle mekteplerinin yeniden yapılandırılması gereğini yazıyordu. Sübyan mekteplerinde başlayıp medreselerde devam eden dini eğitim, Ziya Paşaya göre hiçbir işe yaramaz haldeydi, zira öğrencilerin kafası sadece ezberle dolduruluyor; Arapçayı bilmemeleri bir yanan Kur’anı bile anlamıyorlardı.
Ziya Paşa, Londra’da bundan tam 135 sene önce, 1868 yılında çıkarttığı “HÜRRİYET” gazetesi’ Kur’an öğrenmeye heveslenen çocuklara mahalle mektebinden itibaren okutulan kitapları ve öğretileri sıralarken bakın neler yazıyor:
“”...Bizde bir çocuk beş, altı yaşında mahalle mektebine verilir, elifbadan başlar, birkaç ay sonra önüne “ebced” çıkar ki ne olduğunu hoca bilir, ne de kimse anlar. Bundan sonra ”sübhaneke”, ”ettehiyat”, ”salâvat”, ”kunut duası” ve amentü” okutulur.
Bunlar gerçi namaz için lâzım olan dualardır, ama çocuğun büluğa erip namaza başlaması için daha çok seneler bulunmasına rağmen, gene de ezberletirler. Bunlar, bütün Arapça olduğu için çocuğa asla zevk vermezler, zira o yaştaki çocuk henüz olgunlaşmamıştır ve sadece oyuncaktan ve yaşının gerektirdiği şeylerden zevk alır.”

ZİHNİ PERİŞAN OLDU.
“Çocuk daha sonra Kur’ana başlar, hatmetmek için senelerce uğraşır ve hafız olur. Akrabaları, artık 13-14 yaşlarına gelmiş olan dini ilim tahsiline sevkederlerse, bu defa cami derslerine gönderilir;” nasarayansuru’dan” başlar, ”Bina’ya çıkıp 35 bölüm okur,” maksud’u öğrenir, “tereyinne” tercümelerine geçer ama bitmek tükenmek bilmeyen bu tercüme yüzünden bütün zihni dolaşır. Derken “amil”,”mamul”, ”irap” gibi önceden görmediği bir takım şeylere tesadüf edip hayran kalır.”izhar” ve “kafiye” okuduğu sırada, bu kitaplarda ne demek istendiğini güçlükle hisseder; “inegoci” veya “istiare” risalesine sarılır.”Kazaya ve netayiç ve istihârât ve kinâyat”ile uğraşır. Önüne nihayet”Mutavvel” gelir, bu kitaptaki”bedi”, ve “beyan” bahisleri de zihnini perişan eder.
Bu arada ikindi derslerinde eğer” “Halebî” ve ”Kuduri” gibi fıkıhla ilgili biraz Birşeyler okuyacak olursa bir gurura kapılıp artık kimsenim abdestini ve namazını beğenmez olur; tatil derslerinde de “heyula” bahislerine dalınca da “kazimir” görüp “cüz’ü layetecezza” ve “heyula” bahislerine dalınca da tenezzül edip İbni Sina’yı bile kendisine öğrenci kabul etmez bir hale gelir.
Derken camilerden birinden izin alıp bu defa kendisi rahle başına geçer ve seneler boyu okuduğu bütün bu konulardaki ilmini bu defa kendisi yaymaya başlar.
Ama bu eğitimden geçmiş olanların eline mesela “El cevaib gibi Arapça bir gazete verilse, gazetede yazılı olanları anlayabilmesi için en az iki saat boyunca sözlüğe bakmaları gerekir. Fıkıhla ilgili bir soru sorulduğunda aciz kalırlar. Kur’andaki bir ayetin manası sorulduğunda “Kadı Beyzavi’”nin eserine müracaat edin” cevabını verirler; politikadan bahis açılırsa İngiltere, Japonya ve Fas gibi memleketlerin ve iklimlerin var olduğunu işitip hayret ederler, hatta dostlarından birine Türkçe bir mektup yazmaları gerektiğinde de, şuna, buna yalvarırlar.”
“Camilerde bildikleri yolda ders okutmaktan başka devletin ve ümmetin hayrına bir işe yaramayan bu kişilerin seneler boyunca emek ve ömür sarf etmeleri, işte böyle bir netice alınması içindir! Harcanan bu ömre, bu emeklere yazık değil mi? Bu devlete, bu millete, bu mülke acınmaz mı?”
Ünlü alman Şair ve Yazarı Goethe, XV111’inci asrın ikinci yarısında, Kur’anı Kerim’i Almanca çevirisinden okuyordu. X1X’uncu asrın ikinci yarısında da; Ünlü Fransız Şairi Arthur Rimbeau’nun babası, Cezayir’de görev yapan bir Fransız Yüzbaşısı Kur’anı Kerim’i Fransızça’ya tercüme ediyordu. Her ulus; kendi din kitapları ile diğer dinlere mensup din kitaplarını kendi anadillerinden okuyorlardı. Ya biz; ARAPTAN ZİYADE ARAPÇI olan bizler ne yapıyorduk? Bir bez torbaya koymuş olduğumuz Arapça Kuran’ı Kerim’i, önemli günlerimizde öpüp başımıza koyarak yine torbasına koyuyorduk! Yukarıda vermiş olduğum ayetleri ilk defa görenlerimizi de olduğuna inanıyorum. Rahmetli Ziya Paşa’nın gözlerimizin önüne sermiş olduğu eğitim ve öğretim faciamızı okuduk. Kuran’ı Kerim Türkçeye tercüme edilmezse ne olur: Arapçılık ve kandırmaca islamın önünde ilerler durur. DİN VE ALLAH İLE ALDATANLARIN ÇOCUKLARI DA HÜKÜMRAN OLUR.
Tercüme edilemez denilen Kur’an’ı Kerim’in Fransızça tercümesine bir göz atmamıza ne dersiniz!
“LE CORAN”
“COMMENT LİRE LE CORAN?”=Kur’an nasıl okunur?
“j’en jure par létoile qui se couche, votre Compatriote n’est point égaré, iln’a point été séduit. İl ne parle pas de son propre mouevement. Ce gu’il dit est une révéation qui lui a été faite.”
Coran,L111,1-4
NECM SÛRESİ
(53/23)
“ RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA.”
Bu üç ayetin Türkçe tercümelerini, iki Türkçe Kuran’dan görelim:
*1-“Andolsun inip çıktığı zaman yıldıza/ fışkırtıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker yıldızına/ aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır, ağır gelene.
*2-Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı.
*3-O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor”.Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’anı Kerim Meali(Türkçe Çeviri)
53
NECM SÛRESİ
“Yıldız kelimesi ile başladığından böyle adlanmıştır. Mekke devrinde nâzil olmuştur. 62 ayettir.”
“Bismi’llâhi’ir-Rahmâni’r-Rahim.”

*1-“Batmakta olan yıldıza and olsun ki,”
*2-“Arkadaşınız Muhammed sapmamış ve azmamıştır”.
*3-“O, kendiliğinden konuşmamaktadır.” Kur’ân-Kerim ve Türkçe Anlamı (meal).Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. 1973.
Şu, birçok yorumlara ve ihtilaflara neden olan, BAKARA-İNEK-suresinin, 2’inci surenin, 223’üncü ayetini görelim:
“BAKARA SÛRESİ”
(2/92SURE)
“Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla”
*“223-Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. Öz benlikleriniz için önceden bir şeyler gönderin. Allah’tan korkun ve bilin ki, O’NA mutlaka ulaşacaksınız. İman sahiplerine müjde var.”Kur’an’ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri). Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk.
*223- “kadınlar, sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin, istikbal için hazırlıklı olun, Allah’tan sakının. O’NA hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin, bunu insanlara müjdele.
“BAKARA SÛRESİ”
“Bism’l’âhir-Rahmani’r-Rahim.”
“Yahudilere kesmeleri emredilen bir sığırdan bahsettiği için bu adı almıştır. Medine devrinde nâzil olmuştur. 286 ayettir ”kur’an’ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınlarından.
“Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller gönderin, hayırlı evlatlar yetiştirin).Bir de Allah’tan korkun ve bilin ki her halde siz O’NA kavuşacaksınız. İman edenlere müjdeler.”Kuran’ı Hâkim ve Meali Kerim, Hasan Basri Çantay.
Şimdi, bir de bu ayetin Fransızça tercümesini görelim:
SOURATE 11
“Donnée a Medine.-286 versets.
*“2/223-“les femmes sont votre Champ. Cultivez-le de la maniére que vous l’entendrez, ayant fait auparavant quelque acte de piété. Craignez Dieu, et sachez qu’un jour vous serez en sa présence. Annonse aux croyants d’heureuses nouvelles”
. Ayetlerin Türkçesini ve dahi Fransızcasını gördük. Bakara suresinin 222’inci ayetini hesaba katmadan,223’üncü ayetini yorumlayan AYETULLAH HUMEYNİ’NİN yorumuna da bir göz atalım:
Humeyni: ”Tavzih’ül Mesail, s.69-450’inci meselenin çözümü:
“DER DÜBÜR-İ ZEN-İ HAİZ VATİ KERDEN KERAET ŞEDDİDE DARET”-Kerahet: Şeriatın kesin olarak yasak etmediği, fakat harama yakınlığı ve ihtimali nedeni ile çekine, çekine yapılan şey!-Mustafa Talip Güngörge, Humeyni ve İslam.
“VATİ DER DÜBÜR-İ ZEN-İ HAİZ, KEFARET NE DARET” 463’üncü meselenim çözümü. Aybaşılı bir kadınla anal seks yapan erkeğin kefaret ödemesine gerek yokmuş! Pekiyi; 222’inci ayet ne demek oluyor!
“…Hayızlı oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayınız” Bu ayetin Fransızca tercümesi de aynıdır. Bendeniz, burada ukalalık yapmak istemiyorum. Böyle bir fetvayı okuyanlar; Kur’an’ı Kerimi açarlar, gerçeği de görmüş olurlar ve: FETVAYI MÜFTÜDEN DEĞİL DE AKILLARINDAN ALMIŞ OLURLAR!
“Ulusumuzun her bir bireyinin okumasını istediğim kitaplardan birisi de Rahmetli M.Cemal Kutay’ın 173’üncü kitabı olan,”TÜRKÇE İBADET” adlı kitabıdır. Bu kitabın birinci cildinin 304-305’inci sahifelerinde verilen çok önemli bir mektup vardır. Bu mektup,1913 senesinde, Rahmetli Mehmed Şerif Akyurt tarafından devrin Şeyhülislamı olan Mustafa Sabri Efendiye yazılmıştır. ”Anadolu’da Müslüman bir Türk’ün Şeyhülislam Efendi Hazretlerine en Son sözü”, adlı yüzüç sahifelik bu açık mektup, sürgün yeri olan Bursa’dan yazılmıştır. En önemli bölümünün özeti de şöyledir:”
*1-“İslam dininde SON DİN olmasının üç temelinden biri ruhban sınıfı olmamasıdır, ama dört başı mamur olarak bu sınıf türemiştir, aradan geçmiş binüçyüz içinde DİN ve MANEVİ HAYAT’TA ileri değil, geri gidilmiştir. Oysaki islamiyetin SON din olmasının bir temeli de “değişen zamanın getirdiklerinin kuralları Yenilenmesi”dir. Sizler mevcut hâkimiyetinizi devam ettirmek için dünyanın gidişine göz kapamış ve kapatmışsınızdır. Osmanlı’da bugün Luther’den önceki Katolik istibdadı var.
*2-aslında islam dininde hoşgörüyü, Tanrı rızasını her duygunun üstünde tutan yüce duygu olması inancını temsil etmesi gereken tarikatlar, belli kişilerin çıkar kaynağı, bazıları da miskinler tekkesi olmuştur. Siz; bab-ı içtihad=düşünce Kapısı’nı sadece Din’de değil DÜNYA için de kapatmışsınız.
*3-Bu inhisar ve tegâllub duygusu aile hayatında da çöküntü yaratmıştır. Kadın içtimai hayattan tasfiye edilmiştir. Ne İslam hukukunun, ne de meşrutiyetin temin ettiği asgari de olsa, hakkından mahrum bırakılmıştır. Şeyhülislam Efendi Hazretleri. Biliyoruz ki Arap’ın Cahiliyye devrinde kadın bir HİÇ’Tİ. O’NU hakiki mevkiine iade hareketinin banisi, ilk mücahidi bizim peygamberimiz’(S. A. V) idi. Ama bugünkü şeriat, kadını, Cahiliyye devrinin seviyesine indirmiştir. Bugün Osmanlı ülkesinde kadın, neredeyse Arap’ın cahiliyye devrinin ölçüleri içindedir. Hak ve hürriyeti, huzur ve emniyeti yoktur. Kadın, içtimai hayatımızda varlığı kabul edilmeyen yaratıktır.
*4-MİLLETİMİZE EN BÜYÜK FENALIĞINIZ, İBADETİN ARAP LİSANI, ARAP ÂDET VE TERCİHLERİYLE İFAYAA DEVAMA MECBUR BIRAKILMASIDIR. ÇÜNKÜ BU SİZLERİN MENFAAT VE TEGALLÜBÜNÜZÜN TEMİNATIDIR.”
BAKARA SURESİ
(AYET-EL-KÜRSİ)
“Yoktur başka tapacak/ Bir tek Allah var ancak/içinde uyanıktır,/ her şeyine tanıktır;/Şaşırıp sorma. Nerde?/Her yerde, hiçbir yerde!/ne dalar, ne uyuklar;/her an her yerde hazır.”
“Her işte takdiri var./O’NUNDUR, O’NUNLADIR/yerde, gökte ne varsa;/Şefaat mümkün ancak/O’NDAN izin çıkarsa./Köyünde, yurdundaki/Önünde, ardındaki/neyse insanoğlunun/Hepsi elinde O’NUN./Gerçekleşir sadece/O’NUN “OLSUN” dediği,/Bir şey yok yerde, gökte/Allahın bilmediği.
“Dinlenip uyulacak ne kalıyor geride;/Kürsüsü, yerleri de kaplamış gökleri de!/Kavrıyor, denetliyor, kolluyor göğü, yeri./Bir olmaz sapıtanla inananın değeri;/Eli böğründe kalır sapıtan, oyalanan,/Kopmayacak bir kulpla yapışmıştır inanan./Allah ki doğruların dostudur, önderidir;/Onları karanlıktan aydınlığa iletir.
MUSTAFA KEMAL’DEN TESBİTLER.
“Türkiye’de aslında mürteci yoktu ve yoktur. Vehim vardı, vesvese vardı. Bundan sonra yalınız bir şey hatıra gelebilir. O DA BAZI ADİ POLİTİKACILARIN, ART DÜŞÜNCELİ SİYASİLERİNBU VEHMİ UYANDIRMA GAYRETLERİ OLABİLİR.”1930Atatürk’ün Hususiyetleri, Kılıç Ali, s.116.
“Softa sınıfının din simsarcılığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmeyeceğiz.”1930.s.g.k. s.116.
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece, DİN İŞLERİNİ, DEVLET İŞLERİYLE KARIŞTIRMAMAYA ÇALIŞIYORUZ. Kasıtlara dayalı ve aşırılık örülü hareketlerden ülkeyi sakınmak istiyoruz”Asaf İlbay, Yakınlarından Hatıralar, s.103
“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, CUMHURİYET SİZDEN FİKRİ HÜR, VİCDAI HÜR, İRFANI HÜR NESİLLER İSTİYOR.”1924 Söylev ve Demeçleri, c.2,s.173.
“Biz daima hakikat arayan, onu bulunca ve bulduğuna kani olunca açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız”. Sümerbank D.1929,s.184.
NAMAZDA OKUNACAK SURELER!
(Fatiha Suresi)
“Hamd evrenler sahibi yüce Allah içindir,
ALLAH Ki acıyandır, koruyandır, sevendir,
Günü gelince ancak,
O’dur hesap soracak.
Tek sana tapar, senden medet umarız biz,
Sapıtmışlar yoluna düşmekten koru bizi, Doğru yoldan ayırma bizi aman Rabbimiz.”
ASR SURESİ
“Günün omuzlara çöktüğü saat,
Yorulmuş insanın hayat yükünü,
Söylene, yüksüne çektiği saat,
O vakti de sever inanan yürek.”
Müslüman Türk Halkının en çok sevdiği surenin Türkçesi:
“Yâsin,
Kur’an’ın hükmü kesin.
Sen, RAB’IN arza elçi gönderdiklerindensin,
Doğru yol üstündesin.
Ataları önderden yoksun bir kavim için
İlk uyarmadır sesin.
Varsın yitikler senin sözünü dinlemesin,
Kader zincirini boynunda sürüklesin,
Sen Kur’an’a uyan,
ALLAH’INI sayan,
Tama uyarmış demeksin.
Ona müjdele, deki,
Mükâfat göreceksin,
Cennete gideceksin.”
“Üzülme ya Muhammed, çabaları nafile,/ Bir eski mezar görse bir münkir gelir dile,/”-Bu mu dirilecekmiş, bir avuç kemik kaldı,”/Ey bir avuç pıhtıdan yaratılmış zavallı,/seni öyle vâr eden bunu diriltir elbet,/yeşil ağaçtan kırmızı ateş yaratan kuvvet,/Cümle yaratıkları, yeri, göğü vâr eden,/Kemikten yeni insan türetemezmiş neden?/”
“O her şeyi yaratan, gören, bilen, bildiren,/”OL” deyince olduran, Öl deyince öldüren,/O’NUNLA vâr oldunuz. O’NUNLA gerçeksiniz,/O’NDAN kopup geldiniz, O’NA gideceksiniz./”Âmin-ÖYLE OLSUN.-ALLAH KABUL ETSİN!
HER ARAPÇA ŞARKIYA ÂMİN!
Köyümüzde yalınız bizim evimizde pilli radyo vardı. Amerikan ordusunun BA/70 bataryası ile mükemmelen de çalışırdı. Köye izinli geldiğimde, evimiz ziyarete gelen meraklılarla dolup, taşardı. Öyle ya;”Ali Osman’ın oğlu”, köyümüzden çıkan ilk subaydı. Hemi de jandarma subayıydı ve üniforma da ona çok yakışmıştı. O pilli radyo çok işime yarardı. Acardım yanık sesli bir Arap radyo istasyonunu; parmağımla da sus işaretini verdikten sonra da:”Kur’an’ı Kerim!” Derdim; ses ve şamatalar kesilir; tüm kadın ziyaretçiler huşu içersinde ve gözyaşları eşliğinde bu şarkıyı dinlerlerdi.
Zaman geçti; bir de baktım ki, Kızıltepe’de konuşlanmış bir seyyar jandarma alayına komutan olmuşum. Sayın Demirel de MC hükümetini kurmuş! Erbakan da; Mardin önünden, Nusaybin’e kadar uzanan o dar şerit ovaya ŞEKER PANCARI FABRİKASI kurma sözü vermiş. Raporlarımızı verdik. Gece ve gündüzün soğuk farkı, ekilecek pancarların yapraklarını kavuracağını ve olumsuzlukları vurguladık. Bakanlar kurulundan karar çıkmış. Büyük bir törenle ol fabrikanın temeli atılacak. İlle de Kur’an’ı Kerim’den bir sure okunsun denilmiş! Denilmesine denilmiş amma ve lâkin dua okuyacak adam bulunamamış! Birisini bulmuşlar. Adamcağız bana geldi:
“Komutanım, ben yalınız Meryem suresinden bir parça biliyorum, ne yapayım?” Dedi.
“Sen akıllı bir adamsın; olmazsa Arapça; yalellisi olmayan bir şarkı okursun, olur ve biter!” Dedim. Adamcağız, gür sesi ile bir şeyler okudu ve çok ta alkış aldıydı. Şimdi, bir de Rahmetli Mithat Cemal Kutay’ı dinleyelim:
“İttihat ve Terakki Partisi, ELHEZER’E karşı, Medine’de Süleymaniye’ye benzer medrese kurmaya karar verir, hazırlıklar yapılır, iktidarın üç paşası Talat, Enver ve Cemal paşalar, kalabalık bir kadro ile Medine’ye temel atma törenine gelirler.
Bir makbul ikram olan develer kesilmiş, karşılama hazırlıkları yapılmıştır ve MEHMETÇİK yerine adı OSMANCIK olan tören bölüğü de, hazır ol vaziyetinde şehrin girişinde, misafirleri beklemektedir.
Arap bedevi kadınları, ellerinde defler, yanık sesleri ve benzerlerini bugün ARABESK müzik türünde dinlediğimiz şarkıları seslendirmektedirler. Şarkıların sözleri deve etinin lezzeti üzerinedir: Kebabının, kavurmansının, haşlamasının başka hiçbir et türünde olmadığını açıklıyor!
Eşref Bey—Kuşçubaşı Eşref’,Teşkilat’ı Mahsusa’nın kurucusu ve Arabistan sorumlusu Jandarma Yüzbaşısıdır. 150’liliklerdendir.Af ile dönmüş ve 1962’de Söke’de ölmüştür, Enver Paşa’nın yaverlerinden birisi olan kardeşi Kuşçubaşı Sami de, Mustafa Kemal’e suikast için gelmiş olduğu Bozdoğan’da, jandarma tarafından ayağından vurularak yakalanmış ve yargılanması sonunda altı arkadaşı ile asılmıştır.1926.
Ostüzü—misafirleri selamlayacak OSMANCIK TABURU’NUN HAZIROL durumundaki askerin önünden geçerken, bakıyor ki birkaç Mehmetçiğin gözlerinden yaşlar akmaktadır. Şaşırıyor ve soruyor:
“-Oğlum, neden ağlıyorsun?”
Mehmetçik, hazır ol durumunu değiştirmeden cevap veriyor:
“-kumandanım, kur’an okunması içimi doldurdu…
Arapçanın birbirinden çok farklı lehçelerini iyi bilen Eşref Bey, bu pırıl, pırıl yürekli Anadolu çocuğunun yüce duygularını, deve etinin ayrıcalığı acı gerçeğiyle bulandırmaktan kaçınmış, heyet içindeki Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı Mustafa Hayri (Ürgüplü)-Gümrük Eski Bakanı ve Başbakanlarımızdan Suat Hayri Ürgüplünün babası. Ostüzü.-Efendiye anlatarak demiş ki:
“-BU MİLLET, KUR’AN’ VE DİNİ KENDİ DİLİYLE YERİNE GETİRİNCEYE KADAR DEVE ETİNİN KASİDESİNE DAHA ÇOK ZAMAN GÖZYAŞI DÖKERİZ!
Ümmetçilik akımını Abdülhamit’inde desteklemesi üzerine hutbedeki Türkçe kelimeler de çıkarılmıştı. Abdülhamit; birgün Eğinli Sait Paşaya:
“-Elimden gelse, bu milletin dilini Arapça yapardım!”dediğinde, gerekli yanıtını da almıştı:
“O zaman küçük bir Arap kabilesinin şefi olurdunuz padişahım!”Bu durumlara çok içerleyen Kemalpaşa zade Sait Bey, şu dörtlüğü yazarak, Türkçe ve Türklük düşmanlarına yollarını göstermişti:
“Arapça isteyen Urbana gitsin,
Acemce isteyen İran’a gitsin,
Frengiler Firengistana gitsin,
Kİ BİZ TÜRKÜZ, BİZE TÜRKÇE GEREK.
31 Mart olayını yaşayan Mehmet Akif Ersoy, bakınız halimizi nasıl anlatmış. Bugünlerde, bir 31 Mart olayının daha hazırlanmakta olduğunu gören ve hisseden var mıdır?
“Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felâh,
Hangi bir millete baksan uyanık. Çünkü sabah.
Hele biçare şeriatla nasıl oynanıyor,
Müslümanlık bu mu yahu? Diye insan yanıyor,
Gölgesinden bile korkup, bağıran bir ödlek,
Otuzüç yıl bizi korkuttu ŞERİAT diyerek.
Vahdeti muhlisiniz, elde asa çıktı herif,
Bir alay zabit kestirdi, sebep “Şeri Şerif!

Karı dövmüş, boşamış,”emri ilahi” ne denir
Bunların emin ol hepsi cehalettendir. “
Bursa’da bir kamet olayı vardır. Türkçe ezan okunmasına kızan bir sürü zır zır cahil ayaklanarak, tepkilerini sürdürmek istemişlerdi. Bakanlarından önce, Bursa’ya yetişen Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal; olayın gereğini yaparak, akşam yemeğinde o ünlü söylevini de vermiştir. Ezan namaza çağrı içindir; kamet’te namaza başlamak için okunur. Şimdi, Kamet’in Türkçesini okuyalım:
KAMET
(Namaza Başlama)
“Tanrı uludur,
Şüphesiz bilir, bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm.
Tanrı’nın elçisidir Muhammet.
Haydin namaza,
Haydın felâha,
Namaz başladı,
Tanrı uludur,
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.”
Türkçe Ezan ilk defa 1932’de İstanbul’da okunmuştu. Devrin ünlü bestekârlarınca bestelenmişti. Arapça ezanı da Avrat Pazarı Müdürü Itri bestelemişti. Arapça Ezan’ın her vakit namazı için ayrı makamdan bestesi yapılmıştı. Bendeniz;20 seneye yakın Türkçe ezanı dinleme mutluluğuna erenlerdenim. Ülkemizde, Atatürk Devrimi’nin erozyonu ezanın Arapçaya dönüşü ile başlamıştır.”Devenin başının çadıra girmesine izin verilmiştir!”
EZAN
(Namaza Çağırı)
“Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammet.
Haydin namaza
Haydın felâha
Tanrı uludur.
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.”
Sabah Ezanında:”Uykudan hayırlıdır namaz!” dizesi eklenirdi.
Bu yazı çok uzayacak gibi. Rahmetli Behçet Kemal Çağlardan “Müslümanlık Nedir’i”okuyarak, Rahmetli Besim Atalay’ın açıklamasına dönelim:
“İçini temiz tutmak, dışını temiz tutmak,
Temiz, düzgün bir ömür sürmektir Müslümanlık.
Çalışıp, didinmek, kötülüğü unutmak,
İnsanlığın hakkını vermektir Müslümanlık.

Kendi öz kaygısından, çıkarından kurtulmak, Toplum için iyiyi görmektir Müslümanlık.
Her zaman iyi olmak, herkese iyi olmak
İnsanlığın hakkını vermektir Müslümanlık.

Ne varsa işlememek, düzensiz, haram, yasak,
İyi, uygun ne varsa yapmaktır Müslümanlık.
Küçüğe sevgi duymak, büyüğe saygı duymak,
Hakka candan, gönülden tapmaktır Müslümanlık.

Dinlerin sonuncusu, en özlü en olgunu,
İnsana gösterilen en doğru yoldur bu din,
MUHAMMED’İN (S.A.S) ışık gösteren bunu,
Gönlümüzün bağrında açan al güldür bu din.”
Biz, Rahmetli Besim Atalay’ın neden dilimizle ibadet etmemizin gerekçelerini okumayı sürdürelim:
“Bu içine düşürüldüğümüz sefil hallerimizden kimler sorumludur?
*1-Din adamları,
*-2-Aile,
*3-Okul,
*-4-Aydınlar. Bu çok zaman evvelki bir saptamadır. Zaman değişmiş, kötülükler ve şer odakları da çok değişmiş ve güçlenmiştir:
A-Siyasi partiler,

B-Sağ iktidarlar, c-Örgütlenen dış ve iç destekli mezhep ve tarikatlar,4-Dış devletlerin istihbarat servisleri,5-Vatan haini Sevr taraftarları,6-Atatürk Devrimine ve çağdaşlaşmaya karşı olan büyük sermaye gurupları, olumsuzluk yönünde sayabildiğiniz kadar sayınız.
“Din adamlarımızın, dini kendi menfaatlerine alet etmeleri yetmiyormuş gibi, dini daralta, daralta içinden çıkılmaz bir hale sokmaları, rastgele şunu, bunu küfre ve zındıklığa nisbet etmeleri bugünkü hali doğurmuştur.—Zındık, zınadıka takımı, ana bir bacı ikiciler takımı. Güya insest ilişkiyi serbest sayanlar! Ostüzü---Açık söylemek lâzımdır ki bu adamlar dini vicdanlara kılavuz, gönüllere ışık olarak yerleştirememişlerdir. Fazla olarak din her türlü yeniliğin, her türlü ilerlemenin düşmanı gibi gösterilmiştir. İslamlıktan maksat namaz, oruç, hac, zek3at gibi ibadetler olduğu söylenmiş durmuştur.
Din demek, topluluğu her birlikte manevi ve ruhi neşeye kavuşturmak dindaşları içten gelen bir sevgi ile birbirine bağlamak, insanlara ahlak ve fazilet kılavuzu olmak, dünya ve ahiret saadetine erdirmektir.
Dini ruhlara işlemek için milli yollardan gidilmelidir. Tüm memleketler, ellerindeki din kitabını kendi dillerine çevirdiler. Ve kendi dilleri ile ibadet eder oldular. Bu hal papalığında gözünü açtı, kendisini ıslaha koyuldu.
Bulgarlar bile, henüz siyasi istiklallerini kazanmadıkları bir zamanda manevi istiklallerini kazandılar. Rum patrikliğinden ayrılarak Bulgar Eksarlığını kurdular.
Hiçbir Hıristiyan milleti, dini millileştirmekle dinsiz olmadı, tersine olarak halk daha ziyade dine sarıldı; çünkü halk o kaynaktan bol, bol manevi gıdasını alıyor, ilahi vecdi ve kutsal zevki tadıyor oldu.”

İkinci Bölümün Sonu.

OSMAN TÜRKOĞUZ
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in askeri

13. TÜRK DİLİ İLE İBADET!


OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir

03 Ocak 2010


“Fatiha’nın Farsça okunmasını Selman’ı Farisi sağladığı gibi; Fars dilinde ibadeti de Ebu Yusuf, rüşvetle sağlamış ve 125 hadis uydurmuş olduğunu da itiraf etmiştir!” Ebu Yusuf, Ebu Hanefi’nin öğrencisidir. Ostüzü.


TÜRK DİLİ İLE İBADET!


Ben, bu yazımı el ile yazarak bazı arkadaşlarıma iletmiştim. Hatır için alanların, kalkıp gittikleri masalarında yazıyı unuttuklarına da tanıklık etmiştim. İşlemiş olduğum konu; yüksek öğrenim görmüşlerce bile iyi karşılanmamıştı!
Sonradan;12/19Ocak1998 tarihlerinde; Zonguldak’ta yayımlanan UYANIŞ adlı haftalık gazete iş bu yazılarımı yayımlamıştı. Günümüzde bile; camiye gidenlerle ve hiç namaz kılmayanlarla bile bu konuyu konuşmak mümkün olmamaktadır. Bir toplum, bu denli kendi ana diline neden düşmandır; bunu anlamak gerekmektedir. Yazımın ortalarında; bu konuya da değineceğim.
“Hürriyet gazetesi yazarlarından Sayın Emin Çölaşan,02 Kasım 1997 tarihinde;”Bu kitaba sahip çıkalım!” Başlıklı bir yazı yayımlamıştı. Sözünü etmiş olduğu kitap, Sayın-Şimdi Rahmetli-Mithat Cemal Kutay tarafından yayımlanmıştı. Adı da çok ilginç olan bu kitap, yazarımızın 173’üncü kitabıydı:
“ATATÜRK’ÜN BERABERİNDE GÖTÜRDÜĞÜ HASRET: TÜRKÇE İBADET!” İdi. Yazarımız, kendi olanakları ile kitabını üç bin adet bastırabilmişti. Nur Risaleleri değildi ki, Devletçe yardım görebilsin ve dahi, halk kütüphaneleri için de satın alınsın!
Sonradan; basınımızın devreye girmesiyle; Kültür Bakanlığınca,700.000.000TLiralık kitap satın alınmıştı. Sayın M.Cemal Kutay, özetle, konuya şöylece giriyordu.1
“Klasik ilahiyatçı olmayı, konuyu kurcalamanın şartı saymadım saymadım. Hükmü, kitabın sonunda siz vereceksiniz. Emperyalizme tutsak düşen esir milletler, Türk kurtuluş zaferiyle, nasıl özgürlük yolunu buldularsa, bu emeğimizle yüz milyonlarca insanı anadilleriyle kulluk haklarına kavuşturacağız.
Böylece Büyük Atatürk’ün Yüce adı rahmet ve minnetle bir daha anılacaktır. O’NUN Hâkimiyet-i Milliye’sinden günümüze erişebilmiş son kalem olarak, bu muhteşem hedefe karınca kararınca katkım olursa ne mutlu bana…”Büyük Üstat, şöylece devam ediyor:
“Tarih ortadadır.1417 yıl,-Kitabın yazıldığı zamana göre-Türk olarak bu konuda sömürüldük. Yeter demenin zamanı gelmedi mi? Yüzyıllar boyunca ümitlerimizin dalında kurumasının asıl nedeni, başka bir dille ibadet zorunluluğumuzdu.
Maddi ve manevi her tür sömürü, her art niyet ve her çeşit emperyalizm, irtica girişimi dönmüş, dolaşmış ve bu baskı aracının kılıflarına ustalıkla bürünmüştür.
Türkçe ibadet, irtica hareketlerini ümit olmaktan çıkaracak, islam dinini gerçek yapısıyla vicdanlara emanet edecek, dinde kapanmış devirleri değil, gelecekleri arayacaktır.
Sorun; Türk insanının Türkçe ibadet etmesidir. Bir başka deyişle, anadilimizde kulluk hakkıdır…”
“Milyonlarca bastırıp, köy-Kent; ev, ev dağıtım emeğinin kibriti, çakmağı, mumu, çırası, alevi olabilirsiniz diye düşündüm. Gücünüzün yettiği, kişiliğinizin eriştiği ölçüler içinde. Matbaam, müessesem, kadrom yoktur. Doksan yaşımın merdiveninde, emeğimi tek başıma sürdürüyorum. Telefonla arar, adresime yazarsanız, AYDINLIK BİR YOL’UN içinde olmanın huzurunu duyarım…”
Rahmetli M.Cemal Kutay, kitabının sonunda da, şöyle sesleniyor:
“Bu kitap, laik devleti ve çağ varlığını korumak, geriye dönüş özlemlerinin kökten yok olmasının tek ve gerçek çaresi olarak, ATATÜRK’ÜN beraberinde götürdüğü hasretini gündeme getiriyor. Bu gerçeği anlatabilmişsem, sizleri göreve çağırıyorum:
KİTABI, ÜLKE ÇAPINDA YAYMAK VE OKUTMAK.
Ben yazdım, kişisel imkânlarımla ancak üç bin adet bastırabildim, sizlere ilettim. Şu ümitle: On binler, yüz binler, her ülkenin insanı, ibadetini kendi diliyle yapıyor.”BİZ TÜRKLER HARİÇ!
Arkadaşlarımın bazıları, bana takvimler, risaleler verirler. Çok şükür, vermiş olduklarını hiç birisi de okumaz! Risalelerin kimisi, yeni bir din kurup, İslami olduğunu söyleyen ve arkalarında, toplumları, devletleri ve siyasi iktidarları sürükleyen ÇOK AKILLI ULEMA’YA, kimisi Yehova Şahitlerine, kimisi de din adına hurafelere soyunanlara ait! Bendeniz de, üşenmeden her bulduğum yazılı nesneyi okurum.
Genç bir arkadaşım; Süleymancıların uzun süreden beri çıkarmış oldukları, fazilet Takvimi’ni verdi.31 Ekim 1997 tarihli takvim yaprağını kopardım. Koparmış olduğum takvim yaprağının üst kısmında:”Harp Akademileri’nin açılışı,1846!” yazıyordu. Takvim yaprağının arkasındaki yazılanı da okuyalım; rastlantı buna denilir!
“İSLAMİYETİ ISLAH(!) PROJESİ…”
“1928 yılında; İstanbul İlahiyat Fakültesi’ne mensup bir heyet tarafından,”islamiyeti ıslah” adı altında bir proje hazırlandığını…

“Bu projenin bazı maddeleri arasında,”İbadetin lisanı Türkçe olmalı; mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabı ile girilmeli. Mabetlere müzik aletleri konulmalı...”vs. Gibi hezeyanlar bulunduğunu…
Heyette olduğu halde; bu “İFSAT” projesine, sadece babanzade Ahmet Naim Efendi ile Ferit Kam'ın imza koymadığını...(Tarihi Gerçekler,ist.1993.2/2441)”
Biliyor muydunuz?
“Takva’nın Azlığı Kalbi Öldürür!”
“Ahmet ibn-i kays(r.anha minha),Ömer İbni Hattap(r.A)den:
“Ahnef, çok gülenin heybeti azalır. Şakacı olanlar, bu yüzden hafife alınırlar. Çok konuşanlar çok hata yaparlar. Çok hata yapanların hayâları azalır. Hayâsı azalanın ise takvası azalır. Takvası azalanın da kalbi ölür”.Hadislerle Müslümanlık).5,1874)”
“Islah kelimesinin sonuna bir ünlem işareti koymuşlar. Martin Lüther de, Hıristiyanlıkta reforma gittiğinde, darağaçları kurulmadı mıydı?-10 Kasım 1489-18 Şubat 1546.Cennet mekân Martin Luther; Hıristiyanlığın uygulamalarını protesto ettiği 95 maddelik isyanını Wittenberg kalesinin kapısına 31 Ekim 1517 tarihinde asmıştı. Bu eyleminden dolayı, Papalık âleminde kıyametler kopmuş, Rahmetli Martin Luther aforoz edilmişti. İmparator Maximilien:” Bu Küçük Papaz boyundan büyük işlere kalkıştı! Diyerek, Çağları ve insanlık âlemini aydınlatacak olan bu BÜYÜK PAPAZI “HERETİK-Dinden çıkmış!-ilân etmişti! Papa X’uncu leo’nun aforoz fermanı,15 Haziran 1520 tarihinde, Erfurt’ta eline geçen martin Luther, bu fermanı yırtarak suya atmıştı. Tüm üniversite öğrencilerin ve ezilen fakir Hıristiyanların korumuş olduğu ve peşinden gittiği martin Luther, Almancaya tercüme etmiş olduğu İncil’den (5,000) adet bastırmıştı. O tarihte; Kolonya-Köln-kentinde çok sayıda matbaa vardı. Matbaa sayısını vermek, gururumu incittiği için, Sayın Servet Tanilli’nin”Yüzyılların gerçeği ve mirası, insanlık tarihine giriş” adlı eserini referans göstermekle yetineceğim!
2 Kasım 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde,”namaza çağrı!” başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazı çok önemliydi, zira Emekli bir Vaiz, Sayın Muhammed Dafi imzasını taşıyordu. TÜRKÇE Ezanın güzelliğini anlatmakla başlayan yazı:” yüce ATATÜRK, ezanın ve Kur’an’ dilinin Türkçeleştirilmesi işini, dil ve tapınç ibadeti bütünlüğü içinde düşününüyor,” diyordu.
1938 yılında, Profesör Arthur jeferi Kur’an’ı Kerim’de bulduğu kelimeleri verdikten sonra da: çağımızda uluslar dini ve dince kutsal sayılan varlıkları, siyasetçi ve bağnazların köktencilerin elinde çıkar ve siyaset aracı olmaktan kurtarmanın yolunu, din ve inanç/tapınç belgelerini anadillerine dönüştürmekte bulmuşlardır Müslüman dünyası da aynı yolu izlemeli; bir türlü kırılamayan islam ortaçağını, ezandan başlayarak, bütün dinsel belgeleri anadillerine dönüştürmelidir.”AKLIN YOLU BUDUR!” diyordu(3).Bu yazının fotokopisini kime verdiysem; şaşım, şaşım şaşırmışlardı! Herkes için bu yazı, akıllarından bile geçiremedikleri bir yeni fikrin ürünüydü! Yazarının emekli bir vaiz oluşu, yazıya olan hayranlığı ikinci plana itmişti. Hiç bir kimsenin, Rahmetli Besim Atalay’ın yıllarca önce yayımladığı;”Türk Dili ile İbadet ve Arapça ile Türkçenin karşılaştırılması”, adlı iki kitabından da haberi yoktu. Bu konuya da, biraz sonra değineceğim.
Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, bir ay önce, Kuran’ı Kerim’in Türkçe okunmasına pek te sıcak bakmıyordu!
-“Çeviriye Kuran denmez Kuran’ın Türkçesi Kuran mıdır? Kur’an’ın Türkçesine Kur’an diyemeyiz!”Diyordu! Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’ın bu yaklaşımına da, Sayın Muhammed Dafi:
-“Türkçenin Fatiha suresine uygulanan şu güzelliğine ve akıcılığına bakınız:
“Tanrı’nın esirgeyen, bağışlayan adıyla, övgü evrenler ıssı Yüce Rabbimizedir. O’NUN yargılaması, acıması bizedir. Hesap günü ıssıdır. Ondan medet umarız. Nimetini bize sun! Dosdoğru yola ilet, seni kızdırmış biri olmayalım nihayet! Diyordu(5)
İşin çok ilginç yanı; Sayın Mehmet Nuri Yılmaz,15 Aralık 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde(4):
“Türkçe kuran okumak sevap!” Başlığı altında:
“Kur’an sadece Araplar ve Arapça bilenler için değil, bütün insanlara hakkı ve hakikatı öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de Kur’an’ı Kerim’in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi gerekir. Kuranın başka dillere tercüme edilmesine, açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç, hatta zaruret vardır!” Diyordu.(2)
Hele şükür! Dr. Martin Luther ile aramızdaki mesafe-1998 senesine göre-(475) seneye indirilmiş sayılır! Senelerce önceydi, Zonguldak’ta valiliğimi yapmış bulunan Sayın Galip Demirel, İç İşleri bakanlığı Müsteşarı olarak:
-“KADINLAR, ATA BİNEMEDİKLERİ İÇİN KAYMAKAM OLAMAZ!” Dediğini gazetelerimiz yazmıştı. Bendeniz de; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2/B sınıfının tahtasına:”Kadınları, ata binemediği için kaymakam yapmayan kelleleri, nah! Avrupa topluluğuna(AT)’a alırlar!” Cümlesini yazarak, uzunca bir süre sildirtmemiştim.
Diyanet İşleri başkanlığı teşkilatını kuran ve ilk Diyanet İşleri başkanlığında da bulunan cennetmekân Rıfat Börekçi; Ulusal Kurtuluş Savaş yıllarımızda, Ankara müftüsüydü. Parasızlıktan kıvranan Ankara Hükümetine, biriktirmiş olduğu (1200)Lirayı teslim etmişti. Ezanın Türkçe okunması söz konusu olduğunda:
“Mustafa kemal, dini hepimizden iyi bilir. Namaz ayetleri de türkçe okunsun derse, DOĞRUDUR! Demiştir.
Mustafa kemal’in emri ile Kur’an’ı Kerim’i Türkçeye tercüme eden Elmalılı Hamdi Yazır da başka türlü konuşmaktadır:
“Namaz ayetlerini aynen tercüme edebilirdim. Namazı da türkçe kıldırırlar diye korktum!” Diyebilmiştir. Hâlbuki tercüme etmiş olduğu kuranın basımı dâhil, tüm giderlerini Mustafa Kemal karşılamıştı.
Çerkez-Yunan işbirliği bittiğinde;2’inci ordu Konya’ya nakledilir.2’inci ordu komutanı da Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Kor General Ali Hikmet AYERDEM’DİR. Mustafa Kemal, silah arkadaşını ziyaret eder ve.
“-Ezanı Türkçe yaptım Hikmet!” Der.
Rahmetli Korgeneral Ali hikmet AYERDEM DE:
“-Sağlığınızda, ezanı Türkçe okurlar. Siz ölünce de değiştirirler!” Der.
Norslu Sait’in mektubu üzerine; Adnan Menderes ve sağlık bakanı, el ele, ezanı Arapça yaparlar. Paslı kapı açımlıya görsün bir kere!(8)
Bursa’da, Arapça ezan okunması üzerine, Cumhurbaşkanı Atatürk, yıldırım gibi Bursa’ya yetişmiş, yetkililerin vurdumduymazlığını görerek çok üzülmüştür. Arapça ezanın okunması sanıklarının davaları Çorum’da görülmüş ve sanıklara 2-4 yıl hapis cezası verilmiştir. Var mıdır, Yok mudur? Çekişmesi sürdürülen ünlü Bursa nutku da; bir akşam yemeği esnasında söylenmiştir.
Rahmetli Rıfat Börekçi ve Besim Atalay Uşaklıdır. Besim Atalay’ın öz Türkçe bir Kur’an tercümesi 1960 yılında yayımlanmıştır. İki numaralı Bakara suresini, İNEK SURESİ olarak tercüme ettiği için inekler de bundan pek hoşnut olmamışlardır! Besim Atalay,1896(Hicri1312) yılında, Türkçe fiil çekimini yaptığı için, mollalardan bir iyice dayak yemiş adamdır.”TÜRK DİLİ İLE İBADET”, adlı eseri, Nebioğlu yayınevince yayımlanmıştı.
Rahmetli Besim Atalay; Türkçenin Arapçaya üstünlüğünü kanıtlayarak:”Arapça, tüyü dökülmemiş bir dildir”,hükmünü vermiştir.
Ben, bu konuda da söz söylemek hakkına ve yetkisine sahip olduğum halde, bu konuda, Büyük dil Bilginimizi konuşturacağım. Meraklısı da, kitabın aslını bulur ve kitaplığına koyar! Belki de torunlarından okuyan olur! Rahmetli Besim Atalay’a kulak verelim:
“İnsanlığın nasibi yeryüzünde ezilmek ve zulüm içersinde çırpınmak değildi. Önce Araplığı harekete getirerek ve bu düşük hallerden kurtaracak, sonra da bütün milletlere hak yolunu gösterecek bir önder gerekti. İşte bunun içindir ki, peygamber efendimiz orada çıktı; Kur’an’ı Kerim de oranın halkının dilince gönderildi. Çünkü yangın Arabistan’da idi---Bu konu tartışılır!—Önce oranın kurtarılması gerekti ve öyle oldu. İşte, İslamlık Araplığı kurtardı; o dağınık ve çetin kabileleri bir millet haline getirmeye çalıştı. Bu ne Arabın başka milletlerden daha şerefli olmasından, ne de Arapçanın yüksekliğindendir. Her milletin kendine göre bir şerefi vardır. Hiç bir millet de, dini yüzünden başka bir milletin hizmetçisi olamaz.
Irkçıların ve Arap milliyetçiliğinin ortaya sürmüş olduğu “şeref meselesi” büsbütün uydurmadır. İşte Arap ve Araplık, işte öbür milletler.”
Araplar eski huylarını islamdan az sonra göstermekte gecikmediler. Peygamber Efendimizin daha kefeni çürümeden, Araplar arasında çıkan fitne ve fesat yüzünden oluk, oluk müslüman kanı aktı; Ali ile Muaviye, Yezit ile Hüseyin kavgaları hep dünya devleti için değil miydi?
“Buraya bir nokta koymak istiyorum: Arap Peygamberi Hz. Muhammed’in kavgası; HAŞİMİ-ÜMEYYE kavgası değil miydi? Bu iktidar kavgasına ULUHHİYET eklemek te neden biz Türklere düşmektedir? Anlamışdeğilim! İktidar paylaşılamamaktadır. Paylaşılamayan şey de, aslında yalınızlıktır. Bu politika günümüzde de aynen sürdürülmektedir: TANRI İLE VE DİN İLE ALDATMAK!”Ostüzü.
“Peygamber Efendimizin karısı Aişe’nin deveye binip Ali ile savaşa çıkması, Ali’ye olan kininden ileri gelmiyor muydu? Emeviler, mancınıkla Kâbe’yi yaktırmamış mıydı? Birçok sahabeyi öldürtmemiş miydi? Kudüs’ü Kâbe yapmak isteye ve Kuran’ı yere atarak:”Git Allahına benden şikâyet et !” Diyen Emevi halifeleri gelmemiş miydi?
“Emevi saltanatına son vererek, Abbasi hanedanını kuran Horasanlı Ebu Müslüm’ü; ilk Abbasi Halifesi Ebu’l Abbas Seffah işkenceler altında öldürtmemiş miydi?”Ostüzü.
“Emevi ailesinden kırk kadar adamı yarı kestirerek, onların yarı canlı cesetleri üzerinde sofra kurdurarak işret eden, Abbasoğulları değil miydi? Bu gibi zulümler dünyanın neresinde olmuştur? Bu olaylara benzer daha çok kanlı olaylar İslamlığın ilk asrında olmuştur. Bize İslamlığın ilk devirlerini gül gülistanlık göstermek isteyen vaizci hocalar biraz da islam tarihi belleseler çok iyi olur.”
“Fransız devrimi ve sonrasındaki katliamları okur ve geçeriz. Rus İhtilalında öldürülmüş olan masumların yalınız listelerini okuruz ve kızarız.1932 Sovkoz ve kolhoz fırtınasında (8.000.000) insanın açlıktan öldürülmesini de; Mayıs 1938 temizliğinde;3 Mareşal,13Orgeneral,210 general,208 amiral ve (30,000) subayın kurşuna dizilmesini de İKTİDAR KAVGASININ BİR GEREĞİ SAYARIZ. Ostüzü”
“İslamdan önceki kabile kavgaları, Hz. Ömer’den sonra, yine başlamıştır. Kerbela faciası, Emevi-Haşimi münaferetinin bir neticesi değil miydi? Birçok masumları susuz öldürdükten sonra geri kalan kadınları çırılçıplak develere bindirerek, kızgın çöllerden Şam’a kadar sürmek işini,”Müslümanım! Diyen Araplar yapıyordu.
Bu gibi acıklı haller, Peygamber Efendimizin kaldırmak istediği kabile asabiyetinden ileri geliyordu. Aşiret ve kabile hayatı yaşayan toplulukları bir araya getirerek, bir millet haline sokmak kolay iş değildir. Millet olabilmenin şartları vardır. Bu iş için zaman ister, olgunluk ister!”Araya girelim!
“Emevi komutanı Kutayba bin Müslim; Buhara’da,(10,000) Türk subayını uçkurlarından caddeler boyunca ağaçlara astırmıştı.(17.000) Türkün kanını bir dereye akıttırarak, derenin altındaki su değirmeninde buğdaylarını öğütüp, Türk kanı ile ekmek yaptık! Diye övünmüşlerdi! Türkçe konuşanın dillerini de kesmişlerdi. Bu suretle biz Türkler, Müslümanlık yerine Araplığı kabullenmiş olduk. Birinci Dünya Savaşında; İngiliz ve Fransız sancakları altında, Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşan Araplar; altın aramak için, (85.000) türk askerinin karınlarını cembiye ile yarmaktan çekinmemişlerdi. Biz, Kâbe’yi savunurken, MÜSLÜMAN ARAPLAR, KÂBE’YE saldırmaktan geri kalmamışlardı. Hâlâ Arapça!”Ostüzü.”
“İslamlık zararlı ve kötü işlerin üzerine bir perde çekerek unutturmak istenmişti; fakat arası çok geçmeden her şey eski durumunu aldı, kıvılcımlardan yangınlar çıktı.
İşlerin iç yüzünde kabile gayreti vardı. Fakat dış yüzünde din, adalet, hilafet hakkı gibi şeyler hâkim idi; eski düşmanlıklar yeniden alevlendi.”
“Bu kitapta ortaya attığım meseleler dolayısıyla, bazı beyinsizler, bana kâfirlik, dinsizlik gibi şeyler yükleteceklerdir; bunu biliyorum. Çünkü onların kafaları hakikati alamaz. Kur’anı Kerim’in zemmettiği surette,”biz, atalarımızdan böyle gördük, böyle bulduk”, derler.”
Bu gibilerin iyi bilmeleri l3azımdır ki, ben müslüman oğlu müslümanım; dinimin esasında hiçbir şüphem yoktur ve yine bilmelidirler ki, bir adamın (100) sözü inkârı ve küfrü andırsa da, bir sözü imanı andırsa, o kişinin imanına hükmolunur”(55)
Eski ve büyük islam ulemasının kabul ettikleri bir usul vardır ki,”LUZUMU KÜFÜR, KÜFÜR DEĞİLDİR. İLTİZAMÎ KÜFÜR KÜFÜRDÜR!” Allah bu zatlardan razı olsun ve onlara rahmet etsin. Artık bu deliller karşısında, kimse beni kâfirliğe nisbet edemez.”
“Hıristiyan milletler meydanda, Tevrat ve İncil hemen her Hıristiyan milletin diline çevrilmiştir. Her millet, kendi kutsal kitabını kendi dilinde okumaktadır. Öyle olduğu halde, Hıristiyanlık için aralarında çarçabuk birleşmeler husule gelmektedir. Haçlı kavgaları bunun bir numunesi değil midir? Çin’deki Boxer savaşının sebebi nedir? Balkan Harbinde bize karşı güdülen siyaset neyin eseridir?”
“Bugün, açık Türkçe ile halka, Türk halkına Kuran’ı kerim’in emirlerini anlatacak vaizciler lâzımdır. Fakat bu mümkün mü? Kürsüye çıkan hoca efendi, hurafelerden ve Yahudilerden geçmiş olan esassız hikâyelerden, şuna, buna “dinsiz, kâfir!” Demekten başka bir şey yapmıyor.
Bilgi ve telkin insanı mum gibi yumuşatır, ruhça yükseltir. Telkinin insan ruhuna etkisi çok büyüktür. Birçok devrimciler ve komutanlar, hep telkinden faydalanarak yığınları arkalarından sürüklemişlerdir.
“Bize hayatı bir yük gibi gösteren, dünyayı terke davet eden, HALKA, HİLEY’İ ŞERİYE ÖĞRETEN, KEFARET VE İSKAT GİBİ ŞEYLERE KOŞAN, CAHİL VE AÇGÖZLÜ RUHANİLAR LÂZIM DEĞİLDİR!”
Kur’anı Kerim’de yalandan, hilecilikten, yalan yere yeminden, yahudi masallarından kaçınmak yolunda birçok emirler vardır. kur’anı Kerim, dipsiz şeylere inanmış olanları hayvan, hatta hayvandan daha aşağı saymaktadır(33).
Memleketimizde, dini ihmalin bir sebebi de AİLEDİR. Birçok aileler, çocuklarına hemen hiçbir dini terbiye ve zevk vermiyorlar. Çocuk, dinden, Allah’tan manevi şeylerden uzak olarak yetişiyor.

Bir dakika: Hıristiyan ülkelerinde; çeşitli tarikatlara mensup din görevlilerinden, ülkesinin rejimi aleyhinde söz söyleyen var mıdır?
Türban saçmalığının en etkili propagandasını, anayasamıza girmiş olan ve Türkiye Cumhuriyetinden makam ve maaş alanların yaptığına dair bilgilerim vardır. Çocuklarımızı din görevlilerine teslim etmemizin sonuçları da ortada.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Balıkesir Paşa camisindeki vaazı ne günlere duruyor, dersiniz?
Sayın seyircilerimiz!

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU.

KAYNAKÇA.
1-Hürriyet gazetesi,02.11.1997,
2-Fazilet takvimi,31.10.1997,
3-Cumhuriyet gazetesi,02.11.1997,
4-Hürriyet gazetesi,15.12.1997,
5-Doç.Dr. Bedri Noyan Kur’an’ı Kerim(Türkçe şiir)Ardıç yayınları,1997,
6-Besim Atalay, Türk Dili ile ibadet,
7-Prof.Dr. Sayın Aysel Ekşi,21.08.1990,
8-Mustafa Coşturoğlu, Toplumsal Şizofreni ve bunun Atatürk devrimleri üzerine baskısı,
9-Ertuğrul Aydın, Nasıl Müslüman olduk?
10-Türkçemize tercüme edilmiş kuranlar.
11-Mithat Cemal Kutay, Atatürk’ün Gönlündeki Hasret: TÜRKÇE İBADET.
12-Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar,
13-Taberi, Milletler ve Hükümdarlar tarihi,5 cilt.
14-Ahmet Cevdet Paşa, Kısas’ı Enbiya,2cilt,
15-Prof.Dr. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın,
16-“ “ “ “ İlhan ARSEL, Arap Milliyetçiliği ve Türkler,
17-Şakir Keçeli, şeriat budur.

12. BİRLİK VE BERABERLİK! AMA NEREDE?- 2


OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 29 Kasım 2009


BİRLİK VE BERABERLİK! AMA NEREDE?- 2,

Efendim; Büyük Türk Büyüklerinin yaşamlarına ve yıllar boyu, bıkmadan ve dahi usanmadan ve ANAYASAMIZI DA yok farz ederek, vermiş oldukları beyanatlarından,sosyal yelpazedeki, sıra dışı, yerlerini gayetle de net bir şekilde biliyorum.Yalınız; son günlerde, krizden midir, yoksa keriz yerine konulmamızdan mıdır, nedir; aklım karıştı.

Kendilerine danışmaya karar verdim!
Önce, Tanrı kelamı gibi kabul ettiğim Anayasamızın âmir hükümlerini vermek istiyorum:

*Cumhurbaşkanı Seçimi.
“Madde 102. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağırılır.”550Milletvekilinin2/3’ü=367 Milletvekili eder.
Bu bir?
* Anayasa Mahkemesinin kararları.
“Madde 153- (Son fıkra) Anayasa Mahkemesi kararları resmi gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Bir de Cumhurbaşkanı and içmesini okuyalım:
C. Ant içmesi.
“Madde 103- Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet meclisi önünde aşağıdaki şekilde ant içer:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanma ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Sorular: 1-Sayın Recep Tayyip Erdoğan: Anayasa Mahkememiz. Cumhurbaşkanının 2/3=367 Milletvekilinin oyu ile seçilmesi kararına, yazılı ve dahi sözlü basın huzurunda: ”Bu yüz karası karar !” Diyerek, karara ve O yüce Mahkememize hakaret ettiniz.
Bizler, Basit Türk Vatandaşları olarak, Anayasamızın mı, SİZİN pervasız söyleminizin mi arkasında ”BİRLİK ve BERABERLİKLE!” Duralım? Yoksa!
Soru: 2-Sayın Abdullah Gül; ”Dağlara ve taşlara NE MUTLU TÜRKÜM!” Basitliğini yazdılar!” Sözünüzü yalanlamanıza karşın; beyanat verdiğiniz İngiliz: ” Evet, bu sözü aynen söylemiş olduğu kayıtlanmıştır!” Dedi.

Cumhurbaşkanı andınızda ortada olduğuna göre; bizler, basit ve çağımıza ve dahi ATATÜRK’ÜMÜZE bağlı Türk vatandaşları olarak; hangi Sayın Abdullah Gül’ün arkasında”
BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE DURALIM!

Soru: 3-Hatay Davamızı baltalamak maksadıyla ve dış kışkırtmalar üzerine çıkan Dersim İsyanında ŞEHİT DÜŞEN ASKERLERİMİZİ hiç sayarak başlatılan bölme girişiminde; yasalarımıza göre, TBMM’İNİN kararı ile TUNCELİ VİLAYETİ adını alan bir vatan parçasına, İÇTİĞİNİZ ANDA ve Milletvekili yeminine karşın, Dersim demenizi hangi yetkiye dayandırmış olduğunuzu da anlamış değilim! Bendeniz; Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in bir eri olarak, TUNCELİ VİLAYETİMİZİN arkasında duranlarla BİRLİK VE BERABERLİK içindeyim.

C. Danıştay
“Madde 155- Danıştay, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli dâvalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.”
Sayın Recep Tayyip Erdoğan: 27 Kasım akşamı sözlü basından ve 28 Sabahı da yazılı basından öğrendiğimize göre; YÖK ‘ÜN katsayı uygulamasını kaldıran kararının yürütmesini durdurması üzerine; Sayın RTE: ”Aldığı bu kararın, Danıştay’ın kendi içinde ne denli çelişkili olduğunu gösterdiğini,” söyleyerek: “BU KARAR, TAMAMEN İDEOLJİK BİR KARARDIR!” Demiştir!

Bendeniz, her aklı başındaki Sade Türk vatandaşı gibi; ANAYASAMIZIN 155’İNCİ maddesine ve yargı kararlarına uyulmak emrine bağlı olanlarla BİRLİK VE DAHİ BERABERLİK içersindeyim.

Hakkını arayanları da, hukuku çiğneyenler olarak kabul etmeyenlerle birlik ve beraberlik içersindeyim.

Gerisi de beni hiç mi hiç ilgilendirmemektedir.

11. "BİRLİK VE BERABERLİK" AMA NİYE VE NİÇİN?-1

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir
28 Kasım 2009


“BİRLİK VE BERABERLİK!” AMA NİYE VE NİÇİN? -1


“Dağlara ve taşlara NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE Basitliğini yazdılar!”Sayın Abdullah Gül.

“Dinsiz ve laik Kemal Paşa rejimini yıkarak, yerine Kur’an’a dayalı şeriat devleti kurmak için, var gücümle çalışacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ve kasem ederim!”Sayın RTE.

“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”MUSTAFA KEMAL

“ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINI YAPAN TÜRKİYE HALKINA, TÜRK MİLLETİ DENİR!”MUSTAFA KEMAL.

“VATANA HIYANET: Eski TCK. Madde 125,Hıyaneti Vataniye Kanunu no:2

“Demokrasi treni, istediğimiz istasyona gelince ineceğiz!”Sayın RTE.

“Devlet adamları gelecek nesilleri; politikacılar da gelecek seçimleri düşünürler.”Prof. DR. Maurice Duverger


Bayram nedeniyle, iktidar sahipleri ulusumuza önemli mesajlar verdiler. Şahsen, bendeniz ol mesajları gözlerim yaşararak dinlemişimdir! ”Birlik ve Beraberlik” potasında eriyerek, Ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmış; Birinci Dünya Savaşının yeniği olarak, gittiğimiz Lozan’dan da zaferle ve şerefle çıkarak, köhne bir imparatorluktan bir CUMHURİYET yaratmış, ümmetçilikten MİLLİYETÇİLİĞE geçmiş bir neslin çocukları olarak başımız dimdik olarak yaşamaktayız.

Mustafa Kemal’in peşinden; KONSENSUSUNU, ulusal kongreleriyle tamamlayarak, ölüme birlik ve beraberlik içersinde meydan okuyup, devrimleri ve atılımları tamamlamış; kadınını cariyelikten ve itilip, kakalanmaktan kurtarmış bir ulusun çocukları olarak çağdaşlığa ONUR BAYRAĞIMIZI açmışız.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde ve BİRLİKveBERABERLİK İÇERSİNDE emperyalizmi de yenmek onuruna ulaşmışızdır.

Bir DİSENSUS yaratabilmek için; ulusal birliğimizi ve ulusal ülkümüzü
Bozanların her biri,”BİRLİK ve BERABERLİK!”Masalları anlatmaktadırlar. Hiç bir Tanrının kulu ve CUMHURİYETİN özgür vatandaşı çıkıp ta:”Birlik ve beraberliğimizi bozan sizler; bizlerden nasıl ve nerede bir birlik ve beraberlik istiyorsunuz?” Sorusunu sormamaktadırlar. Şimdi; Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in bir askeri olarak ben soruyorum:
*Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti rejimini yıkarak; şeriata dayalı çağdışı ve insan onuruna yakışmayan; kadınlarını bir bezle öteki âlemlere bağlayan bir rejim için mi Birlik ve Beraberlik?

*TÜRKİYE BÜYÜK MİLLETVEKİLLERİ MECLİSNDE BEKLEYEN BEŞYÜZOTUZ SUÇ DOSYASININ KEENLEMYEKÛN EDİLMESİ İÇİN Mİ, BİRLİK VE DAHİ BERABERLİK?

*Parasızlıktan, Remzi Ağabeylerinin desteğinde, Amerika’da okuyan evlatlara bir gemicik almak için mi Birlik ve dahi Beraberlik?
*Bizim çocuklarımız, Tanrımızın dört mevsimi, vatanımızı korumak için, sınırlarımızda ve dağlarımızda şehit olurken, bazı ayrıcalıklılara 28-yirmi sekiz-gün askerlik yaptırmak için mi Birlik ve dahi Beraberlik?
*T.B.M.Meclisi'ni dolduran, dört senede emeklilik hakkını ve gazilik sıfatını kazananlara astronomik maaşlar verilirken, gazilerimizi açlıktan öldürecek sadaka kabilinden para vermek için mi Birlik ve dahi Beraberlik?
*Türk Ceza Kanununun 302’nci maddesine ve Terörle mücadele Kanununun 1.2.3’üncü maddelerine rağmen; BOP As BAŞKANI olduğunu çekinmeden ilan eden SAYIN RTE’NİN başarısı için mi, Birlik ve dahi Beraberlik?
*Irak’ı işgal ederek(1.000.000) Müslüman Iraklıyı şehit eden Amerikalı askerlerin, sağ ve dahi salimen ülkelerine dönmeleri için, islam dinine göre, yürekten dua eden SAYIN RTE’NİN duasının kabulü için mi Birlik ve dahi Beraberlik?
*”NE MUTLU TÜRKÜM!” DEMEYİ BASİTLİK VE FAŞİSTLİK SAYMAK İÇİN Mİ Birlik ve dahi beraberlik?
*Açılım masalları ile üniformaları ile Habur’dan geçenleri davul ve dahi zurnalı törenlerle karşılayarak ve ayaklarına bağımsız yargıyı göndermek için mi Birlik ve Beraberlik?
*Bir torba kömür, bir torba yiyecek maddesi ve iftar çadırlarına mahkûmiyeti onaylamak için mi birlik ve dahi Beraberlik?
*DİLİMİZİ, DİNİMİZİ VE ULUSAL BİRLİĞİMİZİ AYAKLAR ALTINA ALAN, AKIL HASTANESİ VE CEZAEVİ KAÇKINI SAİT’İ NORSİ’NİN PEŞİNDE Mİ BİRLİK VE DAHİ BERZBERLİK?

Uzun sözün kısası; ÇAĞDAŞ VE EVRENSEL MUSTAFA KEMAL REJİMİNİ YIKMAK İÇİN Mİ BİRLİK VE DAHİ BERABERLİK? Açıkça söylemelisiniz Sayın Büyük Türk Büyükleri: NİÇİN VE NEDEN VE NEREDE BİRLİK VE BERABERLİK! SİZ BİRLİK VE BERABERLİK İÇERSİNDE BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ ALMAMIŞ MIYDINIZ?




İzleyiciler

Blog Arşivi