2 Mart 2012 Cuma

612/TÜRKLÜĞÜNÜ VE TÜRK'Ü İNKÂR EDENLERE!

K                                                                              
OSMAN TÜRKOĞUZ
  İzmir;02 Mart 2012.
         Bu yazımı ve şiirlerimi Türklüğünü ve Türkü inkâr eden münkirlere armağan ediyorum!

                              MEHMETÇİK!
            Çağları değiştiren yüreğindeki kandır,
            Zaferleri kazanan ruhundaki imandır.
            Hangi görevi alsan ölür, dönmezsin geri,
            Sen çağların en yiğit, en yürekli askeri,
            Sancağındır gönlünde Atatürk’ün İlkesi,
            Ölümsüzdür sayende Türkün şanlı ülkesi.

            Yolunu aydınlatan senin ölmez atandır,
            Uğruna öldüğün şey, ölümsüz bu vatandır.
            Her çağda en öndesin yiğitlikte, mertlikte,
            Senin ölümsüz Pirin Ankara’da yatandır.
            Sancağındır gönlünde Atatürk’ün İlkesi,                                                          
           Ölümsüzdür sayende Türk’ün şanlı ülkesi.    

            Şimşek gibi çakarsın dost ve düşman gözünde,
            Yiğitlik destanlaşır senin yiğit özünde.
            Şüphe yok, yalan da yok verilmiş her sözünde,
            Sen en kutsal varlıksın ulusunun gözünde.
            Sancağındır gönlünde Atatürk’ün İlkesi,
            Ölümsüzdür sayende Türk’ün şanlı ülkesi.

            Sırpsındığı, Kosova Sakarya, Dumlupınar,
            Her meydan savaşında senin ölmez adın var.
            Ortaasya’dan çıkıp, Manş denizine kadar,
            Her kıtada adın var, her destanda yâdın var.
            Sancağındır gönlünde Atatürk’ün İlkesi,
            Ölümsüzdür sayende Türk’ün şanlı ülkesi.

            Fedakârlık kanında ATATÜÜRK’TEN mirastır,
            Ülkene kan bağışın yalnızca sana hastır;
            Sana düşman güçlerin kaderi derttir, yastır;
            İtaat Bayrak gibi Türklükten tek mirastır.
            Sancağındır gönlünde Atatürk’ün İlkesi,
            Ölümsüzdür sayende Türk’ün şanlı ülkesi.
            İngilizlerin ulusal Kurtuluş Savaşımıza ait gizli belgelerinde dikkatimizi çeken bir değerlendirme vardır:
YÖRÜKLER VE EFELER KORKU NEDİR BİLMEMEKTEDİRLER!”Osmanlıda, bunlar hamam tellakları ile ayni sıralamadalar!

           
.           Sakarya Meydan Muharebesinde yendiğimiz Yunanistan’ın Küçük Asya Ordusu başkomutanı Korgeneral Anastasios Papulas’ın Yuna Hükümetine vermiş olduğu raporunda, şöyle bir değerlendirmesi vardır:
            Türk Askeri Komutanına, Peygamberine bağlı olduğu gibi bağlıdır!”
            Divan’ı Lügat’it Türk’ün yazarı, Ünlü ve Büyük Türk Bilgini Rahmetli Kaşkarlı Mahmut, Arap akımının İslamiyet adı altında sürdürüldüğü bir dönemde var gücü ile Türklük Bilincini savunmuştur.1072 yılında; Bağdat’taki Arap Abbasi Halifesine taktim ettiği kitabının başına şöyle yazmaktan çekinmemiştir.
            “Yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurmuş olduğunu, onların ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürdüğünü gördüm. Tanrı, onlara TÜRK adını verdi. Onları yeryüzünde ikbal kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya uluslarının yönetim yularını onların ellerine verdi. Onları herkese üstün eyledi. Karahanlıların devlet dili olan Türkçe ile yazılmış olan bu Ünlü eser, Araplara Türkçe öğretmek amacını taşımaktaydı. Kitabın yazarı Kaşkarlı Mahmut, Bağdat’a kadar giderek kitabını eliyle sunduğu Arap ABBASİ Halifesine de şöyle demiştir:
            “Tanrı, Türkleri yeryüzüne ikbal kıldı. Dünya uluslarının yönetim yularını onların ellerine verdi. Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur.”
            Secere’i Terakime’nin yazarı Ebulgazi Bahadır Han:
            “TÜRK OLARAK DOĞMAM HER TÜRLÜ ÖVÜNMEDEN DE ÜSTÜNDÜR!”Demektedir. Hemi de 17’inci asırda!
            ABBASİ Halifelerinden Memun, Ünlü Harun el Reşit’in üç oğlundan birisidir, Halife olarak   (M.S.813–833) tarihleri arasında saltanat sürmüştür. Sarayına toplamış olduğu çeşitli uluslardan Ozanlara övünmelerini emreder. Arap asıllı Ozan; Hz. Peygamber’in Arap oluşundan, Kur’an’Kerimin Arapça indirilişinden ve Arap Ulusunun soyluluğundan ve büyüklüğünden söz ederek susar.
            Rum ozanı da, Eski Yunanın sanat, bilim ve mimarideki büyüklüğünden söz eder Aristo bizdendir, Sokrat ta bizden diyerek sözünü tamamlar.
            Acem ozanı da; Pers hükümdarlarının saraylarının görkeminden ve zenginliklerinden başlayarak Asur’u ve Mısır’ı dize getirdiklerinden dem vurur ve susar. Sıra Türk ozan’a geldiğinde; Halife Memun, müstehzi bir gülüşle:
            “Haydi, sen de övün bakalım!” Der. Şehzade Mutasım’ın anası Türk olduğu için, Türklere özen gösterirdi. Halife olduğunda da Samarra şehrini kurdurarak oraya taşınmış, muhafız alayını Türklerden oluşturduğu gibi samarra’ya da Türkleri yerleştirmişti. Halife Memun’un Türk asıllı ozanı hafife almasının altındaki neden de bundan olsa gerektir.
            Öteki ozanlar biri birlerine bakarak, bunun övünecek nesi var acep gibisinden dudak büküp, gerdan kırarlar.
            Türk ozanı, şöyle bir gerinir ve eydirir:
            “Benim doğduğum Türk ellerinde, gerçi ne Arap’ın ne Acem’in, ne de Rum’un övündüğü şeyler yoktur. Fakat benim doğmuş olduğum topraklarda Tanrı köle yaratmaz!”Diyerek, dimdik oturuşunu sürdürür.
            Daha sonra Türk’ün ve Türklüğün en büyük hizmetkârı gelir, kendisi, kendisini böyle kabullenmiştir. Mareşal Gazi Mustafa Kemal gelmiş; Türk Türklüğünün bilincine varabilmiştir. Türk Türklük için, Türklük te Türk ve insanlık için çalışmaya koyulmuştur. Başka uluslar, mutluluğu maddi zenginliklerde ararlarken, Türk Türk olmakla mutlululuğunu dünyaya duyurmuştur.
Zaman gelmiş, zaman geçmiş; sağda vuruşanlar sağdaki devletlerin, solda vuruşanlar da soldaki devletlerin uşağı olmuşlardır. İhanetler ve kölelikler çift yönlü işlerlik kazanmıştır. Babası Türk ordusunun şanlı bir Generali iken, oğul da Melina Merküri’nin ihanet cephesinde Yunanlı bir köle olabilmiştir. Vatan; Millet; Din ve İman diyenlerin kimlerin kulu ve kölesi oldukları da ortaya çıkmıştır. Osman Türkoğuz, Ulusal Bilinç.                             SINIRLARDA MEHMEDİM!
                                            Yüreğini yastık yapmış ta arkasına
                                          Gözleri ellerinde dürbün;
                                          Yağmurla, rüzgârla, karla beraber
                                          Gecelerin arkasında, mevzidedir MEHMEDİM.
                                          Kaçakçı kurşunları gelir ziyaretine,
                                         Katık yapar da kuru ekmeğine,
                                          Ulusunun tüm sevgisini katar;
                                          Geceler boyunca sınırdadır MEHMEDİM,
                                          Ayla beraber, güneşle yatağına yatar.

                                          Silah sesleri böler geceyi,
                                          Bazan üçe, bazan da dörde.
                                          Kırk milyon olur da MEHMEDİM—O zaman kırk milyonduk--
                                          Öyle vurulur, öyle de ölür;
                                         Öyle düşer, düşerse derde.

                                          Ne bir Ana bulunur, ne de bir Bacı yanında;
                                          Kırk milyon Türk uyur geceleri
                                          Mışıl, mışıl
                                          Uykusuz MEHMEDİMİN ardında.
                                         Vurulur MEHMEDİM, kış ortasında, yaz ortasında vurulur,
                                          Vurulur MEHMEDİM yıldızların ve ayın tanığında;
                                         Geceler aydınlanır kanında,
                                          Toprak vatan olur canında.

                                           Bir sigara gibi tüttürür uzun kış gecelerini,
                                           Yalnızlık ta çekilir mi hiç;
                                           Kar olmasa, yağmur olmasa
                                           Kaçakçı kurşunları da olmasa.
                                          Tesbih yapar da çeker MEHMEDİM,
                                           Ya teskeresini ya da yar mektuplarını.

                                          Vurulur, ölür MEHMEDİM,
                                            Bazan gecenin ortasında;
                                           Bilir ama bilir MEHMEDİM,
                                           Kırk milyon Türk var arkasında.

                                            Su uyur, taş uyur, DÜŞMAN UYUR DA;
                                           Uyumaz sınırda benim MEHMEDİM.
                                           Vurulur ölür de benim MEHMEDİM,
                                           Selam, selam, selam diye,
                                            Ak güvercinler gibi ruhunu ulusuna gönderir.
            1935 senesi yılbaşını Atatürk Orman Çiftliğindeki Marmara köşkünde geçiren Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yanındakilerle beraber Ankara şehir merkezine dönerlerken, Beştepeler Jandarma Karakolunun yanına gelirler, Gökyüzü bulutsuzdur ve masmavi derinliğin içersinde yıldızlar ışıldamaktadır. Jandarma Karakol nöbetçisinin resmi ufka düşmüştür. Atatürk, nöbetçi jandarma erini yanına çağırır. Jandarma eri Alay komutanına tekmilini verdikten sonra dimdik dikilir. Atatürk, aracında bulunan Ankara il jandarma alay komutanını, Muhafız alay komutanını ve Ankara İl emniyet müdürünü göster ek, bunlar sivil olsaydılar, bunları yenip yenemeyeceğini sorar. Nöbetçi Jandarma eri, her birisi için:
            “Bir çelmede yenerim!”Kararını söyleyince, Atatürk:
            “Beni de yener misin?” diye sorduğunda şu cevabı alır:
            De gidi Atatürk’üm de. Yedi düvelin yenemediği seni ben nasıl yenerim!”
            Onu yenmeye çalışan dış ve tarikat destekli yalancı pehlivanlara benden selam olsun!
            Bendeniz, Jandarma hakkında yazmış olduğum bir şiirimi daha bu Kahraman Türk Jandarmasına armağan ediyorum.
                                ATATÜRK JANDARMASI
                                                                           
            Anafartalar senin, Conk bayırları senin,
         Namususun ulusun, namususun ülkemin.
         Tarihlerde şan senin, zaferlerde kan senin;
         Namusluya dostsun sen, kötüye kelepçesin.
         Ülkem seninle mutlu, ulus senle ileri
         Meşalendir gönlünde Atatürk İlkeleri.

         Kanun, nizam yolunda nice Şehitlerin var,
         Barışa egemensin, savaşlarda adın var.
         Anafarta’dan çıkıp Beşparmaklara kadar,
         Kanınla çizilmiştir bu kutsal haritalar.
         Ülkem seninle mutlu, ülkem senle ileri;
         Meşalendir gönlünde Atatürk İlkeleri.

         Sınırlara dikmişsin bedenden kaleleri,
         Kitabında durmak yok, ileri hep ileri.
         Kanınla suluyorsun dağları, dereleri
         Sen Türk’ün destanısın Atatürk’ün askeri,
         Ülkem seninle mutlu, ulus senle ileri,
         Meşalendir gönlünde Atatürk İlkeleri.

         Nöbetin var denizde, ovalarda ve dağda,
         Barışta savaşın var kötülerle her çağda.
         Vatan, Türklük denince ırmaklar gibi çağla,
         İnancında durmak yok, ileri hep ileri.
         Ülkem seninle güçlü, Türklük senle ileri,
         Meşalendir gönlünde Atatürk İlkeleri.
         Ulusal Bilinç sahibi Türkler saymakla bitmez. Gaziantep-Kilis yolu üzerinde, yanındaki iki askeriyle Fransız ordusuna direnirken süngülenerek öldürülen Teğmen Mehmet Şahin Bey ve yanındaki Şehit adsızlar. Mudanya’da İngiliz savaş gemilerine 7,9 çaplı Mavzeriyle karşı koyarken şehit düşen Uzman Jandarma Çavuşumuz. Hangi birisini anlatsam!
         Sene 1912 Osmanlı İmparatorluğunu sadrazamı Bağdatlı Mahmut Şevket Paşadır. Sonradan sadrazam olacak Hakkı Paşa da Roma Büyük Elçisidir. Her iki Paşa derin uykularından uyanamayarak, Trablusgarp’taki silah ve cephanemizi Arabistan gönderirler. İtalyanlar da Bingazi ve Trablusgarp’a asker çıkarırlar. Kurmay Binbaşı Enver’in ve Kurmay Kolağası Mutafa Kemal’in gayretlerine rağmen Osmanlı yenilgiyi kabul eder. Topçu Yüzbaşısı Yenbahçeli Şükrü, toplarını ve askerlerini İtalyanlara teslim etmez. Mısır-İskenderiye üzerinden onları ülkemize getirir. Osmanlının dünkü uyrukları Osmanlıya karşı birleşmişken, bu defada Osmanlı tüm yetişkin askerlerini terhis eder. Bunu fırsat bilen, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ Osmanlıya savaş ilan ederek, Edirne’yi ele geçirip, Çatalca’ya kadar ilerlerler. Cephe gerisinde 100.000 Karavana kavurma kokmuşken, Osmanlı ordusu başkomutanı Abdullah paşa ordusu ile birlikte ot yerler. Bulgarlarla yapılan bir muharebede, Niğdeli Onbaşı Şahin,250 kişilik bir Bulgar bölüğünü tek başına durdurtur. Çeşitli yerlerinden yara alarak kendisini kaybeder. Bulgar askerleri yanına geldiğinde,”SU! SU!” Diye sayıklamaktadır. Bulgar bölük komutanı Yüzbaşı, bir marta su uzattığında baygın gözlerini açmış olan Yaralı Onbaşımız Şahin, dehşetle tiksinerek:
         “Siz düşmansınız, düşmanımın suyunu içemem!”Der ve su diye sayıklayarak ölür. Bulgar yüzbaşısı askerlerini saygı duruşuna geçirir ve askerlerine:
         “İşte Türk askeri böyledir!” Der.
         Onların sayesinde kazanmış olduğumuz vatanımızın yeraltı zenginlikleri, anayasa hükmüne karşın yabancıların işletmesine terkedilmiştir. Türk, vurulmuş, şehit olmuş, hastalanmış, süngüsüz süngü hücumları yaparak bir vatan bırakmış; başta Başkomutanı olmak üzere ihanetlere uğramıştır. Bir büyük Ozanımızın sözü ne güzeldir:                       “Değişmem ben ülkemin insanını/Bin altına!/Niçin yatı, yatıveriyor/Gül gibi insancıklar/kirli para altına?”                                                   

611-MASLUP MUSTAFA SAGİR'E DE İADEİ İTİBAR!

            MASLUP MUSTAFA SAGİR’E DE İADE’İ İTİBAR!  
                                                                                          
OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 02 Mart 2012

Ergun Aybars,İstiklâl Mahkemeleri,s.76-77
İstiklal Mahkemesi 583 nolu kararı
Mustafa Sagir hakkında oybirliğiyle, diğer Ferit Cavit ve İzzet hakkında ise oy çokluğuyla alınan idam cezası hükmü.
Karar No:583
“İngilizlerden aldığı talimat üzerine kendisine Hint Hilafet Komitesi'nin delegesi süsünü vererek casusluk yapmak üzere Ankara'ya geldiği ve Ankara'da, İstanbul'da 'Ferit Cavid' adresine kimyasal bir karışım ile gizli olarak yazmış bulunduğu mektuplarla Anadolu Hükümeti ve Mustafa Kemal Paşa hakkında sürekli olarak bilgi gönderdiği iddiasıyla mahkememize tevdi dilen İngiliz tebaasından Hindistan'ın Peçaver şehrinde mütevellit 34 yaşlarında Mustafa Sagîr bin Zekeriye ile Mustafa Sagîr'in İstanbul'da İngiliz Hafiye Teşkilatı'na gönderdiği anlaşılan ve gizli mürekkep ile yazılı raporlarını yerine ulaştırmak suretiyle merkumun casusluğuna katılmak suçuyla, kezâ mahkememize tevdi kılınan İstanbul'da mütevellit 42 yaşlarından 'İleri' gazetesi yazı kurulundan 'Mehmet oğlu Ferit Cavit' ile keza İngiliz casus teşkilatına dâhil olduğu ve Anadolu'da özellikle Şeyh Sunusî Hazretleri'nin ahval ve harekâtını takip etmek üzere görevlendirildiği iddia olunan 25 yaşlarında deniz teğmenlerinden Ürgüp'lü Paşazade Mehmet Ali'nin yapılan açık yargılamalarında Hintli Mustafa Sagîr'in gerçekten 10 yaşından beri sadece İngilizler hesabına casusluk yapmak üzere özel şekilde yetiştirildiği ve birçok yerlerde İngilizlerin nam ve menfaatine casusluk yaptığı ve sonradan İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın muvafakati ve İngilizlerin İstanbul'da casusluk yapmağa memur ettikleri Miralay Nelson'un emri ile İstanbul'a gelip Anadolu'nun itimadını kazanmış bazı kimselerle ortak olarak 'Türk-Hint Muhadenet Cemiyeti' adıyla bir cemiyet kurduğu ve daha sonra Karakol Heyet-i Merkeziyesi'nden aldığı itimatname ve belgeyi hamilen kendisine Hint Hilafet Komitesi Olağanüstü Delegesi süsünü vererek Ankara'ya geldiği ve Ankara'da kimyasal bir karışım ve eczalı mürekkeple yazılmış mektuplarla İngilizlere gizli hususları bildirdiği ve bu suretle casusluk yaptığı gerek ele geçen delillerle ve gerek kendi itirafları ve yapılan yargılama esnasında şahitlerin beyanı ile sabit olan Hintli casus Mustafa Sagîr'in asılarak idamına, Ferit Cavid bin Mehmet Cavid'in ise İstanbul'da İngiliz casus teşkilatı başkanı olduğu anlaşılan rerek casus Mustafa Sagîr ile bu teşkilatın bakanı Nelson arasında haberleşme aracılığı yapmak ve şu suretle gerek Mustafa Sagîr'den gizli raporları Nelson'a, gerekse Nelson'dan aldığı talimatı Hintli casusa getirip götürmesi ve bunu yaparken de para alması, kendisinin Mustafa Sagîr'in suçuna iştirak ettiği kanaatini vermiş ise de, Mustafa Sagîr'in tutuklanmasında İngiliz Miralay Nelson'un daire-i itimadına gin önce içine düşen bir korku ile Hintlinin gerçek görevini sabık İstihbarat Komisyonu Başkanı Binbaşı Rıza Bey'e, gerek Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'ya bir mektupla bildirmesi hafifletici sebeplerden sayılarak adı geçenin tutuklanma tarihi olan 22 Mart 1337 (1921) tarihinden itibaren müebbet küreğe mahkûmiyetine, gene aynı suçlara iştirak eden Bağdat Belediye Reis-i Sabıkı İzzet'in kasden İngilizler tarafından casus olarak Ankara'ya gönderildiğine dair Mustafa Sagîr'in kendi ifadesinden başka kanaat getirici bir ifadeye ulaşılmamakla beraber, İzzet'in Ankara'daki hareket tarzının calib-i zan ve şüphe bulunması dolayısıyla merkumun millî davanın bir mutlu sonla oluşacak iktidarına kadar hükümetin uygun bulacağı bir yerde kal'a-bend edilmesine ve bahriye mülazim-ı evveli Mehmet Ali Efendi'nin casusluğu sabit olmadığı, yalnız kendisinin bu millî davanın takibi için gerekli metin bir karaktere malik bulunmadığı anlaşıldığından bu kişinin de İstanbul'a iadesine, Mustafa Sagîr hakkında oy birliği ile Ferit Cavid, İzzet ve Mehmet Ali hakkında oy çokluğuyla ve tümünün yüzlerine karşı karar verildi.”
23 Mayıs 1373 (1921) Kılıç Ali İhsan
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI Mustafa Kemal Paşa'yı ÖLDÜRTMEK İÇİN İNGİLİZ HÜKÜMETİNCE Ankara'ya gönderilen Afgan Kıralı Habibullah Hanın Katili Hintli Mustafa Sagir bu hain planını gerçekleştirmeden yakalanarak İstiklal Mahkemesi kararı ile 24 Mayıs 1921 günü Ulus Meydanında asılmıştır. Vatan Haini ve İngiliz ve dahi yunan casusu İskilipli Atıf Hoca'nın itibarının iadesinden ve adının da İskilip’teki Devlet hastahanesine verilmesinden sonra; vatan hainlerimiz, Kuvvayı Millicilerin öldürülmesine şeri fetva veren Dürrizade Abdullah Efendiden Kıyasi bir fetva istemişler: Ol fetvayı sunuyorum:"Islama ve Halifemize hizmet etmek için Ankara'da "huruç ales Sultanın" Başı olan Mustafa Kemal ve Kuvvayı Millicilerine şeran öldürülmelerine fetva vermiştim. Aynı görevi yüzünden Ankara'da selben öldürülen Mustafa Sagir'e de  İslam dinine ihanetinin iade edilerek, cenazesinin görkemli bir anıt mezara taşınması ve adının da gelecek hainlere örnek olması için büyük bir medresemize verilmesi  hususunda fetva istediler. El cevap:  İslam dinine ihanetinin itibarının iadesi Atıp Hocaya kıyasen doğrudur. Soru: Atıf Hocanın, Mustafa Sagirin ve Senin öteki âlemde yeriniz neresidir? Cevap verile: El Cevap: Gerçeği Tanrı ve Vatanseverler doğru bilir.
Cehennemin dibidir!                     


610/BAŞKOMUTAN NEDEN KIŞ TATBİKATINA GİTTİLER!

                                                                           

         OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;02 Mart 2012.

                                          BaşkomutanımızGül,              
                         Neden Kış Tatbikatına Gittiler?
       Sulu sepken bir kar yağışı yerini tipiye bıraktığında, Temel kahvehaneden içeriye girdi. Televizyona kilitlenmiş tüm insanların, Sayın Abdullah Gülümüzün, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kış tatbikatındaki görüntülerini yorumlayarak seyrettiklerini fark etti.Yüksek sesle:
         “ Ben, askerliğimi doğuda ve kış tatbikatlarına katılarak yaptım.Sayın Abdullah Gül’ün kıyafeti yanlıştır.Kara uyarak beyaz olması gerekirdi.Sonra,Başkomutan başı açık olmamalı.Üniforma bir bütündür!”Deyince,Turmuş televizyondan gözlerini ayırmadan:
“İnadı bırak, bak Sayın Gül, nasıl gül gibi,Komutanları  hizaya getirdi ve Ordusunun başına geçti!”Deyince,Temel:
         “Sizlere bir sorum vardır, iyice dinledikten sonra cevap verin”Dedi ve eydirdi:
         “Madem Başkomutan Abdullah Gül, Ordusunun tatbikatında Ordusunun başına geçti. İlkbahar, Yaz ve sonbahar tatbikatlarında neden ordusunun tatbikatlarına katılmamıştır. Örneğin; Seferihisar’daki atışlı tatbikatlara ve donanmasının tatbikatlarına neden katılmamıştır? Birden sesler kesildi. Fadime’nin kardeşi Temel Ali ayağa kalkarak:
         “Enişte; bunların hepisinin akılları kulaklarında ve gözlerindedir.1993 yılında, Refah Partisi Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül; bir İngiliz gazetecesine:”Dağlara ve taşlara ne mutlu Türküm diyene” basitliğini yazdılar!Demişti.Kış tatbikatlarında dağlar ve taşlar karla örtülü olduğu için ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” Yazısı da karla örtülerek görülmez ve televizyonlara da yansımaz.Başka zaman dağlardaki bu yazı  ve Denizlerimizden de bakılınca dağlardaki bu övünç yazısı görülmektedir!”Dedi.Sonunda ne mi oldu?Kahvehaneden çıt dahi çıkmadı!
        
        

İzleyiciler

Blog Arşivi