19 Mayıs 2011 Perşembe

384-BİZE DOSTLUK YARAŞIR!

                                                                    

                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        İzmir;19 Mayıs 2011.

                        BİZE DOSTLUK YARAŞIR!
                                                           “Apdi İpekçinin Anısına”
                                                                       Osman TÜRKOĞUZ.
            SUNU: Bilinen tarihten bu yana, Anadolu’da yaşayan dedelerimiz; Huriler, Hattiler, Urartular, Hititler, Lidyalılar, Frikyalılar, Lykyalılar, Selçuklular ve Osmanlılar, Uzak ve Yakın komşularının saldırılarına uğramışlardır. Bu uluslar biri birlerine sevgiyi miras bırakmışlardır. Sevgi; şiir olmuş, düzyazı olmuş, takı olmuş, öykü olmuş, türkü olmuş, kilim olmuş, halı ve örme çorap olmuştur. Bu denli düşmanca saldırılar, dedelerimizin ve ninelerimizin gözlerinde ve gönüllerinde gül bahçeleri açmasına engel olamamıştır. İşte bu nedenle de; bu küçücük kitabım sevgi ve dostluk üstünedir. Bu sevgi ve dostluğun hepimizi kucaklaması dileğiyle.
                                               Güneşler batmasa,
                                                           Biz yıldızlar nasıl doğarız?
                                               Biz yıldızlar evrenden
                                                           Karanlığı kovarız.
                        BİZE DOSTLUK YARAŞIR!
            Ağzında zeytin dalıyla
            Uzak ufuklara uçup giderken;
            Vurulup nasıl düşerse yaralı kanadının üstüne
            Bir AkGüvercin;
            Öyle vurdular, düşürdüler ABDİMİZİ.
            Bir kolu uzamış camdan dışarı;
            Parmakları karanlığın gözünde,
            Bir kolu başına yastık olmuş
            Ak düşünceler üstüne.
            Öylesine vurdular, düşürdüler öylesine
            Sevginin, barışın AkGüvercin’ ini
            Kara düşler üstüne.
            Karafakiler, Orhanlar, Cavitler,
            Tütengiller, Nihatlar Erimler,
            Bedrettinler Cömertler;
            Hepsi soylu, hepsi yiğit, hepsi mert;
            Bembeyaz tesbih oldular uşak ellere
            Namert mi namert. 
                        ***
            Siperinden fırlayan Yiğit bir asker
            Nasıl vurulurda düşerse ileri;
            Öylece vuruldular, öylece düştüler
            Aydınlık düşüncenin soylu erleri.
            Sevgi üstüne, barış üstüne
            Vuruldular yaşlısıyla, genciyle
            Vurgun oldukları düşler üstüne.
            “Gök ekinler” olgun başaklar gibi
            İnsanlığı kucaklarken sevgileri
            Dizildiler öykü, öykü;
            Dize, dize
            Destan, destan üstüne.
            Bir ABDİMİZİN Destanı
            Onurudur insanlığımızın
            Kısacık yaşamında
            Pırıl, pırıl bir yaşam üstüne;
            Barış üstüne,
            İnsanlık üstüne,
                        Kardeşlik üstüne,
                                   Dostluk ve sevgi üstüne.
            Tertemiz alnında parıldayan nur
            Davasına onurdur,bizlere gurur.
            Işıklı yüzünde iki kor gibi
            Simsiyah gözleri öylece durur.
            Yorulmak bilmeden kollar DURUMU,
            Analizi, senteziyle yorumu;
            Hallaç pamuğu gibi darmadağın atardı
            Karanlık düşleri,
            Pırıl, pırıl insanlık kokan,
            Sevgi kokan, dostluk kokan yorumu.
                                   ***
            Uzak ufuklardan da öte,
            Doğmamış şafaklar ülkesine
            Dalar,bakar gibi gözleri;
            İnsanlığa, kardeşliğe çağrıydı
            Söylenmemiş son sözleri.
            Ufacık cüssesi sevgide devdi;
            Sevdikçe büyüdü, büyüdükçe sevdi;
            Ne varsa aklında,gönlünde ne varsa,
            Onları da, canı gibi, kanı gibi insanlığa verdi.
                                   ***
            Gülerek baktığı dünyamıza,
            Gülerek bakabilmemiz için,
            Fikir verdi,
                        Gönül verdi,
                                   Can verdi.
            Karşılıksız kalmadı kanı, emeği,
            Akıyla,
                        Sarısıyla,
                                   Karasıyla;
            Dili ayrı, dini ayrı, soyu ayrı insanlar
            O’N İPİ’DE başkanlık verdi.
            Ne sağda, ne solda ne de geridedir o;
            İnmez çıktığı gönül tahtından
            İnsanlığın gönlündedir sımsıcak
            Sonsuza değin onurlu yeri.
            Vurdular ABDİMİZİ vurdular;
            Vurdular, düşürdüler insanlığın gönlüne
            Böylesine yiğit, böylesine soylu eri, Böylesine pisi, pisine.
                                               ***
            Agamemnun, Aşil, Patroklas,
            Andromakhe, Kassandra, Helen,
            Uzak diyarlardan gemilerle gelen,
            Parlak tolgalılar, parlak zırhlılar,
            Ve
            Truva’yı kanlarıyla sulayan
            Sarpedonlar, Parisler ve Hektorlar.
            Taraf olmuş tanrılar, sevinçler, hınçlar,
            Çarpışır mızraklar,oklar,Kılınçlar..
            Truvalı kadınlarla dolmuş, kaleler, damlar,
            Sivri külahlı burçlar.
            Cayır, cayır YANAR HEKABE’YLE
            ANDROMAKHE’NİN yüreği.                                                                               Dokuz uzun senede,
            Dokuz kanlı senede gerçekleşti
            Kıral MEELAOS’UN dileği.
“Ve sonunda; yanmış yıkılmış PRİAMOSLA    
Truva şehri.
Tutsak edilip götürülmüş uzak ülkelere
Yiğit kadınların, yiğit erkeklerin herbiri.
                        ***
Edremit koyu'nun kuzeyinde
Kazdağı yükselir destandan öte;
Orada başlamıştı Paris’in öyküsü                                                                                              Bugün halkımız arasında
Sarıkız destanı diye söylenir öyle.
Ve sonra;
Yüreği sıkıntılı Odyseus,
Denizlerimizde dolanır durur;
;
İrmi yıl sonra döndüğünde yurduna,
Arısı Penelope’yi hâlâ umutlu,
Hâlâ namusiyle evinde bulur.
İşte bu HOMEROS, koskoca ozan,
Benim yurdumdandır;
Benim havamdan, benim suyumdan.
Helen dilinde en büyük destanları,
En büyük destanımızı yazan.                                        ,
Sonra; hemşerim HESİODOS gelir,
Hani Perses’e, kardeşine akıl verirken:
“babamız gibi yap sen ey koca Budala Perses”
“o da bir gün daha güzel yaşamak umuduyla”
“Aştı engin denizleri bırakıp ardında”
“Aiolya’nın Kyme kentini,”
“Geldi buralara Kara gemisiyle”
“Bolluktan, zenginlikten,rahattan değil”
“Körolası yoksulluktan kaçıyordu”
“O ZEUS’ÜN insanlara reva gördüğü yoksulluktan”.
“Geldi Helikon’un eteğine”
“Bu lânetli Ankra’ya yerleşti” diye yazan.
Foçalıdır dostumuz, hemşehrimiz,
İlkçağ tanrıları ve işlerini yazan
Çoban kültürlü bu Koca Ozan.
                        ***
Bodrum’da gelişti, serpildi
İstanköylü HERODOT;
Sığmadı Anadolu’ya geçti oraya
İlkçağa tarihini yazan.
Bazan orada doğardı tanrılar ve tanrıçalar,
Aşkı uğruna öldürdüğü Attis’in kanıdır
Manisa dağlarında hâlâ açan
Menekşeler ondan bize anıdır.
Güzeller güzeli Sangarion
Sakaryadır hâlâ Anadolu’dan akan.
Çağlar boyu birbirini tamamlar iki kardeş ülke,
EGE kıyısında yan yana yatan.
Orada Aşildir, burada Utnapiştim,
Yarı tanrı ve ölümlerden kaçan.
Her ikisi de bir destana sığınıp
Çağları birlikte ölümsüzce aşan.
                            ***
            Olimpos’ta oturur ZEUS;
            Yüreği ana özlemiyle yaralı.
            Kara bahtlı KYBELE
            Manisalı, Afyonlu ve Murat dağlı.
            Tüm tanrıların anası ve kökeni
            Buralıdır, buralıdır, buralı.
            Karagöz orada Karagözidir,
            Oyunlarımızsa Sirtaki.
            Boşuna ölmedi ABDİMİZ İPEKÇİMİZ
            Şimdi dost olmak vakti,
            Şimdi kardeşlik vakti.
            Burada başlayan işler orada tamamlanır,
            Orda başlayan öykü burada destanlanır.
            KYBELE burada doğar, ZEUS İDA dağında;
            Üzüm toplar tanrılar iki ülke bağında.
            Çakşır, Camadan,Şalvar,sizde de var
            Bizde de var;
            Tanrılar yeryüzünde kardeş insanlar arar.
            Savaşların sonunda hep Hadesler sevinir,
            Her iki ülkede de Ana, Bacı dövünür.
            Şehirler selam verir kardeşliğe, barışa;
            Ağlar NİOBE ağlar Truva’da savaşa.
                                   ***
            Gitmesin KASSANDRA yine kör kıskançlığa,
            Yeniden vermeyelim İphigenimizi
            Kurban isteyen savaşa;
            Hiç duymayalım ARES’İ.
            Flora çiçek, çiçek iki ülkenin dağında;
            Helena dostluk olsun Truva’nın bağrında.
            İstediğince bağırsın Thebailli Kreon,
            Sevgiyi paylaştırsın dünyamıza ANTİGON.
            Dikeler çözümlesin bizim tüm derdimizi;
            EGE’DE gösterelim kardeşçe sevgimizi.
            Çıkarsın ZEUS kafasından Çakır gözlü Athena’yı,
            Âdem kaburga kemiğinden dünyaya getirsin Havva’yı.
            Kavgay, dövüşmeye gerek var mı dostlarım?
            Konuşup ta çözelim aramızda davayı.
           İster Havva’ya verelim, ister Güzel Helen’e masaldaki elmayı.
            Öğrenelim Yunus’u sonra da Mevlana’yı
            Paylaşalım kardeşçe bir onurlu dünyayı.
            Bizi yaratmış Tanrımız bir damla kandan,
            Enuma ELiş destanında da,
            Yaratılmadı mı insan bir damla kandan?
            Bizde destan KUMARBİ,
            Sizde ZEUS, URANUS, GAİ.
            Âdemi yarattı tanrımız tozdan ve topraktan.
Hephaistos’u çağırdı ZEUS,
Bir çırpıda PANDORA’YI yaratan.
“Namlı, şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen,”
“Bir parça toprak al,suya karıştır dedi”
“İçine insan sesi koy, insan gücü koy,”
“Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin,”
“bedeni güzelim Genç Kızlara..”
Ne varsa yurdumda Helende de o da var;
Akarsular, yüce dağlar, masallar,
 Geçmişten geleceğe hep umut taşırlar.
DÜŞMANLIKLA KAVGA TARİHE SIĞMAZ.
BİZE DOSTLUK,
            BİZE SEVGİ,
                        BİZE BARIŞ YAKIŞIR.
BİZ MUSTAFA KEMAL’İN ÇOCUKLARIYIZ.
                        Biz Mustafa Kemal’in çocuklarıyız;
                        Başları dik, alınları Ak;
                        Gözlerimizde özgürlüğün sevinci,
                        Yüreklerimizde bayrak, bayrak.
                        Geleceğe yöneliktir gönlümüz,
                        Geçmişimizle övünürüz biz,
                        Geçmiş bize çok ırak.
                        Aydınlık düşümüz karanlıklara
                        Yayılır çağlar boyu,yayılır şafak,şafak.
                        Biz Mustafa Kemal’in çocuklarıyız;
                        Düşleri Ak,
                                   Düşünceleri Ak,
                                               Yolları da Apak.
                        Biz Mustafa Kemal’in Oğullarıyız, Kızlarıyız
                        Ölürüz O’NUN Aydınlığında,
            Karanlığın kör kurşunlarıyla
            Ölürüz şafak, şafak.
            Eritiriz Kör Karanlıklarını, Kör kurşunlarını Cehlin;
            Onbinlerce Mustafa Kemaller fışkırır
            Bir damla kanımızdan.
            Vazgeçmeyiz yine de eserinden,
            Vazgeçeriz canımızdan.
                        AÇIKLAMA.
            Türklerin Anadolu’daki tarihlerini 400 çadırlık bir aşiret göçüne bağlayanlara Atatürk’ün vermiş olduğu çok güzel bir örnek vardır:
            Gazi Mustafa Kemal, DEVRİMİNİ uygulamaya koyduğu sırada, Türk Aydınlarının tümünün duygu ve düşüncelerine yüzyılık bir kuruntu egemendi:
            “Arabınkini Arap’a, Aceminkini Aceme, Batınınkini Batıya geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz!”Genel kanı böyleydi.
            Kutatgu Bilig’ten, Divan’ı Lügat’it Türk’ten haberi olmayanlara acıyarak bakmaktayım. Gazi Mustafa Kemal, bu tükenmişliğe ve bu ulusal bilinçten yoksunluğa çok acırdı ve şöyle derdi:
            “Araplarla tanışıncaya  dek Türk’ün devlet, hükümet, hukuk,adalet gibi uygar kavramlara;şeref,namus, insaf ve vicdan gibi yüksek duygulara bir ad vermemiş olması düşünülebilir mi?     Belli ki her ulusta görüldüğü  üzere Türk’ün de tarihte gaflet anları olmuş,bir çok varlıklarına  ve bu arada diline de bakmaz olmuştur.Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavuşacağız.”
            Bu görüşünü de, sık, sık anlattığı şu öykü ile pekiştirirdi:
            “Vaktiyle; zengin bir köy ağası,şehirde hamama gitmiş.Yıkanmış,kurulanmış.Giyinmek için bohçasına el attığında bir de bakmış ki,silahlığından başka herşeyi çalınmış.Başlamış hamamcıdan hesap sormaya:Hamamcı,Ağanın şantaj yaptığını;yoksa çalınan,çarpılan bir şey olmadığını bağırarak ileri sürmüştür.Bunun üzerine de,ağa silahlığını çıplak beli üzerine takarak,ortaya çıkmış ve var gücü ile haykırmış:
            Görenler Allah için söylesinler, ben buraya bu kılıkta gelebilir miyim?”
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal, anlatmış olduğu öyküsüne şunları da eklerdi:
            “Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı. Ama Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hâlâ akıl erdiremeyen gafiller vardır.”
            Tarihi ve ulusal kimliği çalınan, eline bir,iki hurma dalına ve fi tarihine bağlanmış öykü tutuşturulanlar için,hamama hamamcının dediği gibi de gelinmektedir!
            Bizim bildiğimiz; sıvıların kaldırma kanununu hamam kurnasında bulan Ünlü Arşimet, hamamdan”Evrake! Evrake!” diyerek, hamamdan üryan olarak fırlamıştır. Aydın geçinenlerimizin, yabancıların masallarına sarılarak.”buldum! Buldum!” Avazeleriyle politika arenasına çıkmaları da öykümüzün bir başka yanıdır.
            Anadolu bizim, Anadolu’nun tarihi bizim, Anadolu’nun öyküleri, mitolojisi, doğası, Kardeleni, Kafkas Engereği bizim olduğu kadar, Anadolu’muzun her şeyi de bizimdir. Şiirde geçen bazı olaylar ve isimler de bizimdir:
            Troya(Truva):Çanakkale ilimizin sınırları içinde kalan, dokuz kez yakılarak yıkılmış ve sekiz kez de yeniden kurulmuş ünlü Antik kentimizin adıdır. M.Ö.1200’lerde,Truva şehrinin başında Zeus-Elektra ve Skamandros-İdaia soyundan gelen Priamos-Hekabe bulunmaktadır. Bu ünlü Kral ailesinden olan Kız ve Oğlanların adları şunlardır: Hektor, Paris(Aleksandros),Kreusa, Laodike, Pollksene, Kassandra, Helenos, Deiphelos, Polydoros, Troilos ve diğerleri.
‘nin eline verdiği bir tırpanla babasının hayâlarını keserek öldürür. Zeus’u babası öldürmesin diye de anası onu Girit’teki İda dağındaki bir mağarada doğurur.      Agamemnon Klytaimestra; kardeşi Isparta Kıralı Menelaos da Güzel Helen ile evlidirler. Menelaos’un Girit adasına cenaze törenine gitmesini fırsat bilen Paris, Güzel Helen’i çeyizleriyle birlikte Truva’ya kaçırır. Dokuz sene süren savaşın nedeni de bu kaçırma olayıdır. Kalkhas adlı ünlü kâhinin önerisi üzerine yapılan tahta atla Truva şehri yakılıp, yıkılır.
            KASSANDRA: Priamos’un Hekabe’den olan kızının adıdır. Geleceği bilmesiyle de ünlüdür. Kardeşi Paris doğduğunda, Truva’nın başına bela kesileceği ve bu nedenle de öldürülmesi gerektiğini haber vermişti. Priamos, öldürmeye kıyamadığı Paris’i İda—Kaz—dağına bıraktırmıştı. Apollon’un kendisiyle sevişme isteğini geri çevirdiği için Kassandra’nın ağzına tükürmüş, bu nedenle de Kassandra’ya kimseler inanmaz olmuştu. Truva şehri düşünce; Agamemnon Kassandra’yı kapatma olarak, Thebai’deki sarayına götürmüştü. Agamemnon’unu Kassandra ile birlikte Klytaimestra öldürmüştü. Klytaimestra—Klytaimestra—Tynderos ile Leda’nın kızıdır. Kuğu şekline giren Zeus, bir gölde yıkanmakta olan Leda’nın ırzına geçer. Bu birleşmeden Klytaimestra, Kastor, Helena ve Polydeuos dünyaya gelir. Zeus ile Leda’nın birleşmesi birçok ressama ve heykeltıraşa konu olmuştur. Bu konudaki en görkemli heykel Floransa müzesindedir, o heykelin resmine bir arkadaşım sayesinde sahip olmuştum.
            Klytaimestra, Agamemnon savaşta iken, Yeğeni Aigistos ile sevişir. Bir rivayete göre de, bu gizli aşk nedeniyle ve İphigeneia’nın—İfijeni-- rüzgâr için tanrıya kurban edilmesinin hıncı ile Agamemnon öldürülmüştür.
            İFHİGENEİA: Agamemnon’un Klytaimestra’dan olan kızıdır. Elektra, Orestes ve Khrysothemis’in de kardeşidir. Kalkhas’ın önerisi ve Agamemnon’a kin besleyen Tanrıça Artemis’in isteği üzerine, Aulis’te deniz rüzgârlarının esmesi için, İfijeni kurban edilir. Bir rivayete göre de, kasap bıçağı İfijeni’nin boğazına dayandığında, Artemis İfijeni yerine bir geyik koyarak geyiği kurban ettirir.—Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme öyküsünü hatırlayınız!—Agamemnon, Kızı İfijeni’yi Aşil—Akhilleus—ile nişanlama bahanenesiyle kurban yerine getirtmiştir.
            AKHİLLEUS(Aşil):Peleus ile Thetis’in oğludur. Thetis bir deniz tanrıçasıdır. Soyu Zeus’a dayanır. Aşil doğduğunda, anası topuklarından tutarak ölümsüzlük ırmağı Styks’e batırmış.Thetis’in tutmuş olduğu topuklara ölümsüzlük suyu değmediğinden ,Paris,Aşil’i topuğundan oklayarak öldürmüştür.Aşil,tıpkı Gılgamış Destanı’ndaki Utnapiştim gibi ölümüyle ölümsüzleşmiştir.İlyada ve Gılgamış arasındaki bu benzerlik çok ilginçtir:Gılgamış Destanı M.Ö.3500 yıllarında yazılmış bir Sümer Destanıdır.İlyada ise  M.Ö.1200’lü yıllarda geçmiş olan bir olayın M.Ö.800’lü yıllarda derlenmiş bir öyküsüdür.
            SARPEDON: Çapkın Zeus’un koynuna girdiği Bellerophontes’ten olma Yiğit oğludur. LYKİA-Antalya’dan sırf Truva’yı savunmak için Truva’ya gelmiştir. Anadolu düşmanı Hera’nın Zeus’a yalvarıp, yakarması üzerine Sarpedon’un ölümüne karar verilmiştir. Sarpedon, u Meneitios’un oğlu Patroklas öldürür; Patroklası da Hektor öldürür.
            HEKTOR: Truva Kıralı Priamos’un Kraliçe Hekabe’den olan en bürük oğludur, Anadolu’muzun ilk ve en büyük ulusal kahramanlarından birisidir. Anadolumuzun ilk Mustafa Kemalidir. Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Başkomutanlık Meydan Muharebesi sırasında:”Şimdi Hektor’un intikamı alınmıştır!” Demiştir. Truva savaşı, Anadolumuzu ve daha güneyini ele geçirmek için birleşen batı’ya karşı Anadolu devletlerinin savaşıdır. Hektor, ünlü bir lider ve kahraman bir asker olduğu kadar ailesine de çok düşkün duygulu bir gönül adamıdır. Anadolu birliğini sağlar, ordulara yön verir, Truva şehrini ve tüm Anadolu insanını sevgisiyle ve cesaretiyle kucaklar.
            Bencil ve inatçı Aşil’in silahlarını kuşanıp, ölüm saçan Patroklası öldüren Hektor, O’NUN silahlarını kuşanır. Hektor ile  Aşil karşılaşır. Bu çatışma için, İda Dağında, tanrılar dernek kurarlar, ölüm de Hektor’un payına düşer. Aşil, öldürdüğü Hektor’un cesedini, üç kere Truva şehrinin etrafında sürükler. Hektor’un Karısı Andromakhe, Priamos, Hekabe ve tüm Truva insanları bu beklenmedik ölümle yanarlar, yıkılırlar.
            URANOS:
                        İlk Erkek ve Baba tanrıdır. Oğlu Kranos tarafından hayâları kesilerek öldürülür.
            Kranos: Zeus’un babası, Uranos’un ve Gai’den olan oğludur. Gai eline verdiği bir tırpan ile babasını hayâlarını keserek öldürür. Babası da Zeus’u öldürmesin diye onu Girit’teki ida dağındaki bir mağarada doğurur.
            ZEUS:Tanrıların tanrısı,,tanrıların babasıdır.Hint-Avrupa dillerinde görülen bir kökten türemiştir.Yağmuru yağdıran,göğü gürleten,şimşekleri devşiren ,insanların kaderini yazan bir tanrıdır.Sekiz Tanrıça ve onbeşi kadın olmak üzere 23-Yirmi üç—Karısı vardır.Kartal,Zeus’un kuşudur.Truva Savaşının kaderini de O çizmiştir.İda dağındaki mağarada kendisini emziren Amaltayi adlı keçinin derisini de kendisine kalkan yapmıştır.Keçi derili kalkanıyla çizilir.
                       
            KUMARBİ: Hitit destanının adıdır.
            Nike: Kanatlı bir kızla sembolleşen zafer tanrıçasıdır.
            NİOBE: Anadolu’ya özgü efsanelik bir tiptir. Manisa Kralı Tantalos’un Spylos-Sipil dağı eteğinde, Manisa’da doğmuş kızıdır. Altısı kız ve altısı da oğlan olmak üzere oniki çocuğu olmuştur. Kıskançlık nedeniyle, oğullarını Apollon, kızlarını da Tanrıça Artemis, gümüş yayından attığı oklarıyla öldürmüşlerdir.
            HEPHAİSTOS: Zeus’un inek gözlü Hera’dan olan ve demirciler tanrısı oğludur. Çok çirkin ve de topaldır.
            ANDROMAKHE: HEKTOR’UN karısıdır. Truva düşünce, Aşil’in oğlu Neoptalamos tarafından Thebai’ye götürülür.
            PENELOPE: (Penelopela):İkaros’un kızı ve Kral Odyseus’un da karısıdır. Yirmi yıl, denizlerde dolaşan Kocası Kral Odyseus’u İthake sarayında beklemiştir. Namusu ve sabrı ile de çok ünlüdür.
            Enuma Eliş: Yaratılışı da içeren bir Mezopotamya destanıdır.
            KYBELE: Ana Tanrıça geleneğinin ilki ve başıdır. Hıristiyanlığa yansıyan Maria Mater, Göklerin Anası inancının da temelidir. Kültepe tabletlerinde Kubaba, Lydia ‘da Kybele—Kibele--,Phrygia’da Kybele, Hitit kaynaklarında da Hepat olarak adlandırılır.
            Anadolu’da Ma; Sümerlerde Marianna; Hitit’te Arinna, Mısır’da İsis, Syria’da lat, Girit’te Rhea, Efes’te Artemis,İtalya’nın bazı yörelerinde Venüs olarak adlandırılır.
            Kybele, Attis’(Attes’)e Delicesine tutkundur. Attis, Midas’ın kızı ile evlenmek üzereyken, karşısına aniden çıkarak Attis’i çıldırtır. Çılgın Attis, erkeklik uzvunu keser; akan kanlardan Manisa Lalesi—Anemon—oluşur. Kybele Dinin tapınakları dikdörtgen biçimindedirler.—Kâbe—Kybele Dininin Başrahipleri de mabetlerinin etrafında dönerek vecde gelip, takım ve taklavatlarını dibinden keserlerdi. Sünnet geleneğinin başlangıcının bu inanca dayandığı iddia edilmektedir. Ama Avustralya yerlileri, Aborjinlerde de sünnet geleneği vardır.
            Sevgilisi Attis’in ölümüne çok üzülen Kybele, oğlu Zeus’a yalvararak, onun çam ağacı olarak yeniden dünyaya gelmesini sağlar! Yılbaşındaki çam ağacı ile süslemek geleneğinin de bu efsaneye bağlı olduğunu söyleyenler de vardır.
            ANTİGONE: Sofokles, Antigone Tragedyasını 80 yaşında iken yazmıştır. Tebai Kralı Oidipus bilmeden babasını öldürdüğü gibi, anası İokaste ile de bilmeden evlenmiştir. Bu evlilikten Eteoklas, Antigone ve Palineikes dünyaya gelmiştir. Thebai tahtını paylaşamayan iki kardeş savaşırken ölürler, Tahta dayıları Kreon geçer. Oidipus anasının dikiş iğnesiyle gözlerini kör eder; Antigone onu yıllarca şehir, şehir gezdirir. Antigone, dünya tarihinin en yiğit kadınlarından birisidir. Dayısı Kreon’a:”Ben dünyaya sevgiyi paylaştırmaya geldim!” Diye haykırır. Sonunda da bir mağarada intihar eder.”Kaynak: Mitolojik Sözlük, Rahmetli Azra Erhat.
           

           


           
           
           

           
           

İzleyiciler

Blog Arşivi