24 Mart 2010 Çarşamba

45- GERÇEK NİYETLERİ SÖYLEDİKLERİ GİBİ DEĞİLDİR!

Osman Türkoğuz

İzmir

10 Haziran 2008

45- GERÇEK NİYETLERİ SÖYLEDİKLERİ GİBİ DEĞİLDİR.

Gerçek niyetlerini söyleyenlerin başarı şansları hiç olmamıştır. Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in gerçek niyetini bir kendisi biliyordu. Gerçek niyetinden, ne Miralay İsmet’in haberi vardı, ne de sınıf arkadaşı Ali Fuat’ın haberi vardı.

Yalınız;7/8 Temmuz 1919 gecesi, Mazhar Müfit’e yapacağı işlerin birkaç maddesini yazdırmıştı. Yazdırdığı şeylerin sır olarak kalmasını istemişti.

Mustafa Kemal’in yazdırdıklarının gerçekleşmesinin mümkün olamayacağına inanan Mazhar Müfit: ”Bu kadar hayalperestlik yeter.” diyerek, defterini cebine koyarak, odasına çekilmişti.

Yeni bir ordu kurup, İstanbul üzerine yürüyeceği haberini gizli tutamayan Genç Osman’ın felâketini bilmeyenimiz var mı?

Sayın R.T.Erdoğan, Sayın A. Gül ve ayni yarış pistinde koşanlar, bu öyküyü bizlerden çok daha iyi bilirler.

Korsikalı Küçük Onbaşı Napolyon Bonapart. ”Aptallar niyetlerini saklayamazlar. Niyetleri belli olanların başarı şansları da yoktur.”demiş.

Birinci Dünya Savaşı’nın Onbaşısı, İkinci Dünya Savaşı’nın Führeri: -Başbuğu-“Kendinizin de inandığınız büyük bir yalana inanmayacak insan yoktur.” buyurmuştur. Bu sözün doğruluğunu, Alman Milleti’ni ölüme sürükleyerek kanıtlamıştır.

Halkın gözünün içine bakarak, yüksek perdeden, söylenen yalanlara kanmayacak kimsenin olmadığı matematiksel bir gerçektir.

Danıştay dairelerinden birisinin, seçim propagandaları sırasında ortaya atılan vaatlerin uygulama olanağının olamayacağı hususunda bir kararı olduğunu sanıyorum. Ben, kişisel olarak, 1946’dan beri çok yalan vaatlerin ortaya atıldığına tanık olmuşumdur.

“Döverim ha!”, ”Ananı, bacını öperim ha!” tehdidi, eylem haline sokulacak bir niyetin ifadesi olmayıp, muhatap üzerinde, egemenlik kurmanın bir yöntemidir.

Şimdilerde; Türkiye Cumhuriyeti’nin parasını, sahte evrak düzenleyerek zimmetine geçirmek suçundan, deniz kenarındaki malikânesinde istirahat’a hüküm giymiş olan Hoca N. Erbakan bir lâf etmişti de yer yerinden oynamıştı: ”Kanlımı, kansız mı geleceğiz; zamanı gelince belli olur.” demişti.

Bu söz, inananlarına kendisini güçlü göstermeye ve karşı tarafta korku yaratmaya yönelik bir sözdür.

Bunun yanıtı. ”Nereye ve ne ile geleceksin, Aslanım?” olmalıydı. Bu, plan ve tasarı haline getirilmiş bir niyetin ifadesi olamaz. Bu bir niyetin ifadesiyse; sahte makbuzla Türkiye cumhuriyetinin parasını hortumlama saflığında bulunan Sayın N. Erbakan, bu denli aptal olamaz.

Derik ilçemizin bir dağ köyüne gitmiştim. Simsiyah karasinek bulutundan kaçarak kurtulabilmiştim. Soluk soluğa peşimden gelen köylüler, bu kaçışıma bir anlam verememişlerdi. Niçin bu sineklerle mücadele etmediklerini sorduğumda: ”Öldürmekle başa çıkamadık. Onlar bize, biz de onlara alıştık .” demişlerdi.

Her yer, pislik içersindeydi. Hayvan ve tavuk ölüleri, köyün ortasındaydı. Çocuklar, çadırların kenarlarına pislemişlerdi. Peynir tulumları ile yüklü eşeği ile köye giren bir kadını sinek bulutları kaplamıştı.

Çevremizde, durgun su göletleri dururken; evimizin içersinde, sivrisineklerle mücadele için avuç dolusu paralar harcarız. Büyük ve küçük yerleşim yerlerimizi KAPKAÇÇILAR sarmış iken, adım başına güvenlikçi dikmekle çareler ararız. Ülkemizin dört bir yanını ÇAĞDIŞILIK sarmışken; HÜRRİYET VE DEMOKRASİ türkülerinden medet ummaktayız.

Her türlü suçu işleyenler, kapaklarını T.B.M.MECLİSİ’NE atarak, DOKUNULMAZLIK KALELERİNE sığınırken; ”ne yapalım dokunulmazlıkları var.” Söylemleri ile Halkımızı aldatırız.

Her şeyin insan için olduğunu; Hukuk’unda, Dini’nde, insan için var olduğunu göz ardı ederiz. Dini özünden soyutlayarak, şekilciliğe büründürüp, insan’ın din için yaratılmış olduğu masalıyla, insanlarımızı birbirlerine düşman ederek, servetler ediniriz.

İnsancıklarımızı kandırmak için renkten renge girmekte hiçbir sakınca görmeyiz.

1957 Genel seçimlerinden önceydi; ikisi de Rahmetli olan Tevfik İleri ile Samet Ağaoğlu, Norslu Sait’in elini öpmek için Isparta’ya gelmişlerdi. Tevfik İleri, Milli Eğitim Bakanlığında da bulunmuştu. Isparta Milletvekili Tahsin Tola’ya Nur Risalelerini yayımlatmışlardı.

Bana inanmayanlar, Akis Dergi’nin (14)’üncü sayısına bir göz atsınlar.

Gözden düşen Rahmetli T. İleri, sütten çıkmış bir kaşık olarak: ”Politikada yay gibi olmak gerekmiş. Ben çok hata ettim, ok gibi oldum” diyebilmiştir.

Sayın R.T.Erdoğan’ın vazgeçilemez ve değiştirilemez Milli Eğitim Bakanı Doçent Hüseyin Çelik Beyefendi de: ” Zamanında Sait’i Norsî dinlenseydi, ülke bu hallere düşmezdi.” diyebilmektedir.

Benim bu duru görüden anladığım: “Ülkemiz param parça olurdu, önceleri kurdurulan eyaletler, egemen birer devlet olurdu!” şeklindedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı, ancak ve ancak böyle konuşur diye düşünüyorum.

Neden böylesine dipten ve derinden gittiğimi de açıklayacağım. Şimdi, izin verirseniz buraya kadar anlattıklarımdan bir sonuç çıkartalım: Yalınız tahılla beslenen aptallar, sonuçlarla mücadele ederler. Et ile beslenen akıllılar da NEDENLERLE mücadele ederler.

BİN adet Yabani Manda Gurubu’nun içersine giren BEŞ Aslan, canlarının istediği Mandayı öldürürken, (999) Manda da olayı seyreder.

1980 öncesindeydi; görevli bulunduğum şehrin duvarlarına, cetvelle çizilmiş gibi yazılar yazılıyordu. Sayın Valimiz: ”Önemi yok, sildiririz.” diyordu.

Duvar yazısını yazanlar belli kişilerdi, onlara dokunan da yoktu. ”TÜRK İntikam Tugayı” yazısını yazan üç kişi ise, bu yazıyı okuyanlar, şehirde (5.000) militan var sanıyorlardı.

Çok büyük bir adam, bana sordu: ”Komutanım, bu yazıları kimler yazıyor?”

“Affedersiniz, yaşanmış bir öykü anlatacağım, dedim, öyküyü anlatmaya başladım.

Kızların yüksek başlık parası ile satıldığı bir köyde; çok sayıda kız ve oğlan evde kalmış. Mehmet Ağa, dört kızını iyi başlık parası ile evlendirmiş. Dört kız da kız çıkmadıkları için geri gönderilmiş. Beşinci kızının düğününü yapıp, gerdek sonucunu beklemeye başlamış. Gece yarısı, yeni damat, kapıya dayanmış, Yanında da gözü yaşlı yeni gelin varmış. Damat, yeni gelini evden içeriye iteleyerek: ”Baba, bu kızın kız değilmiş, alda hayrını gör”; deyince, Mehmet Ağa ellerini başına götürerek: ”Yahu, Damat, bunun anası da kız çıkmadıydı. Kim beceriyor bunları?” diyerek bağırmaya başlayınca; damat: ”Sonuçlara ağlayıp, sızlanmak, küfürler etmekle bir yere varılamaz. Bu işlerin nedenini ve faillerini bulmamız gerek.” demiş, arz ederim.” dediydim.

Bizler, bir şarkı tutturmuşuz: “İç ve Dış Mihraklar.” Buradan da bir sonuç çıkarmak için, E. Prof.Dr. Neda Arman er’in bir makalesine başvuralım. Bu makale, Cumhuriyet Gazetesi’nin 12, Aralık,1971 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

“Din eğitiminde önemli olan sorun hiçbir zaman din değil; dinin sunuluş biçimidir. Kişinin düşünce formasyonu din bilgisinden çok, bu bilgileri telkin edenin etkisi altındadır da denilebilir.

Ayrıca insanların kişiliğinin oluşumunda yalınız gençlik yıllarında öğrendiklerinin önemi daima duyulur ve bilinir. Bu noktaya değinen büyük eğitimci J.A.Comennus (1629-1670)’in verdiği şu örnek bir gerçeği açıklar. ”Bir boya ile ilk defa boyanmış bir yün; boya’nın rengini öyle sağlam bir tarzda emer ve alır ki; o’nu artık ikinci defa başka bir renge boyamak kolay olmaz. Bir yaş ağaç, bükülerek kolayca çember haline getirilebilir, fakat kuruduktan sonra bu çemberi düzeltmek ve ağacı tekrar eski haline getirmek istersek kırılır. Tıpkı bunun gibi; ilk izlenimler, insan ruhunda öyle sağlam, kuvvetli ve derin izlenimler bırakır ki; onları beyinden söküp çıkarmak, adeta imkânsızdır. Esasen bu işlemleri; beyinden söküp çıkarmak değil; sadece değiştirmek mümkün olsaydı, bunu hayretle karşılamak gerekirdi.”

Mili Nizam, MSP. Ve Refah Partisinin ve onların mirasçılarının niçin Kur’an Kursları’nın ve İmam –Hatip Liseleri’nin alt ve üst kısımlarının peşinde olduklarını anlatabildim mi?

Bugün, sosyoloji ve toplum bilimlerinin varmış oldukları sonuçlara, gözlemci bir bakışla, eski toplumların da ulaştıklarını biliyoruz. ”Bir insan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur.”; “Ağaca çıkan keçinin ağaca çıkan yavrusu olur.”; ”Kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al”.

Bir insanın ruhsal yapısı YEDİ YAŞINA KADAR ŞEKİLLENİR. Yedi yaşından sonra verilmek istenen bilgilerin formatını ilk alınan bilgiler oluşturur.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin devlet içersinde örgütlenmesinde, yukarıda anlatmak istediğim kişilerden yararlanılmaktadır. Bu kesimin politikacıları, sıkıştıkları zaman “ GÖMLEK DEĞİŞTİRDİM” demektedirler. Hiçbir kimse çıkıp: ” Yılan ve Tilki, her sene gömlek değiştirse de, Yılan yinede o eski yılandır. Tilki yinede eski tilkidir.” diyememektedir.

İlk defa, R.T.Erdoğan’dan, ”Milli görüş gömleğini çıkardım” sözünü dinlemiştik. Kafa aynı kafa; ruh aynı ruh. Kabahat gömlekte mi?

Yahudilerin günah keçisi inancı vardır. Bir senelik günahlarını bir keçi’nin sırtına yükleyip, o keçiyi bir uçurumdan aşağıya atarak günahlarından kurtulmuş olurlar. Bu keçili olaya da Skapogo at.

İzin verirseniz, bu gömlek değiştirme olayına da ”Suçu Gömlek’e at.”

Sayın R.T.Erdoğan’ın gömlek değiştirme olaylarına bir bakalım:

1994- Elhamdülillah ŞERİATÇIYIZ:

1995- Ben, İstanbul İmamıyım.

1996- Mayo reklamı Şehvet sömürüsüdür.

2005- Demokrasi amaç değil, araçtır.

2006- Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir.

2006- Türban’da söz hakkı ULEMANINDIR.

TÜRK ULUSU’NA VE DÜNYA’YA, İSPANYA’DAN SESLENİŞ:

2008- Türban velev ki siyasi bir simge olsun yinede özgür olmalı.

Sayın Ahmet Necdet Sezer’in onaylanmasını sakıncalı bulduğu BİNLERCE kararnameyi, büyük bir kararlılıkla onayladığı için Çankaya Noteri unvanı verilen Sayın A. Gül’ün söylediklerini, uzun uzadıya yazarak yorulmak istemiyorum.

Bir İngiliz gazetecesine verdiği demecini yalanlamasının doğru olmadığı ortaya çıkan Sayı Gül, Şöyle demişti: ”Dağlara ve taşlara,” NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” ilkelliğini yazdılar.” Bugün; Anayasa’yı değiştirmek ateşiyle yanıp tutuşanların, namus ve şerefleri üzerine ettikleri yemini, yemin olarak, biz de edelim:

Anayasa Madde-81 “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Fatih Sultan Mehmed’in talihsiz oğlu Cem sultan döneminde, Katolik Kilisesi’nin başında Aleksandır Borciya isimli bir Papa bulunuyordu. Oğlu Sezar Borciya ve kızı Lükres Borciya, ahlaksızlıkta babaları ile yarış ediyorlardı. Makyavel adlı bir Bilgin, Sezar’a devlet yönetimi hakkında bir kitap yazıp vermişti. Türkçe’ ye Hükümdar adı ile tercüme edilen bu kitap, çok önemli şeyler söylüyordu: “Gayeye varmak için tutulan her yol meşrudur.”

Bu öğüt, iktidara geçmek için her türlü eylemin yapılmasını meşru saymaktaydı.

Ayrıca; Kuran’ı Kerim’in (16) ıncı Hurma Suaresinin (106) ncı ayeti de, işkence, baskı ve ölüm tehdidi altında kalan Müslümanların inançları dışındaki fikirleri de kabul etmiş görünmelerine izin veriyordu.

Şeriat özlemcileri bu iki öğüdü cankurtaran simidi yaptılar. Afganistan’da, Suudi Arabistan’da ve çağdışı Müslüman ülkelerindeki kitlesel öldürmeleri Tanrımızın emirlerine uygun buluyorlar.

ATATÜRK’ÜN; demokratik, lâik ve sosyal hukuk Cumhuriyetinde yaşamayı da, kendilerine yapılmış zülüm sayıyorlar.

El-Nahl Suresinin (106)’ncı Ayeti’nin Müslümanlara vermiş olduğu bu yetkiye TAKİYYE,-TAKİYE, TAKİYA-denilir.

İran’ın Şii İmamlarına göre, Müslümanlığın % 99’u Takiyyedir!

Okullarda ve her kesimde reklamı yapılan Norslu Sait, Şafii Mezhebinden ve Nakşibendî Tarikatı’nın Halidiyye Kolundandır. Yeniliklere karşı tüm ayaklanmaları Nakşibendîler çıkarmıştır.

Müslüman ülkelerde; kölelikten kurtulma, çağdaş, ileriye dönük ve bağımsızlık için yapılan bir ayaklanma gösterebilir miyiz?

Anlatmaya çalıştığım kesimin tüm davranışları; peygamberleri, hükümdarları, bilginleri ve kendilerini doğuran kadınları aşağılamaya yöneliktir. Köleleştirilen kadınların, İslam ülkelerinde gözlemlendiği gibi, köle doğuracaklarını düşünen de yoktur.

Rus İhtilali’ni gerçekleştirirken, Lenin’in ortaya koyduğu: ”İki adım ileri, bir adım geri ” kuramına da uymazlar

Gidebilecekleri yere kadar ilerleyip, yeni mevziler kazanma fırsatını kollarlar. Oldukları yerlere adeta yapışırlar.

Norslu Sait’in emrine harfi harfine uyarlar. Gandi Pasifiz mini uygularlar. Anıtkabir’e gidip, çelenk koyarak saygı duruşunda da bulunurlar. Yeri gelince de, gözyaşları içersinde, (85) senelik zulümlün sona erdiğinden söz ederler.

Bizans’ın ve Arapların kurtarıcı bekleme umudu, benliğimize yerleşmiştir. Romalı bir Bilgin’in: ”Yalınız köleler, başkaları tarafından kurtarılmayı beklerler”, sözü genişletilerek güncelliğini korumaktadır.

ATATÜRK: ”Beni inkâr edeceksiniz ve hatta küfürle yâd edeceksiniz. Hinde, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim, oralarda filizlenip, gelip yinede, sizi boğacaktır.” sözünü boşuna mı söylediğini sanıyorsunuz?

Bir olay’ın nedenleri değiştirilmediği sürece sonuç, hep ayni çıkar. Meydana gelmiş sonuçlardan sonuca gitmek isteyenlerin başarısızlığa uğradıkları meydandadır. Nedenleri çözenler, sonuçları da çözmüş olurlar.

Cümle âlem, nedenler yaratarak üstümüze, üstümüze gelirken, ortaya çıkacak sonuca göre çareler aramak, kendimizi aldatmak olur.

44- DİPLOMAMI TERS ASTIM

OSMAN TÜRKOĞUZ

Çeşmealtı

16. Temmuz. 2008

44- DİPLOMAMI TERS ASTIM.

Rahmetli Hüseyin Seyfullah, Tanrı dağlarında at koştururken, sağ elinin serçe ve işaret parmakları ile KURT BAŞI yapardı. Sonraları, birden bire, Kurt Başları kayboldu.

Merak buya; bu kayboluşun nedenlerini araştırmaya başladım.

Ergenekon ‘dan Dedelerimize yol gösteren hayvanın KEÇİ olduğu anlaşılmış.

ASENA, KURT değil, bildiğimiz, inatçı olduğu kadar da sevimli, KEÇİ YAVRUSUYMUŞ.

Sonraları da, Çok Kıvrak, ASENA adlı bir kadın Keçi Yavrusunun pabucunu Tanrı Dağlarından, en sonunda da, ERCİYAS’ TAN atmış.

”Asrımızda; kavramanlar nasıl da hızla değişiyor,” diye düşünürken, bu defa karşıma yeni bir Ergenekon çıktı.

Bendeniz, asker çıkışlı olmama karşın, askeri yönetimlere iyi gözle bakamam.

Hani, ünlü bir öykü vardır: ”Vallahi hiçbir şey bilemez amma, dedüğüm dedüktür.”

1980 Askeri Yönetiminde; Zonguldak İl Jandarma Alay Komutanı idim. İl Emniyet müdürlüğünü de İl Jandarma Alay Komutanlığına bağlamışlardı. İlk yaptığım iş; oturup, “Sıkıyönetim Hukuk’u “ adlı bir kitap yazarak, Jandarma ve İl Emniyet Müdürlüğü birimlerine ve personeline bedava dağıtmak oldu.

Tüm soruşturmalara bu kitabım ışık tuttu.

”Gözetim altına aldım;” “Kapattım,” gibi bir kelimeye sığdırıverilen işlemlerden çok uzaktık.

Soruşturma dosyaları üzerinde, incelemeden sonra, Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı kararını verirdi.

Salıverme de, mutlaka bir karara dayandırılırdı. Sıkıyönetimi, kılı kırk yarmak, ince eleyip, sık dokumak anlamında almıştık.

Şimdi, bu Ergenekon Tahkikatına bakıyorum da, tüylerim diken, diken oluyor.

Bu nasıl iş; bu nasıl hukuk, bu nasıl gizlilik, bu nasıl insan haklarına uygunluk?

Yazılı ve sözlü basınla ortak yürütülen bir soruşturma. Dünya Hukuk Tarihinde var mı?

Burada, kesinlikle POLİTİK BİR UYGULAMA ve POLİTİKACI- HUKUKÇU DARBESİ var.

Burada; TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİNİ HALKIMIZIN GÖZÜNDEN DÜŞÜRME taktiği var.

Burada; meslekten atılan bir CİM SAVCISI’NIN rövanşı var gibi.

Burada, TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ MENSUPLARINA BİR MESAJ da var. ”Sakınınız HAAA!”

Burada, Türk Seçmenine de bir büyük mesaj var: ”Biz güçlüyüz, istediğimizi yaparız.”

Bu meselenin bir yönü, asıl tehlikeli olan ve hukuk’a hiçbir uygunluğu bulunmayan yönü de var: İşte bu yüzden, ben HUKUK FAKÜLTESİ DİPLOMAMI TERS ASTIM.

13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Bu iddianameyi iptal etmezse; DİPLOMAMI YAKACAĞIM, bunun başka yolu da yok.

Sanıklık bir HUKUKİ SIFATTIR. Bu sıfat, İddianamenin kabulü ile kazanılır; sanığın hakları ortaya çıkar.

Aylarca, Sayın RTE. Konuştu, Basın yazdı ve dahi Basın konuştu, YETKİSİZ KİŞİLERİN İTHAMLARI; MUHATAPLARINI KAMU VİCDANINDA MAHÛM ETTİRDİ.

Bu hukukun ve insan haklarının ayaklar altına alınmasından başka bir şey değildir.

Meydanlarda, soruşturma ile ilgisi olmayan birisinin ulu orta, boşluğa ve SANIK OLMAYANLARA KARŞI iddianame okuması görülmüş müdür?

İddianame MAHKEME salonunda; DURUŞMA GÜN VE SAATINDA ŞÜPHELİLERİN YÜZLERİNE KARŞI OKUNUR. Mahkeme Kurulunca kabul edilir ya da reddedilir. Bundan sonra, hukuki süreç başlar.

Yapılan HAK VE HUKUK DIŞI İŞLEMLER; ŞÜPHELİLERİ KAMU VİCDANINDA LİNÇ ETTİRMEYE YÖNELİKTİR.

Bir TÜRK İNSANI OLARAK BU DURUMU İNSAN ONURU İLE BAĞDAŞTIRAMIYORUM.

İstanbul C. Başsavcısı ve İddianameyi MEYVE VE SEBZE SATIŞ İLÂNI GİBİ OKUTANLAR; suç işlemişlerdir.

Bunların, HUKUK ADINA VE İNSAN HAKLARI ADINA HESABINI SORACAK YOK MUDUR?

ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİ NE HALLERE SOKULMUŞ!

Yazıktır ve ayıptır.

İzleyiciler

Blog Arşivi