25 Mart 2010 Perşembe

49- DİYANETİN GÖREVİNİ DIŞ ŞİLERİ Mİ ÜSTLENDİ?

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı
06 Eylül 2008.
49- DİYANETİN GÖREVİNİ, DIŞ İŞLERİ Mİ ÜSLENDİ?

“Bir dinin tabii olması için; akla, fenne, İlme ve mantığa uygun olması lâzımdır.”
“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki; Cumhuriyet sizden, FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR NESİLLER İSTER.” GAZİ M. KEMAL.

Emekli General CEMAL ERUC; benim Kuleli Asker Lisesinden sınıf arkadaşımdır. Sözü ve özü mert bir ATATÜRK ASKERİDİR.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtına, Komando tabur komutanı olarak, paraşütle atlayarak, katılmıştır. İsimsizliği tercih eden bir vatanseverdir.
Bana, ilginç bir ileti göndermiş: 14-21Ağustos. 2008 tarihleri arasında, Doğu Karadeniz Bölgesinde bir gezinti yapmışlar. Dünya Bankası tarafından BİOSFER ALANI OLARAK İLAN EDİLEN VE DESTEKLENEN CAMILI-MACAHEL-bölgesine de uğramışlar. EFELER KÖYÜNE DE gitmişler. İlköğretim Okulu’nun bahçesinde, çok modern üç tuvalet görmüşler. Tuvaletin kapılarına yazılan yazıların, dinin nerelere kadar el attığını göstermesi bakımından şoke olmuşlar.
Bu dinsel talimatı, aynen yazıyorum:
“TUVALETE GİRME ADABI.”
“1-ÖNCELİKLE ŞEYTANIN ŞERRİNDEN SIĞINILIR,”
“2-PANTOLON PAÇALARI SIVANIR,”
“3-TUVALETE SOL AYAKLA GİRİLİR,”
“4-HER TÜRLÜ TUVALET İHTİYACI, MUTLAKA ÇÖMELEREK YAPILIR,”
“5-TUVALETTEN SONRA, İYİCE TAHARET YAPILIR,”
“TAHARETE DİKKAT ETMEME, KABİR AZABINA SEBEP OLUR.”
“6-TUVALETTEN SONRA, BOL SU AKITILMALI, SİFON ÇEK,”
“7-TUVALETTEN SAĞ AYAKLA ÇIKILIR,”
“8-TUVALETTEN ÇIKTIKTAN SONRA SABUNLA ELLER İYİCE YIKANIR.”
“NOT: TUVALETLERİ NASIL BULMAK İSTİYORSAN ÖYLE BIRAK.”
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in çok ünlü saptamaları, Hürriyet Gazetesinin 01ekim 2003 ve 25 Şubat 2004 sayılı nüshalarını
Renklendirmişti.
Zerdüşt şöyle buyurmuştu:
“Eğer cumhuriyetin başında Bediiüzzaman-Norslu Sait Okur. O.t.o.- resmi makamlarca dinlenseydi, bugün ülkenin durumu şüphe yok ki böyle olmazdı. Maneviyattan yoksun olarak yetiştirilen doğuluların Kürtçü, batılıların da Türkçü olmamalarını beklemek iyimserlik olur.”
Osmanlı imparatorluğu zamanında, Türkçülük var mıydı ki, KÜRTLER (27) DEFA NEDEN AYAKLANDI? Biz, sizlerin ne demek istediğinizi bal gibi anlıyor ve biliyoruz.
Antakya’da görevli olduğum zaman, beni çılgına çeviren bir olayın tanığı olmuştum. İşimden evime geldiğim zaman, emekli bir yüzbaşının dünyalar güzeli kızını ağlamaklı bulmuştum. 24yaşında, gencecik bir Almanca öğretmeniydi. Milli Eğitim Bakanlığının açmış olduğu Almanya’da görev sınavını birincilikle kazanmış, sözlü mülakata gitmişti.
Ankara’dan, doğruca bizim eve gelmiş.
“-Sizi üzgün gördüm, mülakatınız nasıl geçti?”, diye sordum. Acı, acı güdü: “-GUSÜL APTESTİ YÜZÜNDEN, MÜLAKATI KAZANAMADIM”,dedi.
Üzüntüden baygınlık geçirmiştim. Gusül aptesinin FARZ VE SÜNNETİNİ sormuşlar. Kızcağız şaşırmış:
“Ben, 24 yaşında, bekâr bir kızım. Benim gusül aptesti ile ne gibi bir ilgim olur? Ben, Almanca öğretmeniyim; yazılı sınavı birincilikle kazandım. Bana Almanca ve genel kültür soruları sormanız gerekmez mi?” Deyince; ”ÇIK DIŞARI”, DİYEREK, SIFIR PUAN VERMİŞLER.
25 Ocak 1972 tarihinde, (92) sanıklı Nurculuk dosyasını Eskişehir Sıkıyönetim komutanlığına teslim ettim. Sıkıyönetim komutanlığı, dosyada belirlenen suçları, “Sıkıyönetimin ilanına neden olan suçlardan” kabul ederek; Kadir Mısırlı oğlunu ve (92) sanığı çeşitli cezalara çarptırdı. Sıkıyönetim Komutanı Rahmetli Orgeneral İrfan Özaydınlı, Hava Kuvvetleri komutanlığına sırası ve hakkı olduğu halde, sırf bu dava nedeniyle, Hava Kuvvetleri Komutanı yapılmadı.
1965 Genel Seçimlerinde, Sayın Süleyman Demirel ile Nurcular arasında yapılan Milletvekili kontenjan pazarlığı, 1977 senesinde, MİLLİ gazetede tefrika edildi. (Milli Gazete,20 Mart.1977 sayı:1503.)
Çok önemli bir devlet kuruluşunda görevli bir arkadaşım, Nurculuk üzerine yazılmış bir kitap hediye etti.
Kitabın Yazarı; Muğla İmam-Hatip Lisesi Müdürü Sayın Ali Gözütok idi. Muğla’ya, elini öpmeye gittim. Başbakanı Sayın Süleyman Demirel olan, M.C. iktidarı, Sayın Ali Gözütok’u müdürlük görevinden atmış. Sayın Ali Gözütok, güçbelâ, Ankara Çimento Fabrikasında bir işçilik bulabilmiş.
Bu kesitleri neden mi veriyorum? Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in, ”VATAN HAİNLİĞİ OLARAK KABUL ETTİĞİ DİNE DAYALI DEVLET KURMA GİRİŞİMLERİ, TÜM ENGELLERİ AŞA, AŞA BUGÜNLERE GELDİ. Mili Eğitim, tarikatların ellerine verildi. Sıra, Dış işleri Bakanlığında mı? Gazetelerimizi açtığımızda, gözlerimiz de fal taşı gibi açıldı: Dış İşleri Bakanlığına alınacak memurlara sorulan sorular; Diyanet İşleri Başkanlığı’na alınacak memurlara bile sorulamaz cinstendi.
Anayasa’nın (14)’üncü maddesi , “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmamasını,” düzenlemiş. Anayasamızın (24)üncü maddesi, gayetle açık bir biçimde, ”VI. Din ve vicdan hürriyetlerini” düzenlemiş: “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadet, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”
Şimdi; Avrupa birliğine girebilmek için öpmedik kapı eşiği bırakmayan Dış İşlerimizin yediği nanelere bakalım: Dış İşlerinin memur sınavı sorularını okuduğumda; bu gibi çağ dışı ve ATATÜRK DEVRİMİ’NE ters davranışların nedeninin, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru müdafaa hakkını kullanamamış olmasındandır dedim.
1957 Genel Seçimlerinden önce; Norslu Sait Okur, Isparta’da ikamet etmekteydi. Demokrat Partisi, kendisine Şevrole marka bir taksi hediye etmişti. Bu taksiyle, köy, köy dolaşarak Cumhuriyet Halk partisi aleyhinde propagandalar yapmaktaydı. Samet Ağaoğlu ile birlikte, devrin Milli Eğitim Vekili, Tevfik İleri Isparta’ya; TÜRK, TÜRKLÜK, ÇAĞDAŞLAŞMAK VE ATATÜRK DÜŞMANI BÖLÜCÜ BİR ŞİZOFRENİK KİŞİNİN ZİYARETİNE GELMİŞLERDİ.
Norslu Sait Okur, bu ikiliyi Eğirdir yolunda karşılayarak ellerini öptürtmüştü. Bu cümleden olarak; zamanın Başvekili-1924 Anayasamıza göre unvanı-Demokrat Partisi Isparta milletvekili, Senirkentli Dr. Tahsin Tola’yı görevlendirerek (R.N.K.) Risaleyi Nur Külliyatını bastırıp, dağıttırmıştı.
Rahmetli Mümtaz Soysal, o günlerde, üniversite öğrencisi kimliğine girerek, Norslu Sait Okur ile söyleşide bulunmuş, bu söyleşiyi de Ünlü AKİS DERGİSİ’NİN (14)’üncü sayısında yayımlamıştı.
Başvekil Adnan Menderes,1950 Genel seçimlerinden önce; Emirdağ’a gelerek, Norslu Sait Okur’un evinin etrafında tavaf etmişti.” Mustafa Coşturoğlu, “Sosyal Şizofreni.”
Sayın Süleyman Demirel’in, 1986 yılında, KÖPRÜ DERGİSİ’NİN (86)’ıncı sayısında bir söyleşisi yayımlandı.
Sayın Demirel,”okumadan hafız, yazmadan kâtip “olan bu bölücüyü âlim yapıp çıkmıştı.
Bugünlere, politikacı denilen çıkardan başka şey düşünemeyen kişilerin ATATÜRK’E yapmış oldukları ihanetleri nedeniyle geldiğimizi unutmayalım.
Bu ihanetlerin bu kadarla kalacağına inanacak kadar da saf olmayalım. Şimdide, izin verirseniz,
Şu bilinmesi farz ve ayın olan, tam Sayın Ali Babacanlık soruları görelim:
1-Ahrete inanır mısınız?
2-Haftada kaç kere Kur’an okursunuz?
3-Hz. Muhammed’in göğe çıktığına inanır mısınız?
Bu soruların bana sorulduğunu varsayıyorum:
”Sayın Baylar, bana böyle bir soru sorma hakkınızın olduğunu sanmıyorum. Bu sorulardan çıkardığım sonuca göre, sizler bu konularda şüpheler içersindesiniz. Ben Yüce Yaratanımıza inanıyorum; bu inancımı mesellere dayanarak irdeleme hakkında bulunanları şiddetle ve ayıplayarak kınıyorum. Öncelikle, üçüncü sorunuz için sizlere bir soru soracağım. ”Bir şeyin hediyesi, o şeyden büyük ve kıymetli olabilir mi? Bütün dinler, dünya üzerinde, dürüst bir şekilde, dost ve kardeşçe yaşamanın mükâfatı olarak, Cenneti müjdeliyorlar. Aslolan bu dünya üzerindeki yaşantı olmuyor mu? Sizlerle anlaşmanın zor ve mümkün olmadığını da biliyorum. Bir Anap milletvekiliniz, Cennette bulunacak erkek müminlere Bakire Huri, Dul Huri ve Gılman miktarını binlerle ifade etmişti. Müminelere ne düştüğünü söylememişti!
Bendeniz, Mareşal Gazi Mustafa kemal sayesinde, AKIL TOPLUMUNA ve AKIL ÇAĞINA MENSUBUM. Sizlerin, şekilleri ve efsaneleri din kabul eden; insan aklını ve iradesini çıkar amacı ile dondurmaya yönelik, kupkuru öykücülüğe dört elle sarılmış bir inanmış gözükmenin mensubu olduğunuza inanıyorum. Bizler, en kutsal inancımızı ve imanımızı AKLIN ERDEMLİ EMRİNE VERMİŞ, ATATÜRKÇÜ İNSANLARIZ.
Evimde, Fransızcası dâhil, çok sayıda KUR’AN’I KERİM var. Elmalılı Hamdi Hazır’ın Tercümesini ve Tefsirini ve Balıkesirli Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun” Kur’an’ı Kerim ve Meali Hâkim“ isimli eserini tercih ederim.
Osman Nebioğlu’nun, Ömer Rıza Doğrul’un, Emlak Bankası’nın, Besim Atalay’ın Kuran’ı Kerim tercümelerini de aşan Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün Kuran’ı Kerim tercümesi de, çok sık Başvurduğum kitaplardan birisidir.
Hafta’da kaç gün Kur’an okuyorsunuz? Sorusunu sizlere iade ettiğim gibi, tezelden, ALLAH İLE ALDATMAK’I okumanızı öneriyorum.
Gelelim Göğe çıkma olayına. Mısır’da, (27) Firavun sülalesi hüküm sürmüştür. Sizler, bunu tek Firavun’a indirger, bu Firavun’un Karısını da Müslüman kabul edersiniz. Müslüman Peygamberi Hz. Muhammed’den binlerce sene önce Müslüman bir kadın! Benim aklımda kaldığına göre.
( 108) Piramidi kimler yaptı dersiniz? Yalınız, aynı adı taşıyan (7) Kleopatra var.
Hazreti Muhammed’i Medine’li çocuklar taşa tutmuşlardı. Bir yakını gelip, kendisini çocukların tecavüzünden kurtarmıştı, Miraç olayı denilen olay, yorgun ve yaralı olarak yatan Hz. Muhammed’in rüyasında olmuştur. Bu olayın anlatımı İslam inancına ve insan aklına teredir.
Hz. Muhammed; Burak adlı bir Binit ile “Sidretül Münteha’ya “varır. Yüce Tanrımızın kapısında, mihmandar olarak Hz. Musa oturmaktadır. O zaman, Yüce Tanrımız bir eve yerleşmiş olmaktadır. Hz. Musa’nın yönlendirmesiyle, Yüce İslam Peygamberi, Ulu Tanrımızın huzurlarına çıkar. (50) vakit namaz kılmak ile vazifelendirilir. Hz. Musa: ”Bu kadar namazı senin ümmetin kaldıramaz”, diyerek, Peygamberimizi Ulu tanrımızın huzurlarına (5) sefer yönlendirir. Sonunda, Ulu Tanrımız, (5) vakit namazda karar kılar. Burada, Hz. Musa, Ulu Tanrımızın önlerine geçmiyor mu? (5) vakit namaz çok geldiğine göre, Kur’an’ı Kerimde: ”Ne bir eksik, ne bir fazla, sen yalınızca tebliğe memursun;” hükmüne karşın, sünnet namazları neyin nesi oluyor?
Sonra; Farz Namazları (20) rekât, Sünnet Namazları (21) rekât. Burada da, Hz. Muhammed öne geçmiyor mu? Hz. Musa’dan önce, Mihmandar kim idi ve niçin Hz. Musa ile yer değiştirdi?
Tarih bilimine göre; Hz. Musa, Firavun Birinci Setini’nin kızının bir Yahudi mimardan olan oğludur. Babası belli olmayan çocukların babası hanesine, ABDULLAH yazmak geleneği gibi, SUYLA GELEN kurumu da o çağın bir kurtuluş formülüydü.
Sümer devletini yıkan Sargon da gayrı meşru olduğu için, O’nun sıfatı da SUYLA GELENDİ.
Bir Sümer Türk’ü olan Hz. İbrahim, M.Ö. XX’inci asırda yaşamıştı. Mısır’a gittiği gibi, sahil yolunu izleyerek Sayda ve Sur bölgesine geçmişti. Hz. Yakup’un çocukları Filistin’den Mısır’a gelip gidiyorlardı. Hz. Musa, M.Ö. XIII’ üncü asırda yaşadığına ve Ulu Tanrımızın Mihmandarlığına gelecek kadar da akıllı olduğuna göre, parmak kadar çölde (40) yıl dolaşması garip değil mi? Sonra; Hz. Musa’nın tanrısı YAHVE’-YAHOVA-dir. İbrani kabilesinin rüzgâr tanrısıdır. Maddi anlamda, Miraç olayının gerçekleşebileceğine aklım yatmamaktadır.
Sayın Sınavcı Beyler; Çarlık Rus Ordusu YEŞİLKÖYE geldiği zaman; bizim hariciyecilerimiz, Rus Murahhaslarının geçecekleri yollara muskalar gömmekle meşguldüler.
Tanrı göstermesin, böyle felaketli günler için, muska yazacak memur mu arıyorsunuz?
Bizler, BOZKURT- LOTUS DAVASINDA; Lahey’de Fransızlara kök söktüren Mahmut Esat Bozkurt olmak için sınava geldik.
ATATÜRK TÜRKİYESİNDE, SİZLERİ AYIPLARIM.


48- BAYRAK, TÜRK BAYRAĞI, BAYRAĞIMIZ.

OSMAN TÜRK OĞUZ

İzmir

26 Haziran 2008

48- BAYRAK; TÜRK BAYRAĞI, BAYRAĞIMIZ.

Ulusal Bayramlarımızda, Ulusal Günlerimizde, ULUSUMUZUN KADERİYLE ilgili Gösterilerimizde ve Gurur verici bir başarımızın kutlanmasında; ellerimizde Türk Bayraklarıyla Meydanları doldururuz. Şehitlerimizin tabutlarının üzerine Türk Bayrağı sereriz. Mezarlığa giden yolları, Türk Bayrakları ile APAL ederiz. Evlerimizin ve iş yerlerimizin pencerelerinden Bayraklarımızı sarkıtarak, sevincimizi ve Ulusal Coşkumuzu dile getiririz.

Türk Bayrağı ile caddelerimizi ve meydanlarımızı doldurduğumuzda, her türlü yapay farklılıklar da, kendiliğinden ortadan kalkar.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN tanımına bürünürüz: ”Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yapan TÜRKİYE HALKINA, TÜRK MİLLETİ DENİR.”

Aynı ruhu ve aynı düşünceyi taşıyan tek insan olurda meydanları doldururuz.

Ülkemizde; hiç kimse alınmasın; sağda salaklar, ortada malaklar, solda da solaklar kendi türkülerini çığırmaktadır.

ATATÜKÇÜ geçinen bizler de, ”Ne olacak bu memleketin hali” türküsü söyleyerek, kurtarıcı beklemekteyiz.

30 Ekim 1918’den sonra, kurtarıcı bekleyen Türk İnsanı’na kurtuluşun kendi elinde olduğunu göstererek, Türkiye Cumhuriyetini kuran Gazi Mustafa Kemal’den ders te almış değiliz.

Bayrakla bütünleşen, ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE,” diyen Türk Toplumu’nun söylemek istediği şeyi de anlamış değiliz.

Ellerinde Türk Bayrağıyla, yüzlerine işledikleri Türk Bayrağıyla sokaklarımızı AL’A boyayan insanlarımızı ve Türk Bayrağı üzerinde, Şükür Namazı kılan Gençlerimizi görünce, derin düşüncelere daldım. Sizlere de, bu düşüncelerimden kırıntılar sunayım dedim.

Çift Davullu Düğün geleneğimiz, neredeyse kalkmak üzere. Yörük köylerimizdeki Gençler Odası geleneğimiz de unutuldu, gitti.

Çok küçük yaşlardaydım; çift davulların, köyümüzü inlettiği bir gece; ANAM beni düğün alanına götürmüştü. Meydan, lüks lambaları ile ve fenerlerle aydınlatılmıştı. Meydan’ın orta kenarında Efe başı oturmuştu; arkasında, Palalı bir muhafızın dimdik beklediği, Köy Sancağı dalgalanmaktaydı.

Aniden çıkan bir rüzgâr, bu sancağı devirmişti. Gençler telaşla ayağa fırlamış, orada toplananlar çığlık atmaya başlamışlardı. Davullar ve Zurnalar susturulmuş; nereden ve nasıl bulunup getirildiğini kimsenin bilemediği bir Koç, Bayrağın devrildiği yere yatırılıp, kesilmişti.

Bu işlem bittikten sonra da; Eski Muhafız, Efebaşı tarafından azledilerek, yerine yeni bir Muhafız görevlendirilmişti.

Ne olup bittiğini anlayamamıştım.

Rahmetli Anacığım: ”Yavrum Osman’ım, bu Türk Bayrağını Cavırlar böyle yerlere yatırmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, milletin önüne düşerek, binlerce şehit pahasına Bayrağımızı yerden kaldırdı, bizi de esirlikten kurtardı.” Dediydi.

O anda, MUSTAFA KEMAL, BAYRAK, HÜRRİYET ve VATAN kelimeleriyle bütünleşmiştim.

Çok sonraları; bölücü bir siyasi parti’nin Ankara’da yapılan genel kongresinde, tavandan sarkıtılan bir Türk Bayrağı fırlatılarak yere atılmıştı. Bu manzara karşısında, Başbakan Mesut Yılmaz’ın sesi ve soluğu kesilmişti.

Yaşlı bir Yörük’e takıldım. Aldığım yanıt, suratımda bin şamar olarak patladı: ”Siz ne diyorsunuz Beyim? Koç kurban etmek ne kelime. Biz, O ALBAYRAK UĞRUNA koç gibi Delikanlılarımızı kurban ediyoruz, KURBAN!”

Gelibolu Şehitliğinde yangın çıkmış; muharebe mevzilerimiz yanmış. Yedi sene önce çıkan orman Yangını’nı söndürmek için hayatını veren Orman Bölge Müdürü’nün babasının evinde çıkan yangın, tüm evi yaktığı halde, Türk Bayrağı ve şehidimizin fotoğrafı yanmamış.

Buna ne buyrulur?

Besançon şehrinde; Yaşlı bir Ermeni’nin evine giden Türk Öğrencilerini bir sürpriz karşılamıştır. Türkiye ile ilgili anılarla dolu odaya, Türk Bayrağının altından geçilerek girilmektedir.

Bizleri Basel Şehrine davet eden eski Osmanlı Vatandaşı Garabet; adres olarak: ”Kime, Türk Garabet derseniz, benim Mağaza’nın adresini size verir.” Demişti.

Çıktığımız yokuşun sol tarafında bulunan Büyük bir Halı Mağazası’nın camekânında Büyük bir Türk Bayrağı asılıydı. Bir Garson Kıza: ”Türk Garabet”, der, demez; Kızcağız, önümüze düşerek, mağazanın yerini tarif etmişti.

KIZILTEPE J.Alay Komutanlığı sancak subaylığına Rum Asıllı J.Asteğmen’ini atamıştım. Ailesini KIZILTEPE’YE çağırdıydı. Alay Sancağımızı dışarı çıkarırken ve yerine alınırken; J.Asteğmeni KARAGÖZOĞLU ve ailesi hıçkıra, hıçkıra ağlamışlardı.

Bugüne kadar, kimlere Türk Bayrağı hakkında ne sorduysam doğru ve doyurucu bir yanıt alamadım.

-1936 tarihli Bayrak Kanunu değişti. Hâlâ, ”Türk Bayrağı mutlaka YÜNDEN imal edilir”, diyenlerimiz var. Yeni Bayrak Kanunumuzun, 22Eylül 1983 kabul edilerek, 24 Eylül 1983 tarihli R.G.’ de yayımlandığını anlatıp, 25 Ocak, 1985 tarihli TÜRK BAYRAĞI TÜZÜĞÜ’NÜ okuyorum.

Anayasa Kitapçığının arkasında yazılı.

-Türk Bayrağı’nın geometrik çizimini bilen var mı? Fransız ve İtalyan öğrenciler, kendi bayraklarının geometrik çizimlerini, gözleri kapalı yapabiliyorlar. Nereden mi biliyorum, apaçık gözlerimle gördüm.

Sancak; Silahlı Kuvvetlerimizin onur timsalidir. Törenlerde, kendisine tören düzenlenenleri eğilerek selamlar. Bayrak, Ulusumuzun onurunu temsil ettiği için eğilmez.

1977 Genel Seçimlerinden sonraydı; bir ayağı Hıra Dağında olan; Tanrı Dağlarında at koşturan, Anadolu’da Mehter adımlarıyla yürüyen Rahmetli Türkeş, Başbakan Yardımcısı olmuştu.

Kara Kuvvetleri Komutanı Rahmetli Orgeneral Namık Kemal Ersin ile sınıf arkadaşı oldukları için araları gayetle iyiydi.

Birden bire; Komuta etmekte olduğum J.Alayı’na Üç Hilalli Osmanlı Kadırga ve Kalyonları’nın tıpkıbasım fotoğrafları geldi.

Bu fotoğrafların kışlaların münasip yerlerine asılmaları emrini de aldık.

Becerikli bir Asteğmeni görevlendirerek; bir gece içinde, üç hilalleri silip, tüm Osmanlı donanmasının Kalyon ve Kadırgaları’nın bayraklarını AYYILDIZLI hale sokmuştuk.

Bir Büyük Komutanım bana çok kızmış ve dahi sicil notumu düşürmüştü.

Ulusal sembollere bir siyasi parti sahip çıktığında; o ulusal sembol, ulusallığını, saygınlığını yitirerek bir siyasi parti’nin amblemine dönüşürdü.

Eskiden; öğrenciler için hazırlanan defterlerin arka kapaklarında güzel yazılar ve şiirler olurdu. Tüm kırtasiyecileri dolaştım, üşenmeden böyle bir defter aradım.

Defterin arka kapağında, Rahmetli Orhan Şaik Gökyay’ın BAYRAK ŞİİRİ bulunsun.

Bir kırtasiyeci: ”Beyefendi, ben uzun süredir kırtasiyecilik yaparım; bu gelenek kalkalı çok oldu, boşu boşuna yorulmayınız”, dedi.

Şimdi anladım, tarikatların, Fethullah Gülenlerin, Norslu Saitlerin, TAKİYYECİLERİN, Arap Bülbüllerinin başımıza neden musallat olduklarını.

”Dağa, Taşa Ne mutlu Türküm Diyene “ basitliğini yazdılar diyen AG’nin , ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE “diyenin köşküne nasıl gelip oturduğunu da anlayabilmiş değilim!

Bir genç: ”Beyefendi Amca, AG. Kimyada gümüşün simgesidir”, dedi. “Doğrudur Beyefendi oğlumuz, RTE’NİN simgesi altın sayıldığına göre; Noter olarak Çankaya’ya atadığının simgesinin de gümüş olması mantıklıdır.”Dedim.

Türk Toplumunun Türk Bayrağı ile bütünleşmesi; tüm problemlerimizin, bu Bayrağın altında ve bu Bayrağın temsil ettiği onurlu mücadele ile çözümlenebileceğinin işaretidir.

Gözleri görmeyenler, kulakları duymayanlar, akılları Ortaçağa takılıp kalanlar, uyudukları gaflet uykusu ile BU ONURLU HALKI uyutma sevdasından vazgeçsinler. Şimdi, bunlara seslenmek istiyorum:

-İhaleye Fesat karıştıranlar,

-Pirinç, nohut, şeker, yağ ve en sonunda, Karpuz dağıtarak Seçme İradesine fesat karıştıranlar,

-Öze yönelen, insanın özünü güzelleştiren İslam Dinini şekle, bir bez parçasına indirgeyerek, DİNİMİZE Fesat karıştıranlar,

-Anayasamızın (102) inci, (23) üncü ve (138) inci maddelerine Fesat karıştıranlar,

-Yüksek Yargımızın kesinleşmiş kararlarını AİHM’’YE şikâyet ederek Türk Bayrağı’nın temsil ettiği ONUR’A Fesat karıştıranlar,

-“Türkiye’de, Müslüman çoğunluk ta dini inanç özgürlüğünü kullanamamanın sıkıntısı içersindedir,” diyerek, Türkiye’nin onuruna Fesat karıştıranlar,

-Bağımsız Yargımıza, Ulusumuzun Onuru Türk Silahlı Kuvvetlerine, Öğretim Sistemimize, Çağdaşlığa, LAİSİZİM’E ve tüm ülkemize Fesat karıştıranlar! Kendi Fesadınızın kurbanı olacaksınız. ”Aklınızı başınıza alınız,” desem, boşuna gayret olur. Çünkü hafızalarınız ortaçağda kalmış. Bana, ne yapıyorsunuz? Demeyiniz; çünkü ben, Türk Bayrağı’nın onurunu savunuyorum.

Bir ulusun bireyleri, tüm kurum ve kuruluşları, hükümetleri, silahlı kuvvetleri, parlamentosu başını dik tuttuğu sürece, o ulusun bayrağı yükseklerde dalgalanır. Böylece de, o ulusun onuru korunmuş olur.

-Evlerine yiyecek alamayanlara, dağıtılan Bulgur, Kuru Fasulye, Nohut ve Şeker ile oy alanlar; sizi iktidara getiren MİLLİ İRADE değil; AŞURE İRADESİDİR.

BAYRAĞIM.

Ey! Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü

Işık, ışık; dalga, dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım

Sana benim gözümle bakmayanın, mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde, ne korku, ne keder,

Gölgende, bana da, bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar,

Yurda Ay-Yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,

Kızıllığında ısındık.

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün,

Gölgene sığındık.

Ey! Şimdi süzgün, rüzgârda dalgalı,

Barışın güvercini, savaşın kartalı,

Yükseklerde açan çiçeğim,

Senin altında doğdum,

Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim,

Yeryüzünde yer beğen,

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim.

Arif Nihat ASYA

CUMHURBAŞKANI FORSU.

Türk Bayrağı Yönetmeliği’nin (28) inci maddesi- “Cumhurbaşkanı forsu, (EK:4) te gösterilen ölçülere uygun olarak yapılır. Forsun sol üst köşesinde yer alan güneş ve yıldızlar sarı renklidir. Cumhurbaşkanının ikametgâhında, ziyaret süresince bulunduğu yerde, Bayrak direğine çekilir, gece ve gündüz çekili kalır, makam odasında çalışma masasının sol gerisine konur, içinde bulunduğu arabanın sol önünde, tepesinde ay yıldız bulunan kromajlı direğe çekilir.”

Benim soracağım soru bu yazdıklarım değildir. Bugüne kadar, bir Allah’ın kulunun bu sorunun yanıtını merak etmiş olduğunu göremedim. Belki de, ben, merak etmeyenlere rastlamışımdır. Cumhurbaşkanlığı forsundaki (16) yıldız ve Güneş neyi temsil etmektedir? Hiç bir Türk’ün evladı çıkıp ta bu soruma yanıt verememiştir. Bu, bu soruya yanıt verecek yok demek te değildir. İstediğimize rastlayamamak, o’nun yok olduğunun karinesi değildir.

Şans bu; senelerdir Milli Piyango Bileti alıyorum; büyük ikramiyeye rastlayamadım, “büyük ikramiye yok mu diyeyim.” Yoksa Firdevs’inin Gazneli Mahmud’un Sarayı’nın duvarına yazdığı dörtlüğü mü okuyayım?

Soruyu ben sorup, izninizle de, ben yanıtlayacağım. “Gazneli Mahmut’un denizinde bir İNCİ bulamamak, Firdevs’inin şansızlığının sonucudur!

Profesör Dr. Çeçen Yıldız’ın yayımlanmış bir kitabı var. ”Tarihte Kurulmuş Türk Devletleri. ”Bu kitaba göre (114) devlet kurmuşuz. Bunlardan (16) tısını birer yıldız sembolle, Cumhurbaşkanı Forsundaki, GÜNEŞ’İN etrafına yerleştirmişiz. Bu yıldızlar, hangi Eski Türk Devletlerini temsil ediyorlar?

Bendeniz, bunu bilmek zorunda olduğuma inanıyorum. Bunu Mustafa Kemal ATATÜRK yaptığına göre, bundan bir ders çıkarmamızın gereğine inanıyorum. Yanımda hiçbir evrakım da yok. Bir iki yanlış yaparsam affımı dilerim:

1-Büyük Hun İmparatorluğu,

2-Asya Hun İmparatorluğu,

3-Ak Hun İmparatorluğu,

4-Avrupa Hun İmparatorluğu,

5-Avarlar İmparatorluğu,

6-Gök Türk İmparatorluğu,

7-Kara Hanlılar devleti,

8-Uygur devleti,

9-Herzem Şahlar Devleti,

10-Büyük Timur İmparatorluğu,

11-Babür İmparatorluğu,

12-Altınordu Devleti,

13-Gazneliler Devleti,

14-Büyük Selçuk İmparatorluğu,

15- Anadolu Selçuklu devleti,

16- Osmanlı İmparatorluğu.

GÜNRŞ’TE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ temsil etmektedir.

47- BİRİSİ VURULUP DÜŞER DİĞERİ YERİNİ ALIR!

Osman TÜRKOĞUZ

İzmir

02. 07. 2008






                     BİRİSİ VURULUP DÜŞER; DİĞERİ YERİNİ ALIR;

                   ÖLEN DE, KALAN DA BİZDENDİR. SONUNDA;

                          LAİK CUMHURİYET BİZ’DE KALIR.





              Ortanca Kardeşim Süleyman Sami TÜRKOĞUZ, ansızın çıkıp geldi. ”Kötü bir olay mı var? Dedim. Gözlerini gözlerime dikip: ”Türkoğuzlar’da hiçbir şey yok. Ülkemiz için kötü olan şey, bizim için de kötüdür.” dedi.

Rahat konuşmasından tedirginliğim yatıştı; ama böyle gelişine bir anlam veremedim. Hal, hatır sorma faslı bittiğinde; ”Ne var, ne yok, anlat bakalım”, dedim.

-“Hangi birisinden başlayayım?” dedi

-“Askerlikte, en büyük tehlike, en yakın olan tehlikedir. Konuşmanı sıraya koymuşsundur, ben seni bilirim” dedim, rahatladı, konuşmaya başladı:

“- Sen bize yirmi senedir yazılar gönderiyorsun. Bunlardan çok yararlandığımı söylersem abartmış olmam. Kılık ve kıyafetine bakarak, adam gibi adam sandığım birisi, evimize kadar çıktı geldi. ”Osman Beyin yazılarını verirseniz ben de okumuş olurum”, dedi. Ben’de kalmış olan birçok yazın ile birlikte, ”NURCULUK” ADLI geniş kapsamlı kitabını ve Yengem HAMRET Hanım’ın “SÜLEYMANCILIK” adlı kitabını kendisine verdim.

Evimizde kaldığı süre içersinde; “Babasız ve Şekersiz Bırakmak” ve “Silahlı Kuvvetlere Müdahale, Ulusal Felâketlerin Habercisi midir?” konulu yazılarınızı okudu. Fotokopilerini istedi, köyümüzde fotokopi çekme olanağının olmadığını söyledim, ASA HABER’İN adresini verdim, İsminin Satılmış olduğunu öğrendiğim o adam, bırakıp, gitti.

Dün; kendisini Menemen’de gördüm. Seni, İrfan Konur TÜRKOĞUZ’U bir hayli övdü. ”Onlar benim kardeşlerim, övgüye lâyık olan, onları okutan Anam Âlime kadındır” dedim.

“-Benden sizlere bir dost nasihati, Ağabeyin Osman Türkoğuz’a selâm ve saygılarımı ilet. Bugünlerde, fazla ileri gitmesin”, dedi.

Hemencecik, Herifi, bir kahvehane’ye soktum, kitapları ve yazıları noksansız olarak aldıktan sonra: ”Şimdi beni çok iyi dinle ÇULU kuru,” dedim ve sazı elime, kelimeleri de dilime doladım:

“ -Askerliğinizi nerede ve kaç sene yaptınız?” diyerek söze başladım. Ikına, sıkına:

“ -Kısa devre olarak (28) gün yaptım. Tarkan ile birlikte,” dedi. Cebimden çıkardığım Anayasa kitabının (72)’inci maddesini açıp, okudum: ”Madde 72-Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir…”

Burada, şunlar şu kadar süre, bunlar bu kadar, süre, onlar da bu kadar süre Askerlik Hizmeti’ne tâbidirler diye bir hüküm var mı?

“-Doğru söylemek gerekirse, bendeniz, Anayasa’yı hiç okumadım”, dedi.

Bu adamın önerisi Tüm Türkoğuzlar’a yönelik olduğundan, hepimiz adına yanıtlamanın görevim olduğunu düşündüm.

Satılmış Bey, konuşmasını sürdürüyordu: ”Ülkemize demokrasi geldi, demokrasilerde böyle basit şeyler üzerinde durulmaz.” dedi.

Sözünü keserek:

-“Siz, (28) gün askerlik yaparak, bu şerefli hizmetten sıyrılıp, bir torpille de kendinize iyi bir iş bulmuşsunuzdur.

Ya,”Savaştan evvel Kartal’da Bahçıvan, Savaştan sonra, kolsuz ve bacaksız kalan yine Bahçıvanlar, n’olacaklar?”

Size, önce; yaşanmış bir öykü anlatacağım:

”-14 Mayıs.1950 tarihinde, Demokrat Partisi iktidara gelince, Oksfort Üniversitesinde okuyan bir Türk Genci, amfi’de Harmandalı oynamaya başlamış. Profesörün geldiğini de görememiş. Oyunu bittikten sonra, Profesör: ”Bayım, sizi çok keyifli gördüm. Size keyif veren şeyi anlatın da, bizler de sevinelim”, demiş.

O Türk Genci, gayetle keyifli bir surette: ”- Sayın Profesörüm, Türkiye’ye, ülkeme Demokrasi geldi. Onun sevinci ile oynuyordum;” deyince, şu şamar yanıtı almış:

”Şark’ta, oy ile gelenler, dipçik ile iktidardan giderler. Oyla gelenler, oyla gittikten sonra oynamalısınız”.

Demokrasi, işlem ve hukuki eylem farklılığı yaratmak değildir. Siz bizim adımıza korkmak yanlışlığını yapmışsınız. Demokrasi birazda, yontu rejimidir. Basit bir insandan bir devlet adamı yaratmaktır. İktidara geldiğinde de, bu devlet adamının fazladan bönlüklerini yontmaktır.

O devlet adamını, iktidardan düştüğünde, vatandaş olarak halkın içersine indirmektir.

Tony Blair, İngiliz vatandaşlığından geldi; İngiliz vatandaşı olarak halkına geri döndü.

Siz ve sizin gibiler, bir hiç balonundan bir lider yaratıp, O’nu şişirdikçe şişiriyorsunuz. Sonunda da O balonu GÜM! Diye patlatıyorsunuz.

Sokrat’ın savunmasını okumanızı öneriyorum. Biz Türkoğuzlar, sizin patlatmak üzere şişirdiğiniz O iktidar balonunun havasını almakla kendimizi görevlendirdik.

Gazi Mustafa Kemal’in yolunda ve O’nun uğrunda korkunun sözü mü olur? ULUBATLI HASAN, önünde ölenleri göre, göre; biraz sonra da öleceğini bile, bile, ÖLÜMÜ PAHASINA O BAYRAĞI O SURLARA DİKMESEYDİ İstanbul, Türklüğün Şehri olur muydu?

Kıbrıs çıkarmasında, Siirtli MEHMET ÇAVUŞ, üç yaşında kızını babasız bırakmak pahasına; (3037) metre yüksekliğindeki Beşparmak Dağı’na Türk Bayrağını dikmeseydi, Kıbrıs’a tatile gidebilir miydiniz?

-“Çanakkale Muharebelerinde; önündeki arkadaşının vurulup, şehit düştüğünü gören, biraz sonra, şehit olacağını bilerek, O ŞEHİT ARKADAŞI’NIN yerini korkuya kapılarak almasaydı; ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI’NI nasıl kazanırdık? Nasıl, ULUSAL VİCDANIMIZA sahibolabilirdik?

“-Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir;” sözünü törpüleyerek, bunu söyleyeni silkelemek, Ağabeyimin görevidir.

“-Vatan Haini Damat Ferit Paşa, Nemrut Mustafa, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Beyi ve Dırama’lı Rıza’yı astırdı diye, tüm Milliyetçiler korksalardı, şimdi siz burada olabilir miydiniz?”

Birisi Eşek gibi anırmak iddiasına girdi diye “Eşek üzerine yazı yazılmasın ,” buyuruyorsunuz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkçe konuşulur, Türkçe kavga edilir ve Türkçe sövülür, eğer sövülecekse.

Siz, Ulusal Kurtuluş Savaşında; Mekkâre Kollarının çalışmalarını okudunuz mu? Tüm cephelerimizin her türlü ihtiyaç maddelerini, silah ve cephanesini Eşek Kollarının taşıdığını biliyor musunuz?

Eşek gibi anırmak iddiasında bulunanların dedeleri İngilizler hesabına Türk Ordusu’nu arkadan vururken, hafife alınan O EŞEKLERİN, Mehmetçiklerle birlikte var güçleri ile çalıştıklarını biliyor musunuz?

Niçin onların da bir onur heykelleri dikilmesin? Kutülemmara Yenilgisi ile İngilizler (13) general, (450) Subay ve (13.000) Askerlerini Halil Kut Paşa’nın ordusuna esir vermişlerdi. Başkomutanları General Tawsent, Halil Paşa’ya: ”İkmal teşkilâtları EŞEKLERDEN OLUŞAN BİR ORDUYA ESİR DÜŞTÜĞÜM İÇİN ÇOK MÜTEESİRİM”, demiş; Halil Kut Paşa’nın bir Osmanlı Şamarı ile de yerleri öpmüştü.

“-Dağlara ve taşlara, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE, basitliğini yazdılar,” diyen kimseye; Türk Askeri’nin kanını ve canını vererek onurlandırdığı DAĞLARIN VE TAŞLARIN ,”NE MUTLU TÜRKÜM DiYENE “ diye haykırdıklarını duyurmak, BİZ TÜRKOĞUZLAR’IN görevi olmayıp ta, kimlerin görevi olsun?

“-Bizim, kişilerle, şununla, bununla bir ilgimiz yoktur ve olamaz da. Bir sürü gerici, hain ve çağ düşmanı kimseler, ÇAĞDAŞ SİSTEMİMİZİ yıkmakla uğraşırlarken; bir yığın gafil de, KİŞİ TUTMA SAVAŞLARI VERMEKTELER.

Bizler, Gazi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KURDUĞU; ÇAĞDAŞ, DEMOKRATİK ve LAİK HUKUK SİSTEMİ’NİN korunması savaşındayız. Bir sisteme sahip olmayan, Ahmet, Mehmet ve Baykal’ın kavgasında bizim yerimiz yoktur ve olamaz da.

Bizim Süleyman Sami Türkoğuz bir hayli konuşmuş. ”-Ağabey, dedi, biliyorsun ben Almanya’da kalmıştım. Bir polis komiseri ile çok sıkı arkadaş olmuştuk. O’na :”Hitler, nasıl oldu da Koskoca, Uygar Alman Ulusu’nun başına geçti?” diye bir soru yönelttim. Komiser, biraz durduktan sonra, aynen şöyle söylemişti: ”-Bir Alman Profesör, bu durumu şöyle açıklamıştır: ”Hitler, RAYŞTAK’I yaktırdı, tüm Alman Ulusu komünistlere düşman kesildik. Komünistleri yok ettiğinde, sosyalistler sustular. Sosyalistleri yok ettiğinde, Siyasi Partiler sustular. Siyasi Partileri yok ettiğinde, sendikalar sustular. Yahudileri yok ettiğinde, bizler sustuk. Bizi yok etmeye sıra geldiğinde de, geride konuşup, hakkımızı koruyacak kimseler kalmamıştı.” diyerek sorumu yanıtladı.

İki yaşlı KADIN‘IN Sarhoş Filip’e ve Kanunî’ye verdiği dersi de anlattım, senden öğrenmiştim. En sonunda; bize sık, sık uğra da ATATÜRK’Ü ve korkudan korkmamayı öğren dedim.” diyerek konuşmasını bitirdi.

-“ Bak Süleyman, dedim; önce Anayasamızın V111. Bölüm. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, fıkrasını açıp, okuyalım.

Madde 26-“ Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da fikir vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”

Bu Anayasamız, Türk Halkı’nın % 92,2’lik bir oy oranı ile onaylanmıştır. Bulgur, Nohut ve Fasulye’nin sağladığı 47,7’lik bir oy oranı ile de kabul edilmemiştir.

“- Bırakalım Yeni Ceza yasamızı, yürürlükten kaldırılan Eski Ceza yasamızın 486’ıncı maddesi: ”Haber ve yorumu suç olmaktan çıkarmıştır. Şimdi, bu yasal destekleri kullanmayıp, Şans Oyunları ile mi uyutulalım?

-Biliyorsun; ben, Türk silahlı Kuvvetlerinden Jandarma Albay’ı rütbesi ile emekli oldum. Tüm silâhlarımı, üniformalarımı ve rütbemi T.S.Kuvvetleri’ne teslim edip, KALEMİMİ yanıma alarak; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim.

Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Ordusu’na BİR ER OLARAK geri döndüm. Neden ve kimlerden korkacakmışım? Ben, seçenlerden birisiyim, seçilenlerden mi korkacağım? Asıl olan uygulanır, seçilenler benden korkmalıdır ve korkmaktadır.

-“Ananı al git”, diyerek, bir insana yakışmayacak sözü söyleyenin karşısında; beni ne ABD: ne de AB, bile susturamaz.

-“Dağlara ve Taşlara, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE, basitliğini yazdılar diyenden mi korkacağım! Bu sözün, o Böyyük Türk Böyyüğünü, nerelere getirecek diye bekledim. O’na da, Mareşal Gazi Mustafa kemal’in bir eri olarak gerekli yanıtımı vereceğim.

-Müslümanlıkla ilgisi ZEMZEM suyu satmakla sınırlı olan, ATATÜRK, ÇAĞ, İNSAN VE KADIN HAKLARI DÜŞMANI BİR SUUDİ’NİN ayağına, KALDIĞI OTEL’E, giderek, ATATÜRK’ÜN onurlu adını taşıyan ŞEREF MADALYASINI elleriyle ol ŞERİFİN! boyunlarına takanlara hesap sormayacak mıyız?

-“Tüm krallar ve devlet adamları, Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN huzurlarına geldikleri halde; O, hangisinin ziyaretini iade etmiştir? Tüm dünya devletlerini komşu kapısı yapanlara bunun hesabını sormayacak mıyız?

Daha uzun, uzun anlatıp ta, keyfini kaçırmayayım. Tutuklayacaklarmış, gözaltına alacaklarmış. Benim tüm yaptıklarım GÖZÖNÜNDE değil mi? Beni tutuklayacak olanlara:

-ATATÜRK’ÜN Bursa Nutkunu,

-06 Mart 1922 tarihinde, T.B.M.Meclisindeki konuşmasını,

-“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.” Sözlerini veririm.

ATATÜRK’Ü insan ve Müslüman olmanın ilk şartını da öğretmeyi ihmal etmem, dedim.

Sohbetimiz koyulaştıkça koyulaştı. Süleyman Sami TÜRKOĞUZ: ”Ağabey, şu iki Yaşlı Bayanın öykülerini bir daha anlat ta keyifleneyim ;” dedi.

-Sarhoş FİLİP, Büyük İskender’in babası ve Makedonya Kralıdır. Ayık gezdiği çok seyrek görülür. M.Ö.338 tarihinde, Horone Zaferini kazanır, savaş Meydanındaki Yunan ölülerinin üstünde dans eder.

Bir sabah, yaşlı bir Bayan, bastonuna dayanarak, huzuruna gelir. Kral Filip, Zilzurnadır. Yaşlı kadını dinlemez ”-Dışarı çık, defol!” diye de azarlar. Bastonuna dayanan O Yaşlı Bayan :” Seni şikâyet ederim, Filip!”, diye bağırır.

Gülmekten, kendinden geçen Kral Filip: ”Deli Karı’nın zoruna bak. Ben Makedonya kralıyım. Kimi kime şikâyet edecekmişsin?” diye bağırır. O Yaşlı Kadın, gayetle sakin; seni, yarın sabah AYIK FİLİP’E şikâyet edeceğim!”, deyince, Kral Filip’in Krallara yakışır bir şekilde yellendiğini, Aristo’nun yazdığı söylenir.

Kanunî Sultan Süleyman, Belgrat’a gelir, önceden kurulmuş bulunan OTAĞI HÜMAYUN’UNA kurulup, oturur. Sadrazam, DÖNME RUM Mehmet Paşa huzurlarına varır: ”Devletli ve Dehşetli Hünkârım, bir Koca Karı geldi; “ille de Huzuru Hümayuna çıkacağım” diye tutturdu. Nice ferman edersiz;” deyince, Ol Koca Kanunî’nin :” Alın bakalım, Huzuru Şahaneme, bu Koca Avrat ne dilermiş”, diye ferman etmesi üzerine, Ol Yaşlı Avratı huzura alırlar.

Kadıncağız, gerekli dualarını yaptıktan ve temennilerini bildirdikten sonra: ”Devletli Hünkârım, bu gece benim evim soyulmuş;” der. Koskoca Kanunî kükrer:” Bre kadın, uyursanız, eviniz tabii ki soyulur!” diye kükrer.

Yaşlı Kadın, parmağını Koskoca Kanunî’nin Kavuğuna doğru, ok gibi uzatarak: ”BİZ; DEVLETLİ UYUMAZ SANARAK UYUR İDİK. MADEMKİ DEVLETLİ UYUR İMİŞ; bundan kerri biz uyumayız”, deyince, Naîma: ” Ol çadırı Hümayun başımıza yıkıldı”, diye tarihe not düşmüştür.

-Ben, verdikleri sözlerini çiğneyenleri de, KENDİ VİCDANLARINA ŞİHAYET EDİYORUM:

Bu sevda ve bu kavga bitmez.

Bir ölürüz, BİN DİRİLİRİZ.

İzleyiciler

Blog Arşivi