25 Mart 2010 Perşembe

47- BİRİSİ VURULUP DÜŞER DİĞERİ YERİNİ ALIR!

Osman TÜRKOĞUZ

İzmir

02. 07. 2008






                     BİRİSİ VURULUP DÜŞER; DİĞERİ YERİNİ ALIR;

                   ÖLEN DE, KALAN DA BİZDENDİR. SONUNDA;

                          LAİK CUMHURİYET BİZ’DE KALIR.





              Ortanca Kardeşim Süleyman Sami TÜRKOĞUZ, ansızın çıkıp geldi. ”Kötü bir olay mı var? Dedim. Gözlerini gözlerime dikip: ”Türkoğuzlar’da hiçbir şey yok. Ülkemiz için kötü olan şey, bizim için de kötüdür.” dedi.

Rahat konuşmasından tedirginliğim yatıştı; ama böyle gelişine bir anlam veremedim. Hal, hatır sorma faslı bittiğinde; ”Ne var, ne yok, anlat bakalım”, dedim.

-“Hangi birisinden başlayayım?” dedi

-“Askerlikte, en büyük tehlike, en yakın olan tehlikedir. Konuşmanı sıraya koymuşsundur, ben seni bilirim” dedim, rahatladı, konuşmaya başladı:

“- Sen bize yirmi senedir yazılar gönderiyorsun. Bunlardan çok yararlandığımı söylersem abartmış olmam. Kılık ve kıyafetine bakarak, adam gibi adam sandığım birisi, evimize kadar çıktı geldi. ”Osman Beyin yazılarını verirseniz ben de okumuş olurum”, dedi. Ben’de kalmış olan birçok yazın ile birlikte, ”NURCULUK” ADLI geniş kapsamlı kitabını ve Yengem HAMRET Hanım’ın “SÜLEYMANCILIK” adlı kitabını kendisine verdim.

Evimizde kaldığı süre içersinde; “Babasız ve Şekersiz Bırakmak” ve “Silahlı Kuvvetlere Müdahale, Ulusal Felâketlerin Habercisi midir?” konulu yazılarınızı okudu. Fotokopilerini istedi, köyümüzde fotokopi çekme olanağının olmadığını söyledim, ASA HABER’İN adresini verdim, İsminin Satılmış olduğunu öğrendiğim o adam, bırakıp, gitti.

Dün; kendisini Menemen’de gördüm. Seni, İrfan Konur TÜRKOĞUZ’U bir hayli övdü. ”Onlar benim kardeşlerim, övgüye lâyık olan, onları okutan Anam Âlime kadındır” dedim.

“-Benden sizlere bir dost nasihati, Ağabeyin Osman Türkoğuz’a selâm ve saygılarımı ilet. Bugünlerde, fazla ileri gitmesin”, dedi.

Hemencecik, Herifi, bir kahvehane’ye soktum, kitapları ve yazıları noksansız olarak aldıktan sonra: ”Şimdi beni çok iyi dinle ÇULU kuru,” dedim ve sazı elime, kelimeleri de dilime doladım:

“ -Askerliğinizi nerede ve kaç sene yaptınız?” diyerek söze başladım. Ikına, sıkına:

“ -Kısa devre olarak (28) gün yaptım. Tarkan ile birlikte,” dedi. Cebimden çıkardığım Anayasa kitabının (72)’inci maddesini açıp, okudum: ”Madde 72-Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir…”

Burada, şunlar şu kadar süre, bunlar bu kadar, süre, onlar da bu kadar süre Askerlik Hizmeti’ne tâbidirler diye bir hüküm var mı?

“-Doğru söylemek gerekirse, bendeniz, Anayasa’yı hiç okumadım”, dedi.

Bu adamın önerisi Tüm Türkoğuzlar’a yönelik olduğundan, hepimiz adına yanıtlamanın görevim olduğunu düşündüm.

Satılmış Bey, konuşmasını sürdürüyordu: ”Ülkemize demokrasi geldi, demokrasilerde böyle basit şeyler üzerinde durulmaz.” dedi.

Sözünü keserek:

-“Siz, (28) gün askerlik yaparak, bu şerefli hizmetten sıyrılıp, bir torpille de kendinize iyi bir iş bulmuşsunuzdur.

Ya,”Savaştan evvel Kartal’da Bahçıvan, Savaştan sonra, kolsuz ve bacaksız kalan yine Bahçıvanlar, n’olacaklar?”

Size, önce; yaşanmış bir öykü anlatacağım:

”-14 Mayıs.1950 tarihinde, Demokrat Partisi iktidara gelince, Oksfort Üniversitesinde okuyan bir Türk Genci, amfi’de Harmandalı oynamaya başlamış. Profesörün geldiğini de görememiş. Oyunu bittikten sonra, Profesör: ”Bayım, sizi çok keyifli gördüm. Size keyif veren şeyi anlatın da, bizler de sevinelim”, demiş.

O Türk Genci, gayetle keyifli bir surette: ”- Sayın Profesörüm, Türkiye’ye, ülkeme Demokrasi geldi. Onun sevinci ile oynuyordum;” deyince, şu şamar yanıtı almış:

”Şark’ta, oy ile gelenler, dipçik ile iktidardan giderler. Oyla gelenler, oyla gittikten sonra oynamalısınız”.

Demokrasi, işlem ve hukuki eylem farklılığı yaratmak değildir. Siz bizim adımıza korkmak yanlışlığını yapmışsınız. Demokrasi birazda, yontu rejimidir. Basit bir insandan bir devlet adamı yaratmaktır. İktidara geldiğinde de, bu devlet adamının fazladan bönlüklerini yontmaktır.

O devlet adamını, iktidardan düştüğünde, vatandaş olarak halkın içersine indirmektir.

Tony Blair, İngiliz vatandaşlığından geldi; İngiliz vatandaşı olarak halkına geri döndü.

Siz ve sizin gibiler, bir hiç balonundan bir lider yaratıp, O’nu şişirdikçe şişiriyorsunuz. Sonunda da O balonu GÜM! Diye patlatıyorsunuz.

Sokrat’ın savunmasını okumanızı öneriyorum. Biz Türkoğuzlar, sizin patlatmak üzere şişirdiğiniz O iktidar balonunun havasını almakla kendimizi görevlendirdik.

Gazi Mustafa Kemal’in yolunda ve O’nun uğrunda korkunun sözü mü olur? ULUBATLI HASAN, önünde ölenleri göre, göre; biraz sonra da öleceğini bile, bile, ÖLÜMÜ PAHASINA O BAYRAĞI O SURLARA DİKMESEYDİ İstanbul, Türklüğün Şehri olur muydu?

Kıbrıs çıkarmasında, Siirtli MEHMET ÇAVUŞ, üç yaşında kızını babasız bırakmak pahasına; (3037) metre yüksekliğindeki Beşparmak Dağı’na Türk Bayrağını dikmeseydi, Kıbrıs’a tatile gidebilir miydiniz?

-“Çanakkale Muharebelerinde; önündeki arkadaşının vurulup, şehit düştüğünü gören, biraz sonra, şehit olacağını bilerek, O ŞEHİT ARKADAŞI’NIN yerini korkuya kapılarak almasaydı; ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI’NI nasıl kazanırdık? Nasıl, ULUSAL VİCDANIMIZA sahibolabilirdik?

“-Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir;” sözünü törpüleyerek, bunu söyleyeni silkelemek, Ağabeyimin görevidir.

“-Vatan Haini Damat Ferit Paşa, Nemrut Mustafa, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Beyi ve Dırama’lı Rıza’yı astırdı diye, tüm Milliyetçiler korksalardı, şimdi siz burada olabilir miydiniz?”

Birisi Eşek gibi anırmak iddiasına girdi diye “Eşek üzerine yazı yazılmasın ,” buyuruyorsunuz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkçe konuşulur, Türkçe kavga edilir ve Türkçe sövülür, eğer sövülecekse.

Siz, Ulusal Kurtuluş Savaşında; Mekkâre Kollarının çalışmalarını okudunuz mu? Tüm cephelerimizin her türlü ihtiyaç maddelerini, silah ve cephanesini Eşek Kollarının taşıdığını biliyor musunuz?

Eşek gibi anırmak iddiasında bulunanların dedeleri İngilizler hesabına Türk Ordusu’nu arkadan vururken, hafife alınan O EŞEKLERİN, Mehmetçiklerle birlikte var güçleri ile çalıştıklarını biliyor musunuz?

Niçin onların da bir onur heykelleri dikilmesin? Kutülemmara Yenilgisi ile İngilizler (13) general, (450) Subay ve (13.000) Askerlerini Halil Kut Paşa’nın ordusuna esir vermişlerdi. Başkomutanları General Tawsent, Halil Paşa’ya: ”İkmal teşkilâtları EŞEKLERDEN OLUŞAN BİR ORDUYA ESİR DÜŞTÜĞÜM İÇİN ÇOK MÜTEESİRİM”, demiş; Halil Kut Paşa’nın bir Osmanlı Şamarı ile de yerleri öpmüştü.

“-Dağlara ve taşlara, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE, basitliğini yazdılar,” diyen kimseye; Türk Askeri’nin kanını ve canını vererek onurlandırdığı DAĞLARIN VE TAŞLARIN ,”NE MUTLU TÜRKÜM DiYENE “ diye haykırdıklarını duyurmak, BİZ TÜRKOĞUZLAR’IN görevi olmayıp ta, kimlerin görevi olsun?

“-Bizim, kişilerle, şununla, bununla bir ilgimiz yoktur ve olamaz da. Bir sürü gerici, hain ve çağ düşmanı kimseler, ÇAĞDAŞ SİSTEMİMİZİ yıkmakla uğraşırlarken; bir yığın gafil de, KİŞİ TUTMA SAVAŞLARI VERMEKTELER.

Bizler, Gazi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KURDUĞU; ÇAĞDAŞ, DEMOKRATİK ve LAİK HUKUK SİSTEMİ’NİN korunması savaşındayız. Bir sisteme sahip olmayan, Ahmet, Mehmet ve Baykal’ın kavgasında bizim yerimiz yoktur ve olamaz da.

Bizim Süleyman Sami Türkoğuz bir hayli konuşmuş. ”-Ağabey, dedi, biliyorsun ben Almanya’da kalmıştım. Bir polis komiseri ile çok sıkı arkadaş olmuştuk. O’na :”Hitler, nasıl oldu da Koskoca, Uygar Alman Ulusu’nun başına geçti?” diye bir soru yönelttim. Komiser, biraz durduktan sonra, aynen şöyle söylemişti: ”-Bir Alman Profesör, bu durumu şöyle açıklamıştır: ”Hitler, RAYŞTAK’I yaktırdı, tüm Alman Ulusu komünistlere düşman kesildik. Komünistleri yok ettiğinde, sosyalistler sustular. Sosyalistleri yok ettiğinde, Siyasi Partiler sustular. Siyasi Partileri yok ettiğinde, sendikalar sustular. Yahudileri yok ettiğinde, bizler sustuk. Bizi yok etmeye sıra geldiğinde de, geride konuşup, hakkımızı koruyacak kimseler kalmamıştı.” diyerek sorumu yanıtladı.

İki yaşlı KADIN‘IN Sarhoş Filip’e ve Kanunî’ye verdiği dersi de anlattım, senden öğrenmiştim. En sonunda; bize sık, sık uğra da ATATÜRK’Ü ve korkudan korkmamayı öğren dedim.” diyerek konuşmasını bitirdi.

-“ Bak Süleyman, dedim; önce Anayasamızın V111. Bölüm. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, fıkrasını açıp, okuyalım.

Madde 26-“ Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da fikir vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”

Bu Anayasamız, Türk Halkı’nın % 92,2’lik bir oy oranı ile onaylanmıştır. Bulgur, Nohut ve Fasulye’nin sağladığı 47,7’lik bir oy oranı ile de kabul edilmemiştir.

“- Bırakalım Yeni Ceza yasamızı, yürürlükten kaldırılan Eski Ceza yasamızın 486’ıncı maddesi: ”Haber ve yorumu suç olmaktan çıkarmıştır. Şimdi, bu yasal destekleri kullanmayıp, Şans Oyunları ile mi uyutulalım?

-Biliyorsun; ben, Türk silahlı Kuvvetlerinden Jandarma Albay’ı rütbesi ile emekli oldum. Tüm silâhlarımı, üniformalarımı ve rütbemi T.S.Kuvvetleri’ne teslim edip, KALEMİMİ yanıma alarak; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim.

Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Ordusu’na BİR ER OLARAK geri döndüm. Neden ve kimlerden korkacakmışım? Ben, seçenlerden birisiyim, seçilenlerden mi korkacağım? Asıl olan uygulanır, seçilenler benden korkmalıdır ve korkmaktadır.

-“Ananı al git”, diyerek, bir insana yakışmayacak sözü söyleyenin karşısında; beni ne ABD: ne de AB, bile susturamaz.

-“Dağlara ve Taşlara, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE, basitliğini yazdılar diyenden mi korkacağım! Bu sözün, o Böyyük Türk Böyyüğünü, nerelere getirecek diye bekledim. O’na da, Mareşal Gazi Mustafa kemal’in bir eri olarak gerekli yanıtımı vereceğim.

-Müslümanlıkla ilgisi ZEMZEM suyu satmakla sınırlı olan, ATATÜRK, ÇAĞ, İNSAN VE KADIN HAKLARI DÜŞMANI BİR SUUDİ’NİN ayağına, KALDIĞI OTEL’E, giderek, ATATÜRK’ÜN onurlu adını taşıyan ŞEREF MADALYASINI elleriyle ol ŞERİFİN! boyunlarına takanlara hesap sormayacak mıyız?

-“Tüm krallar ve devlet adamları, Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN huzurlarına geldikleri halde; O, hangisinin ziyaretini iade etmiştir? Tüm dünya devletlerini komşu kapısı yapanlara bunun hesabını sormayacak mıyız?

Daha uzun, uzun anlatıp ta, keyfini kaçırmayayım. Tutuklayacaklarmış, gözaltına alacaklarmış. Benim tüm yaptıklarım GÖZÖNÜNDE değil mi? Beni tutuklayacak olanlara:

-ATATÜRK’ÜN Bursa Nutkunu,

-06 Mart 1922 tarihinde, T.B.M.Meclisindeki konuşmasını,

-“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.” Sözlerini veririm.

ATATÜRK’Ü insan ve Müslüman olmanın ilk şartını da öğretmeyi ihmal etmem, dedim.

Sohbetimiz koyulaştıkça koyulaştı. Süleyman Sami TÜRKOĞUZ: ”Ağabey, şu iki Yaşlı Bayanın öykülerini bir daha anlat ta keyifleneyim ;” dedi.

-Sarhoş FİLİP, Büyük İskender’in babası ve Makedonya Kralıdır. Ayık gezdiği çok seyrek görülür. M.Ö.338 tarihinde, Horone Zaferini kazanır, savaş Meydanındaki Yunan ölülerinin üstünde dans eder.

Bir sabah, yaşlı bir Bayan, bastonuna dayanarak, huzuruna gelir. Kral Filip, Zilzurnadır. Yaşlı kadını dinlemez ”-Dışarı çık, defol!” diye de azarlar. Bastonuna dayanan O Yaşlı Bayan :” Seni şikâyet ederim, Filip!”, diye bağırır.

Gülmekten, kendinden geçen Kral Filip: ”Deli Karı’nın zoruna bak. Ben Makedonya kralıyım. Kimi kime şikâyet edecekmişsin?” diye bağırır. O Yaşlı Kadın, gayetle sakin; seni, yarın sabah AYIK FİLİP’E şikâyet edeceğim!”, deyince, Kral Filip’in Krallara yakışır bir şekilde yellendiğini, Aristo’nun yazdığı söylenir.

Kanunî Sultan Süleyman, Belgrat’a gelir, önceden kurulmuş bulunan OTAĞI HÜMAYUN’UNA kurulup, oturur. Sadrazam, DÖNME RUM Mehmet Paşa huzurlarına varır: ”Devletli ve Dehşetli Hünkârım, bir Koca Karı geldi; “ille de Huzuru Hümayuna çıkacağım” diye tutturdu. Nice ferman edersiz;” deyince, Ol Koca Kanunî’nin :” Alın bakalım, Huzuru Şahaneme, bu Koca Avrat ne dilermiş”, diye ferman etmesi üzerine, Ol Yaşlı Avratı huzura alırlar.

Kadıncağız, gerekli dualarını yaptıktan ve temennilerini bildirdikten sonra: ”Devletli Hünkârım, bu gece benim evim soyulmuş;” der. Koskoca Kanunî kükrer:” Bre kadın, uyursanız, eviniz tabii ki soyulur!” diye kükrer.

Yaşlı Kadın, parmağını Koskoca Kanunî’nin Kavuğuna doğru, ok gibi uzatarak: ”BİZ; DEVLETLİ UYUMAZ SANARAK UYUR İDİK. MADEMKİ DEVLETLİ UYUR İMİŞ; bundan kerri biz uyumayız”, deyince, Naîma: ” Ol çadırı Hümayun başımıza yıkıldı”, diye tarihe not düşmüştür.

-Ben, verdikleri sözlerini çiğneyenleri de, KENDİ VİCDANLARINA ŞİHAYET EDİYORUM:

Bu sevda ve bu kavga bitmez.

Bir ölürüz, BİN DİRİLİRİZ.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi