23 Ekim 2012 Salı

838/TÜRK KADINI!

                                                   TÜRK  KADINI!                                                                                                                                              OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;08 Haziran 2012./23 Ekim 2012 Tekrar/Analarımıza Saygı!
                    İleti yazımla birlikte: Dünyamızda; kadınları seks aleti yapanlar, bu alçaklıklarını Tanrı adını kullanarak Cennette de sürdürmek isteyen İnanç gruplarının yerleri zillet ve köleliktir.Cennet dedikleri gibi bir Kerhane ise;kadınlarımızın bu durumunu görmektense Cehennemde yanmaya bin kere razıyım.Bu mavalı anlatanların analarının,kızlarının ve torunlarının  da seks kölesi olduklarından haberleri yoktur.İşte Türk kadını,ibret almasını bilenler alsınlar,diğerleri de  masallarla avutularak donlarına kadar soyulsunlar.PS:Bir ulusun uygarlık seviyesini ölçmek için derhal kadının durumuna bakın!"Stuart Mille.
Blok adresim: http://osmanturkoguz.blogspot.com/

TÜRK KADINI!
Sevdiğim ve saygı duyduğuma ithaf! Ostüzü.
“Türk kadını sen, yerlerde süründürülmeye değil başımızın üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.”
“Bir toplumun yarısının ayakları zincirlerle yere bağlıysa, o toplum asla yükselemez!”.
“Dünyada yapılan her güzel işte kadının eli vardır!”
“Asıl uğraşmaya zorunlu olduğumuz şey, Analarımızın ve atalarımızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek onurda dünya birinciliğini tutmaktır!”Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.3,s.133.1997 basımı.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
“Dünya yüzünde Türk Kadını kadar namuslu kadın yoktur!” François Marie Arouet (Voltaire)21 Kasım 1694/30 Mayıs 1778).
“Dünya üzerinde hiçbir kadın,”ben Türk Kadınından daha vatanperverim” diyemez!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
Yalaka televizyonlardan Arap asıllı Veli kadınlar masalı, bazı kadın ve Türk düşmanlarımızı sevinçten uçurdu. Her Türk Kadınının birer velinimetimiz olduğu da unutturuldu. Ulusal Kurtuluş Savaşımızı dinci geçinen vatan haini erkelere rağmen onlar sayesinde kazandığımız da unutuldu. Ben,onların destanlarından bir kesimini yazacağım.
Osmanlılar kadın ve erkek ayırımı gözetmeksizin Türk’e en aşağılık sıfatları lâyık görmüşlerdir.Önce bunlardan sadece bir kaçını vermek istiyorum:
“Kapını Türk’e, sırtını kürke alıştırma!”
                                                 1-“Etrab-i bî idrak”,
 2-“Etrâk-i nâpâk”,
 3-“Türk-i bednihat”,
                                        4-“Türkman-ı şakavetnişan”,
                                                  5”Türkman-ı bednâm,”
Araplar: AK telel Etrâk velev kane ebâk””Kavm’i Necib’i Arap!”
Türk Kadının hep başka ulusların gözlemcileri inceleyerek yazmış. Müslümanlıktan sonra Araplaşan Türk erkekleri kadınları kümeslik hayvan gibi görmüş. Ya da yağlı boya tablo gibi içine girerek, bir renk karmaşasına bakmaya   alıştırılmış.
Arap gezginleri İbn Fazlan ve Ebu Dülef,16 Şubat 922ayının ortalarında Türk ülkelerine girmişler. Bağdat Abbasi halifesi tarafından Bulgar Türklerine, kale yapımı için, 4000 altın götürmekle görevlendirmişler. Her Türk aşiretinin gelenek ve göreneklerini İYİCE GÖZLEMLİYEREK günümüze taşımışlardır.
Daha sonra da, İbni Batuta(1304Tanca doğumlu,/1349 yurduna döndü,1325’te hacca gitti ve gezilerini sürdürdü./
Şimdi; İbn Fazlan ve Ebu Dülef’ten seçelim:
“Kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. Aynı şekilde,kadın vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez.S.31.
“Kadınlar ve erkekler hep beraber nehre girip çırılçıplak yıkanırlar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber, herhangi bir şekilde zina etmezler. Zina, onlara göre en büyük suçlardandır!”S.57
Ebu Dülef, Kutluklar, s.91
“Kadınları ömürleri boyunca yalınız bir erkekle evlenir. Kocası ölen kadın bir daha evlenemez. İçlerinde zina eden kadını ve erkeği yakarlar. Onlar arasında boşanma yoktur. Evlenen bir erkek,bütün malını MİHR(Başlık)olarak verdiği gibi;kızın velisine bir sene hizmet eder.”
Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b.Abdullah b.İbrahim et Tancî el Levatî’nin(Tuhfetu’n-nüzzâr fi garaibi’l-emsal ve acaibil’l efsâr=Rıhlet-İbn Batuta.
“Bu memlekete/Türkiye’ye/ geldiğimiz andan itibaren çevredeki komşularımız; kadın olsun, erkek olsun durumumuzla ilgilenmeden yapamamışlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar. Bu ayrılıklardan dolayı üzüntülerini, gözyaşlarını dökerek  belirtirler.”İbni Batuta Seyahatnamesi,S.1.2.
KIRIM
“Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlarına gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar” .S.G.E. S.79.
“Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki kölesiyle pazara süt,yoğurt getirip satar,karşılığında koku ve esanslar satın alırdı.”S.G.E.S.80
Kürtçülüğünü ararken Türklüğünü bulan Rahmetli Ziya Gökalp’ın Ünlü “Türkçülüğün Esasları”adlı eseri Sayın Mehmet Kaplan tarafından yayımlanmıştır. Bu ünlü eserden de seçmeler almak durumundayım:
“Evvelce, Türkiye’de Türk milletinin hiçbir mevkii yoktu: Bugün, her hak Türkündür. Topraktaki hakimiyet, Türk hakimiyetidir.Siyasette,kültürde,iktisatta hep Türk halkı hakimdir.Bu kadar katî ve büyük inkılâbı yapan zat,Türkçülüğün en büyük adamıdır.Çünkü,düşünmeden söylemek kolaydır.Fakat,yapmak ve bilhassa başarı ile neticelendirmek çok güçtür.”S.15
“Türk, bu milletin adıdır. Millet, kendisine mahsus bir kültüre malik olan Zümre demektir. O halde,Türk’ün yalınız bir dili,bir tek kültürü olabilir.”S.24.Ek:Bu öneri Anayasalarımıza girmiştir.Şeylerine Batanlar bu hükmü yok etme savaşındadırlar!Ostüzü.
“Milli vicdan nerede teşekkül etmişse, artık orası sömürge olmak tehlikesinden ebedi olarak kurtulmuştur.”S.85
“İslam dünyasında da artık sömürge hayatına nihayet vermek için,Müslüman kavimlerde milli vicdanı kuvvetlendirmekten başka çare yoktur”.S.87
“Gerçekten memleketimizde,gerek medeniyet,gerek terbiye bakımından birbirine benzemeyen Üç tabaka vardır(Osmanlı Dönemi),Halk,Medreseliler ve Mektepliler.Bu üç sınıftan birincisi,hâlâ uzak doğu medeniyetinden tamamıyla ayrılmamış olduğu gibi,ikincisi de henüz Doğu Medeniyetinde yaşıyor.Yalınız Üçüncü sınıftır ki batı Medeniyetinden bazı feyizlere mazhar olabilmiştir.Demek ki Milletimizin bir kısmı İlk çağda,bir kısmı Ortaçağda,bir kısmı son çağlarda yaşamaktadır.Bir milletin böyle üç yüzlü bir hayat yaşaması normal olabilir mi?”S.68
“İngiliz milletinin bu medeni ahlakında gördüğümüz bu düşüklüğe rağmen, itiraf edelim ki vatani ahlâkını çok yüksek bulduk.
Türkiye’de yüzlerce ve hatta binlerce vatan haininin zuhur etmesine karşılık, bütün İngiltere’de  tek bir vatan haini zuhur etmedi.(Ek bilgi: Birinci Dünya Savaşından  İngiltere’de vatan haini çıkmamıştır. Ancak,Savaştan sonra,İngiliz İstihbaratından  Kim Philbi,SSCCP’ YE casusluk yaptığı gibi,İkinci Dünya savaşı sırasında Berlin Radyosundan Lord Hav!Hav!Adı verilen bir İngiliz de Almanya’ya hizmet etmiştir.1950’den sonra iki İngiliz diplomatı ve kraliçenin sanat danışmanı da Rus casusu çıkmıştır.Ostüzü.)
“O halde, bizde  Medeni ahlâkın daha yüksek olması neye yaradı? Keşke, bizde de bunların yerine, yalınız vatanî ahlak  yüksek olsaydı”.S.89
“Şimdiye kadar ,aydınların halkı ve halkın aydınları sevmesi mümkün değildi.Çünkü,terbiyelerini aydınlar Osmanlı medeniyetinden ,halk ise Türk kültüründen almışlardı.Ayrı terbiyeyle yetişen iki sınıf,nasıl birbirlerini sevebilir.Bundan başka aydınlar sarayın bendeleriydiler,memur oldukları zaman halkı soyarak sarayın israf ve sefahatine  hizmet etmekten başka bir şey düşünmezlerdi.Tabii bu cihetten mazlum halk onları sevmezdi.Aralarında rekabet,haset ve çekememezlik gibi ihtiraslar bulunduğu için aydınların kendileri de birbirini sevemezlerdi.Memleketimizde ,birbirini seven yalınız halktan olan fertlerdi ve eski devirde milli tesanüt yalınız bu öz Türklerin samimi seviyesine dayanıyordu.”S.91

“Türkçülük, millet esasını kabul etmeyen hiçbir sistemle uzlaşamayacağından; kozmopolitleri içine alamaz.”S.160
“Osmanlı dilini hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini ayniyle milli, dil saymak kâfi idi.”S.114.EK: Osmanlıca gibi “Kelime salatasını” Türk milletinin başına musallat edenlere lanetler etmekteyim. Türk’ü yıkmanın en kısa ve en etkili yolu onu kendi dilinden uzaklaştırmaktır. Sümerli Lüdingirra’nın Anıları. Sayın Muazzez İlmiye Çığ.   

“Eski Türklere göre; vatan, töreden yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı Mahmut’un lügatinde zikredilen”ülkeden geçilir, töreden geçilmez”atasözü milli kültüre verilen kıymetin derecesini gösterir.”S.153”Mesela,amme velâyeti Hakan ile hatunun her ikisinde ortak olarak tecelli ettiği için, bir emirname yazıldığı zaman, Hakan emrediyor ki ibaresi ile başlıyorsa ona boyun eğilmezdi.Mutlaka Hakan ve Hatun emrediyor ki sözü ile başlaması lâzımdı.”S.165
“Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler, ancak sağda Hakan ve solda Hatun oturdukları bir zaman,ikisinin birden huzurlarına çıkardı.Şölenlerde,kenkeşlerde,kurultaylarda ,ibadetlerde ve ayinlerde ,harp ve sulh meclislerinde Hatun da mutlaka Hakanla beraber bulunurdu.Kadınlar,örtünmeye ait bir kayıtla bağlı değillerdi.”S.65
“Eski Türklerde kadınlar,umumiyetle Amazon idiler.Binicilik,silahşorluk,kahramanlık,Türk erkekleri kadar,Türk kadınlarında da vardı.Kadınlar,doğrudan doğruya ,hükümdar,kale muhafızı,vali ve sefir olabilirlerdi.Alelade evlerde de ev,ortak olarak karıyla kocanın ikisine aitti.Çocuklar üzerinde velilik hassası ,baba kadar,anaya da aitti.Erkek,daima karısına saygı gösterir,onu arabaya bindirerek kendisi arabanın arkasında yaya yürürdü.”S.166

“Kazvin’de şehre lağım tertibatı yapmak için seçilen komisyon Hanım sultanın sarayına giderler. Sarayın bahçesinde Hanım Sultanın çorap ördüğünü gördüklerinde, para istemekten vazgeçerek geri dönmek üzerlerken Hanım Sultan bunları huzuruna davet eder.Gelenler geliş nedenlerini anlatırlar ve Hanım Sultan’ın örgü örmesini gördüklerinde de para istemekten vazgeçtiklerini anlatırlar.Hanım sultan bu iş için ne miktar paraya ihtiyaç olduğunu sorar.100. 000 altın olduğunu öğrenince de:
“100.000 altını ben veriyorum. Toplamış olduğunuz parayı hak sahiplerine iade ediniz der ve eydirir:
“Evet, benim el işleriyle meşgûl olduğumu gören bütün İranlılar şaşırıyorlar. Halbuki,benim ailemin içindeki bütün kadınlar,benim gibi daima el işiyle uğraşırlar.Biz Sultanlar,böyle el işleri ile uğraşmazsak
Ne ile meşgul olacağız? Havaiyatla mı? Böyle bir şey bizim soyumuza yakışmaz. Biz saltanat işlerinden kurtulduktan sonra, boş kalmamak için,fakir kadınlar gibi,  hep el işleriyle ve ev işleriyle uğraşırız.Bu hareket bizim soyumuz için  bir ayıp değil,belki bir şereftir...”S.169
DEDE KORKUT’UN anlatmış olduğu destanımsı epik öyküleri masal derekesine indirgeyerek anlatır ve çok ta hafife alırız.Onlarda Türk töresi,Türkün kültürü,ananesi ve sosyal yaşantısı vardır.Türk töresinde kadın ve erkek ayırımı da yoktur. Türk kültüründe İnsan vardır. Onbeş yaşına basan kız ve erkekler için de aynı ölçü kullanılırdı. Kızlar da erkekler gibi her türlü sporu ve savaş oyunlarını yaparlardı. Eşler, yarışma sonunda kız yenilirse seçilirdi.Arap’ın çöl masalları ve kadına bakışı tüm bu Türk kültürünü erkek egemenliğine kurban etmiştir.Kızların eşleri olacak delikanlıları seçme hakkı Tanrısal masallarla ellerinden alınmıştır.Kızlar mal gibi satış konusu yapılmıştır.Bendeniz,Genç bir Teğmen iken bir olaya tanık olmuştum.Menemen’de çok sevilen ve 84 yaşında olan Ahmet Hoca,14 yaşında bir kız çocuğu ile evlenmişti.Teyzemin kocası Bay Abdullah Siper,feveranıma bozulmuştu.”Her erkeğin bir kız bozma hakkı vardır.Bu hakkını da istediği yaşta kullanır!”Buyurmuştu.İtiraz etmiştim:”Bu kız daha Reşit bile değil.Sonra,ya sevdiği bir Delikanlı varsa!Ya da Ahmet Hoca, kocalık görevini yapamazsa!”Dediğimde de:”O kızın alnına Allah böyle yazmış,kısmetine katlanmak zorundadır!”Buyurmuşlardı.Her namussuzluğun altına mutlaka Allah imzası atılmaktadır.
Dedem Korkut destanları her Türk okulunda mutlaka okutulmalıdır; Arap meselleri ve masalları yerine! Banu Çiçek ve Bamsı Beyrek destanından bir parça sunmak istiyorum.Geliniz görünüz ki Türk Kadınlık Töresi nereden nereye getirilip kapkara bok böcüsü torbalarına sokulmuştur.Destanlarda bir başlama,açılma ve sonuç  bölümü vardır. “ALINTIDIR:
“Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üstüne ak otağını diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz Beyleri Bayındır Han'ın sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey de Bayındır Han'ın sohbetine gelmişti.

Bayındır Han'ın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yaya dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan oğlu uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları gördüğünde ah eyledi, basından aklı gitti, mendilini aldı, böğüre, böğüre ağladı.
Böyle edince, kudretli Oğuz'un arkası, Bayındır Han'ın güveyisi Solur Kazan kaba dizinin üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Bey'in yüzüne baktı, der: “Pay Püre Bey ne ağlayıp bağırıyorsun? “”Pay Püre der Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl bağırmayayım, oğulda nasibim yok, kardeşte kaderim yok. Allah Teala bana beddua etmiştir, “”beyler tacım tahtım için ağlarım, bir gün olacak düşeceğim öleceğim, yerimde yurdumda kimse kalmayacak” dedi. Kazan der: “Maksudun bu mudur?” Pay Püre Bey der: “Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındır'ın karşısına geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam. Güvensem”. Dedi
Böyle diyince kudretli Oğuz Beyleri yüzlerim göğe tuttular, el kaldırıp dua eylediler, “Allah Teala sana bir oğul versin”, dediler. O zamanda Beylerin hayır duası hayır dua, bedduası beddua idi, duaları kabul olunurdu.
Pay Piçen Bey de yerineleri kalktı, der:” Beyler benim de hakkıma bir dua eyleyin, Allah Teala bana da bir kız versin,” dediler. Kudretli Oğuz Beyleri el kaldırdılar dua eylediler. “”Allah Teala sana da bir kız versin”, dediler. Pay Piçen Bey der: “Beyler Allah Teala bana bir kız verecek olursa, siz şahit olun, benim kızım Pay Püre Bey'in oğluna beşik kertme yavuklu olsun”, dedi.
Bunun üzerine bir kaç zaman geçti. Allah Teala Pay Püre Bey'e bir oğul, Pay Piçen Bey'e bir kız verdi. Kudretli Oğuz Beyleri bunu işittiler, şad olup sevindiler. Pay Püre Bey bezirgânlarınım yanına çağırdı, buyruk etti:…
Dedem Korkut geldi, oğlana ad koydu.
Der:
“Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey
Allah Taala sana bir oğul vermiş tutu versin
Ak sancak kaldırınca Müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah Taala senin oğluna aşıt’1 versin
Kanlı, kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kâfire girince
Allah Taala senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsam tel diye okşarsın
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adım ben verdim yaşını Allah versin “
Dedi. Kudretli Oğuz Beyleri el kaldırdılar dua kıldılar, “bu ad bu yiğide kutlu olsun”, dediler. Beyler hep ava bindi. Boz aygırını çektirdi Beyrek bindi. Ala dağa alaca asker ava çıktı. Birdenbire Oğuz'un üzerine bir sürü geyik geldi. Bamsı Beyrek birini, kovalayıp gitti.
Kovalaya, Kovalaya bir yere geldi, ne gördü? Sultanım gördü: Yeşil çayırın üzerine bir kırmızı otağ dikilmiş, “Yarap bu otağ kimin ola”, dedi. Haberi yok ki alacağı ela gözlü kızın otağı olsa gerek. Bu otağın üzerine varmağa hâyâ etti. Dedi: “Ne olursa olsun, hele ben avımı alayım”; dedi. Otağın önünde erişi verdi, geyiği arka ayağından vurdu. Baktı gördü -bu otağ Banı Çiçek otağı imiş ki Beyreğin beşik kertme nişanlısı, adaklısı idi- Banı Çiçek otağdan bakıyordu.” Bre dadılar, bu kavat oğlu kavat bize erlik mi gösteriyor* Dedi, “varın bundan pay isteyin, görün ne der”, dedi. Kısırca Yenge derler bir Hatun var idi, ileri vardı pay istedi: “Hey Bey ,Yğit, bize de bu geyikten pay ver”, dedi.
Beyrek der: “Bre Dadı, ben avcı değilim, Beyoğlu Beyim, hepsi size, dedi. “Aman sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir?”Dedi. Kısırca Yenge der: “Bey Yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçeğindir,” dedi. Bunun üzerine Hanım. Beyreğin kanı kaynadı, edepte usul, usul geri döndü. Kızlar geyiği kaldırdılar, güzeller şahı Banı Çiçeğin Önüne getirdiler. Baktı gördü ki bir Sultan semiz yabani geyiktir. Banı Çiçek der: “Bre kızlar, bu Yiğit ne Yiğittir? Kızlar der: “Vallah Sultanım, bu yiğit yüzü örtülü güzel yiğittir, Beyoğlu Bey imiş”, dediler. Banu Çiçek der:” Hey, hey Dadılar, babam bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim” derdi, olmaya ki bu ola?, Bre çağırın haberleşeyim, dedi.
Çağırdılar Beyrek geldi.
Banu Çiçek yaşmaktandı, haber sordu, der: “Yiğit, gelişin nerden?
Beyrek der: “İç Oğuz'dan. “İç Oğuz'da kimin nesisin? Dedi. “Pay Püre oğlu Bamsı Beyrek dedikleri benim,” dedi. Kız der: “Peki ya ne yapmaya geldin Yiğit, dedi. Beyrek der: “Pay Piçen Beyin bir kızı varmış, onu görmeğe geldim, dedi. Kız der: “O öyle insan değildir ki sana görünsün” dedi, amma ben Banu Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin “dedi.
Beyrek der: “Pekâlâ şimdi atlanın. İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler. Seyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar. Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız der: “Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım” dedi. Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyreği vurmak ister. Beyrek bunaldı, der:” Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme dokunç ederler” dedi. Gayrete geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kız kocundu. Bu sefer Beyrek kızın ince beline girdi, sarma taktı, arkası üzerine yere yıktı.
Kız der: “Yiğit Pay Piçen'in kızı Banu Çiçek benim “dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. “Aramızda bu nişan olsun han kızı “dedi. Kız der: “Mademki böyle oldu, hemen şimdi ileri atılmak gerek Beyoğlu” dedi. Beyrek de “ne olacak Hanım, baş üzerine” dedi. Beyrek kızdan ayrılıp evlerine geldi. Aksakallı babası karşı geldi, der: “Oğul fevkalade olarak bugün Oğuz'da ne gördün?”
Der: “Ne göreyim, oğlu olan evlendirmiş. Kızı olan kocaya vermiş. Babası der: Oğul yoksa seni evlendirmek mi gerek.” “Evet ya ak sakallı Aziz Baba, evlendirmek gerek   dedi.. Babası der:    Oğuz'da kimin kızını alıvereyim? Dedi. Beyrek der:”Baba bana bir kız alıver ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o inmeli ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alıver baba bana, dedi.
Babası Pay Püre Han der: “Oğul sen kız istemiyorsun, kendine bir hempa istiyormuşsun, oğul galiba senin istediğin kız Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçek'tir,” dedi. Beyrek der: “Evet ya, evet aksakallı Aziz baba benim de istediğim odur, dedi. Babası der:” Ay oğul Banu Çiçeğin bir deli kardeşi vardır, adına Deli Karçar derler, kız isteyeni öldürür.” Beyrek der: “Peki ya nidelim? Pay Püre Bey der: “Oğul kudretli Oğuz Beylerim evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre işedelim “dedi. Kudretli Oğuz Beylerini hep çağırdılar, evlerine getirdiler. Ağır misafirlik eylediler. Kudretli Oğuz Beyleri dediler:” Bu kızı istemeğe kim vara bilir? Uygun gördüler ki Dede Korkut varsın” dediler.
Dede Korkut der: “Dostlar, mademki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli Karçar kız kardeşini isteyeni öldürür, bari Bayındır Han'ın tavlasından iki güzel koşucu at getirin, bir keçi başlı geçer aygırı, bir toklu başlı doru aygırı, ansızın kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim “dedi. Dede Korkut' un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Han'ın tavlasından o iki atı getirdiler. Dede Korkut birine bindi, birini yedekte çekti, dostlar sizi Hakka ısmarladım” dedi “gitti.
Meğer sultanım, Deli Karçar da ak çadırını, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşları ile nişan talimi yapıp oturuyordu. Dedem Korkut öteden beriye geldi. Baş indirdi, bağır bastı; ağız dilden güzel selam verdi. Deli Karçar ağzını köpüklendirdi. Dede Korkut' un yüzüne baktı, der: “Aleykesselam ey ameli azmış fiili dönmüş, kadir Allah ak alnına bela yazmış!. Ayaklıların buraya geldiği yok, ağızlıların bu suyumdan içtiği yok, sana noldu amelin mi azdı fiilin mi döndü, ecelin mi geldi, buralarda neylersin? Dedi. Dede Korkut der:
“Karsı yatan kara dağım aşmağa gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeğe gelmişim
Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrı'nın buyruğu ile Peygamberin kavli ile aydan arı, güneşden güzel kız kardeşin Banu Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe gelmişim” dedi. Dede Korkut böyle söyleyince Deli Karçar der: “Bre ne diyorsam yetiştirin, kara aygırı silah ve teçhizatla getirin dedi.
Kara aygırı silah ve teçhizatla getirin!”
Aşağıdaki Kadın Kahramanlarımız hakkındaki alıntı yazısı:

“ Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda cepheye kağnıyla mermi taşırken donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın hatırasına. Herkes bir şeyler yapıyordu, herkes inanmıştı Kimisi çete olup savaşıyor,kimisi erkek kıyafeti giyerek cephede düşmana mermi atıyordu.Gerekirse gözünü kırpmadan ihanet eden evladını alnının ortasından vuruyordu.Milli mücadeleye en büyük desteği verenler onlardı;
Kahraman Türk Kadını.

”Gözüm Sakarya'da, Dumlupınar'da, kulağım İnebolu’da” Gazi Mustafa Kemal, savaşın kazanılması için İnebolu'da ki cephanenin Ankara üzerinden cepheye geçmesi gerektiğini biliyordu.
Bir dönem İnebolu-Ankara yolunun adının İstiklâl Yolu olarak adlandırılması için imza kampanyaları düzenlenmesi de bu yüzdendir. Bu önemine baktığımızda Kastamonu'nun erkeği cephede süngü süngüye ölüm kalım savaşı verirken arkasında bıraktığı eşi, bacısı, anası da imece usulü ile İnebolu'dan cephaneyi Ankara'ya taşıyordu. Kastamonu-Seydilerli Şerife Bacı da bu analardan sadece birisidir.
1921 Aralık ayında Şerife Bacı da diğerleri gibi İnebolu'dan aldığı cephaneyi Kastamonu'ya taşımaktadır. Hava buz gibi,sürekli yağan kar,kağnıların yarısı yolda kalmıştır. Kağnısına koşulu öküzler çelimsiz kendisi ve bebeği aç inatla yola devam eder.
Sırtında çocuğu kağnıda cephane vardır. Cephanenin üstünü samanla örtmüştür. Çocuğunu otların içine bırakır üstündeki battaniyeyi de örter üstüne. Hem cephanenin hem de çocuğunun Onların ıslanmaması, donmaması gerekir. Bu şekilde Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiştir. İnebolu limanından aldığı cephane yerine ulaşmıştır.
Sabah olduğunda çocuk sesi ile kağnının olduğu yere gelen askerler Şerife bacının donarak şehit olmuş bedeni ile karşılaşırlar. Çocuğu ve cephane kurtulmuştur ilerde vatanda kurtulacaktır ama Şerife Bacı şehit olmuştur. Şerife bacı ve diğerleri… Türk kadınının kahramanlıklarının sembolü olmuşlardır.Bu vatan onlar sayesinde kurtulmuştur. “Bu örnek Türk kadının vatanı ve hürriyeti için canını severek vermenin anıtıdır. Böyle kadınların toplum hayatında yok sayılmasının Tanrısal söylemlere dayandırılmasının da hiçbir gerçek yanı yoktur. Onlar bizim namusumuz, onurumuz, baş tacımızdır. Eski Türklerde erkekler eşlerinin dokuz adım gerisinde yürümek zorundaydılar.Bu kadına olan saygının bir ifadesiydi.Çöl Araplarının kadına bakışı ne bizi bağlar ne de kadınlarımızı.
TARİH BOYUNDAN GÜNÜMÜZE TÜRK KADINI
B-Eski Türklerde KADIN, devlet yönetebilecek kertede Hak ve özgürlüklerle sahip iken:
“Yabancı ve Arap kaynaklarıın ortaya vurduğu diğer tarihi gerçek şudur ki İslamiyetçi kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve Özgürlüklere sahip bir değerdi. Ve şu muhakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirir olmuşuzdur: Bunlardan biri”Akılcılık” ve diğeri de “Kadına Saygıdır!”
1)–7/8.Yüzyıllarda Orta Asya Türk ülkelerinin çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekteydi. ESKİ Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar düzenlenir, toplantıya katılanlar,    yaşlarına ve mevkilerine göre bir dairenin etrafında otururlardı.””Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini anlatan Arap kaynakları bir çok Türk devletlerinin Kadın başkanlar tarafından yönetildiğini ve Buhara’nın Toksan hatun adlı bir Kadın Sultan tarafından yönetildiğini göstermektedir.”
“MS:720’de dikilen Güntekin(Kül-Tekin) ve 734’te dikilen Tonyukuk ve Bilge Han anıtlarından, Bilge Hanın Annesi Bilge Hatunun devlet yönetiminde çok başarılı olduğunu da öğrenmekteyiz.”(1)
BİLGE KAĞAN:

19 SENEDE YETİŞMİŞ
19 SENE ÇİN’LE DÖVÜŞMÜŞ
19 SENE DEVLET BAŞKANLIĞI YAPMIŞ
19 KİŞİYLE ÇİN’E BAŞKALDIRMIŞ
57 YAŞINDA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR
ATATÜRK, Samsun’a 19 kişiyle çıkmıştır.
Kuran’ı Kerim’de büyük ölçüde 19 uyumu vardır.
Bilge KAĞAN’IN babası, İlteriş KAĞAN ile Annesi İlbilge Hatun, 17 kişiyle, Çin'e başkaldırmıştı..”Ostüzü.
“Yezidin Horasan’a vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını genişletmek için saldırılar düzenlerken,Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan,bu saldırılara karşı korunmak amacıyla,bir başka Türk ülkesinin hükümdarı Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir.Erkeğe evlenme teklif edebilecek kadar özgür görüşlü kadın tipini,bugün,20’inci yüzyılda,kadın özgürlüğünün en fazla geliştiği Batı ülkelerinde bulmaktayız.”
“3)XI’ inci Yüzyıl: Selçuklu Sultanı Tuğrul’un Kadına saygısı:
“Selçuklu sultanı Tuğrul,11’inci Yüzyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra halifelerin sarayında Halife el Kâsım biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur.Arap tarihçisi İbn Halikan şöyle anlatır:”Sefer ayının 15’inci günü prenses,sarayda kendisini bekleyen kocasına mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi.Tuğrul Bey,eşinin karşısına diz çökerek geldi.Ona emsalsiz hediyeler vererek (tekrar) yer öptü ve büyük bir saygı  gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi”.
“İbn Butlan:”Türk Kadınının cildi beyaz ve zarafeti takdire şayandır. Doğurduğu çocuklar nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece cömert, temiz ve iyi aşçıdırlar.”
“4)XII’ inci Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk Ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı başka hiçbir yerde görmedim.”
“5)XIII’ üncü Yüzyıl:Marco Polo,Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık olur:”13’üncü yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo,Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan  ve “Büyük Türkiye” diye tanımladığı yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından da söz eder ve şöyle der:”(Prenses) öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç.Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir.Babası kendisini evlendirmek istediği halde o,buna razı olmamakta ve(kendi beğendiği birini bulana kadar )bir kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını  açığa vurmaktadır.Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak ,dilediği erkekle evlenebileceğine söz vermiştir.Bunun üzerinedir ki prenses,ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları,kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.”
“Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricardo di Monte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki, Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hâkim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir.”
“Kısaca belirtmeliyim ki, Türklerde kadının bu üstün kertede tutulduğu dönemlerde batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi,kadını ikinci plana atmıştı.çoğu yerde koca sofrada yemek yerken ,kadın ayakta bekler,ona hizmet eder,her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamazdı.Oysa,Türk ülkelerinde kadın, erkeğine eşdeğerdedir.Ancak ne var ki şeriat dinine girmek sonucu Türklerdeki bu güzel gelenekler yavaş,yavaş yok olurken Batı’da aksine ve daha doğrusu akılcı gelişme nedeniyle kadın hakları ele alınmış,büyük başarılara yönelik adımlar atılmıştır.”
6)Cüveydi’nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:
“ 13’üncü yüzyılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni,”Tarihi Cihan” adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özellikle Türkân Hatun’un devlet işlerindeki becerikliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri(ve örneğin kocası Sultan Osman’ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmet’e şikayet etmesini)nakleder ki çok ilginçtir. Yine Cüveydi’den öğrenmekteyiz ki, İlhanlıların 13’üncü yüzyılda İslam’ı kabul etmelerinden sonra,eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır.Razıya Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir.Bilindiği gibi Raziye,1236 ilâ 1240 yıllara arasında Delhi tahtını işgal etmiştir.babası İl-Tutmuş,tüm 7)danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahtlığa getirmiştir.İl-Tutmuş’un ölümünden sonra saray erkânı,devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş’un oğullarından birini,Ruknuddin Firûz’u getirmiştir.fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilâl patlak vermiş ve halk,ordu ile birlik olup Raziya’yı taht’a çıkarmıştır.Raziya döneminde Delhi fevkâlade iyi bir yönetime kavuşmuştur.SON DERECE AKILLI VE GENİŞ GÖRÜŞLÜ OLAN Raziya,kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur.Çarşaf giymek şöyle dursun,fakat saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil,çoğu kez erkek kıyafetini giyerek  dolaşmayı tercih etmiştir.Böylece gerici çevrelere,insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.”
“7)XIV’ üncü Yüzyıl: İbn Batuta’nın tanımıyla Türk Kadınının Özgürlüğü.”
“Özbek Hanın valilerinden biri ile birlikte Azak’tan hareketle Türk ülkelerine  Tuluktumar Emir’i ile birlikte yaptığım gezilerde tanık olduğum en ilginç şey, Türklerin kadın sınıfına karşı gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler,kadınlarını erkeklerden daha çok şerefli bir kertede tutmaktadırlar.Kiram kentini terk ederken Emirin eşini arabada gördüm.Arabası baştan aşağı süslü mavi kumaşlarla örtülü idi;arabanın tenteleri de açıktı.Prensesin yanında zarif giysiler içinde dört nedime daha vardı ki onların arabaları da zengin eşyalarla doluydu.Emir’in bulunduğu yere yaklaşınca prenses arabadan indi.Otuz kadar Genç nedime elbisesinin eteklerini tutarak peşinden yürümeye başladılar.Prensesin eteklerinde ilmikler vardı ve her bir Nedime bu ilmiklerden tutup yerden hafifçe kaldırmak suretiyle yürüyüşe devam ederlerken prenses bu  muhteşem bir tavırla Emir’e yaklaştı;Emir ayağa kalkarak onu selamladı ve yanına oturttu.Bu sırada Nedimeler ayakta prensesin etrafını sarmış olarak beklemekteydiler.Kımız getirildi,prenses bir su kabı alarak içine bir miktar kımız doldurduktan sonra emir’e ikram etti.Bunun üzerine emir,aynı Nezaketle  bir kaba Kımız doldurdu ve prensese ikram etti.Her ikisi ,önlerine getirilen  yemeklerden yediler.Daha sonra prenses (Emir’in kendisine takdim ettiği hediyeleri alarak9 ODASINA ÇEKİLDİ.Tüccardan ve avamdan kişilerin eşlerini de gördüm ve onların da aynı saygıya mazhar olduklarını izledim.”1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han’ı ziyaret ettim.Özbek han,büyük bir imparatorluğun başındadır.Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından biridir.Tahtına kurulmuş olarak oturur iken sağ yanına Taytugil Hatun,onun yanına Kebek Hatun,sol tarafına da Bayulun Hatun ve yanında Urduca Hatun yer almışlardı.tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar.Büyük oğlu sağda,küçük oğlu ve kızları tam ortada,sultanın karşısında yer almışlardı.Odaya giren her hatunu ayağa kalkmak suretiyle  karşılıyor,elinden tutarak tahta çıkarıyordu.Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.””Sultanın eşleri öylesine serbest ve uygar kadınlardı ki,Kur’an yasaklarına rağmen,erkeklerin yanına çıkmaktan,yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hâttâ onlarla geziye katılmaktan,hediye alışverişinden geri kalmamaktadırlar.”
İbn Batuta’nın kaleminden iz sürelim:”Daha sonra Tevellisi ülkesine ulaştık. Bu ülke kendi hükümdarının adıyla anılmakta ve oldukça geniş bir sahaya yayılmaktaydı. Ülkenin erkekleri çok yakışıklı; ciltleri Kırmızımtırak,hepsi cesur ve cengâver.Kadınlarına gelince,onlar da öyle,at sırtından ok atışında fevkâlade ustalar ve tıpkı erkekler gibi savaşmaktalar.Gemimizin demir attığı Kalukari limanı,ülkenin en büyük ve güzel beldelerinden biri.Burası (Büyük) hükümdarın oğlunun eski ikametg3ahı imiş.Limana demir attığımızda,bir müfreze asker,kaptanı ziyarete geldi.sonra,kaptan,beraberindeki hediyelerle karaya çıktı.Çok geçmeden şunu öğrendim ki hükümdar,bu bölgenin başına getirdiği oğlunu başka  bir yere tayin ederek,buraya Urduca adındaki kızını genel vali getirmiş.Prenses,gelenek icabı kaptan ve maiyetini davet ettiğinde,kaptan benim de bu davete katılmamı istedi,fakat kabul etmedim,çünkü davet sahibi kişi Müslüman değildir.Üstelik de bir kadındı.bu itibarla böyle bir kimsenin davetini kabullenmem(dinsel inançlarım bakımından)haram olurdu.. “Kadınların davetine gidilmez, Müslüman olmayan kişinin yemeği yenilmez!”Çöl Araplarının ilkel yasaklarından birisi. Ostüzü.
“Kaptan ve tayfası Kadın Valinin huzuruna çıktıklarında, Urduca sorar:”Hepiniz geldiniz değil mi?”Bu soruya kaptan, İbn Batuta adlı bir bilginin kendileriyle seyahat etmekte olduğunu  ve fakat davete icabetten kaçındığını söyler ve kaçınma nedenini ekler.Bu açıklama üzerine Urduca,kaptana  hitaben:”Derhal onu buraya getirmek üzere adamlarıma emir ver”,der ve kendi askerlerini de bu işe tahsis eder.Kaptan,askerleriyle birlikte gemiye dönerek  İbn Batuta’ya :”Prenses’in emrini yerine getirmek üzere seni almaya geldim!”der.Olayın bundan sonraki kısmını İbn Batuta’dan dinleyelim:
“Prenses’in huzuruna çıktığımda kendisini azametli bir tavırla makamında oturur buldum. Selâm verdim, selâmıma karşılık bana Türkçe olarak mukabil selâmda bulundu ve hangi ülkeden geldiğimi sordu. Ona.”Hindistan yolu ile geliyorum” dedim. Bana Hindistan hakkında sorular sordu ve oralarda olan bitenlerden kendisini haberdar etmemi istedi.verdiğim bilgiler üzerine :”Bu ülkeye mutlaka sefer açmalı ve oraları kazanmalıyım ,çünkü oraların zenginliği,bereketliliği  bana cazip görünmekte”,dedi.Kendisine “evet bunu yapmanız çok yerinde olacaktır” diye yanıt verdim.Konuşmalarımızın bir yerinde vali,deniz seyahatine rahatlıkla devam edebilmem için bana elbiseler hazırlanmasını  emretti ve ayrıca iki filin taşıyabileceği  miktarda pirinç,iki öküz,on koyun ve şurup hediye etti.Kaptanımızdan öğrendim ki,prensesin emrindeki orduda kadın aksarlar,kadın cariyeler ve hizmetçiler vardır ve bu kadınlar tıpkı erkekler gibi savaşmaktadır.Yine kaptanımız bildirdi ki,prenses düşmanlarına karşı giriştiği savaşlardan birinde,askerlerin ricat etmesi üzerine ,düşman saflarını tek başına  yarıp(karşı tarafın)hükümdarının karargâhına kadar sokulmuş ve bir kılıç darbesiyle onu yok etmiş.Kırallarının bu şekilde öldürüldüğünü gören düşman ordusu da bir an içinde dağılıp,kaçmış.Bu başarıdan sonra prenses babasının huzuruna çıkmış,olanları anlatmış ve babası ona,erkek kardeşinin yönetmekte olduğu bu bölgeyi hediye etmiş.Yine kaptanımızın söylediğine göre ,prensesle evlenmek isteyen nice yiğit kişiler bulunmakla beraber prenses hiç birine  aldırış etmemekte ve şöyle demektedir:”ben,ancak benimle boy ölçüşebilecek biriyle evlenebilirim!” Fakat ne  var ki,hiç kimse prensesle dövüşmeyi göze alamamaktadır; zira yenilgiye uğradığı taktirde gözden düşeceğini düşünmektedir.”
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür, Şeriatın çöl masallarını din diyerek doldurmuş olduğu kellelere bunları anlatmak boşuna olur. Şeriat; bu dünyada kul ve köle haline soktuğu zavallılara öteki âlemdeki Kadınları, Hurileri ve Gılmanları bol keseden dağıtarak beyinlerini yıkamakta, cenneti de bir genelevine döndürmektedir. Erkeklerden çok üstün tutulan Türk Kadınları da bir sürü halinde ve iradelerine bakılmaksızın Ümmetleşen toplumların Müslüman erkeklerinin maslahatlarını keyfine tahsis edilmektedir.Şimdi iyice okuyunuz da Analarımızın,bacılarımızın ve tüm kadınlarımızın nasıl alçaltılarak küçültüldüklerini iyice okuyunuz.İşte İran,İşte Afganistan,işte kadınları hiç sayılan Müslüman ülkeleri.İşte,Türk kadınlarına hazırlanan öteki dünyada bile geçerli seks köleliği.Kadınların özgür olmadığı bir yer bana göre cehennemdir.Müslüman erkeklere tanıtılan cenneti ben asla kabul etmem.Çünkü ve dahi çünkü Ulu Tanrımız kadınları dünyamızı cennet yapmaları için kendisine en yakın olarak yaratmıştır.İnsanları doğuran kadının erkeğin eye kemiğinden yaratılması da ilmen     mümkün değildir.O zaman tüm insanların DNA’LARI ve kan gurupları bir olmak zorunda olurdu.
Türk toplumlarının Müslüman olmadan önceki kadına bakışını özet olarak verdim. Bendeniz; Hz. Muhammed’in gerek Kur’anı Kerimde gerekse hadislerinde tanımladığı kadına bakarken bir hususa çok dikkat ederim. Buradaki tanımlanan kadın Türk kadını olamaz. Çünkü Hz. Muhammet, Türk kadınını hiç görmemiştir. Abbasi Halifelerinden Harun Reşit’in eşlerinden birisi de Türk kadınıdır.Önce şu ayeti bir güzel ve kıvırtmadan okuyalım:
“ŞURA SURESİ(42’inci sure) 7 ‘inci ayet:”ve işte böyle sana –Muhammed’e—Arabî bir kur’an vahyetmekteyiz ki Umm’l Kura’yı(Mekke şehrini) ve çevresindekileri sakındırasın ve o toplama gününün dehşetini haber veresin-Onda şüphe yok; bir fırka cennet’te, bir fırka sair’de(Çılgın ateş içinde)”Kur’anı Kerim ve İzahlı Meali s.482.Elmalılı Hamdi Yazır.
Şimdi de İslam Dininin ana kaynaklarından kadın denilen insan cinsinin özelliklerine bir gözatalım:
-“İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir!”2’inci bakara/İnek/Suresi 282’inci ayet.
“Kadınlar aklen ve dinen dûn yaratıklardır.”Hz.Muhamet’ten Hadis.
“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı’da, ev’de ve at’ta.”Hadis.
“Namazı kat’eden şeyler; Kara köpek, eşek, domuz ve KADIN’DIR” HADİS.
“Kadınlar arasında Sâliha kadın yüz tane karga arasında alaca karga gibidir”Hadis.
“Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”Hadis
“Bana Cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlar.”Hadis.
“MİRASTAN PAY OLARAK ERKEĞE İKİ DİŞİNİN HİSSESİ KADAR VERİLİR. ”4’ÜNCÜ NİSA Suresi, ayet 11 ve 176.
Ebu Hureyre’den rivayet:
“Kadın eğe kemiği gibidir; onu doğrultmak istersen kırarsın,onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmağa bak”.EK:Cennette bir maslahatın keyfine 72 Müslüman kadın’Ostüzü.Namaz kılan Müslüman kadınların 72’sine de bir maslahat!
Cabir’den rivayet:”Kadınlar, insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar.”
Yüce soylu ve başımızın tacı evimizin ve dünyamızın güllerini nerelerden nerelere getirerek bırakmış ve Arap mesellerine kurban etmişiz. Peygamberleri ve kadınları seks aracı yapanları  doğuranların da kadın olduğunu unutmuşuz. Bir Afganlı Yüzbaşı,/sonradan General olan İsmail Ferman/ bana:”Bizim analarımız köle, köleler de ancak köle çocuklar doğurur. Mustafa Kemal Atatürk’ün kızları hariç!” Demişti. Hafife alınan Türk asıllı saz şairi, Anası Türk olan Emevi Halifesi Mutasım’ın huzurunda:”Tanrı Türk ellerinde köle yaratmaz” demişti.(1) Örnekler gösterilen kaynaklardan ve Büyük Hukukçumuz Profesör Dr. Rahmetli İlhan Arsel’in “Şeriat ve Kadın” adlı eserinden alınmıştır
Milli Mücadele’deki isimsiz binlerce kadın kahramanın yanı sıra isimleri halen zihinlerde olan kadın kahramanlardan bazıları şöyle:

ONBAŞI HALİDE

Romancı Halide Edip Adıvar ise "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşı’na katıldı. Uzun süre cephelerde savaşan Halide Onbaşı, savaş alanındaki yararlılıkları nedeniyle İstiklal Madalyası almaya hak kazandı. Türk bağımsızlık savaşının bir sembolü olan Adıvar, Türk edebiyatına kazandırdığı eserler ile günümüz Türk gençlerine çeşitli dersler vermektedir.


KARAFATMA (FATMA SEHER)

"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş Bey ile katılır. I. Dünya Savaşı’nda, ailesinden 9–10 kadınla Kafkas Cephesi’ne gider.

Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.

Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen, kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için mücadele eden Kara Fatma’nın müfrezesinde savaşanların sayısını 350’ye çıkardığı bilinir.

Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat ederken, cumhuriyetin temellerinin atılmasında pay sahibi olmanın mutluluğunu yaşamış kadın kahramanlardandı.

TARSUSLU KARAFATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA

Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8–10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir.

Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır.

Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi vermez.


İKİ OĞLUNU ŞEHİT VERDİ KENDİ GAZİ OLDU

Yunanlıların İzmir’e girmesiyle Milli Mücadele saflarında yerini alan Ayşe Hanım, İzmir’in Yunanlıların eline geçmesi üzerine Aydın’a gider. Aydın civarında kahramanca dövüşen Ayşe Hanımın burada büyük oğlu şehit düşer. I. ve II. İnönü Savaşlarına katılan Ayşe Hanım, ikinci oğlunu da bu savaşlarda şehit verir. Sakarya Meydan Muharebesi’ne de katılan Ayşe Hanım, bu savaşta kasığından yaralanır ve tedavi gördükten sonra müfrezesine katılır.

GÖRDESLİ MAKBULE

Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşı’nı kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördesli Makbule, kocası ile çete kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922’de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah arkadaşları düşmanı yenerler.

FRANSIZLAR’A YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ KADIN

Adana ve yöresinde Fransızlara karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlara yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer.

BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI
Kahramanmaraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenlerin arasında Bitlis Defterdarının Hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı olarak bilinen bu kadın kahraman da, Kayabaşı Mahallesi’nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılır.

TAYYAR RAHMİYE

Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiyse Hanım da, 9. Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir.

Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız karargâhına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır

BİNBAŞI AYŞE
İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs, göğüse çarpışmış pek çok Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe de, adını hep minnet duygularıyla anmamız gereken kahramanlar arasındadır. Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatmaktadır:
“...Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukavemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva–yı Milliye birliği teşkil edip, bilahare Nuri Çetesi’ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı’ya çekildik. Bu suretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna kadar iştirak ettim.
İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyade mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları’ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı.”...
Binbaşı Ayşe, kocasının en kıymetli birer yadigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece, derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir.

SÜREYYA SÜLÜN HANIM
İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman; Milli Mücadele yıldızlarından bir yıldız daha: Süreyya Sülün Hanım... Van’da doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın korkunç zulüm ve Taarruzuna maruz kalmış, babası şehit olmuştur. Nihayet, bir araya gelen beş yüz civarında cengâver, Erek kasabasında toplanarak aziz topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii, Süreyya Sülün hanım ve üç kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.
...Yoğun bombardıman altında ilerleyerek Karaköse’ye gelen bu kahraman Kuva–yı Milliyeciler, Murat Irmağı boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar. Beyazıt’a doğru yürürken yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce Türk köylüsünün işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalimi yapan düşmana hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün Hanım vardı...
Iğdır civarında kanlı çarpışmalar oldu. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya’dan devamlı surette takviye alıyordu. Beş yüz yiğit, yılmadan, kaçmadan dövüştüler. Ölüyor, teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şahadet şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve cenk meydanını terk etmedi. Kala, kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra Karaköse’ye çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu’na iltihak etti. Bir ara yaralandı ve Erzurum’a döndü

NENE HATUN (1857 – 1955)
Tarihimize "93 Harbi" adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Türk kadını. Erzurum'da doğdu, tam doksan sekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini "Üçüncü Ordu'nun annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da zatürreeden vefat etti, Aziziye Şehitliğine gömüldü.
Nene Hatun, Erzurum'da doğdu. 98 yıl Erzurum'da yaşadıktan sonra yine Erzurum'da, zatürree hastalığından hayata veda etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından ANNELER ANNESI seçilmişti.

NEZAHAT HANIM
Gördes ve İnönü meydan savaşlarında, çarpışmalara katılan 70. Alay Komutanı Hafız Halit Beyin kızı olan Nezahat Hanim 8 yasında öksüz kalmış ve babasıyla cephelerde dolaşmıştır. Askerlere hizmet ve cesaret veren Nezahat Hanım’ın 100 den fazla düşman askeri öldürdüğü bilinmektedir








İzleyiciler

Blog Arşivi