28 Temmuz 2010 Çarşamba

176- SOYUTTAN SOMUTA MUSTAFA KEMAL (2)

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 29 Temmuz 2010


                        SOYUT’TAN SOMUT’A MUSTAFA KEMAL! (2)

“Ben ki; Fatih sultan Mehmed Han oğlu, Beyazıt Han oğlu Yavuz Sultan Selim Han’ım. Sen ki EŞEK TÜRK!”
            Yavuz’un Şah İsmail’e yazmış olduğu mektup.

            Japon Başbakanının eşi, kocasının başbakanlığa lâyık olmadığı halde, nasıl başbakan olduğuna akıl erdiremeyerek bir kitap yazmış! Bizdeyse tüm başbakanlık yapmış politikacılarımızın eşleri kocalarını dahi saymaktadırlar.
            Bir zamanlar, bir Türk ile bir Hıristiyan, imam ve papaz üzerine söyleşi yapmışlar. Hıristiyan Türk’e sormuş:
            “Sizin imamlarınızın tahsil seviyesi nasıldır?”
            “İlkokul düzeyindedir. Son senelerde, imam-Hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri açılmış olmasına rağmen, buralardan mezun olanlar bürokrasiyi seçerek dinciliğe soyunmuş olan siyasi partilerin kadrolarını oluşturuyorlar.” Demiş ve sormuş:
            “Sizin din adamlarınızın tahsil düzeyi nasıldır?”
            “Bizim din adamlarımız, üniversiteyi bitirdikten sonra üç sene de ruhban okulunda din öğrenimi görürler. Akademik kimlik sahibi olurlar…”
Bizim Türk vatandaşı dini ve dahi imanı büsbütün Türk:
            “O ne demek?” Demiş. Hıristiyan:
            “Üniversitelerde doktora ve Doçentlik sınavlarını verirler; Doktor, Doçent ve hatta profesör olurlar. Ünlü Protestan Martin Lüther ve Profesör Dr. Papaz Martin Neomüller doktorasını vermiş birer din adamıydılar. Doktor Papaz Martin Lüther, 1520’de İncil’i Latinceden Almancaya tercüme ederek 5000 adet te bastırtmıştı!” “Sizin imamlarınız yabancı dil bilirler mi?” Bizim Türk vatandaşımız: ”Hayır’” Deyince şu karşılığı almış:
            “Size ilkokul mezunu imamlar çok gelir; bize de üniversite mezunu papazlar az gelir!”
            Şimdi; izin verirseniz, iki başbakanın eşlerini bir karşılaştıralım:
            Türk Başbakanının hep birlikte dünya turuna ve resmi toplantılara beraber götürdüğü Sayın eşlerini bir dinleyelim ve pir dinleyelim:
            “Davos’ta İsrail Başbakanı’nın hiç te doğru olmayan konuşmalarını dinledikçe, ağladım ve ”birisi çıksa da şu adamı bir sustursa “ diye içimden dua ettim!”
            Sayın Emine Hanımefendi Hazretleri; siz, bir başbakanın karşısında utancından kıpkırmızı kesilen ve ancak: ”Van minüt!” Diyerek meydanı gazayı terk eden kocanızın içine düştüğü hale gözyaşları ve dualarla ortak olan siz,     ”Son Osmanlı padişahı“ pankartına neden tepki göstermediniz?
            Japon Başbakanının Sayın Eşleri, kocasının Japon halkını aldatmaması için, kocasının iç yüzünü bir kitapla açıklamasına ne buyuruyorsunuz?
Batı Cephesi Komutanı ve Hariciye Vekili olarak, Lozan’da Türk ulusunun onurunu savunan Rahmetli ve dahi cennetmekân İsmet Paşa’dan hiç mi ders almadınız? İsmet Paşa 39, Eşleri Rahmetli Mevhibe Hanımefendi de 23 yaşındaydı. Ne konferans salonuna ağlamak için gitti, ne de kocasını küçük düşürecek bir davranış sergilemişti! Bir Türk vatandaşı olarak sizleri ayıplıyorum.
İzninizle; Revenons a nos Moutons! Konumuza dönelim!

            Birinci bölümden devam!

            Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı İbn’i Kemal’in Çaldıran Muharebesiyle ilgili fetvaları:
            Vezir İbn’i Kemal olarak bilinen (Efendinin ) Şeyhülislam’ın (Mektubu) FETVASI:
            Fetva: III.
            “Bu yerde adı zikri dolaşan, bütün zamanlarında tanındığından dolayı varlığının açıklanmasına gerek duymayan. Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Şah İsmail’in ve din gününe (kıyamet) kadar lanetlenmiş grupların ve tabalarının yenik, zelil askerlerinin küfrü hususunda Hamdi kerim; Kuvvetli, Büyük ve Yüce olan Allah içindir. Övgü, doğru yola rehberlik eden Hz.Muhammed ve diğer dinde ona uyanlar (övgüler olsun) Şia’nın (Şah İsmail ve tebasının) kendi imanlarından başka doğru yola götüren imam, imamlığın ilk dört halifenin halifeliğini inkâr ettikleri, İmam Ebu Bekir’le, İmam Ömer’le, İmam Osman’a (Yüce Allah hepsinden razı olsun) açıkça küfür ettikleri, Sünni memleketlerinden birçok yere hâkim oldukları, oralarda boş mezheplerini ortaya koydukları haberleri ard, ardına geldi. Müslüman ülkelerde bu durumun etkileri çoğaldı. Şeriatı ve ona uyanları küçümsüyorlar. Bu şeriatla içtihat edenlere, kendi mezheplerinin tersine, müçtehitlerin mezheplerinde zorluklar olduğunu ileri sürerek (şeraite tabi olanlara) sövüyorlar. Tarikatlarının liderine de Şah İsmail adını verdiler.
            Onlar, Şah İsmail tarikatının metodunun son derece kolay olduğunu ileri sürüyorlar. Şah İsmail’in “helaldir” dediğini helal, haramdır dediğini haram sayıyorlar.
Şah, şarabı helal kılsa, şarap helal oluyor.
Osmanlı devleti ricali ve uleması, İslam dinini, bir mezhebin diğer inanç gruplarını yenerek, iktidarların bu mezhep doğrultusunda kullanılması için kullanmışlardır. Din ve ahlak ve dahi Türk geleneklerine aykırı davranışlar Osmanlının günlük eğlence işlerindendi.”
            Sayın Baki Öz’ün ”Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları” adlı kitabının 81’inci sahifesini birlikte okuyalım:
            “b- Bunalım, ahlaksal çöküş, içki ve fuhuş:”
            “içki ve fuhuş, Osmanlılarda tarih boyunca yaygındı ve hiçbir zaman da önlenemedi. Bu, düzenin gereğiydi. Osmanlı toplumu, hiçbir zaman bunalımsız olmadı. Bunalımın kaynağı toplumun düzeni olduğundan, çıkarılan yasalar hiçbir dönem yeterince önleyici olamadı. Suhte-Medrese öğrencileri-oto.-hücreleri, büyük kentlerde fahişe kadınların ve leventlerin bekâr odaları, hamamlar içki ve fuhuşun yuvalarıydı. (298).
            Osmanlılarda; içki ve eğlence vakanüvislere göre, Yıldırım Beyazıt ile başladı. Padişahı da buna alıştıran Ali Paşadır. (299). Ali Paşa, aynı zamanda, Yıldırım Beyazıt’ı oğlancılığa da alıştırmıştır. Genç Hıristiyan delikanlılarını satın alarak bu işte kullanıyor, onları daha sonrada “iç oğlanlar” adı ile saraya alıyorlardı. (300). Oğlancılık ve homoseksüellik, daha sonraki dönemlerde de vardı.
            Padişah Üçüncü Osman, sarayında kadın görmeye bile tahammül edemezdi. Kadınlar, ayak seslerini duyup ta kaçsınlar diye, pabuçlarının altına demir çakdırttığ rivayet olunmaktadır.
            1730 ayaklanmasında; damdan, dama atlarken düşerek ölen Şair Nedim de hırlılardan değilmiş. Şiirlerinin yorumu yüzünden çok tenkitlere uğramıştım. Bakalım sizler ne buyuracaksınız!
            “Kızoğlan nazı, nazın/
Şahlevent avazı avazın/
Belasın ben dahi bilmem/
Kız mısın, oğlan mısın kâfir?
Ne mana gösterir/
Duşundaki ol ateşin atlas/
Kıyanı şuleyi cansuzu/
Hüsnü anmısın kâfir?/
Kimi sana canım, kimi cananım deyu söyler/
Nesin sen doğru söyle/
Can mısın, canan mısın kâfir?

Tam, 65 sene önce ezberlemiş olduğum bu şiir böylece güzelce gitmektedir. Hele bir de çok ince bir duyguyu anlatan şu mısra:
            “Güllü diba giydin amma/
Korkarım izar ider?
Bunlar güzel söylemler.

İşte, işin garip tarafı da şu söyleyişte:

            “İzin al Maderden Cuma namazına deyu/
Gidelim sevdiceğim seninle Sadabada?”

            Kadınlar ve dahi kızlar, camiye, Cuma namazına gitmeyeceğine göre; buradaki sevgili kim ola ki!
            19’uncu asırda bile, büyük devlet adamlarının oğlanları olduğunu biliyoruz. Tanzimat’tan çok sonraları, Batılı devlet adamlarından çekinildiğinden, bu âdete son verilmiştir.
            Bir tarafta; soyut masallarla halkı aldatma numaraları, din adına oynanırken, Osmanlının SOMUT yaşantısı işte böyleydi.           
            Fatih Sultan Mehmed de, şaraba ve oğlancılığa oldukça düşkündü. Manisa’da vali olarak bulunduğu sıralarda; daha sonra Veziri Azamı ve damadı olacak olan Zağanos Paşa bu işlere Fatihi de alıştırmıştı.-oto-Rum Mehmet Paşa ile Fatih Sultan Mehmet’i kandırarak Çandarlı Halil Paşa’nın idam edilmesini sağlamışlardır. Oto.
            Bizans başbakanı Rahip Lukas Noturas’ın ondört yaşındaki yakışıklı oğlunu istemiş, vermeyince de Rahibi öldürtmüştü. (301) Avni mahlası ile yazmış olduğu (72) şiirlik divanının (27) şiiri oğlanlara aittir.          
Osmanlı sarayındaki bu yaşam tarzı uzun zaman sürdürülmüştür. IV’ üncü Murat’ın da bu tür bir yaşam tarzı olduğunu tarihler yazmaktadır. Annesi Kösem Sultan, oğlunu güzel oğlanlara yöneltmişti. İlk gözdesi Ermeni dönmesi Musa Melek Çelebi idi. İkinci gözdesi, Yeniçeri ağalığına atadığı Hasan Halife idi. Sonra, Abaza Mehmet Paşa, Bosnalı Mustafa, Melek Ahmet, Musa Siyavuş, Deli Hüseyin, Dimitraki, Nefraki, Can Memi Şah, Arslan Şah, Şahin Şah, Fitne Şah, Mirza Şah, Zalim Şah, Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, ol Padişah’ı Ruyu zeminin oğlanları olmuştu!
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’ya göre; bu zevk sapığı genç İmparatorun sevgilileri; ”kimi sakız mahbubu, kimi mukaşşer şehir oğlanı. Kimi Abaza, Mergil ve Çerkez Güllamı idi.
            “kanlı müstebit sapık zevklerinin yolunda, ölüm döşeğine uzanıncaya kadar pervasız yürümüştü.” Oğlan simsarı İranlı Yusuf, sürekli onun meclisindeydi. IV’ üncü Murat, kendisine oğlan sağlayan bu İranlıya Emirgân koruluğunu bağışlamıştı. (303).
Kısa süren saltanatı dönemimde; (110.000) kişiyi öldürttüğü söylenmektedir. 1639 Bağdat seferi sırasında; muharebe sırasında esir alınan İranlı askerlerin sayıları (1000)’i bulduğunda; tahtına oturarak boyunlarını vurdurduğu anlatılmaktadır.
            Bunalım artışına paralel olarak; içki ve fuhuş geniş kesimlere doğru yayılmıştı. (304). ”Hamamda, yolda ve başka yerlerde emret oğlanlara livata “ettikleri kadı sicillerinde de görülmektedir.” 305).
            Batılı gözlemciler de bunun bilincindedirler.1552-1556yıllarını anlatan bir gezgin ,”Türklerin İslamlıklarına karşın şarap ve rakı içtiklerini; özellikle de Tekke çevrelerinde esrar kullandıklarını ve dahi oğlancılığın yaygın olduğunu (306). 1717-1718’leri gözlemleyen Lady Montaigü, yaygın biçimde içki kullanıldığını yazmaktadır. (307).
            Ne Kanuni döneminde getirilen yasalar (308) ne de IV’ üncü Murat’ın cezalandırarak yasaklamaları, kaynağını toplumsal düzenden alan bu ahlaksal çöküşün önüne geçememiştir.
1630-1650 yıllarını anlatan Mehmet Halife; içki, fuhuş, oğlancılık ve homoseksüelliği açıkça belirterek, toplumsal bunalımın doruğa ulaştığı dönemin bu yanını açıkça saptamaktadır:
            “O zamanlar kulun (askerin) azgınlığı o ölçüye varmış idi ki; gündüz hamamdan peştamal ile çıplak avrat çıkarmak, gulamiye aldıkları günde Sultan Mehmet Camiinde duhan(sigara) içmek, Müslümanların ırzına sarkıntılık etmek; köşelerde açıkça ayak üzre zina ve livata etmek… Halk tabakasının çoğu zina ve livata’ya karşı eğilim ve sevgi besliyordu.” (309).
            İşte Osmanlı’nın SOMUT DÜZENİ. Soyut kavramlar kitaplarda kalmış! Düzen ve düzülen çok. Devlete ve Osmanlı toplumuna tam bir düzensizlik egemen olmuş. Bu ortamda; bazı kimseler çözüm arayışına yönelmişlerse de onların da başları kesilmiştir. İlk modern anlamda bütçe kanunu yapmak isteyen Taroncu Ahmet Paşa da; teminat sözü almasına karşın başından olmuştur.
            Arnavut asıllı KOÇİ Bey de, İmparatorluğun eski gücüne kavuşması için bir risale yazarak IV’ üncü Murat’a sunmuştur. Risalenin önemli bölümlerinden birisi de, devletin ve ordunun çürümüşlüğe düşme nedenlerini açıklayan maddesidir:
            “Her zümreye-Ocağa- adı geçen tarihten beri, milleti ve mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, Tatar, Kürt, Ecnebi, Laz, Yörük, Katırcı, Deveci, Hamal, Ağdacı, Yol kesen, Yankesici ve diğer çeşitli kimseler katılıp, usul ve kaideler bozuldu. Kanun ve kaide kalktı.” Koçi Bey Risalesi, s.43.Zuhuri Danişment.
            Yeniçeri Kanunnamesi madde: 5-“Türk’ten yeniçeri alınmaya.”
            Ayrıca bir ferman’ı şerif! ”Türk’ten vezir olmaya.” Osmanlının (243) vezirinden sadece ve dahi sadece (10) veziri Türk asıllıdır.

                        C- Suhte Ayaklanmaları ve Yarattığı Huzursuzluklar.
            Suhteler, Cemali kavgasının özgün eylemci gruplarıydı. İmarethane ve medreselerin zor koşullarında yaşayan gençlik, ruhsal ve maddi bunalıma girmişti. Bu bunalım, kimi kez ahlak dışı davranışlarla, kimi kez de tepkisel eylemlerle ortaya çıkmaktaydı. Çoğu kez, Leventlerle birlikte hareket edilerek çok geniş boyutlar kazanmaktaydı. Toplumsal nitelik gösteren bu oluşum, çoğu yerde,”Soyguncu Bölükler”şeklinde hareket ederek korku salıyor ve düzeni bozuyordu.
EN GENÇ VE DELİKANLILIK DÖNEMLERİNİ KAPALI, KARANLIK VE KARŞI CİNSTEN UZAK YERLERDE GEÇİREN SUHTELER, TAŞKINLIK YAPABİLİYORLARDI. Toplumu tedirgin edilebiliyorlardı.
1550’lerde başlayan Suhte olayları, 1560’larda Leventlerle birleşerek, birkaç yüz kişilik çetelere dönüştü. İkinci Selim döneminde; Suhte olayları iç kavga biçimindeydi. Suhtelerin leventlerle birleşmeleri bürokrasiyi (ehli örf ve kapıkulu) karşılarına almaları ve Anadolu Ayanı ile bağlaşmaları, eylemlerine TOPLUMSAL VE SİYASAL bir nitelik kazandırdı. Eylemlerinin sınıfsal ve siyasal yönünü ortaya koydu.(310). Bilindiği kadarıyla, suhtelerle ilk anlaşmayı, Sancak Beyi Ali Ağa, 1604 tarihinde gerçekleştirmiştir. (311).
Mustafa Kemal; Laiklik ilkesiyle, dini vicdanlara çekerek, diğer sosyal düzen kurallarını yok etmesini önlemiştir. Kadın-Erkek ayırımcılığının kadınları Lezbiyenliğe; erkeleri de homoseksüelliğe itmesine de engel olmuştur. Efendim; kız ve erkeklerin birlikte okumaları dinen sakıncalıdır! El ele tutuşurlar, birikirlerini de severler! Ne yapsınlardı? Unutulmasın ki; Din de, Hukuk ta, Örf te, Moda da insanların mutlu olmaları içindir.
Din soyuttadır: Diğer sosyal düzen kuralları da somuttadırlar ve insan aklının ürünleridirler.
            Anadolu’da borçlar nedeniyle çiftliklerin bozulması; köylünün büyük şehirlere akması ki buna BÜYÜK KAÇKUN denilmektedir. İşsiz insanların güçlü kimselerin emrine askeri nitelikte girmesi sonucunu doğurmuştu.
Medreselere yeni gelen öğrencilerin, zorla ırzlarına geçilmekteydi. Manavgat’ta, Aydın’da ve Gemlik’te Medreseli bölükleri her önüne gelenin ırzlarına geçmekteydiler. İşte övündüğümüz Osmanlının en güçlü olduğu zamandaki SOMUT durumu!
Profesör Dr. Mustafa Akdağ, Dirlik ve Düzenlik Savaşımız.
                        Dipnot.
            1* (298)-Osmanlı vakanameleri ve kadı sicilleri bu tür örneklerle doludur. Bkz. M.Akdağ 1975,s.81,100,102ve 155,158.
            2* (299)Bkz.Âşıkpaşaoğlu Tarihi, s.74.Yayın tarihi ı/158,Müneccimbaşı tarihi1/29,Tacü’t -Tevarih,1.211,223,
            3* (300)Hammer1/158.
            4* (301)HAMMER, II/386,Kinross, s.120,
            5* (302)Shaw,1/203.Zelyut(1986,s.99 ve sonrası.
            6* (303)Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Nebioğlu Yay.İst.207-221,
            7* (304) Yavuz dönemindeki yaygınlık için bkz. Tansel, s.25.kanuni Dönemindeki yaygınlık için bkz. Mustafa Akdağ (1975) s.104 ve devamı.
            8* (305) Bkz. Mustafa Akdağ,(1975) ,s.105.
            9 * (306) Türkiye’de Dört Yıl, (1552-1566)S.55.66.85.
            10 (307)Lady Montagu, s.29,42.
            11* (308)Ahmet Lütfi, s.39.
            12*(309)tarihi Gilmani, s.28,144.
            13* (310)Profesör Dr. Mustafa Akdağ(1975) ,Dirlik ve Düzenlik Savaşımız. s.20,71vd.153 vd. 178 vd. 255 vd. 300 vd.Yarasimos1/426 vd. Toy,s.122 vd. Cezar,s.196 vd.
            144 *(311) Toy, s.127.

            Osmanlı, Ulema geçinenlere din ve şeriat adına neler dedirtmez!
            Bakınız Kaygusuz Abdal, namaz üzerine neler söylemiş.

                        “Ey, Emir Efendi bana
                        Daha namaz sorar mısın?
                        Dur, haber vereyim sana,
                        Daha namaz sorar mısın?
                                   Yanar yüreğim oddur,
                                   Bilmeyenlere müşkil derttir.
                                   Sabah namazı dörttür,
                                   Daha namaz sorar mısın?
                        Gâh ağlarım, gâh gülerim,
                        Tanrımdan hacet dilerim.
                        Öğleyi hem on kılarım,
                        Daha namaz sorar mısın?
                                   Namaz sorucusun bildim,
                                   Teftiş ettim, hem de buldum.
                                   İkindiyi sekiz kıldım,
                                   Daha namaz sorar mısın?
                        Akşam namazı hod beştir,
                        Onu kılmak bize hoştur.
                        Yatsı namazı onüçtür,   
                        Daha namaz sorar mısın?
                                   Gündüzle gece kırk rekât,
                                   Onyedi farz, yiğirmibir sünnet.
                                   Vitir vacip üç rekât,
                                   Daha namaz sorar mısın?
                        Adımı sorarsan fakıdır,
                        Mektepte çocuk okutur.
                        Cuma hem bayram ikidir,
                        Daha namaz sorar mısın?
                                   Efendi sarığın değirmi,
                                   İşit, kulağın sağır mı?
                                   Teravih namazı yiğirmi,
                                   Daha namaz sorar mısın?
                        Zatımdan hayran oluram,
                        Farz’u Sünnet kıluram.
                        Bir yıllık namazı bilirem,
                        Daha namaz sorar mısın?
                                   Camilerde olan imam,
                                   Bunu bilmez çoğu tamam.
                                   Dört bin altı yüz seksen selam,
                                   Daha namaz sorar mısın?
                        Kimine vaciptir zekât,
                        Kimine vaciptir salât.
                        Yedi bin beş yüz altmış tahiyyat,
                        Daha namaz sorar mısın?

            Burada da belirtildiği üzere, günlük namazın sünnetlerinin toplamı, farzlarının toplamından fazla! Kur’anı Kerim’de çok açık ayetler vardır.”Sen benim emirlerimi tebliğe memursun. Ne bir eksik ne bir fazla!”
Tanrımız; Miraçta Hz. Muhammed’e, günlük namazların rekâtlarını eksik mi vermiştir? Bunu bana açıklayan çıkmamıştır! Osmanlı Padişahı bir papaz yamağına (27) şiir yazarken bir Bektaşi dedesi de namaz üzerine şiir yazmaktadır. Ve bu kesim insanlarımız da dinden çıkmış kabul edilmektedir. Hadi canım sizde!
            Mustafa Kemal’in, Balıkesir Paşa camisindeki vaazını her müslümanın bilmesi gerekir diyorum. Bu ünlü konuşmayı buraya almış olsam sahifeler dolacaktır. Ancak, bir şeyi onur duyarak yazmak istiyorum:
            Abdülhamit’i Sani’nin Osmanlı padişahlığından azil fetvasını Elmalılı Hamdi-Yazır- vermişti.
Mustafa Kemal, Kur’anı Kerimi bu İslam Bilginine tercüme ettirerek bastırtmış ve kitap bastırtma bedeli olan (15.000) Türk lirasını da cebinden ödemiştir. Dokuz cilt olarak yayımlanan bu dev eser kütüphanelerimizi ve bez torbalar içersinde, duvarlarımızı süslemektedir!
Liakliği getirecek bir büyük devlet adamının en büyük isteği      , Türk toplumunun dinini öğrenerek din satıcılarının tuzağına düşmemelerini sağlamaktı. Türk insanları, onun göstermiş olduğu Somut yaşam yolunda yürümesini bilselerdi; bugünün soyut masalcılarının peşine takılarak Ortaçağ yoluna girmezlerdi.
                       
Osmanlının Ahlak Kitabı!
            İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet adlı bir kimesneye, KEYKAVÜS’ÜN ünlü KABUSNAME adlı eseri tercüme ettirilmişti. MEB. Yayınlarından satışa sunulan bu eserin ,son basımlarında 112 ve 113’üncü sayfaları yoktur.
            Tercüman gazetesinin (1001) temel eserleri arasında yayımlanan adı geçen eserin de o iki sahifesi yoktur. Çıkarılmış olan o iki sahifede oğlancılık ballandırılarak anlatılmaktaydı ve bu kitap Osmanlının ahlak kitabı sayılmıştı.
            “Yazın iki kadın şeyi arasında yat, serin olur. Kışında iki karavaş-Erkek hizmetçi-arasında yat; tenleri sıcak olur. Sıcak ten şehveti azdırır.”
Ahlak kitabı! Cinsellikte Somut yaşam buna denmeyip te neye denilir?
            Yavuz Sultan Selim, özünde bir Alevi düşmanıydı. Bu inanışa hiç itibarı yoktu. Daha Şehzadeliği zamanında; Trabzon valiliği zamanında, babasından Anadolu’da gittikçe güçlenen alevi hareketinin bastırılmasını istemekteydi. Bu konuda; İkinci Beyazıt’ın Şah İsmail’in etkisinde kalarak, etkin olmadığını gördüğünde, kendi olanaklarıyla gerekli önlemleri almaktaydı. Öte yandan Osmanlı tahtına geçmeye de hazırlanıyordu. Henüz Amasya valisiyken, kendi adamlarını Osmanlı devletinin kilit noktalarına getirtmişti. (37).
Safevilerin ticaretlerini baltalıyor, İran tüccarlarının mallarına da el koyuyordu. Bu davranışlarını bir planlı politika olarak sürekli yapar hale getirdi. (38) Padişahlığa geldiğinde; Alevi ve Safevi sorununa kesin bir çözüm getirmeyi düşünüyordu. Bu doğallıkla, kırım biçiminde olacaktı.
            Yavuz’un BÜROKRASİ ve ULEMA çevresi. O’NU Alevi ve Safevi üzerine savaş açması için kışkırtıyordu. (39). Yavuz, Alevi kırımı göreviyle dolduruldu. İran üzerine sefere çıkılmadan önce; bir ayaklanma olasılığına karşı, Anadolu’daki Alevilerin listesini yaptırdı. Çeşitli kaynakların farklı bilgiler vermelerine karşın , (40.000&80.000) Alevi Türkünün öldürülmesi için Müftü Hamza Efendiden fetva aldı ve bu insancıkların öldürülmelerini buyurdu. (40).
Müftü Hamza Efendinin rüşvet karşılığında vermiş olduğu fetva’da:”Kızılbaşların kâfir ve dinsizler topluluğu oldukları. Bunları kırıp, topluluklarını dağıtmak bütün Müslümanların görevi olduğu; bunların tövbe ve pişmanlıklarına inanmayarak tümün öldürülmelidir. Bu topluluk hem kâfir hem imansız, hem de kötülük yapıcı olduklarından öldürülmeleri gerekir.” Deniliyordu. (42).
            Bu fetva ile de yetinilmedi. Yavuz, ayrıca İbn’i Kemal’e “Rafızîlerin suçlanması ve yok edilmesi (Fi’Tefrizi’rRevâfiz) konulu bir risale yazdırdı. İbni Kemal, bu risalesinde ”Kızılbaşın malının helal, nikâhının geçersiz olduğunu ve Kızılbaş öldürmenin caiz” olduğunu savunarak, siyasi iktidarın isteklerine İslam dininden bir kapı açmış oldu. (43).

                        Dipnot:
            1* (37)-Selim name.
            2* (38)-Bkz.Peçevi tarihi,1/4 Sümer 976) s.40,
            3* (39)-Tansel, s.93.
            4* (40)-Bu saptama, Alevilerin “defterlerinin yapılması” ve bu insanların “defterlerinin dürülmesi” için Bkz.Tacü’t-Tevarih IV/176,181; Müneccimbaşı Tarihi, II/457;Solak zade Tarihi, II/16; uzunçarşılı, II/256; Tansel, s.37vd. shaw,ı/ 123vd.; Yetkin, I/92; Şener, S.77; Bozkurt,S.57; Yörükoğlu, s.64; Bayrak(1984) s. 85; beşikçi, s.170; Özellikle belgeler için Bkz. Tekindağ, Tarih Dergisi. C. 17. sayı. 22, Mart 1967,s.56,
            5 *(41)-Bkz.Özkırımlı(1990)s.171 vd.
            6* (42)-Fetva metni için şu kaynaklara bakılabilir. Tekindağ Tarih Dergisi.C17, sayı 22,Mart 1967,s.54 vd. Atilla Özkırımlı, Alevilik ve Bektaşilik ve Edebiyatı, Cem yayınevi ist.1976.s.45 vd. Bozkurt, s.56; bayrak (1986), s.38; Beşikçi, s.172; Doğan Avcıoğlu (1978)I/105 vd.

            İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU.
           
                       


           

İzleyiciler

Blog Arşivi