TÜRK NEDİR?
TÜRK, ATATÜRK
DEMEKTİR!
ATATÜRK TE TÜRK
DEMEKTİR!
TÜRK, TARİHİN BAŞLANGICI DEMEKTİR!
TC TÜM BUNLARI İNKÂRETMEK,
NE POH YEMEKTİR!
OSMAN
TÜRKOĞUZ
TV.
İZMİR;05 Aralık 2013
“ Afet İnan,İsviçre’de Profesör Eugene Pittard’ın kendisine doktora
tezi olarak verdiği “Türk Milletinin Özellikleri” konusu ile ilgili Atatürk’ten
yardım istemesi neticesinde, Atatürk Afet İnan’a ilk önce kendi görüşlerini
yazmasını, kendi fikirlerini ise daha sonra bildireceğini söyledi.
Afet İnan
kendi çalışmasını hazırlarken Atatürk iki küçük not kâğıdına kurşun kalemle
kendi tanımını şöyle yaptı: “Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit
etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu
sahne 7 bin senelik (en aşağı), bir Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın
rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı,
o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ
korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların
oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu.
Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir!”İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk’ü tanımlaması! Ostüzü.
Ünlü Fransız Türkolog Jean Paul Roux
“Türklerin Tarihi” kitabında,
Son 5 bin yıllık İnsanlık Tarihi ‘Türkler
olmadan yazılamaz diyor. Meraklı olanlarımız; bu ünlü Fransız Türkolog’unun
dilimize çevrilmiş bulunan “Türklerin Tarihi” adlı kitabını okuyabilirler.
Bakınız bu Ünlü Türkolog ne diyor:
“Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler. Cesur, dağınık,
marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce Bozkır’a, sonra Çin’in içlerine ve
sonra da sonu, başı belli olmayan bir sel gibi batıya doğru yöneldiler. TÜRKLER
adıyla Tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler, bütün Batılıların gözüyle
çoğunlukla barbarlığın simgesi oldular
ve Ortaasyanın yüksek uygarlıklarından birisini ve bazen küçük
devletlerinin bazen de devasa imparatorlukların sınırları dahilinde kültürler
arası barışı ve huzuru tesis ettiler.Bazen Memluk,bazen efendi ve bazen de
birbirlerinin en amansız düşmanıydılar.En baştan beri inandıkları dinlerinden
hiç vazgeçtiler mi?Ne kadar Budist,ne kadar Hıristiyan ve ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular?Tüm bu yüzyıllar
boyunca tek arzuları,tavrı
savaşlar,yağmalar,fetihler,din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler
sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi?Altay Türklerinde
ölüm,Ortaasya Kutsal Bitkiler ve
hayvanlar.Moğol İmparatorluğu Tarihi,Orta Asya;Tarih ve Uygarlık Türklerin
ve Moğolların eski dininden sonra Ünlü
Türkolog Jean Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa,bildiğinizi
sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara,insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet eder.”
Aşağıdaki
yazı alıntıdır. Meraklı olanlarımız; Rahmetli Profesör Dr. Faruk Sümer’in
OĞUZLAR(TÜRKMENLER) ADLI BAŞYAPITINA BAKARAK, Reşidüttin’in ve Rus Yüzbaşı
Muravyev’in(1818)OĞUZ BOYLARININ Şematiğini görebilirler. Ve hatta Yazıcıoğlu Alinin
şemasını da görebilirler.
“Kahramanı
olduğu kadar,Gafili
de,Haini de çok milletiz!”Başkomutan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal.
Aslında Türk Ulusuna mal edilen bu hainler, Türkçe adlar alarak
Türk kimliğine bürünmüş Dönme ve Devşirme döllerimizdir.”Bir Proff!”Türk dediğin
bir sentezdir, zaten Türk diye bir ırk yoktur!”Buyurmuş. Ha sıçaydın da, Sizi
dinleyenler ne kadar kalın boklu olduğunuzu görselerdi bari!
Irk:A.İ.Kök,Asıl,kuşak,Nesil,damar.Mustafa Nihat
Özön,Türkçe--Osmanlıca Sözlük,s.346.Ulan Dümbelek kelleliler;tarihi YENİCAMİNİN
KENEFLERİNİN TARİHİNDEN DAHA DA YENİ OLAN Amerikalılar mı Türkler melez
olacak!FRANSIZ ULUSUNUN IRK BİRLİĞİ ,FAKİR ROMALI ASKERLERLE GALYALI KÖYLÜ KADINLARDAN
OLUŞUR.Köksüz olan Türk’e sığınmış olan sizlersiniz!

“Soyumuz, Oğuz Han‘dan
gelmektedir. Atamız Oğuz Han‘ın
“Gün Han, Ay Han, Yıldız Han,
Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) oğlu vardır. Oğuz Han’ın her oğlunun da dört tane oğlu vardır. İşte
Atamız Oğuz Han’ın altı oğlundan olan 24
torunu, bugünkü “24 Oğuz
Boyu“nu meydana getirmiştir. Bütün dünyaya yayılan Oğuzlar,
bu 24 boya dayanmaktadır.
Şimdi bu boy adlarının ne anlama geldiklerini ve bu boyların nerede
yaşadıklarına bakalım:
Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler.
|
1.
Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesna şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir. EK: Osmanlılar Karakeçili aşiretindendir. İkinci Murat (1421-1449)Yazıcıoğlu Ali’ye Osmanlının Kayı boyundan olduğunu yazdırtmıştır. Esas Kayı Boyu,Mavera ün nehrinden Hindistan’a inen ve orada”DevletitTürkiyye’yi kuranlarla;Mısırda,Osmanlının Kölemenler diyerek küçülttüğü “DevletitTürkkiyye’y/Türk Devletini/kuranlardır.Osmanlı Padişahlarını büyültmek telaşı var!Bunların çoğu alkolik ve Kardeş ve hatta evlat katilleridir.Ostüzü. b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” anlamındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğluları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhur şâir Fuzûlî bu boydandır. c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” anlamındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır. d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” anlamındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır. |
2.
Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” anlamındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslar’daki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır. b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” anlamındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır. c) Totırka/Dodurga/Dodürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” anlamındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır. d) Yaparlı: “Misk kokulu” anlamındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır. |
3.
Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları: a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” anlamındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır. b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” anlamındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır. c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” anlamındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır. d) Karkın/Kargın: “Taşkın ve doyurucu” anlamındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır. |
Üç-Oklar:
İç Oğuzlar
da denilip, sol kolu teşkil ederler.
|
1.
Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları: a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir. b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır. c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir. d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır. |
2.
Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları: a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır. b) Eymür/Imır/İmir: “Pekiyi ve zengin” anlamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır. c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır. d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır. |
3. Deniz
Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır. b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medine’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır. c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” anlamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i fetheden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir. d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” anlamındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslar’daki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır. |
Türkçe, , Oğuzlarla ilgili diğer bilgiler: Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile manasına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddia edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” manalarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.
İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepni, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.
Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır.
Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda”
sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan
adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürklerin hâkimiyeti
altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idile
Profesör Dr. Kemal Üçüncü
(KTÜ-TÜRKOLOG-HALK
BİLİMCİ)
Odatv.Com
“AÇILIMIN taçlandırılması sürecinde Diyarbakır’da düzenlenen toplantıda
Barzani “Piroz be 2013” altınlarını saçarak/dökerek büyük bir halkla ilişkiler harekâtına
Show yaparak imza attı. Bu faaliyet bize birden Kazancı Bedih’in
unutulmaz türküsünü hatırlattı. Türk milletinin “duyguları karışık”. Gökalp’ın,
Süleyman Nazif’in, Cahit Sıtkı’nın/TARANCI1906/1956 RAHMETLİ DİYARBAKIRLIDIR./,
Celal Güzelses’in Diyarbakır portrelerini hatırladık.
“Vurmayın
arkadaşlar ben yaralıyam”
Tayyip
Bey’in etrafındaki danışmanlar kadrosunda ciddi bir sosyal bilimler kültürü
zaafı var. Bu durum Türkiye için ciddi bir milli güvenlik sorunu yaratıyor!
Ümmet, millet, ulus, boy, aşiret, klan, etnisite kavramlarını gelişigüzel
bağlamından kopuk Batı düşünce kuruluşlarının jargonunu göre kullanıyorlar.
Ortaçağ
İslam literatüründeki millet tabirini (bir inanç topluluğu) olarak belli
belirsiz ihsas ettiriyorlar. Modern çağda adsız millet gibi arkaik bir yaklaşım
söz konusu.
İl,
ur, uruk, boy, soy, oymak, avul, oba, ulus, millet farklı terimlerdir. Bu
anlamda Türk bir etnisitenin değil milletin adıdır.Yörük,Avşar etnisitedir. Ama
Türk, milletin adıdır ve bütün kültür havzasındaki etnisiteleri de hukuken ve
kültürel olarak kapsar.
TÜRK
NEDİR
Türkler,
Eski Dünya’daki bütün kadim medeniyetlerle kültürel ve siyasal ilişkilerde
bulunmuş tarihin kıdemli bir milletidir. Toynbee’den Spengler’e bütün büyük
tarih filozofları Türk kültürünü [bazen İslam medeniyeti başlığında] dünyanın
büyük kültür ve medeniyetleri arasında zikrederler. Uygarlık tarihinin bize
sunduğu malumattan anlıyoruz ki tarihsel süreçte ve hâlde dünya üzerinde bütün
etnisiteler aynı oranda büyük bir siyasal ve kültürel yayılım ve iddia
geliştirememiş, örgütleyememişlerdir. Walter Ong’a göre “Ong, bugün konuşulan
üç bin kadar dilden yalnızca yetmiş sekiz tanesinin edebiyat üretebildiği ve
yüzlerce dilin kendisini ifade edebilecek bir alfabe ile karşılaşmadığı
iddiasındadır [Walter Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Metis Yay]. Bu anlamda
dünyada “de facto” olarak hâlen mevcut olan büyük kültür ve edebiyat dilleri bu
tarihsel gerçekten kaynaklanır .Kültürün bütünlüğü açısından baktığımızda aynı
çevre şartlarını ve kuşağını paylaşan halkları benzeşen kültürel öğeleri
bulunmakla beraber aynı seviyede ve doğrultuda bir gelişme göstermediklerini
hatta aynı çevre şartlarından farklı kültürler ürettiklerini görmekteyiz.Türk
dili ve edebiyatı bunlardan bir tanesidir. Ne yazık ki tarih ve fıtratın doğası
“beşeri mantık ve idrake göre” eşitlikçi değil.
[Bunu
birisi lütfen AKP nomenklaturasına anlatsın çok mühim]
Kuzeyde
tün ortasından güneyde kün ortasına kadar “Tundra kuşağından Akdeniz havzasına,
Mezopotomya’ya, Türkistan’dan, Adriyatik sahillerine kadar ulaşan 12 milyon
kilometrekarelik alan Türk kültür ve medeniyetinin tarihsel olarak meskûn
olduğu coğrafyadır. Coğrafi keşifler öncesi Amerika ve Avustralya kıtaları
haricindeki halklar ve toplumlar için dünya Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından
ibarettir. Kadim coğrafi literatürde bu alana “Eski dünya” denir. Toplam alanı
85 milyon kilometrekaredir. Bu alanın 3/2 sini oluşturan 55 milyon
kilometrekarelik alan tarihsel süreçte Türk boy ve topluluklarının siyasal
olarak denetim altına aldıkları alandır. Türk kültürünün coğrafi derinliği ve
genişliğine bakıldığında Avrasya’nın kalpgâhı olan bir bölgeyi kapsar.20 doğu
boylamı Budapeşte’de Gül Baba tekkesi Batı’daki en son Türk eseri 100 doğu
boylamı Saha-Yenisey hattından Tarım havzasına kadar olan alan en doğu ucudur.
Güneyde Sudan -Hartum ve Suakin limanından Yemene, Kuzeyde Tundra kuşağını
takiben Petersburg, Tümen ve Sibirya'ya kadar olan Türk kültürünün
coğrafyasıdır Bütün bu coğrafyalarda Türk kültürünün izleri/eserleri vardır.
ORTAK
BİR MEDENİYET ÜRETTİ
Türkler
doğudan batıya, kuzeye, güneye olan yürüyüşleri esnasında bulundukları her
coğrafyanın kültürel geleneği ile bağdaştırmacı, dönüştürücü, telif eden bir
kültürel geleneği üreterek ayakta kalma becerisini göstermişlerdir. Farklı
mimari ve estetik anlayışlarını,sanat anlayışlarını,dili ve ananeleri, inançları
, maddi ve teknik olanakları tanımış ve onlarla imtizaç etmiştir. Bu coğrafyada
Türklerle beraber farklı etnisiteler ve inanç gelenekleri beraberce
yaşayagelmişlerdir. Farklı etnisitelere sahip Müslim topluluklarla aynı inanç
dairesi içerisinde ortak bir inanç repertuarında yoğrularak müşterek bir
medeniyet sembolizmi ve grameri üretildi. Kürtler, Gürcüler, Arnavutlar,
Lazlar, Çerkezler, ilh. Hep bu sembolizmin ve gramerin öğeleridir.Tekil olarak
bu kültürleri ele aldığınızda özgün “unique” anlamda bulacağınız şey sınırlı ve
arkaik bir folklorizmden öteye gitmez.Oysa bu halkların da dahil olduğu ve
adına “Türk Kültür Havzası” dediğimiz alan ortak medeniyetimizin omurgasını
teşkil eder.Söz konusu akraba halklar tarihsel süreçte Türk siyasal hakimiyetinin
yarattığı [habitus’da]· yaşam ve kendini üretme geliştirme imkanı
bulmuşlardır.Türk siyasal hakimiyetinin zayıfladığı veya kesintiye uğradığı
tarihsel kesitlerde bu halkların her anlamda mağdur ve mazlum olduğunu
görürüz.Bu anlamda havzadaki Türk siyasal aklı ve teşkilatcılığını bir istiare
ile atomun yapısına benzetebiliriz.Merkezde çekirdek olarak Türk siyasal
teşkilatçılığı ve siyasal aklı bulunmaktadır.çekirdeğin çekim gücü proton,
nötron ve diğer parçacıkları bir arada tutarak maddenin oluşumuna imkan
sağlamaktadır.Bu anlamda Türk siyasi erki bu coğrafyada ortak inanç eksenindeki
akrabalarımızı kendi barış ve güvenlik alanı içerisinde koruyup himaye ederek
varlıklarını devam ettirmelerine imkan sağlamıştır/sağlamaktadır.Bu bağlamda
ortak acılarımız, sembollerimiz ve sürekli güncellediğimiz güncel yaşam
pratiğimiz sarsılmaz bir yarın ve gelecek inşası için son derece elverişli bir
zemindir.
Bu
sosyal ve kültürel gerçekliği olabildiğince kuşatıcı bir perspektiften anlamak
için Türk kültür havzası tabirimizde bir akarsuyun kaynağından denize veya göle
varıncaya kadar geçtiği bütün alanın flora ve faunasını her türlü birikimini
içererek denize ulaşmasından istiare yapılarak kullanılmıştır. Akarsu geçtiği
havzanın bütün birikimi ile mündemiçtir. Lakin denize vardığında veya
karıştığında diğer akarsularla organik bambaşka bir büyük yapı oluşturur. Artık
Karadeniz içerisinde Kızılırmak, Yeşilırmak, Çoruh suyunu ayıramazsınız artık o
suya deniz denir. Dere veya çay, nehir tasnifi de o büyük hamule de anlamını ve
geçerliliğini kaybeder. Türk kültür havzası yaşam sahasında coğrafyasında
bulunan bütün bileşenleri ile beraber oluşturduğu medeniyete ve coğrafyaya
Batılı seyyahlar ve düşünürler tarihsel süreç içerisinde Turchia, Micro
Turchia, Macro Turchia, demişlerdir. Medeniyetimizin muarız olan Batı
medeniyeti bu anlamda bizi karşı değer kümesine konumlandırırken Osmanlı,
Safevi, vb boy isimleri ile değil Türk olarak tanımlaması üzerinde yeterince
durulmamıştır. Batı bizdeki birleşen etnik toplulukların pek ala farkındadırlar.
Karşılarındaki alanı tabir eden ve tanımlayan, hegemonya ve gelenek olarak
bütününe Türk demişlerdir. Yani Balkanlarda Ortadoğu’da Kafkaslardaki
Afrika’daki bütün mücadelelerde karşılarında bu coğrafyaları temsil eden
siyasal akıl ve antitite olarak Türklüğü anlamış algılamış tescil ederek
tanımlamışlardır.
BUNLARI
BİLMİYORLAR
Sertleşme
sorunlarından, ekonomiye, oradan, Suriye’ye kadar hemen her konuda yazan ve
ortalama Türk siyasetçisini enforme eden yaygın basın ve medya mecralarındaki
köşeci yazar profili de bu bilgilere vakıf değildir. Buna bir de her akşam
kanal ,kanal gezip tartışan bir profesyonel sınıfı da dahil
edebiliriz.Sözde hepsi ayrı görüşte ama hepsi tek bir ortalama vasatın
goygoycuları.
Sunucu
kızlar, arkasından küçük sorular. Derinliksiz, literatürden kopuk, afakî
aforizmalar. Hoş millet de böyle istiyor. Gerçek entelektüeller sağda da solda
da yaygın medyadan ve kurumsallaşmış müesseselerden uzak.
Türkoloji
bu tartışmalarda saf dışıdır.
Tayyip
Bey’in kullandığı terminolojiden devam edersek, bir başka ülke bizim Güneydoğu
Anadolu’yu “Kürdistan bölgesi” diye tabir ederek, doğrudan Ankara’yı
atlayarak ziyaret etmeye kalkarsa, bölgeyle ilişki tesis ederse hangi
argümanlarla karşı koyacak hariciyemiz. Başbakanımız Baydemir’e Türkiye için
Kürdistan tabirini kullandığı için kızıyor. Güneyi olan şeyin Kuzeyi olmaz mı?
Hangi
mantıkla şimdi karşı koyacaksınız?
MHP’DEN
GELEN SÖZLER ALELACELE
Türk
siyasal teşkilatı feodaliteden merkezi devlete geçmedi. Merkezi bir
imparatorluktan milli merkezi devlete geçti. Bu farkı doğru anlamak lazım.
Türkler
adına bu sürece müdahil olabilecek entelektüellerin sesleri yaygın medyadan ve
pataronaj ilişkileri ile kurumsallaşmış yapılardan uzak. MHP kanalından
gelen politik eleştiriler hasbî, iyi niyetli, gayretkâr, lakin olgun bir
tefekkür ve tezekkür ameliyesinden geçmemiş alelacele sözler.
Kanaatimizce,milli hareket milli tefekkürle, milli birikimle kucaklaşarak,
kültür, sanat ve bilimle işbirliği yaparak daha geniş bir toplumsal muhalefetin
siyasal dili olma seçeneğine yönelmesi ertelenemez bir önceliktir.
TÜRK
OCAKLARI AÇIKLAYAMIYOR
Yusuf
Akçura’ların takipçisi Türk Ocaklarının “ sağ siyasi iktidarlarla mutlak
uyum gözetme kaygısı/tutumu” çerçevesinde Cumhurbaşkanımızı Türk dünyası
bağlamlı sunumları açıkta kaldı. Ahmet Kaya’nın müzik ödülünü tevil edemiyor
Türk Ocakları. İpekyolu, Qebele, Celal Güzel Bey’in kalın Türk dünyası
külliyatındaki izahatlar tamam da, bu uymadı. Türkiye’den hiçbir milli düşünce
adamının Cumhurbaşkanımızın devr-i riyasetlerinde davete dahi mazhar olmadığını
hatırlatmak isterim. Bu toprakların geleneğinde ölenin arkasından muhakkak iyi
şeyler söylenir. Lakin bu millet hafızasız değil. Bu ödüle karar veren heyet,
Türk musikisine onlarca yıl emek vermiş ve taltif ve ihsan beklemeyen gerçek
sanat adamlarına müzik nazariyat ve icrasına yaptığı katkıları izah etmeleri
gerekir.
Gönül
almak ve yaraları sarmak vakarlı, onurlu bir davranış, lakin bunun başkaca
yollarlı da olabilirdi.
Kuva-yı
Milliye CHP’si kuruluş felsefesi üzerinden yeni ve çağdaş bir okumayı yaparak
toplumsal muhalefeti kucaklayamıyor. Yükselen etnik ilişkiler ve çelişkiler
yumağından tarafları küstürmeden çıkabilmenin derdinde. Keşkesiz ve kesintisiz
bir demokrasi, yurttaş hukuku, temel insan hakları ile Türk milletinin kurucu
asli iktidar olma hakkını telif etmekte çekingen. Emperyalizmin kendi
coğrafyasında AB, NAFTA, vb gibi örgütlerde ulusüstü bütünleşmelere giderken
Ortada Doğu’da ve Asya’da etnik, dinsel ve sosyal çelişkiler temelindeki
ayrışmaları teşvik etmesini Marksist edebiyat içerisinden cevaplayamıyor.
İI.
MİLLİ! EĞİTİM GÜNDEMİ
12
Eylül yönetiminde 1983 yılında ceberut, vesayetçi diye nitelendirilen o zamanki
YÖK yönetiminde profesör maaşları, Orgenerale denkken “sivil demokratik,
ileri demokraside” /“bazılarına göre vesayetten velâyete evrilen
süreçte” Orgeneral 8 bin TL, Albay 4 bin 500 TL/ kıdemli profesör
4500 lira alıyor.Bu verilere YÖK’ün resmi sitesindeki raporlarda da
değinilmektedir. Bilime, eğitime, kültüre, sanat verilen önemi anlamamız açısından
son derece önemli bir ölçüt. Açık öğretim mezunu bir fakülte sekreteri memurun
maaşı Doçente denk neredeyse. Öğrencisi mühendisin kazancı hocasından fazla.
Hakkıdır, herkes hak ettiği geliri alsın lâkin böylesi bir kıyası hangi akıl
mantık, insaf ve vicdanla izah edebiliriz.
Ülkemizde
devlet kadrolarında profesörden daha fazla maaş alan pek çok
istisnai memuriyet vardır. Dünyada profesörlükten daha üst bir ihtisas ve
uzmanlık var mı? Diye merak ediyor insan. Alt kademeler yardımcı doçentler,
öğretim görevlileri ve okutmanlar, araştırma görevlileri bu maaşlarla hangi
literatürü takip ederek, Türkiye’yi bilim ve kültürde çağla kulaklaştıracak.
YÖK,
o günlerden bu güne en az üç kat yetkileri artırılarak merkezileşmiş durumda.
Usta- çırak ilişkisi ve gelenek zinciri yok edilmiş.100 yılını geçmiş
üniversitelere Ankara’dan kadro atanıyor. Öğretim üyelerine güvenmeyen bir sistem.
Bu anlayış üniversiteyle nasıl izah edilebilir.
Hocaların
süreçte hiçbir inisiyatifi kalmamış. Yüksek lisans doktora programlarında,
enstitülerin işleyişinde büyük aksaklıklar var. Enstitülerimiz AR-GE ve yayın
yapacak, edebiyat üretecek donanımdan uzak. Türkçe yayın ve neşriyat
yapmak
2009
yılı sonu itibariyle Türkiye’de merkez, fakülte, yüksekokul ve şube
kütüphanelerinin sayısı 435 adettir ve bu kütüphanelerdeki basılı ve
elektronik kitap sayısı16.302.983 adettir. Bu sayı dünya ölçeğindeki herhangi
bir üniversitede tek başına bulunan kitap sayısı kadardır.
[Bu
konuda bk.,Sami Çukadar vd, “Türkiye’de Üniversite Kütüphaneleri Mevcut Durum
ve Gelecek”(1)
Yakın
coğrafyalarımızın, havzamızın, ilgi alanlarımızın, nüfuz alanlarımızın, kültür
coğrafyamızın döküm ve literatürüne hâkim değiliz. Onun içindir ki
Selçuklu-Osmanlı siyasi idari teşkilatımızdaki Halep vilayetinde Türk yaşayıp
yaşamadığını bilmiyoruz.(2)
TÜRK
DÜNYASINDAN ÜRETİM YOK
Dünkü
Rakka eyaleti, 1864 taksimatında Halep Vilayeti olan kültür havzamız birdenbire
Rojava oluveriyor. Keza Musul vilayeti başka bir şey. Muhafaza ve
muhafazakârlık bu olsa gerek.
Bu
araştırmaları yapıp idareye ve karar alma mekanizmalarına sunacak akademik
yapı, Türkoloji enstitüleri regional studies [bölge araştırmaları] yok denecek
kadar az ve işlevsiz. 1960-1993 yılları arasında Indiana Üniversitesi, Ural
Altay serisinden bölgedeki Türk halkları ve Avrasya’daki diğer halklarla ilgili
150 ciltlik bir bilimsel neşriyat gerçekleştirdi. Çokça nutuk attığımız ama
çokça bilmediğimiz Türk dünyası konusunda Rusça, İngilizce kaynaklar Türkçedekinin
abartmasız onlarca katıdır.(3) Bizim TTK ve TDK ihtialden sonra yanaşık düzen
mantığıyla Suat İlhan Paşa’nın doğaçlama stratejisiyle el yordamıyla bir şeyler
yapmaya çalıştı. Çok yetersiz, kifayetsizdi.
Nitelikli
bir Türkoloji kütüphanemiz yok. Bir araştırma perspektifi ve Türkoloji
politikamız yok.
Tarla
kenarlarını, apartmanlara, kasaba irisi Anadolu şehirlerine plansız ve düzensiz
olarak üniversiteler doldururken, gelişmiş bir kütüphaneyi elektronik ortamda
bu gençlerimizin ve araştırmacılarımızın hizmetine açma fikri kimsenin aklına
gelmiyor.
Kitap’tan
alınan KDV sıfırlanmalıdır. Kitap ve neşriyat kargosu en alt düzeye indirilmelidir.
Yabancı literatürü çeviren yayıncılar belli bir programla teşvik edilmeli, desteklenmelidir.
Bu şekilde edebiyat ve teorik bilgi açığımız süratle kapatma yoluna gitmeliyiz.
Geçmişteki
performans yetersizdi, günümüzde alan hepten alan boşlanmış. TTK Abdülhamit ve
Vahdettin’le gündemi dolduruyor. TDK bolca “fiil çekiyor”. Türk dünyası gündemi
hepten rölantiye alınmış. Diğerlerini saymaya bile gerek yok.
DÜNYA
TÜRKÎ’Yİ NASIL ÇALIŞIYOR
Büyük
devletler, Türkî’yi çalışırken ve konuşurken muhakkak İlimler Akademisi
Şarkiyat Enstitüsüyle koordine eder. Zaten a,b, c seçenekli olarak bütün
meseleler çalışılmış durumdadır. ABD’ de Rusya’da da böyledir. Emperyal
süreçler böyle işler.
Osmanlı,
Osmanlı demekle o siyasi ve idari mirası anlamış olmazsınız. Osmanlı’nın Batum
ve Ahıska, Şam, Halep defterleri hane, hane demografiyi bilir, kaydeder.
Büyük devlet böyle olunur. Bizim elimizde bu veriler bile kullanılabilir
vaziyette değil.
“DÖKÜLDÜ
LİRALARIM TOPLAYAMADIM”.
11
yılda 5 milli eğitim bakanı değişti 5 ayrı birbirinden kopuk uygulama. Öğretmen
yetiştirmeden, ders kitaplarına, pedagojik formasyondan, mesleki eğitime bütün
süreçler savruk ve intizamsız, bilim dışı.
Dershaneler
bu aksak sistemin bir nevi afyonu gibi bir ölçüde acıyı dindirmeye yarıyor. At
yarışı gibi bir seçme sınavında bu bir ihtiyaç olarak var olacaktır.
Dershaneler okulların bilgi açığını kapatan kurumlar değildirler. Öyle olsaydı
kolejler ve fen liseleri dershanelerde yatıp kalkmazlardı. Pek çoğu bununla da
yetinmiyor “bilmiyorsa öğrensinler “ kayıt dışı özel ders alıyorlar”.
Gerçek
bir eğitim düzenini bilimsel, akademik, (gücü yetmeyenlere parasız) bir eğitim sistemini,
insan gücü planlamasını, yaparak, yaşayarak sorgulayarak tartışarak öğrenmeyi
kimse konuşmuyor.
Müsteşar
eğitimci değil, eğitimle ilgili bir donanımı yok.
Bakan
Nabi Avcı “Enformatik Cehalet” kitabının yazarı bir entelektüel olarak kendi
biyografisinin trajedisini yaşıyor. Dijital devrimi! Zat-ı alilerine
yaptırdılar. Microsoft patronu bile dijitalin eğitimi ve yeteneği öldürdüğünü
söylerken bakanımız lal ü ebkem kaldı. Ne yazık! Ne a acıklı.
Hiçbir
şekilde yapılan tartışmalar daha iyi bir eğitim amacına dönük değil.
Amerika’yla
yaptığımız 1949’ daki ikili eğitim antlaşması ile Milli Eğitim! Politikalarına
müdahalelerini ve etkisini bilmiyoruz bile. Bunu en koyu sosyalistler de
milliyetçiler de merak etmiyorlar. Bugüne kadar mecliste tek bir soru
önergesine dahi konu olmadı. Pek çok sağ iktidar suhuletle bu işi
götürdü.Antlaşma hala yürürlükte.
Merak
edenler antlaşmanın İngilizce ve Türkçe tam metnini okuyabilirler.(4)
1997’de
başlatılan eğitim’de yeniden yapılanma/yalpalama programı ve Dünya Bankası
telkinleri ile yapılan tufeyli uygulamalardan sonra eğitim Türkiye’de külliyen
tasfiye edilmiştir.
Bugün
pedagoji programlarımızda eğitim felsefesi diye bir ders kalmamıştır. Felsefesi
olmayan bir eğitim nasıl olabilir.?
Türkiye’de
olur.
Küçük
sunular, power pointler, hizmet içi eğitimler “oldu da bitti maşallah”.
Bir
sosyal yapı ve sistem için öngörülen hiçbir çözüm başka bir sosyal yapıya aynen
aktarılarak işletilemez. Sosyoloji de bilmez bunlar.
Türk
milleti bu kısır döngüyü aşabilmek için bilimin, sanatın ve kültürün yol
göstericiliğinden başkaca bir sihirli formüle kulak asmamalıdır.
Siyasi
partiler, düşünme ve üretme süreçlerinden entelektüelleri basit kasaba
kaygıları ile dışladıkları, ahibbaları ile ıhlamur içip yarenlik edip vakit
öldürdükleri müddetçe meşruiyet krizi, temsil sorununu giderek ağırlaşan
bir biçimde yaşamaları kaçınılmaz. Bu yaklaşımla çözüm odaklı gerçek bir
alternatifi ve siyasal dili kuramazlar.
Türkiye’nin
eğitim çınarı Fatih Eğitim Enstitüsü’nün [şimdi KTÜ ye bağlı Fakülte] 50.
Kuruluş yıldönümünü kutluyorum.Fatih Eğitim TDE Eğitimi Bölümünde göreve
başladım.C Blok’ta en üst katta görev yaptım, anmam lazım.Türkiye
Cumhuriyeti bir öğretmen projesi olarak inşa edildi.Eğitim camiası bütün
erozyonlara rağmen bu görevin şuurunda olarak hareket etmelidir.Bu vesileyle
bütün öğretmenlerimizin öğretmenler gününü tebrik ediyorum.Ahrete irtihal eden
büyüklerimizi, öğretmenlerimizi rahmetle anıyorum.
Sağlıkla
kalın.
PROF.DR.
KEMAL ÜÇÜNCÜ
[KTÜ-TÜRKOLOG/
HALK BİLİMCİ]
Odatv.Com
Kaynaklar:
1-
http://www3.dogus.edu.tr/scelik/makaleler/_uyk_2011_Bildiri.pdf].
2-[Konuyla
ilgili Ümit Özdağ’ın değerlendirmesi
bk.,http://www.21yyte.org/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012/07/31/6692/dis-isleri-bakani-ahmet-davutoglu-halepde-turk-yok
].
3-[ayrıntı
için bk., http://www.indiana.edu/~rifias/Publications_List.htm#uralt]. Bizim
4-http://photos.state.gov/libraries/turkey/461177/pdf/1t603.pdf.
ŞİMDİ
DE GELELİM KÜRTLERİN KENDİLERİNİ İNGİLİZLERE ANLATIMINA!
KÜRT
HALK HEYETİNİN LOZAN'A GÖNDERDİĞİ TARİHİ MEKTUP
''Bu günlerde ( Lozan konferans görüşmeleri sırasında ) İngiltere
yetkili kurul başkanı Lord Curzon'un Kürtlere bağımsızlık verilmesi
fikrini ortaya atarak, Kürtlerin koruyucusu tavrını takınmasını,
hayret ve şaşkınlıkla karşıladık.
Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli hatıralarımız ve
özelliklerimizden dolayı Türkler bize ,'' yiğit ve cesur '' anlamına
gelen Kürt ismini vermişlerdir. Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri
geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla, Deminan, Hayderan,
Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu
aşiretler bu gün anavatanın Doğu Türklerini oluşturmaktadır. Kürtlerin
1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa,
İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların
sonucunda Kürtler kendi öz dilleri olan Türkçe lehçesini ve öz
kültürlerini yavaş, yavaş kaybettiler. Bundan dolayı Erzurum, Van,
Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler, Farsçadan başka bir şey
olmayan, Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.
Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen, Harput ve Diyarbakır
taraflarındaki Kürt aşiretler ise ana dilleri olan Türkçe lehçesi ile
karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladıklar. Bu Öz Türkoğlu Türkler'i
Yavuz Sultan Selim Han, Kürtlerin hanı Şeyh İdris-i Bitlisi'ye
gönderdiği fermanla kendi ülkesine dâhil etti. O günden bu güne kadar,
Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta
ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadır.
Yukarıda yapılan değerlendirmeden sonra, İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'a sorarız ki; İranlıların dilini biraz konuşmakla,
o millete mensup olunduğu kabul edilirse İngilizler de dâhil her
milletin durumu tartışılır. Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle
dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin,
diğer milletlerin kabullenemediği '' müstemleke '' kelimesinin yerine
kulağa hoş gelmeyen ve aynı anlamı taşıyan '' manda '' kelimesinin de
aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır. Dünyadaki zenginlik
kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin, 12/10 'u Türk olan
Musul'u ve petrol kaynaklarını biz Müslüman Türk'lere çok görmesini
hayretle karşılıyoruz. Lozan Konferansında İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'un, Dersim ( Tunceli ) ve Bitlis olaylarından
bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık düşünceleri
sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin
altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve bundan dolayı
kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk.1917 yılında İngiltere yetkili
kurul başkanı Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara
biz Kürtler : ''Bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata
kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır.''
Dedik.
İşte bu gün bütün Kürtler, Lozan'daki Avrupa ve bilhassa İngiliz
diplomatlarına aynı yanıtı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını,
kendilerini yok edecek yabancılara değil, kendi ailelerinden olan
Türk'lere ve Onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
emanet etmiştir. Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve
Lozandaki Temsil Heyetine ve başkanı sevgili hemşerimiz (Kürt ) İsmet
Paşa hazretlerine başarılar dileriz.''
Umum Kürt Amele ve Esnaf Cemiyeti
İstanbul'daki Umum Kürtler adına
Reisi Salih Kâhya adına
Lolan aşiret reisi ve Sabık
Erzurumlu İsazade Ahmet
Kürt gençler cemiyeti üzerzadesi
Dersimli Mehmet Sabri.”
Kaynak:24 Kanun-i Sani (1339-24 ocak 1923) ,Devlet Arşivleri Genel
Müd.,Başbakanlık Osmanlı Arşivi ,HR.İM, 60/3
''Bu günlerde ( Lozan konferans görüşmeleri sırasında ) İngiltere
yetkili kurul başkanı Lord Curzon'un Kürtlere bağımsızlık verilmesi
fikrini ortaya atarak, Kürtlerin koruyucusu tavrını takınmasını,
hayret ve şaşkınlıkla karşıladık.
Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli hatıralarımız ve
özelliklerimizden dolayı Türkler bize ,'' yiğit ve cesur '' anlamına
gelen Kürt ismini vermişlerdir. Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri
geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla, Deminan, Hayderan,
Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu
aşiretler bu gün anavatanın Doğu Türklerini oluşturmaktadır. Kürtlerin
1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa,
İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların
sonucunda Kürtler kendi öz dilleri olan Türkçe lehçesini ve öz
kültürlerini yavaş, yavaş kaybettiler. Bundan dolayı Erzurum, Van,
Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler, Farsçadan başka bir şey
olmayan, Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.
Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen, Harput ve Diyarbakır
taraflarındaki Kürt aşiretler ise ana dilleri olan Türkçe lehçesi ile
karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladıklar. Bu Öz Türkoğlu Türkler'i
Yavuz Sultan Selim Han, Kürtlerin hanı Şeyh İdris-i Bitlisi'ye
gönderdiği fermanla kendi ülkesine dâhil etti. O günden bu güne kadar,
Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta
ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadır.
Yukarıda yapılan değerlendirmeden sonra, İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'a sorarız ki; İranlıların dilini biraz konuşmakla,
o millete mensup olunduğu kabul edilirse İngilizler de dâhil her
milletin durumu tartışılır. Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle
dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin,
diğer milletlerin kabullenemediği '' müstemleke '' kelimesinin yerine
kulağa hoş gelmeyen ve aynı anlamı taşıyan '' manda '' kelimesinin de
aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır. Dünyadaki zenginlik
kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin, 12/10 'u Türk olan
Musul'u ve petrol kaynaklarını biz Müslüman Türk'lere çok görmesini
hayretle karşılıyoruz. Lozan Konferansında İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'un, Dersim ( Tunceli ) ve Bitlis olaylarından
bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık düşünceleri
sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin
altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve bundan dolayı
kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk.1917 yılında İngiltere yetkili
kurul başkanı Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara
biz Kürtler : ''Bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata
kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır.''
Dedik.
İşte bu gün bütün Kürtler, Lozan'daki Avrupa ve bilhassa İngiliz
diplomatlarına aynı yanıtı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını,
kendilerini yok edecek yabancılara değil, kendi ailelerinden olan
Türk'lere ve Onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
emanet etmiştir. Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere yetkili kurul
başkanı Lord Curzon'un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve
Lozandaki Temsil Heyetine ve başkanı sevgili hemşerimiz (Kürt ) İsmet
Paşa hazretlerine başarılar dileriz.''
Umum Kürt Amele ve Esnaf Cemiyeti
İstanbul'daki Umum Kürtler adına
Reisi Salih Kâhya adına
Lolan aşiret reisi ve Sabık
Erzurumlu İsazade Ahmet
Kürt gençler cemiyeti üzerzadesi
Dersimli Mehmet Sabri.”
Kaynak:24 Kanun-i Sani (1339-24 ocak 1923) ,Devlet Arşivleri Genel
Müd.,Başbakanlık Osmanlı Arşivi ,HR.İM, 60/3