17 Nisan 2012 Salı

690- UYGARLIĞIN ÖLÇÜLERİ ÖNEMLİDİR!


                         
Osman TÜRKOĞUZ
İzmir; 04 Ocak 1999
E.J.Kd. Alb.-Hukukçu

             UYGARLIĞIN ÖLÇÜLERİ ÖNEMLİDİR! 
                                 (TEKRAR)

         Bizler;  “demokrasi, düşünce hürriyeti, milli ve manevi değerler” diye, diye, kendimizi aldatırken; ATATÜRK devriminin düşmanları var güçleriyle çalışmaktadırlar.
Siyasi partilerimizin oy deposu olarak gördükleri kalabalıkları, birileri eylemci, iyiye güzele ve çağdaşa saldıracak düşman olarak telkinlemektedir.
Geçen yazımızda; Fazilet Takvimi’nden örnek vermiştim. Hitlerle ATATÜRK’Ü kitap yakma ve ulusal kültürü yok etmede özdeşleştirmişlerdi.
Aynı konuya, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde Sayın Fatih Altaylı da değinmişti.
Şimdi; sürekli olarak Arap alfabesini terk edişimizin yanlışlığı! Savını ortaya atıyorlar.
Bendeniz bu konuda bir yazı yazmak için gerekli dokümanları topladım.
6 Kasım 1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesine bir göz attım. Sayın Deniz Som da, Vaziyet’te bu konuya vaziyet etmiş. Arap Elif-Ba’sında, Elif’i saymazsak ünlü harf yoktur. Türk alfabesinde sekiz ünlü harf vardır. Sessiz harflerden ve genizden gelen seslerden oluşan Arap Elif-Ba’sını gelinizde Türkçeye uydurunuz.
Sayın Murat Bardakçı fi tarihinde yazmıştı. Kapıtanı Derya’ya bir istek yazısı gelmiş. Kapıtanı Derya Karpuz Kelleli Hüsnü Paşa, istek yazısını okumuş ve dellenmiş:
         “- Bre kethüda, bu kalyoncu başı deli midir, bizden kırk kör keçi ister!” Deyu bağırmış. Korkuyla yüzüne fırlatılan istek yazısını yerden alıp, üç kere okuyup alnına götüren kethüdanın gözleri fal taşı gibi açılmış ve eydirmiş:
         “-Devletlû Paşa Hazretleri, Kapıtan-ı Kalyon, kırk kürekçi istemektedir.”
         Koskoca Kapıtanı Derya, kırk kürekçiyi, kırk kör keçi olarak okumaktadır.
         Doğuda çok dinlemişimdir. Mardin istasyonuna, Siirt için ekmeklik buğday gelmiştir. Mardin Valisi; Siirt Valisine tel çeker:   
         “- Döryüz ipli hamal gönderiniz.” Telgrafı alan Siirt Valisi küplere biner. Elindeki telgrafı okur, okur, barbar bağırır:
         “- Döryüz ipne hamalı nerden bulacağım!” Diye. Arap Elif-Bası’nı Türkçeye uygularsanız; kırk kürekçi kırk kör keçi; dört yüz ipli hamal da dört yüz ipne hamal okunur. Bakınız; Deniz Som, Vaziyet’te neler yazmış:
         “ŞBNKRHSR
        Araplar gibi ünlü harfler kullanmasaydık Şebinkarahisar’ın yazılışı başlıktaki gibi olurdu. Araplarla Şebinkarahisar’ın ne alakası var derseniz
        Efendim, Giresun’un bu güzel ilçesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarından ziyade Arapların şeriat hükümleri geçiyor da ondan! Özellikle öğretmenler arasında…
Milli Eğitim’in okullarında öğretmenlik yapan Zeliha İşlek, Nurgül Şahin, Derya Dikilitaş, Süheyla Çakın, Dilek Aksu derslere türbanla giriyor; İstiklal Marşı törenlerine türbanla katılıyor; bu yıl Atatürk’ün Şebinkarahisar’a gelişinin kutlandığı 11 Ekim’deki Cumhuriyet yürüyüşünün yapıldığı 25 Ekim’deki ve Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı 29 Ekim’deki törenlerde de yine türbanla boy gösteriyor. Hem de yanlarındaki boy, boy türbanlı kız öğrencilerle birlikte. Şeriatçılar, bugün Türkiye’nin çeşitli yerlerinde türban eylemi yapacakmış… Önerimiz Şbnkrhsr’a gitsinler; orada türban serbest!”(1)
        Fazilet Takvimi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan, Sakarya’dan söz ederken ne ATATÜRK’TEN ne de diğer ulusal kahramanlarımızdan söz etmemekte. Hep ATATÜRK devrimi aleyhinde, hep köhnemişliklerden övgüyle söz etmektedir. 3-4-5-Kasım-1998 tarihli takvim yapraklarını bir iyice okumalısınız:
         TARİHÇİ İBRAHİM HAKKI KONYALI’DAN BİR HATIRA(1)
        Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Dil ve Tarih Kongresi bitmiş, bu münasebetle açılan sergi gezilmişti. İtalyan müsteşriklerden Prof. Rossi yanıma geldi ve:
        “Sizin Akdeniz hakkında yazdığınız yazıların hepsi İtalyancaya çevrilmiştir. Topkapı kütüphanelerini çok iyi tanırsınız, birkaç kitap inceleyeceğiz. Vaktimiz çok dar, bize yardım eder misiniz?”Dedi.
        Bunu memnuniyetle kabul ettim. Yanındaki bir başka İtalyan profesörle beraber Saray’a gittik. Kütüphane memuru Latin harfleriyle kargacık, burgacık yazılmış kocaman bir fihrist defterini önümüze koydu. Bu fihriste birçok kitap ve müellif isimleri yanlış yazılmış, adeta uydurulmuş gibiydi. Saray kütüphanelerinde bulunan Arapça, Farsça, Türkçe birçok kitabın ve müelliflerinin isimlerini doğru okuyup yazacak kimsenin Türkiye’de sayıları maalesef iki elin parmakları kadar azdır. Arapların dilimize, “ Bütün cahiller cesurdur!” mealinde çevirdiğimiz pırlanta bir sözleri vardır. Saray’ın o zamanki memurlarının tarih ve kitabiyatamüteallik bilgileri sıfırın altındaydı. Bunlar, pek çoğu yazma olan ecdat yadigârı eserlerin Latin harfleriyle fihristini yapmışlardı.
        Birlikte oraya gittiğimiz bu yabancı Profesör Türkologlar, bu fihristin sahifelerini açtılar. Sonra birbirlerinin yüzlerine baktılar. Prof. Rossi kulağıma eğilerek:
        “ İbrahim Bey! Dedi. “ Siz harf inkılâbı yaptınız, Latin harflerini kabul ettiniz. Eski yazınızla yazılmış fihrist defterleri varsa, onları istesek bir suç işlemiş olmayalım!
        “ Hayır!” Dedim.
        Hafız-ı kütüpten İslam harfleriyle yazılmış fihristleri istedim. Gitti, getirdi. Profesörler on beş dakika aradıkları kitapları buldular. Prof. Rossi:
        “ Kuzum İbrahim Hakkı Bey! Dünyanın en güzeli olan yazınızı niye attınız; o gayet kolay yazılan, çiçek gibi yazı atılır mıydı? Garbın seçkin otoriteleri, ilim adamları kolay yazılır ve güzel bir yazı arıyorlar. Hendesi ve çirkin Latin harflerini niçin kabul ettiniz… Ben Latin’im Latin harfleri de bizim milli harflerimizdir. Fakat onunla köklü bir ilim yazısı yazılamaz!
        Bunları Latin asıllı bir profesör söylüyordu!”
                        “BU NE GÜZEL YAZIYMIŞ!  
        İkinci meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Avusturya-Macaristan imparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında bilhassa Taşlıca havalisi hakkında ihtilaflar vardı. Avusturya-Macaristan Hükümeti bazı toprakları ülkesine katmak istiyordu. Bu maksatla imparator bir basın toplantısı yapmıştı. Bu toplantıya, dünya matbuatının belli başlı mümessilleri katılmışlardı. Türk basınını da Hüseyin Cahid-Yalçın- temsil ediyordu. Fransızca konuşan imparatorun beyanatı, daha ziyade Osmanlı Devleti’ni ilgilendirdiği için, Hüseyin Cahid’in, beyanlarının hepsini tespit etmesini istiyordu. Konuşması bittikten sonra Hüseyin Cahid’e:
        —Söylediklerimi siz de aynen kaydedebildiniz mi? Meslektaşlarınız sahifeler doldurduğu halde, sizin elinizde bir tek sahifecik var! Dedi. Hüseyin Cahid Bey:
        “ Evet, Majesteleri, söylediklerinizin hepsini kaydettim. Dinlerken seri bir surette Türkçeye çevirerek yazdım. İsterseniz Türkçe olarak yazdıklarımı Fransızcaya çevirerek okuyayım!”Demiş.
        Hüseyin Cahid iyi Fransızca bilirdi. Yazısını da çok ince yazardı. İmparatorun beyanlarından Osmanlıca tuttuğu notları Fransızcaya çevirerek ifade edince, imparator, onun elindeki bir tek yapraktan ibaret kâğıdı almış, yazıya bakmış ve hayretle:
        “ Bu kadar laf, şu kadarcık küçük kâğıda nasıl sığdı! Bu ne güzel yazıymış…” Demiş ve kâğıda uzun, uzun bakmıştır.
        Hüseyin Cahid, bana bu hatırayı naklettikten sonra: “ Biliyorum, biz de Latin harflerini terviç ediyorduk. Büyük günah işlemişiz! Bu harflerle yazı yazamıyorum; elime kalemi alınca, Latin harfleri fikri insicamımı bozuyor.”Demişti. ( Tarihçi İ. Hakkı Konyalı, Zafer Dergisi, Ekim 1996, Sayı 238).” (2)
        ATATÜRK’ÜN getirdiği yazı ile her türlü kitapları basan bir yayınevi kurar, yüz binlerce takvim çıkartır ve satar. Aklı parada, bunları okuyanları kandırıp, gerisin geriye inişi sağlayacaklar.
         Bütün dünya insanları ATATÜRK’E övgüler yağdırır, hakkında binlerce kitap yayımlanır, bunların gözleri ve dahi vicdanları bu tarafa kapalıdır. Bu denli kepazelik, bu denli alçaklık olmamalıdır.
         Efendim, Japonlar alfabelerini niçin değiştirmemiş! O alfabe, onların ulusal alfabesidir. Sonra, üzerinde yalnız Japonca yazan bir Japon malı gösterebilir misiniz?  Arap’ın kâğıt Riyalinde İngilizce yazının işi nedir, a geri zekâlılar! Arapların kullandıkları Elif-Ba, kendilerine ait değildir. Nebatilerden alınmış bir Elif-Ba’dır. Bakınız Besim ATALAY’A ne diyor:
         -“Türklerin de Orta Asya’da bu şekilde bir yazı sistemleri varmış. Bugün “Orhun Yazısı” dediğimiz yazı, başka eski yazılara nispetle daha kullanışlı imiş. Bu yazının eksikliği hakkında şimdilik bir bilgi verilmeyecektir.
        Her ne ise, artık bugün ne Sümer yazısı ne Hiyeroglif, ne de Orhun yazıları, kullanılır.(2) bugün medeni milletlerin kullandıkları yazılar seslere işaret eden bir takım şekillerden ibarettir. Bu şekillerin ve bu yazının temelini atan Kenanlılardır; daha doğrusu Mısırlılardır. Bu yazı Doğu ve Batı kolu olmak üzere iki kola ayrılır. Doğu kolu Aram, Nabat, İbran, Süryan yazılarıdır; daha sonra bu koldan Arap harfleri çıkmıştır. Batı kolu, Yunan, Latin, Rus yazılarını doğurmuştur.
        Arap yazısının temeli Nabat yazısıdır. Onun da temeli söylediğimiz üzere Kenan yazısıdır. Nabat yazısının da harfler ayrı, ayrı yazılırmış. Araplar Nabatlar’dan yazıyı aldıktan sonra bitişik olarak yazar olmuşlar.
        Şeklinde yazmışlardır. Arapların Nebat harflerindeki tasarrufları bundan ibarettir. Aşağıdaki cetvel Arap Nabat ve Yahudi yazıları arasındaki yakınlığı pek güzel göstermektedir:

 
         Araplar Nabatlar’dan yazıyı aldıkları zaman kendi ağızlarına uydurmak için bir takım harfler katmışlar ve bir takım harflerin yerlerini değiştirmiştir.
         Arap yazısı Nabatçadan alınmıştır. Çünkü Nabatlar Sam soyundan olup Arap ülkesine yakın otururlardı. Alış veriş için Kuzeye gelen Araplar ilk önce Nabatlar’la buluşurlardı; bu yüzden onların medeni etkilerli altında kaldılar.
Nabatça’da bulunmayan harflerini Araplar kattılar ve dillerinde sesleri birbirine yakın olan harfleri yan yana getirdiler. Daha sonra Süryan yazısına uyarak bazı harflere nokta koydular. Araplar noktayı aldıkları zaman ayrılığa düşmüşlerdi. Harfinin noktasını hicretin birinci ve ikinci yüz yıllarında kâh üstüne kâh altına koyarlardı. (2) Nabat yazısının Arapçaya tatbiki İsa’nın doğumundan sonra yedinci yüz yılları başlarında olmuştur; çok eski bir zaman değildir.”(3)
         Kenanlılar Nabatlılar’dan daha önce kuzeye gelmişler, medeni âleme yaklaşmışlar, Yunan ve Mısır medeniyetinin etkisi altında kalmışlardır. Kenanlıların Arap Yarım adasından kuzeye göçmeleri, bundan (4500) yıl önce olmuştur. Nabatlılar daha sonra göçmüşlerdir. Kenanlıların seslere işaret koymak suretiyle kullandıkları sistemi Mısırlılardan alarak kendi zevklerine uydurmuş olmalıdırlar.
         Doğuda başka Sami bir koldan gelen Asurlular ile Babilliler Sümer yazısını kullanmakta idiler. Eski İranlılar da bu yazıyı kullanmışlardır. Yarım adadan kuzeye göçen Samlılar ilk önce aylıklı asker olarak Sümer ordusuna giriyorlardı. Yarım adada sıkılan Samlılar zaman, zaman kuzeye doğru taşıyorlardı. Kuzeyde askerlik ve göçmenlik suretiyle çoğalan Samlılar, nihayet Sümerleri ezdiler. Daha medeni ve daha ince olan Sümerler bu kaba ve sert çöl adamlarının saldırışları altında silinip gittiler. (Hamurabi) zamanına kadar (1) Sümer dili ve Sümer kanunları devam etmiştir. Çok milliyetçi olan Hamurabi bunları değiştirdi. Fakat yine temelleri Sümer kanunlarından aldı. (1) 
         Sözün kısası, Arap yazısı köklü ve başlı başına bir yazı değildir; açıkçası, Araplar tarafından icad edilmemiştir. Başkasına ait bir yazı sisteminin az çok biçim değiştirmiş bir şeklidir. Asıl olan Kenan-Finike yazısıdır.
         Araplar bu yazıyı aldıktan sonra (2) zaman, zaman değişiklikler yapmışlardır. En büyük değişiklik İslamlıktan sonra yapılmıştır. İlk sıralarda harflerin kılıkları çok çeşitli olmuş, adeta başka, başka yazı sistemleri ve şekilleri halini almıştır. Her şehir, her bölge kendi zevkince yazmıştı. Emeviler zamanında büyük bir değişme olmamış. Fakat Abbasoğulları zamanında ve hele Me’mun devrinde, başka bilgi ve sanat kollarında olduğu gibi, yazı işlerinde de büyük himmetler harcanılmıştır. Bu yüzden yazı güzelleşmiş ve yazı yazmak ince sanatlar arasına girmiştir. Bu yolda da çok değerli adamlar yetişmiştir. Küfe, Basra, Kahire gibi şehirlerde ve Endülüs’te ayrı, ayrı şekiller üstatların himmetleriyle bir parça düzelmiş ve birleşmiş ise de hala kuzey Afrika yazısı ile doğu yazısı arasında hayli ayırtılar vardır.(1)
         İslamlıktan evvel güneyde, Yemende “Müsned” adıyla başka bir yazı sistemi kullanılmış ise de bu yazı bütün Araplarca kabul olunmamıştır. Nabat aslından gelen yazı öbürünü unutturmuştur. “ Kufi yazısı” denilen yazı da çok yaşamamıştır. İslamlığın ilk yıllarında din kâtipleri kufe yazısı ile yazılır, devlet işlerine ait şeyler Nabat yazısı ile yazılırmış. Sonraları her ikisi de Nabat esasından gelen sistemle yazılır olmuştur. (2)
(1) Yalnız yazı değil Kuzey Afrika’da dil bile bambaşka bir durum almıştır. Berbercenin karışması oralarda asıl Arapçayı da hayli bozmuştur. Elde Kuran-ı kerim olmasaydı Arapça daha büyük bozulmaya uğrardı.
(2) Bir takım hayali geniş esrara meyleden kimseler ve bazı taşkın tasavvufçular, harflere manevi birer şahsiyet verir olmuşlardı. Her harfle bir takım       kıymet takmışlar ve rakam koymuşlardır: böylelikle “ Ebcet hesabı” denilen nesne meydana gelmiştir. 

Aslı Yahudilerden gelen bu uydurmanın ilimce hiçbir değeri yoktur. Yüzlerce yıl Doğunun, İslam âleminin uğraştığı “Ebced hesabı”, “ Ebced Harfleri” ve itibar edilen kıymetleri önem kazanmıştı. Buna en çok önem verenler tasavvufçular ve tarih düşünmek isteyen şairlerdi. Bunu üfürükçülerle büyücüler de ellerinde yanılmaz bir kılavuz gibi kullanmış.”
                   1974 yılında; Kıbrıs doğumlu büyük Dilci Pars Tuğlacı 160.000 Türkçe kelimeyi içeren üç ciltlik OKYANUS’U yayımladı. Aynı yıl; 400.000 kelimelik İngilizce bir sözlük yayımlayarak, İngiltere Kraliçesinden asalet unvanı aldı. Okyanus 1. Cilt S. 123 bakalım da, Arap alfabesi neymiş görelim. (4)
                   AŞAĞIDA ÇEŞİTLİ ALFABE FOTOKOPİLERİ VARDIR.
1-   Rik’a (rika). “Türk yazısı” diye tanınan, Arapların sevmediği, genel hayatta ve resmi evraklarda kullanılan bir yazıydı.
2-   İcaze (icaza). Hattat Hamdullah ve Hattat Hafız Osman’ın kullandığı yazıdır.” S.505.

“ Bugün Afrika’da Magribi yazısının dört çeşidi kullanılmaktadır:
Tunus yazısı,
İnsanda bir parça akıl ve muhakeme varsa; Arap alfabesini terk etmekle ne büyük felaketten kurtulduğumuzu anlaması gerekmez mi?
                   Açıklamadan önce, şu fotokopilere vicdan gözüyle, akıl ve çağ gözüyle bakmak gerek.(5)



İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 875’te Arap harfleri verilmiş. Elif (A)’ dan başka sesli harf var mı? (6)


                                       
             “ATATÜRK kültürümüzle organik bağımızı koparttı.” Diyenlere söyleyecek çok sözümüz vardır. Kültür-Ekin özdür, içeriktir. İstediğiniz kalıba dökebilirsiniz. Arap alfabesinden kurtulmakla aptallıklarınızı besleyen gayrı milli göbek bağınızdan kurtuldunuz. Niçin Orhun Kitabelerindeki 33 harfli Türk alfabesine özlemle sarılmıyorsunuz.  Birisi kültürün, birisi uygarlığın simgesidir. ATATÜRK uygarlığı seçmiştir, uygarlığı. Arap’ın her şeyini kendinden say, kendi kendinden soyutlanıp, kendini de Arap’tan say.  Cennette Arapça konuşuluyormuşta, Arapçayı sevmek farzmış. Arkadaşlar, Türkçe konuşulmayan yerlerde ben yokum. Türkçe nerede konuşulursa, benim cennetim orasıdır. Benim İslam’dan önceki dedelerim neredeyse ben de onların yanındayım. İsteyen gitsin, soyguncu Arapların yanına. Arap yazısı için, İsl. Ans. C. 1 S. 503-513’e başvuralım: (7)
                   “ Bu yazılara, Nebatilerin memleketi olan Medyen’den çıkmıştır… İslamiyet zuhur etmeseydi, Arap yazısı Arabistan’a münhasır kalacaktı. Yeni din, fethettiği yerlerdeki milletlere Arapçayı ve Arap yazısını kabul ettirdi. Arap yazısının, bazıları kendisinden daha mükemmel olan, diğer yazıların yerine kaim olması, işte ancak bu sebeptendir. Arap yazısı, bu suretle Irak, Suriye, Filistin’de Süryani ve Yunan yazılarının, İran’da Pehlevi yazısının, Mısır’da kıpt ve Yunan yazılarının, Şimali Afrika’da, eğer o zamanlar hala mevcut idi ise, hayli ilkel bir yazı sistemi olan Berber yazısının yerine geçti.” S.503.
                   “Hala reyhanî (rihani) namı ile ünlü olan yazı, Ali b. Ubayda al- Rihani namında bir hattatın icadıdır. Kendisi Abbasiler döneminde yaşamıştır.
                   “ İbn Mukla (885–940), kardeşi Abu Abd Allah al-Hasan (881-924M) Arap yazısının en büyük reformcularındandır.         
                   Kufi yazıyı şimdiki yazıya dönüştürmüşlerdir. “ S. 504. Abbasiler devrinin en büyük saray hattatı Yakut-al Mustaşimi, Yakuti adı verilen yazısıyla 1290-1291’de iki adet tam Mushaf yazmıştır.” S. 504.
                   Memluklar döneminde altı çeşit Arapça yazı kullanılmıştır:
1-   Al-tümar al-Kamil, birçok türleri vardır. Hükümdarların resmi yazışmalarında kullanılır.
2-   Muhtasar al-tümar, iki türlüdür: Muhakkak ve Şuls
3-   Al-Şuls, iki türlüdür: al-şekil ve al-hafif.
4-   Al-tavki, üç türlüdür.
5-   Al-rika, üç türlüdür.
6-   Al-gubar, yalnız bir türdür.”

Memlukluların yıkılmasından sonra, tüm İslam ülkeleri, İranlıların izinden giden Osmanlıları örnek aldılar. Harf devrimi yapılana kadar (1928) yalnız beş çeşit Arap yazısı kullanılıyordu.
3-   Divani eski tavkiden yaratılan birisi büyük, diğeri küçük divani olarak iki türlü vardı. , Büyüğü Divanı Hümayunun yazısı olup, bununla muhadeler, fermanlar ve beratlar yazılırdı. Büyük divaniye “ Celi divani de” denilirdi. Küçük divani ile Şer’i mahkeme tutanak ve kararları yazılırdı.
4-   Sülüs (Şuls), tezyinat yazısı olarak kullanılırdı.
5-   Talik (ta’lik)
6-   Nesih ilmi eserler yazmak için, ta’lik te şiir yazmak için kullanılırdı. Dini metinler yazmak için nesih kullanılırdı.
1-   Rika,
2-   Cezayir yazısı,
3-   Fas yazısı,
4-   Sudan yazısı.” S.509.
Bizdeki Arap bülbülleri, “ Kur’an yazısı” diye türküler söyleye dursunlar, “ kur’an yazısı” şekilden şekle sokulmuş, haberleri yok.      Önlerine konulan yazı, ister çivi yazısı olsun, isterse kargacık burgacık olsun, onlar için, o şekiller kutsaldır.
         Yaratan kafa kemiklerini diş, diş geçmeli yapmış. Eh! Arapçaya çok benzediği için enayilerimiz “ Alın yazısı” deyip, işin içinden çıkmışlar.
         Kısa not tutulmak isteniyorsa, Evrensel yazı olan Steno kullanılsın.
         Türkiye’de, tarihinin en büyük gerici hazırlıkları sürdürülmektedir. Devrimler ve ATATÜRK Devrimcileri Meşru Müdafaa haklarını kullanmalıdır, hem de vakit geçirmeden.
KAYNAKLAR
1-  6 Kasım 1998 Cumhuriyet Gazetesi.
2-  3.4.5 Kasım 1998 Fazilet Takvimi.
3-  Besim ATALAY, Arapça ile Türkçenin Karşılaştırılması S.56-61.
4-  Okyanus C. 1. 123.
5-  İslam Ans. C. 1 S. 566.
6-  İslam Ans. C.2. S. 875.
7-  İslam Ans. C. 1. S. 503-513. 
              
          
        
 

  

691/SEN NEDEN GELMEZSİN?

                                
OSMAN TÜRKOĞUZ
                            osmanturkoguz@gmail.com
                            İzmir;17 Nisan 2012.

                            SEN NEDEN GELMEZSİN!
                   Ay Dünyanın, Dünya da Güneşin;
                   Her varlık bir varlığın etrafında dönermiş.
                   Etrafında döneceği olmayanlar da
                   Evrenin sonsuzluğunda kaybolur da sönermiş.
                   Bir daire çizermiş Dünya da her yıl
                   Mevsimler peş peşine gelirmiş huylu  huyunca.
                   Leylekler mevsiminde dönerlermiş yurduna;
                   Sonra da Kırlangıçlar gelirmiş yuvalarına.
                   Gününde düşermiş cemreler, toprağına,suyuna;
                   Mevsiminde açarmış güller,âşık bülbüller için,
                   Ellerimde bir demet Sarı gülle birlikte
                   Ben seni bekliyorum o gül bahçelerinde.
                  Ben yine beklerim seni gelmesen de mevsiminde.
                   Yaşanacaksa her sene her şey yeniden;
                   Sen neden gelmiyorsun bunca senedir neden?
                    
                  
                  
                  
    

689/TÜRKÇEMİZ BİZİM ONUR BAYRAĞIMIZDIRTEKRAR!

            TÜRKÇE BİZİM ONUR BAYRAĞIMIZ
                                                              VE
                                     TÜRK OLMAK NEDENİMİZDİR.
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;09 Kasım 2011,
                                   “ÖZTÜRKÇE KULLANMAK SALAKLIKTIR!”
            Tekirdağ’ında yayım yapan bir Site sahibi, yukarıdaki başlık altında, Osmanlıcayı göklere çıkaran ve Türkçemize hakaretler eden bir yazı yayımlamıştır. Birisi aynı zamanda üniversite mezunu bir Astsubayımız hariç; bu talihsiz makalenin yazarı Eski bir Kaymakama benzeyen yorumcuları da aynı yalelliyi çığırmışlardır ve Osmanlıca için gözyaşları dökmüşlerdir.                                                                                                                              Bulgarca; Sırpça, Rusça ve Arapça ayrı milletlerin konuştuğu dillerin adıdır. Osmanlıca da; devşirme, dönme ve Türk’e düşman kırık döllerinin uydurduğu kırık bir konuşma biçimidir. Kelimeler ve deyimler salatasıdır. Bu dilleri konuşanlar nasıl salak değillerse ve nasıl kendi dillerini koruma altına almışlarsa; Türkçe konuşanlar da salak değildir ve Türkçe de” Salakça!” Hiç değildir. Kendi ulusunun yaratmış olduğu dile ihanet edenler, bizden ve Türk Ulusundan hiç değildir.
              Bu kimselerin methederek ağladıkları Osmanlıcadan örnekleri sunuyorum ve öteki âlemde de Türkçe konuşan Ninelerimin ve Dedelerimin yanlarında olacağımı saygı ve onurla bildiriyorum.Araplar,elektrikli aletler için 4000 kelime ürettikleri gibi,Yahudiler de İsrail’e göçten sonra 60,000 kelime üretmişlerdir.
            NUR RİSALELERİ, HANGİ DİLDE YAZILMIŞTIR.
". Nur Risalelerinin Türkçe, Arapça, Farsça dillerinin hiç birini tam bilmeyen, kulak dol­gunluğu ile elde edilmiş kelimelerin, yanlış tertip edilmiş örneklerinden ibaret olduğu, bunla­rın mucize, keramet ve Allah tarafından gönderilmiş olduğu yolundaki iddiaların, ya iddia sa­hibinin kuruntusu veya iddia sahibince bile, bile uydurulmuş bir düzen olduğu, Halkın bu risalelerin Kur'andan sonra, hatta bazen ondan daha önemli olduğu görüşüne saptırıldığı, bu uğurda hapise girmenin ibadet yerine geçeceği, ölenlerin şehit olup gideceği, nurcu olmayan­ların imansızlardan, dinsizlerden meydana gelmiş bir kalabalık teşkil edeceği..." 22–7–1971
BİLİRKİŞİLER Rüştü Şardağ, Mehmet Oruç
               —Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı As. Mahkemesinin 92 Nurcu hakkında gerekçeli
Kararı, S. 45–46
               Risale-i Nurları incelediğimiz zaman; Risalelerin her birisinde, dört ayrı dile ait gramer kuralının kullanıldığını görürüz:
1- Osmanlıca,
2- Farsça,
3- Arapça,
 4- Türkçe.
Farsça ve Arapça dil kurallarından bir kaçını, kısacıkta olsa, incelemeden Nur Risale­lerinin dili hakkında kesin bir hükme varamayız.
Tanrı; Said Okur'a gelinceye kadar, "Her kavime, O kavimin dilinden anlayan Peygam­berler göndermiştir." Tevrat, Zebur ve İncil İbranice, Kur'an-ı Kerim de Arapçadır."­Türklüğünü çekinmeden inkâr edebilen Said Okur; en sonunda, Türkçülüğü, Kürtçülük­ten aşağı tutup, Avrupalıların içimize soktuğu yıkıcı bir akım olarak nitelemekten çekinmemiş­tir. Milliyet kavramının bazı maddi öğelere de dayandığını görmezlikten gelerek, sırf Türklü­ğümüzü yıkmak için, "islam milliyetçiliği" gibi bir tanım ortaya atarak, manevi bir inanç kayna­ğı olan dini de, Milliyet Kavramı halinde sunmaktan çekinmemektedir. Said'in burada söyle­mek istediği şey; Ümmetçilik ve Şeriatçılıktan başka bir şey değildir.
"Doğru yola kılavuzluk ancak dili bilmekle olur" (Ruh-ul beyan, c.4. S. 396. E.M.B. A.i.) Kuralına da Sait’in aldırdığı yoktur.
Nur risalelerini ve bu perişan Risaleleri savunmak için yazılanları okuduğumuz da gö­rürüz ki; Sait’in kavgası ne din kavgasıdır, ne de iman kavgasıdır. Said; özlemini çektiği şeriatçılık döneminde de, bugünkü kavgasını sürdürmüştür. Cumhuriyet döneminde hapislere, Padişahlık döneminde de tımarhaneye atılması ne denli bir uğraşın içinde olduğunu gösterir.

Risalelerinin "Semavi", "Kuran'ı" olduğunu savunan Said'in risalelerinin dili de Semavi Kitapların uyması zorunlu olduğu, Tanrısal kurala uymaz. Çünkü: bir milletin çökertilip, dağıtılması dağıtılmasının en kestirme yolu o milletin dilini bozmakla mümkündür. Şehnameyi bitirdiğinde, Firdevs’i: "Artık, Fars ırkına ölüm yoktur. Çünkü o diline kavuşmuştur." Demişti. Böyle olunca da, Ata­türk'ün diline kavuşturduğu Türk'ü öldürmenin tek yolu, O'nu dilinden ayırmakla mümkündür. "Milletim Kürttür." "Milletçe Türk unsurundan sayılmam", "islam milletindenim" diyen Said'e, Farsça, Arapça, Osmanlıca ve Türkçe vahiyler geldiğini Risalelerinde görüyoruz.
Said'e kadar, her peygamber ve nebi, mensup olduğu kavmin dilini ve o dilin gramer kurallarını kullandığı halde o, Fransızca kelimeleri bile kullanmıştır. Şimdi, Kısaca, Nur Risa­lelerinde kullanılan yabancı dil kurallarını ve yabancı kelimeleri görelim:

688/ÖZGÜN DİLİ OLAN TOPLUMLAR ULUSTUR,GERİSİ BOŞTUR!TEKRAR.

            Osman TÜRKOĞUZ 
            İzmir;01Ocak 2009                 
          osmanturkoguz@gmail.com                                  


                                                            
ÖZGÜN DİLİ OLAN TOPLUMLAR ULUSTUR; GERİSİ BOŞTUR.

        “Pers Irkına ölüm yoktur; çünkü O, diline kavuşmuştur.”FİRDEVSİ.
        O.Türkoğuz,“Türkçemize yapılan şerefsizce saldırılar.
         Manisa İl J Alay Komutanlığı, 1977 yılı Günlük Emri.”

Ölmüş bir dil olduğu halde; bilimsel çevrelerde hala yaşatılan; canlıların her türüne, ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, böceklere ve balıklara ad vermede kullanılan LATİNCE, birçok dilin de yaratılmasında temel olarak kullanılmıştır. Fransızça, İngilizce ve Almanca’nın temeli Latince’dir.
“Sarhoş kafayla Almanca konuşursanız, İngilizce konuşmuş olursunuz” sözü çok düşündürücüdür!
Roma İmparatorluğunun en görkemli devirlerinde; Fakir Romalı askerlerle Galyalı kadınların evlenmeleri Fransızça’yı yaratmıştır. Galyalı Kavimlere egemen olarak gelişen Fransızça da, Fransız ulusunu yaratmıştır. Fransız ulusunun eti ve kanı, Romalı ve Galyalılardan oluşmuş; manevi dokusu da, Fransızça’dan oluşmuştur. Ünlü bir Fransız: “ Fransızça benim onur bayrağımdır” demiştir.
Fransız Bilimler Akademisi, Fransız yazar ve ozanları el ele vererek, 330.000 kelimeyi incelemişler, 8000 fiili guruplara ayırıp, çekim kurallarını belirlemişlerdir. Aya ayak basıldığında, “Descendre ala Lune” diyeceklerine bunu “alunir” fiili ile ifade etmişlerdir.
Montaigne, Rabelais, Lafontaine, Montesqieue, Ansilopediciler, Moliere, diAlemberte, J. J. Rousseau, Honore de Balzac, Voltaire, Victor Hugo, Alexsandre Dumas Piere ve Dumas fils, Boudlaire, Paul Verlaine, Arthur Rimbeau, Fransızça’yı evrensel bir dil haline getirerek, ulusal birliği pekiştirmişlerdir.
19’uncu ve 20’nci yüzyıl Fransız yazarları da bu dili nakış gibi işlemişlerdir. İtalyan asıllı Emile Zola, 40 cilt eseri ile Fransızça’ya ayrı bir renk katmıştır.
İngilizlerin de aynı doğrultuda çalışmaları, İngilizce’yi evrensel ve diplomat dili haline getirmiştir. V. Sheaspeare, 500 yıldır tüm dünyanın övünç kaynağı olmuştur. Cervantes ve Don Kişot, İspanya ile özdeşleşmiştir.
Resimde, müzikte, piyes ve roman dalında; Almanlar da dillerini evrensel boyuta taşımışlardır. Goethe’nin Faust’u, Genç Verther’in Acıları, 18, 19 ve 20’nci Asırları etkileyebilmiştir.
Eric Maria Remargne’in, “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok! Adlı romanının filimleri de yapılarak tüm ulusları etkilemiştir.
Baht, Mozart, Vağner ve Bethaufen, yarattıkları müzikle Alman toplumunu sımsıkı kenetlemiştir.
19’uncu asrın ortalarında; Viyana’da yaratılan Vals müziği, Alman ulusu için coşkuda birleşme çağını tamamlamıştır.
Firdevsi, Şehname’yi yazıp bitirdiğinde; “ Pers ırkına ölüm yoktur; çünkü o, diline kavuşmuştur!”Demiştir. Şehname, Türk Hakanı Gazneli Mahmud’a sunulmuştur. Gazneli Mahmud’un Firdevsi’ye gönderdiği bir deve kervanı para, Belh şehrinin bir kapısından şehre girerken, Firdevsi’nin cenazesi şehrin öteki kapısından, mezarlığa doğru götürülmekteymiş. Boşuna söylenmemiş; “ açlıktan öldürülen büyük adamlar, ekmek ve su istemeyen heykellerle yaşatılırlar,” diye!
TÜRK ULUSU, OĞUZ’UN 24 boyu esasına göre şekillendiğinden, merkezi bir otoritenin de oluşmaması nedeniyle, her boyun ayrı bölgelerde; ayrı, ayrı devlet kurmaları, Türkçe’yi iki büyük lehçe ve 23 ağızda biçimlendirmiştir. Kaşgarlı Mahmut’un 1072’de yazıp Abbasi (Bağdat) Halifesine sunduğu DİVAN-Ü LÜGATİ’T TÜRK adlı ünlü eseri UYGURCA’DA kalmıştır. Yusuf Has Hacip’in KUTATGU-BİLİK  (Saadet Veren Bilgi) adlı ünlü yapıtı da bütün Türk boylarının birleşme ve kaynaşma kaynağı olamamıştır.
Aydın, yönetici ve halk ayırımı; aydın ve yönetici sınıfını Farsça’nın ve Arapça’nın kölesi yapmıştır. Alevi halk ozanlarının önderliğinde; Anadolu Türk halkı, Türkçe’yi işlemişlerdir.
Fars uşağı Celaleddin’e, Yunus Emre Türk tokadı vurmuştur. Türk halkı, devlet desteği ve aydın yardımı olmadan, Türkçe Türküleri ve Manileri günümüze taşımasını bilmiştir.
Karacaoğlan’a ve Köroğlu’na Orta Asya Türk toplulukları da sahip çıkmıştır. 25 değişik yöredeki Türk topluluklarında, Köroğlu efsanesi, aynı biçimde anlatılır.
Küreselleşme masalı, “Türkçe diğer dillerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır” direktifini de sulandırmıştır.
Osmanlının Arapça ve Farsça’ya yönelmesi, Anadolu Türk halkının anadili Türkçe’ye dört elle sarılmasına neden olmuştur.
Günümüzde; bu etki ve tepki tersine dönmüştür. Aydınlarımızda ve şehirlilerimizde başlayan yabancı sözcük kullanımı, halkımızı da etkisi altına almıştır. Aydının ve dahi şehirlinin, şıngır, şıngır, mıngır, tangır tungur müziğe yönelmeleri; halkımızı da Arabesk salgınına itmiştir. Turizm edebiyatına sığınarak, sabahlara kadar gürültü yayan Bar ve Pavyonların ülkemizi istilası, halkımızın tepkisini çok yanlış boyutlara taşımıştır. Gürültüyü, yozlaşmayı modernlik olarak algılayan halkımız, ilkel Arap’ın şekilciliğine dini gelenek diye, sarılmıştır.
Tüm Türk toplumu, Türkçe yatağından sıyrılıp, taklit vadisine girmiştir.
Bazı aydınlarımız, satılmış döneklerimiz ve politikacılarımız, bozulmanın faturasını Laik ve Demokratik Türkiye Sosyal Hukuk Cumhuriyeti’ne kesmişler, Osmanlıyı çürütüp yok eden olguları reçete diye sunmakta diretmişlerdir.
Norslu Said Okur; sırf Türkçe’yi bozmak, Türkçe’nin birleştiriciliğini önlemek için, akla, mantığa, ilme, dine ve hiçbir dile sığdırılamayan Nur Risaleleri denilen zırvalarını İslam Dini diye, halkımızın başına musallat etmiştir. Politikacılar, çıkar çevreleri ve dış güçlerin desteği ile bu karmaşa her tarafa egemen olabilmiştir.
Cemil Meriç; “ Risalei Nurları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir” diye yazmıştır. Ve “ Risalei Nurlar, bizim milli hazinemizdir” demiştir.(O. Türkoğuz, Nurculuk S. 42)
“Risalei Nur, ağdalı, bozuk ve anlaşılmaz bir üslupla yazılmıştır. Cümlelerin kapsadığı fikirler, Kur’an’ı Kerim ayetlerine, Peygamberimizin Hadislerine, din büyüklerinin görüşlerine, bütün bunların yanında, akıl ölçülerine tamamen aykırıdır.” (Turhan DURSUN, Müslümanlık ve Nurculuk. S. 132)
“ Risalei Nur’u okumak, O’na hizmet etmek bir ibadettir. O’na hizmet, Üç aylarda yapılan Zikirlere bile tercih edilmelidir.” ( R.N.K. Nur Meyveleri S.66 Mü? BZ. Norsi)
“Risalei Nur, herhangi bir Sünnetin terk edilmesinden doğacak günahı bağışlar.”  (R.N.K.Tiryak S.54 Mü.Bz.S.Norsi)
“Peygamberimiz, nasıl Kur’an’ı Kerimin sadece bir tercümanı idiyse, Üstad da Risalei Nur’un sadece bir tercümanı durumundadır.” (R.N.K. Hizmet Rehberi S.73 MÜ? BZ S. Norsi.)
“ Türkçe’miz, seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp, şişmektedir ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.” Ank. Üniversitesinde, R.N. hakkında verilen konferans S. 74 Mü? Bz. S.Norsi.
Ankara Üniversitesinin çok sayıda Fakültesi var. Ankara Üniversitesi, Cebeci Ortaokulu mu?
Bu yalana, bu alçakça oyuna inananlara ne denir!
“ Kader bana Türkçe’yi az vermiş, hatta hiç vermemiş; dikkatinizle bana yardım edin. Dilim, düşüncelerime gerektiği gibi tercüman olamıyor. Düşüncelerinizle bu perişan sözleri bir düzene sokarsınız.”  (O.Türkoğuz, Nurculuk S. 104, Av. Bekir Berk Nurculuk Davası S.678)
“ Nur Risalelerinin, Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinin hiçbirisini tam bilmeyen, kulak dolgunluğu ile elde edilmiş kelimelerin, yanlış tertip edilmiş örneklerinden ibaret olduğu; bunların mucize, keramet ve Allah tarafından gönderilmiş olduğu yolundaki iddiaların, ya iddia sahibinin kuruntusu, ya da iddia sahiplerince bile bile uydurulmuş bir düzen olduğu. Halkın, bu risalelerin Kur’andan sonra, hatta bazen ondan daha önemli olduğu görüşüne saptırıldığı, bu uğurda hapse girmenin ibadet yerine geçeceği, ölenlerin şehit olup gideceği, nurcu olmayanların imansızlardan, dinsizlerden meydana gelmiş bir kalabalık teşkil edeceği.”  (22 Temmuz 1971, Bilirkişiler: Rüştü Şardağ, Mehmet Oruç Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mah. 92 sanıklı Nurculuk Davasındaki gerekçeli kararından, O. Türkoğuz. Nurculuk S. 63.)
Büyük Selçuklu Devletinde dil birliği kurulamamış; Türkçe’nin üzerine Farsça oturtulmuştur. Selçuklu devleti de, lidere bağlı kaderin kurbanı olmuş, Türkçe konuşan Türkmenlerin hışmına uğramıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti de aynı oyunu oynamış, dilini edebiyatını ve geleneğini Farsça’ya teslim ederek, yıkılıp gitmiştir.
Osmanlı, ilk dönemlerde; Türkçe’yi baş tacı etmiş, Mevlit Türkçe yazılmıştır. Osmanlı Devleti güçlendikçe, Türk dilinden ve Türk töresinden kopmuş, Farsça’ya ve Arapça’ya dört elle sarılmıştır. Alevi Türkmenlerin ve Türkçe konuşan halkın hışmına uğramıştır. Anadolu’da, 135 halk ayaklanması meydana gelmiştir. Kayı Boyu motifinin yanı sıra , “Kavmi Necibi Arap’a” ait gaza ve yağma öykülerine sığınılmıştır.
Osmanlının dili, devşirme ordusu ve devşirme yöneticileri var iken; dilsizliği, sonunu hazırlamıştır.
Osmanlıca denilen dili, ne konuşan anlar, ne de dinleyen anlardı. Türkçe, Farsça ve Arapça sözcükler ve tamlamalar kullanılarak, Türk Halkından kopuk bir dil oluşturulmuştu. Halktan kopuş, iktidardan ve güçten kopuşu da beraber getirmiştir.
Arap’la ve Arapça’yla İslamiyet karıştırılmıştır. İlkel Çöl bedevilerinin her davranışı örnek alınmış, uyduruk sözler de Arap Peygamberi Hz. Muhammed’e mal edilmiştir. Türk Halkı da çağından habersiz, sosyal bir bataklığın içine itilmiştir. Farsça ve dahi Arapça şiirler ve düz yazı baş tacı edilmiştir.
Yavuz Sultan selim’in, Şah İsmail’e yazdığı mektup çok ilginçtir!
“Ben Fatih Sultan Mehmet oğlu, Bayezıt Han oğlu, Yavuz Sultan Selim Han’ım.
Sen ki eşek Türk!”
Türk dilinde eserler verilseydi; Mevlana Türkçe yazsaydı; hiç olmazsa, Anadolu Türk halkı Türkçe’nin şemsiyesi altında, düşüncede, duyguda ve eylemde bir ve beraber olurdu. Dilsizlik Osmanlıyı bitirdi. Türkü de bitireyazdı.
ATATÜRK sayesinde baş tacı edilen Türkçe, toparlanmış, kullanılma oranı % 15’lerden % 85’lere ulaşmıştı. Osmanlı artıkları, bu sefer de yabancı dillerin sözcüklerini güzel Türkçe’mizin başına musallat ettirmişlerdir. Hem de, Türk halkını peşlerinden sürükleyerek. Milli Eğitim Bakanı, Norslu Said denilen ruh hastasını kurtuluş için, lider olarak sunabilmiştir. Türkçe’miz kirlendikçe; Türkiye Cumhuriyeti de her türlü saldırılara açık hale gelmiş, varlığını korumada zorluklara itilmiştir.
Sayın Bayanlar ve dahi Baylar;
Sayın Arap bülbülleri ve dahi USA ve AB horozları; Türkçemize güle, güle dediğimiz gün; demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin bölünmezlik kavramı da, bizlere güle güle diyecektir. Uyanınız, ESKİ Kültür ve Dahi Turizm Bakanınız, sizler adına, içeride ve dahi dışarıda uyumaktadır!.
13. Mayıs. 1273’te; Türkçeyi baş tacı yapan Karamanoğlu Mehmet Bey’in ünlü buyruğunu baş tacı etmezsek, başka dilleri konuşan ulusların paspası olacağımızı da unutmamalıyız…
“Bugünden sonra; hiç kimse, sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya.”
Dünya’da Türk toplumundan gayrı, anadilini horlayan bir millet var mıdır?
1970 sonlarında; Besançon Üniversitesinde Fransızça öğrenen bir Alman, beni bir kenara çekerek:
“Sayın Bay Türkoğuz; Almanya’nın ikiye ayrık durumu sizi üzmesin. Batı ve Doğu Almanya’askeri harcamalarını kalkınmamıza harcamaktadır. Alman ulusu, dil ve kültür ve hukuk odağında birleşmiştir. Her şeyimiz aynıdır. Zamanı geldiğinde de Utanç duvarını yıkmasını bileceğiz. Ben, bir Atom Bilginiyim!” Demişti.
  Türkçe konuşmak salaklıksa,yabancı kelimeler salatası Osmanlıca konuşmayı göklere çıkarmak cehaletin ve ihanetin eseri bir ihanettir.Ben,anam gibi konuşurum,devşirme dölleri ve dönekler gibi yapay bir dille konuşamam.

İzleyiciler

Blog Arşivi