27 Aralık 2016 Salı

2137/MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİZLERDEN BİRİDİR.


TC.                                                                                                                                                                                         OSMANTÜRKOĞUZ                                                            osmanturkoguz@gmail.com                                                                                                           TV.İZMİR;27 Aralık 2016.

             “ATATÜK MÜ, O BİZLERDEN BİRİDİR!”

                        CUMHURBAŞKANI MAREŞAL MUSTAFA KEMAL ATATÜRK. Böylesine bir soruya verilen yağdanlıkçıların yanıtlarını beğenmeyen Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN, bu soruya yanıtıdır. O,herşeyden önce BİR TÜRK İNSANIDIR.

        Rahmetli Reşat Nuri Güntekin’in” TANRIDAĞI ZİYAFETİ,” çok gerçekçi bir tiyatro oyunudur. Etrafı Yalakalarla çevrili bir diktatörün bu yalakalarına oynamış olduğu bir oyundur. bu yalakalarına oynamış olduğu bir oyundur.Yirmi senedir hapiste yatırdığı Arkadaşı General ERHAN’I ziyafete davet ederek,ziyafet salonunda bulunan bakanlarına,”Erhan’ın ayaklanarak şehirleri birer,birer ele geçirerek başkente yaklaştığını duyurur.Başlangıçta,Erhan’ı öldürmek için biri birleriyle kavga eden Bakanlar,General Erhan saraya yaklaştıkça,Diktatöre yüklenirler,onu eski hanedanı boş yere yıkarak öldürmekle suçlarlar.General Erhan ziyafet salonuna girdiğinde de ayaklarına kapanan Başbakan,Diktatör için yazdığı şiiri General Erhan’a yazılmış gibi okur:”Sen göklerin hâkimisin General Erhan!”Bizleri yaratan da sensin General Erhan?!”Şaşkınlaşan General Erhan’ı Diktatör uyandırır:”General Erhan benim arkadaşım olarak bu ziyafete davetlidir,ayaklanma falan da yoktur?!Der.Başbakan,istifasını sunarak:”bizim ne mal olduğumuzu anladınız,istifa ediyorum?!”Der,demez;Diktatör:”Ben sizin ne ahlaksız olduğunuzu Yirmi senedir bilmekteyim,başbakanlıkta kal?!”Der.Jozef Stalin için şiirler yazılmıştır.”Bizi yaratan gökteki Allah sensin ey babamız Jozef Stalin?!”Jozef  Stalinin beyin kanamasından öldüğünü anlayan NKVD başkanı Beria:”Köhne bir diktatör öldü?!”Diye yüksek sesle memnuniyetini göstermiştir...

        “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, SON PEYGAMBERDİR.”Aydın AKPE il Başkanı.

        “Recep Tayyip Erdoğan’ı üzen Allah’ı üzmüş olur.”Denizlili Götkılı bir kadın.”Allah, Recep Tayyip Erdoğan’ın göğe yansımasıdır.”AKEPELİ BİR SAPIKYALAKA.”ALLAH, YAĞMUR YAĞDIRMA YETKİSİNİ SAYIN ERDOĞAN’A VERMİŞTİR. SAYIN ERDOĞAN İSTERSE YAĞMUR YAĞDIRABİLİR.Urfalı bir AKEPE MV.ADAYI.”TAYYİP ERDOĞAN ANLATILMAZ, YAŞANIR. O,BU ÜMMETE ALLAH’IN BİR LÜTFUDUR.”Mustafa Ataş, AKEPE GNL. BŞK.YRD. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E BİNLERCE ŞÜKÜR, ONUN SAYESİNDE BİZ TÜRK ULUSUYUZ GARİ.

OSMANTÜRKOĞUZ


26 Eylül 2013 Perşembe,


22 Eylül 2011 Perşembe.27 Aralık 2016.


             Bizde; Aydın geçinerek her türlü dönekliği, inkârı ve ihaneti yapmaktan da çekinmeyenlere örnekler vermek istiyorum. Bence bu eyyamcılık, bir türlü atamadığımız Şark Kurnazlığının eseridir. Önce; Orhan Seyfi Orhon’dan örnek vermek istiyorum. Bu Dönek Şairimiz, kendisi gibi Şair olan Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç’ın da Bacanağıydı. “14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, C.H.P’Si seçimleri ve 27 senelik iktidarını da kaybetti. Tenkitler ve kötüleme rüzgârları, PEMBE KÖŞK’DEKİ MUHALEFET LİDERİ İSMET İNÖNÜ’YE DOĞRU ESMEYE BAŞLADI.

  Şair Orhan Seyfi Orhon;                                                           

 “Bir duman oldu parti, savruldu,

  Ne tavan kaldı bak, ne de dam kaldı;

  Koca şef denilen heyulâdan,

  Bir koca ihtiyar adam kaldı!”

Ayni adam, daha önceleri ne methiyeler düzmüştü: ”.Vakıa bu kolay olmadı. Milli Şefin saçlarındaki ışıklar, ta oradan geliyor. Bunlar, on altıncı yıldönümünü kutladığımız beyazlardır. Biz, onlara, ağaran bir fecir gibi bakıyoruz.” Bu politikacı, daha önce de; Rahmetli İsmet İnönü için ne methiyeler düzmüştü:1

“Bir dağ başısın, ak saçın alnında bulutlar,

Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar;

Gökten Ata’nın ruhu eğilmiş, seni kutlar;                                                              Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar.”Ş.S.Aydemir; İkinci adam, C.3, s.489.

O’NUN sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hudutları aşılmadığı halde; insan şeklinde yaratılmış, ikiyüzlü, riyakâr yaratıkların ruhlarındaki yapmacık sevgi ve saygı aşıldı.

Rahmetli İmran Öktem’in cenaze töreninde öldürmeye kalkışanlara Polatlı Topçu Okulu Komutanı bir Tuğgeneral engel olmadı mıydı?

Bu tip, kişiliksiz ve omurgasız insanlara en güzel yanıtı İngiliz Wellington Dükü vermiştir: Napolyon’u yenen Wellington Dükü; Londra’ya zaferle döndüğünde; kendisini coşkun alkışlarla karşılayan kalabalık insan seline,” SABUN KÖPÜKLERİ”, demişti. Başbakan olduktan sonra, kendisini yuhalayan kalabalıklara da, aynı biçimde ses vermişti: ”SABUN KÖPÜKLERİ!” Maalesef, bizimkiler sabun köpükleri değil, insanlığın yüz karasıdırlar!

İkinci Dünya Savaşından sonra; bir grup Alman bilgini, “Büyük Dünya Olayları”, adında çok kapsamlı bir ansiklopedi yayımladı. İsmet İnönü’nün dış politikası başlığı altındaki bir bölümde; Hipodromda yapılan bir geçit töreninde; yerde Alman tanklarının, onların üstünde de İngiliz uçaklarının fotoğrafları vardı!

1950 genel seçimlerinde ve daha sonraları yapılan seçim propagandalarında; Rahmetli İsmet İnönü’ye yükletilen en hayâsızca saldırılardan birisi de; İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINA GİRMEYEREK, HALKIMIZIN ERKEKLİK DUYGUSUNU ZAYIFLATTI!”Töhmeti olmuştur.”

Necib Fazıl Kısakürek te çok ünlü bir şairimizdi. 24 yaşında yazmış olduğu “Kaldırımlar” adlı şiiri ile de çok ünlenmişti.”Sokaktayım kimsesiz, bir sokak ortasında/Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum/Yolumun karanlığa saplanan noktasında/Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum!”Dörtlüğü ile başlayan bu şiir Türk şiirinin en görkemli örneklerinden birisi olmuştu. Kumar oynamaya tutkundu.”Namı diğer Parmaksız Salih” adlı romanı da kumar tutkusunu irdelemekteydi.”Büyük Doğu” adlı bir dergi çıkarmış, örtülü ödenekten yararlanmak için Adnan Menderes’e yaklaşmıştı. Adnan Menderes’in ölümü üzerine de,”Bir Efenin Ölümü” adlı bir şiir yazmıştı. Sonraları tam bir Türk, Türklük ve Atatürk düşmanı Arap hayranı olup çıkmıştı.1968’de başlatılan Atatürk devrimine karşı saldırıların odak noktasında bulunmuştu. İçinde bulunduğu THY uçağının kapısını havada açılması sırasında, ortalığı ayağa kaldırmıştı:”Bu, bana yapılmış olan bir suikast olayıdır!”Diyerek ayılıp, bayılmıştı. ”Bu ülke 500 senedir şehit vermemiştir. Çünkü din uğruna savaşılmamıştır!” Sayıklaması da onundur. Şimdi Onun Mustafa Kemal’in ölümü üzerine yazmış olduğu yazıya bir bakalım.”Atatürk’ten sonra Atatürk”,s.211 ve devamı.26 Kasım 1938.

“Son Onbeş gündür her sabah yatağımdan kalkıp Dolmabahçe sarayını yerinde bulduktan sonra ona varlık ve mana izafe eden(bağlayan) unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaman bir idrak işkencesi. Atatürk’ten bir parça halinde kalan birçok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi, içinden çıkılmaz bir muhal (olamazlık) hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edasile ölüm, Atatürk’ü, hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü. Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkile aynı marifeti tekrarlamasına rağmen bu son misalde bulduğu müeyyide kudretini, bütün tarih boyunca sık, sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının bir defa bile şaşırmamağa memur işçisi, bu misalde kudretinin her zamanki mevzu ile mevzuunun bu defaki kudretini bir araya getirdi.”

“Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt ister istemez kendisine bir alâka düştüğünü kabul eder.Ölümün mücerret(soyut) sirayet ve ihtarı küçük bir mesafe yakınlığını bir nevi akrabalık haline getirir.Fakat ne de olsa kimse,ölünün evindekiler kadar davaya muhatap değildir.Ölen ne kadar içtimai ve herkese aid bir hüviyet taşırsa taşısın bu bağ,kan ve his yakınlıkları karşısında sadece yapma bir zihin telaşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz.Bütün dünyada,kralına anası kadar yanacak kimse yoktur..bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm,vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü.Evimizdeki bir kahve fincanının çatlaması,bize Yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde bu defaki ölümü hepimiz,fiili ve Şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk.İçtimai ölüler arasında her evin ölüsü olabilmiş Kahramanlar,tek eldeki parmak sayısından daha  azdır.”

“Hiçbir Türk kendi devlet reisine bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümid edemezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama hedef olabilmiş hükümdar yoktu. Avrupa’nın bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıtalarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki Garp, Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan milli kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin almadığı ve hiçbir Garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkarmaktadır. Atatürk’ün gözleriyle görmediği bu manzarayı biz yalınız gözlerimizde bırakmayarak keskin bir delalet halinde şuurumuza sindirmekle mükellefiz: O Türke hem Türkü, hem de Avrupalıyı inandırmıştı.

“Tarihte büyük bedbinlerle büyük nikbinlerden oluşan iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık gören, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde, aydınlık gören de öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir. Bence bu fakültelerin ikisi de, dava ve aksiyon doğuracak çapta olmak şartı ile, kurtarıcılara mahsus vasıflardandır. Bedbin kahraman bizi, vücudunu görmediğimiz bir hayata erdirmeğe, nikbin kahraman da vücudunu gördüğümüz ölüm tehlikesinden kaçırmağa memurdur. Atatürk’ün ruhi maktalardan(kesitlerden) en alakalısı, O’NUN yılmaz ve hezimet kabul etmez nikbinliğidir. Atatürk, bu eşsiz nikbinliği, başta ve sonda, biri milletine ve öbürü şahsına ait iki büyük tezahürle vesikalandırdı. Birinci vesika: Bir millet için esaret ve mahkûmiyet anının bir vakıa halinde teslim edildiği hengâmede bu vakıaya inanmayan tek adam O idi. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit O inanmadı. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit O inanmadı. Bu, Atatürk’ün millet ufkuna doğuşu ile başlayan ilk ve büyük nikbinliğinin tecellisidir.     İkinci vesika: Milli kahraman hasta döşeğinde günden güne fenalaşırken yakınlarından itibaren bütün Türk milletine kadar herkes ağır bir Ümitsizlik içinde boğuluyor, fakat kendisi bir çocuk gibi saffetli, ayağa kalkacağı, otomobiline veya motörüne bineceği dakikayı bekliyor, ölebileceğine bir an bile mümkün gözile bakamıyordu. Bu sonuncu teselli. Atatürk, başlangıçta milletinin, sonunda da kendisinin ölümüne inanmadı. bu iki nikbinlik tecellisinin birinde haklı, ötekinde haksız çıktı. Fakat koca bir millete hayat vesilesi getirmiş bir kahramanın ferdi hayatı olamayacağı için O’NU ikinci tecellide de haksız bulamayacağız.”

“Benim gözümde birbirine bağlı iki işin sahibi olarak iki Atatürk var. Zaman tasnifile bunlardan biri düşmanın denize dökülüşüne, öbürü de bugüne kadar sürer. Biri, ölüm hükmü giydirilmiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir barışla madde ve askerlik planında muzaffer kıldı. Öbürü, bir an evvelki ölüm tehlikesini doğuran sebepler âlemine karşı harekete geçti, fikir ve cemiyet planında yeni bir bünye inşasına girişti. Bu tarife göre birine asker, öbürüne inkılâpçı Atatürk demek hatıra gelecektir. Atatürk’ün iki iş merhalesini temsil eden cepheleri arasında bence, mefkûreci ve hudutsuz şahsiyet asker Atatürk’tedir. Asker sıfatı da O’NU ifadeye kifayetsizdir. Zira bu merhalede askerlik O’NUN sadece aletiydi. Bu merhalede O,en büyük asker olmak kıymetinin çok üstünde bir değer taşıdı. Koca bir milletin diriliş iradesini temsil eden mefkûrevi insan olmak değeri. Bu değerile Atatürk, beşer tarihinde sayısı birkaçı geçmeyen hakiki millet kurtarıcılardan bir tanesidir. Dehasının sırrı da ne askeri, ne içtimai, ne de aklidir. Aksine, laboratuar ilimlerinin çerçeveleyemediği ve aleladelikler serisinin yanaşamadığı bir heyette ve tamamıyla ferdi ve insiyakidir. Zaten kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin bütün farikası, bu ferdi ve insiyaki cevherde değil midir? Yoksa herhangi bir ihtilalcı başlangıçta milleti Atatürk gibi ayaklandırabilir, herhangi bir asker kurtuluş mücadelesini Atatürk kadar iyi idare edebilir ve herhangi bir idareci Atatürk’ün kurduğu teşekkülleri kurabilirdi. Fakat kimse, Samsun’a çıkışından, İzmir’e girişine kadar, O’NUN taşıdığı iş kıymet ve imanını taşıyamazdı. Bütün bu melekelerin atalet ve felakete battığı dakikada hepsini birden yerinden fırlatacak bir ruhi adale işidir. Kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin herkesten farklı olarak sahip olduğu hususi ve harikulâde unsur da, işte bu ruhi adaledir.”

“İnkılâpçı Atatürk’e bütün talih ve salahiyetine asker Atatürk hazırladı. Garip bir tesadüf cilvesiyle iki Atatürk’ten her biri ayrı isimler taşıyor. Mustafa Kemal ve Atatürk. İnkılâpçı Atatürk. Tanzimat’tan beri Türk cemiyetinin Avrupa medeniyet manzumesine kavuşturulması yolunda girişilen yarım ve kısır teşebbüsleri tam ve yüzde yüz randımanlı hamleler haline getirdi. Türk cemiyetinin, Tanzimat’tan beri alev, alev yanan kafası ve ruhu ile bir türlü kararını bulamadığı, hududunu çizemediği, mevcutlardan neyi verip, neyi veremeyeceğini, neyi alıp neyi alamayacağını kestiremediği medenileşme davasını, bütün Şarkı topyekûn vermek ve yerine bütün Garbı topyekûn almak şeklinde topyekûn halletti. O’NUN bu cüretli iradesinde d,taşıdığı ruhi adalenin bir ihtizazına(titreşimine) şahid oluyoruz. Tanzimat tabii seyrinde devam etseydi belki daha asırlarca, Atatürk’ün vardığı bu telakki ve cesaret merhalesine ulaştıramayacaktı. Filhakika bütün müesseseleriyle Türk cemiyetine aşılanan Garp, Türk toprakları üzerinde ve iktisadi, ilmi, içtimai sahalarda büyük muvaffakiyetlerle yemişini vermeye başladı. Kurtuluş zaferini takibeden merhalede Garp; kanun, şapka, harf, yol, fabrika, banka, mektep, ordu, bütün aletleriyle vatana tatbik edilebilmiştir. Şu kadar ki yalınız müspet bilgiler ve maddi aletler manzumesi telakki eden ve ruhi planda Garbın da bizzat kendi kendisini aradığını bilen bir fikir adamı gözünde bu hareket, kıymet hükmünü sarsan bin bir çetin davaya karşı, nihayet madde çerçevesinde büyük bir ıslahçılık hareketi olmaktan ileriye geçemez. Fikir, ahlak ve sanat cephelerile yepyeni, istiklâlli ve şahsi bir cemiyet binası işile de bir tutulamaz. İkinci merhalenin Atatürk’ü,ıslahçılık tarihimizin en büyük çehresidir.Fakat ilk merhalenin Atatürk’ü,aynı soydan hâdiseler arasında,bütün beşer tarihinin en ulvi ifadesini taşır.”

         “Milli kahraman’ın ölümü önünde duyduğumuz matem hissini, tek bir emniyet duygusile teselliye muktediriz: Teknesinde Atatürk’ü yoğuran soylu Türk milletinin, için, için tekeyyünleri(çoğalmaları) aynı çapta kahramanlara daima gebe kalacağı emniyeti.”(26.11.1938).Bu yazısından sonra; Necip Fazıl Kısakürek, çok aşağılık bir seyir takibetmiştir. Döneklerin Şeyhi sayılabilir

 

İzleyiciler

Blog Arşivi