24 Eylül 2015 Perşembe

2090-ATATÜRKÜN HEYKELİNİ KALDIRTMAK?!


             TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV.Çeşmealtı,23 Eylül 2015.

                         ATATÜRK’ÜN HEYKELİNİ KALDIRTMAK?!

                           Demokrat Parti iktidara geldikten sonra; ilk Atatürk büstü 25 Şubat 1951’de Kırşehir’de kırılmıştı.1951 yılında, bir baba ve oğul, ellerindeki çekiçle, Kızılay subay orduevinin yan tarafındaki Atatürk heykelini kırmağa çalışırlarken yakalanmışlardı. Bunların Kemal Pilavoğlu’nun Ankara’da kurduğu TİCANİ TARİKATINA mensup oldukları anlaşılmıştı. Ticani tarikatı 1758 yılında, Cezayir Berberi kabilesinden Ahmet Ticani tarafından kurulmuştu. Ankara valiliği yazı işleri müdürü Kemal Pilavoğlu, Hukuk öğrenimini bırakarak bu tarikata gönül vermişti. Kendisi 1906 Ankara doğumluydu.1958-1974 tarihleri arasında Bozcaada’da yaşamıştı.14 yaşındaki bir oğlan çocuğunun ırzına geçmekten de tutuklanmıştı.02 Ocak 1977 tarihinde Ankara’da ölmüştür. Şimdi, arşivimin yardımı ile yazalım:

        1942’de okudukları Arapça ezanla duyuran Ticaniler, 1943 yılında basıldı. Şeyhleri M. Kemal Pilavoğlu ve 24 müridi tutuklanıp cezaevine konuldu. Suç unsuru olarak ele geçirilen materyaller, 500’lük iki tespih, 23 maddelik esaset ele geçirildi. Esasatte, sabah ve akşam 2 defa 100 estağfurullah, 100 la ilahe illallah, 100 salâvat/SAKALLI AHMET HOCA: “GETİR SALAVATI KAP HURİYİ DEMEKTRDİR?!” söylenip, 1000 veya 1600 kez toplu halde La ilahe illallah veya ‘Allah’ denileceği gibi ibareler yer alıyordu. “

      “24 mürit içki, zina, kumardan uzaklaşıp, İslam’la ahlaklanmış kişilerdi. Suçlu bulundu. Hapishane yılları başlamış oldu. Pilavoğlu, ifadesinde, “Peygamber ahlakı yolumuz, Kuranı Kerim düsturumuz, her şeyi ondan alır ona göre hareket ederiz. Siyasi bir gayemiz yoktur. Hakkımızda ne kadar ceza verilirse, inancımızdan vazgeçmeyiz,” demiştir.

      “Pilavoğlu’nun deli olup olmadığının anlaşılması için üç hafta akıl hastanesinde kontrollerden geçirildi. Akıl sağlığının yerinde olduğu tespit edilip, tekrar cezaevine gönderildi. 1952’de 74 Ticani’ye çeşitli cezalar verildi. Pilavoğlu’da 10 yıl hapis, 10 yıl sürgün cezalarına çarptırıldı. Sürgün cezası 5 yıl Bozca ada ve 5 yıl İmroz olarak belirlendi. Ulucanlar Cezaevi’nde Pilavoğlu, afla yaklaşık 7 yıl sonra serbest kaldı. Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Ticanilere bağlı bazı müritlerin Atatürk büstlerine saldırması olayları sonrası, Celal Bayar’ın çıkardığı Atatürk’ü Koruma Kanunu ile Laiklikle devletin düzeniyle alakalı 163’üncü Madde genişletildi, cezalar artırıldı. Yaklaşık 40 yıl bu kanun üzerinden yaptırımlar yapıldı.  Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, hükümetteki Demokrat Parti’yi “irticaya taviz verme” iddialarıyla sıkıştırma vesilesi olmuş ve malum koruma kanunu çıkartılmıştır”

      M.Kemal Pilavoğlu’nun deli olup olmadığının anlaşılması için üç hafta akıl hastanesinde kontrollerden geçirildi. Akıl sağlığının yerinde olduğu tespit edilip, tekrar cezaevine gönderildi. 1952’de 74 Ticani’ye çeşitli cezalar verildi. Pilavoğlu’da 10 yıl hapis, 10 yıl sürgün cezalarına çarptırıldı. Sürgün cezası 5 yıl Bozca ada ve 5 yıl İmroz olarak belirlendi. Ulucanlar Cezaevi’nde Pilavoğlu, afla yaklaşık 7 yıl sonra serbest kaldı. Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Ticanilere bağlı bazı müritlerin Atatürk büstlerine saldırması olayları sonrası, Celal Bayar’ın çıkardığı Atatürk’ü Koruma Kanunu ile Laiklikle devletin düzeniyle alakalı 163. Madde genişletildi, cezalar artırıldı. Yaklaşık 40 yıl bu kanun üzerinden yaptırımlar yapıldı.  Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, hükümetteki Demokrat Parti’yi “irticaya taviz verme” iddialarıyla sıkıştırma vesilesi olmuş ve malum koruma kanunu çıkartılmıştır.1924 anayasasının 69’uncu maddesine göre, Atatürk’ü koruma kanunu çıkarılamayacağı iddiası Ankara Hukuk fakültesi öğretim elemanı Prof.Dr. Ernest Hirsche soruldu:     “Hâlbuki muhalifler, tek bir kişi için kanun çıkarılmasının o sırada yürürlükte olan 1924 Anayasa’sının 69’uncu maddesine aykırı olduğunu düşünüyorlardı. Bunun üzerine hükümet, Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan Yahudi asıllı ünlü Hukuk Profesörü Ernest Hirsch’in görüşüne başvurdu. Hirsch şöyle dedi: “Anayasa başka şeylerin yanı sıra, bir şahsa imtiyazların tanınmasına imkân sağlayacak yasaların çıkarılmasını yasaklamaktadır. Buradaki ‘şahıs’ deyimi, ‘gerçek kişi’ yani ‘insan’ anlamına gelmektedir. Madde 27’ye göre insanın şahsiyeti, doğumunun tamamlanmasından itibaren hayatla başlar ve ölümle son bulur. Atatürk adında bir şahıs, artık hukuki anlamda mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz (…) Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur.” (Aktaran Zülfü Livaneli, Vatan, 3 Şubat 2008) Bu açıklama milletvekillerini tatmin etmiş olmalıydı ki, kanun 25 Temmuz 1951’de kabul edildi. Pilavoğlu ve 74 müridi, 5 Mart 1952’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde söz konusu kanuna muhalefetten 15 ay hapis cezasına mahkûm oldular.,.”1924 Anayasamızın 69’uncu maddesi:

“Madde 69- Türkler kanun karşısında eşittirler ve ayrıksız kanuna uymak ödevindedirler. Her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır.”Neden Erbakan’ın ve onun rahlesinden feyiz alanların heykelleri ve büstleri yoktur?!TİCANİLER ATATÜRK HEYKELLERİNE UCUBE DERLER.Sayın Erdoğan’ın modern bir heykele UCUBE diyerek yıktırıp,sonunda da tazminat ödemesini anımsayın?!

 

             Kanun no:6816,RG. Yayın tarihi:31 Temmuz 1951-7872.

Madde 1:

f1. Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

f2. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.

f3. Yukarı ki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

Madde 2:

f1. Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumî veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunulacak ceza yarı nispetinde artırılır.

f2. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde 3:

f1. Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.

Madde 4:

f1. Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5:

f1. Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.”

               “Kamuoyunda Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, 1951'de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti'ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticanilerin Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Bir gecede 17 tane Atatürk büstü kırılmış,failleri de kayıplara karışmıştı?!

      Nitekim kanunun görüşülmesi sırasında Başbakan Adnan Menderes, CHP sıralarına ölümünün hemen ardından paralardan pullardan kendi reisleri olan Atatürk'ün resimlerini sildirdiklerini hatırlatıyor. EK: Kâğıt Türk parası, bugün olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında basılmıyordu. Londra’da, Berlin’de ve Amerika’da basılmaktaydı. Amerika’da basılan 20.000.000Türk Liralık banknotlar, Pire limanında batan gemi ile kaybolmuşlardı. Yeniden Atatürk resimli Banknot bastırtmak 20.000.000 Kayıp banknotların da piyasaya sürülmesine neden olabilirdi.İsmet İnönü resimli Banknotların basılma nedeni bu olaydır?!Ostüzü.TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASININ ÖZERK BİR ANONİM ŞİRKET OLDUĞUNU DA UNUTMAYALIM.Daha önceleri Osmanlı Bankası/İngiliz-Fransız-İtalyan ortaklı/ merkez bankası görevini görmekteydi.

        Tabii Demokrat Parti'nin 408 milletvekili gibi çok ezici bir üstünlüğü var mecliste. CHP'nin 69 milletvekili var. Bazı DP'li milletvekillerinin muhalefetine rağmen kolayca çıktı kanun.

      Ben size oylamanın dağılımını söyleyeyim: Üye sayısı 487, 20 milletvekilliği boşta. 288 kişi oy vermiş o gün. Kabul edenler 232, reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış.

        Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki: "Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki …”

        CHP grubu adına Yozgat Milletvekili Avni Doğan söz alıyor ve kanunun tunçtan yapılmış büst ve heykelleri korumaya yönelik hazırladığını ancak asıl korunması gerekenin Atatürk'ün ilke ve inkılâpları olduğunu belirterek, yeni bir metin hazırlanması için tasarının Adalet Komisyonuna iadesini istiyor.  Hakikaten de yasada Atatürk'ün hatırasına hakaret etmenin cezası en fazla 3 yıl ama heykelleri veya kabrini tahrip etmenin cezası en fazla beş yıl. Heykeli daha mı önemli Atatürk'ten?

              “Arşivlerde bazı rakamlar var: 1987'de 110, 1988'de 52, 1989'da 51, 1990'da 66, 1991'de 57, 1992'de 50, 1993'de 62, 1994'de 89 kişi hakkında dava açılmış. Toplamda 31 mahkûmiyet, 24 beraat olmuş.  1995'de 94 kişi hakkında dava açılmış, 45'i beraat etmiş, 3 dava düşmüş. 1996'da 124 kişiye dava açılmış, 30 mahkûmiyet, 28 beraat var, 5 dava düşmüş. 1997'de 72 dava açılmış,  26 kişi mahkûm olmuş, 24 kişi beraat etmiş, 3 dava düşmüş. 1998'de 116 dava var. 44'ü mahkûm olmuş, 39'u beraat etmiş, 5 dava düşmüş. 1999'da 104 dava, 42 mahkûmiyet, 48 beraat, 10 düşme var. 2000 yılında 82 dava, 49 mahkûmiyet, 34 beraat, 5 düşme. 2001 yılında 54 dava, 22 mahkûmiyet, 39 beraat, 7 düşme. 2002 yılında rakamlar fırlamış: 581 kişiye dava açılmış. 39 mahkûmiyet, 52 beraat olmuş, 7 dava düşmüş. 2003'de 74 dava, 45'i mahkûm, 40'ı beraat, 4'ü düşmüş. 2004 yılında 54 sanık ve 36 mahkûmiyet, 31 beraat, 5 düşme var. Tabii bu kişilerin içinde başka suçlardan yargılananlar da var. O kararları kapsamıyor bu bilgi. Bu rakamları nasıl yorumlamak lazım?”

      “2005'de 67 yeni dava açılmış. Daha önce açılan davalardan 58'i o yıl karar bağlanmış. Tabii sanık sayısı çok fazla bu davaların. Bunlardan 33'ü mahkûm olmuş, 35'i beraat etmiş.  2006 yılında 72 dava açılmış, 87 dava karara bağlanmış, 45 sanık mahkûm olmuş, 50 sanık beraat etmiş. 2007'de açılan dava sayısı 57. Karara bağlanan dava sayısı 50. 29 sanık mahkûm olmuş, 22 beraat var. 2008'e gelince, 67 yeni dava açılmış, 55 dava sonuçlanmış, 34 mahkûmiyet, 17 beraat var.”Atatürkün heykelinin kaldırılması mümkün değildir. Sonra, Mustafa Kemal Atatürk referandum konusu da yapılamaz.İHANET OLURSA,ANCAK  BU KADAR OLUR?!1924 SENESİNDE,RİZE ÇAY ÜRETİMİNE MUSTAFA KEMAL SAYESİNDE KAVUŞMUŞTUR.

 

 

22 Eylül 2015 Salı

2089/ATATÜRKÜN HEYKELİNİN ÖNÜNÜ KAPATMAK!



                TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. Çeşmealtı,22 Eylül 2015.

              ATATÜRK HEYKELİNİN ÖNÜNÜ KAPATMAK?!

           Her sabah erkenden, gazetelerimi almak için, markete giderim.Elinde eski tarihli bir SÖZCÜ GAZETESİ’Nİ tutan yaşlı bir asker emeklisi,resimli bir haberi bana göstererek:”Komutanım,sonunda Atatürk heykelinin de önünü kapatmışlar,nereye varacak bu işin sonu?!” Dedi.İyi ki sordunuz,Atatürk’ün önünü kapatan hainler haklı,kapatmasalardı Atatürk’ün önünü,TÜRK ULUSU SİKERDİ ANACIKLARININ TÜMÜNÜ?!Dedim ve uzaklaştım.Uzun süre,Ol emekli askerimizin kahkahası geldi kulaklarıma.Sonra da,Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in 26 Ağustos sabahı,Döğer’deki Yunan ihtiyat kolordusunun kıpırdanmadığını öğrendiğinde sarf ettiği bir cümle geldi aklıma:

              “HACI ANESTİ,HACI ANESTİ,ŞİMDİ  SİKTİM ANANI?!”

 

20 Eylül 2015 Pazar

2086/TANRI DAĞI ZİYAFETİ!?



   TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ

Osmanturkoguz@gmail.com

TV. Çeşmealtı,17 Eylül 2015.

KAÇ—AK SARAYDA yapılan toplantılar ve devlet kesesinden verilen ziyafetler, bana 1959 senesinde, Devlet Tiyatrosunda seyrettiğim, TANRI DAĞI ZİYAFETİ adlı bir oyunu hatırlattı. Orada bir oyuna getirilen bakanlar, can derdine düşerek köpekliklerini sergilemişlerdi. Burada, verilen Beleş yemeklerle özgür iradeler yalakalaştırılmaya yöneliktir. İşin ilginç yanı da, Sayın RTE’NİN eski YALAKALARI, ZİYAFET SOFRASININ DIŞINDA ÖTMEYE BAŞLAMIŞLARDIR. Neden köpekliklerinden söz ettiğimi açıklamalıyım:19’uncu asırda İngiltere’nin Staffordshire bölgesinde, çeşitli köpek ırkları çiftleştirilerek yapay olarak PİTBULL adı verilen saldırgan bir köpek cinsi üretilmiştir. BU KÖPEKLERDE İnsanlara saldırarak parçalamak içgüdüsel bir haldedir. Belirli bir yaştan sonra da sahibini de parçalamaktadır. Ülkemizde bu cins köpeklerin üretimi ve ticareti bir yasa ile yasaklanmıştır. Buna karşın, sahibinin emri üzerine insanlara saldıran demokrasi köpekleri, sonunda da sahibine bile saldırmaktadır. Meselenin encamı böyledir.

ZAFERİN BABASI ÇOKTUR YENİLGİ, KİMSESİZ BOYNU BÜKÜK BİR YETİMDİR!

                                                        Napolyon Bonapart.(1769-1821).

Bülent Arınç: AK Parti'nin Kuruluşunda 'Biz'dik, Şimdi 'Ben' Olduk?!Başbakan eski Yardımcısı Bülent Arınç'tan AK Parti'nin şu anki durumuyla ilgili bomba bir eleştiri geldi. Arınç, "AK Parti'nin kuruluşunda 'biz'dik, şimdi 'ben' olduk?!" Dedi. 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün twitter hesabından flaş tweetler atıldı. "Hatamızı kabûl edelim ve yüce Yaradan'dan affedilmeyi dileyelim. Biz, maneviyatı siyasete âlet etmekle, düzeltilmesi zor bir hata yaptık" şeklinde tweetler atılan hesabın hacklendiği anlaşıldı.” Abdullah Gül.Huber Köşkünde beleşten  konuk?!Medya’ya yalan saldırılar yanlış!?””GEZİ OLAYLARI DARBE GİRİŞİMİ DEĞİL?!

Günah çıkartma Sayın Gül?!1993 senesinde bir İngiliz gazetecisine,Refah partisi milletvekili olarak verdiğiniz söylemi unutmadık:”Dağlara ve taşlara ne mutlu Türk’üm diyene basitliğini yazdılar?!Türk düşmanı papanın heykelinin önünde attığınız imzayı da unutmadık.Gezi olaylarında neden tavır alamadınız?Siz,tarihimize,TÜRKLÜK DÜŞMANI ve  Recep Tayyip Erdoğan’ın noteri olarak geçtiniz.

Eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Boğaziçi Üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı C20 (Civil20-Sivil Toplum 20) Zirvesi'nin ikinci gününde konuştu. Babacan, 13 yılı devlet tarafında geçirdikten sonra 13 gündür daha liberal bir pozisyonda görüşlerini ifade edebileceğini söyledi.

"KALİTESİZ BÜYÜME GÖRDÜK"

"Küresel büyümenin krizden sonra yavaş, yavaş başladığını görmüştük, ama büyümenin kalitesine dair sorunlar vardı. Büyüme kapsayıcı değildi. Büyüme, yapısal reformlardan değil, parasal genişlemeden geliyordu. Özellikle parasal tarafta yeteri kadar yatırıma dikkat gösterilmiyordu. Bu yüzden kapsayıcılık, inovasyon ve uygulamayı söyledik.

"BÜYÜME PARAYLA DEĞİL İSTİHDAMLA OLUR"

Uygulama, yapısal olan taraf... Pek çok ülkenin buna ihtiyacı var. Yatırım dediğimizde ise şirketler için altyapı ve yatırım ortamının geliştirilmesi söz konusu. Çünkü istihdamı oluşturacak olan günün sonunda özel sektörün yatırımlarıdır. Genel kanaatin aksine kamu yatırımları o kadar büyük istihdam oluşturmuyor."

KADINLAR DAHA ÇOK ÇALIŞMAYA BAŞLADI

Babacan, Türkiye'de 4-5 yıl öncesinde iş gücüne katılım erkeklerde yüzde 70, kadınlarda yüzde 30 iken, son 3 yılda iş gücüne ilk kez katılanların yüzde 54'ünün ve yeni işe girenlerin yarıdan fazlasının kadın olduğunu kaydetti.”Yazılı basından.

“İngiliz Memet te kıvırtmaya başlamıştır?!

İngiltere’deki çok yüksek maaşından ve dahi İngilizler aleyhine eylem yapmama yemininden vaz geçerek ülkemize gelerek Maliye Bakanı olan İngiliz Memet lakaplı Kürt kökenli Türk vatandaşı Mehmet Şimşek Bey,İngiliz eşini boşayarak evlendiği Türk eşinden ikiz çocuk sahibi olmuştur.Babalar gibi Devlet mallarını satan  gibi dışlandığını görünce o da ötmeye başlamıştır.Demek ki saldırma sırası sahiplerine de gelmektedir:Le Voile:”EKONOMİDE AVRUPA’NIN 125 YIL GERİSİNE DÜŞTÜK.AKP’NİN MALİYE BAKANI’NDAN 125 YIL İTİRAFI.10 YILDA 90 YILGERİ GİTTİK?!
MEHMET METİNER’DEN HEZEYANLAR:

NASIL Kİ BÜLENT ARINÇ İÇİMİZDE GİZLENEN PARELELCİ İSE,BEŞİR ATALAY DA PARTİMİZİ BÖLMEK İSTEYENLERİN SÖZCÜSÜDÜR.İKİSİ DE İSTİFA ETMELDİRİ.KEFENİMİZİ GİYDİK,SON PEYGAMBERİMİZİ GEREKİRSE KILIÇLA SAVUNACAĞIZ.HODRİ MEYDAN DİYORUZ FETHULLAH GÜLEN VE ONUN KUYRUĞU OLAN VEKİLLERİMİZE?!

Bak oğlum Dangalak Mehmet;kılıç çeken kılıçla ölür.Hiç bir insan muharebeye kefen giyerek gitmemiştir.Vatan için canlarını veren şehitler de kefensiz gömülürler.AAİKTİDARDA OLAN SİZSİNİZ.BIRAKALIM ŞU PARALEL DEVLET MASALINI.”NE İSTEDİNİZ DE VERMEDİK?!Ne dediniz de yapmadık?!”Sözü,Allah mertebesine çıkardığınız Bay Recebinize ait.Şimdi kalkıp ta masal anlatmayalım.Sizler,ne Allah’a ne de dine inananlardansınız.Sizin için önemli olan iktidarda kalabilmektir.Bunun için de tüm kutsal değerlerimiz sizin için

masaldır.Sonunuz,dini ve allahı kullananlar gibi tarihin lâğım çukuruna düşmektir.

AKP’DEN İHANET İTİRAFLARI:”PARTİ YÖNETİMİNE SEÇİLEN Ensarioğlu,açılım sürecinde pkk’ya nasıl hoşgörülü davranıldığını itiraf etti:PKK’LILARçözüm sürecinde adeta parelel devlet kurdu.Vergi  topladı,kimlik sordu,bağladı. hkemeler kurdu.Herkezi haraca bağladı.Devlet toleranslı davrandı?

Dikkatlerinize  sunacağımfarklı iki  özellik var:

    Diktatörün Şımarık kızı,Babasının Hasım sayarak hapsettiği General Erhan’ın oğluna âşıktır.Babası da Amerikan hayranıdır ve umudunu Amerikaya bağlamıştır.KAÇ—AK sarayda yaşayan BAŞKANLIK SEVDALISI DA   umudunu Amerikaya bağlamış ola,Türk ve Türklük düşmanı  bir Amerikan hayranıdır.Kızı da aynen babası gibidir.Ağzıyla fetvalar düenlemekte,Amerika’da yaşamaktadır.


Tanrı Dağı Ziyafeti - Reşat Nuri Güntekin .
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
26 Kasım 1889 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Doktor Nuri Bey’dir. Önce Çanakkale okuyan Güntekin daha sonra İzmir’de Frerler mektebine devam etti.
Reşat Nuri,1912 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu.
1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947’de başmüfettişlik ve 1954’de Paris kültür ataşeliği yaptı.
Reşat Nuri Güntekin, hikâye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı.
Bazı Romanları: Harabelerin Çiçeği, Gizli El, Çalıkuşu/Başkomutan Mareşal gazi Mustafa Kemal, BÜYÜK TAARRUZ GECESİ, BU KİTABI OKUMUŞTUR! Ostüzü. Dudaktan Kalbe, Damga, Akşam Güneşi.
Bazı Hikâyeleri: Gençlik ve Güzellik, Recm, Roçild, Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar
Bazı Oyunları: Gönül Veya İnhidam, Babür Şah’ın Seccadesi, Hançer, Asker Dönüşü.”
KİTABIN KONUSU:
Kitapta, Ortaasya’da Karkum cumhuriyetinde bir diktatörün etrafındaki insanların tanımak için yaptığı bir oyun anlatılmaktadır.

Tanrı Dağı Ziyafeti,1959 yılı kış mevsiminde, Ankara’da Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye konulmuş, çeşitli yorumlara da neden olmuştu. Eli kanlı bir despot diktatörün yalaka uşakları onu göklere çıkartma Yarışına girmişlerdi. Devrimi tek başına Kantamel’in yaptığını, tüm hainleri yok ederek, memleketi güllük, gülistanlık haline getirdiğini anlatma yarışına girmişler, kendilerini de diktatör Kantemel’in yarattığını vurgulamışlardı. Hapiste bulunan muhalif General Erhan’ın hapisten çıkarak, şehri ele geçirdiği telgrafı okununca da İç İşleri Bakanı ile Milli Savunma Bakanı General Erhan’ı bertaraf etmek için hizmet kavgasına girişmişlerdi. General Erhan’ın çok hızlı bir şekilde başkente yaklaştığı haberi üzerine, başkomutan General Mola, askerlerini toplayarak firar etmiştir. Bu sefer, başbakan ve bakanlar, doğrudan Başkan Kantemel’e saldırmaya başlamışlar:”Koskoca devleti kaprisin yüzünden sen yıktın?!Namuslu ve şerefli İmparatorumuzu da sen öldürdün!?”Demeye başlamışlardır.Son telsiz mesajı da okunmuş,General Erhan’ın saraya girmek üzere olduğu anlaşılmıştır.Başkan Kantamel,”haydi, Asi General Erhan’a karşı koyalım!”Dediğin de kimse peşinden gelmemiştir.Başkan odadan dışarı fırlamış,birkaç el silah sesi duyulmuş ve General Erhan odaya girmiştir.Tüm bakanlar ve görevliler,”bizleri affet General Erhan,sen çok büyüksün!?Diyerek ayaklarına kapanmışlardır.Başbakan rolündeki Rahmetli  Ragıp Haykır/General Erhan’ın ayaklarına kapanarak,Başkan Kantamel için yazdığı şiiri,General Erkan’a yazılmış gibi okumaya başlamıştır:”SEN GÖKLERİN HAKİMİSİN ERHANNN?!

Oynanan oyundan  habersiz General Erhan’ın şaşkınlığını, elini dostça sıkan Kantamel gidermiştir.”Ayaklanma falan yoktur.Dostum General Erhan da ziyafetimize daveti kabul ederek bizi onurlandırmıştır!”Deyince;başbakan,”Bizim ne namusuz ve şerefsiz yalaka olduğumuzu öğrendiniz.İstifa ediyoruz?!Deyince şu tarihi yanıtı almışlardır:“Sizin namussuz ve şerefsiz olduğunuzu Yirmi senedir bilmekteyim.İstifa etmenize gerek yoktur?! 

Başbakan ve başka görevliler,Peygamber ve Allah sıfatını?! kullanmamışlardır?!Ben,bu piyesi seyretmiştim.Ostüzü.  

KİTAPÖZETİ: Kitabın özeti, Birinci, İkinci ve Üçüncü telgraflardan sonraki, bakanların sergiledikleri aşağılık durumları anlatmaktan uzaktır. Ben, kitabı bulduğun da bu sahneleri ileteceğime söz vermekteyim.
“Ülkenin diktatörü Kantamel Tanrı dağında bir evde av partisi düzenler. Bu partide diktatörün kızı, karısı, parti başkanı, başvekil, dâhiliye nazırı, doktoru gibi kendi yakınları bulunmaktadır.
Eğlencede diktatörün otuz yıl önce öldürtmek istediği general arkadaşının oğlu da telsizci bir asker olarak bulunmaktadır. Diktatör kızını eğlencede bulunan Amerikan elçisiyle evlendirmeyi düşünmektedir. Fakat kızı elçiyi sevmemektedir. Kızı Ayel çocukluk arkadaşı olan telsizciyi sevmektedir.
Diktatör Kantamel avdan döndüğünde birkaç saat arayla gelmiş üç tane telgraf getirirler. Bu telgraflar seçimle ilgildir. İlk telgrafta yazana göre açılan sandıklara göre parti ikinci sıradadır ve başkentin bazı kısımlarında ayaklanmalar olmuştur, fakat polis asayişi sağlamaktadır. Diktatör telgrafı okuduğu zaman herkez dehşete düşmüştür. Dâhiliye nazırı, vali, başvekil merkez dönmek isterler. Fakat diktatör onlara engel olur. Herkez ikinci telgrafı da okumasını ister. Diktatör ikinci telgrafı da okur. Telgrafa göre ülkenin on ilinde parti ikinci sırada, sadece dört ilde birinci sıradadır. Diktatör telgrafı okuduğu andan itibaren salondakilerin keyfi iyice kaçmıştır. Kimsenin yemek yiyecek hali yoktur. Bazıları diktatöre ufak saygısızlıklar bile yapmıştır. Diktatör nihayet üçüncü telgrafı da okuduğu zaman partisinin kaybetmiş olduğunu ve yeni yönetimdekilerin ihtilal yaptıklarını ve kendilerini öldürmek için yola çıkmış olduklarını öğrenirler. Artık birçoğunun diktatöre saygısı kalmamıştır.
Komutan Mola bir bölük asker ve elçiyle birlikte kaçar. Bu arada harekâtın başında diktatörün yıllar önce affettiği General Erhan’ın olduğunun haberi gelir. Diktatörün yakınları sürekli diktatörü suçlamaktadırlar.PİSBULLAR?!
Herkesin birbiriyle tartıştığı bir anda General Erhan’ın askerlerle birlikte eve iyice yaklaştığı haberi gelir. Diktatör gidip vuruşacağını söyler. Kimse arkasından gelmez. Diktatör dışarı çıktığında birkaç el silah sesi duyulur ve ardından kapı açılır. İçeri önce General Erhan girer. İçeridekiler canlarının bağışlanması ümidiyle; yaşasın General Erhan, yaşasın kurtarıcımız gibi sloganlar atarlar.
General Erhan’ın ardından içeri diktatör girer. Herkez çok şaşırır. Çünkü onun az önce öldüğünü sanırlar.
Diktatör, komutan Mola ve telsizci asker dışında diğerlerinin bilmedikleri bir nokta vardır. Aslında kendi partileri birinci gelmiştir. Öteki parti hiçbir ilde birinci gelmemiştir. General Erhan’sa sadece eski dostunun daveti üzerine gelmiştir. Bütün bu olanları diktatör kendi planlamıştır. İçerdekiler gerçeği öğrendikleri zaman çok utanırlar. Artık diktatör’ün yüzüne bakacak halleri kalmaz. Fakat diktatör onları affeder. Çünkü hayatı boyu bu tür yalakalara alışmıştır. Düzenlediği oyun sayesinde onları daha da yakından tanımış olur.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Etrafımızdaki insanları seçerken çok dikkatli olmalıyız. Onların gerçek dost olup olmadıklarına iyice kanaat getirdikten sonra onlarla dostluk kurmalıyız.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:
Diktatör: Ülkenin başkanıdır. Siyasetten yorgun düşmüş, iyi yürekli birinsandır.
Ayel: Diktatörün kızıdır. Son derece şımarık biridir.
Komutan Mola: Ülkenin başkomutanıdır. Diktatör’e çok sadıktır.
Parti Reisi: Partinin başkanıdır. Çıkarcı bir insandır.
Telsizci: Genç bir askerdir. Dürüst ve sağlam bir kişiliğe sahiptir.
General Erhan: Diktatör’ün eski arkadaşıdır. Diktatör’ü sevip saygı duymaktadır.”

Fareler gemiyi terke başladılar!DİKKAT/VEBA/ TAUN TEHLİKESİ VARR?!

 

2088-SUBAŞI BEKİR OLAYI-1623.



 

         TC.MAN TÜRKOĞUZ
OS    TV. Çeşmealtı,19 Eylül 2015.

ESKİDEN HAİNLER VE DÖNEKLER ÖLDÜÜRÜLÜRDÜ?!ŞİMDİLERDE MAKAMLAR VE PAYELERLE DONATILARAK BAŞTACI EDİLMEKTEDİR?!

HAİN BEKİR SUBAŞI OLAYI:1623 BAĞDAT.1623.

Bu yazımı; Döneklerden İhsan Özkes, Tuğrul Türkeş, Fırıldak KUBİLAY ve kişisel çıkarlarını NAMUS  VE ŞEREFİNDEN  üstün tutanlara  adadım?!Bunlara,Hainlerin Piri Bekir Subaşı  ya da ARTİN KEMAL madalyası verilmesini de önermekteyim:Tüm Hainlerimize de duyurulur?!

Çinli general sun-T-ZU’DAN sonra en önemli Strateji eserini yazmış olan Prusyalı Tümgeneral Carl Von Clausewitz/1 07 1790-16 11 1831/,Savaş ve Barışı çok mükemmel tanımlamıştı:”SAVAŞ,POLİTAKANIN BAŞKA ARAÇLARLA YAPILMASIDIR!?”Demişti,Ünlü CANNES/KAN//SAVAŞ ÜZERİNE/adlı eserinde.Bu iki sosyal olayda en kötü Kahraman, HAİNLERDİR.Hainler hep öldürülmüşlerdir.

ORHON Anıtlarında,ordunun içindeki hainin öldürüldüğü de anlatılmaktadır?!

1805 senesinde,tüm askerler ve Müslüman ahali bayram namazındayken,bir Osmanlı binbaşısı 10.000 altın rüşvet alarak Belgrat’ın kapılarını Sırplara açmıştı?!Sonunda da o Hain binbaşı ile camilerdekilerin tümü de öldürülmüştü:Peki,bu Hain Arap asılı Bekir Subaşı da nasıl cezalandırılmıştır?!
 

Marcus Tullius Çicero’ya göre Hain kimdir

 
          “Romalı avukat, yönetici, yazar ve düşünür Marcus Tullius CİCERO.Her sözü her devirde geçerli bir  anlam ifade etmektedir:Örnek versek,yerimiz izin vermez:”Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet!?”,Yarınlar,yorgun ve bezgin kimselere değil,rahatını terkeden gayretli insanlara aittir!?”,”Kendi doğumundan öncesini bilmeyen daima bebek kalır?!”

          “'Herkes hata yapabilir, fakat ahmaklar hatalarına bağlı kalırlar' ve 'İnsan, mutluluğun en büyüğüne, ancak öteki insanlara iyilik yapmakla kavuşabilir' gibi özlü sözlerin de sahibi olan Marcus Tullius Cicero, kendi yaşadığı yıllarda olduğu gibi özellikle son yüz yıldan bu yana ve günümüzdeki bazı eylemlere de uyarlayabileceğimiz 'hain tanımı' ile de unutulmaz düşünürlerden biridir.”

          “Ona göre, pek çok içeriği bulunan hainin siyasi hayattaki varlığı yönünden tanımı şudur:

Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silah ve âlemlerini (işaretlerini-bayraklarını) açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez; kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların tartışmalarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür, politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak ulusun yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkutucudur?!”

    Şimdi  de Hainlerimizin Pirlerinden Bekir Subaşı olayını   Okuyalım:
“1- Bağdad Meselesi: ALINTIDIR:
Şah Abbas, ceddi Şah İsmail (1501-1524) ve Şah Tahmasb’ın (1524-1576) davalarını çok iyi temsil ediyordu. Şiî akidesini benimsemiş, hâkimiyetini Azerbaycan, Gürcistan’dan sonra güneye Bağdad, Musul, Basra gibi büyük vilayetlere doğru genişletmek arzusundaydı. Uzun süren saltanatı, O’na tecrübeyle birlikte, siyasi fırsatçılığı da kazandırmıştı.
Osmanlı Devletinde Genç Osman faciasının (1622) bir neticesi olarak, İstanbul’da sık, sık askerî ayaklanmalar cereyan ederken, devletin uzak vilayetlerinde de bir takım karışıklıklar olmaktaydı. Erzurum’da Genç Osman’ın kanını dava eden Abaza Mehmed Paşanın isyan hareketi devam ederken, Bağdad’da mülkî ve askerî zümreler arasında doğan itilâf büyümüştür. Nâimanın tahtgâhı-hulefây-ı kirâm ve burc-ı evliyâ-i izâm olarak tavsîf ettiği Bağdad’da o sırada Yusuf Paşa adında bir vezir valilik yapıyordu. Sayıları on iki bin olan yerli kullar ile kale azaplarından oluşan askere de Bekir Subaşı kumandanlık etmekteydi.
Bağdad Beylerbeyisi Yusuf Paşa, Bekir Subaşı yanında, iç kaleye çekilmiş, her işten elini çekmiş, yönetimi adeta Bekir Subaşıya bırakmış, kendisi O’nun yanında bir gölge gibi kalmıştır. Bekir Subaşı askerî işleri eline almış, kendi adamlarını çorbacı ve gedikçi yapmıştır. Bekir Subaşının nüfuzu, Yusuf Paşa ile arasının açılmasına sebep olmuştur. 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın fethinden itibaren 1623 yılına kadar seksen dokuz yıldır Osmanlı hâkimiyetinde olan Bağdad, Iran ve Basra üzerinde kontrolü sağlayan Irak bölgesinin en önemli merkezi idi. Ayrıca yüzyıllarca Abbasî halifeliğine başkentlik yapmış büyük bir şehirdi. Böyle bir merkezin Osmanlılar’da bulunması büyük bir kıymet ifade ederken, 1600 yıllarının başından itibaren bir taraftan Safevîlerin Osmanlı şehirlerini işgal etmeleri, bir taraftan Celâli isyanları ile devlet otoritesinin zaafa uğramış olması, Bağdad’da bulunan Osmanlı valisinin ve subaşısının arasının açılmasına olumsuz yönde etki yapmıştır, diyebiliriz.
Bir gün Bekir Subaşı (askerî komutan) asi bir aşiret üzerine Bağdad’dan çıkınca, Yusuf Paşa bunu fırsat bilerek Mehmed Kanber Ağa adlı azaplar yüzbaşısını elde ederek, Bekir Subaşının ailesini imha ettirip, Bekir Subaşıya karşı şehre sokmamak için tertibat alır. Bekir Subaşı bu durumu oğlu Derviş Mehmed Ağadan haber alır. Bekir Subaşı emrindeki asker ile Mehmed Kanber Ağayı mağlup ederek iç kaleye çekilmek zorunda bırakır. Askerin çoğu Bekir Subaşının emrinde ve yanında olduğu için Yusuf Paşa ve Mehmed Kanber Yüzbaşı iç kalede savunmada kalırlar. Yusuf Paşa iç kalede mazgaldan hareketi idare ederken aldığı kaza kurşunuyla ölür. Bekir Subaşı, Kanber Ağayı iki oğlu ile yakalatıp, Dicle üstünde bir kayığa bindirtip üzerlerine neft döktürüp bunları yaktırarak idam eder. Bağdad’daki bütün muhalifleri kılıçtan geçiren Bekir Subaşı, uydurma bir fermanla Bağdad valiliğinin kendisine verildiğini ilan etmiştir.
Bekir Subaşı, İstanbul’a gönderdiği ariza ile Bağdad Beylerbeyiliği’nin kendisine verilmesini istemiştir(1623). Fakat O’nun bu isteği kabul edilmeyerek, Bağdad Beylerbeyiliği’ne Diyarbakır eski valisi Süleyman Paşa tayin edilir. Süleyman Paşanın vilayet idaresini teslim almak için gönderdiği “mütesellim ve paşa” şehre sokulmaz. Bunun üzerine Diyarbakır Valisi Hafız Ahmed Paşa Bağdadı Bekir Subaşıdan almak üzere Serasker olarak görevlendirilir. Hafız Ahmed Paşa önemli bir kuvvetle gelerek bağdadı kuşatmıştır. Durumun tehlikeye girdiğini, valiliğin de suya düştüğünü gören Bekir Subaşı, Şah Abbasa haber gönderip, Safevîlere tabi olmak istediğini ve şehri teslim edeceğini bildirmiştir. Bu haberi büyük bir memnuniyet içerisinde karşılayan Şah Abbas, iştahı kabararak otuz bin kişilik bir kuvvetle yola çıkmıştır. Bu vesile ile Irak kıtasını ülkesine katmak, Şiîliğin Makâmât-ı mubarekesi olan Necefle Kerbelâyı Sünnîlerden kurtaracağı için Bekir Subaşının teklifini kabul edip, kendisine on iki dilimli bir Şiî tacıyla, bir valilik menşûru vermek üzere Hemedan valisi Safi Kulu Hanı üç yüz kişilik bir heyetle Bağdadın anahtarlarının teslim alınması için önden göndermiştir.
Safi Kulu Hanın Bağdada geldiğini gören Osmanlı Seraskeri Hafız Ahmed Paşa, Bekir Subaşıya Rakkanın beylerbeyiliğini teklif etmişse de kabul ettirememiştir. Bekir Subaşı, Iran elçilerini kabul edip, Bağdadın Safevîlere katılmış olduğunu ilan edince, Hafız Ahmed Paşa, Bağdad Beylerbeyiliği menşûrunu Bekir Subaşıya göndermiştir. Bu durum karşısında “Bekir Paşa” olarak Bağdad Beylerbeyisi olan subaşı, Safevî elçilerine teşekkür ederek Padişahım günahımı afv ile Bağdad eyaletini bize verdi. Varın gidin Şahınıza bildirin, öyle ki Bağdad üzerine asker göndere, vermek ihtimalim yokdur, sonra nadim olur deyip, Şahın gönderdiği tacı önlerinde tekmelemiştir. Hatta karşı çıkan İranlıları öldürüp kale bendine cesetlerini astırmıştır (1623).
Bundan sonra Karçakay Hanla diğer bir kısım Safevî ümerası Iran öncü kuvvetleri olarak gelip, Bağdadı kuşatma altına almışlardır. Bekir Paşa itimatsızlığı sebebiyle, beylerbeyi olduktan sonra Hafız Ahmed Paşanın Diyarbakır’a çekilmesini istemişti. Şah Abbas otuz bin kişilik büyük bir kuvvetle üç ay bağdadı kuşatmış, Bekir Paşa, binbir güçlük ve kıtlık içerisinde Bağdadı savunmuştur. Bekir Paşanın emrindeki asker ve subaylar Bağdad’dan firar etmeye başlamışlar. Kaçan subayları elde eden Şah Abbas, bunlarla Bekir Paşanın oğlu ve iç kale kumandanı Derviş Mehmed’e haber gönderip, kapıyı Safevi kuvvetlerine açarsa Bağdad valiliğinin kendisine verileceğini bildirmişti. Babasına ihanet etmekte tereddüt göstermeyen Derviş Mehmed bir gece Şahın askerlerini şehre aldı. Başta Bekir Paşa olmak üzere Sünnî halktan birçoğu büyük işkencelerle öldürülmüştür. Şah Abbas, Derviş Mehmedi Babasına bu denli ihanet eden adamın bana ne hayrı olacak diyerek önce Horasana sürmüş sonra da öldürtmüştür. Böylece ihanetinin cezasını hayatıyla ödemiştir. Şah Abbas, Bağdad valiliğine Safi Kulu Hanı tayin etmiş, Karçakay Hanı da Musul ve Kerkük havalisini işgale göndermiştir. Musul ve Kerkük kısa zamanda Iran kuvvetlerinin eline geçmişse de, Küçük Ahmed isminde bir sipahi Musul ve Kerkükü geri ele geçirerek Osmanlı hâkimiyetine dâhil etmiştir.
Diyarbakır, Safevi kuvvetlerinin gelme ihtimaline karşı tahkim edildi. Ancak Safevî istilâsı Mardin civarına kadar gelebildi. Basra dâhil bütün Irak, Safevi nüfuzu altına girmiş oldu. Osmanlı Devleti Anadoluda devam etmekte olan Abaza Mehmed Paşa isyanından dolayı buraya zamanında gereken müdahaleyi yapamamış ve zararlı çıkmıştı.
Şah Abbasın Bekir Paşayı bir kayığa koyup, üzerine neft döktürüp, Dicle nehri üzerinde yaktırmasından başka Bağdad kadısı, büyük cami hatibe ve şeyhi, Bağdadın Sünnî olan halkı işkence ile öldürülmüşler. İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Pir Abdulkâdir Geylâni türbeleri hem soyulmuş ve hem de yıktırılmış, Bağdad şehri ve halkı baştanbaşa soyguna ve zulme uğramıştır….”ŞİMDİLERDE,DÖNEKLERE VE HAİNLERE MAKAMLAR VE PAYELER VERİLEREK,BAŞTACI EDİLMEKTEDİR!?


 

18 Eylül 2015 Cuma

2087/KEDİLER ÜZERİNE!



                 TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. Çeşmealtı,13 Eylül 2015.

KEDİLER ÜZERİNE BİR İNCELEME?!

SEMAVİ DİNLERDE;DİN ADAMLARI KADINLARI AŞAĞILAMAK İÇİN HER NAMUSSUZLUĞU DİNE VE ALLAHA YÜKLEMESİNİBİLMİŞLERDİR.SANKİ ONLARI BABALARI DOĞUTMUŞÇASINA.BENCE BU DAVRANIŞ İPNELİKLERİNİ GİZLEMEYE YÖNELİKTİR.?!ŞEYTANIN KIZI GİLDA!RİTA HAYWOORT--ALDO RAY,1946,FİLM

          Mayıs ayında, kiralık evimizin bitişiğindeki, ceviz dallarının örttüğü çatıda bir kedi üç yavru doğurdu. Hemen süt alarak yavruları beslediğim gibi, ana kediye de kıyma verdim. Önlerine içi su dolu bir tas ta koydum. Yavrular büyüdüler, onları mama ile beslemeye başladım. Diğer kediler de mamaların başında toplandılar. Haftada iki kilo kedi maması yemeğe başladılar. Her sabah, kedilerimin mamalarını ve taze sularını verdiğim gibi ağaçları ve çiçekleri de sulayarak güne başlamaktayım. Komşularımız, kedilerin bahçe duvarında uyumalarından tedirgin oldular. Kedilerin ve yılanların olmadığı bir dünyada fareler hükümdarlık kurarlar. Aslanların olmadığı yerlerde çakallar da Aslan kesilmektedir. Namusluların sustuğu ve pustuğu yerlerde de hırsızlık egemenliğini sürdürür. Kahramanların olmadığı yerlerde de hainler kahraman olurlar. Doğada büyük bir denge vardır. O dengeyi de, felaketlerini düşünmeden insanlar bozmaktadırlar. Sayın Feriha Çelik Han’ım, bir akşam yemeğinde, sırtına patisi ile dokunarak,yemek isteyen bir Tekir kediden söz edince,ben de Gelin Gözlü Kedi adlı yazımı yayımlamıştım.Sayın Sili Özerdim Han’ım da bir Orfozu anlatmıştı.Bodrum’da su altı araştırmaları için dalış yapan ekipten Amerikalı bir Bayan,bir Orfoza yiyecek vermekteymiş.Yiyecek vermediğinde de Ol Orfoz Ol Bayanın saçlarını ısırarak çekermiş?! Kediler üzerine bir yazı yazmak isteyince önce fareden söz etmenin uygun olacağını düşündüm:

Fare türleri: Aslında 500’den fazla fare türü vardır. Bir çift fare üç senede 20Milyon fareye ulaşır. Mücadele edilmezse hububatın ¾’ünü yerler. Tavşan büyüklüğünde, kedilerin de korktuğu fare türleri de vardır.


·         Ak ayaklı farecik,

  • Avurdu keseli fare,
  • Bandikut faresi,
  • Çekirge faresi,
  • Çeltik faresi,
  • Dikenli fare,
  • Fırça kuyruklu fare,
  • Hamster,( Kuş gibi kafeslerde beslenir cambaz fare türüdür).
  • Hasat faresi,
  • Huş faresi,
  • Kanguru faresi,
  • Orman faresi,
  • Pamuk faresi,
  • Sıçrayan fare,
  • Yeleli fare,
  • Kum Faresi. Fareler en hızlı üreyen ve çoğalan kemirgen hayvanlardandır. Bir fare senede Dört—Altı defa doğurur. Yavru fareler bir ay sonra çiftleşmeye hazır hale gelirler. Hesaplanmıştır; bir fare, bir sene içinde 9223 fareye ulaşmaktadır. Fareler, hububatın en azılı düşmanlarından birisidir. Tarlada, ambarda, kilerde ne bulursa yerler. Kemirgendir, çok zeki bir yaratıktır. Veba mikrobunu taşırlar. Gemi halatlarından limanlara inerler. Avrupa’yı kırıp, geçiren Veba/TAUN/ salgının Failidirler. Bizim köy evimizin bahçesindeki en gelişmiş narları bizden önce yerlerdi. Suni fildişinin mucidi de faredir. Bir İngiliz bilgini kahvaltı yaparken, deney faresi oksijen şişesini beyaz peynirin üzerine devirerek suni fildişini yaratmıştır

 

 


                                                                                                                                                                                                                                    Kedi ailesinin tarihine baktığımız da,gerisinde 20 Milyon yıl olduğunu görürüz.Evcil kedilerin,en eski kayıtlara göre 5000 yıl önce ortaya çıktığını da görebiliriz.İnsanlar,20.000 yıl önce köpeği ehlileştirdi.İnsanoğlunun ehlileştiremediği tek yaratın YOBAZLARDIR!? Mısırlılar, Yunanlılar gibi tanrılar sistemine inanmışlardı.  Tanrıları arkalarına alan kıralların, kıral olmaktan öte başlıca ayrıcalıkları, önce yarı tanrı, sonra da tam tanrı olmalarındadır. Kedilerin tek özellikleri fare ve haşerat yakalamalarında değildir, Firavuna ait olmalarındadır. Kedileri incitmek ve öldürmek en ağır suçlardandı. Kedi öldürenler asılırlardı. Bir evde yangın çıksa önce kedi kurtarılırdı. Çünkü insanlar sadece insan oldukları Halde, kediler önce yarı tanrı, sonra da tanrı olarak kabul edilmişlerdi. NİL Vadisi insanları, kediyi neşe ve müziğin, kıvrak dansların, güzel şarkıların temsilcisi kedi kafalı Tanrıça Bastet(Bast) ile bütünleştirmişlerdi. Mısırlılar,  Her sene uzun mesafeler katederek kedilerin tapınağına hacı olmak için giderlerdi. Mısırda,evlerin içinde kediler miyavladıkça,evin içi tanrıça Bastet’in armağanı olan neşe ile dolarmış!?Bastet,başlarda doğurganlık ve cinsellik tanrıçasıymış.Daha sonra,ölüleri koruma,yağmur yağdırma,hastalara ve çocuklara şifa verme,müzik,dans ay,analık ve aşk tanrıçası haline getirilmiştir.  Yunanlı tüccarlar, kaçak olarak kedileri Avrupa’ya taşımışlardır.  Kilise toplumlara egemen olduğun da kediler şeytan tarafından kadınlara cin olarak verildiği kabul edilmiş,kadınların kedileri memelerini emzirerek kanları ile beslediği inancı yüzbinlerce kadının cadı olarak yakılmasına neden olmuştur ?! Kedilerin fareleri yok ettiği anlaşıldığından, Rönesans’tan sonra Avrupa’da kediler yeniden itibarlarına kavuşmuştur.

  “CADILIK MI KÖTÜ YOKSA İNSANLIK MI? : AVRUPA’DA CADI (KADIN) AVLARI?!

“Üst tarafları kadındır onların ama alt tarafları hayvandır; bellerinden yukarısı tanrılarındır ama aşağısı şeytanın malıdır. Cehennem, zulmet, kükürt kuyuları, alev, alev ateşler, kaynar sular, pis kokular hep, hep oradadır…”

Yukarıda okuduğunuz mısralar, Shakespeare’nin Kral Lear adlı oyunundan. Peki, böylesine kötü olarak betimlenen kimler mi? Cadılar. Şu bizim masal ve filmlerden aşina olduğumuz sevimli cadılar ya da çirkin, süpürgesiyle uçan cadılardan değil de bir dönem diri, diri yakılan ya da asılan kadınlar!”

       Kraliçe Viktorya döneminde, kediler, güzellik sembolü haline getirilmiştir. Kedilerin dokuz canlı olduğuna inanılır. Kediler yüksekten atılanınca dört ayak üzerine düşmektedirler. Müslüman Ulemasına! Göre, Nuh’un gemisinde pislikleri yemeleri için domuzun burnuna sopa ile vurmak suretiyle burundan bir çift fare düşürmüşler?! Mısırlılar, kedilerin de yeniden dünyaya geleceklerine, REKRAASYON’A inanırlardı.

    Japonya’da kediler Kraliyete aitti.14’üncü asırda ipek endüstrisi fareler tarafından tehdit edildiğin de kedilerin değeri de artmıştı. Japonlar, kedi katillerinin yedi kuşak boyunca lanetlendiklerine inanmaktadırlar.Evcil kediler M.Ö.210 yılında Çin’e gelmiştir.Çinliler,kedilerin belli bir yaşa geldiğin de başka bir canlıya dönüştüklerine inanmaktadır.Hintliler göre de insanlar öldükten sonra,dünyaya kedi olarak yeniden gelmektedir.Siyam’da, kendilerin başındaki ve kuyruğundaki renk değişimi kutsal sayılmaktadır..

   AŞAĞIDAKİ               YAZI, SAYIN TURGAY TUNA’NIN                                                Cumhuriyet Gazetesi pazar eki;14 02 1999.ALINMIŞTIR:

     “Tarihte kedileri en çok yüceltenler Mısırlılar olmuş. Firavunlar döneminde kediye tekme vuranlar ağır cezalara çarptırılmışlar. Kedi öldürenler ise idam edilmişler.
Tanrıça katına yükselen kediler bile var eski Mısır'da... Öykülere, efsanelere konu olmuş; tanrılık katına çıkartılmış bir varlık kedi. Hz. Muhammed bile hırkasının üzerinde kendinden geçmiş mışıl, mışıl uyuyan kediyi rahatsız etmemek için hırkasının bir ucunu kesmeyi yeğlemiş. EK: Anlatım doğru ama kişi yanlış: Ezan okunduğun da eteğinde uyuyan kediyi uyandırmamak için eteğini kesen Hanbeliye mezhebinin kurucusu İmam Ahmet b. Hanbeldir. Ostüzü. Kedi eski Mısırlar için kutsal bir hayvan. Nil vadisinin eski insanları kediyi neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet'le özdeşleştirmişler. Eski Mısır'daki hemen her evde kedi beslenmiş. İnanışa göre, bu güzel yaratık miyavladıkça evlerin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan neşeyle
dolarmış.
Kedileri tekmeleyip kovalayan kedi düşmanları eski Mısır'da dünyaya

gelmediklerine şükretmeliler. Zira eski Mısır'da kediye vuran, tekmeleyen, kötü davrananlar en ağır şekilde cezalandırılmışlar. Hele, hele kedi öldürenler! Onların cezası da idammış. Tarihi kaynaklara çok

ilginç anlatılar var. İsa'dan sonraki devirlerde Romalıların Mısır'a egemen oldukları sıralarda, İskenderiye sokaklarında
dolaşan iki Romalı askerin önlerine çıkan, uğursuz saydıkları kara bir kediyi öldürmeleri üzerine, bütün bir mahalle halkı, Romalı askerleri linç edip, cesetlerini paramparça etmişler. Mısır mitolojisine göre Bastet, tanrılar tanrısı Ra'nın kızıdır. Ne olmuş, nasıl olmuş
bilinmez; bu güzel kız bir gün babasına kazarak, Mısır'ın güneyindeki Nubia çölünde inzivaya çekilerek korkunç bir aslana dönüşmüş. Gel zaman, git zaman Ra kızını Assuan yakınlarındaki Philae adasının kıyılarında Nil sularına giderek yıkanmış ve hemen

affedip, Mısır'a geri çağırmış. Bunun üzerine aslan görüntülü Bastet, orada sevimli bir kediye dönüşerek, üzerine bindiği bir kayıkla Mısır'ın kuzeyindeki Bubastis'e kadar gelip, bu bölgede tanrısal yaşamını devam ettirmeye başlamış.
Gözleri yaşlı, kırgın ve kızgın kız; neşe dağıtan, uysal, sevimli yaratığın simgelendiği güzel bir tanrıça olup çıkıvermiş?!

Gene eski Mısır tarihinde kedinin kutsallığını en güzel şekilde yücelten
anekdotlardan biri de, İÖ 525 yılında, Mısır'ın kuzeyindeki Peluz bölgesine ait. Pers Kralı II. Kambis askerleriyle Mısır'ın kapılarına dayandığında, Peluz'da bekleyen Mısır ordularının çetin direnişi ile karşılaşmış. Ancak, kurnaz Pers kralı Kambis, Mısırlıların hassasiyetlerini göz önüne alarak, ne kadar kedi

varsa askerlerine toplattırıp bunları birer kalkan olarak kullanmış. Bu durum karşısında, Mısırlılar, tanrıça Bastet’in temsilcisi kedilere bir zarar gelmemesi için silahlarını bırakarak teslim olmuşlar. EK:1881 Senesinde, Hindistan’da İngilizlere karşı çıkan bir ayaklanmayı,İngilizler,”Fişeklerde kurşunun üstüne  inek yağı konulmuştur?!Sözü ile bastırmışlardı.Hiç bir Hintli ateşli silah kullanamamıştır?!Ondokuzuncu asırda,fişeklerde  kurşunun  üstüne domuz yağı konulurdu.Yağlı kurşun sözü de buradan kaynaklanmıştır?! Anadolu muz’da  bir beddua vardır:”Yağlı kurşunlara gelesice?!Ostüzü.Böylece, Mısır tarihinde Pers krallarının hüküm sürdüğü yirmi yedinci hanedanlık dönemi başlamıştır. İÖ. 2000 yıllarına tarihlenen en antik Mısır'ın ilk piramidi basamaklı piramidin bulunduğu sürdüğü yirmi yedinci hanedanlık dönemi başlamış bulunuyor.

Arkeozoologlar için eşsiz bir laboratuar. Geçen yüzyıldan beri burada yapılan kazılarda gün ışığına çıkartılan kedi mumyalarının büyük bir kısmı Kahire müzesinin depolarında korunduğu gibi; bir o kadarı da Paris'te Louvres,
İngiltere'de British Museum, Amerika’da Metropolitan Museum ve İtalya'daki Torino müzesi gibi müzelerini süslüyor. Beraber olabilmek için kutsallaştırmış oldukları sevgili kedilerini mumyalamışlar. Eski Mısırlılar, inanışa göre öteki âlemdeki yaşamda tekrar Çok güzel bir örnek de, Dünyanın beşinci büyük kenti Kahire'nin 32 km güney batısında yerdeki arkeoloji müzesinde bulunuyor. Mısır'da, geçen yüzyıldan beri Sakkarah'tan başka birçok kedi mezarlığı ortaya çıkartılmış Aralarında bronzdan, ahşaptan, granitten yapılmış olanları var. Eski Mısırlılar,  ülkelerinin dört bir yanından kilometrelerce yol katederek, kedi tanrıça Bastet'in
Bubastis'teki tapınağına gelip kendilerine farz olan hac ziyaretlerini yerine getirirmiş. Kedinin gizemli bakışları, gözlerindeki çekicilik, antik Mısır'da bu hayvana verilen kutsal değerin en önemli nedenlerinden. Evinizde kedi besliyorsanız onu kızdırmayın!. Kedi tanrıçayı kızdırıp gazabına gelebilirsiniz. Şaka bir yana, eski Mısır dilinde kedinin adı "Myeou" imiş. Herhalde, miyavlama kelimesi de oradan geliyor.”

     Kedilerin yön bulma yetenekleri güvercinlerden daha gelişmiştir. Senelerce önceydi. Etimesut’ta oturan bir aile, yazı geçirmek üzere, eşyalarını ve kedilerini alarak Marmaris’teki evlerine giderler. Kedi,önce marketlerden sonra da komşulardan başlamak üzere hırsızlığa başlar.Aile ne yapsalar,kedilerinin hırsızlıklarını önleyemezler.Yaz mevsimi sonunda,kedilerini Marmaris’te bırakarak Etimesut’a dönerler.Üç ay sonra;kedileri çok zayıflamış,kuyruğu ve tüyleri yanmış olarak Etimesut’taki eve gelir.Köpeklerde bu huy yoktur!Kim fazla kemik verirse o kapıya bağlanır.Asıl sahibini de hemen unutur?!
















 




 

 

 

İzleyiciler

Blog Arşivi