2 Mayıs 2016 Pazartesi

2097/TÜRKİYE NEREYE GÖTÜRÜLMEK İSTENMEKTEDİR?


           TC .                                                                                                                                                                          OSMAN TÜRKOĞUZ

osmanturkoguz@hotmail.com

TV.İzmir;27Şubat2010./09Şubat2013!                                          ÖNEMLİDİR:                                                                      BU YAZIYI OKUMADAN ÖNCE,YAZININ İLK YAZILIŞ TARİHİNE İYİCE BAKMALISINIZ?!

        BİR HUKUK PROFESÖRÜ,POLİSİN TÜM UYARILARINA RAĞMEN,TÜM PARALARINI BANKADAN ÇEKEREK DOLANDIRICILARINA TESLİM ETMİŞTİR?!AKEPEYE TESLİM OLMANIN FARKI VAR MIDIR*!

         İleti yazımla birlikte: HAYVANLARIN ADINI VEREN İNSAN; ONLARIN ADLARINI DEĞİŞTİRMİŞ OLSA, HİÇ BİR TEPKİ İLE KARŞILAŞMAZ. KOYUNLAŞTIRILAN BİR TOPLUMDA DA,BU İŞLEM TEPKİSİZ BAŞARILARAK O TOPLUM TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE UĞURLANIR!

        Denize bir taş atmaya görsün insan; o küçücük halkalar karşı kıyılara varır. Bendeniz; emekli edildikten sonra, bir yerel gazetede yayımlanan yazılarımı bazı dostlarıma göndermeye başlamıştım. Sonra elle yazdıklarımı da çoğaltarak 1986'dan beri bazı adreslere bedava dağıtıyordum. Sayın Ahmet Avcı'nın zorlaması ile Bilgisayara başladım,08 Nisan 2008'den beri tam 45.000 sahifelik,özgün yazılarımdan bir blok oluşturmuşum.Bu arada yazılarım dış ülkelerde de okuyucu bulmuştur.Sınıf ve devre arkadaşlarım mı!Onlar,orduevlerinde belirli günlerde toplanarak torunlarından ve torunlarının köpeklerinden söz etmektedirler.O cephede okuyanım yok.Emekli komutanlarımdan da 1975'ten beri okuyanım olanlar da tutuklamalar üzerine,bu Osman’ı da mutlaka tutuklarlar düşüncesiyle yazılarımı kendilerine iletmememi emrettiler.Ama, hiç ümit etmediğim ve tanımadığım bazı kimseler,yazılarımın çıktısı ile önüme dikilebilmektedirler.Bunlardan birisi ;Cuma namazından sonra,elinde "Türkiye Nereye Götürülmek İstenmektedir adlı yazımın çıktısı ile,kibarca yolumu kesti:"Sayın Osman Bey;sizinle bir konu üzerine konuşabilir miyim?"Dedi.Küçük parkımızın bir köşesine oturduk:"Siz,Albay rütbesinden emekli edilmişsiniz.General bile olamamışsınız.Sevr antlaşmasını yerin dibine batırıyorsunuz.Rahmetli Turgut Özal,"Sevr,Lozan'dan iyiydi!"Demişti.Koskocaman bir Cumhurbaşkanı sıfatıyla..."Daha bazı şeyler anlattı.Konuşma sırası bana geldiğinde:"Size,çok kimsenin bilmediği bir sırrımı açıklayacağım:Türk ordusunda her subay general olmak için can atar.Ben,general olmamak için çok çabaladım.General olsaydım,Albaylara kadar ki kişiliğimi de inkar etmiş olur,bazı generallerimizden farkım da kalmazdı!"Adamcağız bir Allah!Allah çekti."Siz,Sevr ve Lozan antlaşmalarını okudunuz mu?"Soruma,"hayır hiç okumadım!"Dedi.Uzun boylu anlattım ve karşılaştırmasını da yaptım.Lozan'ı Ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti yapmış,Türkiye Büyük Millet Meclisi de onaylamıştır.Sevr antlaşmasını da Osmanlıdan habersiz,Birinci Dünya Savaşındaki düşmanlarımız yapmıştır.Düşmanlarımızın yaptığı ve bütünlüğümüz bozan antlaşma daha mı iyiydi!Biz,bizim için çok iyi bir

Antlaşma yapan düşmanlarımızla kötü bir antlaşma yapmak için mi Üçbuçuk sene savaştıktan sonra da, Lozan’da Sekiz ay boğuştuk! Beyefendimizin gözlerinde şimşekler çaktı! Ayrılırken, Sevr antlaşmasının yazılı metnini vereceğime de söz verdim ve:"Siz, hainlerimizi yüksek mevkilerde aramalısınız, Turgut Özal'ın babasına neden Dönme Hasan Efendi derler? Şavşat nüfus idaresi neden yakılmıştır!"Demeyi de ihmal etmedim. Şimdi ol yazımı eklemeler yaparak yeniden huzurlarınıza getireceğim. Önce bir alıntı:

        "Sevr’in bazı maddeleri zaten Lozan’da Mustafa Kemal Atatürk ve avenesi tarafından kabul edilmiştir. “Sevr Sulh Projesi”nde yer alan 115′inci madde, Kıbrıs’ın kaderini tayin eden Lozan antlaşmasının 20′nci maddesinin kelime, kelime aynısıdır.[23] Ayrıca Sevr’in 139′uncu maddesi; “İşgal altındaki Müslümanlarla bütün ilişkinizi keseceksiniz” mealindedir…"Atatürk düşmanı bir yayından alınmıştır. Önce;şu Avanesi kelimesinin anlamına bir bakalım:

        AVANE:İ:Fenalıktan,yardımcılar.A'van=yardımcılar demektir.Mustafa Kemal'e ülkemiz için yaptığı fenalıklara yardım edenler!Mustafa Nihat Özön,Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük,s.51.Böyle olunca da,böyle diyenlerin sülalesinin Yunancılarca ırzlarına geçilmesine yardım edenler onlar için kahraman olmuyor mu!

        Sevr antlaşmasının ünlü maddelerinden birisi ve Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı devletinin diğer Müslümanlar üzerindeki, sözde, egemenliğinin sonlandırılmasına dair 139'uncu maddesi:

        "Türkiye diğer bir devletin hâkimiyeti veya himayesine tabi Müslümanlar üzerinde her ne mahiyette olursa olsun, icrayı hâkimiyet ve salahhyet-i kazaiya hususundaki bilcümle hukukundan kat'iyetle feragat eyler."

        "iş bu muhadename mucibince Türkiye’den irtifak eden ve Türkiye tarafından tanınan bir şek’li idareye malik arazi üzerinde hiç bir Osmanlı memuru tarafından ne doğrudan doğruya ne de dolayısıyla hiç bir nüfuz icra edilmeyecektir." Sadrazam Damat Mehmet Ferit Paşa, Saltanat Şurasında bulunmayarak Sadrazam vekili Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi tarafından Şuraya kabul ettirilerek imzalanmıştır. Bu antlaşmanın tam metnini de vereceğim.  Vatan hainlerimiz mirasçılarına övünçle bırakabilirler. Vatanseverlerimiz ve Atatürkçülerimiz de dizi seyretmekten vakit ayırabilirlerse, şöyle bir göz atabilirler!

                TÜRKİYE, NEREYE GÖTÜRÜLMEK İSTENMEKTEDİR!

        +Bu başlık altındaki ilkyazım 1999 yılında, Zonguldak-Uyanışta yayımlanmıştır!

        Türkiye; Türkiye Cumhuriyetinden ve Mustafa Kemal Atatürk'ten Korkanların istemiş olduğu parçalanmaya götürülmektedir. Avrupa Parlamentosundan bir Soytarının:"Avrupa Birliğine girmek için Atatürkçülüğü bırakmalıısınız!"Emri uygulanmaktadır. Sayın Recep Beyimizin son Avrupa turunda:"Elli senedir, Avrupa Birliğinin kapısında bekletiliyoruz!"Beyanı,"Atatürk'ü ve Türklüğü de sildik, üniter yapıyı da çökerttik; daha ne istiyorsunuz!"Diye bir yakarıdır.

                “Efendiler!

Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” Mareşal Gazi Mustafa Kemal, TBMM.06 Mart 1922.

“BİZ, BU COĞRAFYAYA LÂYIK BİR ULUS OLDUĞUMUZU İSBAT EDEMEZSEK; BİZİM KARA GÖZÜMÜZ İÇİN, BİZİ BU COĞRAFYADA YAŞATMAZLAR!” MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL.

        Bu, benim 01 12 2004 tarihinde; böyük bir Türk Büyüğü namzedinin istemi üzerine, yazmış olduğum kitabımın adıdır. Bir öğrencime de armağan etmiştim. Çok az sayıda teksir edilerek dağıtılmıştı. Bendeniz; bu kitabıma 28 Aralık 1998 tarihinde, Zonguldak’ta yayımlanan UYANIŞ adlı gazetedeki yazımı da eklemiştim. Konuya şöyle yaklaşmıştım:

        “Dününü bilmeyen, gününü ve dahi yarınını da hiç bilemez. Yalınız tahılla beslenen toplumların ve o toplumun bireylerinin bellek kapasiteleri üç günlüktür. Duyguyla köpürerek, şahlanıp, kırıp ta dökerek hep zararla ve köhne geçmişleriyle yaşamak! Kısır bir döngünün adına da talih ve kader demek! Bu kısır döngüye “Tanrımızın iradesi ve KADERİMİZ!” Deyip te geçeriz.

Kişiler, davranışları ile de, kendilerinin ve içinde yaşamakta oldukları toplumların alın yazgılarını belirlemektedirler.

Gazi Mustafa Kemal’e gelene kadar, YENİLMEK, HORLANMAK, İTİLİP KAKILMAK TANRI’NIN İRADESİNE BAĞLANAN BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK ALGILATTIRILMIŞTIR!

        22 Haziran 1919 tarihinde, Türk ulusuna ve tüm dünyaya yayımlanan AMASYA GENELGESİ ile BEŞERİ İRADE, ALIN YAZGISI KALEMİNİ ALLAH’IN ELİNE ALMIŞTIR!

Bizi ve Koskoca Osmanlı İmparatorluğunu, 10 Ağustos 1920 SEVR bataklığına götüren yazgısallık tepetaklak edilmiştir.

İnsanlara ve toplumlara yapılmış olan fenalıkların cezasını Tanrı’ya havale etmek; korkaklık, beceriksizlik ve onursuzluğun kabulünden başka bir şey değildir.

Bizler; Türk ulusu olarak Gazi Mustafa Kemal gibi davranırız! Öyle davranmak zorundayız. ULUSAL ONURUMUZUN VE TÜRKLÜĞÜMÜZÜN BİZLERE YÜKLEMİŞ OLDUĞU DAVRANIŞ BİÇİMİ DE BUDUR!

Bize yapılan ve yapılmış olan kötülükleri yakamızdan silker atarız. Kötülük yapanları da bir daha kötülük yapamayacak hale koyarak, elimizi dostça uzatırız.

BİZLER, ANALİZİ, SENTEZİ, YORUMU VE ÇIKARSIZ VATANIMIZI SEVMEYİ MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL’DEN ÖĞRENDİK.

        Bendeniz; senelerce, tüm astlarıma ve öğrencilerime SEVR’İN 52,62.63.64 ve 231’inci maddelerini, bıkmadan anlattım.

Mudanya’ya ve Lozan’a yenilmişler gibi oturtulan Batı’nın, SEVR’İ uygun durumlar yaratarak uygulama girişimlerinde bulunacaklarını! Şeriatçıların ve gericileri çok kuvvetlenerek, HARİCİ BEDHAHLARLA BİRLİKTE, TÜRKİYE CUMHURİYETİNE VE ATATÜRK DEVRİMİNE YÜKLENECEKLERİNİ HEP ANLATTIM.

Bizlere, SEVR paranoyasına tutulmuşlar dediler.

Bendeniz, geçmişi bir masal gibi değil de, hangi anlaşmaya bir sonraki vuruşun gizlenmiş olduğunu göstererek anlatmıştım.

        Şimdi; UYANIŞ gazetesinde yayımlanan ve başlığı:

”2000’li Yıllarda; Türkiye’ye Yöneltilecek Diplomatik Dış Baskılar ve Türkiye’nin Karşı Politikaları!”

        Uluslar; görünürdeki varlıklarını yitirmekle yıkılmazlar: Bu felakete uğrayanları yok eden illet, HAFIZALARINI YİTİRMİŞ OLMALARIDIR!” Prof.Dr. Gustave le Bon.

        Sakarya Meydan Muharebesi, en kritik anlarını yaşamaktadır. Cephenin kuzeyindeki kilit, Karacadağ düşmüştür. Güney kanadımızı kuşatmayı amaçlayan Yunan saldırısı Haymana’ya dayanmış, Batıya karşı kurmuş olduğumuz cephemiz, Güneye döndürülmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutan Gazi Mustafa Kemal; Batı Cephesi Kurmay Başkanı ve sınıf arkadaşı Miralay Asım Gündüz’e:

        “Asım; bana iki fırka bul!” Emrini vermiştir.

        Cephemizin güney kanadından alınan iki fırkamız, 24 saatlik bir CEBRİ YÜRÜYÜŞ ile 114 kilometre kat ederek, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in emrine girmiştir.

        DOKUZ YÜZ ŞEHİT VERİLEREK yapılmış olan DUATEPE saldırısı, Düşman cephesinin çökmesini sağlamıştır. DUATEPEYE dikilen Türk Bayrağını seyreden Başkomutan Gazi Mustafa Kemal; gülerek ve eldivenlerini eline takarken:

        “Papulas’a TÜRK ULUSU adına şükranlarımı sunarım!” Demiştir.

        Sarkan cephemizin böğrüne saplanan Türk hançeri, düşman cephesinin çöküşünü sağlamıştır. En sonunda da; Büyük taarruzumuzla Yunan orduları dağıtılmıştır.

        Esir düşen Yunanistan’ın Küçük Asya Orduları Başkomutanı Tüm General Trikopis; Uşak’ta; Yunan Kralına hazırlanmış olan konakta; Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in huzurlarına çıkarılır. Mareşal Gazi Başkomutanımız esirleri güler yüzle karşılar. Birçok hareket varken, neden hiçbir harekette bulunmadıklarını sorar:

        “Öğleden sonra; Afyon-Ilgın yönünde, bir karşı saldırı yapmayı düşünmüştüm!” Der.

Haritasının başına eğilen Başkomutanımızdan da:

        “Ben de; şöyle ve şöyle yaparak karşı saldırınızı karşılardım!” Yanıtını alır.

        Ünlü Alman Stratejisti Tüm General Karl Von Clausewitç ününü sağlayan, KAN adlı eserinde savaşı şöyle tanımlamıştı:

        “Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır!”

        Savaşta yapılacak hareketlerin ve bu hareketlere karşı yapılması düşünülen hareketlerin planları vardır. Bu planlar barış zamanında yapılır. Bize dost ve düşman olacak devletlerin, bize karşı uygulamaları düşünülen planlarına karşı, karşı planlar yapılır. Jeopolitik, bir ulusun tüm planlarına ve etkinliklerine egemendir.

        Komşu devletlerin ve uzak devletlerin ULUSAL HEDEFLERİNİ ve ULUSAL STRAREJİLERİNİ çok iyi bilmek gerekir. Politikada karşı planlar yoksa teslimiyet vardır.

Örnek vermek gerekirse, örnekler çoktur  *EK)

        İngilizler; bugün Emekli Generallerimize ve Akademisyenlere ve gazetecilerimize karşı yapılan gece baskınlarını 16 Mart 1920’den sonra yaparak 58 adamımızı Malta’ya sürerek, tüm dünya’ya bunları kurşuna dizeceklerini duyurmuştu. Batum’a gelen İngiliz subaylarını derhal tutuklatan TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal de bir bildiri yayımlamıştı:

        “Malta’da sürgünde bulunan adamlarımızdan her hangi birisini İngilizler kurşuna dizerlerse; elimizde bulunan İngiliz esirleri de derhal kurşuna dizilecektir!” İngilizlerin yelkenleri rüzgâr tutamaz hale gelmişti.

        Midilli açıklarında; bir Fransız gemisi ile çarpışan kömür yüklü BOZKURT adlı gemimiz batmıştı. İstanbul’daki Müstantik Himmet Bey de; her iki geminin kaptanını tutuklamıştı.

Fransızlar bir son ihtarla:

        “Kaptanımız serbest bırakılmazsa, Türk limanlarını topa tutarız!” Tehdidinde bulunmuşlardı.

Karşı yanıt hemen verilmişti:

        “Bir tek Türk Limanına bir tek Fransız topçu mermisi düştüğü takdirde; SURİYE’Yİ İŞGÂL EDERİZ!” Politika muharebesinin karşı planları olmayan, Medrese çıkışlılarda, sürekli olarak “YES MEN!” ve TESLİMİYET VARDIR! VARDIR.

        Türk Genel Kurmayı dış hatta çıkma manevrasında; Medreseden icazetliler de ah yalellim türküsünü çığırmadalar!

        Bendeniz, 2000’li yıllarda Türkiye’nin siyasi konjonktürünü ve bu konjonktürü belirleyecek etkenlerden söz etmek istiyorum:

        *Bugün düzeltemediğimiz siyasi tümsekler, örtmek için üzerine atmış olduğumuz topraklarla, birer Everest tepesi olarak, geleceğimizin yolu üzerinde, karşımıza dikileceklerdir.

        *Ülkemizi birinci kuşaktan çevreleyen ve çemberleyen, ülkemize karşı politikalarını yeni motiflerle bezeyerek sürdürmeleri beklenmelidir.

        *İkinci kuşağı oluşturan Suudi Arabistan, Sudan ve Libya; önce kendi yönetimlerini güvenceye almak; sonra da, başarılı olmuş laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN, diğer islam ülkelerine örnek olmasını önlemek için, petrol gelirleri ve diğer üçüncü kuşak ülkelerinin taşeronluğu ile aleyhimizde bulunmaları beklenmelidir. Bu girişimler için para ve DİN motif olarak kullanılacaktır.     

        Suudi şirketlerine Turgut Özal’ın sağlamış olduğu kolaylıklar gözden geçirilmelidir.

        *Üçüncü kuşak ülkeleri; USA ve onun güdümündeki İngiltere, Fransa, Almanya ve dahi İtalya ve öteki İnsan Hakları türkülerini çığırıp, ülkelerindeki Sübyancılık olaylarını görmeyen ülkeler de bu kervana katılacaklardır. Türkiye’ye karşı başlatılmış olan haçlı seferleri, 8’inci haçlı seferi ile bitmemiştir.

BATIYA KARŞI, BATI KULLANILMALIDIR!

        *Üçüncü Dünya Savaşı ne zaman çıkacak diye beklemeyelim! Üçüncü Dünya Savaşı henüz bitmemiştir.

        *Gerilla hareketleri, iç kavgalar ve iç savaşlar, Üçüncü Dünya Savaşının uygulamalarıdır. Az gelişmiş ve hedefteki ülkeler, kendi çocukları birikirine düşürülerek parçalanacaktır.

        *Etnik gruplar ve diğer inanç grupları kışkırtılacaktır.

         BU POLİTİKALARI ŞÖYLECE SIRALAYABİLİRİZ:

        1- Bölücülük ve bölgecilik, Osmanlı imparatorluğundan bu yana. Batı’nın başımıza sardığı, bizlerin de hâlâ farkına varamadığımız bu büyük bela, daha da büyütülerek ve daha da kaşınarak, üzerine tuzruhu serpilerek, dış müdahale olanağı sağlayacak bir hale getirilmeye çalışılacaktır. Çünkü bu problem şu nedenlerden dolayı daha da önem kazanmıştır:

“A- Bölgenin sahip olduğu su ve diğer doğal zenginlikler bakımından,

  B- Her yönden—Kültür ve okumuşluk hariç—önderi olduğumuz Türk dünyası ile aramıza set çekmek yönünden,

  C- Bu, USA ve Batı için çok zor bir durum yaratmak olduğundan, Azeri-Ermen çekişmesi kullanılacaktır,

  D- Almanya’nın Kuveyt ve diğer yağmalardan pay alamaması, kontrolünde bir Kürt devleti yaratılması isteği yönünden,

   E- Rusya’nın, İran’ın ve diğer devletlerin büyük ve güçlü bir Türkiye yaratılmasından korkmaları yönünden,

    F- Tüm bunlar başarıldığı takdirde; SEVR’İN uygulanabilirliği yönünden.              

BUNUN İÇİN DE:

 *Silahlı ve terörist hareketler desteklenecektir,

 *Türkiye Cumhuriyetinin iç siyaseti, Siyasi islam bazına çekilerek, orada tüm yenilikler, tüm güzellikler boğulacaktır.

         *Gençlik, en basit Türban yüzünden parçalanıp, çağdışına itilerek, ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE verdiği görevin yerine getirilmesi önlenmiş olacaktır,

          *Mezhep çatışmaları hızlandırılacaktır,

          *İslam Dini yerine, İslamı temsil yetkisi NURCULUK gibi, Müslümanlık dışı akımlara verilecektir.

           Clemenceau-Klemanso-: ”Bir damla petrol, bir damla kan!” Demişti. Yirmi birinci asırda da: ”Bir damla su, bir damla kan!” Olacaktır.

            2- Siyasal İslam’ın bölünerek yerleşmesine çalışılacaktır. İlericilik ve gericilik kavgası yerini, Siyasal İslamın temsil edilmesi kavgasına bırakacaktır.

a   İslam’a zıt dini akımlar desteklenecektir,

b   Her siyasi partinin bir tarikata dayanarak, bu tarikatı siyasi İslam yapma kavgası yaratılacaktır. 20 Ekim1998 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, bunun ilk belirtileri yayımlanmıştır: ”Tarikatlar Arasında Siyasi Destek Kavgası!”

c   Okullarda siyasi İslam’ı destekleme kavgaları, tarikat kavgaları yerine kızıştırılarak sürdürülecektir,

        Ç- TBMM’NE sokulan tarikatçı Milletvekilleri sayısı artırıldığı gibi, TBMM açıkça tarikatlar arası savaş alanına dönüştürülecektir,

        3- Milli Eğitim, daha da yozlaştırılacak, çağa uygun insan yetiştirme kavgası yerine, tutsak ve dogmatik kafalı taraftar yetiştirme kavgası sürdürülüp, genişletilecektir,

a   Sosyal boyutlu Atatürkçülük, ekonomik boyuta indirilip; ağabeydik-gübeydik palavralarla sulandırılarak gölgeye çekilmeye çalışılacaktır,

        B- Eskiye özlem kamçılanacak, Osmanlının bilmem kaçıncı yıldönümü kutlamaları, bilmem kaçıncı Mehmed’in ve Ahmed’in sünnet ve cülus kutlamaları izlettirilecektir,

b   Arap’ın ve İran’ın siyasal güç kurma kavgaları kızışacaktır,

        4- Ortaasya Türk cumhuriyetleri ile anlaşmazlıklar ve çekişmeler yaratılacaktır. ”EK: Turgut Özal’ın taa USA’ da: ”Azeriler bizden değildirler. Onlar Şii’dirler!” Dediğini unutmamalıyız!

        5- Komşularımızla olan anlaşmazlıklarımız körüklenerek, çok masraflı ve çok büyük bir askeri güç yaratarak, beslememiz sağlanacaktır. Kaynaklarımızın yatırıma ayrılması önlenecektir.

        *Hiç te dost olmayan ülkeler tarafından kuşatılmış bulunan Türkiye Cumhuriyeti, İsrail örneğinde olduğu gibi, dış hatlara çıkmalı, dış hatlara dayalı diplomasisini güçlendirmelidir.

        *Türkiye Cumhuriyeti; ulusal politikasında SEVR olgusunu göz ardı etmeksizin, dışta ve içte uygulayacağı stratejisini belirlemeli; günü birlik ve ayaküstü diplomasiden kaçınmalıdır. Bireyini ve Türk Toplumunu, yönlendirilen değil, yöneten ve politika üreten bir seviyede yetiştirmelidir.

        *Politik yelpazede, bir kişinin duracağı yerde, kişilik kaygısından ve özveri sorunundan kaynaklanan nedenlerle, bir kaş kişi durursa, karşısındaki yeri işgal eden tek kişi daha da güçlü bir duruma geçer. (KOALİSYON!)

        *Atatürk devriminin özüne yönelik saldırılar, Atatürkçü güçlerin korkusundan; orta sürede mümkün görülmemesine karşın; masumiyet örtüsüne büründürülmüş biçimsel isteklere verilecek ödünler dış ve iç politikada özü yok etmek için kullanılacaktır.

        *Osmanlının Düveli Muazzama korkusu, USA ve BATI korkusu olarak Cumhuriyet döneminin günümüz yöneticilerine yansımıştır. Bu korkun ile anayasamızın ve dahi yasalarımızın hükümleri uygulanamamaktadır.

Yargı kararları Yürütmenin elinde kalmaktadır. Her kapatılan siyasi partinin, hemencecik, başka adlar altında devamına izin verilemezdi! Ödünler, döner ve dolaşır ödünü verenlerin başına çoraplar örer. USA’DA, korkusuzca idam hükümleri uygulanırken, bize insan hakları dersleri vermesi, yukarıda, sözünü etmiş olduğum korkunun eseridir.

        6- Türkçe kirletilerek, yabancı hayranlığı körüklenecek ve yabancı mallarla birlikte yabancı sözlüklere ülkemizi ve ülkümüzü istila ettirilecektir.

        Dil; Almanya’daki tokluluklardan Alman ulusunu, İngiltere’deki topluluklardan İngiliz ulusunu yaratmıştır. Osmanlının Fars ve Arap kırması, kelime salatası dili, Ümmetçilik odağında bile birleşemeyen Türk öğesinin başına Binbir bela açan, garip mi, garip bir güruh oluşturmuştur. Bu güruhun içindeki etnik öğeler kendi anadillerine yapışarak ulus olabilme bilincine erişebilmişlerdir. Fransa’da; Frank kadınları ile evlenen ve Latince konuşan fakir Romalı askerlerden üreyen yeni topluluk, yaratmış oldukları yeni dille, Fransız dilini ve Fransız ulusunu yaratmışlardır.

        Şimdi; bu olgu Anadolu’da yeniden dokunmaktadır. Türkçe, alabildiğine başka dillerin boyunduruğuna, ATATÜRK’E inat sokulurken; insan hakları edebiyatıyla, dışa dayalı iç yardakçılarla : ”Her etnik grup kendi anadiliyle eğitim ve öğretim yapsın!” Fikri, yüksek sesle yankılandırılmaktadır. Türk toplumu, karmaşaya uğratılan dili nedeni ile çözülürken; öteki unsurlar da, kendi anadillerine ve bu dille öğrenim haklarına kavuşturularak uluslaştırma sürecine sokulmaktadırlar. Tüm bunları görememek için, tarihi bilmemenin yanı sıra, kör olmak gerekir. Tüm bunlar, SEVR’İ uygulayabilmenin yeni figürleridir.

        7- Üretimi çok aşan bir tüketim toplumu yaratılmış olup, bu olgu daha da güçlendirilecektir.

        8- Anasırdan; etnik gruplar yaratılacak, insan hakları edebiyatıyla terör desteklenecek; bu uğurda ölenlerimize değer verilmemesi sağlanacaktır.

        9- Siyasi partiler arasında kısır çekişmeler, anlaşması mümkün olmayan ideolojik boyutlara taşınacaktır.

        10- Gelir dağılımdaki adaletsizlik daha da büyük boyutlara taşınacaktır. Seçene 4,5 milyonTl. Asgari ücret üzerinden aylık; seçilene 1.500.000.000TL. Aylık ve ayriyeten sosyal üstünlük ayrıcalıkları sağlanacaktır. (1998)

        11- Enflasyon, şişirildikçe şişirilecek, insanlar, daha da vurdumduymaz ; ”BANA NECİ,”, ADAM SENDECİ,” haline getirileceklerdir.

        12- Adam kayırmalar; ön saflarda hep fakirlerin ve garibanların çocuklarının bulundurulması; önce öfkeye sonra da isyana dönüştürülecektir.

        13- Osmanlı da olsun, diğer devletlerde, Fransa da olsun, egemenliği kullananın hırsızlık ve yasa dışılıkta ısrarı onların sonu olmuştur.

        TBMM’İNDE; Milletvekillerinin vurgunu, talanı TBMM ‘İNİN soruşturamayacağı bir boyuta vardığı,her türlü basından net ve açıkça izlenmektedir.

        Anayasamızın 83’üncü maddesi bu şekilde kaldığı sürece:

a   Halkımızda TBMM’ne alt sıralarda olan güven tamamen sarsılacaktır.

b   Halkımızda; Cumhuriyete, Yargıya ve Yürütmeye olan güveni de sarsılacaktır.

         BUNUN SONUNDA DA:

        Marjinal sağ düşüncede DİSSENSUS sağlanmış olacaktır. Dini propagandalardan gelmiş olan sola düşmanlık, solu temsil edenlerin beceriksizlikleri yüzünden, solu silip te süpürecektir.

        TÜM SİYASİ PARTİLER, GÖZLERİ KORMÜŞÇESİNE, SİYASAL İSLAM KAVGASINDA, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİ YALINIZ BIRAKTIKLARI GİBİ. O’nu BOY HEDEFİ YAPMAKTADIRLAR.

        Okumuşların çoğalması, onların haksızlıkları daha iyi görmelerini sağlayacaktır. Bu durum da sistemimizin aleyhine sonuçlar doğuracaktır.

        SAĞDAKİ MARJİNALLER, ORDUYA KARŞI ALTTAN, ALTA HALKIMIZI KIŞKIRTMAKTADIRLAR. (1998)

        12 Eylül’ün Yiğit Paşalarının armağanı olan Holdingleşmiş ve örgütlenmiş olan sözlü ve yazılı basın ile destekli MARJİNAL SAĞ; politikalar ürettiği gibi, bu politikaları uygulayacak politik motifler de üretmekte ve uygulamaya koyabilmektedirler. Özellikle; Suriye, Almanya ve Yunanistan’da bulunan ve beslenerek desteklenen örgütlerle daha da etkin bir mücadele yapılmalıdır. İmam-hatip okulları, kesinlikle meslek okulları olarak kalmalıdır. Buradan mezun olanlara, dini yüksek okulların dışındaki fakülte ve yüksek okulların kapıları kapatılmalıdır. Asker okullarını kapıları da değil açılmak, hiç aralanmamalıdır.

        Dış devletlerdeki görevleri sırasında, ya da burada bulunanların, ülkemiz, ulusumuz ve cumhuriyetimiz aleyhinde işlemiş oldukları suçlar çok sıkı bir şekilde izlenmeli, ülkemizdeki mal varlıklarına bile el konulabilinmeli.

        Cumhuriyetimizi fişek ve göbek atarak kutlamak yeterli değildir. Cumhuriyetle neler kazandık? Cumhuriyeti yitirdiğimiz takdirde nelerimizi yitirmiş oluruz? Bunların bilinci ile cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız. BİR TOPLUMUN BİREYLERİ, DÖRTBUÇUK KIÇI KIRIK AJAN-PROVAKATÖR MOLLANIN PEŞİNDEN GİDECEK SEVİYEDE KALDIĞI SÜRECE, VATAN HAİNLERİ BUNLARDAN ELBETTE YARANLANACAKLARDIR!

        *Çağdaş eğitim, Milli gelirin adaletli bir şekilde dağıtılması, temal ihtiyaçlarımızın giderilmesinde tek bir ölçünün kullanılması mutlaka sağlanmalıdır. Asgari ücret komedisi toplumsal bir trajediye dönmeden mutlaka bitirilmelidir Adalet sistemimiz, çok hızlı ve etkin bir biçimde çalışma düzenine kavuşturulmalıdır. Türkiye Cumhuriyetini Hâkim Ve Cumhuriyet savcısı sayısı, TBMM memur sayısından azdır.

        Politikacıların elleri, DİNDEN-CAMİDEN, Emniyetten TSK’DAN ve devlet kurum ve kuruluşlarından çektirilmelidir. Denge hesapları için, pespaye kimselerle pazarlık yapılmamalıdır.

        Bizleri bekleyen çok büyük sorunların bazıları bunlardır. Bu sorunlarımızı görmezden gelerek, bugünü yaratan yasal ve sosyal alt yapıyı düzeltmeden, ivedi yapılacak bir seçim, çok korkunç sonuçlara bizleri ve ülkemizi götürecektir (1998).

        Belediyeleri ve şirketleri ele geçirmiş olan aşırı sağ, oradan kent varoşlarının her türlü desteği ile sistemimizi felç ederek iktidarı ele geçirecektir. (1998).

        İŞTE, GELECEKTEKİ TÜRK SİYASİ KONJÖNKTÜRÜNÜ BELİRLEYİP, ONUN STRATEJİSİNİ DE BELİRLEYECEK FAKTÖRLERDEN BAZILARI. TANRIMIZIN HALKIMIZA VE POLİTİKACILARIMIZA AKIL VERMESİ DİLEĞİYLE, SAYIN SEYİRCİLER.”

                SEVR ANTLAŞMASI

        12 Kesimden, 433 maddeden ve 130 sahifeden oluşturulan bu ünlü paçavranın bizimle ilgili maddelerini okumamızda bin bir yarar görmekteyim. EK: Sevr’in tamamını da ileteceğim.

        Madde 52- “Fıratın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27’inci maddenin 11/2 ve 3’üncü fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır.

Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği oluşamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince, bağlı oldukları hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacaktır. Bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerinden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu Antlaşma uyarınca, Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir.”

        Madde 63- Osmanlı hükümeti 62’inci maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden kabul eder.”

        Madde 64- İşbu antlaşmasının yürürlüğe konuluşundan bir yıl sonra 62’inci maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye salık verirse, Türkiye, bu tavsiyeye uymayı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden kabul eder.

        Bu vazgeçmenin ayrıntıları başlıca müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.

        Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan’ın şimdiye dek Musul vilayetinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt Devleti’ne kendi istekleri ile katılmalarına, başlıca müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.”

        Madde 231- Osmanlı Meclisi Mebusanına sevk edilecek olan Bütçe Kanunu tasarısı, Duyun-u Umumiye görevlileri İngiliz. Fransız ve İtalyan yetkililerince onaylanacaktır. Bütçe kanunu kabul edilse bile; bu delegelerin bu kanunu uygulamama yetkileri vardır.”

        Sayın RTE’NİN eyalet olarak anlatmış olduğu açılımın nerelere kadar varabileceğini kestirebiliyor musunuz?

        Bir İtalyan Profesörün önerisi ile iş bu yazımızı sonlamak istiyorum:

        “Türklere zorla hiçbir şeyi kabul ettirmek mümkün değildir. Üzerinize Pars gibi atlar ve sizi parçalarlar. Türklerin güzellikle kabul etmeyecekleri hiç bir şey yoktur!"Ninnilerle ve masallarla uyutularak büyütülen Türk, masallarla tarihin çöplüğüne gönderilecektir.     Dâhili ve harici Bedhahlarımızın oyunları bunu gerçekleştirmek içindir! Paşalar, paşa ve Paşa esir kamplarına dolduruldukça; halkımız da bebelerini:"Benim oğlum uyusun da büyüsün/Paşa olup ünü de Silivri’den duyulsun!"Ninnileriyle büyütmektedirler!

       

       

 

               

       

 

       

       

       

 

       

       

         

       

 

 

İzleyiciler

Blog Arşivi