TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
TV. İzmir;23 Nisan 2015.LAİKLİĞE AYKIRILIK VE
POLİTİK BİR KARAR.
Bendeniz,
Yargıtayın bu kararı elime geçtiğin de bir Eyvah! Çekmiştim..Bunun arkasının
geleceğini de beklemiştim.Önce,Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesi yürürlükten
kaldırıldı?!Sonra da,”HIYANET’İ
VATANİYE” KANUNUNU yürürlükten kaldırıldı.Yahudi inancına dayalı Hıristiyan
Tarikatı serbest bırakıldı.Sonra da,Laiklik Barajı yıkıldığından,tüm çağdışı
yoz İslam Teşekkülleri Türkiye Cumhuriyetine saldırıya geçtiler.Bu günlere
geldik,İrtica iktidar oldu.İzmir’de çok önceleri,emekli bir banka müdürü ile
iki yaşlı Bayan,Yehova Şahitlerinin propagandasını yapıyorlardı.Günümüzde,bu
propagandayı,Genç Kızlarımız,bu konudaki renkli yayınları sergileyerek
yapmaktadırlar.Bu kimselerin,oynanan oyuna dair hiç bilgileri yok.Kendilerine
anlattıklarımı,büyümüş gözleriyle dinlemekte,kitaplarını toplayarak,çekip
gitmektedirler.Sayın Lütfü Livaneli’nin/Asıl adı,Ömer Lütfü Livanelioğlu’dur/
Babası Rahmetli Büyük Hukukçu Mustafa Sabri Livanelioğlu,Laiklik ilkemizi
savunarak,bugünler için bizleri ikaz etmişti.Buyurunuz,okuyalım.
YARGITAY
Ceza Genel
Kurulu
E* 1979/276 K. 1980/115 T.
2.3.1980
1-YEHOVAŞAHİTLİĞİ–2-LAYÎKLİĞİAYKIRILIK3-İNAN
ÖZGÜRLÜĞÜ, 4-DERNEK SUÇU.
Önce, Turgut Özal’ın
yürürlükten kaldırttığı Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesini okuyalım. Turgut
Özal,”Hıyanet’i vataniye Kanununu da yürürlükten kaldırtmıştı. Bu kanunu da
Kararın sonunda vereceğim:
Madde163-(Değişik.21.1.1983—2787/10 md.)
“Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal veya
ekonomik veya siyasi ve hukuki
temel düzenini, kısmen de olsa, dini
esas ve inançlara uydurmak cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse sekiz yıldan onbeş
yıla kadar, ağır hapis cezası ile
cezalandırılır.
Böyle cemiyetlere girenler veya
girmek için başkalarına
yol gösterenlere beş yıldan
oniki yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Laikliğe
aykırı olarak, Devletin sosyal ve ekonomik veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi
amaçla veya
siyasi menfaat temin ve tesis
eylemek maksadıyla dini veya dince mukaddes tanınan
şeyleri alet ederek her ne
surette olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse beş yıldan on
yıla kadar ağır Hapis cezası ile cezalandırılır
Şahsi nüfuz ve menfaat temin
etmek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya
dince
mukaddes tanınan şeyleri veya dini kitapları alet ederek her ne surette
olursa
olsun
propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse
yıldan beş yıla
kadar ağır hapis cezası ile
cezalandırılır.Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri,Devlet daireleri,
belediyeler veya sermayesi kısmen veya tamamen okullar,devlete ait olan
İktisadi teşekkülleri, sendikalar, işçi teşekkülleri öğrenim Müesseseleri
içinde veya bunların memur, müstahdem veya mensupları arasında işle yenler
hakkında verilecek ağır hapis
cezası üçte bir nispetinde artırılır.
Üçüncü ve Dördüncü fıkralarda yazılı fiiller, yayın vasıtaları
ile işlendiği takdirde verilecek
ceza yarı nispetinde artırılır.(Devlet Güvenlik).
ÖZET: 1-
"Mukaddes kitap Kurslara Derneği" nin İzmir şubesi yönetici ve
üyeleri olan sanıkların, toplantılar düzenlemek ve kitap sattırmak
niteliğindeki dava konusu eylemlerinde, laikliğe aykırılık suçu oluşmadığı
gibi, Dernekler Yasasına giren bir suç da kanıtlanmamıştır. Kökü dışarıda
bulunan dermekleri yurt içinde kurma suçu da söz konusu değildir.
2- Tanrı buyruğuna uyarak, İsa'nın gökten inip dünyayı
düzelteceğini bekleme yolundaki ana inança ilişkin yayınların okunup
tanıtılmasında, düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırları aşılmamıştır.
( 33A s. Anayasa m. 11, 19)
( 765 s. TCK. M. 1^3, 163)
(I63O s. Dernekler K. M. A, 6/1)
Laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai# ve iktisadi veya siyasi
veya hukuki temel nizamlarına kıs- mende olsa dini esaslara ve inançlara
uydurmak amacı ile propaganda yapmak, bu amaçla cemiyet tesis ve faaliyetlerini
idare etmek ve bu şekilde kurulmuş cemiyete, girmekten sanıklar Atalay, Leon,
Tahsin, Aşkın, Ahmet, Yüksel, Yılmaz, Erdal, Yani Kosta ve Jozef'in bozmaya
uyularak yapılan yargılamaları - sonucu beraatlarına dair (İzmir üçüncü Ağır
Ceza Mahkemesi)’nden verilen 29.12.1978 gün ve 391/532 sayılı hüküm, yerel
Cumhuriyet Savcısının temyizi üzerine Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nde incelenerek
7,5. 1979 gün ve 926/2076 sayılı ilam ile onanmasına karar verilmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığının, CMUK’UNUN 322’inci maddesi uyarınca
özel dairenin onama kararma itiraz etmesi ve onama kararının kaldırılmasını ve
hükmün bozulmasını isteyen 5.6.1979 gün ve 19 sayılı itiraz namesiyle dosyanın
Birinci Başkanlığa gönderilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği
konuşulup düşünüldü:
Laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai ve iktisadi veya siyasi
veya hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esaslara ve inançlara
uydurmak amacı ile propaganda yapmak, bu amaçla cemiyet tesis ve faaliyetlerini
idare etmek ve bu şekilde kurulmuş cemiyete girmekten sanık Atalay ve dokuz
arkadaşının bozmaya uyularak yapılan yargılamaları sonucu beraatlarına ilişkin
hüküm, özel dairece: (Sanıklardan Yani Kosta ile Jozef’in, tornacı tanık
Hüseyin'e 250 kuruş bedelle sattıkları "Tanrı kötülüğe nasıl müsaade
ediyor?" adlı kitabın polise gösterilmesi üzerine soruşturmaya
başlanmıştır. Gerek bu kitapta, gerek dosyada bulunan "Mukaddes Kitap
Gerçekten Tanrının sözümüdür? "Hayata Sevk Eden Hakikat" adlı
kitaplarda, Ahd-ı Atik (Tevrat) ile Ahd-i Cedid (İncil)'i kapsayan "Kutsal
Kitap’taki bahisler üzerinde durulmuş, özellikle
Tufan, mucizeler, ahlâk, peygamberliklerin anlamı»kiliseler, Allah
kimdir, neden ölüyoruz, İsa, kötü ruhlar, göğe giden küçük sürü, Allah’ın
krallığı, hakiki kilise ve onun temeli Allah'ı memnun etmeyen alışkanlıklar,
dua, Hıristiyan itaati, hayata karşı İlâhi saygı, aile mutluluğu, hakiki
tapınma gibi konular işlenmiştir.
Bunlar, Kur’an dışındaki kutsal kitaplardan esinlenen ve temel
inancı Hıristiyanlık esaslarına dayanan dinsel bir kuruluşun "Yahova
şahitleri Topluluğu"’nun inançlarını yansıtmaktadır.
Sanıklardan sekizinin İzmir Şubesi Yöneticisi olduğu
"Mukaddes Kitap Kursları" Derneğinin, İçişleri Bakanlığı'nca
onaylanarak 1.5.1975 gününde ilgililere bildirilen tüzüğündeki amaç ise,
Mukaddes Kitabın görüş, inanç ve ahlak anlayışını yaymak, okunmasını ve
incelenmesini teşvik etmek, isteyenlere öğretmekten ibaret olarak
özetlenebilir.
II.I.I976'dan başlayarak yıl sonlarına kadar süren çeşitli dernek
toplantılarına ilişkin polis raporlarında belirtildiğine göre,çoğunluğu kadın
ve çocuklardan oluşan ve sayıları 50-80'i geçmeyen dinleyicilere,kutsal
kitaplardan ayetler okunduğu,Yehova (Tanrı) yolunda gitmenin gerekliliği
,Süleyman'ın meseleleri,çocuk eğitimi, alçak gönüllülük,İsa’nın mucizeleri,
sabır ve sadakat, fidye , şey tanın elinden kurtulma,Zeburun bazı
parçaları,Adem ile Havva,Hürriyet ve itaat» yakın akraba ile evlenmenin sakıncaları
gibi konular üzerinde durulmuş,dualarla başlanıp a
Dualarla bitirilmiştir.
Anılan raporlarda bu toplantıların yasa dışı propagandalara alet
edildiğini ve tüzük dışına çıkıldığını gösterir herhangi bir kayıt yer
almamıştır.
Dinlenen tanıkların anlatımlarında da dava n konusu
suçların işlendiğini kanıtlayacak nitelikte bilgilere rastlanmamıştır.
Cumhuriyet Savcısının temyiz dilekçesinde, sanıkların yeryüzünde dinsel
yönetime dayalı bir düzen kurmak istediklerini işbaşındaki hükümetlerin Tanrı
izni ile ayakta durduklarını savundukları, bu yoldaki görüşlerini
kitaplarla yaydıkları ve amaçlarını gerçekleştirrnek istedikleri belirtilmiş,
yukarıda adları yazılı kitaplardan örnekler veren tebliğnamede ise bu görüş
desteklenmiştir.
Ancak tebliğnamede üzerinde durulan bölümler sanıkların kendi
eylem ve çabaları ile gerçekleştirmek istedikleri amaçları kapsamayıp,
inandıkları dinsel ilkelerin belirtilmesinden ibarettir.
Bir gün gelip İsa'nın yeryüzüne ineceğine, dünyadaki kötülüklere
son vereceğine ve tanrının istediği yolda adil bir dünya krallığı kurulacağına
olan inançları, Türkiye'ye özgü bir düzen değişikliğine yönelik olmayıp
evrensel çapta bir görüşün ifadesidir. Böyle bir görüşe bağlanmak ise,
Anayasanın güvencesi altında bulunan inanç
ve düşünce özgürlüğünün sınırları içerisinde kalmaktadır. Bu
nedenle sanıkların davranışlarının TCK’UNUN 163’üncü maddesinde değinildiği
üzere Türkiye Devletinin Temel düzenlerini dinsel esaslara uydurmak amacı ile
dernek kurmak ve yönetmek niteliğinde eylemler olarak kabulüne olanak
görülmemiştir. Zira sanıkların davranışları dinsel bir inançtan kaynaklanan
ümitli bir bekleyiş niteliğindedir. Bu yolda aktif bir faaliyet, sosyal ve
siyasal bir amaç peşinde olmadıkları görülmektedir.
Bu durum karşısında, sanıkların eylemlerinde suçluluk olmadığına
ilişkin beraat hükmünün gerekçesinde belirtilen hususlar, dosyaya ve kitaplarda
yazılı metinlere uygun bulunmuştur) gerekçesiyle yerel mahkeme hükmünü
onamıştır.
Onama kararına karşı itiraz yoluna başvuran Cumhuriyet
Başsavcılığı: Özetle: Bazı ansiklopedilerde Yehova Şahitliği’nin enternasyonal
ve siyasi bir din cemiyeti olduğunun belirtildiği; Yehova Şahitleri'nin dünyevi
amaçlarının, dünya toplumları arasındaki ulusal ve siyasal sınırları yek etmek,
bunların sembolü olan bayrak ve ulusal marşları tanımamak, ulusların koruyucusu
ve savunucusu olan askerliği ve milli savunmayı kaldırmak ve reddetmek ve
böylece gökyüzündeki İsa’nın görevlendirdiği kişiler eliyle dünya halkını
yönetmek olup, lâik hükümetlerde tam bir aykırılıkları bulunduğu, bu nedenle
yayınlanan kitap ve broşürlerin içeriğindeki fikirlerin TCK’NUNUN 163’ücüncü
maddesine giren suçları oluşturduğu; toplantılarına katılanlara aynı inançla
ilgili yeni yayınları arkasını kesmeden vererek, onları okutmaya çalışmak ve
konuşmalar yoluyla sözlü ve okunaklı telkine tabi tutarak aktif, ak- siyoner ve
eylemci bir hale getirip, vaiz ve öncü yaparak kendi siyasi çıkarları yönünden
şartlandırmaya çalıştıklarının açıkça görülebildiği; merkezi Amerika'da olan ve
çeşitli ülkelerdeki şubelerine maddi imkânlarını "İyi umutlar fonu"
diye adlandırılan teşkilattan temin eden Yehova şahitliğinin kökü dışarıda,
yeryüzünün teokratik bir düzenle idaresini temin için kurulmuş, dinsel
niteliğinden ziyade siyasal yönü ağır basan bir cemiyet ve sanıkların İzmir'de
faaliyete geçirdikleri derneğinde bu cemiyetin şubesi olduğunu kabulde
zorunluluk bulunduğu, yeryüzünde bulunan bütün devlet ve milletleri içine
alacak tarzda teokratik bir nizam kurma amaçlarından, açık olarak ismi geçmediğinden
bahisle Türkiyeyi soyutlamanın olanaksız olduğu) belirterek onama kararının
kaldırılarak, hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
1- Yehova Şahitliği Nedir?
Yehova şahitleri adıyla tanınan ve birçok ülkelerde yandaşlarının
bulunduğu anlaşılan toplumsal hareketin doğuş yeri Amerika’dır. Charles Tame
Russel tarafından 1882 yılında, Hıristiyanlıktaki teslis ve cehennem inanışına
tepki olarak kurulmuştur. 1931 yılında " Yehova şahitliği" adını
almıştır. Dayandıkları kitab’ımukaddes, Kur 'an dışındaki kutsal kitaplardan
oluşmaktadır. Bunların başlıcalar Tevrat ile İncil’dir. Tanrı adı olarak
benimsendikleri Yehova adı, İsrail kaynaklıdır. Yehova şahitleri, Tanrı
tanıkları, yani tanrı'ya inananlar demektir. Bunların inandıkları kutsal kitap
ile yayımladıkları belli başlı dergiler broşürlerden yer alan temel inançlar
şöyle özetlenebilir:
İsa, Allah’ın oğlu değil, insandır ve ilk yaratığıdır. Üçlü Tanrı
anlayışı (Teslis-Trinite) ile cehennem inanışı yersizdir. Dünya toplumların
yaşayışlarında birtakım olumsuz belirtilerin (Kıyamet alametinin) ortaya
çıkmasından sonra, mevcut düzenler değişecek, İsa'nın emrinde bin yıl süreli
tanrısal bir 'krallık kurulacaktır. Bu sonuçtan önce Tanrı'nın 1orduları ile
şeytanın orduları savaşacak ve Armage- don savaşı İsa tarafından
kazanılacaktır. Böylece kurulacak olan yenidünya düzeninde ulusal sınırlar ile
bayraklar olmayacak, gereği kalmayacağı için asker ilik mesleki de kalkacaktır.
Yehova şahitlerinin, Tanrıya dayanmaları, kutsal kitabı esas
almaları ve İsa'yı peygamber olarak tanımaları bakımından bunların dinsel
nitelikte yeni bir akımın izleyicileri olarak tanımlanmaları genellikle kabul
edilmiş bir görüştür. Başka bir deyimle 'bu kuruluş, yeni Hıristiyanlık
(Neo-Hıristiyanizim) ’hareketinden başka bir şey değildir. Bu yönden bir mezhep
niteliği taşımaktadır.
2. Yehova Şahitliğinin
yayılışı, Türkiye’deki çalışmaları.
Bu dinsel kuruluş, çeşitli ülkelerde dernekler kurmak suretiyle
faaliyete geçmişlerdir. Türkiye’de Cumhuriyetten önceki dönemlerden beri de
varlıklarını göstermişlerdir. Nitekim 1912 yılında İstanbul'da eski harflerle
basılan "kitab-ı mukaddes" adlı kitap "Amerikan Kitab-ı Mukaddes
Şirketi" tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra 10,7.1975 gününde
"Mukaddes Kitap Kursları, Derneği" adı altında İstanbul'da |yeni bir
örgüt oluştuğu görülmektedir. Buna ilişkin tüzük, İçişleri Bakanlığınca
onaylanarak 1.5.1975
Gününü en ilgililere
bildirilmiştir. Bu derneğin bir
1975 gününde İzmir'de kurularak çalışmaya bağlı bulundukları
tüzüğün 11’inci maddesinde şöyle belirtilmektedir.
Mukaddes Kitap Kursları Derneği, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde,
dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımı esasının tanıdığı din hürriyeti
Ve laiklik kuralı içinde
Yehova Şahitleri'nin inanç, kültür ve ahlak görüşü açısından, Kitab-ı Mukaddes
görüş, inanç ve ahlak anlayışını yaymak, bu kitabın okunmasını ve incelenmesini
teşvik etmek ve isteyen herkese öğretmek amacını güder."
Bu maddenin 7numaralı bendinde ise şunlar yazılıdır :"Dernek
siyasetle uğraşmaz. Derneğin hiçbir siyasi amacı yoktur. Dernek dil, ırk,
sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak nitelikleri Anayasa'da belirtilen
Türkiye Cumhuriyetinin temel vasıflarına aykırı hiçbir eylem ve faaliyette
bulunamaz. Derneğin dini ve ahlaki görüşler yönünden bir din ve mezhep
sahiplerinin diğerlerine hâkim ve imtiyazlı olmasına yönelik bir faaliyet ve
amacı mevcut olmayıp Anayasa ' da belirtilen din hürriyetine ve dini görüş
eşitliğine, laikliğe inanır ve bunların gerçekleşmesini amaç bilir."
3- Davanın geçirdiği evreler:
Kaynağı,niteliği ve hukuki yapısı bundan ibaret olan derneğin
İzmir Şubesi'nin yönetim kurulu üyeleri,... Adında sekiz
kişidir.3.6,1977
Günlü iddianamede bu sekiz kişi ile birlikte, adı geçen derneğe
girdikleri kabul edilen Jozef ile Yani Kosta haklarında kamu davası açılmıştır.
Suç tarihi 27.7.1976 olarak gösterilmiştir. İlk sekiz sanığın eylemlerinin,
TCK’UNUN I63/I.maddesine ve son iki sanığın eylemlerinin, bu maddenin 2’inci
fıkrasına girer nitelikte olduğu ileri sürülmüştür.23.1.1978 de verilen ilk
beraat hükmünün, eksik soruşturma nedeniyle Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nce
bozulması üzerine bozmaya uyularak yapılan ikinci duruşması sonunda 29.12.1978
günlü kararla sanıkların beraatlarına ikinci kez hükmolunmuştur. Bu karar,
Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesine aykırı olarak7.5.1979 gününde dairece
oybirliğiyle onanmıştır.5.6.1979 günlü itiraz yazısında, onama kararı isabetsiz
görülerek kaldırılması istenmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında, yukarıda da özetlendiği
gibi:
Allah anlamında kullanılan "Yehova"adıyla, Yehova
Şahitleri adlı kuruluşun kurucusundan, yayın organlarından, bu kuruluşa
bağlanan kişilerin başlıca inanışlarından bu inanışlara göre Armagedon Savaşı
sonunda İsa'nın yönetimindeki Yüzkırkdörtbin insanın gökyüzünden yeryüzüne
inerek dünyayı kutsal kitaptaki buyruklara uygun biçimde yöneteceğinden, söz
edildikten sonra Anayasa'nm 11 ve
19’uncu maddelerinde yer alan vicdan ve din özgürlüğü ile bu hak
ve özgürlüklerin kötüye kullanılması konusu incelenmekte ve dava dosyası
içindeki "Hayata Sevk Eden Hakikat", "Tanrı neden Kötülüğe
Müsaade Ediyor" adlı kitaplar üzerinde durulmaktadır. Bu kitaplarda yer
alan görüş ve inanışlardan sonuç çıkarılarak ve üzerinde yorum yapılarak Yehova
Şahitlerinin dünyevi amaçlarınızı, dünya toplumları arasındaki ulusal ve
siyasal sınırları yok etmek, bunların sembolleri olan bayraklar ve ulusal
marşları kaldırtmak olduğu ve son amaçlarının ise dünya üzerin- ide teokratik
bir düzen kurmaktan ibaret bulunduğu Öne sürülmektedir. Bu nedenlerle beraat
hükmünü onayan Dokuzuncu Ceza Dairesinin 7.5.1979 günlü |kararındaki görüşe
katılmadığı belirtilerek anılan kararın kaldırılması istenmiştir.
İtirazda, iddianamedeki yasa maddelerinde değişiklik öngörülmüş ve
ilk sekiz sanığın eylemlerinin TCK’UNUN163/1’inci maddesi ile birlikte I63O
sayılı Dernekler Yasasının ve 6/1.Maddelerine aykırı olduğu, diğer iki sanığın
eylemlerinin ise TCK’UNUN 163/1maddesi kapsamına girdiği belirtilmiştir.
5-itirazın kabul edilmemesi nedenleri:
Ceza Genel Kurulu bu
itirazı her yönden isabetsiz bulmuştur. Şöyle ki, hakkında dava açılan kişiler,
iddianamede yazılı on yurttaştan ibarettir.
“Çaldığı düşüncesini uyandırabilecek biçimde konunun •sınırlarını
zorlamak düşünülemez. Olayda, sanıkların olayların dava konusu eylemlerine
değinmemiz ve burnunla yetinmemiz zorunludur.
İddianamede ilk sekiz sanığın eylemleri laikliğe aykırı faaliyet
olarak gösteriliyor»Bu konuda üzerinde somut olarak durulan faaliyetler
şunlardır; [Haftanın belirli günlerinde İzmir'de toplantılar düzenlemek, diğer
iki sanığı İzmir'in mahallelerinde dolaştırmak, ayrıya kendilerine yandaş
kazandırmak amacıyla Niğde'ye göndermek, on iki sanığın eylemleri ise
gönderilen yerlere gidip Yehova Şahitliği- li tanıtmak ve İzmir'de bir
tornacıya " Tanrı neden Kötülüğe Müsaade ediyor” adlı kitabı satmak eylem-
.erinden ibarettir. Bunun dışında başkaca kitap satıldığını gösterir ne bir
iddia, ne de bir kanıt vardır. Bu iki sanığın Niğde'ye ve İzmir'in
mahallelerine gönderilmeleri eyleminde esasen bir açıklı yoktur. Bir yurttaşa
bedeli karşılığında bir kitap satmak ise hiçbir bakımdan suç olarak söz konusu
edilemez. Adı geçen kitapta ve benzeri broşürlerde, Ahd-i Atik (Tevrat) ile
Ahd-i Cedid (İncil)'i kapsayan kutsal kitaptaki bahisler üzerinde durulmuş,
özellikle Tufan, mucizeler, ahlak, Peygamberliklerin anlamı, kiliseler, Allah
kimdir, neden ölüyoruz, İsa, Kötü ruhlar, göğe giden küçük sürü, Allah’ın
krallığı, hakiki kilise ve onun temelitAllah'ı memnun eden
alışkanlıklar, dua, Hıristiyan inancında, hayata karşı ilahi saygı, aile
mutluluğu, hakiki tapınma, gibi konular işlenmiştir.
Bunlar, Kur’an dışındaki
kutsal kitaplardan esinlenen ve temel inancı Musevilikle Hıristiyanlığın
bağdaştırılrnasına dayanan dinsel bir kuruluşun (Yehova Şahitleri
Topluluğunun)inançlarını yansıtmaktadır.
Böyle bir inanca bağlı bulundukları anlaşılan bu inançlarını genel
bir düşünce ile Ve yakıştırma yapmak suretiyle suç saymak, ceza hukuku
ilkeleriyle bağdaşamaz.
Haftanın belirli günlerinde yapılan toplantılara gelince: Bu
toplantılarda konuşulanlar, dinsel bir takım inançların açıklanması ve ahlâki
bazı konuların işlenmesi niteliğindedir. Bunlar dışına çıkılmadığı ve yasalara
aykırı bir davranışta bulunulmadığı, her toplantı sonunda görevli polis
memurlarınca düzenlenen ve örnekleri dosyada bulunan raporlardan açık bir
biçimde anlaşılmaktadır.
"Tanrı Neden Kötülüğe Müsaade Ediyor" adlı kitaptaki
inançlara gelince: Burada dava ile ilgili olan husus şudur: Bugünkü iktidarlar
Tanrı'nın rızası ile iş başında bulunmaktadırlar. Ama dünya devletlerindeki
ahlâki ve düzen bozukluğu zamanla büyümesine devam ettiğinden Tanrı artık bu
duruma son vermek ihtiyacım duyacaktır. Bu amaçla İsa'yı yere indirecektir.
Isa, gökyüzündeki adamlarıyla böyle bir savaş 1914 yılında başlamıştır.0 günden
70 yıl sonra bu savaş yeryüzüne de inecek ve yapılacak olan Armagedon Meydan
Savaşı' uda İsa zafer kazandığı çeşitli ülkelerde görevlendireceği yeni
yöneticiler eliyle dünya ülkelerini Tanrı' nın ifadesine ve isteğine uygun
biçimde yönetmeye başlayacaktır. İnancın konumuzla ilgili bölümünün özeti
budur.
İtiraz yazısına göre, mademki
dünya yüzünde gerçekleşecek Tanrısal kaynaklı bir yönetime inanılmış, o halde
devlet işleri din kurallarına uydurulmaya çalışılıyor. Mademki dünya devleti
kurulunca ulusal sınırlar kaldırılacak, devletlerin\sembolleri olan bayraklar
direklerinden indirilecek, gerek kalmayacağı için askerliğe son verilecek, o
halde devlet işlerine, dünya işlerine karışılmış oluyor. “Bu görüşte isabet
bulmak güçtür. Tersine benzeri davalarda daha önceki yıllarda değişik hukuk
kurulularında görevli ve yetkili bilirkişilerce verilmiş olan ve örnekleri
dosyada bulunan çeşitli raporlarda, bu yoldaki inançlara bağlanılmasında ve
bunların isteyenlere duyurulup yayılmasında TCK’UNUN 163’üncü maddesinin ihlâl
edilmesinin sözkonusu olmadığı belirtilmiştir. Adı geçen madde, devlet düz
işlerini dinsel esas ve inançlara uydurmak amacıyla örgüt kurmayı ve buna bağlı
eylemleri yasaklamıştır.
Yehova Şahitlerinin inancana dayan ve mistik
bir ümidi yansıtan, Tanrı ve peygamber eylemi olarak bağlandıkları bu görüşleri
yansıtan, Tanrı aşmamıştır. Sanıklarca eyleme dönüştürülmüş ve kendi iradeleri
ürünü sayılacak bir faaliyet yoktur. Bu yolda aktif hareketleri saptanmış
değildir. Kendileri Tanrısal bir yazgının buyruğundadırlar. Bağlı bulundukları
dernek şubesini böyle bir siyasal amaçla kurduklarını gösterir herhangi bir
kanıt da elde edilmiş değildir.
Tüzükleri dışına çıktıkları ve din özgürlüğünü kötüye kullandıkları
saptanmamıştır. İnandıkları kitaplarda belirtilen dinsel inançların gerçekleştirilmesi
amacıyla giriştikleri siyasal nitelikte herhangi bir eylemleri söz konusu
değildir. Dinsel ve kültürel faaliyetlerinin suç sayılması ise Anayasa’nın ve
yasaların özüne ve sözüne aykırı düşer. Kaldı ki, yeryüzünde ki bütün
otoritelerin Tanrı’nın müsaadesiyle işbaşında bulunduklarına inanmaktadırlar.
Birgün gelip Tanrı bu düzeni değiştirecekse ve sanıklar buna inanmışlarsa
bunda, adı geçenleri suçlandıracak bir yön bulunmaması gerekir.
Öte yandan buna benzer
inançlara yüzyıllardan beri İslam dünyasın da dahi rastlanmıştır. Şii
Mezhebi’ndeki “Mehdi” inancı ile Sünni
Mezhebi’ndeki “Son Halife” inanışı, İsa’nın yeryüzüne inişi ile ilgili
inanıştan farklı bir nitelik taşımaz. İslam’daki bu tür inanışlara bağlanmak
hiçbir zaman laikliğe aykırı bir suç sayılmayacağı gibi Yehova şahitliğinin bu
inanışlarında da suçluluk bulmak mümkün değildir. Böyle bir yorum ceza
ilkelerine ve yasa maddelerine aykırı olur. Kıyasla, zorlama ile suç
oluşturulamaz, ceza verilemez.
Öte yandan, sanıkların
sosyal etkinlikleri yönünden ve bağlı bulundukları derneğin Türkiye’deki
varlığı ve gücü bakımından ceza hukukunda söz konusu olan “Elverişli Araç”
koşulu da gerçekleşmiş sayılmaz.
Tanrısal bir yönetim
kurulursa, sanıkların buna inanmaları nedeniyle cezalandırılmış olmaları bu
sonucu önleyemeyecektir. Yok eğer, bu bekleyişler bir hayal ürünü ve boş
inançtan ibaret kalacaksa bu durumda sanıkların inanışlarının, laik devlet
düzenimize zarar vermesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan kutsal kitaplardan
kaynaklanan ve kişilerin kafa ve vicdanlarında yer alan bu nitelikte ki inançların
“Elverişli Araç” olarak kabul edilmesi olanak dışıdır.
Sanıkların eylemleri, vicdan
ve din özgürlüğünü koruyan Anayasa’nın 19’uncu Maddesinin sınırlarını aşmamış,
bu yönden maddenin son fıkrasında yazılı özgürlüğü kötüye kullanmak ve istismar
etme durumu da gerçekleşmemiştir. Bu hususlar gerek beraat hükmünde, gerek
dairenin onama kararında birbirini tamamlayıcı biçimde yeterince açıklanmış
bulunmaktadır. Son iki Sanığın sattığı kitaptaki inanç ve görüşler, yalınız
Türkiye’de değil, bütün insanlığı amaçlamaktadır. Yansıttığı inançlar163’üncü
maddenin kapsamı dışında kalır. Bu maddede yazılı propaganda veya telkin
eylemlerinin yasal unsurları ve koşulları da yoktur. Çünkü dinsel inançların
öğretilmesi ve yayılması faaliyetleri din ve inanç özgürlüğünün sınırları
içinde kalır. Lâiklik, devletin dinler karşısındaki bağımsızlığı demek olduğuna
göre, Sanıkların dinsel kitaplarda yer alan inançlara bağlanmalarında
propaganda suçunun bulunmadığı açık bir gerçektir. Keza, dinsel duygu dışında
siyasal bir amaçla ortaya çıkan telkin dahi sözkonusu değildir. Dernekler
Yasasına gelince;”Mukaddes Kitap Kursları Derneğinin Merkezi İstanbul’dadır.
Bunun tüzüğü Hükümetçe onanmıştır. Adı geçen dernek varlığını sürdürmekte ve
yaşamaktadır. Bunun bir şubesini İzmir’de açan sanıkların eylemleri, Dernekler
Yasasının 4’üncü ve64/1’inci maddelerinde yazılı suç ve cezalarla ilgili
görülmezler. Hükümetçe onaylandığına göre, inanç ve düşünme yönünden bağlı
bulundukları Newyork merkezi ile olan manevi ilişkileri de, kökü dışarıda
bulunan dernekleri yurt içinde kurmak suçuna yer veren Türk Ceza Kanunun
143’üncü maddesi içinde düşünülemez. Nitekim bu maddeye iddianamede
değinilmediği gibi itiraznamesinde dahi yer verilmemiştir. Yukarıda açıklanan
nedenlerle yerinde bulunmayan Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar
verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı M.S.
Livanelioğlu:”Yehova Şahitleri olduğunu kabul eden ve amaçlarına ulaşmaları
için faaliyetlerini “Mukaddes Kitap
Kursları”adındaki paravan dernek adına sürdüren sanıkların eylemleri, Türk Ceza
Kanunun 163’üncü maddesinde yazılı suçun oluşup oluşmadığının tesbiti ve bu
davada isabetli bir sonuca ulaşabilmek için önce Yahova Şahitleri’nin
inançları, amaçları, çalışma biçimleri ve nasıl bir kuruluş olduğunun
bilinmesinde zorunluluk vardır. Amerika’daki Merkez yöneticilerince hazırlanıp,
Türkiye’de faaliyete geçirdikleri dernek aracılığı ile yayınladıkları “Tarassut
Kulesi, Allah Ak Olsun, Kaybolan Cennetin Tekrar Kazanılmış Cennete, Bütün Milletler
Allahın Kırallığı Altında Birleşin ve dava dosyasında bulunan “Hayata Sevk Eden
Hakikat” adlı kitap ve broşürlerle, dernek tüzüğünden ve konu ile ilgili
ansiklopedik ve bilimsel eserlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere,”Yehova
Şahitleri”,dini ve siyasi bir cemiyettir. Burada,”Şahitler “tabiri güçlü tanrı
Yehova’ya tanıklık eden, tanıyan anlamında kullanılıyor. Gerçekte, Yahudiliğin
tesiri altında kalan ve bir Hıristiyan tarikatı gibi görünen bu dini ve siyasi
cemiyet, Amerika’da oturan liderlerinin yönetimi altında, Amerika, Asya, Afrika
ve yurdumuzda kesif bir faaliyet içindedir. Şahitler, kitap,mecmua,broşür ve
teyp kullanarak halkla temas kurmak ve görüştükleri kimselere telkinle vaazda
bulunarak amaçlarını gerçekleştirmeye gayret etmektedirler.”Ful-Time”,Tamgün
çalışanlara Öncüler;”yarım gün çalışanlara da “Neşriyatçılar,”diyorlar.Her iki
grup Şahitler,Amerika’daki merkezlerinden ve yine oradaki liderlerinden
aldıkları direktiflerle faaliyet gösteriyorlar.Mahalle kiliselerine “Kırallık
Salonu”,adını vermişlerdir.böylece Şahitler,aynı zamanda bir vaizler
cemiyetidir.Kendi adamlarına, Kutsal işçi”,derler.Yehova
Şahitleri,milliyetçiliği,milli duyguları reddettikleri gibi milli hudut ta
tanımazlar.Ulusların savunucusu ve koruyucusu olan askerliğin,askere
alınmasının karşısındadırlar.Ulusal egemenlik,bağımsızlık,milli hâtıralar ve
kahramanlıkların sembolü olan bayrağı ve sancağı selamlamayı da reddeder ve bu
çeşit davranışları puta tapmak sayarlar.Şahitlerin boşanmaları
yasaktır.Seçimlere iştirak etmeyi,seçme ve seçilmeyi günah sayarlar.Sığara ve
içki içmek ve heykel yapmak haramdır.Kendilerinden olmayanı düşman
tanırlar.Ahirete ve cehenneme inanmazlar.Yehova’nın güçlü bir tanrı
olduğuna,İsa’nın da vaadedilmiş bir dünyanın kıralı olup,bu kırallığın gökte taç
giymiş bulunduğunu,yakında” Armagedon” savaşında,yeryüzündeki kötü insanları
yok edip,asıl hedefleri olan dünya kırallığını kurağına inanırlar.Bu
kırallık,yeryüzündeki bütün milletlerin siyasi sistemleri yıkılmak ve ortadan
kaldırmak suretiyle tesis edilecektir.Milli hükümetlerini Allahın kırallığına
teslim etmeyenler,helâk edilecektir.Yeryüzündeki bütün siyasi sistemler bir
canavardır.Armagedon savaşı ile yok olacaklardır.Yehova’nın ikazlarına kulak
verip,şimdiden ona boyun eğenlerin davranışlarını,yukarıda açıklanan ilkelere
uyduranların yeryüzünde kurulacak bir
dünyada ebedi olarak yaşayacaklarını
telkin ederler.Amaçlarının tahakkuku için binlerce broşürler kitap,mecmua,broşür ve teyp bantları hazırlayıp,bunları türlü
dillerde bastırıp bütün dünyaya yaymaktadırlar.Şimdiye kadar,100 ayrı dilde 643
milyon nüshadan fazla kitap bastırıp dağıttıkları bilinmektedir.Dergi ve
broşürler bu rakama dahil değildir.Memleketimizde de pek çok kitap ve
broşürleri,Türkçe olarak bastırıp dağıtmışlardır.Sanıklardan bir kısmının İzmir
Şubesi yöneticisi oldukları;”Mukaddes Kitap Kursları Derneği’”nin
tüzüğünde:”Amaçlarının Yehova Şahitlerinin,inanç,kültür ve ahlâk görüşü
açısından ,Kitabı Mukaddes görüş,inanç ve ahlâk anlayışını yaymak ve bu kitabın okunmasını ve incelenmesini teşvik etmek ve isteyen
herkese öğretmek,”olduğu ;bu yolda “eğitici programlar,konferanslar
düzenlemek,yayınlarda bulunmak,yabancı dillerdeki eserleri Türkçeye çevirmek
“için derneği faaliyete geçirdikleri belirtilmiştir.Sanıklar savunmalarında:”Yehova
Şahitliğinin bir din olduğunu”,”bu dinin gerektirdiği bütün vecibeleri
benimsemiş ve yerine getirmek için çalışan kimselerden olduklarını “;”Sanık
Kosta’nın Muhbir Hüseyin’e vermiş olduğu broşürdeki esasları da kabul
ettiklerini”,”Derneğin Yehova Şahitliği
Dinine hizmet eden,çalışanlarını geliştirmesi ve yayılması bakımından yasal
yönden çözüm getiren bir vasıta olduğunu,kanuni bir ihtiyaçtan
doğduğunu,yayınlarının meşruluk kazanması için bir dernek kuruluşuna zaruret
duyulduğunu “;”Mukaddes Kitap haricindeki yayınlardan da dernek yönetim kurulunun malumatı bulunduğunu”,”İçlerinden bazılarının
dinlerini değiştirip,Yehova Şahidi olarak nüfus kütüğüne kayıt ettirdiklerini”;”Seçme
ve seçilmeyi mubah saymadıklarını,inandıkları dinin bu faaliyetleri günah
saydığını”;”Askerliği mecbur tutmadıklarını “söylemişlerdir.Yehova Şahitlerinin
dünya görüşünün yayılması için çıkarılan pek çok kitapta olduğu gibi,dosyada
mevcut,”Hayata Sevk Eden Hakikat,”adlı kitapta,Yehova Şahitlerinin inançları
doğrultusunda bugünden faaliyet göstermeleri,inançlarına uymayan yasalara karşı
gelmeleri gerektiğini telkin eden pek çok kısım bulunmaktadır. Örneğin:
a-Allah’ın rızasını kazanmak
için Mukaddes Kitabı tetkik etmek ve Allah’ın iradesi hakkında bilgi edinmek
şarttır. Fakat İsa Mesih’in söylemiş olduğu veçhile, mühim olan bu iradenin
yerine getirilmesidir. Bir kimsenin işleri öğrendiği şeylere uygun olmalıdır.
Öyle ise, Allah’ı memnun etmek için,bir kimsenin dini inanışı Mukaddes Kitapla
tam bir ahenk içinde olmalı ve hayatın her safhasına tatbik edilmelidir.S.16.
b-“Yehova Allah”,adil
sistemdeki hayatımız için bizi talim ve teçhiz etmek üzere kullandığı bir
teşkilata sahiptir. Şimdiki kötü şeyler sistemi yok olduktan sonra, insanlar
her yerde Allah’ın yolunu takibedecekler, Allah’ın hükümeti, yegâne hükümet
olacaktır. Yeryüzünde müşarekette bulunmak için, Allah’ın tasvip ettiği
kavimden başka kimse kalmayacaktır. Edin olacaktır. Bundan dolayı, en hikmetli
hareket, yazılı sözü olan Mukaddes Kitap vasıtası ile verdiği eğitimden faydalanarak
Allah’ın yolunda yürümeye şimdiden çalışmaktadır. Bunu takdirde, Allah’ın adil
yeni sisteminde ebedi hayat arzu ettiğimiz söylendiği zaman, bunu gerçekten
ciddi olarak istediğimizi ispat etmiş oluruz.(S.151).
c-“Fakat siyasi otoritelere
karşı gösterilen tabiiyetin derecesi nedir? Acaba sınırsız mıdır? Acaba beşeri
kanuna gösterilen itaat, Allah’ın kanununa gösterilenden daha mı önemlidir?
Kat’iyen. (S.174)”
d-“Allah’ın tasvibini
kazanmak istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız, kanuna itaat, hayatında ciddi bir
mesele olacaktır. Bu komşularının şahsına ve mülküne gereken itibarı göstermene
sebeb olacaktır. Seni hükümet memurlarına karşı saygılı kılacaktır. Fakat
herşeyden önce, hayatını yüce kanun verici olan Yehova Allah’ın adli kararları
ile tam bir ahenk içinde bulundurmana sebebiyet verecektir. (S.178)”.
e-“Kendileri, Devletin
Kanuna karşı mükellefiyetlerini hafiften almadılar; fakat insan kanunu ile
Allah’ın kanunu arasında doğrudan doğruya bir ihtilaf baş gösterince onlar en
üst olarak Allah’ın Kanununu kabul ettiler. Onların götürüldükleri mahkemenin
hürmet edilen bir üyesi, bunun farkında olarak meslektaşı olan hâkimlere,
kendilerinin hükümet memurları olarak Allah’a karşı cenk edenler haline
gelmemeleri için, bu Hıristiyanlara engel olmalarını hikmetle nasihat
etmiştir.(S.175)”.
Görüldüğü gibi anılan kitap
ve broşürlerde yer alan ve olanaklar ölçüsünde temas kurdukları kişilere
aşılanmak istenen fikir ve öneriler, Yehova şahitlerinin amaç ve faaliyetlerini
göstermeye yeterlidir ve bunların sadece masum bir inanış olarak kabulü mümkün
değildir.
Laiklik deyiminin aslı
Latincedir. “Laicus” kelimesinden gelmektedir ki, “dini ve ruhani olmayan”
anlamını ifade eder.
Türk Hukuk sözlüğünde
laiklik: “Devlet idaresinde ilim ve fen icaplarının ve münhasırsan Dünya
ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasına ve dinin ancak vicdana taalluk edip Dünya
ve siyaset işlerinde müdahalesi doğru olmayacağına ve bu kanaatle tesis edilen
ve idarenin hakiki terakkiye edeceğine inanmanın sembolü olarak tarif
edilmiştir.
Çoğunluk görüşünü benimseyen
bazı üyeleri, Anayasamızın vicdan ve din hürriyeti ile ilgili 20’inci maddesi
karşısında sanıkların eylemlerinin suç teşkil etmeyeceğine değinmişlerdir.
Anayasamızın 20’inci
maddesi; herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu ve bu düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı ve resim gibi her türlü vasıta ile tek başına veya toplu
olarak açıklayabileceğini ve yayınlayabileceğini belirtmiş ve bundan başka hiç
kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını hükme bağlamıştır.
Anayasamızın Kurucu
Meclisteki müzakereleri sırasında, iş bu maddenin fikir ve düşünce hürriyetine
hudut çizmediği ve bu itibarla mahsurlu olduğu ve filhakika bu hükmün mesela
Nasyonal Sosyalizme yahut Komünizme veyahut irtica ve ümmetçiliğe kayan fikirlerin
fertler tarafından tek ya da toplu olarak yayınlanmasına mani olamayacağı ileri
sürülmüştür.
Bu görüşe karşı komisyon
sözcüsünce verilen cevapta: maddelerin yalnız başlarına ele alınarak değil
fakat “gai”/Amaçsal yorum/ esaslara göre tetkik ve tefsir edilmesi gerektiği;
Anayasamızın esas itibariyle hürriyetleri imha edici faaliyetleri men eden ve
realist bir hürriyet anlayışını kendisine temel ittihaz eden bir Anayasa
olduğunu ve bu sebeple laik ve demokratik nizamı yıkmak isteyen fikirlerin
ifade edilmesinin fikir hürriyetine dâhil sayılamayacağı, bilakis suç olacağı
belirtilmiştir. (TBMM Tutanak dergisi, cilt 3, 44’üncü birleşim, 13.4.1961, s,
445,450) (Türk Anayasa Hukuku Umumi Esasları, Prof.Dr. İlhan Arsel, 1962 basımı
s. 465)
Laiklik ilkesinden ne anlaşılması ve
Anayasamızın 19’uncu maddesinin ne şekilde yorumlanması gerektiği konusunu
inceleyen Anayasa mahkemesi ise 2.10.1971 gün ve E.1970/53 K.1971/76 sayılı
kararında: “Ülkemizde 1961 Anayasası ile kabul edilmiş olan laiklik ilkesi,
geçirilen tarihi tecrübelere, devrimlere, Ulusun dini ve siyasi özelliklerine
ve yurdumuzun koşullarına uygun bir anlam taşımaktadır. Anayasamızın 2’inci
maddesinde yer alan laiklik ilkesi, devletin niteliklerinden birini açıklar ve
belirler. Burada ki laiklik ilkesinin kavramını saptamak Anayasanın konu ile
yakın ilgisi bulunan özellikle başlangıç bölümünün 2, 19, 153 ve 154’üncü
maddelerinin ışığı altında inceleme yapılması ve Anayasa koyucunun kastettiği
anlamın araştırılıp tartışması uygun olacaktır. Anayasanın 53’üncü maddesinde,
bu Anayasanın hiçbir hükmünün Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine
erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı güden, Madde
metninde gösterilen devrem kanunlarının, bu Anayasanın halkoyu ile kabul
edildiği tarihte yürürlülükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı Olduğu
şeklinde anlaşılamayacağı belirlenerek böylece laik devlet düzeninin korunması
hedef tutulmuş bulunmaktadır. 1961 Anayasası ile güdülen ana erek başlangıç
bölümünde “Türk Ulusunun daima yücelmesi” ve 153’üncü maddesinde ise “Türk
Ulusunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi” biçiminde saptanmıştır. Bu
esasları Anayasada yer alması, az önce açıklanan ana ereğe varılmasını
engelleyebilecek veya zorlaştırabilecek nitelikte hiçbir hak ve özgürlük
Anayasada tanınmış olduğunu, Anayasada benimsenmiş laiklik düzenine ilişkin
kuralların ancak bu ana ereği gerçekleştirme doğrultusunda yorumlanabileceğini,
bu ana ereğin Anayasada görülen birçok sınırlandırmaları zorunlu kılan bir neden,
daha açıkçası Anayasada benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce
olduğunu anlatır. Bu nedenledir ki tarihi tecrübelerden ders alınarak ülkemizde
bu ana amaca aykırı erek güden dini örgütlerin kurulmasına Anayasa hükümleri
ile olanak tanınmamıştır… Laiklik ilkesinin önemli esaslarından olan bu
hükümler din ayrımı gözetmeksizin herkesi kapsamakta bulunmuş ve hayatına etkili olabilecek ilişkilerde
ölçüsüz hak ve sınırsız hürriyet düşünülemeyeceğinden, din hürriyetinden doğan
hakların da bireyin manevi hayatı alanından taşıp toplum alanına ve toplumun
huzurunu ve çıkarlarını tehdit eden eylem ve davranışlarına dönüşmesinin
milletin çıkarlarını ve huzurunu korumakla yükümlü olan devletçe önlenmesi
zorunludur.,, Din hürriyetinin Anayasa ile çizilen sınırlarının ihlali, dinin
sömürülmesi ve kötüye kullanılması, devletin laiklik esasına dayanan düzenine karşı gelinmesi anlamını taşımakta;
Anayasanın temel ereklerini engelleme sonucu doğurmaktadır. Böyle bir tutumun
ve sınırsız, denetimsiz bir din hürriyeti ve bağımsız bir dini örgütlenme
anlayışının ülkemiz için pek ağır tehlikelerle yüklü olduğu uzak ve yakın
tarihi tecrübelerle anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Anayasa koyucu, mabedin
işleriyle uğraşan kimselerin özerkliği veya bağımsızlığı biçiminde sınırsız ve
devletin denetimi dışında kalan bir din hürriyeti anlayışının Anayasada kabul
edilen laiklik düzeni ve ilkelerine uyun görmemiştir… Yukarıda açıklanan
nedenlere dayanan zorluklar karşısında Anayasamızda din ve devlet ilişkileri
tayin edilirken, din hürriyetinin bireyin manevi alanına ilişkin olanlarının
dışındaki bölümleri için bir takım sınırlamalar getirilmiş ve kurulmuş olan
laik devlet düzenini korumak üzere yaptırımlar konulmuştur. Bunların sonucu
olarak devlete din hürriyeti üzerine bir denetim yetkisi tanınmış
bulunmaktadır. Bu yetki din ayrımı gözetmeksizin bireylerin dini inançlara
tecavüzlerini önleyici tedbirler almak ve ibadetlerin, dini ayin ve törenlerin
kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara uygun
olup olmadığını izlemek, dini sömürmeyi ve kötüye kullanmaları ve dini taassubu
önlemek gibi biçimlerde kendini göstermektedir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında yer alan ve “Türk Ulusu’nun daima yücelmesi” “Türk Ulusu’nun
çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi” deyimlerinde ifadesini bulan ana ereğin
gerçekleştirilmesi mümkün görülmüştür.”Denilmektedir. Esasen, mahkemeler
uygulayacakları yasayı, yorum yoluyla dahi Anayasa ile bağdaştıramazlarsa, bu
takdirde kendiliklerinden o yasayı uygulamaktan kaçınamazlar. Anayasanın
öngördüğü usule uygun olarak iptalini sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine
başvurulmalıdır. Zira Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasının geçici 9’uncu
maddesi, Anayasadan önceki yasalar hakkında da Anayasa Mahkemesi’nde Anayasa
uygunluğunun denetlenmesinin yapılacağını hükme bağlamak suretiyle Anayasa ile
zımni ilgayı ilke olarak reddettiğinden –Onur Armağanı, Dr. İsmet Ocakçıoğlu,
kurallar zinciri ile ilgili bazı sorunlar, s.507.Türk Ceza Kanunu’nun 163’üncü
maddesinin bütün unsurları ile yürürlükte bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu genel açıklamalardan sonra, Yehova Şahitlerinin bilhassa milliyetçilik,
seçimlere katılmama, askerlikle işleviyle ilgili propaganda ve telkinlerinin
Anayasa düzenimizi temelinden sarsacak nitelikte bulunduğunun belirtilmesinde
fayda bulunmaktadır. Anayasamız esasında milli bir karaktere sahiptir. Yani,
Millet ve Milliyet ilkeleri üzerine bina edilmiştir. Millet, Milli şuur,
Milliyet, Milliyetçilik gibi biri birini tamamlayan mefhumlar ve prensipler,
bir demet halinde biraraya gelerek Anayasamızın dayandığı, üzerinde inşaa
edildiği temel ilkelerden, temel sütunlardan birini teşkil
eylemektedir.”Profesör Dr. Selçuk Özçelik, Anayasamızın dayandığı Temel
İlkeler, İ.Ü.Hukuk Fakültesi Mecmuası, Özel Sayı,1977.
Gerçekten anayasamızın başlangıç kısmında Türk
Milleti’nin “bütün fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir
bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya
milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, milli birlik
ruhu içinde, daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham
alarak …”Bu, Anayasanın kabul ve ilan ettiği, açıklıkla belirtildiği gibi
2’inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Milli bir devlet “olduğu da hükme
bağlanmıştır.
Anayasamızın 55’inci maddesinde:”Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme ve seçilme hakkına
sahiptir”,56’ıncı maddesinde:”Vatandaşlar siyasi parti kurma ve usulüne göre
partilere girme ve çıkma hakkına da sahiptir… Siyasi partiler, ister iktidarda
olsun, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez
unsurlarıdır.”Denilmektedir.
Seçimlere katılmanın anayasal düzenimizde,
önemine ilişkin Anayasa Mahkemesinin 6 Mayıs 1968 gün ve ek 5/13 sayılı
kararında:”Demokratik İdarenin”,”Halkın, halk tarafından, halk yararına
yönetilmesi” demek olduğunda şüphe yoktur. Buradaki özellikle “halk
tarafından,”deyimi, eldeki konuyu yakından ilgilendirmektedir. Devletlerin
sosyal durumlarında beri süregelen gelişmeler, halkın yönetimi bizzat elinde
tutmasına maddi vermediğinden e fiili imkân vermediğinden, temsilciler yoluyla
idareye katılmalarını zorunluluğunun ortaya çıktığı ve temsili rejimlerin bu
zorunluluğun sonucu olarak kurulduğu bilinen vakıalardır. Doğrudan doğruya halk
idaresinde halkı, nasıl halkın çoğunluğu yönetmekte idiyse, temsili rejimlerde
de yine halkın çoğunluğunu temsil edenlerin yönetimin başında bulunmaları
gerekmektedir. Ancak, böyle bir temsili rejimin demokratik niteliği var
sayılabilir. Serbest oy esasına göre yapılan seçim seçmenin oyunu baskıya,
kanun dışı bir müdahaleye uğramadan ildiği bir kullanabildiği bir seçimdir.
Ancak bir eylemin serbest oy esasını zedelemesi için baskının mutlaka fiili ve
maddi olması gerekmez. Serbestlik ilkesi, aynı zamanda seçmen iradesine dolaylı
yollardan müdahalede bulunacak veya etki yapacak bir engel ve tedbirin seçmen
karşısında çıkartılmamasını zorunlu kılar. Anayasa, siyasi parti kurmayı,
partilere girmeyi ve çıkmayı bir hak olarak tanımış; bunların kuruluşunu
herhangi bir izine bağlamadığı gibi, kurulduktan sonra serbestçe faaliyette
kalmalarını teminat altına almış ve siyasi partileri, ister iktidarda,
muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları saymıştır.
Serbestçe faaliyette bulunma deyiminden ereğin siyasi partilerin davranışları
karşısında bir takım fiili engeller çıkartılmaması olduğu gibi, bunların
Anayasa ile tanınmış haklarını kullanmalarının, kanunlarla dahi engellenmemesi
olduğu ortadadır. Anayasanın bu hükmü,çok partili siyasi hayatın ülkede hâkim
olması erek ve isteğinin ifadesinden başka bir şey değildir;”denilmektedir.
Ülkemizde yasama organı üyelerinin ve mahalli idareler yöneticilerinin seçimle
işbaşına geldiği düşünülürse, seçme ve seçilmeyi günah sayan, üyelerine ve
ilişki kurdukları herkese bu yolda propaganda ve telkinde bulunan bir zihniyeti
anayasal düzenimizle bağdaştırma olanağı bulunmadığı gibi, askerlik ödevinin
gerektiği gibi yerine getirilmemesi ile ilgili propaganda ve telkinleri “vatan
hizmetinin her Türkün hakkı ödevi
ve olduğuna,”ilişkin
anayasanın 60’ıncı maddesi; Yehova
Şahitlerinin bayrağı ve sancağı selamlamama, milli hudut tanımama ye olundaki
inanç ve eylemlerini de Anayasanın 54’üncü maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık
bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”,3’üncü maddesindeki “Türkiye Devleti,
ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür,”hükmü ile bağdaştırmaya olanak
yoktur. Ayrıca Anayasamızın 54’üncü maddesinde,”Vatana bağlılıkla bağdaşmayan
eylemde” bulunmanın vatandaşlıktan çıkarılma nedeni olarak gösterildiği de
gözden uzak tutulmamalıdır.”Vatana sadakat borcu “ açısından Devletin, Ülke
bütünlüğünü ve savunma olanaklarını ihlal eden fiillerin, korunan bu hukuki
değerler yönünden tehlikeli sayılan bu hareketlerin cezalandırılmalarının ise
anayasal sistemlere ve demokratik ilkelere uygun olduğu kabul edilmektedir.
Türk Ceza
Kanunun 163’üncü maddesiyle:”Devletin iktisadi, siyasi, hukuki ve temel
nizamlarının laikliğe aykırı olarak ve dini esas ve amaçlara uydurulması
amacıyla dini propagandanın yapılması, bu amaçla cemiyet kurulması “yasaklanmış
ve ceza müeyyidesine bağlanmıştı-
TCK’UNUN
163’üncü maddesi”,kaynağını” Hıyaneti Vataniye Kanununda” bulmaktadır. Daha
sonra,22 Nisan 1925 tarihinde 635 sayılı kanunla Ceza Kanununun hükümleri
değiştirilerek aynı fiil Cezalandırılmış;1926 yılında da 163’üncü madde, Türk
Ceza Kanununda Yerini almıştır. Madde, daha sonra1949 yılında 5435 sayılı
kanunla değiştirilerek bugünkü şeklini almıştır. Daha sonra,24 Temmuz 1955 tarihli
6187 sayılı kanunla da ,”Siyasi veya Şahsi nüfuz ve menfaat temini maksadıyla
dini veya dini hisleri yahut dince mukaddes tanılan şeyleri veya dini kitapları
alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan
“kişilerin bu fiilleri suç sayılmıştır. Söz konusu maddeler, temelde din
propagandasını sınırlamaktadır. Din propagandasının, Devletin Laik temel
sistemine karşıt bir içerik taşıması durumunda suç sayıldığı ve dinin şahsi ve
siyasi etkinlik sağlamak için kullanılmasının yasaklandığı görülmektedir.”Türk
Basın Hukuku, Dr. Çetin Özek,s.454.
Maddenin
uygulandığı şeklini açıklayan Adalet Bakanlığının 22 Mayıs 1953 tarihli
tamiminde :”Propaganda ve telkin, ya devletin temel nizamlarını dini esas ve
inançlara uydurmak amacıyla yahutta siyasi menfaat veya şahsi nüfuz temin ve
tesis eylemek maksadıyla yapılmış olacaktır… Bu esaslar dairesinde mütalaa
olunan propaganda ve telkinin sureti icrasını kanun tahdit etmemiş, her ne
suretle olursa olsun demekle bütün icra tarzlarını müeyyidesi altına
almıştır.”Denilmektedir.
5435 sayılı
kanunun Hükümet gerekçesinde, Devletin içtimai temel nizamı”,bir cemiyetin
varlığını ve devamını sağlayan ve koruyan bütün kaide ve Müesseseler,”olarak
ifade edilmiş,”içtimai nizamın geniş surette yorumlanması gerekeceği” de tasrih
olunmuş,Adalet Komisyonu raporunda ise ,”içtimai temel nizamın”,diğer temel
nizamlarla müşterek olduğu,”belirtilmiş ve,”cemiyetin idamesi için riayeti
zarureti” ile bir ölçü verilmek istenmiştir.”
“Devletin içtimai temel nizamı
doktrinde farklı anlayışlara yol açmaktadır ve daha ziyade içtimai nizam bir
toplumun varlığını ve devamını sağlayan ve koruyan bütün kaide ve
müesseseler,”şeklinde bir anlayış üzerinde fikirler toplanmaktadır. Kanun
koyucunun genel ve gerçek iradesi en veciz şekilde şöylece özetlenmiş: “Hiçbir
zaman Türkiye Ortaçağa dönmeyecektir!”Atatürk’ün yanıldığı, isabetsizliğe
uğradığı hiçbir hükmü yoktur.”Türk Ceza hukuku Hususi Hükümler”,Profesör Dr.
Faruk Emre,1965 basımı s.95 ve devamı. Gerçekten Laiklik, Atatürk Devrimlerinin
en önemlilerinden biridir. Atatürk,
Büyük Nutkunda, Laikliğe büyük önem vermiştir. Kurduğu partiye Laiklik
prensibini temel kaide olarak koymuş, Anayasaya, Ceza Kanununa,Cemiyetler
Kanununa Laikliğe aykırı faaliyetlerin
müeyyideleri Atatürk zamanında
konulmuştur.Atatürk,Laikliğe aykırı faaliyetleri Vatana İhanet kabul
ettiğinden 1925 yılında Hıyaneti
Vataniye kanununa özel hüküm konulmuştur.”Topluma Karşı İşlenen Suçlar,Sadi
Kazanca,s.125.”
“Bu nedenlerle: Siyonizmin
beynelmilel amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla—Dünya’da yalınız İsrail’de
faaliyette bulunmadıkları bilinmektedir!”—Bilhassa Milliyetçiliği, Milli
duyguları, Bayrağı ve Sancağı selamlamayı reddeden, milli hudut tanımayan,
seçimlere katılmayı bile günah sayan, bu suretle çeşitli ülkelerin
vatandaşlarının devletlerine olan bağlarını zayıflatmayı hedef alarak faaliyet
gösteren Yehova Şahitliği, dinsel görüşü benimseyip,inançla savunan ve bu
inançlarını Türkiye’de kurdukları kökü dışarıda dernekleri ile yaptıkları
toplantılar,yayın,vaaz ve propagandalarla,masum bir inanış maskesi
altında,fakat bilinçli bir şekilde
eyleme dönüştürdükleri anlaşılan sanıkların eylemlerinin,Laik aykırı
olarak,Devletin içtimai,siyasi ve hukuki temel nizamlarını dini esas ve
inançlara uydurma amacına yönelik ve TCK’UNUN 163’üncü maddesini ihlal eder
nitelikte olduğu) kanısı ile beraat hükmünün onanmasını öngören çoğunluk
görüşüne karşı olduğu belirtilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan üyelerden
M.Kaya:”Tarihte ve zamanımızda din—Die Religion Geschihte Gegenwardt 3 Auflage
Tübingen 1962,6’ıncı cilt,s.1903-1906---Zeugen jahovas adlı kitapta,Yehova
Şahitleri hakkında şu bilgi verilmiştir:”…jezuz Kristus—İsa Mesih—dünyaya
gelmiştir.Tanrı Yehova onu ruhani bakımdan tekrar diriltmiş ve
O’NU,1874-1914’den itibaren ,görülmez teokratik organizasyonun Kralı,Başkanı
yapmıştır.””Her devlet ve bütün milletler şeytanın bir aleti olarak
reddedilir,kabul edilmezler.Yehova Şahitleri,teokratik organizasyonun fertleri
olarak her askeri görevi –Daha sonra hapsedilenler bile—reddetmektedirler.”…Tanrı,Yehova
Şahitlerinin planını yürüten bir organizatör “olarak görünmektedir.
Midyan Kabilesinin bir aşiret
ilahı, yahut Sina Dağına yerleştirilen bir fırtına ilahı olan Yahre ve Yehova
Musa’nın—Moşe—Zamanından beri tarihte faal ve müessir olan İsrail’e bağlı bir
gerçek ilah şeklinde gösterilmektedir.”Prof.Dr.Anna Marie Schhimmel,Dinler
Tarihine Giriş,Ankara 1965,s.194.”İskenderiye Kütüphanesine Dair” Risalenin
115’inci sahifesinde İngiliz tarihçisi Gibon’un tarihinin 61’inci babında,Yahudi
peygamberlerinin verdikleri haber olarak şu husus
belirtilmiştir:”…Yahudiler,Yehova’nın idaresinde dünyayı idare etmeye devam
edeceklerine dair cihan saltanatlarını kurmak yolundaki 2000 küsur yıllık
şaşmaz davaları,Allah;Din,ve Devlet gibi
mukaddes mefhumların yıkılmaları hususunda her türlü çareye
başvurdukları ,Yehova Şahitleri,adlı teşekkülü de bu amaçla tarihi emellerine
alet ettikleri anlaşılmaktadır.Gerçekten,Yehova Şahitlerinin ----bir kısmı
Türkçeye de tercüme edilmiş olan bazı broşür ve kitaplarından alınan
örnekler,kökü dışarıda bulunan bu mezhebin Devletimizin ve siyasi ve hatta bütün devletlerin sosyal ve siyasi
düzenini değiştirerek,dini-Siyasi bir krallık kurmak amacında bir teşkilat
olduğunu göstermektedir.Şöyle ki:1-Kırallığın bu iyi haberi(Watschtower
Bible and Tract Society Of Newyork
İnc.Brooklyn.Newyork ,USA):”Böylece İsa,mevcut bütün delillerin işaret ettiği
veçhile kırallık kudretini 1914 yılında elde edip,gökte hüküm sürmeye
başlamıştır.S.20””Seçilmiş 144 000kişi Mesihle birlikte Yehova’nın semavi
krallığında,temizlenmiş göklerde hüküm sürüyorlar.””1914 yılından beri göklerde
krallığı hüküm
sürmektedir.S.21.”Sahife24,de1--Milletler,Hudutlar,Devletler,Bayraklar,Milli
Hukuk ve Milli Nizam ortadan kaldırılarak bu dünyada Teokratik Krallık’ın tam
manasıyla gerçekleşeceği açıklanmıştır.”
2—Yeni Bir Dünyaya İnanmak İçin
Esas,”adlı, aynı yer baskılı –kitapta;”Mukaddes Kitabın ihtiva ettiği şartları
yerine getirenler, tasviri imkânsız nimetlerle dolu yeni bir dünyada ebediyen
yaşayacaklardır. İktidar hırsı ile yanan siyasetçiler artık insanları
ezmeyeceklerdir,”şeklindeki cümle ile din tamamen siyasete karıştırılmıştır.”
3-Adil Yeni Bir Nizam Ümidiyle
Yaşamak—USA.1969,İngilizcesi:1963 Living in hope a Ringteous New Order—adlı
broşürde:”Onlar –Yehova Şahitleri-ümitlerini Yehovanın krallığı tarafından
yönetilecek olan yeni nizama bağlıyorlar. S.22.Denilmektedir.”
4-Bütün Milletler Allah’ın
Krallığı altında birleşince –USA:1968,İngilizcesi 1961,Mhen All Nation Unite
Under –God’s Kington Turkish—Adlı broşürde:”Birleşmiş
Milletler Teşkilatına da düşmanlık duyguları
empoze edilmektedir.”Allah’ın krallığına muhalif olan bütün milletler bir
Armagedon felaketi olacaktır. Ya İsa Mesih’in idaresine boyun eğeceğiz veya
imha edileceğiz.”S.27’de de, milletlerin artık sonunun geldiği ve teokratik
nizam için ve İsa krallığında her şeyin değişeceği öne sürülmüştür.
5—Allah Hak
Olsun—Broklyn, USA:Basanlar,1’inci kitaptakilerdir.---Adlı kitabın Birinci
bölümünde,Yehovanın Şahitleri kimlerdir? Başlıklı kısımda kendilerini
,içinde bulundukları millete ve hukuki
düzene yabancı saydıklarının ,tıpkı bir yabancı elçi gibi orada bulunduklarını
itiraf etmekte ve ”Memleketin hükümetine
merbutiyet borcunda olmadıkları “anlatılmaktadır.S.244.Aynı kitabın 219’uncu
sahifesinde,Allah’ın iradesini Başşahidi İsa Mesih’in önderliği altında yerine
getirmeye hazır olan ,kendilerini buna vakfeden insanlardan müteşekkil bir
topluluktur.Kainatın tek hükümdarının Yehova olduğunu,Semavi Adaleti,hükümetin
onun eseri olduğunu ilan etmek maksadıyla biraraya geldiklerini
açıklamıştır.Yehova Şahitlerinin sosyal düzene karşı davranışlarının bir
örneğini şöyle belirtmişlerdir:”Yehova Şahitleri,Yehova’nın krallığına sadakat
taahhüdünü de bulundukları için mahalli,milli ve milletlerarası siyasete
iştirak etmezler…””Muafiyet “başlığı altında –s.235-teokratik bir zihniyet
içinde ne derecede sosyal düzene karşı oldukları ve milli mukavemeti ,savunmayı reddettikleri –236’ıncı ve
237’inci sahifelerde aynen şöyle açıklanmaktadır:”Yehova Şahitleri,güttükleri
vaiz faaliyetlerinden dolayı ,içinde ikamet ettikleri milletlerin silahlı
kuvvetlerinde askeri talim ve hizmetten
muafiyet talep etme hakkına haizdirler.”,”askeri talim ve hizmetten muafiyet
talep ederler.Bu sebep şudur:Kendileri zaten bir orduda
bulunuyorlar….Başkomutan olan Yehova,kendilerine bu dünyanın cismani harbine
iştirak etmek müsaadesini vermez.Bundan
başka,Mesih İsa’nın ordusuna mensup olan bir şahıs,bu dünyanın her hangi bir
ordusuna hizmet etmek maksadıyla Yehova’nın ordusunu terk ettiği takdirde firar
etmiş olur.Ve Kadiri Mutlak Yehova’nın
firarlar için tesbit etmiş olduğu cezaya çarptırılacaktır.”Aynı kitabın
241’inci sahifesinde bayrak düşmanlığı şöyle açıklanmıştır:”Kurtuluşuna münhasıran
Yehova’ya atfeden bir Şahit,herhangi bir milletin bayrağına selam verdiği
takdirde,Yehova’nın kelamında putperestliğe karşı gösterilen emri ihlal etmiş
olur!”
6—“Tarassut
Kalesi” adlı kitabın 151’inci sahifesinden yeryüzün Siyasi sistemler hakkındaki gayeler böylece
açıklanmıştır: “Canavar ve kendi sureti olarak tefsir edilen yeryüzündeki
siyasi sistemler, eski bir ateş ve kükürt gölüne atılmış gibi tam manasıyla
imha edileceklerdir”.
7-“ Kaybolan
cennetten tekrar kazanılan cennete “ adlı kitapta da ötekilerde Yehova’nın
tahtında kim oturacak? Sorusuna “İsa Mesih” olduğu cevabı verilmiştir.
Görülüyor ki;
kendi kitap ve broşürlerindeki açıklamalarına göre, Yehova şahitleri dünya üzerinde teokratik bir
düzenin öncüsü, hazırlayıcısı olarak kendilerini görevli sayan ve endi
amaçlarına aykırı gördükleri bütün düzenleri yıkmaya çalışan bir teşkilatın
mensubu manzarasını arz etmektedirler. Onlar Devlet yerine Dünya Derneğini
kabul etmektedirler. Bu yönleri ile devletlerin ve milletlerin varlığını,
mevcut iktisadisi, sosyal, milli siyasi nizamı, hukuki düzeni ve hudutlarını
reddettiklerinden diğer din ve mezheplerden farklılık göstermektedirler. Bu
reddediş vicdani ve iktisadi bir inanç şeklinde kalmayarak tam bir eylem ve
uygulama haline geçmektedir. Yehova Şahitleri hürriyet, bağımsızlık ve milli
hukukun sembolü, tarih ve hatıralarla yoğrulmuş bayrağa ve bayrak törenlerine
karşı çıkmaktadırlar. Onlar milli marşları devlet büyüklerinin, zaferlerinin
hatıralarını yansıtan ağabeyleri bayrağa saygı göstermeyi, milli duyguları,
millet ve vatan sevgisini ve bunlara bağlanmayı, askerlik görev ve hizmetini
reddetmektedirler. Milli Savunma ve milletin bölünmez bütünlüğü gibi esaslara
da karşı çıkmaktadırlar. İnançlarının uygulanması ve fiile çıkması halinde
doğuracakları sonuçların vahameti açıktır. Gerçekten –Marley Cole J.Z. Sahife
112’de verilen bilgilere göre ABD’de 2. Dünya Savaşı esnasında 8.000 Yehova
Şahidi askerlik hizmetlerinden kaçmışlardır. Aynı eserde Yehova Şahitlerinin
İsviçre de askeri disipline uymamak ve itaatsizlikten hapis cezasına mahkûm
edildikleri belirtilmiştir. Yehova Şahitleri kendilerini o milletin mensubu
saymayarak, kendi millettaşlarınının ve yurttaşlarının bu mezhebe dâhil
olmadıkça birer karşı insan durumunda kabul etmek suretiyle de açıkça bölücülük
yapmaktadırlar. Onların bütün milletleri bu arada da Türk Milletini de laikliğe
aykırı olarak dini kurallara dayanan bir krallık altında toplamaya matuf ve
aksiyon haline getirilen tarihi cihan hâkimiyeti amaçlarının, Anayasanın
güvencesi altında bulunan inanç ve düşünce özgürlüğü içinde mütalaa edilmesine
imkân olmadığını ileri sürerek, itirazın kabulü gerektiği görüşünde olduğunu
belirtmiştir.
Çoğunluk
görüşüne karşı olan üyelerden A.Saraçoğlu, Ceza Genel Kurulu başkanı Mustafa
Sabri Livanelioğlu’nun gösterdiği gerekçelere katıldığını, diğer üyeler de
sanıkların T.C.K’NUN 163. maddesini açıkça ihlal ettiğini öne sürerek itirazın
kabulü yolunda oy kullanmışlardır.
Sonuç: Yukarıda
açıklanan nedenlerle Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının (REDDİNE),
28.01.1980, 28. 01,1980 tarihlerinde yasal çoğunluk sağlanamadığından
24.03.1980 gününde salt çoğunlukla karar verildi.
Madde 526/2-
Şapka iktisası hakkında hakkın da 671 sayılı kanunla Türk harflerinin kabul ve
tatbikatına dair 1353 sayılı kanunun koyduğu memnuniyet veya mecburiyetlere muhalif
hareket edenler 3 aya kadar hafif hapis veya 30 liradan 600 liraya kadar hafif
para cezası ile cezalandırılır.” “”T.C.K 163 sonradan, Turgut Özal tarafından
yürürlükten kaldırılmıştır?!Ostüzü.
DAVİD ROCKEFELLER'İN SÖYLEDİKLERİ......(Bizim ve dünyanın
durumu).
ABD’li Yahudi
bankacı işadamı David Rockefeller, son yüzyılın en büyük itiraflarını yaptı.
David Rockefeller’e atfedilen bu itiraflar, aslında hepimizin
bildiği tarihi gerçekler..
İşte David Rockefeller’in söyledikleri:
Türkiye’de Adnan Menderes Zamanında “Marshall Yardımı ile El
Attık!
Mesela Türkiye’yi ele alalım.
Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle
başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek
karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde
yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve
programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek
için tekrar, tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı
sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer
bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler
talep ettik, Adnan Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi
ve bizden uzaklaşamaya başladı.
Ülke insanı ilk
defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin
çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu.
Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için,
sağlamlaştırdığını sanıyordu.
Bir darbe ile bu
işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma
arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece Celal Bayer kurtuldu, çünkü bir masondu ve yakın arkadaşı Papa
Roncalli ya da diğer adıyla 23’üncü John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan
kurtardı.
1980 Darbesi,
Bizim İsteklerimiz doğrultusunda Yapıldı!
Aynı ülkede
gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O
zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim
isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika
ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri
kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere
uyguladığımız planı onlara da uygulamak istedik ve
serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep
ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı
Binlerce Türk Genci Uydurma İdeolojiler Uğruna Can verdi!
En sonunda
bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce
kargaşa, sonra düzen.
Provokatörlerimiz aracılığıyla
sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi
göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk
canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar
zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen
provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve
solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye
geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün
ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz
olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci
uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara
geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.
Sonra darbe
geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde
başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona
ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden
çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma
düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne
yaparsan yapsın hemen kabullenecektir
Turgut Özal, İsteklerimiz Doğrultusunda Kapıları Sonuna Kadar Açtı!
Askeri hükümet
bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi
devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda
ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir
piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak
yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı
mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans
şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle
borç batağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak
adlandırdığımız bu ülkelerin hemen, hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan
bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi
şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı
olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek
faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
Türkiye’de Para İtibar Gördü; Arkadaş, Dost, Aile Gibi Kavramlar
Unutuldu!
Bu arada, Turgut
Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş, yavaş
çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki,
bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler.
İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler.
Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker
skandalları birkaç örnek.
Arkadaş,
dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye
başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak
yavaş, yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet
işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar
ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme
hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
“Kürt Devleti Projesini”.Hayata Geçirmek İçin Önce Örgüt Yarattık!
Beyni
yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin
gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve
yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın
çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme
dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş.
Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti
fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal
oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt
yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda
koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını
sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil.
Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için
hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen, hemen tamamından fedakârlık
etmek zorunda kalacak.
Türkiye Bizim İçin Çok Önemli… Su Kaynaklarının Önemli Bir
Kısmı
Burada!
Rockefeller de
sözü devralarak başlıyor;
Türkiye hakkında
biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve
bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının
önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak
istiyorsak, önce Türkiye’den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi
zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hâkim olmak istiyorsak
bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen, hemen elimizde sayılır.
Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle
kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında
birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle
bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde
kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde
hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
En Önemlsi, Türkler Medeniyetin Beşiğidir ve Kökenleri
Sümerlere Kadar Dayanır!
Ülke bor
madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir
gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve
belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce
4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri
terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani
dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki
Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir.
Ayrıca Anadolu’da
büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali
yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan
Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran
ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilkokul açan ve
tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve
soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü
Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve
tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi,
“öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000
civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden
çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün
Türkçe’ de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın
simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri
Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri
ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu
örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl
sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak
dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti
başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini
yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden
2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
Medeniyetin Beşiği Olarak Türkleri Kabul Edemezdik, Bu Mirasa el Koymalıydık!
Medeniyetin
beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür
miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir
toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları
Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti
sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına
öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim
çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir
dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında
insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama
insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum.
Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.
Osmanlıyı Yıkmak Zor
Olmadı!
“Dünya
ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild
kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum;
Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en
önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını
ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.
İsrail
devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II.
Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın
almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı.
Bizim için
Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle
Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka
din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürrem Sultan gibi bu
kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı
kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde
yönetmeye başladılar.
Padişahlar ise
devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı.
Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar
kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda
hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak
planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim
finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I.
Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i
yani sentezi oluşturdu.
Hitler Bizim Tarafımızdan Getirildi, Çünkü
Buradaki Yahudiler İsrail Devletini Kurmaya Yardımcı Olmadılar!
İkinci Dünya
Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi;
diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan
Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye
dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman
ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde
olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik
kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, Dünya
Savaşı başlatacak güce erişiyordu.
Bu iş için
Adolf Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise,
babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu
ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar
olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile
yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine
geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya
başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak
amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü
bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı
senaryoları üretildi.
Şimdi aynı
katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu
saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca
dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir
darbe olacaktır.
Almanlardan
nefret eden o zaman ki Siyonist Başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı
Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan
Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun
vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın
desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda
Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve
daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin
kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl
Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.
İsrail Devleti,
Rotschıld Ailesinin Cömert Mali İle Kuruldu!
Ve böylece Büyük
İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında
Rothschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe
yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri
için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından
aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
Sovyetler Birliği’ne Yeteri Kadar Ülke Tahsis Edilmiş, Mali Destek
Verilmişti!
Sovyetler
Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için,
Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği donanım ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve
Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden
yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve
kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne
kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi
için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
Çin, Henüz Kontrol Edemediğimiz Bir Ülke Ama Amerikan Ekonomisine
Katkısı Büyük!
Çin ise Amerikan
Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline
geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan
ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara
çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran-Irak,
Yugoslavya Savaş Endüstrisi’nin Deneme ve Gelişmesine
Yaradı!
Size dünyadan kısa
örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim;
Vietnam savaşında, Amerika Birleşik
Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları
deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri
kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin
bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa
sürüklendi.
Kore savaşı ile bu ülke
iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip
edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile
biyolojik savaş denemeleri yapıldı.
Kamboçya’da Amerika ile
ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve
yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.
Tayland’da yine ülke yönetimi
devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize
çalıştı.
Endonezya devlet başkanı Suharto
1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu
Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kargaşa/kaos/ yarattı, binlerce
insan öldü.
Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini
geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların
etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok
zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen
bizim kontrolümüz altındadır.
İran-Irak savaşı Saddam’a büyük
vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve
tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha
fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas
ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine
bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç
almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez
Savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek
için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye
ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları
kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak
bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine
yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav
savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere
yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde
hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını
bekliyorlar.
Rothschild
konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu
sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller
devam etti.
Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili; Brezilya; Dominik, Somali,
Panama, El Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki Savaşlar ve
Darbeler Bizim Planlarımızdı!
Zaire devletinin
başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un
deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında
bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş
sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar
birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla
1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle
ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca
bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne
aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke
insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.
Brezilya'da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964
yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney
Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında
bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere
aktı.
1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele
geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli
ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada,
Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk
üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay,
Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar
hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
Bütün Ülke Yönetimlerini Kontrol Altında Tutuyoruz. Aksi halde Terör
Olaylarını Devreye sokuyoruz!.
Avrupa ülkelerinde
kurulan İtalya
Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde,
bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki sinagoglara yapılan
saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim
isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
New York İkiz
Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız
doğrultusunda icra edildiler.
Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye
düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini
bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı:
Dünyada Hiçbir Yerde Mafya ve Kaçakçılık Olayları, Bizim İznimiz
Olmadan Yapılamaz!
“Bu arada, bütün
organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise
vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan
bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya
kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması
için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü
para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir
daha çıkış yoktur.
Dünyanın her yerinde tamamen bizim
kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı
ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük
payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle
bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para
ve rüşvetler dâhildir.
Neden Kuzey Amere Batı Avrupa Varlıklı Bir Yaşam Sürer? Dünyadaki
Beş Milyar İnsan, Bizim Bir Milyar İnsanımız İçin Çalışır!
Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen
başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel
Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını
görüyorsunuz.
Hiç düşündünüz mü,
Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam
olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir
kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler.
Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar.
Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için
çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim
ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da
zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma
savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde
yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi
bekliyorlar.
Bizimle işbirliği
yapanlar, çok yakında yenidünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz
altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre
işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir
hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar.” Attila Zindancıoglu.
Tevhid’i Tedrisat
Kanunu’nun/Eğitim ve Öğretim Birliği Kanununun/ gerekçesi çok Mantıklı ve
akılcıydı.Bu yasayı rafa kaldırdıktan sonra,ulus olmayı bırakarak cicili,bicili
bir güruha döndürüldük.?!
“BİR ÜLKEDE İKİ ÇEŞİT ÖĞRETİM KURUMU,İKİ
ÇEŞİT İNSAN YETİŞTİRİR.BU DA BİRLEŞMEYE ENGELDİR?!
Yehova/Yahve/OLARAK ANILAN, HZ.MUSA’NIN YAHUDİ KABİLESİNİN RÜZGÂR
TANRISININ ADIDIR. Hz. Musa, Firavun Birinci Seti’nin kızının bir Yahudi
mimardan olan, meşru olmayan oğludur. Bu Mimarın oğlu, İkinci Ramses’in de
Eniştesi ve onun muhafız alay komutanı Amon Ra Rahibidir. Musa, suyla gelen
demektir, tıpkı Birinci Sargon gibi?!Tevrat Türkçeye tercüme
edilirken,Yehova,Allah olarak tercüme edilmiştir.
Tevrat, Zebur ve İncil'de yaklaşık 7000 kez adı geçen "Ne olmayı istersem Ben O
olurum” (Tevrat - (Mısır'dan)Çıkış 3/14) manasına gelen ve ilk kez Musa peygambere bildirilmiş Allah’ın özel ismidir.
Mukaddes Kitapta Rabbin ismi ve
sıfatlarından bazılarının kaç defa geçtiğine bakalım:
Yehova—6.973 defa
Allah veya Tanrı—yaklaşık 2.600 defa
Kadîr—48 defa
Rab—40 defa
Yaratan—25 defa
Yaratıcı—7 defa
Baba—7 defa
Günleri Eski Olan—3 defa
Yüce Eğitmen [Muallim]—2 defa
Yah”, Tanrı’nın ismi olan Yehova’nın kısaltılmış, şiirsel şekilde ifade edilmiş
halidir (işaya 42/8).
Şiir şeklinde yazılan Mezmurlar ya da bazı isimlerde bu şekilde kullanılır.
Amerikaya
yerleşmiş olan Yahudi Banker David Rockefeller, Yahudilerin Türkiye
Cumhuriyetine karşı uygulayacakları planı şöylece itiraf etmişti:
“ATATÜRK’ÜN
ÇIKIŞI, TÜRKİYEYE KARŞI PLANIMIZI ELLİ SENE
KESİNTİYE UĞRATMIŞTIR!””DAHİLİ VE HARİCİ
BEDHAHLAR ELELE.”.