TC.
OSMAN
TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@gmail.com
TV. İZMİR,30
Aralık 2015. ÜLKEMİZDE, KADINLAR VE KÖPEKLER
SOKAKLARDA ALENEN ÖLDÜRÜLMEKTEDİRLER. ÇÜNKÜ ÜLKEMİZ İSLAM ÜLKESİDİR.?! BODRUM’DA DA VAHŞET,KÖPEK KATLİAMI?!
“Karaköpek,domuz,eşek ve
kadın,seccadenin önünden geçerlerse o namaz fasit olur?!”Hz.Muhammet?!”Ya
Muhammet,sen bizi,karaköpek,domuz ve eşekle bir tutmaya utanmıyor musun?”Hz.Aişe.
Kuranı Kerim 4’üncü Nisa suresinin
34’üncü ayeti:”Sözlerinizi ve nasihatlerinizi dinlemeyen kadınları nihayet
DÖVÜN?!İslamda HER DÖRDÜNÜ DE DÖĞMEK ALLAH EMRİYMİŞ?! ZERDÜŞT
SPİTAMA /AVESTA/
Düşünce
iyi düşünülsün!
Söz iyi söylensin!
İş
iyi yapılsın! ZERDÜŞT SPİTAMA. S.7
Avesta(Apastak,Avistak) M.Ö.1500
yıllarında yaşamış olan Ünlü Arya dininin kurucusu Rahmetli ZERDÜŞT’ÜN
kitabının adıdır.12.000 ÖKÜZ derisine yazılmış olan bu kitabın 17 ciltlik
tutarına Büyük İskender yaktırtmıştı.Zerdüşt taraftarlarınca Hindistan’a
kaçırılan bölümü ilk defa 17’inci asırda Fransız asıllı Auguetil –Dupperon
tarafından Bombay’da bulunan metinlerden
Fransızcaya çevrilmişti.Avesta’nın
Türkçeye çevirisi,Pehlevi dilinden İsveççeye İsveç başpiskoposu Rahmetli NATHAN
SÖDERBLOM çevirisindendir.1908/Elimizdeki Avesta,Sayın Esat Ayata
tarafından Türkçemize çevirilen
metindir.Semavi dinleri derinden etkileyen ZERDÜŞT dinin İslama yansıtılması
Arabın,ilkel geleneğine ve kadına bakış
ilkelliğine göre olmuştur.CEHENNEM—CENNET VE SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇİŞ,ZERDÜŞT
DİNİNDEN DEĞİŞTİRİLEREKVE ŞİDDETLENDİRİLEREK YAPILAN BİR KOPYADIR:OKUYALIM:
“ZERDÜŞLÜKTE ESKATOLOJİ VE APOKASLİPTİK”
“Ölüm düşüncesi, Zerdüşt öğretisinde
geliştirilerek yaşatılmıştır. Ölünün cesedi,”Sessizlik Kulesi’nde” yok olma ile
baş başa bırakılırken, RUH”CİN’VAT KÖPRÜSÜ’NDE iyi ile kötü arasındaki ayrılık
yerine geliyor. Kötü ruhlar köprüden geçemezken ve pisliğin içine düşüp kaybolurken,
iyi ruhlar, KILDAN İNCE VE KILIÇTAN KESKİN
köprüyü rahatlıkla geçip
gider.EK:İslamda,altında kaynayan katran kazanları bulunan
SIRAT KÖPRÜSÜ olmuştur?!”Köprünün karşı tarafında her ruh kendi
Daena’sıyla—bu ruh,his,din olarak açıklanmak istenmiştir.—çok güzel bir kız
kılığına bürünmüş ve insanın iyi
davranışlarından oluşmuş bir güzelle
birleşiyor.Kötü ruhların Daena’sı çok Çirkin bir Cadı kadın
görünümündedir.İyiler cennete,şarkılar ülkesine gider ve her şeye nail
olur.altınla bezenirler,kötüler de karalık ve pis kokulu lâğıma
atılırlar.Bununla beraber,suçu ağır olmayanlar da belirli bir dönem kaldıktan
nihayi karar gününü beklemeleri,Zerdüştlükte bir ara durum olarak
görülmektedir…”Üç bin yıl sonra da tüm ölüler dirilecekler…”AVESTA,S.39.EK:İSLAM
İNANCINDA,KAYNAR KAZANLARDA 70.000 SENE Kaynatılan cehennemlik,sonunda serin
bir yere çıkartılacaktır?!Cennette ise Kadınlar,Gılmanlar ve Huriler Müslüman
erkeklerin seks aracıdır?!
“Doğrunun izleyicileri, sonunda her şeye
ulaşacak,
Fakat uzun karanlık, acı ve kötülük,
Yalandan olanların payına düşecek.
Onların ruhları, onları kendi eylemleri
ile yönlendirecek”.Yasna.31.20.Avesta.
“KÖPEEĞİN
KUTSALLIĞI. S.87.13’ÜNCÜ BÖLÜM.
Vendidad:13.8.13.20-23.28.39-40,44-52,
“….KÖPEK beslenirken ET’LE birlikte SÜT
Ve
yağlı besin verilir. KÖPEĞİN HAKKI
Olan besindir bu…”
Avesta, Vendidad,
13’üncü Bölüm:
Çağ: Milattan yüzyıllarca önce. Konu:
"Köpek hakları ve güvencesi".
Konu önemle ele alınıyor. Çerçevesi
çiziliyor. Gerekleri belirleniyor. Hürmüz (Tanrı) adına, kutsal kitap AVESTA'DA
açıklanıyor. "Emekçi köpeklerin haklarının gereğine uymayanlara verilecek
cezalar duyuruluyor.
Gerekçe:
"Emekçi köpeklerin
"hakları", kutsal kitapta, gerekçesiyle birlikte "hükme
bağlanıyor". Gerekçe açıklanırken şöyle deniyor:
"-Ey Zerdüşt! Ben Hürmüz (Tanrı),
köpeği yarattım. Giyimi-kuşamıyla" ayağında ayakkabısıyla ve keskin
dişlerinden oluşan silahıyla birlikte: her an tetikte ve uyanık biçimde
yarattım. İnsan onu doyurmalı ki, o da onun malını, mülkünü sağlamca
bekleyebilsin. Ben Hürmüz, köpeği, hırsıza karşı koyacak özellikte yarattım bu
dünyada. Kafası yerinde olduğu zaman
köpek bu özelliği gösterir; insanların mallarını koruyabilir. En küçük sesle
kim uyanabilir ey Zerdüşt? Ne hırsız, ne de kurt, köpeği uyandırmamayı
başarabilir ve evden bir şey götürebilir. Köpek kurdu öldürür, ezer, kovar, kar
eritir gibi eritir.” (Avesta, Vendidad, Bölüm: 13.) EK: Günümüzde Zalimlerin
köpekleri aynı görevi Vatanseverlere ve Aydınlara karşı insafsızca
yapmaktadırlar?!
Demek ki köpeğin önemli bir işi, görevi
var: Bekçilik. Kolay değil bu iş. Sağlıklı bir bekçilik için "kafanın
yerinde olması" gerekir. Bunun içinse emekçi köpeğe iyi bakılmalıdır.
Hakkı yenmemelidir. İşinin ağırlığına ve önemine uygun olarak savsaklanamaz hakları
vardır onun.
Emekçi
köpeğin hakları.
Emekçi köpeğin, Ahura Mazda, bir başka
adıyla Hürmüz katında ne denli önemli olduğu ayrıntılarıyla anlatılır. Zerdüşt
sorar, açıklama ister; Hürmüz de karşılık verir, anlatır Avesta'da. Önemiyle
birlikte hakları da dile getirilir. Ayrıca, bu haklara titizlik göstermenin,
"insanların yararına" olduğu da belirtilir. Köpeğine bakmayan mal,
mülk sahibi, üretici zararlı çıkmakta. Bu zararın kamuyu ilgilendiren yanı da
var. Köpeğine iyi bakmayan, haklarına özen göstermeyen köpek sahibinin çok ağır
cezalarla cezalandırılması bundan. "Köpeğini iyi besleyip koruyacaksın ki
köpeğin de seni, malını, mülkünü korusun" .
Beslenme hakkı
Her köpeğin "beslenme hakkı"
vardır. "iyi beslenme hakkı". Emekçi köpek işinin ağırlığı nedeniyle
çok ve çabuk yıpranır, çabuk kocar.
Zerdüşt'ün sorusu üzerine Hürmüz şu
bilgiyi vermekte bu konuda: "-Ey Zerdüşt! Bu dünyada kocamışlık, köpeğin
başına çok erken gelir. İnsanların yanı başında çöküp bekçilik yaparken aç
bırakılırsa köpek, iyi ruhun yarattığı öteki yaratıklardan çok daha hızlı
biçimde kocar. Onun için köpek beslenirken, etle birlikte süt ve yağlı besin verilir.
Köpeğin hakkı olan besindir bu." (Avesta, Vendidad, Bölüm: 13.)
Emekçi
köpeğin iyi beslenme hakkını çiğnemenin cezası
Emekçi köpeğe "kötü besin"
vermenin cezası, Avesta'da, düşünülemeyecek ölçüde ağırdır. "Başıboş
it"e kötü besin vermenin cezası bile çok ağır.
"Kötü besin vermenin, köpeğine göre
oluşturduğu suç, önce belirlenip derecelendiriliyor.
Vendidad'ın 13’üncü Bölüm'ünden,
dilimize, olduğu gibi çeviriyorum:
"ZERDÜŞT -Ey gövdeler dünyasını
yaratan! Ey Kutsal Varlık!
Bir adam, bir çoban köpeğine kötü bir
beşin verse, ne tür bir suç işlemiş olur?
HÜRMÜZ -Birinci dereceden pir aile, bir
kabile başkanının önüne kötü besin çıkaran kimsenin işlediği suç türünden bir
suç işlemiş olur.
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasını yaratan!
Ey Kutsal Varlık! Bir adam, bir ev köpeğine kötü bir besin verse, ne tür bir
suç işlemiş olur?
HÜRMÜZ - Orta dereceli bir aile, bir
kabile başkanının önüne kötü besin çıkaran kimsenin işlediği suç türünden bir
suç işlemiş olur.
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasının
yaratıcısı! Ey kutsal Varlık! Bir adam, başıboş bir köpeğe kötü bir besin
verse, ne tür bir suç işlemiş olur?
HÜRMÜZ - Kapısına belirli bir din adamı
kılığında gelen bir din adamına kötü besin veren kimsenin işlediği suç türünden
bir suç işlemiş olur,
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasını yaratan!
Ey Kutsal Varlık!
Bir adam, bir köpek eniğine kötü bir
besin verse, ne tür bir suç işlemiş olur?
HÜRMÜZ - Erdemli anne babadan olma,
ergin bir delikanlıya kötü besin veren kimsenin işlediği suç türünden bir suç
işlemiş olur."
Ve cezalar:
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasını yaratan!
Ey Kutsal Varlık!
Bir adam, bir çoban köpeğine kötü bir
besin verse, bu adama verilmesi gereken ceza nedir?
HÜRMÜZ - Böyle bir suç için verilmesi
gereken ceza: 200 kamçı ve 200 değnek sopa."
Ötekiler de sırasıyla açıklanıyor:
Ev köpeğine "kötü besin verme
"nin cezası: 90 kamçı, 90 değnek. Başıboş köpeğe kötü besin vermenin
cezası: 70 kamçı, 70 değnek. Köpek eniğine kötü besin vermenin cezası: 50
kamçı, 50 değnek.
Görüldüğü gibi, en az derecedeki cezaya
bile suçlu insan dayanamaz. Kısacası: Hangi sınıftan köpeğe olursa olsun
"kötü besin" veren kimse ağır suç işlemiş sayılmakta. Kim böyle bir
suç işlese yandı. Yiyeceği "sopa"ları bitirmeden ölür. Bununla
birlikte, cezadan kurtulmak için "kurtulmalık" (keffaret) denen yol
da var. Ama o da çok ağır. Ödemek, büyük çapta malvarlığına bağlı.
Kurtulmalığın derecesi, cezadaki "kamçı ve değnek" sayısına göre
düzenlenmiştir.
Emekçi
köpeğin dövülmeme hakkı.
Hiçbir köpeğe dayak atılamaz. Hiçbir
köpek, köpekliğinin onuruna uymayan bir duruma uğratılamaz. Bu hakkı çiğneyen
kimse, ağır biçimde cezalandırılır.
Köpeği
dövmenin cezası.
"ZERDÜŞT - Bir adam, bir çoban
köpeğine öldürücü biçimde vursa da ruhunu gövdesinden ayırsa (yani öldürse), bu
adama verilme· si gereken ceza nedir?
HÜRMÜZ - 800 kamçı, 800 değnek.
ZERDÜŞT - Ey· gövdeler dünyasının
yaratıcısı! Ey Kutsal Varlık! Bir adam, bir ev köpeğine öldürücü biçimde
vursa, bu yüzden köpeğin ruhu gövdesinden ayrılsa, ona verilmesi gereken ceza
nedir?
HÜRMÜZ - 700 kamçı, 700 değnek.
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasını yaratan!
Ey Kutsal Varlık!
Bir adam, başıboş köpeğe öldürücü
biçimde vursa da, bu vuruş, onun ruhunu gövdesinden ayırsa, bu adama verilmesi
gereken ceza nedir?
HÜRMÜZ - 600 kamçı, 600 değnek.
ZERDÜŞT - Ey gövdeler dünyasını yaratan!
Ey Kutsal Varlık!
Bir adam, bir köpek eniğine öldürücü
biçimde vursa da bu vuruş onun ruhun gövdesinden ayırsa, bu adama verilmesi
gereken ceza nedir?
HÜRMÜZ - 500 kamçı, 500 değnek."
Köpeğin "dövülmeme hakkı" var
da, kutsal kitaplarda "tüm yaratıkların en onurlusu" diye tanıtılan
"insan"ın böyle bir hakkı yok mu? Var, ama "insan"ına göre.
Önce "erkek" mi, "dişi" mi ona bakmak gerekmekte. Eğer
dişiyse, yani kadınsa ve "koca"lıysa, Kuran’a göre dövülebilir. Çünkü
kocanın "dövme hakkı" vardır. kutuplardaki aç hayvanlara Somon
balığını yollayan Allahsa,kadınları dövün diyen de Allah
olamaz?!OSTÜZÜ.gerçekten biz insanları mükemmelen—noksansız olarak—eksiksiz
olarak yarattık?!95/5 TİN SURESİ,
Nisa suresinin 34’üncü ayetinin, Diyanet
İşleri Başkanlığı’nca yayımlanan "Kur'an-ı Kerim Ve Türkçe
Anlamı"ndaki çevirisi şöyledir:
"Allah'ın kimini, kimine üstün
kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler,
kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun egenler ve Allah'ın
korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zamanda koruyanlardır. Serkeşlik
etmelerinden (karşı gelmelerinden) endişelendiğiniz (korktuğunuz) kadınlara
öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın; nihayet dövün! Size itaat
ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür."EK:
Bazı Sahabeler, nikâhlı karılarını Hz. Muhammed’e ikram ederlermiş? İtiraz eden
kadınları Sahabelerin döğme hakları Kuran’a göre var olmaktadır?!”
Hele köleyse, görünüşte
"insan"da, kutsal kitaplara göre, "alınıp satılan mal"dır.
(Örnek olarak bkz. Kur'an, 4/3; 4/24; 4/25; 24/33; 241 58; 30/28; 33/50;
33/52.)
Tevrat'a göre, bir "efendi",
"köle"sini "öldüresiye" bile dövebilir.
Döverek öldürdüğü köle, "elinin altında"
hemen ölmezse "cezalandırılmaz. Öldürülesiye dövülen bir kölenin "bir
gün" yaşaması, döverek öldüren "efendi"nin cezadan kurtulması
için yeterlidir. Efendinin "dövme hakkı" Vardır. Çünkü köle,
"onun malıdır".
İlgili iki ayetin, Kitab-ı Mukaddes Şirketince
yayınınlanan "Eski Ve Yeni Ahit" adlı yapıttaki çevirisi şöyledir:
"Eğer bir adam, kölesine yahut
cariyesine değnekle vurur ve onun eli altında ölürse, mutlaka
cezalandırılacaktır. Ancak, bir yahut iki gün yaşarsa cezalandırılmayacaktır.
Çünkü kendi malıdır," (Tevrat, Çıkış, 21.20--21.)
Köpekler de
sınıf, sınıf, çeşit, çeşit.
Zerdüşt'ün kutsal kitabında bir köpek
var ki, son derece değerli.
Öteki köpeklerin birkaç katı değerde.
"Su köpeği" diye niteleniyor. Vendidad'ın 14. Bölüm'ünde anlatılır.
Bunun dışında "üç sınıf köpek" daha var: Çoban köpeği, ev köpeği ve
başıboş köpek. Bir dördüncü sınıf olarak "enikler sınıfı" da var.
Emekçi köpekte "8 huy"un bir
arada bulunabileceği açıklanıyor
Avesta'da:
- Din adamı huyu. Bu şöyle belirtiliyor:
"- Din adamı gibi artıkları yer,
din adamı gibi kolay sevindirilir, din adamı gibi çok sabırlıdır, din adamı
gibi bir lokma ekmekle de yetinebilir."
-
Savaşçı huyu.
- Çiftçi huyu.
- Sivrisinek huyu.
- Yol kesici huyu.
- Hırsız huyu.
- Orospu huyu.
- Çocuk huyu.
Vendidad'ın 13’üncü Bölüm’ünde
ayrıntılarıyla anlatılır bunlar.
OSMANLI DEVLETİNDE
KÖPEK KATLİAMLARI?!
SİNAN’IN VAKFİYESİ
“Geçmişte, hayvanlara millet olarak ve ziyadesi ile düşkündük. Yüksek binaların duvarlarına “kuşevleri” inşa eder, hayvanlar için vakıflar bile kurar, hattâ bambaşka maksatlarla kurulmuş olan vakfiyelere de özel maddeler ilâve ederdik. Meselâ, Mimar Sinan, Kayseri’deki vakfiyesinde “Ağırnas köyünde yaptırdığım çeşme ile etrafındaki geniş arazi hayvanların su içmesi ve dinlenmeleri içindir” demiş, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan “Fakirlere hergün iki defa birer tas buğday çorbasıyla ekmek dağıtılacak ve at başına yem sadakası verilecektir” kaydını düşmüş, Mürselli Hacı İbrahim de Ödemiş’teki vakfiyesine “Yeni Cami’de kalan leyleklerin yiyecekleri için her sene yüz kuruş verilecektir” maddesini koymuştu. Sonra “Batılılaşmaya” başladık ve ilk hayvan katliamının emrini 19’uncu asrın ilk çeyreğinde bizzat zamanın hükümdarı İkinci Mahmud verdi, İstanbul’daki bütün köpeklerin Hayırsızada’ya gönderilmesini buyurdu! Birkaç gün sonra şehirde neredeyse tek bir hayvan bile kalmadı ama halktan tepkiler yükselip de “Hayvanlara eziyet uğursuzluk getirir, başımıza iş açılacak” diye homurdanmalar başlayınca sağ kalan köpekler geri getirilip yeniden İstanbul sokaklarına salındı. Ama beklenen uğursuzluk gecikmedi: Yunanistan isyan etti, Avrupa donanması Türk donanmasını Navarin’de ateşe verdi ve Türkiye’nin elinde tek bir savaş gemisi bile kalmadı! Aradan seneler geçti, 1910’a gelindi ve bu defa da İstanbul “Şehremini”, yani belediye başkanı “köpek meselesini” çözmeye kalkıştı; Haziran başında İstanbul’daki bütün sokak köpekleri yeniden Hayırsızada’ya yollandı. Birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek çatanalara yüklenip ölüm yolculuğuna çıkartıldı, adada hepsi açlıktan birbirini yedi ve hemen ardından da Balkan ve dünya savaşları patladı. ACABA HANGİSİ HAYVAN? Son senelerde ise daha da bir tuhaflaştık... Kedileri ve köpekleri fırınlara atıp yaktık, bazı belediyeler üç kuruş uğruna hayvanları ölümüne dövüştürür oldu, beceriksiz kasaplar kurban bayramlarında boğaların bacaklarını kestikten sonra bıçağı hayvanın şahdamarına saplayıvermeye başladılar. “Hayvan” dendiğinde, bir kesim her nedense sadece nefret duyar hâle geldi... Aşağıda devletin vakti zamanında hayvanlara iyi muamele edilmesi için aldığı iki kararı ve bu sayfadaki kutularda da yine hayvan sevgisi konusunda dünyada eşi olmayan uygulamalardan bazılarını okuyacaksınız... Bütün bu insanî hareketlerin ardından bugün hayvan katliamı için kanun çıkartacak noktaya gelmemizin sırrını ben bir türlü çözemiyorum, acaba siz anlayabilecek misiniz?”
“Geçmişte, hayvanlara millet olarak ve ziyadesi ile düşkündük. Yüksek binaların duvarlarına “kuşevleri” inşa eder, hayvanlar için vakıflar bile kurar, hattâ bambaşka maksatlarla kurulmuş olan vakfiyelere de özel maddeler ilâve ederdik. Meselâ, Mimar Sinan, Kayseri’deki vakfiyesinde “Ağırnas köyünde yaptırdığım çeşme ile etrafındaki geniş arazi hayvanların su içmesi ve dinlenmeleri içindir” demiş, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan “Fakirlere hergün iki defa birer tas buğday çorbasıyla ekmek dağıtılacak ve at başına yem sadakası verilecektir” kaydını düşmüş, Mürselli Hacı İbrahim de Ödemiş’teki vakfiyesine “Yeni Cami’de kalan leyleklerin yiyecekleri için her sene yüz kuruş verilecektir” maddesini koymuştu. Sonra “Batılılaşmaya” başladık ve ilk hayvan katliamının emrini 19’uncu asrın ilk çeyreğinde bizzat zamanın hükümdarı İkinci Mahmud verdi, İstanbul’daki bütün köpeklerin Hayırsızada’ya gönderilmesini buyurdu! Birkaç gün sonra şehirde neredeyse tek bir hayvan bile kalmadı ama halktan tepkiler yükselip de “Hayvanlara eziyet uğursuzluk getirir, başımıza iş açılacak” diye homurdanmalar başlayınca sağ kalan köpekler geri getirilip yeniden İstanbul sokaklarına salındı. Ama beklenen uğursuzluk gecikmedi: Yunanistan isyan etti, Avrupa donanması Türk donanmasını Navarin’de ateşe verdi ve Türkiye’nin elinde tek bir savaş gemisi bile kalmadı! Aradan seneler geçti, 1910’a gelindi ve bu defa da İstanbul “Şehremini”, yani belediye başkanı “köpek meselesini” çözmeye kalkıştı; Haziran başında İstanbul’daki bütün sokak köpekleri yeniden Hayırsızada’ya yollandı. Birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek çatanalara yüklenip ölüm yolculuğuna çıkartıldı, adada hepsi açlıktan birbirini yedi ve hemen ardından da Balkan ve dünya savaşları patladı. ACABA HANGİSİ HAYVAN? Son senelerde ise daha da bir tuhaflaştık... Kedileri ve köpekleri fırınlara atıp yaktık, bazı belediyeler üç kuruş uğruna hayvanları ölümüne dövüştürür oldu, beceriksiz kasaplar kurban bayramlarında boğaların bacaklarını kestikten sonra bıçağı hayvanın şahdamarına saplayıvermeye başladılar. “Hayvan” dendiğinde, bir kesim her nedense sadece nefret duyar hâle geldi... Aşağıda devletin vakti zamanında hayvanlara iyi muamele edilmesi için aldığı iki kararı ve bu sayfadaki kutularda da yine hayvan sevgisi konusunda dünyada eşi olmayan uygulamalardan bazılarını okuyacaksınız... Bütün bu insanî hareketlerin ardından bugün hayvan katliamı için kanun çıkartacak noktaya gelmemizin sırrını ben bir türlü çözemiyorum, acaba siz anlayabilecek misiniz?”
Neyzen Tevfik, köpeğinin ardından mersiye yazmıştı*!
“NEYZEN Tevfik genellikle hicivleri ile bilinir ve sadece bir hiciv şairi olduğu zannedilir ama pek öyle değildir... Derin manalarla dolu hassas ve zarif mısraları da vardır... Şair, geçmiş zaman İstanbul’unun en namlı hayvan dostlarındandı ve Mernûş ismindeki köpeği, Neyzen’e senelerce can yoldaşı olmuştu. Neyzen neredeyse Mernûş da oradaydı, hatta şair arada bir alkol tedavisi için Bakırköy Akıl Hastanesi’ne giderken Mernûş’u da yanında götürür ve hastanede beraber kalırlardı. Mernûş 1934’te yine sahibiyle beraber Bakırköy’de bulunduğu sırada göçüp gitti! Neyzen, kızkardeşi Behiye Hanım’ın hediyesi olan ipekli gömleğini köpeğine kefen yaptı, Mernûş’u aralarında doktorların da bulunduğu bir cemaatin refakatinde hastanenin bahçesine defnetti ve sonra da bir mersiye yazdı. İşte, Neyzen’in “Hatırını kırdımsa beni affet” gibisinden samimi ifadelerle dolu “Mernûş” mersiyesi: “Bu engin ayrılık canıma yetti, / Başımdan aşıyor kederim Mernûş. / Bu yolda yazılmış fermân-ı kazâ, / Bunu da gösterdi kaderim Mernûş. Bağlanmıştım bütün kalbimle sana, / Şu fâni cihanı okuttun bana. / Sen göçtükten sonra ben yana, yana, / Hicranla gözyaşı dökerim Mernûş. Bu yolda cahilim, bildiğim kısa, / Sen girdin toprağa ben düştüm yasa. / Haklı haksız hatırını kırdımsa, / Affeyle günahım, beşerim (insanım) Mernûş!”NOT: Yedi uyurlardan birisinin adıdır. Köpeklerinin adı da KİTMİR’DİR. OSTÜZÜ.
“NEYZEN Tevfik genellikle hicivleri ile bilinir ve sadece bir hiciv şairi olduğu zannedilir ama pek öyle değildir... Derin manalarla dolu hassas ve zarif mısraları da vardır... Şair, geçmiş zaman İstanbul’unun en namlı hayvan dostlarındandı ve Mernûş ismindeki köpeği, Neyzen’e senelerce can yoldaşı olmuştu. Neyzen neredeyse Mernûş da oradaydı, hatta şair arada bir alkol tedavisi için Bakırköy Akıl Hastanesi’ne giderken Mernûş’u da yanında götürür ve hastanede beraber kalırlardı. Mernûş 1934’te yine sahibiyle beraber Bakırköy’de bulunduğu sırada göçüp gitti! Neyzen, kızkardeşi Behiye Hanım’ın hediyesi olan ipekli gömleğini köpeğine kefen yaptı, Mernûş’u aralarında doktorların da bulunduğu bir cemaatin refakatinde hastanenin bahçesine defnetti ve sonra da bir mersiye yazdı. İşte, Neyzen’in “Hatırını kırdımsa beni affet” gibisinden samimi ifadelerle dolu “Mernûş” mersiyesi: “Bu engin ayrılık canıma yetti, / Başımdan aşıyor kederim Mernûş. / Bu yolda yazılmış fermân-ı kazâ, / Bunu da gösterdi kaderim Mernûş. Bağlanmıştım bütün kalbimle sana, / Şu fâni cihanı okuttun bana. / Sen göçtükten sonra ben yana, yana, / Hicranla gözyaşı dökerim Mernûş. Bu yolda cahilim, bildiğim kısa, / Sen girdin toprağa ben düştüm yasa. / Haklı haksız hatırını kırdımsa, / Affeyle günahım, beşerim (insanım) Mernûş!”NOT: Yedi uyurlardan birisinin adıdır. Köpeklerinin adı da KİTMİR’DİR. OSTÜZÜ.
ÖLDÜRMÜYORLARAMA...
Kutsal Topraklara yaptığı bir gezi dolayısıyla 1867 Ağustos’un İstanbul’a gelen Amerikalı hiciv yazarı Mark Twain ise, 1869’da Innocents Abroad adıyla yayınlanan gezi günlüklerine şöyle yazar: “Konstantinopolis’in ünlü köpeklerinin yanlış tanıtıldığına, onlara iftira edildiğine inanmış gibiyim. Okuduklarımdan gelen bir şartlanmayla, bu köpeklerin yolları tıkayacak kadar kalabalık olduğunu, müfrezeler, bölükler ve alaylar halinde dolaşıp, istediklerini vahşi ve kararlı saldırılarla elde ettiklerini, geceleri korkunç ulamalarıyla bütün sesleri bastırdıklarını sanıyordum. Oysa burada gördüklerimin okuduklarımla aynı köpekler olmasına imkân yok. Her yerde köpek görüyorum doğru, ama öyle kalabalık gruplar halinde değil. En çok on veya yirmi tanesini bir arada gördüm. Bunların büyük kısmı gece-gündüz uyuyorlar. Ayaktakiler ise uyumak istermiş gibi geziyorlar. Hayatımda hiç bu kadar aç, sefil, mahzun bakışlı, kalbi kırık sokak köpekleri görmedim… Köpekler şehrin çöpçüleri... İnsanlar da onları öldürmek istemiyor. Gerçekten öldürmüyorlar…. Öldürmüyorlar ama öldürmekten beter ediyorlar. Bu zavallı köpekleri ölesiye tekmeleyip taşlıyor, haşlıyor, sonra eziyet içinde yaşamaya bırakıyorlar….”
Kutsal Topraklara yaptığı bir gezi dolayısıyla 1867 Ağustos’un İstanbul’a gelen Amerikalı hiciv yazarı Mark Twain ise, 1869’da Innocents Abroad adıyla yayınlanan gezi günlüklerine şöyle yazar: “Konstantinopolis’in ünlü köpeklerinin yanlış tanıtıldığına, onlara iftira edildiğine inanmış gibiyim. Okuduklarımdan gelen bir şartlanmayla, bu köpeklerin yolları tıkayacak kadar kalabalık olduğunu, müfrezeler, bölükler ve alaylar halinde dolaşıp, istediklerini vahşi ve kararlı saldırılarla elde ettiklerini, geceleri korkunç ulamalarıyla bütün sesleri bastırdıklarını sanıyordum. Oysa burada gördüklerimin okuduklarımla aynı köpekler olmasına imkân yok. Her yerde köpek görüyorum doğru, ama öyle kalabalık gruplar halinde değil. En çok on veya yirmi tanesini bir arada gördüm. Bunların büyük kısmı gece-gündüz uyuyorlar. Ayaktakiler ise uyumak istermiş gibi geziyorlar. Hayatımda hiç bu kadar aç, sefil, mahzun bakışlı, kalbi kırık sokak köpekleri görmedim… Köpekler şehrin çöpçüleri... İnsanlar da onları öldürmek istemiyor. Gerçekten öldürmüyorlar…. Öldürmüyorlar ama öldürmekten beter ediyorlar. Bu zavallı köpekleri ölesiye tekmeleyip taşlıyor, haşlıyor, sonra eziyet içinde yaşamaya bırakıyorlar….”
Benzer
sözler, 1875 veya 1876’da İstanbul’a gelen İtalyan seyyah Edmondo de Amicis’in
hatıralarında da vardır. Amicis "Bilhassa Pera`da ve Galata`da zavallı
hayvanlar o kadar hırpalanırlar ve dövülmeye o kadar alışmışlar ki, bir değnek
gördükleri anda kaçarlar ya da kaçmaya hazırlanırlar" diyerek şanımıza
leke sürer. Aynı yıllarda İstanbul’a gelen romantik Fransız şairi, yazarı ve
seyyahı Gerard de Nerval ise; İstanbul’u ‘tasması, vazifesi, ismi, meskeni,
kanunu olmayan köpeklerin oluşturduğu büyük bir serseriler cumhuriyeti’ olarak
niteleyerek kafamızı iyice karıştırır. Anlaşılan o günlerde sokak köpekleri ile
şehir halkı arasında amansız bir savaş sürmektedir. Nitekim İstanbul’un yabancı
sakinlerinden Dorine I. Naeave adlı bir hanım, Twenty Six Year on the Boshorus
(Londra, 1933) adlı kitabında, ‘Bu baş belalarından kurtulmak için’
sandalcılara para vererek köpekleri nasıl toplatıp karşı kıyıya
postaladıklarını, buna karşılık karşı kıyı sakinlerinin nasıl iki katı para
verip köpekleri tekrar kendi yakalarına gönderdiklerini anlatır.
Daha bir
sürü seyyah, yazar İstanbul’un köpeklerinden söz etmiştir, çünkü 19. yüzyılın
başında şehrin bu dört ayaklı sakinlerinin sayısı 40-50 bine ulaşmıştı. Avrupa’da
Sokak köpeği kavramı, 19’uncu yüzyılın başında ortadan kalkmış, köpekler
evcilleştirilerek evlere sokulmuştu. Modernleşmenin gereği olarak köpeklerin
sokaklardan uzaklaştırılması bizde farklı yoldan oldu. Çünkü İslam dini, evde
köpek beslemek konusunda yeterince esinlendirici değildi. Bu konudaki ilk
adımı, atı için Karacaahmet’te kubbeli bir mezar yaptıracak kadar ileri giden
II. Mahmud attı. Köpekler bir gemiye doldurarak halk arasında "Hayırsız
Adalar" diye anılan üç adadan biri olan Sivri Ada’ya (diğerleri Yassıada
ile Tavşan Adası’dır) doğru yola çıkarıldılar. Ancak yolda fırtınaya yakalanan
gemi, köpekler ile birlikte sahile vurunca bu trajik olay halkın tepkisini
çekti, hatta II. Mahmud’un müneccimlere danışmadan yaptığı bu iş için Allah’ın
ceza verdiği bile düşünüldü.
İkinci köpek
tehciri Abdülaziz döneminde (1861-1876) yapıldı. Yine gemilere doldurulan
köpekler, Hayırsız Ada’ya sağ salim ulaştılar ancak, bir süre sonra İstanbul’un
çeşitli semtlerinde çıkan yangınlar, köpek tehcirine kızan halkın intikamı
olarak yorumlandığı için, köpekler tekrar şehre getirildi. 1889’da Paris’teki
Doğu Garı’ndan yola çıkan ünlü Şark Ekspresi ilk yolcularını İstanbul’a
getirdiğinde, artan seçkin misafir ve araç trafiği şehir sokaklarını köpeklerin
egemenliğinden kurtarmayı yine gerekli kıldı, çünkü tramvayların geçiş
yollarında yatan köpekler kazalara neden oluyorlardı.
II.
Meşrutiyet dönemi belediyecilik hizmetinin sokak köpeklerine bırakılmayacağı
kadar karmaşık bir dönemdi. Dolayısıyla, sokak köpeklerine gösterilen
hoşgörünün sonuna gelinmişti. Ancak, bu iş son derece vahşi biçimde yapıldı.
1910’daki Şehremini Tevfik Bey sokaklardaki başıboş dolaşan tam 80 bin köpeği
bir nevi ‘Deyr Zor’ rolü oynayan Sivriada’ya göndermekle kalmamış, verilen
fetva gereği hayvanlar hemen öldürülmek yerine, aç ve susuz bırakılmışlardı.
İstanbul halkı köpeklerin haykırışları ile bölünen uykularına en sonunda
kavuşmuşlardı, çünkü aç köpekler birbirini yiyerek telef olmuşlardı! Bu korkunç
facia sırasında, fırsatçı bir Fransız sanayicisi adadaki köpeklerden elde
ettiği deri, kemik tozu, gübre, yağ gibi malzemeleri Marsilya’ya ihraç etmeyi
başarmıştı.
Kayıtlara
geçen son büyük köpek itlafı 1911’de oldu. Bu tarihten itibaren şehrin
sokaklarında köpekler egemenliklerini yeniden ilan ettiler. Kısa sürede köpek
sayısı 30 bine ulaşıverdi. Ama köpekler, karşılarında ülkeyi ‘dâhili
düşmanlardan temizlemeyi’ görev edinmiş bir iktidar olduğunu unutmuşlardı. Nitekim
Ağustos 1912’de ‘Şehremini’ olarak göreve başlayan ve şehircilik açısından çok
güzel hizmetlere imza atan Dr. Cemil Topuzlu, anılarında sanki marifetmiş gibi
‘bunları yavaş, yavaş imha ettirdim’ diye yazmıştı.
İSTANBUL
HİMAYE-İ HAYVANAT CEMİYETİ?!
1911’den
1914’e kadar sokak köpeklerinin itlafına ara verilmesinde 1912 yılında kurulan
İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin payı olmalıdır. Çünkü cemiyetin başkanı
Ayan Meclisi üyesi ve eski sadrazamlardan Hüseyin Hilmi Paşa; ikinci başkanları
Şura-yı Devlet Reisi Prens Said Halim Paşa ile Teşrifat-ı Umumiye Nazırı İsmail
Cenani Bey; kâtipleri.
Ayan Meclisi
üyesi Baserya Efendi ile Şura-yı Devlet üyesi Yusuf Razi Bey, veznedarı Türkiye
Milli Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Sir H. Babington’dur. Cemiyetin
üyeleri arasında, sokak köpeklerinin baş düşmanlarından İstanbul Valisi İbrahim
Bey ile daha iki yıl önce 80 bin köpeğin Sivriada’da birbirini yemesiyle biten
facianın mimarı olan (Şehremini) İstanbul Belediye Başkanı Tevfik Bey’in
bulunması bir çeşit ironi olmalıdır. Diğer ünlü üyeler, Müze-i Hümayun Müdürü
Halil Bey,…
Gerçi,
Şehremini Dr. Cemil Topuzlu, el altından sokak köpeklerini imha etmeye devam
ediyordu ama bu yüce ideallerin devlet katında önemli görevler üstlenen kişiler
tarafından paylaşılması görünüşte de olsa etkisini göstermiş, o güne kadar ‘yok
edilmesi gereken baş belaları’ olarak görülen sokak köpeklerinin açıkça
itlafına ara verilmiş, gazetelerde sokak köpeklerinden yana yayınların sayısı
artmıştı. Hatta hayvanları korumaya yönelik girişimler artmış hatta hayvanlara
iyi davrananlara ödül verilmesi bile söz konusu olmuştu. Sokak köpeklerinin bu
altın dönemi ne yazık ki kısa sürdü. 1914’te savaşın başlamasıyla, ortalık toz
duman olurken, yeni bir köpek kafilesinin Sivriada’ya tehcirine başlanmıştı bile…”
“Hâlbuki Piyer Loti ne demişti: “Sokaklarında
köpeklerin olmadığı bir İstanbul’u düşünemiyorum !”Osmanlıda,köpekler kıyıma
uğratıldıktan sonra,insanlarımız süratle köpekleşmeye başlamışlardı.Bu
köpekleşme,Cumhuriyet Döneminde ve günümüzde şiddetle artış
göstermiştir.Bu köpekleşme üzerine,”KÖPEKTİR ZEVK ALAM SAYYADI Bİ İNSAFA
HİZMETTEN?!Mısrası Tarihe not olarak düşülmüştü.