29 Şubat 2012 Çarşamba

606/BAŞI KARA PAPAKLI BAŞKOMUTANIMIZ!

                                                              
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;29 Şubat 2012.

                            BAŞI KARA PAPAKLI BAŞKOMUTANIMIZ!
“Başkomutan Abdullah Gül, Kış tatbikatında!”
                                                                  Mütareke Basınını torunları!
         Yani, “Türk Askerinin dağlara ve taşları ne mutlu Türküm Diyene!” basitliğini yazmış olduğu yerlerde!1993,RP Milletvekili Sn.A. Gül. Ps: Sonradan 864’e çıktı ve çok güldü!                           
Herkes ama herkes, Başkomutanlığı temsil edebilir. Başı açık, başı Kara Papaklı ve sivil de olabilir! Amaaa!
Başkomutanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i temsil etmek KALPAKLILARA özgüdür. Temsil edebilecek Kalpaklı kalmasa da ne gam: Ben varım O’NU temsil edecek! Ben ölürsem de ne gam, TÜRKOĞUZ’LARI anaları ne gün için doğurdu! OSTÜZÜ.
         Hadi diyelim ki, Halkımız Anayasamızı okumaz! Yahu yandaş gazete ve televizyonlarımız siz neden okumadan atıyorsunuz! Ostüzü.
         Batıda hukuk devleti kavramı en yüksek doruğuna Işıklar Yüzyılında—Onsekizinci asır—yükseldiği halde, Osmanlı Çöl mesellerinin ve Ümmet uyuşukluğunun hâlâ doruklarında ve önüne gelenden hakaret gören ve dayak yiyen bir mevkideydi.1839 Gülhane hattı hümayunu ve 1856 Fermanı Batının zoru ile yayınlanmıştı. Batılıların İstanbul toplantısında yeni bir aşağılanmayı önlemek için 23 Aralık 1876 tarihinde yeni bir anayasa yürürlüğe konulmuştur. Aslında, bu anayasa da 1831 tarihli Belçika anayasasının acele tercüme edilerek Osmanlıya uygulanmasıydı. Bu anayasanın 1-7’inci maddeleri padişah ve Halifeye ayrılmıştı.7’inci maddesi Padişahın yetkilerini düzenlemişti. Padişaha sınırsız yetkiler verilmişti: Savaş ilanı ve barış,--Birinci Dünya Savaşına Girme Fermanını Padişah ve Halife Mehmet Reşat’a imzalatmak için gece yarısı koynuna 16—Onaltı—yaşında bir Çerkez kızı sokmuşlardı: para basmak, kara ve deniz kuvvetlerinin başkomutanlığı ve en sonunda da Meclisi feshetmek yetkileri ve bazı kimesneleri de sürgüne gönderme yetkisi gibi. Osmanlıda Anayasa fikri bile yoktu. Osmanlının vatanı Padişahların mülkü, Osmanlının tebaası da Padişahın kullarıydı. Anayasanın 18’inci maddesine de: Resmi dilin Türkçe olduğu!” Yazılmıştı.
         21 maddelik 1921 anayasamızla 1876 anayasasına ve eklerine dokunulmamıştı. Ancak; Cumhuriyet kurulduktan sonra, Doğal Hukuk—Tabii hukuk—prensiplerine göre hazırlanan bir anayasamız onaylanarak yürürlüğe konulmuştur.
         Okuyanlarımızın bildiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkomutanlık yetkisini Mustafa Kemal Paşa’ya vermişti. Mustafa Kemal öldüğünde, üzerinde bulunan Başkomutanlık unvanı kaldırılmamıştı.
Şimdi; sıra ile anayasalarımızda düzenlenen BAŞKOMUTANLIK tanımına bir göz atalım:
         20 Nisan 1340 tarihli ve 491 sayılı Teşkilâtıesasiye kanunumuzun 40’ıncı maddesini okuyalım:
         “40-Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti manevisinde mündemiç olup Reisicumhur tarafından temsil olunur. Kuvayı harbiyenin emrü kumandası, hazarda kanunu mahsusasına tevfikan Erkânı Harbiye’i Umumiye Riyasetine ve seferde İcra Vekilleri Heyetinin inhası üzerine Reisicumhur tarafından nasbedilecek zata tevdi edilir.”
         Bu anayasamızın dili 1945 senesinde Türkçeleştirilmişti. Demokrat Partisi iktidara geldiğinde, Atatürk ilkelerinin de eklenmiş olduğu bu yeni dilli anayasamızı değiştirmişti.1Ocak 1945 tarihli ve 4695 tarihli anayasamızı değiştirerek 491 sayılı anayasamızı yürürlüğe koymuştu. Bakanlıklar Vekâletler, Milli Savunma Milli Müdafaa olmuştu.27 Mayıs 1960 senesinden sonra, çağa ve akla uyan yeni bir anayasa yapma gereği duyulmuş, bu anayasanın yazılması görevi de Büyük Hukukçu ve en büyük Atatürkçümüz olan Rahmetli Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na verilmişti.Anayasamız bir Kurucu Meclis tarafından kabul edilmişti. Halkoyuna sunulan bu anayasamız %95 oy ile kabul edilmişti.09 Temmuz 1961 tarihinde ve 334 numara ile uygulamada yerini alan bu anayasamızla, Türkiye Cumhuriyeti çok yeni kurumlara da kavuşmuş, çağdaşlık ve Atatürk Devrimi de korumaya alınmıştır.
                            Vııı.MİLLİ SAVUNMA:
         a)BAŞKOMUTANLIK VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI:
         MADDE:-“110(1488)Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur
Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı,Bakanlar Kurulu sorumludur.Genelkurmay Başkanı Silahlı Kuvvetlerin komutanıdır.
Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.
Milli Savunma Bakanlığının görev ve yetkileri, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet komutanlarıyla ilişkileri kanunla düzenlenir.”
12 Eylül 1980 askeri idaresinden sonra da daha dar bir anayasaya ihtiyaç duyulmuştu. Öze ait hürriyetler şekle sokulmuştu. Anayasamız daraltılmıştı, Anayasa mahkememizin kesinleşmiş kararları da yeni anayasamıza uyum gösterememiştir.177 maddeden oluşan bu anayasamız da sağcı siyasi partiler tarafından 17 defa olmak üzere 111 maddesi de değiştirilmiştir. Hukuk devletimiz; önce Kanun devleti sonra da şahıs devleti haline dönüştürülmüştür. Hükümetin başı tüm erkleri sultası altına almıştır. Danışma Meclisi adı altında bir Kurucu Meclis oluşturularak bu yeni anayasa hazırlanarak halkoyuna sunulmuştu.%92.07 halkoyu ile de onaylanmıştır.2709 numaralı bu Anayasa 07 Kasım 1982 tarihinde kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyetin değiştirilemezleri, Atatürk Devrimi ve çağdaşlık güvence altına alınmıştır.
1.Milli Savunma
1.Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı
MADDE 117-Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.
Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir.
Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.
Milli Savunma Bakanlığının, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlıkları ile görev ilişkileri ve yetki alanı kanunla düzenlenir.”
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararı ile Başkomutanlığa atanmıştı. AKP’NİN 864 rakımlı tepemize seçtiği Sayın Abdullah Gül’ü Başkomutanlığa hangi makam atamıştır! TBMM’İNİ daime Meclis Başkanımız temsil etmektedir. Yani yaa! Başkomutanımız olan TBMM’İNİ de asker yerine Polisimiz korumaktadır! Başkomutanlığın Temsilcisini de bir tugay korumaktadır! Daha derinlere inmeyeyim, oksijen kifayetsizliğine uğrayabilirem!
        
        
                           
        
                  
                                              

28 Şubat 2012 Salı

605/HANGİ MİLLETE HİZMET!

                                                                                
OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   İzmir;28 Şubat 2012.
                  
                            HANGİ MİLLETE HİZMET?
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” Özdeyişini basitliksayanlaryanıtlasınlar!
           Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyimiz, ikinci ameliyatından sonra, televizyonların önüne geçerek:
         “İnşallah bir hafta sonra, görevimin başına dönerek rütin hizmetlerime ve MİLLETİME hizmete başlayacağım!”Dedi.Sözlü ve dahi yazılı basınımız.
         Ağızlarından Milletime kelimesi çıktığında, şallak ve dahi mallak oldum. Aklıma İhanet itibarı iade edilerek bir üniversitemize de adının verilmesini beklediğim, dinimize, dilimize, ulusal ve toprak bütünlüğümüze düşman olan Sait’i Norsi—Sait Okur—geldi.Bu Sait’e büyük Ulema diyen büyüklerimize bir danışayım dedim: 
           "Ben Said Kürttür, milletimden olmayan birisiyle teşrikimesai etmek hamiyet-i milliyeye muhaliftir".

"Benim gibi Şafi-ül mezhep adamlara, hangi usul ile Türkçe Kamet teklif ediyorsunuz? Benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usulledir? R.N.K. Mektubat S. 39~-399. mü? Said Nursi.

"Evet, ben, unsurca Türk sayılmıyorum. "R.N.K. Bediüzzaman cevap veriyor. S. 92. mü? B.S. Nursi.

"Eğer milyonlar ile efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutma­yan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihat arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kal­dırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara tek­lifiniz bir nev'i usul-ü vahşiyane olur; yoksa sırf keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz” R.n.K. Mektubat S. 300 mü? S. Nursi.
   
"Türklük milliyetine bütün zıt bir şekilde Frenklik manasında Türkçülük namıyla Tahrifdarane ve bidatkarane bir fetva ile Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten onlara teklif etmek hangi usulledir". R.N.K. Mektubat S. 393–399 mü? S. Nursi

"Ey Türkler ve Kürtler, acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadını­zı ve iki asır sonraki evladınızı, şu gürültülü hane olan, Asr-i hazırda meclise davet etsem". R.N.K. Münazarat Risaleleri S. 73-90 mü? B.S. Nursi. Herif, Tanrı gibi konuşuyor, delilik bu ya; yapar mı yapar. Bu kadar insanı nerede toplar, nerede yatırırız. Ne ile besleriz. Gel Said yapma Bölücülük et de Tanrıcılık oynama.

"Ey Asurîlerin, kıldanilerin cihangirlik zamanında piştarı, kahraman askerleri olan ars­lan Kürtler, beş yüz senedir yattığınız yeter artık, uyanın sabahtır. Yoksa sahrayı vahşette, gaflet sizi gark edecektir". iki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi veya divanı harb-i örfi ve Sa­idi Kürdi mi. Saidi Kürdi. Gericilik ve ötesi S. 65–66. Fuat Kadıoğlu: Zonguldak Valisi 1965.

           Ya; gördünüz mü Kur-an'ın Kerim tefsirlerini; gördünüz mü ıslama ve de Türk' e hiz­metlerini; gördünüz mü nasihatlerini!         
           Taa. Abdülhamit ve Mehmet Reşat zamanında; Bitlis'te ve de Van'da, Kürtçe tedrisat yapacak bir üniversite açacakmış.
Sayın N. Şahiner; Medinetüz Zehra ismi verilen ve Van'ın Edremit ilçesinde temeli atı­lan bu üniversiteyle ilgili, Başbakanlık Arşivlerinde, bakir belgeler bulmuştur.
Şimdi; bundan 70 sene önce, Osmanlı imparatorluğu döneminde, sefalette; cehalette eşitlik yok muydu? Doğusu sefildi Osmanlının, batısı da cahildi, okuma yazma oranı, tam 623 senede, yüzde 3'e yükselmişti. Doğuda, Kürtçe. Öğretim yapacak bir üniversite kurmak, bölü­cülük yapmak değil de nedir? Bunun gerisinde, 31 Mart'ın gerisinde, Sevr'in gerisinde, ya­tanlar yatmaktadır. Sevr'in 62’inci maddesi, aynen şöyle der:
"Türkler; Kürtlerle meskûn olan bölgelerdeki hükümranlık haklarını kaybettiklerini şim­diden kabul ederler. Sonuç, bir sene sonra yapılacak, plebisite göre saptanır."
           Sen tut; bu herifin deli saçmalarını yuttur. Olacak iş mi?
Nurcuların arkasında dış güçler var. Bunu yalnız ben mi söylüyorum. "Nurculuğun kö­kü dışarıda". Sayın Necmettin Erbakan; bir ay içerisinde böyle buyurdu. Daha önce buyurmu­yordu. Nurcusu, Süleymancısı ve de Nakşibendîcisi kendisini dışlayınca hidayete erdi. Milli­yet gazetesinin 2.7.1976 günkü nüshasının 10’uncu sayfasındaki bir haberi okuyalım:
“"3 MSP' Lİ, SAİDİ NURSİ'Yİ SAVUNAN TOPLANTI YAPTI" -ANKARA ÖZEL
"MSP Milletvekilleri, Hüsamettin Akmumcu, Suudi Neşat Saruhan ve Vahdettin Kara­çorlu, dün, Meclis Basın Bürosunda, düzenledikleri basın toplantısında, "Risale-i Nur"a ait ki­tapların yasaklanmasını ve bu konuda Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu'nun kararı bu­lunduğunu belirten Yargıtay Başsavcısı Kazım Akdoğan'ın "Anayasayı ihlal ettiğini" öne sür­müşlerdir.

Arkadaşları adına konuşan Hüsamettin Akmumcu: "Yargıtay Başsavcısı ile bu konuda TV ekranında, Gazeteciler Cemiyetinde ve istenilen her yerde açık oturum yapmaya hazırım" demiştir.

Akmumcu: "Yargıtay’ın bu kararında önce, 500 den fazla karar alan sonra 150 den faz­la beraat kararları bulunduğuna" dikkati çekmiştir. "Başsavcı hatadan dönme faziletini göster­melidir. Hata ettiğini kabul etmelidir. Başsavcı, neden bu hareketin içine girmiştir, anlayamı­yoruz" demiş, özetle şöyle devam etmiştir.

"Başsavcı, neden Adalet Bakanlığına ve iç işleri Bakanlığına başvurmadan bu hareke­tin içine girmiştir. 1965 yılında alınan bu kararı neden hatırlatıyor, sebebi nedir? Bunları anlamaya imkân yok. Hukuk Devletiysek, din ve vicdan hürriyetlerine saygılıysak, niçin bu şekil­de hareket ediyor? Bunun, bu hareketin düzeltilmesini bekliyoruz.
Bütün bakanların ve hükümetin de Anayasa'nın 132’inci maddesine uymasını istiyo­ruz."

Akmumcu, bundan sonra; beraberinde getirdiği Saidi Nursi külliyatını gazetecilere gös­termiş, "Bu kitapların siyasetle hiçbir ilgisi bulunmadığına" dikkati çekmiş!
            "Neslimizin en büyük hocasıdır. Kuran'ı tam olarak kimse anlayamaz. Tefsir edenleri okumak lazımdır. Nursi külliyatı da bir tefsirdir. Okuyanlar, Allah için söylesinler, herkes iste­diği sayfayı açıp baksın, bir satır siyaset var mı?" demiştir
Akmumcu, Nursi'nin: "Bolşeviklere ve Komünistlere" karşı nasıl mücadele ettiğini de an­latmıştır.

           "Ben, bu karar değiştirilmedikçe Yargıtay Başsavcısını cevaplamaya devam edeceğim. Daha geniş deliller getireceğiz" demiştir.      

Oldu muya, Erbakan Hoca; Sen tut; "Bolşeviklerle ve Komünistlerle" mücadele eden Nurcuların kökü dışarıdadır de. Sahi bu Said "gök gözlü deccal", "tek gözlü deccal" diye Lenin’e mi, yoksa Nazıma mı sesleniyordu?

Ha; 1971 yılında, Sav ve Kuleönü köyündeki Nur Medreselerini! Kapatıp, 92 Nur Şa­kirdini yakalayan J. Albayı ne mi oldu? Konya J. Bölge Komutanı oldu ve generalliği bekleye, bekleye emekliye ayrıldı. O dönem de; Rahmetli emekli Orgeneral Ali Fethi Esener de korge­neral rütbesinde ve Jandarma Genel Komutan muaviniydi. Tesadüf.
Sayın Demirel, sohbetinin bir yerinde; Said Nursi'nin özelliklerini sayarken: "Kimsenin önünde eğilmemiştir. Devirlerle hoş geçinmek gibi bir yola da sapmamıştır."S.7 buyuruyorlar.
Sorgu yargıcı, Rahmetli Abdullah Tevfik Öz'ün önünde verdiği ifadesiyle, Emirdağ ilçe J. Bölük K.V.J. Astsubay'ının önünde imzaladığı tebellüğ belgesinin fotokopilerine bir göz ata­lım.
SANIK: Saidilkürdü Bediülzeman Bugün ihzaren daireye getirilen sanıktan, kâtip Feh­mi Turan hazır olduğu halde, usulen hüviyeti soruldukta:
Adı: Saidi- Nursi, namı diğeri Saidilkürdü, Bediülzeman, babası Mirza, anası Nuriye, so­yadı Nursi, 1292 doğumlu. Eski harflerle okuryazar, yeni harfleri bilmez, evvelce neşrettiği te­settür neşriyatı için Eskişehir mahkemesinde bir seneye mahkûm oldum. Bundan başka mahkûmiyetim yoktur dedi. Bekâr ve aslen Bitlis vilayetinin Hizan kazası Bülküm bucağı Nurs köyünden, halkından olup hiçbir işle meşgul olmadığını, yalınız, dört sene evveline kadar te­lifatla meşgul bulunduğunu ve halen bu işi de yapmadığını ve halen Emirdağ ilçesinde ika­mete memur bulunduğunu, bundan evvel de bazı yerlerde ikamete memur olarak bulunmuş olduğunu söylemekle hakkında ilk soruşturma kararının açıldığı kendisine bildirilerek bir diye­ceği olmadığından aleyhindeki dava ve haller anlatılarak müdafaası soruldukta; yalınız Beyazıt kazasında, üç ay kadar bir tahsili olduğunu ve 25 yaşında İstanbul’a geldiğini ve şarkta Kürt Şeyh Sait isyan i sırasında, Van'da bulunduğunu ve buradan, bu isyan sebebiyle, evve­la Burdur'da ikamete memur edildiğini ve orada bir müddet kaldıktan sonra Isparta'ya ve Isparta’dan da Barla bucağına ve oradan da Kastamonu'ya ve Kastamonu'dan tekrar Denizli'ye ve Denizli'den de Emirdağı ilçesinde ikamete memuren tutulduğunu ve halen de Emirdağ’ında oturmakta olduğunu ve Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nde ve diğeri de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde olmak üzere iki defa mahkeme altına alındığını ve yukarıda zikredildi­ği gibi Eskişehir'de mahkûm edilmiş ise de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde beraatına karar verildiğini Şafi mezhebinden olduğunu ve evvelce muhtelif tarikatlara intisap etmiş ise de ha­len ve hatta 25 seneden beri herhangi bir tarikata dâhil olmadığını ve cumhuriyet hakkındaki düşüncesine gelince, elli sene evvelinden beri fikren cumhuriyetçi olduğunu ve hulafai Raşi­din; yani Hazreti Ebubekir, Ömer, Osman, Ali raduallahuanhüleri birer reisicumhur olarak ta­nınmakta olduğunu ve laiklikden anladığının da hükümetin dinle, dünyayı ayırarak dinsizler­le ve dinlilerle alakası olmadığı…”Osman TÜRKOĞUZ, NURCULUK,783Sahife.
         Zamanında Bediüzzaman Sait’i Nursi dinlenmiş olsaydı bugünlere gelinmezdi!”MEB. Doç. Hüseyin Çelik.
         Benim aklım karıştı: Hangi millete hizmet!

27 Şubat 2012 Pazartesi

604/VE BÖLÜNEREK YIKILMAK!

                                                                                   

                     OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        İzmir31 Aralık 2010.
                                  
                                   FELAKETLERİ UNUTMAK!
                                                           VE
                                    BÖLÜNEREK YIKILMAK!(12 Ocak 2011).VE ŞİMDİ!
“Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sahibi olandır!
Başvekil İsmet Paşa, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin diploma töreni.08 Temmuz 1929.
“Benim Aziz milletimden ısrarla istediğin tek şey şudur: Kendisini yönetmek için başının üzerine çıkaracağı adamların, kanındaki ve vicdanındaki cevheri incelemekten bir dakika fariğ olmasınlar.”Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Cesaret insanı zafere/Kararsızlık tehlikeye/Korkaklıkta ölüme götürür.”Filozof Seneca, Sayın Şenol Güneş’ten.
“Buz dağının görünen kısmına göre manevra yapan kaptan da gemideki yolcularla beraber ölür.”Ostüzü.
            Ortaçağdan sonra; barutun icadı, topçuluğun gelişmesi ve yeni keşfedilen kıtalardan getirilen servetler, küçük devletlerin yıkılarak merkezi kırallıkların gelişmesini sağlamıştı. Sonunda büyük imparatorluklar kurularak sayısız devleti çatısı altında toplamıştı. Fransız İhtilali ve Büyük Filozofların aydınlatmaları ile haksızlığa ve zulme uğrayan ulusların bağımsızlıklarını kazanmalarına neden olmuştu.19’uncu ve 20’inci asırlar, büyük devletlerin denge aramalarına tanık olmuştu.20’inci asrın ikinci yarısı da Bloklaşmaya sahne olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Komünist Rus Bloğunu dağıttıktan sonra, Komünist Çin de modelini değiştirerek serbest piyasa ekonomisini geçmişti.
            İşte ulus devletler için felaket bu suretle meydana gelmiştir. Felaketin adı da USA’DIR!
            Sanayide ileri gitmiş ülkeler bir birlik oluşturarak Üniter ve güçlü ülkeleri bölerek küçük, küçük tüketim toplumları yaratmak ve ortaçağ beyliklerini oluşturma yoluna girdiler.
            Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıtılarak, eski Sovyet Peyklerinden yeni devletler oluşturuldu.
Yugoslavya’nın gücü ve azmi Avrupa’yı, özellikle Almanya’yı ve Amerika’yı korkuttuğundan bölünerek bir kenara itildi.
            Komünist Rusya 1968’de Aleksandr Dubçek’in Çekoklavakya’sını bölerek iki devlet oluşturmuştu. Ankara’ya Büyükelçi olarak atanan Rahmetli A.Dubçek sonunda bir orman işletmesine memur olarak atanmış ve aniden ölmüştü. Bu olayların yaratıcıları Kosigin ve Brejnev bile ölmüşlerdir.
            Afganistan ve Irak demokrasi getirmek masalı ile yıkıldı. Bizim Müslüman Başbakanımız bile, Irak’a hürriyet getirecek! Amerikalı askerlerin sağ ve dahi salim olarak ülkelerine dönmeleri için dualar etmedi miydi?
            Şimdi Nükleer güç İran’a hürriyet götürme masalları ile zavallı Müslüman ülkeler bile aldatılmaya çalışılmaktadır. Amerika’nın, Fransa’nın, Kuzey Kore’nin ve İsrail’in nükleere silahları olacak Müslüman ülkelerin olmayacak! Hadi canım sende!
            Afganistan’da vatanları için dövüşen Müslüman Afgan Vatanseverlerine karşı Müslüman Türk askerinin görevlendirilme pazarlıkları yapılacak, Türkiye’ye kan kusturan Kürt asilerine karşı hiçbir hareket yapılmayacak! Hadi canım sende!
            Osmanlı İmparatorluğunu yıkan Batılı oyunlarını ne çabuk unutmuşuz!
            *Kendi dillerini konuşan,
            *Kendi pozitif eğitim sistemini kuran,
            *Kendi meclisleri olan,
            *Kendi bayrakları olan,
            *kendi özel güçleri olan,
            *Kendi ulusal marşlarını söyleyen EYALETLER!
            Osmanlı bir baktı ki, Balkan Savaşında, “kendi özel güvenlik kuvvetlerini kuran Eyaletler”bir olarak Osmanlıyı yenmişler!
            Osmanlı Mebusan Meclisinde bir Gayrimüslim:
            “Benim Osmanlılığım, Osmanlı Bankasının Osmanlılığı gibidir!” Dediğini ne çabuk unuttuk. Şimdi de, bizleri yönetenlerin bazıları için ve de alenen Türklüğü, Türk Banklı olmak gibi algılanmaktadır!
            Güneydoğulu birisinin:
            “MGKurulu kararları temenni niyetindedir, kabul etmiyoruz”!Demesini hafife almamalıyız. Bugüne kadar MGKurulu’nun almış olduğu irticaya yönelik karalara uyuldu muydu? Bir aile içersinde bile iki dil o ailenin parçalanmasına yeter de artar bile. Bunu tartışmaya açmak bile en azından ihanettir. İki dil karmaşasının altından kalkacak devlet yoktur. Yarın mahkemelerde iki dil, çıkarılacak yasalarda iki dil! Sonunda Sayın RTE’NİN saymış olduğu 36 anasıra göre düzenleme ve Türkiye, önce bölünmüş sonra da paramparça olmuş.
            Sizlere iki belge sunacağım, bunların ne demek istediğini çözemezseniz eyvah ki eyvah!
            Birinci belge:1993 senesindeydik; bir dershanenin kimya öğretmeni bir Sayın Bayanımız Yargıtay’daki bir dosyadan alınmış bir yemin metnini bana getirmişti. Bu metni bilgisayara yükleterek gerekli yerlere iletmiştim. Bu arada, emekli subaylarımıza sataşan Sodep Genel Sekreteri Ertuğrul Günay’a da iletmiştim. Bu bir Kuran Kursu yeminiydi. Bu yemini 1980’li yıllarda Sayın RTE’NİN DE etmiş olduğunu sonradan öğrenmiştim. Yemin metni şöyledir:
            “Ben, Muhammet ümmetindenim. Türkiye, dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allah’ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim.”
            Şimdi de ikinci ve daha vahim bir belgeyi sunuyorum: Bu belge Türkiye Cumhuriyetini temsil eden devletlilerle Avrupa Birliği arasında imzalanmıştır.”Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi!”. Bu belgenin başlık bölümü:
            “Presidency Condusons”
            “Madde 23-“Müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğinin, müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına…”
            Bu belgelerden çıkaracağımız iki vahim ve kesin sonuç vardır. Hiçte kendimizi kandırtmayalım: Önce ikinci belgeyle ne demek isteniyor onu yazalım:
            “Ey! Bölücü unsurlar, ellerinizi çabuk tutarak Türkiye’yi biran önce bölmelisiniz. Bizler, siz Türkiye’yi bölmeden önce Türkiye Cumhuriyetini Avrupa birliğine katiyen almayız, onları uyutur, başarınız için onlardan ödün üstüne ödün almayı sürdürürüz. Ha gayret, size yardım edecek iktidarların başarılı olması için de her türlü desteğimizi esirgemeyiz.”Bunun anlamı kesinlikle budur. Bendeniz Kürt cesaretini en iyi bilenlerdenimdir: Bir destek varsa Kürt cesurdur.
            Gelelim Kuran Kursu yeminin anlamına:”Türkiye Cumhuriyeti bölünecek diye çalışmanızı gevşetmeyin. Bölünürse bölünür, önemli olan Şeriatı geri getirmektir. Ha gayret çoğu gitti azı kaldı.”
            Ya şimdi; herkes, her şeyiyle siyasi partilerimiz de dâhil elele ya da hiçbir zaman”.VE BÖLÜNEREK YIKILMAK!
            Sayın Büyüğüm SAD Beyefendi; ülkemizde değişmez ve değiştirilemez bir gerçek vardır: Türkiye’de iktidarlar değiştikçe şu şeyler değişmiş olurdu:
            1-Resmi makamlara oturanlar,
            2-Resmi araçları kullananlar,
            3-Resmi helâlara sıçanlar,
            4-Sekreterleri şapanlar,
            5-Ülkemizi soyanlar değişirdi. Buna da DÜZEN değişti denilirdi. DÜZÜLENLER hep aynı kalırlardı; yalınız POZİSYONLARI değiştirilirdi. Bir kıçı Kuzeye domaltılmış, bir de bakarsınız ki kıçı Güneye domaltılmış! Bu konuda çok doluyum; uzun, uzun yazmayacağım.1956 senesinde; Başvekil Adnan Menderes’in canı muz istediği için, bir F–84 Ankara’dan Adana’ya MUZ almaya gitmişti. Bedrettin Demirel, sınıf arkadaşı Kenan Evren’e Konya’da vereceği ziyafet için, bir topçu uçağı Kıbrıs’a Davidof Purosu almak için gönderilmişti. O uçağın kalkışı beynime kazınmış halde ne yapsam kurtulamıyorum. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın ve ailesinin temizlenecek elbiselerinin bir C–130 Herkül Uçağı ile İzmir’e getirildiği, dönüşte de Hava Lisan Okulu bahçesindeki Mandalinlerden toplanan meyvelerle Ankara’ya döndüğü bilenlerce çok anlatılmıştı.
            27Mayıs 1960 Askeri darbesinde; ilk ağızda(7.500)subayın Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiği kesildi. Bu facia”Eminsucu’lar” olarak uzun yıllar vicdanlarımızı kanattı.
            (147) Üniversite öğretim üyesinin görevine bir yasa ile son verildi.Aynıhata12 Eylül 1980 darbesinde de tekrarlandı. Üniversite’ye girilerek (1402)’likler yaratıldı.”Ben iktidarım ne istersem yaparım” mantığı bugünkü iktidarın mantığına yol açtı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Aydın kesimlerde UMUT olma inancını yitirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri personeli içlerine kapandı, iç çevrede ve kendi düşünce sistemi içersine kilitlenerek donup kaldı! Türk Silahlı Kuvvetlerinde emeklilik işleri güçlülere sığınanlara yer açmak için yapılmış olduğu inancı dışarıya vuran açıklamalar nedeniyle, aydın ve halk kesiminde güçlendi. Emekli Kurmay Albay Osman Köksal’ın evindeki belgeler niye çaldırıldı dersiniz!
            Büyük Bilgin ve Atatürkçü Hava Korgeneral Sabri Tavazer’in Orgeneralliğinin önlenmesi bize has bir taktikle olmuştu.
            Viski içinde yüzen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’ın emekli olmasına iki gün kala, Başbakan Süleyman Demirel’e kış tatbikatında General üniforması giydiren bir Orgeneral’in—Ali Fethi Esener’in inadı Rahmetli Büyük insan Orgeneral Adnan Ersöz’ün Genel Kurmay Başkanı olmasını engellemek içindi. Sonunda Orgeneral Kenan Evren Genelkurmay Başkanı olmuştu. Sayın Demirel’in kırdığı bardaklar saymakla biter mi! Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olan Atatürkçü Rahmetli Orgeneral İrfan Özaydınlı, Nurculuk’u Sıkıyönetimin ilanına neden olan suçlardan sayarak Kadir Mısırlıoğlu’nu ve 92 sanığı mahkûm ettirdiği için Hava Kuvvetleri Komutanı yapılmayarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yerleşmiş geleneklerine aykırı olarak bir Hava korgeneralini Hava Kuvvetleri Komutanı yapmıştı.
            Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren de aynı yolu izlemişti. Deniz kuvvetleri Komutanı olacak gözü ile bakılan Oramiral Akif Akdoğanların yerine bir darbe arkadaşını seçmişti. İşin en onurlu yanı da, eline 12 Eylül Askeri Darbe planı verilmiş olan Büyük denizci ve daha Büyük insan olan Akdoğanlar, bu dosyayı Başbakan Süleyman Demirel’e değilde Kenan Evren’e teslim etmişti.
            Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da,”Ecevit Mavisi” bir kumaş sürtüşmesi nedeni ile suçladığı Hava Kuvvetleri Komutanı Köylü lâkabı ile ünlü Orgeneral Emin Alpkaya’nın soruşturmasını Korgeneral Musa Öğün ile çok yakından tanıdığım, Tüm General Adnan Sarper’e yaptırtmıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir üstün duruşmasında bile astları bulunamazken bu kepazeliği Büyük Askeri Yargıç Mehmet Turan onurlu bir belge ile tarihe mal etmişti:”Kuvvet Komutanı bir Orgeneralin soruşturmasını ast rütbedeki Generallere yaptıran Orgeneral Semih Sancar hakkında Genel Kurmay Başkanlığına suç duyurusunda bulunmuştu!”
            Tüm bu olumsuzluklar Aydın kesimin ve uyanık halkımızın gözlerinden kaçmamıştı. Hele, hele Demokrat Partiye oy vermiş olan Beş milyon–5.000.000.000-seçmene kuyruk yakıştırmamız yenir, yutulur ve dahi unutulur bir lokma değildi.
            Hukuk Fakültesinde bir İdari Hukuk Doçentine sordum:
            “Sayın Doçentim; Sıkıyönetime neden olan olaylar arasında Üniversitelerimizin ders programları var mıydı?”Sayın Doçent sersemledi:
            “Yok, hayır yoktu.”
            “O zaman sizler Sıkıyönetim komutanlarının Hanımlarına eşleriniz vasıtası ile hulul ederek, yetenekli Akademisyenlerin adlarını vererek onları ekarte ettirdiniz. Atılmış olanlar Batı ve Amerikan üniversitelerinde hemen iş buldular ve görkemli eserler de verdiler! Bu duruma ne diyorsunuz?” Adam yerinden fırladı ve:
            “Aynen sizin dediğiniz gibi yaptık!” Dedi.
            Zonguldak Sıkıyönetim Komutan Yardımcılığının tüm işleri bana bağlanmıştı. Sayın Ali Uzun adlı Namuslu bir Mimarımızı Çatalağzı Belediye Başkanı olarak görevlendirmiştik. Çok onurlu işler de yapmıştı. Anap iktidara geldiğinde; Sayın Ali uzun Zonguldak İmar Müdür Yardımcısı yapılmıştı. İmar Müdürlüğüne de Bir Sanat Okulu mezunu bir kimesne getirilmişti. Üşenmeden kalkıp Zonguldak’a gittim ve Sayın Ali uzun’a sordum:
            “Bu nasıl iş!”Gülerek çok kısa bir yanıt verdi:
            “Sayın müdürüm, benden önce Semra Özal’a ulaşmış!”Neden güldüğünü anlamıştım:”Güleriz ağlanacak halimize!”
            27 Mayıs 1960’tan önce emekli olan bir Süvari Binbaşısı Emniyet Genel Müdürlüğü Önemli İşler Müdürü yapılmıştı. Komutanım siz emekli olmamış mıydınız!” dediğimde:”Orasını karıştırma, tepki için emekli olmuştum!” Dediydi. Emeklilik için Komite üyelerinin huzur’u Hümayunlarına gelen bir Yaşlı asker de Amasya’ya Vali yapılmıştı. Bizler bu oyunları bilemediğimiz için, kan dökülmesin diyerek koşarken,18 makineli tüfekle Harbiyelilerin üzerine bir buçuk saat mermi yağdırmak ve dahi BAŞVEKİL ADNAN MENDERES’İN AKIL HOCASI OLMAK SUÇLARINDAN, HİÇBİR İŞLE GÖREVLİ OLMAYANLAR TARAFINDAN TUTUKLANMIŞTIK. Anlatmayayım, çok utanıyorum. Hüseyin Seyfullah’ın—Alpaslan Türkeş’in-nasıl Başbakanlık Müsteşarı olduğunu da çok yakından bilenlerdenim.
            27 Mayıs 1960’tan sonra; Demokrat Partiye oy veren (5.000.000.000) vatandaşımıza biz askerler KUYRUK sözünü yakıştırmıştık.12 Eylül 1980’den sonra da Türk toplumundan kopmamızın günahı bizlere aittir.
            Ağaoğlu Ahmet’in bir Rus Kazak Albayının Kızından olma oğlu Samet Ağaoğlu, Salihi’ye geldiğinde Salihli Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı kendilerini karşılamadığı için, Salihli Ağır Ceza Mahkemesi lağvedilerek ol Küstah! Hâkimin tayini çıkartılıp, ol mahkeme yeniden Salihli’de kurulmuştu.
            Kenan Evren’in Eniştelerini Manisa Asker Hastanesinde muayene etmedikleri için ol Hastane lağvedilerek OL Küstah! Atasagunlar başka yerlere atanarak ol hastane yeniden kurulmuştu. Osman Türkoğuz gibiler, ne hediye ne de rüşvet alanlar, hatır gönül işlerine bulaşmadan ülkesi ve dahi Atatürk ülküsü için çalışan subaylar, her devirde olduğu gibi, “BEŞİBİRLİKLER” döneminde de sürülmüş ve süründürülmüşlerdir. Hülmenli bir kaçakçının oğlu, Türkçesi bile çok zayıf bir jandarma subayı, Bornova J.Komando Tabur Komutanlığından İzmir İl Jandarma Alay Komutanlığına, oradan da Kırkağaç Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığına, oradan da Balıkesir İl Jandarma Alay Komutanlığına atanmıştı. Jandarma Genel komutanı Orgeneral Orhan yiğit zamanında, haksız erat tayinleri için gittiğimde, bu işlere bakan Şimdi Rahmetli Olan bir Binbaşı—Albay Emin Şahinoğlu--, dolabından, yeşil kâğıtlara yazılmış (1800) er adı çıkardı ve:
            “Deli olma ve hemen git, bu işlerin başı O!” Dedi. Yapılmış olan pislikleri yazmak için yüreğim işin vermiyor. Komutanlıktan ayrıldığında Yedi tır eşya ile bir J.Astsubayının yaptırtmış olduğu Kumla’daki villasına uğurlandığı söylenmişti. Yedi Tırı Kumla’ya gönderen J.Albayı da İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı yapılmıştı.
            Antakya’da bir ünlü ailenin dağları ve taşları Fransızlara tapulatan bir ailenin arazilerini kamulaştırdığım ve teklif edilen olanakları kabul etmediğim için ivedilikle Taburumun tüm subaylarıyla birlikte başka yerlere atanmıştım. Altı ay sonra da özel bir görev izni ile Antakya’ya görevlendirilip yeni kamulaştırmalar yapmıştım. Kızıltepe Seyyar Jandarma Alay Komutanlığına tayin edilmem üzere J.Gn. Komutanı’nın Huzur’u Hümayunlarına çıkarak ve direkt olarak:
            “Komutanım, benim yemediğim rüşvetleri kimler yiyor!”Demiştim. Unutmadan bir şeyi daha yazmak istiyorum:
            18 makineli tüfekle Harbiyelileri 1,5 saat ateş altına almak ve Başvekil Adnan Menderes’in akıl hocalığı suçlarından aklandığım halde Kilis’te konuşlanan 122’inci seyyar jandarma alayı karargâh ve servis bölük komutanlığına tayinim çıkmıştı. Yassıada duruşmaları da TRT’DEN verilmekteydi. Yalanları dinlediğimde kan beynime sıçradı ve Kilis Postanesinden Mahkeme Başkanı Rahmetli Salim Başol’a bir telgraf çektim:
            “27 Mayıs’ın sahte Kahramanları Don Kişot gibi yel değirmenlerine saldırmaktadırlar. Tanık sıfatı ile dinlenmemi arz ederim!”Bir akşam tanık sıfatı ile dinlenmem hususunda mahkeme kararını Rahmetli Salim Başol okudu. Bu kararın bana tebliğ edilmesini hâlâ beklemekteyim!
            Zonguldak il Jandarma alay Komutanı iken(384)kaçak kömür ocağını patlattırmış, kum kaçakçılığını da önlemiştim. Dediklerini ve istediklerini yapmadığım için de sürüldüm. Kara Kuvvetleri İstihbarat başkanlığından Zonguldaklı bir kurmay binbaşıya aleyhimde rapor düzenlettirdiler ve kış ortasında Konya’ya pasif bir göreve sürüldüm. Bölge komutanına rağmen 8 il jandarma alayı,59 ilçe jandarma bölüğü ve 450 Jandarma karakolunun ve Bölge Jandarma komutanlığının ita âmirliği de bana verildi. Bu durumu genelleştirdiğimizde askeri yönetimin kokuşmuşluğu ortaya çıkar. İzmir’de Teleferikteki 89 derece meyilli yamaca site kurmaktır askeri yönetim sözüne bendeniz yanıt bulamadımdı! Komutanlarımız her yönden sınıfta kaldılar ve faturalar da Türk Silahlı Kuvvetlerine kesildi.
            Zonguldak İl Jandarma Alay Komutanlığından Konya’ya sürüldüğümde iki önemli konuşmaya da tanık olmuştum: Bir grup polis, bir masanın ortasındaki Atatürk büstüne:
            “Ey Selanikli, sana inananların hallerine bak!”Diyerek ağlarlarken, bir polis memuru da:
            “Sayın Albayım, sizin gitmenize biz üzülsek te cüzdanlarımız gülüyor!” Dedi. Hayatımın en güzel dersini de Zonguldak Trafik Şube Müdürü Baş komiser Kadir Ceylan vermişti:
             “Sayın komutanım; Türkiye’de rüşvet, soygun, vurgun ve talan hiçbir gücün önleyemeyeceği bir olgudur. Rahat yaşamak isterseniz, bunlarla mücadeleyi bırakarak, bunlarla birlikte yaşamayı öğrenmelisiniz”! Demişti. Bunlar tüm namuslu devlet Memurlarımızın öyküsüdür. Tüm bu namussuzluklarımız Atatürk sisteminin üzerine yıkıldı. Bir evde karı ve koca kavgası sokağa taştığında tüm hovardalara nasıl gün doğarsa şer güçlere de böylece günleri biz doğurttuk.
            Öğretmenlerimiz imamlara ve tarikatlara yenildiler. Türkiye’nin Atatürk devrimi aleyhindeki alt yapısı:1-Komutanlarımız2-Hâkim ve Savcılarımız3-Öğretmenlerimiz ve Aydınlarımız! Politikacılarımız Tarafından büyük bir başarı ile hazırlanmıştır.
            Tüme varım metodu ile olayları genişletmek mümkündür. Toplumun katmanları arasında çatlaklar oluşturduk, buraya giren yabancı sular donarak çatlakları genişletti.
            Dünya üzerinde bulunan her devletin Milli Menfaatlerini gerçekleştirmek için Milli Hedefleri vardır. Bu hedefler, Milli Güvenlik siyaset Belgelerinde açıklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Ümmetçiliğe ve dış devletlerin önerilerine kilitlenmiş durumdadır. Bizi ilgilendiren ve bugünkü durumumuzu ve yarınımızı etkileyecek olan Tek şey, Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Siyaset Belgesindeki 21’inci Yüzyıl Hedefleridir. Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Güvenlik Belgesinde iki önemli konu vardır, bizleri bugünkü karmaşaya ve dağınıklığa iten. Burasını iyi okuyup, aklımızı da başımıza almazsak yarın için de çok geç kalmış olacağımızı şimdiden söyleyebilirim:
            1*“21’inci yüz yılda; hiçbir ülke ya da ülkeler topluluğuna STRATEJİK GÜÇ OLMA İZNİ VERİLMEYECEKTİR!”
2*”Bu hedefin sağlanması için önleyici güç kullanımı da dâhil her yola başvurulacaktır.”
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Türkiye toprakları üzerinde ÜÇ temel, ÜÇ’Ü DE mümkünse ulaşılabilir nitelikte hedefleri vardır:
“1-Büyük İsrail’in oluşturulması,
“2-Büyük Ermenistan’ın oluşturulması,
         “3-Büyük Kürdistan’ın oluşturulması.
            Daha uzun vadede:
            A-İstanbul merkezli Büyük Ortodoks devletinin kurulması,
            B-Pontus Rum ve Yunan devletinin kurulması,
            C-Konya merkezli HİLAFET devletinin kurulması!
                                   Çok önemli bir haber:
            “Ankara-Cumhuriyet Bürosu.”
            “Vali ve kaymakamlar Amerika Birleşik Devletlerine eyalet uygulaması stajına gittiler.”
            “İş İşleri Bakanlığı Strateji geliştirme Başkanlığı bünyesinde, Amerikan yönetim sistemini görmek ve uygulamaları incelemek amacıyla 35 Kaymakam ve Vali Muavini, 1,5 aylık kurs için Amerika Birleşik Devletlerine gittiler.”
            Gezi heyetinin başkanı Kadir Çakır:”Öğrendiklerimizi en iyi şekilde uygulayacağız!” Dedi.
             Başkomutan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in,06 Mart 1922 tarihinde Türkiye büyük Millet Meclisi Kürsüsünden tüm dünyaya seslenmişti:
                        “Efendiler,”
         “Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”Gazi Mustafa Kemal.
            Sayın RTE’NİN, Amerikan Başkanı tarafından gözden çıkarılacağını sanan, Kürt kökenli ve Musa Anter’in çok yakını bir AKPELİ Büyük BİR POLİTİKACI tarafından:
            “Sayın RTE’Yİ delikten aşağıya süpüreceğinize on kullanmalısınız!”Denildiğini okumuş muydunuz acaba!
            Bdp Genel Başkanı Selahattin Demirtaş:”Türkiye (25) eyalete bölünmeli, her eyaletin de özel güvenlik güçleri olmalı!”Dediğinde Türkiye Halkı ayağa kalkmış ve sessizce de yerine oturmuştu. Bunun bir anlaşmanın ifadesi olduğuna inanan var mıydı?
            İyi okumalıyız ve de uyanmalıyız; senelerce önce Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey bakınız ne buyurmuştu:
            “TÜRKİYEYİ EYALETLERE BÖLMEK LÂZIM. MERKEZİ YÖNETİMİN BİR TAKIM YETKİLERİ BUNLARA VERİLMELİDİR. BELEDİYE BAŞKANLARI DA BU KONUDA EN YETKİLİ OLMALIDIR. O BÖLGELERDEKİ HER TÜRLÜ EĞİTİM DE BUNLARA BIRAKILMALIDIR!”Buz dağının görünmeyen kısmı buradadır Sayın Seyircilerimiz.
            Ps: Hava Kuvvetlerimize komutan olan Generallerin Silivri Toplama Kampına gönderilmesini hazırlamak, Silahlı Kuvvetlerimizin içinde sürdürülen çatışmanın Politikacılara yansımasının eseridir.                Eskişehir’deki Hv. Orgenerali Komutan Silivri’ye, emekliye ayrılan kurmay başkanı tümgeneral de,AKP’DEN  Parlamentoya.




  

26 Şubat 2012 Pazar

603/ŞEHZADE VE BEYLİK KAVGALARI!

                                                                                 
OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   İzmir;26 Şubat 2012.

                            ŞEHZADE VE BEYLİK KAVGALARI!
“Kavga ve niza eksik olmayan evden ne kız alırlar, ne de o eve kız verirler!”Atasözümüz.
“Müflislerin yapabilecekleri tek şey: Eski defterleri karıştırmaktır!”Ostüzü.
         Selçuklu ve Osmanlı tarihine bir göz atarsanız, gözünüz ve gönlünüz; Şehzade ve Bey kavgalarından kanlanır. Kurt Stanhaus’un “Rüşvetin Anatomisi” ---Sanders Yayınları--adlı eserinde, Osmanlıdaki kavgaları ve rüşvet olaylarını çok iyi bir gözlemlemesi vardır:
         “Dış yağma gücü yitirildiğinde; yitirilen güç içeriye rüşvet olarak döner!”
         Eksen etrafındaki dönme hızı çarkı döndürmeye yetmezse, o çark ekseninin  dibine yığılır. Ostüzü.
         Demokrat Parti iktidarı döneminde de parti isimleri yorumlanmıştı: Cumhuriyet Halk Partililer, Demokrat Parti için”Değirmenci Pavli!”Demişlerdi. Laf yetiştirmekte bizim politikacılarımızın üstüne yoktur. Demokrat Partililer de Cumhuriyet Halk Partisi için,”CENABI HAK PAKLASIN!” Yakıştırmasını yapmışlardı. CE—HE—PE’YE bakanlar:”Yüce Tanrımızın işi çok zor!”Demekteler.
         Kılıçdaroğlumuz; durup dururken:”35’İNCİ maddeyi kaldıralım, Genelkurmay Başkanlığını da Milli Savunma Bakanlığına bağlayalım! Hodri meydan!”Demiş. Ben anlatayım da komediye bir de siz bakınız:
         Başkomutanlık, TBMM’SİNİN Yüce varlığından ayrılamaz. Yani ya, Türkiye Cumhuriyetinin Başkomutanı Yüce Meclisimizdir. Cumhurbaşkanı temsil eder.
         Türkiye Cumhuriyetinin Başkomutanı olan TBMM’Yİ Polis korur. Başkomutan Temsilcisi olan Cumhurbaşkanını de bir Tugay seviyesinde asker korur. Yarın bir savaş olsa, Ordumuzun Başkomutanını da Polis mi koruyacaktır!
         Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük komutanıdır. Genelkurmay Başkanlığını MSB’YE bağlayalım! O’NU dahi Polisimiz korusun!
         Çok güzel bir atasözümüz vardır.”Allah şaşırttığı kulunu…”Gerisini siz tamamlayınız.

602-PINARIN GÖZÜNE SIÇMAK!


OSMAN TÜRKOĞUZ
Osmanturkoguz@hotmail.com
İzmir 13 Aralık 2008/ 22 Mart 2010.
Ve Şimdi!

            
PINARIN GÖZÜNE SIÇMAK!
Yeni bir anayasayı yazmakla görevlendirilen Büyük Hukukçularımız, para kazanmak için almış oldukları bir boşanma davasını kazanabilmenin bilinci içinde gözükmektedirler. Yok, o değişmez maddeleri beş general koydurtmuş!  Bu adamlar Profesör! Pekiyi, 1961 Anayasamız o maddeleri kaç general koydurtmuştu! Yok, şuymuş, yok buymuş.%92.07 Halkın onayından geçmesine ne denir! Biz istediğimiz gibi değil de Başkalarının istedikleri gibi bir anayasa yazalım, halkımız onu bal gibi onaylar! Üç, beş kişi, ortalığı bulandırmak için, yazar ve dahi konuşur. Halk unutur. Adnan Menderes te demedi miydi:”Hafızayı beşer nisyan ile malûldür!”Diye. İşte bu nedenle üç senelik yazımı sandıktan çıkardım.
Bendeniz de diyorum ki: Anayasalar kanla yazılır!
“TÜSİAD'ın çalışmasını tamamlayıp açıkladığı yeni Anayasa raporunda en çarpıcı bölüm, Anayasa'da değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ilk üç maddeye ilişkindi. TÜSİAD'a göre, Türkiye devleti bir cumhuriyettir; diyen ilk madde dışında Anayasa'daki tüm maddeler değiştirilebilir.

Anayasa’nın; değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek; maddelerini değiştirmek mümkün mü? Bunu nasıl algılanır neye yol açar?

TÜSİAD’IN tartışma yaratan raporunu hukukçulara sorduk. İşte cevapları...

ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. SERAP YAZICI
1924 ve 1961 anayasalarında da durum böyleydi zaten…


Prof. Özbudun: Üç maddeyi 5 general koydu
ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL
Bu anayasa benim ihtiyacımı karşılıyor;

Anayasanın ilk 3 maddesini değiştirmek gerekli mi, değiştirilebilir mi? Bunu değiştirmek isteyenlere,
TÜSİAD'ÇILARA sormak lâzım. Neye karşı geliyormuş? İhtiyaçları neymiş de karşılamıyormuş? Benim ihtiyacımı karşılıyor. Benim ihtiyacım ulus devlet. Benim ihtiyacım cumhuriyet. Onların hangi ihtiyacına eksik geliyor bu anayasa, sormak lâzım. Tartışmaya açılacak bir sürü konu varken buradan başlamak pek sağlıklı değil. Anayasada üzerinde oynanacak bazı şeyler var ama bunlar değil. Esası bozulmadan yapısı düzeltebilecek dayanışma vs. gibi laflar var. Onlar gereksiz olabilir. Ama özü muhafaza edilmelidir.

ESKİ ADALET BAKANI ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK
Devletin temelini oluşturan kurallar değiştirilemez.

Anayasada nitelikleri temelinden değiştirmeden ifade değişikliği yapılabilir mi? Bu yapılabilir. Ama nasıl? 1. madde zaten değiştirilemez. 2. maddedeyse bazı nitelikler daha çok genel ifade çizer biçimde. “Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” gibi ifadeler daha çok bir çerçeve çiziyor. Bu ifadeler çıkarılabilir. Yeni anaysa yapılacaksa bu şekilde 2. madde Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir; şeklinde düzenlenebilir. 3. maddede yapılabilecek tek değişiklikse resmi dilin Türkçe olduğu konusu. Bunu metne de alabiliriz. Böylelikle Kanuni Esasi'den beri gelen bir anayasa hükmü, açık ifadesini bulmuş olur. Türkçe için resmi dil hep denmişti ama 82 Anayasası yapılırken kenar başlığına konmuştu bu ifade. Şimdi açıklık sağlamak açısından resmi dil Türkçedir ifadesi metne konabilir.

Ama bu nitelikleri anayasada hiç belirtmeyelim denilirse Türkiye Cumhuriyeti İslam Cumhuriyeti haline getirme konusunda hiçbir hukuki engel kalmaz. Türkiye Cumhuriyeti bir İslam Cumhuriyeti değildir. Bazı ülkeler gibi Halk Cumhuriyeti de değildir. Nitelikleri anayasada belirtilen bir cumhuriyettir. Niteliği olmayan, sadece çerçeve çizen genel ifadeler yeni anayasa yapılırken kaldırılabilir. Bu, nitelikte değişiklik anlamına gelmez. Ama onun dışında hiçbir şeye dokunulmamalıdır. Her devletin bir kimliği vardır. Laiklik, milliyetçilik gibi ilkeler uzun mücadeleler sonunda ortaya çıkmış ilkeler. 1876'dan beri her devlette bu nitelikler daha fazla güvence altına alınmıştır. Gelecek kuşakları neden bağlıyorlar diyorlar, Türkiye Cumhuriyeti burada düşünülebilen, ulaşılabilen niteliklere sahip bir Cumhuriyet olmayı amaçlıyor. Bu temel ilkeler değiştirildiği takdirde tabii ki zarar gelir. Laiklik vs. gibi ilkeleri değiştirirseniz İran'dan Pakistan'dan farkımız kalmaz. Şimdi mollalardan icazet alıyorlar. Bu yönetmelik değil, anayasa. Bütün maddeleri değiştirirsiniz ama devletin temelini oluşturan kuralları değiştiremezsiniz.

Kılıçdaroğlu, TÜSİAD'ın anayasa teklifine karşı çıktı

DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. FAZIL HÜSNÜ ERDEM
Milleti ile bölünmez bütünlük' ifadesi kaldırılabilir

Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa ilk üç maddenin düzenleme alanına giren konularda da yepyeni bir düzenleme yapma yoluna gidilebilir. Bunda herhangi bir beis yok. Bunun ötesinde, eğer anayasada değişiklik yapılması yoluna gidilecekse bu ayrı olur. Ama eğer yeni bir anayasa yapılacaksa elbette ki değişiklik yapılabilir.

Bu maddelerin özüne ya da bunların koruduğu değerlere bakıldığında bir problem olduğunu zannetmiyorum. Mesela birinci madde
Türkiye Devleti bir cumhuriyet’tir diyor. Bunda bir mutabakat söz konusu. İkinci maddede insan haklarına saygılı devlet anlayışını sınırlayan birtakım ifadeler var. Bu kavramlar çıkarılabilir. Ama bunun dışında temel ilkeler, demokratik devlettir, laik devlettir, sosyal devlettir, hukuk devletidir, insan haklarına dayalı devlettir bunlar evrensel siyasi-hukuki değerlerdir. Dolayısıyla bunlarda herhangi bir değişikliğe gitme gereği yok, kaldı ki buna yönelik bir talep de söz konusu değil.

Oktay Vural: TÜSİAD'ın anayasası ısmarlama.

3. maddede 'Türkiye Devleti ülkesiyle, milletiyle bölünmez bir bütündür' deniyor. Aslında ülkesi ile bölünmez bütünlük ilkesi ya da toprak bütünlüğü ilkesi evrensel hukuk tarafından konulan bir değer. Ama milletin de bölünmez bütünlüğü ilkesine ilişkin tartışma söz konusu. Evrensel hukuka ya da Avrupa hukukuna baktığımızda, 'milleti ile bölünmez bütünlük' korunan bir hukuki değer olarak kabul edilmiyor. Ama birçok devletin anayasasında da bu mevcuttur. Bizde 'milleti ile bölünmez bütünlük' ilkesi homojen toplum tasarımının bir parçası olarak algılanıyor. Karşımızdakini reddeden, inkâr eden bir anlayışa referans oluşturuyor. Dolayısıyla yeni anayasada bu ifadenin yer almaması daha doğru olur. Ama onun dışında 'resmi dilin Türkçe olduğu, bayrağın şekli, İstiklâl Marşı, başkentin Ankara olduğu'na ilişkin de toplumda çok yüksek oranda bir mutabakat var. Hatta bunlar olmasın diyen herhangi bir kesimin var olduğunu da zannetmiyoruz, en azından bugüne kadar işitmedik.** Bu ilk üç maddeye ilişkin bir revizyona gidilmesi, gözden geçirilmesi doğru olur diye düşünüyorum.**Var; Dâhili ve harici Bedhahlar!

Kaynak: Habertürk

“Kahramanı kadar; gafili de, haini de çok bir Milletiz.” Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
Turgut ÖZAKMAN, Şu ÇILGIN TÜRKLER. S.555,
DÖRT Türk vatandaşı; Dördü de okumuş, Dördü de mürekkep yalamış…
Dördü, bir araya gelmiş; Dördü, kafa kafaya vermiş; bilgilerini ortaya sermişler.
Bir de, ihanetin parlak geleceğine kapılan bir Proff! Ta, Çanakkale Alman Generali“Liman Von Sanders’in eseridir. Yarbay Mustafa Kemal 10 kişilik bir mangayı bile yönetemez!” Demiş. Çüşş! Desem Eşekler alınır, ama yine de ÇÜŞŞŞ!
Hiç unutmam mümkün değildir. Akçakoyunlu’da kurulmuş bulunan IV’ üncü bağımsız seyyar jandarma taburunun 11’inci bölük komutan vekilliğinin yanı sıra Tabur Komutanlığına da vekâlet etmekteydim. Taburun eski evraklarını ayıklarken elime cildi yırtılmış bir tarih kitabı geçmişti. İngiliz Harp Tarihinin Çanakkale Muharebelerine ait tercümesi yapılmış bir kitaptı. Aynen şöyle yazıyordu:
“Bir grup Türk askeri tepeye doğru kaçıyordu. Onları takibeden, sahile çıkmış olan İngiliz askerleri de tepeye ve zafere çok yaklaşmışlardı. Aniden tepede bir atlı Türk subayı belirdi ve kaçan Türk askerlerine süngü taktırarak mevzi aldırdı. İngiliz askerleri de tam siper yaptı ve böylece savaş dört sene daha uzamış oldu!”
“Yirmi kadar asker geriye doğru kaçıyorlardı. “Düşmandan kaçılmaz” dedim.”Mermimiz bitti”, dediler! Merminiz bittiyse süngünüz var! Dedim ve Süngü tak!” Emrini verdim, askerler süngü takarak mevzi alınca onları takibeden İngiliz askerleri de tam siper yaptılar. Bu fırsattan yararlanarak…”19’uncu Fırka Komutanı Erkânıharp Kaymakamı Mustafa Kemal.
Emekli Süvari Tümgenerali Liman Von Sanders, Alman Islahat Heyeti Başkanı olarak gelmiş olduğu Osmanlı Ordusunda şıpıdanak Müşir—Mareşal—yapılmıştı. Alman Ordusunda süvari subayları Tümgeneralliğe kadar yükselebiliyorlardı. Sonra; Alman subayları bir üst rütbe verilerek kabul edilmişti. Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarımızda; Afgan ordusunu eğitecek Türk Subayları da Afgan ordusuna bir üst rütbe ile gönderilmişti. Bu Liman Paşa’nın Gelibolu’da düşmanı sahile çıkartma taktiği Türk ordusuna çok pahalıya patlamıştır. Kıyıda tertiplenerek düşmanın çıkarmasına engel olma Türk tezini kabul etmemiştir. Sultan Aziz, üç aylığına basan oğlu Yusuf İzzettin Efendiyi ---Müşir—Mareşal yapmıştı. Kuleli Askeri Lisesinde bir öğretmen üsteğmen de bu Mareşale tüm derslerinden sıfır vermişti. Yıldız sarayının Arnavut Bahçıvanları da okuma ve yazma bilmedikleri halde Müşir yapılmıştı.                                   Mustafa Kemal’i hiç sayan satılık kalemlerimiz;       İnsan kaleminden ve kâğıdından ve konuyu bilenlerden utanır. Utanmanın insanlara özgü yüksek bir duygu olduğunu unutmuşum! Bu Ermeni hayranları, bir araya gelmişler:
Konuşmuşlar, konuşmuşlar, bir karara varmışlar: KİTAP YAZMAK, ZOR BİR İŞ; ARAŞTIRMA YAPMAK GEREK, KİTABI YAZMAKLA İŞ BİTMİYOR. BASTIRMAK VE SATMAK GEREK! Oysa bu kadar zor ve çetin bir yolla ünlü olmak ta mümkün değildir! Öyle bir karar vermişler ki, akıllara seza!
TÜRK MİLLETİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ADINA, ERMENİLERE ÖZÜR MEKUBU YAZIP, YAYIMLAMIŞLAR. En kolay ve en kestirmeden ünlü olmanın yoluna girmişler.
Zamane kızları gibi, üstsüz ve yarı çıplak fotoğraf çektirecek halleri de yok. Akademik çalışmalarla ünlü olmak; YABANCI DOSTLARIMIZIN! GÖZÜNE GİREREK, bir yerlere gelmek te olası değil. Elin herifçioğulları, Türkiye aleyhine iki kelime konuşmakla, hem parasal hem de makamsal ödüller almakta!
Arşivlerde, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ ZORDA BIRAKACAK BİLGİ VE BELGE DE YOK. AMA TÜRKLER ALEYHİNE KONUŞMAKLA, NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜNE KAVUŞMAK TA VAR!
Mecelle, istediği kadar: ”KÖTÜ, EMSAL OLMAZ”, desin; ÖRNEKLER VE Makyavelizm de ortada!
İzninizle, Tarih Dedenin tozlu sahifelerine bir göz atalım:
1-Amerika Birleşik Devletleri,1802 tarihinde, bir Kızılderili kabilesini toptan katletti,
2-A.B.Devletleri; İkinci Dünya Savaşının başında; (120,000) Japon asıllı vatandaşını toplayarak, çöl ortasındaki barakalara yerleştirdi. Bu kamplarda, (20,000) Japon asıllı, Amerikan vatandaşının öldüğü söylenmektedir.
3-Amerika Birleşik Devletleri; 06 Ağustos 1945’te HİROŞİMA’YA, 09 AĞUSTOS 1945’TE NAGAZAKİ’YE; CENEVRE KONVANSİYONUNA AYKIRI OLARAK, ATOM BOMBASI ATARAK İNSANLARI VE TÜM CANLILARI YOK ETTİ.
4-Hitler Canavarı; Yahudilerin ve öteki ulusların köklerine kibrit suyu ekti.
5- Fransa, Cezayir’de soy kırımın daniskasını yaptı.
6-Rusya, İkinci Dünya Savaşından önce ve sonra, her ulusal topluluklara soykırım uyguladı.
7-General Franko, İspanya, iç savaşı sonrası, kendi toplumuna soykırım uyguladı.
8-Ermeniler; Birinci Dünya Savaşı sırasında; Doğu Anadolu’da, Türk ahaliyi toplu kıyımlara uğrattı. Çarlık Rus Ordusu Subaylarından, bir kurmay yarbayın, hükümetine vermiş olduğu rapor ortalardadır: ”Ermeniler, Türklerle meskûn mahalleri basarak, camilere doldurdukları Türkleri, diri, diri yaktılar. Türklerin, ırzlarına, canlarına ve mallarına tasallut ettiler. ERMENİLER, RÜZGÂR EKTİLER, FIRTINA BİÇTİLER.“ Demektedir.
9-A.B.Devletlerinde yayımlanan ve Türkçeye de tercüme edilen bir Ermeni’nin itiraflarını içeren kitabı okuyanımız, okuyup ta unutmayanımız var mı? Bu namuslu Ermeni asıllı Amerikalı: ”Bir Türk köyünün bütün insanlarını öldürdük.14 yaşında iki Türk kızının ırzına (250) kişilik Ermeni bölüğü askeri tecavüz etti. Akşam karanlığında; ağlayan bir çocuk sesinin geldiği tarafa baktığımızda; bir Türk Bebesinin, öldürdüğümüz anasının memesini emmeye çalıştığını dehşet içinde gördük.” Diye, itiraf etmekten çekinmemiştir.
Bir ulusun yapmamış olduğu bir insanlık suçundan! Dolayı, o ulusun üç nesil sonraki evlatları adına özür dileme yetkisini kendilerinde bulanlar; yukarıda yazdığımız gerçek insanlık suçunu işleyenler adına niçin özür dilemezler!
Tarihimizi, iç hukukumuzu ve dahi devletler hukukunu hiç bilmeyen bu AYDINLAR! Ve bu konuyu merak edenler, Sayın Ahmet Avcının, asa haber com, YAZARLAR KÖŞESİNDE yayımlanan ”SAYGIN DEVLET VE SAYGIN DEVLET ADAMI NASIL OLUR MUŞ? Başlıklı yazılarını mutlaka ve mutlaka okumalıdır, derim.
Bu, yürekleri yabancılara yardım etmek ateşi ile dolu olan Dört Bilim! Adamımıza soruyorum:
-SİZLERE, TÜRK ULUSU VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ADINA, ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEME YETKİSİNİ KİM VE KİMLER VERDİ?
-YA DA, BU YETKİYİ NEYE DAYANARAK SAHİPLENDİNİZ?
-SİZLERİ, TÜRK ULUSUNU ZORA SOKACAK VE DEDELERİMİZİ VE TÜRK ULUSUNU SOYKIRIMLA LEKELEYECEK VE ALTINDAN KALKAMAYACAĞIMIZ TAZMİNATLARA UĞRATACAK KANAATA GÖTÜREN BELGELERİNİZ VAR MI?
-NOBEL DAĞITILDI, NE GİBİ BİR YABANCI ÖDÜLÜ BEKLİYORSUNUZ?
“Dört Aydınımız, Ermenilerden özür dileyen bildiri yayımlamışlar, “dediğimde; Hanım:”Fransa’daki üç silahşorlar de, aslında dört kişiydiler, birisi ölünce, yerine Kızı Kıler geçtiydi, “dedi. Bir Bayram konuğu Hanımefendi, itiraz etti:”
“-Onlar, ülkelerinin lehine savaşmışlardı,” dedi.
Osmanlı devleti Tebaası Ermeniler; Osmanlılarca ”TEBAAYI HAS,” olarak vasıflandırılıp, en yüksek makamlara getirilirdi. Bu TEBAA’NIN yapmış oldukları isyanlara bir göz atalım.


ERMENİ AYAKLANMALARI.

1-Erzurum isyanı---1890
2-Musa Bey Olayı----1890
3-Kumkapı Gösterisi---1890
4-Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları---1892-1893
5-Birinci Sason İsyanı---1894
6-Bab’ı Âli olayı---1895
7-Zeytun İsyanı---1895
8-Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum, Hınıs, Muş, Bitlis Olayları---1895
9-Birinci Van isyanı---1896
10-Osmanlı Bankası baskını---1896
11-İkinci Sason İsyanı---1904
12-İkinci Abdülhamit’e suikast—1905
13-Adana Olayı---1909
14-1914 Olayları sayısız
15-İkinci Van İsyanı---1915
16-Şebinkarahisar İsyanı---1915,

“Yukarıdaki tarih ve olaylarla günümüzdeki Ermeni terör olayları mukayese edilirse; Ermeni hareketlerinin tertiplendiği dönemler, Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, iç ve dış mücadele verdiği, zor şartlar altında ve güçsüz olduğu dönemlerdir. Bu da, Ermenilerin güç ve otorite karşısında sinen bir yapıda olduğunu gösterir.” Osman Türkoğuz, ”Azınlıklar ve Misyonerler” S5-6
Arşivimde; Ermeni kiliselerinde ve Ermeni isyanlarında yakalanan her türlü silah ve cephanenin belgeleri mevcut. Ermenilerce, hunharca şehit edilen Türk insanlarının fotoğrafları ve Van isyanında; Türk ordusuna karşı, ellerinde silahları ile mevzilenmiş Osmanlı Vatandaşı Ermenilerin fotoğrafları da mevcut.
1970 senesinde; Fransa’nın Besançon şehrinde, yanımıza gelen Yaşlı Ermeniler, ağlayarak: ”Babalarımız, bizlere söylemişlerdi; bu gâvurların sözlerine inanarak, Türklere karşı savaşmayınız,” demişlerdi. Hatalarımızın kurbanı olduk; kendimizi köle yerine koydurduk,” demişlerdi.
Bu Dört Aydın Bilim Adamının! Aydınlıklarının ve bilim adamlıklarının, kendilerinden menkul olduğu, hiçbir örfe ve hukuka sığdırılamayan eylemleriyle ortaya çıkmıştır.
Devletler hukuku, devletlerin ve devletler hukukuna tâbi toplulukların birbirleriyle yapmış oldukları diyalogların örf haline getirilmesiyle ortaya çıktığını söylemek durumundayız.
10 Eylül 1922 tarihine ve İzmir Vilayet konağına gidelim. Yanımızda; bu Dört Aydın! Bilim adamı da olsun. Bunların, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN RAHMETLİ BAŞYAVERİ SALİH BOZOK’UN ANILARINI, ya da, Sayın Ahmet Avcının, yukarıda sözünü ettiğim makalesini okuduklarını sanmıyorum. Bu nedenle, tarihe mal olmuş olayı, kendi kulaklarıyla dinlemesini istedim: İngilizlerin, İzmir Konsolosu, Mareşal Gazi Mustafa kemal’e hitaben:
“-Tebaamız için, hükümetinizden yazılı teminat istiyorum,” der. Yanıtın hemen alır:
“-Ne yani, Yunanlılar zamanında, siz tebaanızı daha emniyette mi görüyordunuz?” Konsolos, kasılarak:
-“Evet, Yunanlılar buradayken, tebaamızı daha emniyette görüyorduk.”
“Öyle ise buyurun, tebaanızla birlikte Yunanistan’a gidin efendim!”
Konsolos, sinirli bir şekilde sesini yükselterek.
-“Yani, majestelerinin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?” Diye sorar.
-“Siz, kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya da, barış yapmaya da tam yetkiliyim. PEKİ, SİZ KİMSİNİZ? HÜKÜMETİNİZ ADINA SAVAŞ VE BARIŞ GÖRÜŞMELERİ YAPMAYA YETKİLİ MİSİNİZ? BÖYLE BİR YETKİNİZ VARSA GÖRÜŞELİM. YOKSA ELİYLE KAPIYI GÖSTERDİ, BUYURUNUZ DIŞARI EFENDİM.”
Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri üzerine, sapsarı kesildi ve tek kelime söylemeden kapıdan çıktı, gitti.”
Ben, bu Dört Aydın ÖZÜRCÜYE! Soruyorum:
“-Yetki belgesi olmadan, devletler hukuku ve özel hukuk alanında, başkaları adına söz söylemek ve hukuki işlem yapmak mümkün değil iken, SİZLERİN BU BİLDİRİSİ, KEENLEMYEKUN –YOK HÜKMÜNDE –DEĞİL Mİ? KIZ KARDEŞLE YAPILAN VE NÜFUSA TESCİL EDİLEN EVLİLİK GİBİ, HİÇ YAPILMAMIŞ HÜKMÜNDE DEĞİL Mİ?
Akıllı ve ciddi bir Ermeni yetkili:
“-Beyler, hizmetinize şükran borçluyuz. TÜRK MİLLETİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADINA SÖZ SÖYLEMEK İÇİN, YETKİ BELGENİZ VAR MI? Dese, bir tek yanıt verebilirsiniz:
-“BİZLER, SİZE VE HARİCİ BEDHAHLARA HİZMETİMİZİ SUNDUK. Orhan Pamuk, isteğiniz üzerine: ”Türkler, (1.000.000) Ermeni’yi ve (30,000) Kürdü kestiler,” dediğinde, yetki belgesi sormadan, NOBEL’İ sundunuz. Bu gibi işlerde, hizmete bakılır”, diyebilirsiniz.
Aydın Beyler! Hazır özür dilemeye başlamış iken, Ermenilerin öldürdükleri TÜRKLER İÇİN DE, ERMENİLER ADINA DA ÖZÜR DİLER MİSİNİZ?
Kaliforniya valisi Bilmem ne Zeneger; sözde, Ermenilerin alacakları tazminata karşılık, Kaliforniya’da yaşayan Ermenilerin borçlarını erteledi!
Daha şimdiden!
PS: İsim değiştiren OYAK sigorta da Ermenilerin sigorta bedellerini ödeyeceğini beyan etti!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÖZÜR DİLERSE

*Türkiye topraklarından, (6) vilayette, sözde, sürgüne uğramışların çocuklarına toprak verilir.
*Çok yüklü bir şekilde, Türkiye cumhuriyeti tazminat ödemeye hüküm giyer.
*Çok yüklü sigorta kayıplarını! Ödemeye hüküm giyer.
*Türkiye cumhuriyeti, bu ülkeyi bize bırakmak için kanlarını ve canlarını vermiş olanları soy kırımı yapmakla suçlamış olur.

Bu gibi öyküleri dinledikçe; aklıma Elbeyli Bucağımızda dinlediğim, yaşanmış bir olay aklıma gelir. Elbeyli-İlbeyli, Beydili- Beğdili-büyük bir Oğuz Oymağıdır.
1840 senesinde; Oymak ikiye ayrılarak; bir kısmı Sivas’ta kalmış, bir kısmı da Halep iline inmiştir. Benim anlatacağım olay; şimdi Kilis ilimizin bir ilçesi olan, ELBEYLİ’DE geçmiştir.
Elbeyli’nin adı, Türkçeleştirme furyasında, ALİMANTAR olarak değiştirilmişti
. Çok seneler önce; bir Elbeylili, unutulup gitmekten nasıl kurtulurum diye çareler ararken, aklına halkın su içtiği pınarın gözüne sıçmak fikri gelmiş ve kalkıp, gidip, herkesin gözü önünde pınarın gözüne sıçmış.
O günden beri de, hiç unutulmamış.
Birisi, ters ve akla uymayan bir iş yaptığında: ”Ali Mantar gibi, pınarın gözüne sıçtın”, derler.
Günümüzde de, pınarlarımızın gözüne sıçanlarımız çok!


İzleyiciler

Blog Arşivi