30 Kasım 2010 Salı

201- TANRIMIZ YALINIZ DİKTATÖRLERİ Mİ GÖREVLENDİRMİŞTİR!


  
         OSMAN TÜRKOGUZ
         İzmir; 30 Kasım 2010


TANRIMIZ YALINIZ DİKTATÖRLERİ Mİ GÖREVLENDİRMİŞTİR!

         Her hangi bir sosyal olgu ile karşılaştığımda, TARİH DEDE’YE sığınırım: Wikeleaks’ın yayımladığı Amerika’nın gizli diplomatik belgelerine göre; “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için Tanrımızın özel olarak kendisini görevlendirdiğine inanırmış!”
         İdi Âmin, Evita Peron, Evita’nın ölümünden sonra Arjantin devlet başkanı Albay Juan Peron’un İspanya’dan getirmiş olduğu ucuz dansöz de, “Tanrı tarafından Arjantin’i yönetmekle görevlendim!” Demişti.
Adolf Hitler, Mısır’da ölmek durumunda bırakılan, İran Şehinşahı Muhammet Rıza Pehlevi, Manuel Noriaga, Salazar, Rafael Ladislas Trujillo, General Franko ve dahi bütün diktatörler de bu masala sığınarak dünyaya kök söktürerek öteye gittiler.
         Benim çözemediğim bir ikilem var: Sayın RTE’Yİ Tanrımız özel olarak görevlendirdiğine göre, seçimlerde kazanabilmek için kömür, bulgur ve para dağıtmak! Tarikatlara ve dış güçlere sığınmak ne demek oluyor acaba!
         Mustafa Kemal’i, ülkesini ve tüm geri kalmış ulusları ve Kadınları kurtarsın ve Bir İmamdan bir Başbakan çıksın diyerek kim göndermiştir!
         Deli İbrahim’i Sait Mollayı ve Saidi kürdiyi kim başımıza musallat etmiştir!
Bonanza çiftliğindeki sümüklüye ne demeli!

27 Kasım 2010 Cumartesi

200- DEVENİN BAŞINI ÇADIRA SOKMAK!


         OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@hotmail.com
         İzmir; 27 Kasım 2010.

                   DEVENİN BAŞINI ÇADIRA SOKMAK!

“Ülkenin ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusçu ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.”
Mustafa kemal Atatürk.
Sağ olasınız Sayın Arzu özok Hanımefendi.

                                      “Kendi ordusunu taşıyamayan uluslar, başkalarının ordusunu taşımak zorunda kalırlar.”Publio CornelioTacito (MS.55–117).
Sağ olasınız Sayın Mehmet Türker Beyefendi.

          Tam çölün ortasına varan Abdullah, dehşetli bir kum fırtınasına tutulduğundan, devesinin üstünden inmiş, göz gözü göremediğinden, çadırını kurup, devesini de çadırının kapısına çaktığı sağlam bir kazığa bağlamış. Fırtına daha da şiddetlendiğinden ve devesinin yakarmalarına da dayanamayarak devesinin başını çadırın içersine sokmuş. Devesinin gövdesine kum çarpmalarının şiddetini hissederek ve yine de devesinin ricasını kıramayarak devesini çadırın içersine almış. Çadır çok dar olduğu için, devesi rahat edebilmek için Abdullah’ı çadırın dışına atmış. Ertesi günü; oradan geçen bir kervan, devenin yürek sızlatan feryadını duyarak, Abdullah’ın cesedini kum yığınlarının altından güç bela çıkarabilmiş.
Efendim; siz siz olunuz ve devenizin başını çadırınızdan içeriye sokmayınız!
         Sayın RTE, Lübnan’da “Sultanlar!” gibi karşılandı.
Bu karşılama töreni Lübnan Başbakanı ve Türk Telekom’un yeni sahibi Sayın Hariri’ye biraz pahalıya patlamış olsa da önemsizdir. Kişi başına 25 dolar ve birer komanya ve dahi bayrakların ve afişlerin bedelleri! Dışarıda alkışlanma olayı içeriye uluslar arası başarı olarak yansıtılmıştır, tüm masraflar da buna değer doğrusu!
Araplar, Türk askerini sırtından vururlarken, İngilizleri de böylesine büyük bir coşku ile karşılamışlardı.
Arap piyasası böyledir: ”Ver parayı ağlayayım ver parayı alkışlayayım!”
         Ve Sayın RTE; Türkiye Cumhuriyetine ait uçakta önemli bir tehdidini de açıklamaktan geri durmamıştır:
         “Bize düşen görev de, arkadaşlarımız onu uyguladılar, açığa aldılar. Eğer açığa alındıktan sonra farklı adım atılırsa, bizim atacağımız adım var. O da şudur: Bir kere şunu bilmek lâzım sivil irade karar vermiştir. Sivil iradenin verdiği bu karar farklı yollarla aşılmaya çalışılırsa, sivil iradenin de bu noktada atabileceği yasalar çerçevesinde veya yasama organıyla birçok adımlar vardır, bu adımı atar!”
Rahmetli Adnan Menderes te bir “GENEL İRADE” tutturmuştu. %47.02 Sivil irade; geri kalan oylar nasıl irade!
         “Sivil İrade!” Bakınız kendi kendine nasıl çelişkiye düşmektedir bu Sayın RTE: Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti “Sivil İradeyle kurulmadı ki!” “laiklik te kalkar!” Diyorsunuz.
Linklerde dolaşan Kuran kursu yemin metninizde :”Dinsiz Mustafa Kemal rejimini yıkarak, kur’ana dayalı şeriat rejimi kurmak için var gücümle çalışacağıma!” Diye yemin ediyorsunuz.
Yıkacağınızı uluorta ta! İspanya’dan ilan ettiğiniz, sizi Başbakanlığa getiren bu rejim “Türk Ulusunun iradesiyle kurulmadı mı?” Cumhuriyeti kuranlara gelince Yasamayı kendi iradenize göre yönlendireceksiniz; size gelince de LU! LU!”
         Siz Sayın RTE; Hukuk Devletini göz ardı ediyorsunuz. Türkiye Cumhuriyetini bir Şahıs devleti ve de bir Kanun devleti olarak tarif ettiğinizin de farkında değilsiniz. Devlet, bireylerin hürriyetlerini, emeklerini ve onurlarını korumak için kurulur. İktidar namuslu ve onurlu devlet memurlarının akıllarında, kahramanlıklarında ve vicdanlarında yükselir. Hiç bir iktidar askerleriyle savaşmaz. Aldatma ile ve dış destekle iktidara gelinilebilinir. Zulümle, iftira ile yalancı tanıklarla ve paralı alkışlarla iktidar olunamaz, dış destekçiler iktidar olmuş olur.
         Sayın Bülent Arınç Bey de tehdidini ve düşünmesini bilmeyenler için sloganını attı:
“Komutanların kendilerinden daha ast rütbede olan hâkimlere karşı dava açmasını ve o hâkimlerin bu komutanlar hakkında hukuka tam uygunluk içinde karar verip veremeyeceklerini kamuoyunun takdirine sunuyorum!”
Komutanlar, AYİMAHKEMESİNE dava açmışlardır. Yargıçlar yargıç cüppesini giyince rütbe söz konusu edilmez. Sözde siz Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesini bitirmiştiniz. Kendi ifadenize göre iyi bir CEZA avukatıymışsınız. Hukuki konuları bilmemenizi doğal karşılıyorum, ama devlet adamı kimliğinizi sorgulamak durumundayım.
Koskoca bir Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramirali mahkûm eden askeri mahkemenin Yargıçlarının rütbelerini Albay olduğunu ne çabuk unuttunuz!
Güçlü gözükmek gayreti zayıflığın belirtisidir.
        

26 Kasım 2010 Cuma

199- RAFAEL TRUJİLLO’UN GENERALLERİ!




                   OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@hotmail.com
                   İzmir; 27 Kasım 2010.

                            RAFAEL TRUJİLLO’UN GENERALLERİ!

“Disiplinin olduğu yerde ordu vardır. Ordunun olduğu yer de Rusya’dır!” Gelibolu’ya yerleştirilen Beyaz Rus Kolordu komutanı. 1920.

“Dünya’da her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır!”                            Mareşal Gazi Mustafa Kemal

“Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı delikten süpüreceğinize onu kullanmalısınız!” Bir yetkili ve Kürt asıllı AKP’Lİ büyüğün Amerikalı yetkililere önerisi. Basından.

“KENDİ ORDUSUNU TAŞIYAMAYAN ULUSLAR, BAŞKALARININ ORDUSUNU TAŞIMAK ZORUNDA KALIRLAR.” Publio Cornelio Tacito (M.S.55–117) Sağ olasınız Sayın Mehmet Türker.

         Güney Amerika ve Ortadoğu kadar ihtilalcisi ve darbecisi bol bir bölge yoktur.
Bu sefer de elimizi Dominik tarihine daldıralım ve “Hayvan Hırsızlığından” gelen bir kanlı Diktatörden söz edelim. 24 Ekim 1891–30 Ağustos1961). Tarihleri arasında yaşamış olan Dominik Diktatörü Rafael Leonidas Trujillo’nun Hayat hikâyesi Panama Diktatörü Manuel Noriaga’nın hayat hikayesine benzemektedir. Ama onun kadar şanslı değildir.
Başka türlü kurtuluş yolu bulamayan Dominikliler, CİA’NIN güdümünde bir darbe düzenleyip, makineli tüfek ateşine tuttukları bu kanlı Diktatöre de kan banyosu yaptırtmışlardır.
Hayvan hırsızlığını bırakarak 1918 senesinde Dominik ordusuna girmiş, 1924 senesine kadar Amerika Birleşik devletleri deniz Kuvvetlerinde eğitilmiştir. Birden yıldızı parlamış ve Albay rütbesini kazanmıştır.
1930 senesinde Dominik Cumhurbaşkanı Horacio Vasguez’i bir askeri darbe ile devirerek iktidara gelmiş ve kendisini de Başkomutanlığa getirmiştir. 1938-1942 ve 1952 senesine kadar Dominik Cumhurbaşkanı sıfatını kullanmıştır.
Halkın yaşam seviyesini yükselttikçe bireysel ve toplumsal hürriyetleri kısmış, siyasi rakiplerini öldürtmüştür. Doymak bilmez bir para hırsına kapılarak Dominik devletinin kilit mevkilerine getirmiş olduğu yandaş hırsızlarla ülkeyi soyup soğana çevirmiştir.
Amerikan işgali de 1944 senesinde kalkmıştır. 29 yaşındaki oğlunu Dominik Hava Kuvvetleri komutanlığına getirmiştir. Amerika’dan gelen yardım paralarını bu komutan! “Aşk Güzel Şeydir’ filminin güzel yıldızı Kim Novak’a aktarmıştı. Kızı ile dans edenlere ve her önüne gelene subaylık ve generallik vermiştir. Öyle ki Dominik Genelkurmay Başkanlığı generallerinin sayısını bilemez duruma düşmüştür.
Ünlü ve Beynelmilel Hovarda Porfiroza Robeiroza’yı da general yaparak Paris’e büyük elçi olarak atamıştır. Bu ünlü Hovarda, bir kaza sonucu ölmeden önce Güzel bir Fransız aktristi ile de evlenmişti!
Generallikleri ulufe gibi dağıtmıştır. Son olarak ta, hürriyet ve demokrasi için çalışan Merebelle Kız kardeşleri yolda yakalayan askerleri bu üç kardeşin ırzlarına geçerek işkencelerle 25 Kasım 1960 tarihinde öldürmüşler ve cinayetlerine Trafik kazası süsü vermişlerdi.
         Bu kanlı Diktatörün Komünizme yönelme sevdasına düştüğünü gören Amerika Birleşik Devletleri Haberalma Servisi CİA, bir suikast düzenleyerek, çiftliğine giderken kendisini ve korumalarını öldürtmüştü.
         Bu hayvan Hırsızı, Darbe ve seçimle gelmiş, Dominik’i kanun ve Şahıs devleti haline sokarak, yandaşları hariç, tüm Dominiklileri perişan etmişti.
         Örnekleri çoğaltmak mümkündür; 1917–1922 yılları arasında Rusya’da iç savaş sürerken Lenin bir Astsubay Başçavuş’u Genelkurmay Başkanlığına getirmişti. Ankara’ya atadıkları Büyükelçi S.İ.Aralov da 18’inci Tümen komutanlığından gelmişti. Neye olmasın! Halkın elinden alınmış olan devlet kendilerinin olduktan sonra!
         Bendeniz; ”Farzedelim ki 35’inci madde de yoktur!” Başlıklı bir yazımda; ŞAHIS DEVLETİ, KANUN DEVLETİ ve HUKUK DEVLETİ kavramlarını anlatmıştım. Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde bir HUKUK DEVLETİ olan Türkiye Cumhuriyeti; önce KANUN DEVLETİ haline dönüştürülmüş, sonra da ŞAHIS DEVLETİ halinde döndürülmüştür. Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisi ve kabine ve dahi 964 rakımlı tepe de düzenlenmiştir.
         Onbaşı Adolf Hitler de; “Führer” olduktan sonra, Alman ordusunun komutanlarını maskaraya çevirmemiş miydi? Norveç’in işgalinde hatalı gördüğü Ünlü Alman Stratejisti ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Halder’in rütbesini Onbaşılığa indirerek Doğu cephesine sürmemiş miydi?
         Adnan Menderes te aynı yollara baş koymamış mıydı? İktidara gelir, gelmez Genelkurmay Başkanı ve Ulusal Kahramanımız Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman’ı, 15 General’i ve 150 Albay’ı emekliye sevk etmemiş miydi?
Bursa’da Demokrat Partisi Ocak başkanı bir emekli Albayın Mahkeme kararı ile general yapılmış olduğunu hatırlayanınız var midur?
         Son günlerde; haksız olarak açığa alınan üç Cumhuriyet Generali hakkında akla ve dahi hukuka sığdırılması mümkün olmayan açıklamalar yapılarak ülkemiz ve dahi Onurumuz Silahlı Kuvvetlerimiz gülünç durumlara düşürülmektedir.
         Konuya girmeden önce; Ünlü Lafonten’den bir öyküyü hatırlatmak istiyorum:
         “Derenin üst başında su içen aç bir kurt; derenin altında su içen bir kuzuyu görür ve bağırır:
         -“Burada su içtiğimi gördüğün halde, neden suyu bulandırıyorsun?”
         -“Kurt kardeş ben derenin alt başından su içiyorum. Su bulansa bile yukarıya akmaz!” Kurt vay anasını der ve:
         “-Altı ay önce de benim içtiğim suyu bulandırmıştın!” Der. Kuzucuk:
         “-İyi amma ben beş Aylığım’” Der. Kurt bu:
         “Üç ay önce anan bana bulanık su içirtmişti!” Der. Kuzucuk:
         “-Bu mümkün değil kurt kardeş; benim anam beni doğururken ölmüş!” Der. Kurt:
         “Suyu bulandırsan da bulandırmasan da ben seni yiyeceğim!” Der ve ol Masum Kuzucuğu yer!
         Bu üç Kahraman Generalimiz fabrikasyon ihbarlara göre düzenlenmiş olan suç dosyalarıyla Adliye mahkemesine sevk edilmişler. Adaletten Korkanlar Partisi Başkan ve Yöneticilerinin arzulamış oldukları karar çıkmayınca, bir üst rütbeye terfi etmeleri engellenmiş ama bir üst rütbe görevine de atamaları yapılmıştır.
         Askeri İdare Yüksek Mahkemesi kararı ile haklılıkları anlaşılarak idarenin tasarrufunun iptal edilmesi ve anılan kararın uygulanmasına günler kala 926 sayılı kanunun 65’inci maddesiyle ortaya yeni bir uygulama getirilmiştir.
Hoppala yavrum yaz geçti!
Ben senelerce hukuk uygulamış, Alay disiplin mahkemesi kararlarını onaylamış ve askeri mahkemelerde de Başkan ve üyelik yapmış, hukuk okumuş bir emekli Jandarma subayıyım.
Dava Yargıya intikal ettiğinden davayı tartışmayacağım. İktidarın, son suyu bulandırma şikâyetinin komikliğine değineceğim: ”Paşalar başarısızlarmış,” “çok zayiat verdirmişler!”
         Ne zamandan beri Türk Silahlı Kuvvetlerinde, Başbakan ve dahi Bakanlar Generallerin, subay ve astsubayların sicil âmiridirler!
Sıralı komutanların sicilleri bu generallerimizin bir üst rütbe görevini başarı ile yapabileceklerinden yanadır.
Bakınız; lütfen biraz düşününüz: Burada oynanmakta olan oyun, Türk Ordusu mensuplarının hizmette değerlendirme yönünü Siyasi İktidara, Atatürk Devrimlerine karşı olanlar tarafına döndürmek, Türk Ordusunun disiplin anlayışını kökünden sarsmaktır.
         Sayın İktidarın başı, bu oyunları, Türk Ordusunu sarsma ve küçültme oyunlarını, dıştan destek ve madalya alarak kendisini içeride de güvenceye almaya yöneliktir.
Bütün mesele, dışarıya karşı güçlü gözükerek “DELİKTEN AŞAĞIYA SÜPÜRÜLMEMEK KORKUSUNDA YATMAKTADIR!”
Bendeniz, sizin adınıza “yetti gari,” bir iktidar ülkesinin Silahlı Kuvvetlerine bu kadar düşman olmamalıdır! Diyorum.
”Güçlü gözükmek eylemleri, güçsüzlüğün işaretidir!” Ostüzü.

19 Kasım 2010 Cuma

198- BOYUTLARI TEK ÇİZGİYE İNDİRMEK




                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        İzmir;15 Kasım 2010.

                                   BOYUTLARI TEK ÇİZGİYE İNDİRMEK!

                                               ARAPLAŞMAK-URABİLİK-

            “Mutlak Otorite.”
“İslam öğretisinde ne dini kurumlar, ne de din adamları dinin mutlak otoritesidir. Asıl otorite, dinin asli kaynakları ve bu kaynakların güvenilir bir yöntemle anlaşılması ve yorumlanması sonucu elde edilen bilgidir. DİB, bu bilginin toplumun her kesimiyle paylaşılması konusunda üzerine düşeni yapacaktır.” Yeni Diyanet İşleri Başkanımız Profesör Dr. Sayın Mehmet Görmez. Vatan gazetesi, 16 Kasım 2010. Eyvah! Bu da, oynanan oyunları gördü ve Atatürkçü ve dahi çağdaş!

“Bir yaşındaki kız çocuğu ile evlenmek Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.S) sünneti gereği mubahtır!” Suudi Arabistan Başmüftüsünün fetvası. 2010 tarihli.

“Elimden gelse, bu milletin dilini Arapça yapardım!”
                       İkinci Abdülhamit.

“O zaman Küçük bir Arap kabilesinin Şefi olurdunuz Padişahım!” Eğinli—Kemaliye-- Sait Paşa’nın Bu yanıp yakılmaya cevabı.
“”Arapça, tüyü dökülmemiş bir dildir”!  Besim Atalay, Arapça ve Türkçenin karşılaştırılması.

“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞIMIZDAN HER HANGİ BİR SORUNUN CEVAPLANMASINI İSTEMEK LAİKLİĞE AYKIRILIK OLUR!” (Profesör Dr. Sayın Ali Bardakoğlu, ANAYASA MADDE:136).
Soytarılar cenneti toplu seks yeri yapadursunlar! Ostüzü.

“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK ULUSU, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Gazi Mustafa Kemal, 24 Eylül 1930.

            “Muhterem Milletime şunu            tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalınmasın.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk.


            Ülkemizde ne konuşanlar ders alıyorlar tenkitlerden; ne de dinleyenlerimiz akıllanıyorlar aldatılmaktan ve yalan dinlemekten.
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal’den sonra, yalınız tarihler değişiyordu. Şimdilerdeyse, tarihler yerinde kaldı, geçmişin denenmiş ve bizleri felakete götürmüş gelenekleri önümüzden ve yaşamakta olduğumuz günümüzden geçirilir oldu. Zaman, tüyü dökülmüş bir palto gibi ters yüz edilerek aklımıza ve vicdanlarımıza giydirildi.
Kadınlarımızın başları, canlı, canlı, bir bez parçası ile mumyalandı, şekiller de İSLAMIN BAŞ ŞARTI haline konuldu.
Türkiye Cumhuriyetinde; Mareşal Gazi Mustafa Kemal ile başlatılmış olan gerçek Müslümanlık ŞEKLE SOKULDU! Atatürk’ün, ayaklarındaki esaret zincirlerini kırmış olduğu Türk Toplum, Türban ile başından şekle bağlandı!
             Densizin birisinin Araplaşmak ve Arapça üzerine yazmış olduğu yazıyı okuduğumda nasıl üzüldüğümü anlatamam.
Asırlarca kişiliğini yitirmiş bir toplum olarak yaşatılmış olmamızın günümüze uzantısıdır tüm bu olanlar. Ulusal bilinç ve ulusal onur yitirilmeye görsün bir kere.
 Kaşgarlı Mahmut’tan, Ali Şir Nevai’den, Yusuf Has Hacip’ten, Ebü’l Gazi Bahadır Han’dan, Dedem Korkut’tan, Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan ve Mustafa Kemal’den habersiz olanlara; haberi olup ta ihanet yolunu seçenlere, mensup olduğu Büyük Türk ulusunu inkâr edenlere ne denirse onu diyorum.
İnsan, Karamanlı Mehmet Beyden utanır. 13 Mayıs 1273 tarihinde, yayımlamış olduğu fermanında:
            Bugünden sonra; hiç kimse, sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda TÜRK DİLİNDEN BAŞKA DİL KULLANMAYACAKTIR!”
            Kaşgarlı Mahmut; Ünlü yapıtı ”Divan’ı Lügat’it Türk’ün başında şöyle buyurmaktadır:
            “Yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurmuş olduğunu, onların ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürdüğünü gördüm. Tanrı onlara TÜRK adını verdi. Onları yeryüzünde ilbay kıldı. Zamanımızın Hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya uluslarının yönetim yularını onların ellerine verdi. Onları herkese üstün eyledi. Kendilerini hak üzere güçlendirdi. Onlarla birlikte çalışan, onlardan yana olanı değerlendirdi. Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kişileri ayak takımının kötülüklerinden korudu.” Osman Türkoğuz, Halifelik, s.47.
            “Erdemin Başı TİLDİR!”—Erdemin Başı DİLDİR!”—M. Şakir Ülkütaşır, Kaşgarlı Mahmut, s.8.9.10.Şükrü Kurgan, İzahlı Metinler Antolojisi, s.16–17,1000 Temel Eser, s.20.21.Ahmet Caferoğlu.
            Rahmetli Ali Şir Nevai, ”Muhakemetü’l Lügateyn” adlı eserinde; Türk Dilinin Farsçadan üstün olduğunu göstererek şöyle demektedir:
            “Türk’ün Bilgisiz Zavallı Gençleri, güzel sanarak Farsça şiir yazmağa özeniyorlar. Bir insan geniş ve iyi düşünse; Türkçede öylesine genişlikler, zenginlikler durup dururken bu dilde şiir söylemenin daha yerinde, daha kolay olacağını anlar… Ana dilimin üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime onsekizbin evrenden daha yüksek bir evren göründü. Bu evrenin aydınlık alanlarında esimin şahlanan atını koşturdum, sınırsız uzaklarda hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım.” Agop Dilaçar, Divan’ı Lügat’it Türk. S.12.
            İngilizlerin Ünlü dil Bilgini Müller’in Türkçemiz hakkındaki övgüsünü bilmeyenler okusunlar:
            “Türkçenin bir gramer kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile bir zevktir. Türlü gramatikal şekillerin belirtilmesindeki ustalık, isim ve fiil çekimindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık, kolayca anlaşabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…
Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyrediyormuş gibi ortadadır. Türk dili seçkin bilginler kurulunun uzun bir çalışma ve oylaşmasıyla yapılmış sayılacak düzgünlüktedir. Ne var ki, hiçbir kurul, Tataristan bozkırlarında kendi kendilerine yaşayan bu insanların doğuştan edinilen ve yeryüzündeki benzerlerinden hiç aşağı olmayan dil duygusu kuralları ya da içgüdü ile ortaya koydukları bu dil gibi güzel bir dil yaratamazdı.” Agop Dilaçar, A.E.S.12.13.                                                                                            Osman Türkoğuz, Halifelik, s.49.
            İngiliz Tarihçi Wels te şöyle demektedir:
            “Türkler memleketinde, her Türk Efendi, Beydir. Bunun için aralarında geçimsizlik eksik değildir. Çünkü hiçbiri kendini diğerinden aşağı tanımaz. Türkler, kendi memleketlerinden çıkıp ta yabancı ellere vardıklarında padişah olurlar. Tıpkı denizin dibindeki incilere benzerler. Bunlar, denizin dibinde iken bir şey değildirler. Denizden çıkınca en yüksek değeri kazanırlar.” Osman Türkoğuz, S.G.ES. S.50.
            Dünyanın hiçbir İslam ülkesinde, Türkiye Cumhuriyeti hariç, Kur’anı Kerimi okuyanlar ve dinleyenler hiçbir şey anlayamazlar. Arabistan’da da Kur’anı Kerimi anlayan yoktur denilebilir. Yalınız Türkiye Cumhuriyetinde Kur’anı Kerim anlaşılır.
Bu iş kâğıt parayı kullanmak gibidir; her şeyimizi o karşıladığı, her gün elimizin altında olduğu halde, hangi kâğıt paramızda ne resmi vardır bilenimiz yoktur.
Din de böyledir. Şekle indirgenmiş, kadınlara siyah torba giydirerek başlarını bezle mumyalayanlar, 72 kadın, günlük 100 Bakire ve dahi sayısız Gılman’ın sunulduğu Cennete!
Kurbanı, üzerine binerek,  Sırat köprüsünden kazasız ve dahi belasız geçmek için keseriz. Kadınlarımızı ve Gencecik Kızlarımızı ve dahi kız çocuklarımızı, sırf günaha girmemek için, mumyalarız. Tanrımızın her nimeti Erkeklere helal, Kadınlarımıza haram!
Efendiler, bu saçmalıkları daha ne kadar zamana kadar bu dünyada mutlu edemediğiniz zavallı insancıklara yutturmayı umuyorsunuz? 1730 senesinde; yalınız Kâğıthane’de, 120 sarayı kimler ve neden yıktılardı dersiniz! O zaman Kur’anı Kerim yok muydu?
            Bendeniz çok eskiden yazdığım bir yazıyı iletmek istiyordum. Ama şu Arapçaya ve Araplığa hayranlık ve kendi ulusal kimliğimizi ret, beni buralara getirdi.
Kur’an dilinden tek anlayan ulus yalınız ve sadece TÜRK ULUSUDUR! Dedik.
Bazı ayetleri birlikte okuyalım:
            ŞURA SÛRESİ, (42’İNCİ SÛRE), 7’inci ayet: ”Ve işte böyle sana—Muhammed’e—Arabî bir Kur’an vahyetmekteyiz ki UMM’UL KURA’YI (MEKKE ŞEHRİNİ) VE ÇEVRESİNDEKİLERİ SAKINDIRASIN VE O TOPLAMA GÜNÜNÜN DEHŞETİNİ HABER VERESİN. ONDA ŞÜPHE YOK; BİR FIRKA CENNET’TE, BİR FIRKA SAİR’DE (ÇILGIN ATEŞ İÇİNDE). ”Kur’anı Kerim ve İzahlı Meali, s.482.Elmalılı Hamdi Yazır. Öteki ayetlerin surelerini ve numaralarını vereceğim, merak edenler okusunlar.
            *Yusuf Suresi (12’inci sure), 2’inci ayet.
            *İbrahim Suresi (14’üncü sure), 37’inci ayet.
            *En-Nahl-Hurma Suresi (16’ıncı sure) (03’üncü ayet.
            *Taha Suresi (20’inci sure)113’üncü ayet.
            *Zümer Suresi (39’uncu sure)28’inci ayet.
            *Maide Suresi (5’inci sure)67’inci ayet.
            *Tegabün Suresi (64’üncü sure),12’inci ayet.
            *Abese Suresi (80’inci sure), 17’inci ayet: ”Kahrolası insan, ne kadar da nankördür.” Profesör Dr. Sayın Yaşar Nuri Öztürk’e göre: ”Canı çıkasıca insan ne kadar da kötüdür.”
            Bakara Suresi (2’inci sure), 117’inci ayet: ”Gökleri ve yeri, güzelliklerle donatarak yaratan bedi O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi ona sadece “OL” der. Artık o oluverir. ” KÛN emri! ” Kalu Bela.
            Hûd Suresi (11’inci sure), 7’inci ayet: ”O, Odur ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. O’NUN arşı da su üzerinde idi…”
            Tevrat’a göre; ”Yehova altı günde Dünya’yı yarattı. Yedinci gün olan Cumartesi günü dinlenmek için sırt üstü yattı!”
                                   UYDURULAN HADİSLER!
            “Bütün dünya Müslümanlarını Kureyşli Müslümanlar yönetecek; bütün kâfirleri de Kureyşli Kâfirler yönetecek!” Eh! Pekiyi Amerikalılar Kureyşli midirler?
            “Ben Arapça konuştuğumdan ve cennette konuşulan tek dil de Arapça olduğundan tüm Müslümanlar Arapça öğrenmek zorundadır.”
            Kur’anı Kerim yedi Arap ağzına göre yazılmıştır ve içinde de (210) yabancı kelime vardır. Bunun (10) kelimesi de Türkçedir.
Kur’anın dili üzerine vermiş olduğum ayetleri akılcı bir gözle okursak, Kuran’ın hitabının Araplara yönelik olduğunu anlarız. Bugün de, dün de hiçbir Müslüman Arap Kuran’ın dilini anlamamış olduğuna göre, hangi Arap çıkıp ta: ”Bize kur’an Arapçasını öğretin!” Diye başvuruda bulunmuştur?”
Buradan iddia ediyorum ki, tüm Müslüman Araplar hiç anlamadan ve korkularından anlamadıklarını söyleyemeden Kur’anı dinlemekte ve okumaktadırlar.
”Dilimiz Arapça olsun!” Diyen ve Müslüman olurken Araplaşmış olan bizim döneklerimiz, bugünün Arapçasını öğrenseler de Kur’anın dilini yine de anlayamazlar. Sonra; onların Arapça öğrenmelerine her hangi bir engel de yok!
            Emevilerin ve Abbasilerin, Türk ellerinde sınırsız katliamlar yapmaları sonucunda, bizlerin Araplaşmış olduğumuz da bir tarihi gerçektir.
Arap, kılıç, ölüm, esaret, Cehennem ve Allah korkusu ile yüklü sahte ULEMALARIN telkinleri sonucunda düşüncede ve yaşayışta Araplaşmak!
Aklı başında olmayan ve beyni yıkanan, ulusalcılıktan ve ulusal onurdan haberi olmayanlar bazı garibanlarımız da “ille de Arap!” Diyerek sayıklamaktadırlar.
Adaletten Korkanlar Siyasi Partisinin genel merkezi yanına yapılmış olan caminin imamının Arabistan’dan getirilmiş olduğunu basınımızdan öğrenmiş bulunmaktayız.
            1949 senesinde (10) adet dini dernek var iken, bu safsatalar da yoktu. Oy hesapları ile hareket bizleri bu çağdışı atmosfere getirdi.
 İçişleri Bakanlığı Dernekler Daire Başkanlığının Temmuz 2010 verilerine göre; ülkemizde (85.102) dernek faaliyet göstermektedir. Bu derneklerden (15.000)’i Cami yaptırma derneğidir. Diğer derneklerin içinde de dini içerikli dernek sayısını bilen yoktur.   
1970 senesinde; İsviçre ile Fransa işleyen bir trende, bir Fransız sendikacısı bana şöyle demişti:
            “Ülkenize döndüğünüzde bağlı olduğunuz komutanlığa rapor vereceksiniz. Bu söylediğimi de yazmayı sakın unutmayınız:”
            “Az gelişmiş ülkelerde politikacıların en korkulu rüyası, okumuş halktır. Onlar için oy DEPOSU ”İNALFABET” HALK YIĞINLARIDIR!” Her yeniliğin ÖNÜNE ”KOMÜNİZİM” karalaması ile çıkarlar. Komünizm korkusu ile Hitlerin emrine, Rusya’da Komünistlerle savaşsın diye iki tümen asker verdik!” Demişti.
            Berdran Russell; bir makalesinde şöyle yazıyordu:
            “İngiltere’de-1930’da- herkesten farklı bir fikir söyleyeni bir tek yanıt karşılardı: Komünistlik!”
            İrtica ”geliyorum dedikçe;” bu konuda uyarıda bulunanları, ”Komünist!” olarak niteleyerek saf dışı ettik. Bizi bu çağdışı durumlara getirenleri de baş tacı ettik.
           
01 Ocak 2000 tarihli hürriyet’ten bir haber.
            “BİLDİRİ DAĞITAN MOLLALARA GÖZALTI.”
            İzmir-SSK Bozyaka Hastanesi’nde “Hangi Yılbaşı” başlıklı bildiri dağıtıp, duvarlara astıkları ileri sürülen 8 kişi gözaltına alındı. Dün saat 16 00 sıralarında bir ihbarı değerlendiren polis, Molla kıyafetli 8 kişilik grubu, ellerindeki bildiriyle gözaltına aldı. Milenyum’un Hıristiyan âdeti ve kutlaması olduğu, Müslümanların yılbaşı diye bir âdetinin bulunmadığı, kutlamanın da yanlış ve İslam dininde yeri olmadığı yolundaki; ”Hangi Yılbaşı” başlıklı bildiriyi Yenişehir’de Cuma namazı kıldıkları camiden çıkışta tanımadıkları kişiler tarafından ellerine tutuşturulduğunu söyleyen sanıklar; ”bizim bildiri dağıtmak gibi bir amacımız yoktu. Cuma namazının ardından bir hastamızı ziyaret için hastaneye geldik. Bizim bir suçumuz yok;” dedi. Murat Eğilmez-İzmir.
            “Bu işlerin emir ve sinyalleri, günlerdir, açıktan açığa gün gibi veriliyordu. Demek ki Cumhuriyetimizin koruyucusu olan, demokratik ve laik Devletimizin bekçileri, ihbar bekliyorlarmış. İhbar olmayınca, kendiliğinden olaylara el koymak, muhalefet karşısında, IMF ve AB ve USA karşısında el mahkûmların tepkisini çekebilir miydi?
            Böylesine denge, menge, kritik meclis hesapları, idam-Midam; 864 rakım seçimi hesaplarını hesaplamak gerekir.”
            Zamanın Bolu Valisi bir teranede bulunur: TISSS.             
            İtalyan Çadır kentinde; İtalyan Büyük Elçisine dert yanan deprem mağduru bir garibanı, Vali Muavini:
            “Gâvurun önünde dert yanmaya utanmıyor musun?” Diye haşım, haşım haşlar!
Kafaya bakalım Yönetici kafasına: Hıristiyan-Katolik inancını GÂVURLUK olarak niteleyen Laik Türkiye Cumhuriyetinin yöneticisinin kafasına bakmalıyız.
            27 Aralık 1999 tarihli Hürriyet Gazetesinde, bir şeyler olacağının sinyali verilmişti:
            “SUUDİ BAŞMÜFTÜSÜ; MİLENYUM’U KUTLAMAYIN”
            “Suudi Arabistan’ın en üst düzey dini yetkilisi olan Başmüftü Şeyh Abdülaziz bin Abdullah el şeyh, dünya Müslümanlarından yeni milenyumun başlangıcını görmezden gelmelerini istedi ve “Milenyum, kâfirlerim dalâletidir”, dedi. Başmüftü’ye göre, üçüncü bin yılı kutlamamak her Müslüman’ın görevi. Okaz Gazetesi’ne bir demeç veren Şeyh, Milenyum’un Müslümanlar açısından önemi olmadığını belirterek şöyle konuştu:
            Müslümanlar, üçüncü milenyum’un başlangıcını, ya da Hıristiyanlarla diğer kâfirlerin dinleriyle bağlantılı hiçbir olayı kutlamamalıdır?”
            “Suudi yönetimi bu konuda Arap dünyasında yalınız kalmış görünüyor. Lübnan, Mısır gibi Arap ülkeleri yeni milenyumun gelişini büyük partilerle kutlamaya hazırlanıyor.”
            Süleyman Hilmi Tunahan isimli bir Bulgar Göçmeni, imamlıktan kovulma birisinin kurmuş olduğu bir tarikat var. Aslında da Müslümanlığa aykırı bir çıkış. Bu kişi Silistire’de doğduğu için Süleyman Hilmi Silistirevî derler ve İslam tarihinin en büyük kutuplarının başı sayarlar. Bu 33’üçüncü ve son halkadır. Masonlarda 33’üçüncü derece olur da Süleymancılarda neden olamaz! Bu zatın kızının oğlu Denizolgun, Mesut Yılmaz hükümetinin Ulaştırma Bakanı olmuştu.
Bugünkü durumumuzun baş mimarlarından Sayın Sütliman Demirel de boş durmamıştır. 1965 Genel Seçiminde Nurcularla milletvekili kontenjan pazarlığını Zübeyir Yetik ile yaptırtmıştır. Süleyman Hilmi Tunahan’ın damadı ve Süleymancıların başına geçmiş olan Kemal Kaçar’ı da Adalet Partisinden Kütahya milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sokturtmuştur.
Sayın Demirel’in marifetleri bu kadarla kalmamıştır. Milliyet Gazetesinin 21 Haziran 1999 tarihli nüshasına bir göz atalım da bizleri bugünlere kimlerin getirmiş olduğunu iyice görelim: 25 Aralık 1997 tarihinde; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın töreninde, Sayın Süleyman Demirel’e Fethullah Gülen tarafından ”DEVLET ADAMI” PLAKETİ VERİLMİŞŞTİ. Bu törende plâketini eline alan Sayın Demirel, memnuniyetini şu sözlerle belirtmişti:
            Sayın Gülenin sözleri çok vecizdi. Tarihimizin derinliklerinden gelen direktifleri hatırladık. Türk milletinin birliğini, dirliğini güçlendirecek hareketlerin yanındayım. Geliniz birbirimize sarılalım.” Ödül töreni ibret dolu, ders doluydu. Gönül isterdi ki bu töreni Türkiye’den herkes izleyebilsin. Bu plâketi Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin mutluluğuna, barış içinde yaşamasına verilmiş sayıyorum”.
Aradan 1,5 yıl geçtiğinde ortaya bir kaset çıkmıştı. Gülen Hazretleri’nin bu kasette; Sayın Demirel için: ”Zekâsının üç katı laf eder!”     
Kasetten sonra Sayın Demirel başka türlü türküler çığırmaya başlamıştı: ”Bunların arkasındaki niyet devleti ele geçirmekse, bu siyasidir. Yani hareketin yönü belirlenmektedir. ”Cumhuriyet’e, Anayasa’ya sadığız” deyip, sonra bir sadakatsizlik ortaya çıkarsa bu takiye olur. Kanunların suç saydığını çiğnemek kimsenin imtiyazında değil. Devleti ele geçirme iddiaları ciddi. MGK ve devletin bütün diğer organları, devlete yönelmiş tehdit üzerinde fevkalade hassastır.” Haberi sayfa 15’te”.
Bu durumda Sayın Ecevit ne mi yapıyor? Fethullah Gülen ile kuzu sarması!
            Bunların, titizlikle ilgilenmemiz gereken FAZİLET adlı bir takvimleri var. Bu takvimde; Ulusal Kurtuluş savaşından söz edilirken bir Kıta Çavuşundan, Çanakkale Muharebelerinden bahsedilirken Abdülhamit Han’dan söz edilir.
Padişah olan Mehmet Reşat’ın koynuna 16 yaşında bir kız koyularak Birinci Dünya Savaşına girme fermanının imzalattırıldığından kimin haberi vardır! İşte bu takvim, günlerdir yılbaşı ve Kâfirlerin ve Putperestlerin kutsal saydıkları günlerin Müslümanlarca kutlanmamasından söz etmektedir:
            26.27.28 Aralık 1999 tarihli takvimlerin ön yüzünde Hadisler verildikten sonra, yaylım ateşine geçildi:
            26 Aralık 1999 tarihli Fazilet Takviminde verilen Hadis:
            Ümmetimden bir grup; yeme-İçme-Malayaniyat ve eğlence ile geceyi geçirir, sonra da (Suretten bu değilse de siretten) maymunlar ve hınzırlar olarak sahaya ulaşır. ”Hadis’i Şerif: SKM.12/325.
            27 tarihli Fazilet’in yaprağının önyüzü:
            “Şüphesiz ki (Emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi olmayın. Sonra bunlar sizi Allah’ın yolundan ayırır. (S.En’am153).”
                        “MÜ’MİNLER, YILBAŞI-NEVRUZ KUTLAMALARI VE BENZERİ MERÂSİMLERDEN UZAK DURMALIDIR(1)”
            “İmam’ı Rabbani, Müceddd’i Elf’i Sâni(K.S.)—Dini yenileyen! Ostüzü—Hazretlerinden:”Cehennemin ebedi azabı, küfrün cezasıdır.” Bu söze mukabil eğer şöyle bir sual sorulsa:
            “Bir şahıs, İmanı olmakla beraber, küfür merasimini icra eder ve küfür ehlinin merasimine saygı gösterirse, âlimler, onun küfrüne hükmeder. Fiilinden dolayı onu mürtetlerden—Dininden dönenler-- sayarlar.
Hint Müslümanlarının ekserisi ise bu belaya müpteladır! Binaenaleyh âlimlerin fetvaları gereğince o şahsın, ahirette, ebedi bir azap ile azap olması lazımdır…”
            “…şayet bu küfür merasimlerini yapmasına rağmen, kalbinde zerre kadar iman varsa, gene cehennemde azap olunur;”
            “Ölmek üzere olan bir adamın ruhundaki bulanıklığın, küfür ehli ile olan karşılıklı sevgi ve dostluktan ileri geldiğini anladım…”
28 Aralık 1999 tarihli Fazilet Takvim yaprağından:
MÜ’MİNLER, YILBAŞI-NEVRUZ KUTLAMALARI VE BENZERİ MERASİMLERDEN UZAK DURMALIDIR. (2).
Bu yaprakta da, ”Yılbaşı-Nevruz ve benzeri kutlamalarda bulunacak Müslümanların cehennemden çıkamayacaklarına” dair Tanrı adına! Söylemiş sözler yazılı!
Efendim; bendeniz sizlere masal yazmadım. Bir istihbaratçı gözüyle olayları analiz etmenizi istedim. Dış ve iç odakların birlikte yürüttükleri ÇAĞDAŞ YAŞAMIMIZA ve İNSAN GİBİ YAŞAMAMIZ aleyhine, İslam dinini kullanarak yürütülen geniş bir kampanya var ÜLKEMİZDE. Olayların tarihlerine iyice baktığımız da bu aşağılık propagandayı daha iyi kavramış oluruz.
Ülkemizde; tarikatçıların, polititikacıların ve çok kimsenin iştirakiyle bugünlere gelmiş bulunuyoruz. Bu durumu yaratanlar suçlu ARAMKTADIRLAR!
Yılbaşıları kutlamak ve Nevruz bizim Anadolu’muzun geleneğidir. O zamanlar bu konuda bir yazı yazarak yayımlamıştım.
Bu yazı halen http://osmanturkoguz.blogspot.com/ adlı Blog adresimdedir.
*Önce sosyal yaşantımızla ilgili geniş sosyal davranışlarımız dini yasakların cenderesine alınacaktır.
*Kadınların ve dahi erkeklerin kılık ve kıyafetleri için İran ve Afganistan’ı model alacaktır.
*Moda ortadan kaldırılarak, kadınlar tamamen cinsel oje haline sokulacaktır.
*Güzel sanatlar da yok edilecektir.
Uzatmayalım, Osmanlının ihanetlerle dolu batış günleri geri getirilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Eyalet sistemi ve DEMOKRASİ oyunlarıyla devri tamamlanacaktır.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in yaratmış olduğu ve saygı duyulan SOSYAL BOYUTLARIMIZ ARABIN TEK ÇİZGİSİNE İNDİRGENECEKTİR.
ÖRNEKLERİ ORTADAYKEN UYUMMAMIZ BU DURUMLARA RAZI OLDUĞUMUZ ANLAMINI VERMEKTEDİR, SAYIN SEYİRCİLERİMİZ. 

12 Kasım 2010 Cuma

197- MUKAVELELİ ASKERLİK

OSMAN TÜRKOĞUZ
Osmanturkoguz@hotmailcom
İzmir; 12 Kasım 2010.

                                     
MUKAVELELİ ASKERLİK!


                                      “Güçlü ordu, güçlü devlet!”
                                      Karanlıkları yener elbet!

Türk askeri komutanlarına peygamberlerine bağlı olduğu gibi bağlıdır!” Anastasios Papulas, Yunanistan’ın Anadolu’daki Başkomutanı.

“Bir başbakana Soytarı rolü verseniz, on dakika içinde rezil olur başaramaz ve yuhalanır. Bir soytarıya başbakanlık verseniz, devletini yıkana kadar politika sahnesinde kalır ve dahi alkış alır!” Bir büyük adamdan aktarma.

“Asker bir kanlı diktatörün emrindeyse KULDUR. Milletinin emrindeyse BÜYÜKTÜR.” Askerin Kulluğu ve Büyüklüğü.” Alfret dö Vigny.

“Yemen yolları çukurdandır,
Karavanamız bakırdandır.
Zenginler bedel öder;
Şehidimiz fakırdandır!” Anonim.

         Türk Ordusunun kuruluş tarihi M.Ö.209 kabul edilerek 2210’uncu kuruluş yılı olarak kutlanmaktadır.
Çinlilerin “Mao-Tun”, Biz Türklerinde OĞUZ HAN, ALP ER TUNGA ve TANRI KUT METE olarak adlandırdığımız Büyük Kaan. M.Ö.209–174 yılları arasında yaşamıştır. Babası Teoman’ın Çinli üvey anasının oğlunu yerine geçirmek için oynamış oldukları oyunlarını bozarak babasını ve üvey anasını öldürerek tahta geçmişti. Daha önce; babasının kendisine vermiş olduğu (10.000) kişilik bir orduyu düzene sokmuştu.
Bu sefer tüm ulusunun ordusunu yeniden örgütledi. 10’lu kuruluşlara geçildi. (10) kişilik askeri birliğin komutanına ONBAŞI, (50) kişinin komutanına ELLİBAŞI, (100) kişilik birliğin komutanına YÜZBAŞI, (1000) kişilik birliğin komutanına BİNBAŞI, (10.000) kişilik askeri birliğin komutanına da TUMANBAŞI denildi.
         OĞUZ HAN’IN Ordusu 24 Tümenden oluşuyordu. Nasıl Oğuz Hanın 6 oğlu varsa, bu 24 tümen de altı köşeye bağlıydı. Ordu, SAĞ ve SOL kol olarak iki grupta toplanmıştı. Çinlilerde olduğu gibi, Oğuz Türklerinde de 3.4.6.12, 9 ve 24 sayıları uğurlu kabul edilirdi.
Bu inanç Osmanlılara da geçmişti. Osmanlı kabinesi haftada 4 gün toplanırdı. Babı Hümayun, Babıâli, Babı Seraskeri ve Babı Meşihat dört önemli kuruluştu.
         Batıda çok güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Atilla da, ordusunu Oğuz Han gibi düzenlemişti.
Benim amacım Türk devletlerinin ordu kuruluşlarını yazmak değildir. Son günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması gündeme getirilmiştir. Genel Kurmay Başkanımız orgeneral Sayın Işık Koşaner’in açıklamasını, Manisa milletvekili Bülent Arınç Bey:
“Erken açıklamasa daha iyi olurdu!” Buyurmuşlardı!
Dertleri bedelli askerlikten yakınlarını yararlandırmak.
Bendenizin amacı; Osmanlının askeri sistem oluşturma çırpınışlarını ve nasıl battığını anlatabilmektir.
Osmanlı Beyliğinde eli silah tutan herkes asker idi. Osmanlı toprakları genişleyince kalıcı bir askerlik hizmetine ihtiyaç duyuldu. 1362–1365 yıllarında, YENİÇERİ OCAĞI kurulmuştur. Yeniçeriler padişaha bağlı Kapıkulu Ocaklarının piyade sınıfı idi. Görevleri de Padişahı korumaktı. Sonraları, sarayları ve kaleleri koruma görevi de verilmiştir. Şehirlerin iç kalelerinde konuşlandırılmış olup, kale beyinin isyanı halinde iç kalenin kapılarını kapayarak merkezden kuvvetlerin gelmesini beklerlerdi.
         1451 senesinde SEKBAN BÖLÜĞÜ kurulmuştur. Daha sonraları da AĞA BÖLÜĞÜ kurulmuştur. Zamanla Yeniçeri bölükleri arttırılmıştır:
         1*Yaya Bölükleri: 101
         2*Ağa bölükleri:     61        
         3*Sekban bölükleri: 34 sayısına ulaşmıştır.
Yeniçeriler mensup oldukları bölüklere ORTA denilirdi. Osmanlı Padişahı, 1’inci ortanın Birinci neferiydi. Genç Osman’ı boğan Yeniçeriler 61’inci Ortaya mensup oldukları için; 61’inci Orta ortadan kaldırılmıştı. Ortaların numaraları okunduğunda ”61!” denilince: ”Yok!” yanıtına karşın, hep bir ağızdan: ”Yok olsun!” Demek gelenek haline getirilmiştir.
Yeniçerilere üç ayda bir ULUFE dağıtılırdı. Padişah ve Yeniçeri Ağası da sıraya girerek ulufelerini alırlardı. Her ayda, 6 ve 32 Kuruş maaşlarıyla giyecek kumaşlarını da alırlardı.
Yeniçerilerin Başkomutanına YENİÇERİ AĞASI unvanı verilmişti. Yeniçeri Ağaları önceleri Ocaktan seçilirken, 1451’den sonra Sekbanbaşılardan seçilmeye başlamıştır.
Yeniçeri Bölüğü-ODA-başkanına ÇORBACI denilirdi. Sekban ve Ağa bölüklerinin komutanına da Bölükbaşı denilirdi.
Çeşitli tarihlerdeki Yeniçeri sayıları:
         1514—10.156
         1526--    7.885
         1568-   12.798
         1609-   37.627
         1661-   54.222
         1665-   49.556
         1669-   51.437
         1670-   49.868
         1680-   54.222
Osmanlı devletinde Miri topraklar şöyle dağıtılırdı:
         1-Has: Şehzadelere. Savaş zamanında silah ve her türlü donanımlarıyla (5000) askerle orduya emredilen yerde katılmak zorundaydılar.
         2-Tımar: Yararlılık göstermiş olan komutanlara verilirdi. Savaş zamanında her türlü teçhizatı ile birlikte (3000) asker çıkarmak zorundaydılar.
         3-Zeamet: Kahramanlık gösteren kimselere verilirdi. Savaş zamanında, her türlü silah ve teçhizatıyla birlikte (300) asker çıkarmakla görevliydiler.
Batı orduları silah yapımında, Balistikte ve askeri örgütlenmede çok ileri gidince, Osmanlı ordusu yerinde kalamadı geriledi. Politikacıların eline düştü, her yenilik hareketinde ayaklandılar ve sonunda da İstanbul halkının gayretleri ve topçu sınıfının üstün desteğiyle, 15 Haziran 1826 tarihinde tüm Yeniçeriler öldürülerek Yeniçeri Ocağı da tarihe karıştı.
Eğitimleri o da yapılırsa; “Testiye kurşun, Keçeye de pala” dan ibaretti. Topçusu görerek ateş ederdi. Paralel nişan hattı uygulamasını iki Fransız asıllı komutan öğrettiği halde bir türlü kullanamamışlardı.
İstanbul’da bir fahişe yüzünden günlerce kendi aralarında sokak çarpışmaları yapmışlardı.
Genç Osman, Yeniçeriliği kaldırmak istemesinin bedelini ağır ödemişti. Politik hırs ve çıkar sahipleri Yeniçeri Ağası ile ya da doğrudan Yeniçerilerle ve dahi sipahilerle anlaşabiliyor ve her yeniliğe karşı çıkıyorlardı. 
Birinci Mahmut’un ölümü üzerine Şehzade Selim, Üçüncü Selim adı ile tahta çıkmıştı.
Yeni bir askeri kuruluşa gitmenin gereğini anlayarak ”NİZAM’I CEDİD”  adı altında yeni bir askeri yapılanmaya gitmiş, Avrupa’dan Uzman askerler getirtmiş, Belçika’dan yeni silahlar alınmış ve yeni nizamın askerlerinin üniformaları da değiştirilmişti.
Yeniçeri sınıfının ortadan kaldırılmamış olması en büyük hata idi. Yeniçeriler ayaklanmışlardı. Bayraktar Mustafa Paşa, (15.000) kişilik ordusu ile Silistire’den İstanbul’a yetişmişti. Bu ordunun yöneticileri arasında 6 Nizamı Cedit komutanı vardı. Sarayın kapıları kırılana kadar, gericiler Üçüncü Selimi boğmuşlardı. Sarayın çatısına çıkan Şehzade Mahmut’u da bir Cariye, katillerin gözlerine ateşli kül serperek kurtarmıştı. Bir hainin fırlattığı bıçak ta Şehzade Mahmut’un kulağını sıyırıp geçmişti. Tahta 1V’üncü Mustafa olarak geçirilen Şehzade Mustafa da İkinci Mahmut’tan alınan bir fermanla boğulmuştu.
Osmanlıda şaşkınlıktan çok garip şeyler oluyordu. Osmanlı Padişahı Büyük Frederik’e Özel elçiler göndererek İYİ BİR MÜNECCİM İSTİYORDU!” Bu, her şeyi soracağımız ULEMA’NIN” kararıydı!
BÜYÜK FREDERİK’İN YANITINI BUGÜN DAHİ ANLAYABİLECEK KAPASİTEDE DEVLET BÜYÜĞÜMÜZ VAR MIDIR?
DOLU BİR HAZİNE! GÜÇLÜ VE DİSİPLİNLİ BİR ORDU! SÜREKLİ EĞİTİM!
Osmanlı Devleti İYİ bir Müneccim istemekte haklıydı! Büyük Frederik’in bu durumu bilememesi imansızdı!
Avusturya - Osmanlı Savaşlarının birisinde; Osmanlının Müneccimbaşısı, düşmana saldırı için Eşref saatini hesaplarken, komutanların “şimdi taarruz ederek düşmanı imha edelim!” önerisini geri çeviren Osmanlı Başkomutanı ve Osmanlı Ordusu ve dahi Müneccimbaşısı toptan imha edilmişler; (7000) çuval altın ve sayılamayacak kadar ganimeti de Avusturya Başkomutanı Fransız asıllı Topal Prens ÖJEN’E bırakmışlardı.
”ULEMASIZ” devlet ve dahi ordu olamayacağını Prusya Kralı Büyük Frederik ne bilsindi!
Osmanlı devleti, Devleti yönetecek Sadrazam bulamayınca; yine de “ULEMA’NIN” önerisiyle; Üçüncü Selim’i İSTİAREYE yatırırlar. Üç defa tekrar ettirilen bu BİLİMSEL! Uygulamada da Rahmetli Üçüncü Selim’in rüyasına “CENAZE HASAN PAŞA” DEYU ÜNLENEN BİR GARİP ADAM GİRER. Ve ol biçare adamı derdest ederek Sadrazam mührünü verirler. Adamcağızın:
“Etmeyiniz, eylemeyiniz, ben kimim, Sadrazamlığa lâyık deyelim!” Demesine aldırmazlar.
Mora Yarımadası elimizden çıkınca da, Şeyhülislamdan fetva alırlar:
“Mora’nın elimizden çıkması İslami yönden faydalı olmuştur!” Deyu.
”Bir Ulusu ve Bir dini Bölen fetvalar!” Osman Türkoğuz.         Blog:http://osmanturkoguz.blogspot.com/         
Bayraktar Mustafa Paşa, Osmanlının tüm Ayanlarını Beykoz’da toplayarak “Senedi İttifak”ı imzalatmış, İkinci Mahmut’un da bu belgeyi imzalaması, Bayraktar Mustafa Paşanın sonunu hazırlamıştı. Paşanın sarayının çatısına çıkarak onu öldürme girişiminde bulunan 300 Yeniçeri Paşanın barut deposunu ateşlemesi sonucu Paşa ile birlikte ölmüşlerdi.
Daha önceleri, İstanbul şehrinin sokak duvarlarına:
         “Rumeli’den geldi bir çıtak/
                   Bayram ertesi ya kılıç oynatılacaktır, ya bıçak!” Diye sloganlar yazılmıştı!
15 Haziran 1826 senesinde, Yeniçeri sınıfı yok edilmiştir. Bu olaya VAKA’İ HAYRİYE denildi.
Daha önceleri “Sekban’ı Cedit“ adlı bir askeri kuruluş ta kabul görmemişti. Bunun üzerine her yeniçeri ortasından (150) nefer alınarak “EŞKİNCİ” adlı yeni bir askeri kuruluşa geçilmişti. Yeniçeriler Avrupalı uzman askerlerin eğitimlerine de iyi gözle bakmıyorlardı. ”Gâvur icadı” diye yeniliklerin aleyhinde bulunuyorlardı.
En sonunda; “ASAKİRİMANSURE” ADLI YENİ BİR ORDU KURULDU. Gericileri ürkütmemek için de, bu ismin sonuna MUHAMMEDİYYE adı eklenerek “Asakir’i Mansure’i Muhammediyye—Muhammedin zafer kazanmış askerleri—adı kabul edildi. Ve Asker Ocağına “Peygamber Ocağı” denilmesine bu ad neden olmuştur.
Asker ocağımızın böyle çağrılmasına da gerek yoktur. Bizim ocağımızın temeli “OĞUZ HAN OCAĞIYDI!”
Şimdiyse Mustafa Kemal Ocağıdır!
Yeniçeri Ocağıysa BEKTAŞİ OCAĞIYDI!” Yeniçerilerin enselerine inen keçe, Hacı Bektaş Velinin kolunun yeni sayılırdı. Aslında Hacı Bektaş Veli ile de ilişiği yoktu. Kazanın kutsal sayılması, ayaklanma işareti olarak kazanın mutfaktan çıkartılarak meydana konulması, kazana sığınan en ağır suçlunun bile suçunun affedilmesi Yeniçeri Ocağının Bir Bektaşi Ocağı olduğunu göstermektedir.
Ayaklanmaya da “Kazan kaldırmak” deyimi buradan gelmektedir!
Sekiz birlikten oluşan tertipler yapıldı. Her tertibin başında bir binbaşı bulunuyordu. Sonralar sayıları 16 olan tertipler, sekiz sağ ve 8 sol tertip diye ikiye ayrılmıştır. Sağdakilerin başında bulunanlara Sağ Kolağaları, soldakilerin başında bulunan komutanlara da Sol Kolağaları denildi.
Daha sonraları:
*Tertipler, Alay oldu.
         *Kollar Tabur oldu. Tabur kelimesi de Macarcadan alınmadır.
         Tabur, En büyük birlik kabul edildiği için, tedavisi biten askerlere “Taburcu oldu!” deyim buradan kaynaklanmıştır. Bu deyim sivil hastalar için de kullanılır olmuştur.
         *Saflar da Bölük oldular.
         Alay Komutanına Miralay, yardımcısına da Kaymakam adı verildir. Alaylar, başlarında birer Binbaşı bulunan üç taburlu hale getirildiler.
         İki alay’ın bağlı olduğu askeri birliğe de LİVA denildi. Başına da Mirliva rütbesinde bir komutan getirildi.
         Üç alaylı birliğin komutanına da Ferik rütbesi verildi. Feriklikten sonraki en büyük rütbe de Müşirlik oldu. Müşirlik te ikiye ayrıldı:
         1-Hasa Müşirliği,
         2-Mansure Müşirliği.
         1*Bir bölükte; bulunan askerler: nefer-Onbaşı-Bölük Emini-Çavuş-Başçavuş-Mülazım.
         2*Bir taburda bulunan askerler: Yüzbaşı-Tabur Kâtibi-Sol kol Ağası-Sağ kol Ağası-Alay Emini-Binbaşı.
         3*Bir alayda bulunan rütbeliler: Miralay-Kaymakam. Öteki rütbeliler: Ferik-Müşir.
         Miralaydan sonra gelen rütbelilere de Paşa denildi.
         Osmanlı İmparatorluğunda en büyük Padişahlardan birisi de İkinci Mahmut’tur.
Kara Harp Okulu, Tıbbiye ve Memurlar için ilk ceza kanunu onun zamanının ve onun eseridir. Hastalıkların temel oluşumunu ve tedavilerini görebilmiştir. Osmanlı ordusunda Kurmay başkanı ve karargâh kurumu yoktu. Yalınız ordunun Müneccimbaşısı vardı!                         
REDİF ORDUSU.
         Bu yeni kurulan ordu ile sınırların korunması ve iç isyanların ve asayişin korunması da mümkün değildi. Osmanlı yönetimi düşündü ve dahi taşındı; 23-32 yaşlarındaki kişilerden REDİF askeri oluşturdu. Her ilçede, nüfusu müsaitse(1400) kişilik Redif birlikleri oluşturuldu.
         İlk Redif Alayının komutanlığına bir Kadı getirildi. Komutanlar ve Redif Subayları o yerlerdeki zengin ve dahi itibarlı ailelerin çocuklarından seçilmekteydi. Askerlikten anlamaları da şart değildi. İstanbul’a çağırılarak eğitim verilmekteydi. Komutanları ve subayları o ilin valisi seçerek adlarını onaylanması için İstanbul’a postalardı.
         Abdülhamit’in HAMİDİYE AŞİRET ALAYLARI DA aynı mantıkla kurulmuştu.
Padişahın Muhafız alaylarının subay ve erleri, Ermeni, Arap ve Arnavut askerler arasından seçilirlerdi!
         Dördüncü Murat’a Koçi Bey tarafından verilmiş bir rapor vardır. ”Yeniçeri ocağının bozulma nedeni: ”Ocağa Ağdacı, Katırcı, Şehir oğlanı, Kürt ve Türk’ün alınma nedenidir!” Zaten Yeniçeri Kanunnamesinde: ”Türk’ten Yeniçeri alınmaya “hükmü de vardı.
Bir devlet kolay mı yıkılır? 
         “Silahlı Kuvvetlere Müdahale Ulusal Felaketlerin Habercisi midir?” Başlıklı yazımı çok kere yayımlamıştım.
Bir devletin silahlı kuvvetlerine politikacılar el attılar mıydı, FELÂKET KAPIDADIR!
Türkiye Cumhuriyetinde Türk Ulusunun onur duyduğu bir askerlik hizmeti vardır.
Bütün dünyanın, önce dostlarımızın, sonra da düşmanlarımızın korkulu rüyasıdır Türk Silahlı Kuvvetleri.
Bazı politikacılarımızın da korkulu rüyasıdır.
Romanya’nın Diktatörü Çavuşesku’nun silahlı kuvvetlerine mühimmat verdirmediği darbe anında anlaşılmıştı.
Gorbaçov bir uçak dolusu kaleşnikof fişeği yollamıştı.
1958 Irak askeri darbesi de General Kasım’ın Amman’da yapılacak tatbikata gidecek Irak birlikleri için Başbakan olan Osmanlı ordusu Kurmay Binbaşısı hain Nuri es Sait’ten ödünç mühimmat alınarak yapılmıştı.
Bir siyasi iktidarın aklına ve dahi gönlüne asker korkusu girmeye görsün.
Jozef Stalin’in Kızılorduda yapmış olduğu 1938 temizliği nedeniyle, koskoca Rus ordusu Finlandiya ordusunun karşısında rezil olmuştu.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü geleneği kökleşerek oturmuştur.
         Adaletten Kaçanlar Siyasi Partisi iktidara gelir gelmez, LORD JİM kesilmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin tüm kurum ve kuruluşlarını kanun ve nizama dayalı tasarruflarına gözü kapalı olarak el konulmuştur.
Sayın RTE, ”kendisini SAVCI” ilan etmiştir. Adalet canibinden ses çıkmamıştır.
Pakistan Yüksek Mahkemesi Yargıçlarını aptal sayanlar olmuştu!
Polis ele geçirildikten sonra, Adalet cihazının da soluğu kesilmiştir.
Sıra Türk Silahlı Kuvvetlerine gelmiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir ve komuta kademesi de hadım edilmiştir. Dayandıkları tek kanıtta: ”Ben tek başıma iktidar oldum!” Türküsüdür.
Anayasamızın 145’inci maddesine karşın bir gece baskını ile bu madde aleyhine yasa çıkartılmıştır. Hukukça kabul edilmesi mümkün olmayan yöntemlerle generaller ve Kahramanlar ve çok değerli insanlarımız tutuklanmış, etrafa Hitler’in ve Jozef Stalin’in yaymış olduğu korkular yayılmıştır.
         Bu sefer de sıra Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılandırılmasına gelmiştir.
”VATAN HİZMETİ KRİTERİNİN” aleyhinde yeni ve Türk askeri geleneğine ve DEMOKRATİK; LAİK SOSYAL HUKUK DEVLETİ anlayışına aykırı istekler yüksek sesle ve oy arttırıcı bir mantıkla ilan edilmiştir.
”Kısa Süreli Askerlik!”, “Paralı Askerlik!”,”Sözleşmeli Askerlik!” karşı taraftan da “TEK TİP ASKERLİK!” Çıkışına sert tepkiler.
Hani Her Türkün övündüğü “VATAN HİZMETİ?”
         Anayasamızın. Vatan hizmeti başlığı altındaki 72’inci maddesine bir göz atalım:
         Madde 72 ”-Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği ve ya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.”
         Siyasi iktidar kesiminden yüksekçe bir ses:
         “POLİSLER ASKERİ HİZMETTEN MUAF TUTULACAKTIR!”
         Hani eşit işlem ve eşit uygulama!
         Tüm mesele Türk Silahlı Kuvvetlerinde yerleşmiş olan gelenekleri yok etmekten ibarettir.
         Mukaveleli Askerlik: Fransız Yabancı Lejyonlarında uygulanmaktadır.
Bir çeşit yeniçeriliktir:
         1-Vatan sevgisi yoktur.
         2-Milliyete bağlılık ve onun onuru için hizmet etmek te yoktur.
         3-Verilen paraya göre hizmet ifa edilir.
         Bu sistemi kendi Silahlı Kuvvetlerinizde uygularsanız. Kendi felaketinizi hazırlamış olursunuz.
Türkiye Cumhuriyetinin tüm kurum ve kuruluşlarının nasıl yandaşlarla doldurulduğunu görmemek için, insanın vicdanının Nohut ve Bulgurla izole edilmiş olması gerekir.
Polisimizin halini görmek için akıllı olmaya da gerek yoktur sanırım.
Neden gece yarıları yapılmış olan tüm aramalarda Genç Polisler kullanıldı dersiniz!
Bu uygulamayla, çok kısa bir süre sonra Türk Silahlı Kuvvetleri Tarikatların ve Bonanza sakinin işgaline uğrar. Çeteleşme olur.
Çok kısa bir süre sonra da yeni bir 31 Mart olayı yaratılır. Komuta kademesiyle astların arasındaki yürek bağı da çözülmüş olur. Balkan felaketleri hazırlanmış olur.
         Siyasi iktidar, her ilçemizde (1400) kişilik, komutanları Müftü ve tarikatçılardan oluşan yeni bir REDİF GÜCÜ OLUŞTURABİLİR.
         Sayın Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanları; ”VATAN HİZMETİ” KAVRAMI DIŞINDA ASKERLİK OLMAMALI. ÖLENLER VE YARALANANLAR: ”BİZ NİYE ÖLELİM!” DİYEBİLİRLER. UNUTMAYINIZ.
Politikacıların Türk Silahlı Kuvvetlerini küçük düşürecek söz ve eylemlerden uzak tutulması sağlanmalıdır.
Saygılarımla.
         Hamiş: İş bu yazımı noktaladığımda, ilginç bir haber geldi: ”Diyanet İşleri Başkanımız Prof.Dr. Sayın ALİBARDAKOĞLU istifa etmiş!” Her nasılsa; aklıma Hitler Almanyası’nın Rusya’daki Başkomutanı Mareşal Manştaym’ın bir sözü geldi:
         “Bir Mareşali bir Onbaşının emrine verirseniz sonuç daima yenilgi olur!” Bir Profesör Dr. Ve Çağdaş bir Din Bilginini İmamların ve Tarikatçıların emrine verirseniz, ”Türban” da islam'ın baş şartı olur!



        
  

İzleyiciler

Blog Arşivi