30 Nisan 2010 Cuma

140- LANET OLSUN KARANLIĞA, YOBAZA!

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;13 Temmuz 2009





140- LÂNET OLSUN KARANLIĞA, YOBAZA!






Çalar, çarpar ve de yer, BANKA ve KİT demeden,


Sonra kahraman olur, meydanlarda şahlanır,


Bu politik çıkardır, çağ dışılık demeden.


Baba yer, oğul da yer Torun, Torba çöplenir,


Çalmaya dağ dayanmaz, hazinemiz diplenir.


Yurt içinde ziyafet, yurt dışında ziyafet;


Gece ayrı kıyafet, gündüz ayrı kıyafet.


Potur, mintan üstüne varsak moda kravat,


CUMHURİYET’E söver, çağdışı birkaç gavvat.


Elinde yüzlük tespih, uluorta zikirler,


ATATÜRK’E düşmandır, bu kapkara fikirler.


Hırsızlık zincirinin bir ucu da mecliste,


Zincirin baklaları, haram, maram her işte.


Bir tarafta oğullar, bir tarafta ENİŞTE,


Parmağı her çıkarda, aklı kirli her işte.


Altlarında BMV, kaçak giren MERSEDES,


Bu yolun yolcuları, yalan söyler kesinkes.


Kaşkol, kravat VERSAK, çıkar kirli bir zincir;


Her bakla kirli işte, bir ucu dışarıda,


Bir ucu içeride, bir ucu da mecliste.


Yer babam yer, yer babam yer Enişte;


Bitecek devletimiz, bitecek bu gidişle.


Kırkbir sene çalışır, sade emekli olur,


Gecenin kör böğründe, BANKALARIN önünde,


Maaş kuyruklarında ölürler birer, birer,


Sırtında çağ taşıyan YAŞLILAR, EMEKLİLER.


Bir saatin içinde, KIYAK EMEKLİ olur


Saltanata özenen BİZİM KIRK HARAMİLER!


Millet ekmek bulamaz, hac sayısı yirmileş,


Yiyip, içmek bedava, uçak, araç hep beleş.


Kitap ile aldatır, her gün günaha girer,


Halkı kandırmak için bin bir yalanlar söyler,


Öyle alçak, düzenbaz bizim kırk Haramiler.


Avro ve Dolar toplarlar, TÜRK PARASINI yerler,


Ellere kâfir derler, her gün küfre girerler,


Ankara’da bezlenip, Ciddelere giderler,


Milleti aldatmaya, ORTAÇAĞ’A varmaya,


Ellerinde tespihle, yemin kasem ederler,


ÇAĞ DIŞINDA YAŞAYAN, BİZİM KIRK HARAMİLER!


Beyaz bezler sararlar, haram kokan tenine,


Hacılar dolandırır, fırsat geçse eline.


İhanet tespih olmuş, dua olmuş dilinde.


İran rüyası görür, Arabistan çölünde.


Geç kalmadan uyansak, çağdaş karara varsak,


Çağımızı kurtarsak, ATATÜRK’ÜN GÖNLÜNDE.




Ps: ”Değişmez öfkeler, kinler, inanlar,


İnsan aynı, soyan aynı, düş aynı.


Ölsen de, kalsan da kim duyar, dinler?


Elde kitap, aldatanlar hep aynı”.






























































































139- DİLENCİNİ BOŞ ÇEVİRME!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 05 Mayıs 2009







139- DİLENCİNİ BOŞ ÇEVİRME!



BİRBİRİNE SELAM SUNAR İKİ DOST,


SINIRSIZ SEVGİDEN, SINIRSIZ YÜREKTEN.


RAHMETİNİ VERİR TANRIMIZ KULLARINA;


KİMİSİNE AZ, KİMİSİNE DE ÇOK.


BOY, BOY, SOY, SOY RAHMET DAĞITIR,


TANRILIĞINI EZBERLETTİREREKTEN.


PARA SUNAR KÖR DİLENCİYE, İNSANCIKLAR,


İYİSİNDEN KÖTÜSÜNDEN BİRBİRLERİNE DE


BİR ŞEYLER VERİRLER, DUA GİBİ.


VE SENİNLE BİZ, BİR TANEM,


TANRI SELAMI GİBİ RAHMETTEN,


DOST KELAMI GİBİ YÜREKTEN,


BİRBİRİMİZİ VERİRİZ BİRBİRİMİZE,


BİRBİRİMİZDEN, BİRBİRİMİZİ DİLENEREKTEN!






138- O AKŞAM ÜSTÜ!

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı, 06 Haziran 2009

                  
         138- O AKŞAMÜSTÜ.

Kurudu tüm güller, bülbüller sustu,
Beni terk ettiğin o akşamüstü.
Mevsim ilkbahardı, gönlümde kıştı;
Beni terk ettiğin o akşamüstü.

Güneş kararıverdi, ay buluttaydı,
Beni terk ettiğin o akşamüstü.
İnsanlar sevdalıydı, ben sevdalıydım;
Beni terk ettiğin o akşamüstü.

Doğmadı yıldızlar, gökyüzü küstü,
Bir ateş denizi sırat köprüsü,
Yanında hiç kalır özlemlerimin;
Bırakıp, gittiğin o akşamüstü.

Çiçekler, yapraklar, döküldü, düştü;
Hiç beklemediğim çok kötü işti,
Mevsimler değişti, boyut değişti;
Beni terk ettiğin o akşamüstü.

Beni yaraladın, kırdın, öldürdün;
Gülen talihimi terse döndürdün.
Yanan ateşimi tümden söndürdün,
Beni terk ettiğin o akşamüstü.

Sesler kesildi mi, duyamaz oldum,
Renkler silindi mi, göremez oldum,
İnsanlar sustu mu, bilemez oldum,
Bırakıp, gittiğin o akşamüstü.

137- ÖLÜM BANA VIZ GELİR!

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 28 Haziran 2009

        
           137- ÖLÜM BANA VIZ GELİR!

Cennetleri verseler, Venüs’ü de hediye
Üstüme çökseler de, hadi hemen öl diye,
Geç buldum GÜLÜMÜ terk edip te gidemem
Ölüm bana vız gelir, cennetlere giremem.
Hiç üzülme, ağlama, gönlünü de ferah tut,
BEN, SENİ terk edemem, bırakıp ta gidemem.
SNSİZ olan cennete billahi de giremem.


136- DUALARIM SANADIR!

         OSMAN TÜRKOĞUZ
         İzmir; 25 Mart 2010.

                   136- DUALARIM SANADIR!

         Masamın üzerinde; boynu bükük SARIGÜL,
         Tanığımdır inan ki, geceyle gündüzüme.
         Gündüz SENLE oturur, gece SENLE yatarım;
         Tanrımız alınmasın böyle düşündüğüme;
         Yalnız SENİ düşünür, yalnız SANA taparım.
        
        

135- RESİMDE BEN...

         OSMAN TÜRKOĞUZ
        
         İzmir; 25 Mart 2010
                           


135- RESMİNDE BEN!

                   Bahçeye indim dün;
                   Nergisler, Nergis gibi,
                   Karanfiller de Karanfil gibi kokuyor.
                   SEN diyerek kokladığım SARIGÜL DE
                   Güller gibi kokuyor.
                   Resmini kokluyorum özlemle,
                   Hayret! Resmin BEN kokuyor.

134- NECİP FAZIL KISAKÜREK!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            Çeşmealtı; 15 Ağustos 2009



                                               134- Necip Fazıl Kısakürek


            Yüzbaşı rütbesinde, deniz subaylığından ayrılan Büyük bir şairimizdir.
            Namı Diğer Parmaksız Salih adlı eserinin kendi öz geçmişi olduğu söylenir.
Kumara düşkünlüğü bilinir.
Büyük Doğu mecmuasını çıkarmış; Başvekil Adnan Menderes’ten örtülü ödenek desteği aldığı çok konuşulmuştur.
Son senelerinde, iyice ipin ucunu kaçırmış; bu ülkede 500 senedir şehit olan yoktur konferansları vermiştir.
Bindiği uçağın kapısının kopmasını, kendisine yapılmış bir suikast girişimi olarak ilan etmekten de çekinmemiştir.
Tamamen gericiliğe yönelmiştir:
”Ne hasta bekler sabahı/
Seni beklediğim kadar/
Ne mezar bekler ölüyü/
Seni beklediğim kadar/
Ne şeytan bekler günahı/
Seni beklediğim kadar!”

Dizeleri onundur. ”KALDIRIMLAR” şiiri ile de ününün doruğuna çıkmışken; hapishaneden, Oğlu Mehmet Kısakürek’e yolladığı şiirle de sanat âleminde büyük yankılar uyandırmıştır.
Önce; aklımda kaldığı kadarıyla “kaldırımlar" dan  başlamak istiyorum:
                                  
KALDIRIMLAR!

            “Sokaktayım kimsesiz, bir sokak ortasında;
            Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
            Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
            Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

            Kara gökler, kül rengi bulutlarla kapanık;
            Yukarıdan damları kolluyor yıldırımlar,
            İn, cin uykuda yalnız, iki yoldaş uyanık;
            Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
                       
            İçime damla, damla bir korku birikiyor,
            Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler.
            Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor;
            Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

            Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,
            Kaldırımlar içimde yaşayan bir insandır.
            Kaldırımlar duyulur ses kesilince sesi,
            Kaldırımlar içimde kıvrılan bir insandır.

            Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta;
            Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum.
            Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta;
            Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.

            Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim yol gitsin,
            İki yanımdan aksın seller gibi fenerler.
            Tak, tak ayak sesimi aş köpekler işitsin,
            Yolumun zafer takı gölgeden taş kemerler.

            Ne sabahı göreyim, ne sabaha görüneyim;
            Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
            Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;
            Örtün üstüme örtün, serin karanlıkları.

            Uzanıverse gölgem taşlara boydan boya;
            Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
            Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
            Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi.”

            İkinci kaldırımları da yazmış ve yayımlamıştır.
Aklımda kaldığına göre:

            “Bahtın kaldırımlara düştüğü günden beri,
            Erimiş ruhlarınız, bir derdin potasında.
            Senin gölgeni içmiş onun gözbebekleri,
            Onun ruhu erimiş senin kafatasında.

            Ne ağlayan bulunur, ne ağlayanın olur;
            Sükût gibi kimsesiz, ıslık gibi hürsünüz;
            Dünyada taşınacak bir kuru başınız var,
            Onu da ne tarafa isterse götürürsünüz.”
                                                           N.F.K.

                         ZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP;

“Ben; bu şiiri, Silivri tutsaklarına adıyorum. Os.TÜ.ZÜ.

                        “Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
                        Baba katili ile baban bir safta!
                        Bir de gericilik, boynumuzda yafta…

                                   Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
                                   Kavuşmak mı? Belki. Daha ölmedim!

                        Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
                        Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
                        Bu yolda tutuktur hapse düşeli…

                                   Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak...
                                   Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

                        Bir âlem ki, gökler boru içinde;
                        Akıl almazların zoru içinde,
                        Üst üste sorular, soru içinde.

                                   Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
                                   Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

                        Bir idamlık Ali vardı asıldı;
                        Kaydını düştüler mühür basıldı.
                        Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

                                   Ondan kalan boynu bükük ve sefil;
                                   Bahçeye diktiği üç, beş karanfil.

                        Müdür Bey, dert dinler, bugün”maruzat!”
                        Çatık kaş...Hükümet dedikleri zat..
                        Beni Allah tutmuş, kim eder azat?

                                   Anlamaz, yazısız, pulsuz dilekçem..
                                   Anlamaz ruhuma geçti bilekçem.

                        Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
                        Sayım var matlada hizaya dizil.
                        Tek yekûn içinde yazıl ve çizil.
                                   İnsanlar zindanda birer kemmiyet
                                   Urbalarla kemik, mintanlarla et.

                        Somurtmuş ki biçak, nâra ki tokat;
                        Zift dolu gözlerde karanlık kat, kat..
                        Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
                                   Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
                                   Öp beni alnımdan, sen öp seccadem.

                        Çaycı getir, ilaç kokulu çaydan;
                        Dakika düşelim senelik paydan.
                        Zindanda dakika farksızdır aydan.
                                   Karıştır çayını zaman erisin,
                                   Köpük, köpük, duman, duman erisin!

                        Peykeler, duvara mıhlı peykeler,
                        Duvarda baştan yağlı lekeler.
                        Gömülmüş duvara , baş, baş gölgeler..
                                   Duvar, katil duvar yolumu biçtin,
                                   Kanla dolu sünger ..Beynimi içtin..

                        Sükût kıvrım, kıvrım uzaklık uzar,
                        Tek nokta geçemez dünyadan nazar,
                        Yerinde mi acep ölü ve mezar?

                                   Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz*?
                                   Güneşe göç var da kalan biz miyiz?

                        Ses demir, su demir ve ekmek demir;
                        İstersen demirde muhali kemir.
                        Ne gelir ki elden, kader bu emir,

                                   Garip pencerecik, küçük, daracık;
                                   Dünyaya kapalı, Allaha açık.

                        Dua, dua eller karıncalanmış,
                        Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
                        Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış.

                                   Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu,
                                   İplik ki, incecik, örer boşluğu..

                        Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
                        Karanlığında nur, yeniden doğuş.
                        Sesler duymaktayım, davran ve boğuş,

                                   Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
                                   Kalk ayağa dimdik, doğrul ve sevin!

                        Mehmed’im sevinin başlar yüksekte!
                        Ölsek te sevinin eve dönsek de!
                        Sanma bir tekerlek kalır tümsekte!

                                   Yarın elbet bizimdir, elbet bizimdir!
                                   Gün doğmuş, gün batmış, elbet bizimdir!
                                  
                       

                       
                                  

                       

                       



                       
                       
                       
                       
                       

İzleyiciler

Blog Arşivi