2 Mayıs 2012 Çarşamba

711/SOYUTTAN SOMUTA MUSTAFA KEMAL:3

       

OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 29 Temmuz 2010/30 Temmuz 2010/02 Nisan 2012 Tekrar!


                        SOYUT’TAN SOMUT’A MUSTAFA KEMAL! (3).
 
                                   İLGİ:   1* - Azınlıklar ve Misyonerler. Oto. Link’te.
                                 2*- Bir Milleti ve bir Dini bölen Fetvalar! Oto. Link’te.
                                   3*Osmanlı padişahlarının tarikatları,-Soyut--
                                   4*Padişahlar da Civan Sever.—Somut.
                                   5*Osmanlının Canı cehenneme. Somutluğun acı gerçeği                           6*Avrupa’daki Osmanlı Elçileri,tümü de Azınlıklardan.Somut.
                                   Sırtını kürke, kapını Türk’e alıştırma!”
                                                                       Osmanlının özdeyişi.
                                               “Eyeri kaltağ Osmanlı,
                                                Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                                                Ekende yok, biçende yok,
                                               Yiyende ortağ Osmanlı.”
                                   Söyleyeni bilinmeyen bir Türkmen tekerlemesi.

“Benim için en büyük övgü; TÜRK OLARAK DÜNYAYA GELMEMDİR!”EBU’L GAZİ Bahadır Han.
“BENİM İÇİN EN BÜYÜK ŞEREF TÜRK OLARAK DOĞMAKTIR!”MUSTAFA KEMAL.
“Önce TÜRK’ÜM, sonra TÜRK’ÜM. Daha sonra, yine de TÜRKÜM Ve MUTLUYUM. Ostüzü       G- Toplumsal konumunu yitiren Türk-Türkmen’in aşağılanışı!
            Dönme-Devşirmelerin Türk etniği üzerinde kurmuş olduğu.
             üstünlüğün bir başka tezahürü de, Türklüğün ve Türkmenliğin sürekli aşağılanması olmuştur. Bu aşağılanma kampanyasının, Osmanlı yönetiminde, kurucu Türk öğenin toplumsal konumunu yitirmesiyle başlamış olduğu sabittir.
Yönetimde Dönme-Devşirmelerin yetkisi arttıkça, bu tür karalamalar ve alçaltmalar kampanyası da sesini yükseltmiştir. Bu tür propagandanın özü de sınıfsal nitelikte olmasıdır.
Dönme-Devşirmeler yönetimdedirler, toplumsal ve ekonomik bir güce de erişmişlerdir.
Veziriazam Çandarlı Kara Halil Paşa’nın idamı, Dönme-Devşirmelerin bir büyük başarısıdır.
Fatih Sultan Mehmet; İstanbul alındıktan çok sonra; 150 senelik bir yönetim geçmişleri olan, Çandarlıların üzerine gidebilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet; Bir ayaklanmadan korktuğu için de, Çandarlı Kara Halil’in, tutuklattıktan kırk gün sonra, boynunu vurdurtmuştur.
 İkinci ve Kinci Mehmet’in Çandarlı Kara Halil Paşaya KİNİ,  iki defa iktidardan uzaklaştırılmasında Çandarlı’nın eli olduğu düşüncesinin yanı sıra; Harun Reşit’in Barmek oğlu Caferi öldürme mantığı da rol oynamıştır: Güçlü bir Türk ailesinin iktidarı alma korkusu! Tıpkı; Arap ve Ümmetçilik hayranı İkinci Abdülhamit’in, bir halk ayaklanmasından korktuğu için, Rahmetli ve dahi Cennetmekân Mithat Paşa’yı sürgüne götüren gemiyi, Büyük Çekmece açıklarında birkaç gün bekletmesi gibi!
            Çandarlı Kara Halil Paşa, tedbirli bir devlet adamıydı. Tüm endişesi; İkinci Mehmet, 12 yaşında Osmanlı tahtına oturduğunda; birleşerek Osmanlıya saldırmış olan Avrupalıların yeni bir saldırıda bulunabilme ihtimaliydi. İstanbul muhasarası devam ederken; bir Macar heyetinin, Padişah karargâhına aniden gelişi büyük paniğe neden olmamış mıydı?
            Osmanlı İmparatorluğunda, görevlendirilen (243) Sadrazamın sadece (10)’u Türk asıllıdır.
Dönme-Devşirmelerin kendilerinin hesabını soracak bir toplumları olmadığı için, onları azletmek ve boyunlarını da vurmak bir tehlike yaratmamaktaydı!
Türkler, daha teminatlı gördükleri için Ulema sınıfını seçmekteydiler. Çandarlı Kara Halil Paşa’nın üzerine bir de “Bizans casusluğu” suçu yüklendi.
Sözde; İstanbul’un kuşatılması boyunca, Bizanslılar,  balıkların içinde rüşvet olarak altın gönderirlermiş! Casus, casusluğu esnasında mı yakalanır; yoksa casusluğuna rağmen! Kazanılmış olan zaferden sonra mı yakalanır! Vatan hainlikleri sabit olmuşlar için iadeyi itibar peşinde koşanlar; neden ve niçin Çandarlı Halil Paşa  için iadeyi itibar düşünemezler! Düşünemezler; çünkü o bir Türk’tür!
            Arkalarında görkemli bir Türk tarihi bulunmayan yöneticiler ve Dönmeler, Türk’ü silip, bitirmek için ÜMMETÇİLİĞE soyunmuşlardır. Ümmetçilik potasında Türklük eritilirken, Azınlıklar ve Dönmeler kendi ulusal tarihlerini yüceltmişlerdir.
Osmanlı var gücü ile Türklüğü aşağılamaya çalışmıştır. Osmanlı Padişahları, Türk beylerinin kızlarını cariye olarak almış, adlarını değiştirmekle yetinmiş olduğu, yabancı kadınlara hizmetçi olarak kullanmıştır.
Türklük soyuta itilmiştir.
Türk soylular; Sadrazam ve dahi yeniçeri bile yapılmamıştır. Büyük bir açılımla diğer uluslar imparatorluğa yönetimde egemen olmuşlardır.
Bugün, Türk’ün içine itilmiş olduğu alçaltıcı durum, asırlarca önce bu büyük ulusa yaşatılmıştır.
Daha 18’inci asırda, Büyük Fransız Devrimiyle, toplumlar uluslaşma sürecini tamamlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşında; Müslümanların halifesi olan Osmanlı İmparatoru Beşinci Mehmet Reşat; Almanların önerisiyle, “Mukaddes Cihad”ı ilan etmişti.
Ümmetçilik bayrağı altında topladığımızı sandığımız tüm Müslüman âlemi düşmanlarımızın sancakları altında bize karşı savaşmışlardı. Savaşmalarının mantığı da tarihi gelişime uygundu: Çünkü onlar da uluslaşmışlardı.
Soyutlanarak vatandaşlığın dışına itilen Türk’ün kemikleri üzerine kurulmuş olan Osmanlı imparatorluğu, bir yığından oluşan güruhu geride bırakarak batacaktı. Bu güruhtan bir dinamik toplum yaratmış olan Mareşal Gazi Mustafa Kemal; bu yeni oluşumun adını da koymuştu.
Ulusal Kurtuluş Savaşında; kan, gözyaşı ve ölümde perçinleşmiş olan bu yeni dinamizmin adı:
            ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINI YAPAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR!” Olmuştu.      
Bu, Mustafa Kemal’in somutlaştırmış olduğu bir inanç kavramıydı. Mustafa Kemal’in arkasında, Alp Ertunga; İlteriş Kağan-İlbilge Hatun, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Dedem Korkut ve Alp Aslanlar vardı. Mustafa Kemal; ruhsal ve zihinsel gıdasının Türk tarihinden ve Türk Ulusundan almıştı.
            17’inci asırda; ”SECEREYİ TERAKİME-TÜRK SECERESİ’Nİ yazan Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın bir onur öyküsü vardı:
            “Bu kitapta kendim için övücü bir şey yazmadım: Benim için en büyük övünç TÜRK OLARAK DÜNYA’YA GELMEMDİR!”
            Mustafa Kemal:
            “Benim için en büyük şeref TÜRK OLARAK DOĞMAKTIR!” Demiştir.
            Refah Partisi kayseri Milletvekili Sayın A.Gül de; bir İngiliz gazetecisine:
            “Dağlara, taşlara,”Ne MUTLU TÜRKÜM DİYENE” basitliğini yazdılar! Diyerek, ne derece soyutta kalmış olduğunun mesajını dış destekçilere iletmiştir!
            Turgut Özal denilen kimesne de:
            “SEVR, LOZAN’DAN İYİYDİ!” Ve “Azeriler bizden değildir: Çünkü onlar Alevidir!” Söylemleriyle, gerekli yerlere mesajını iletmişti.
İlginçtir, ikinci sözünü de Usa’da söylemişti. Somutlaşan Mustafa Kemal’i soyuta düşürerek, Türk toplumunu Sevr’in hükümlerine sokmaya yönelik eylemlerdir!
            Türk Toplumu, korku tünellerine sokulan Türk toplumu; bir tarafta siyasi iktidarın korkusu bir tarafta cehennem korkusu nedeniyle, bilinçsizliğinin ve korkaklığının suskunluğuna düşürülmüştür! Buna rağmen; Türk Toplumu, az sayıdaki hainlere ve yalakalara karşın; SOMUT OLARAK MUSTAFA KEMAL’İ YAŞAMAKTADIR.

            Osmanlının somutlaştırdığı bazı sosyal değerlere bir bakalım:

            1-Kadınlarımız için:”Saçı uzun, aklı kısa!”
            2-“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme!”
            3-“Kızı kendi haline bırakırsan; ya davulcuya gider, ya da zurnacıya!”
            4-“Türk askeriyle savaş kazanılamaz. Mermiler patlar, patlamaz kaçarlar!” Cuma selamlığında kendi aralarında konuşan Osmanlı Paşaları!

            Mustafa Kemal’in somutlaştırdığı sosyal değerlere bir bakalım:
            1* ”Türk askeri kaçmaz. Muharebeyi yitiren komutandır!”
            2* ”Türk askeri, yeryüzünde; yüreği seninkinden daha temiz bir asker yoktur!”
            3* ”Türk milleti çalışkandır, zekidir. Güçlüklerini yenmesini bilir!”
            4* ”Türk Kadını, sen yerlerde süründürülmeye değil, başımızın üzerinde göklere yükseltilmeye lâyıksın!”
            5* ”Bir toplumun yarısının ayakları yerlere zincirlerle bağlıysa, o toplum asla yükselemez!”
            6* “Dünyada yapılmış olan her güzel işte kadının eli vardır!”
            7* Cumhurbaşkanlığı Muhafız Tugayı, ”Ulusal Kurtuluş Savaşını Yapan Türkiye halkının=Türk Milletinin evlatlarından kurulmaktadır!”

            Anayasamız ve yasalarımız kadın ve erkeğin eşliği üzerine düzenlenmişken ve anayasamız da %92,07 oyla halkımızın onayına mazhar olmuşken; Sayın Recep Bey, Anayasamız üzerine yemim eden Sayın Recep Bey,
            “Ben, eşitliğe inanmıyorum!” Diye, çağdışılara mesajlar verebiliyor.
            Somut olarak; Kadın ve erkeğimiz eşit olarak yaşarken, soyutlara sığınarak seçim kazansanız ne olur? Bizler biliyoruz ki:
            “Devlet adamları gelecek nesilleri düşünür; basit politikacılar da gelecek seçimleri düşünürler.” SAYIN Recep Bey de, süpürülmemeyi düşünür!
            Osmanlı vakanamelerini okuyarak, Osmanlının Türk’ü değerlendirmesine bir göz atalım!
            İş bu vaka nameler, Türk’ü aşağılamada söz birliği etmişlerdir. Hoca Sadettin de, Peçevi de Neşri de, Solakzade de ve Naima da, aynı ortak tutumu görmek mümkündür. Bunlar ve bunlar gibi birçok Osmanlı vakıa yazarına göre ”Türk-Türkmen”, ”kaba”, ”barbar”, kıyıcı”, ”kan dökücüdürler.” Çingene takımıyla aynı düzeydedirler- (Koçi Bey). Türkler ”nadan(cahil ve kaba) Türk. ”Etrabı bi idrak” (Akılsız Türkler). ”Türk’ü bedlika”(çirkin suratlı Türk), ”çoban köpeği biçiminde bir Türk’ü sütür (iri)idi”, ”hilekâr Türk”, ”ağaç ayaklu Kızılbaş Türk”, ”nice alay yüzleri murdar Türk”, ”imanı zayıf türe”, ”kötü zanlı Türkmen”, cibilliyetinde hıyanet toplanmış Türkler”, ”kötü yollu Türkmen”, uğursuz kavim”, “ahdi bozuk Türkmen güruhu”, “kendine uyan napaz (temiz) olmayan Türkmen”, “bir ayağı çarıklı Türk”, “hayâsız Türk”, “soysuz Etrak (Türk)”, “batıl ve gafil Türk”, “soylu olmayan Türkmen”, “hain Türkmenler”, “Türk vari”, “melun Türk”,””gizli garazlı Türkmen”, ”dili bozuk Türkmen”, “kudurmuş kurtlar gibi halkı dalayan Türkmen”, ”kafasız Türkmenler”, ”aman bilmeyen Türkmenler”, ”hırsız kılıklı Türkmen”, ”yaramaz Türk” ,”edepsiz Türkler”, ”ayağı çarıklı hırsız Anadolu Türk’ü”, ”ayıplı mezhep ve geniş meşrepli Türkler” -Aleviler için-, “Anadolu’da yaşayan kavrama gücünden yoksun Türkler”, ”duygusuz Türkler”, ”anlayıştan kıt Türkler”, ”kapkara Türkmen yığını”, ”inatçı Türkler”, kaba ve yabani anlamında Oğuz”, ve bunun gibi nitelemeleriyle dile getiriyordu.  (240a).
            “Dağlara ve taşlara:”NEMUTLU TÜRKÜM DİYENE!” BASİTLİĞİNİ! YAZMIŞ OLAN BİZLER! BU SÖYLEM ÜZERİNE, DAĞLARIMIZI VE TAŞLARIMIZI KANIMIZLA BOYUYORUZ!
             Osmanlı toplumunu oluşturan kozmopolit yapı, toplumun başkalaşmasına yol açmıştır. Osmanlı Yönetimi de bir süreç içersinde, tabanına karşı yabancılaşmıştır. Bu süreçte oluşan Osmanlı kozmopolitizmi, “Türklüğün üzerinde egemenlik demektir”. 
            (240a)- “Osmanlı aydınlarından! Alınmış olan bu niteleme örnekler için, Cellazade Mustafa Selim- Name, Kültür Bakanlığı yayını, Ank. 1990, s. 279, 300, 357; Neşri tarihi, 1/184, II/193, 194; Solakzade tarihi, 1/112, 149, 150, 216, 259, 364, 373, 375, 461, II/3, 385; Naima Tarihi, 1/283, II/536, 669, 850, III/1062, 1180, 1184, 1381, 1382, ;IV/1669; Koçi Bey Risalesi, s. 43; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, I/212, 218, vd. II/99. Tarihi Gilmani, s.82, Yetkin, I/14, 66, 117 vd. 127, 138, 173, vd. 187, 191, 196, 200, 201, II/65; İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunun en uzun yüzyılı, Hil. Yay. İst. 1983, s.42; Mustafa Akdağ, (1974),I/368II(1971/75).Ayrıca, bu alanda derli, toplu bir değerlendirme için şu çalışmalara bakınız: Baki Öz, Cem Dergisi, sayı4-5.
            Osmanlı varsın Türk ve Türkmen’i aşağılıya dursun; Mustafa Kemal, O’NU yüceltmesini, O’NA gerçek değerini vermesini bilmiştir. Osmanlı, ”ETRAB’I Bİ İDRAK,” demiş! Mustafa Kemal:
            “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır.” Diyerek, tüm iftiraları silip, atmıştır. ”TÜRK; ÖVÜN, ÇALIŞ, GÜVEN;” diyerek, Türk milletinin gerisinde övünülecek bir geçmiş olduğunu da vurguladıktan sonra:       
            “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” Sözünü bütün dünyaya ilan etmiştir. Bu söz benim amentüm olmuştur!
            Osmanlı Türk’ü askere almamış, yanlışlıkla askere almış olduğu Çepnileri hemen terhis etmiştir.
Mustafa Kemal:
            “Türk askeri, yüreği seninkinden daha temiz bir asker yoktur. Ben, tüm ulusların askerlerini, en büyük sınav yeri olan muharebe meydanlarında gördüm. Senden yiğidini göremedim!”Demiştir.
            Asırlardan beri; kanıyla, canıyla ve kemiklerini çatı yaparak imparatorluk haline getirdiği, Kayı Boyundan olduğunu iddia eden bir OĞUZ BOYU, Türk’ü inkâr etmekle kendisini inkâr ediyordu.
Şah İsmail’in kurmuş olduğu Safevi devletinin Hükümdarlık Muhafız Alayı; bugün Toros eteklerinde açlıkla mücadele eden, VARSAK TÜRKLERİNDENDİ.
Osmanlı Padişahının Muhafız Alayında, Türk’ten başka her millet vardı.
            Rahmetli Ahmet Vefik Paşa; Bursa valisi iken, bir yerde sohbet ettiği topluluğu oluşturanların milliyetlerini sorar: (7). Herkes mensup olduğu milliyetini çekinmeden söyler:
            —Arnavudum,
            —Çerkezim,
            —Arabım. İlahr. Yanıtlarını alır. En arka sırada bulunan bir yaşlıya:
            —Senin milliyetin nedir Baba? Diye sorduğunda; ol mübarek yaşlı adam, kısık bir sesle:
            —Türküm, Paşam, diye fısıldar. Rahmetli Ahmet Vefik Paşa, yüksek sesle:
            —Yüksek sesle Türk olduğunu söyle. Ben de Türküm “, der.
            Gözleri parlayan ve birden canlanan yaşlı Türk:
            “Sahi mi Paşam? Türk’ten vali demi çıkar? Diyerek hayretini gizleyemez. Rahmetli Ahmet Vefik Paşa:
            —Ne valisi Dede! Sadrazam çıkar. Türk’ten Sadrazam çıkar;” der ve hıçkıra, hıçkıra ağlar.
            Atçalı Kel Mehmet’ten tutunuz da, Dadaloğlu’nu ve (102) ayaklanmayı incelemelisiniz.
            Kurt Stanhaus’un ilginç bir incelesi Sanders yayınlarında çıkmıştı. ”Atatürk Devrimi’nin Sosyolojisi”. Orada çok önemli bir tanımlama vardı: ”Dış yağma gücü yitirildiğinde; dış yağma içeriye RÜŞVET olarak döner!”
Osmanlının üretime dayanmayan ve korunamayan ekonomisinin varıp, dayandığı durum da budur. 1830’larda; Atçalı kel Mehmet te ayaklanarak bir beylik kurar. Bir de mühür kazdırır: ”HADEME’İMİLLET; ATÇALI KEL MEHMET!”
Felsefesi basit ve yalındır: ”Bir ülke, ya ilimle ya da zulümle yönetilir. Mehmet te ilim yok, zulme devam.”
XV’ inci asrın ilk çeyreğinde; Osmanlının başına Şeyh Bedrettin olayı çıkmıştı. Şehzade Süleyman’ın Kazaskerliğini de yapmış olan Simavnalı Şeyh Bedrettin, Balkanlarda ayaklanmıştı. Bizzat Çelebi Mehmet, ordusunun başına geçerek, Şeyhin üstüne yürümüştü. Yapılan çarpışmalarda (140.000) taraftarı öldürülen Şeyh Bedrettin Serez’de yakalanarak bir hamamın önünde asılmıştı.
Çelebi Mehmet ile konuşması çok ilginçtir. Acem asıllı bir müftünün fetvası üzerine idama mahkûm edilerek, Çelebi Mehmet’in huzuruna çıkarıldığında; Çelebi Mehmet; ölümden korktuğunu göstermek için:
            “Şeyh Hazretleri renginiz sararmış !” Der. Rahmetli Şeyh Bedrettin, gayetle vakur bir ifade ile:
            “Güneş batarken rengi sararır Sultanım!” Der.
Şeyh Bedrettin’in asrını çok aşan fikirleri vardır. Varidat adlı ünlü kitabını, kendisi de Mason olan, Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi toplattırarak yaktırmıştı.” Yahudi’yi de, Hıristiyan’ı da, Müslüman’ı da yaratan aynı Tanrıdır. Aralarına peygamberler ve din uluları fitne sokar!” Der.
            Halifelerinden; Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa Aydın ve Karaburun taraflarında ayaklanmışlardır. Osmanlı ordusu, burada (20.000) isyancıyı öldürmüştür. Börklüce Mustafa’nın Fransız ihtilalinde söylenen fikirlere benzer fikirleri vardı.
            Şu ayaklanmaları ve ayaklanmaların nedenlerini iyice bilmek gerekir diye düşünüyorum: Şah kulu, Nur Ali Halife, Bozoklu Celal, Şah Veli, Süklünkoca, Atmaca, Domuz oğlan, Zünnünoğlu, Veli Halife, Seydi Bey, Kalender Çelebi, Şahgeldi, Düzmece İsmail ve Sakarya Şeyhi ayaklanmalarını üşenmeden incelemek gerekir.
            Bunların en büyük ve en önemlilerinden birisi olan Şah Kulu ayaklanmasının anatomisi diğer ayaklanmalar için de bir ölçüt olabilir.
            “Ne kadar elinden tımarı alınmış, Osmanlıya kızgın,  tımarlı sipahi, köylü, kentli, obalı, Alevi ve Türkmen varsa toplanarak 19 Nisan 1510’da,”Alevi töresine göre, Şahkulu Başbuğ seçtiler.”
Ayaklanmaların çoğuna katılanlar Ortaasya kökenli Oğuz Türkmenleriydi. Neden ve Niçin? Osmanlının devşirme –Yeniçeri, din adamları destekli iktidarını yıkıp, Türk iktidarını getirmek için ayaklanmışlardı?
 Ayaklanmaların çok nedenleri yanında; dışlanmak, sürekli savaşların neden olduğu sıkıntılar ve karmaşalar, merkezi bir kültür şemsiyesinin kurulamaması, gelişen topluma ve değişen zamanın değerlerine ayak uyduramamak ta vardır.
            Ayaklanmanın liderleri, memnun olmayan, kızgın ve küskün topluluklardan yararlanarak iktidar sahibi olmak sevdasındaydılar. Tıpkı günümüz liderleri gibi!
            Sayın Perihan Kuturman’ın tercüme ederek, Hürriyet yayınları arasında çıkan önemli bir kitap vardır: ”Herodot Tarihi”. Burada; Lidya’da hazırlanmakta olan bir ayaklanma hazırlığı anlatılmaktadır. Ayaklanma lideri, adamlarını bir dağ eteğinde toplar, ellerine birer kazma verir ve çalılıklardan bir tarla açmasını ister. Akşama kadar kazma sallayan adamlarına, birer dilim kuru ekmek verir. Tüm adamları, yorgunluktan uyuya kalırlar. Ertesi günü; aynı adamlarını güzel bir yörede toplar, görkemli bir kahvaltı verir. Tüm adamlar, su kenarında mükellef bir öğle ve akşam yemeği yerler. Ayaklanma lideri, adamlarını toplar ve:
            “Dünkü gibi mi yaşamak istersiniz? Bugünkü gibi “yan gelip yatarak mı, yorulmadan yaşamak istersiniz?” Diye sorar. ”yan gelip yatmak!” haykırışını duyunca da:
            “Öyle ise buyurun iktidarı almaya!” Der.

Ps: O zaman askerlik mi yokmuş, din adamından muhavvil lider mi yokmuş! TARİHİN BABASI BUNU YAZMAYI UNUTMUŞ OLABİLİR Mİ?

            Ne denli saçma olursa olsun; söylenecek fikri olanın arkasından ölümüne gidecek budalalar vardır.
İran’da geçmiş bir örnek olaydan da söz etmek istiyorum: 1932 yılında; İran’da peygamberliğini ilan etmiş bir Ahunt’u- Din adamı- polis yakalayarak sorguya çekerler:
            “Sen peygamber misin?” Ahunt; gururla:
            “Evet, ben peygamberim. Toplayın halkı da peygamberliğimi kanıtlayayım!” Demiş. Derhal ve şıpıdanak halkı toplamışlar. Yüksekçe bir yere çıkan son peygamber! Gür bir komutla halka seslenmiş:
            “Eşekler gibi anırınızzz!”
            Meydanı dolduran halk, gür ve davudi bir sesle ve de en kalın oktavdan başlamışlar ANIRMAYA!
            Son zuhur! Yöneticilere dönerek, gayetle beşuş bir çehre ile:
            “Gördüğünüz gibi, ben böyle eşeklerin peygamberiyim!” Demiş ve tımarhaneyi de boylamış. Her nedense, Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i kötüleyenleri alkışlayanları gördükçe, bu öykü aklıma gelir.
            Ezilen, bunalan ve kahrolan Osmanlı toplumu, ütopyasındaki kurtarıcı Mehdiyi, Osmanlıya her başkaldıranda aramaktaydı. Masal ve hurafe kahramanlarıyla nerelere varılır ki?
Robin Hoodlar’ın sonrası sinema ekranlarında tatlı sonla noktalanmaktadır. Halkın amacı başka, halkı arkasına alanın amaçları başkaydı. Bir hanedanı yıkarak, yerine yeni bir hanedan kurarak hükümet merkezini başka bir yere taşımak! Şeriat, meriat oyunlarıyla, gayrı memnunlar kılıçtan geçirilirdi.
Başarılı bir ayaklanmada, değişen yalınız ayaklanma liderinin kaderi olmaktaydı.
            Mustafa Kemal; Sivas Kongresi dönüşü, ANKARA’YA gelirken, Hacıbektaş’a uğrar. Daha önce; Enver paşa’yı Dergâhın kapısında karşılayan Çelebi Cemalettin Efendi; Mustafa Kemal’i şehrin (13,5) km. uzağında karşılar. Hemen Ankara’ya hareket etmesi gereken Mustafa Kemal, tam iki gün Bektaşi dergâhında kalmış, Çelebi ile ülkemizin geleceği hakkında, uzun boylu konuşmuşlardı. Bu konuşmaları Veliyiddin Efendiye anlatmış.
Çelebi, Mustafa Kemal’e:
            “Paşa Hazretleri, cesaretli ve basiretli iradenizle, Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancımız sonsuzdur. Yüce Allahımızın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra, cumhuriyetin ilanını düşünüyor musunuz?” Diye sorduğunda; Mustafa Kemal, bu açık yüreklilik karşısında, Çelebiye heyecanla bakmış ve çelebinin elini avucuna alarak, fısıltı halinde, Çelebinin kulağına:
            “O mutlu günlerin ilanına kadar, aramızda kalmak kaydıyla EVET! Çelebi Efendi Hazretleri!” demiş.
Çelebi Efendi, Alevi Cemaatine bir bildiri yayımlayarak; ”zamanımızın Mehdisi ve Hz. Ali’si Mustafa Kemal Paşadır. Ona yardım etmek ve onu desteklemek her Türk için farzdır,” buyurmuştur.
Türkiye büyük Millet Meclisi açıldığında da Çelebi Hüsamettin Efendi, Meclis başkan yardımcısı olmuştur.
            Çelebinin Mustafa Kemal’i kabulü; memleketimizin kurtuluşunu Mustafa Kemal Paşanın şahsında görmüş olmasındandır. Bu Hoca Ahmet Yesevi’nin, Damadı Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’yu Hıristiyan ve Moğol tehdidinden kurtaracağını görmesi gibi bir duru görüdür.
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal Cumhuriyeti Üniter bir yapıyla kurmuştu. TEK BAYRAK, TEK DİL, TEK ÜLKEVE TEK BİR YASA.
Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmış olan “Mecelleyi Ahkâmı adliye”, DÖRT mezhebin içtihatlarına göre hazırlanarak, Alevi içtihatları yasanın dışında bırakılmıştı (1869–1878). Aleviler de kendi içtihatlarına ve adetlerine göre hüküm veren kurullar oluşturmuşlardı. Türk Medeni Kanununun kabulü ile tek hukuka girilmişti.
            Tekke ve zaviyelerin kapatılması; tekkeciliğin ve tarikatçılığın de yasaklanması üzerine ; Aleviler bu yasaya hemen uyarak:
            “O ki, bizim cem cemaatimiz de tarikattan sayıldı; biz de bunu yapmayız!” Diyerek memnuniyetlerini açıkça belirttiler. Bu karala Alevilik te hukuken kabul edilmiş oldu.
Bunu hâlâ mı hâlâ anlamayanlara ben ne desem haklı değil miyim, Sayın Seyircilerimiz?
            Cemalettin Efendinin ölümü üzerine, kardeşi Veliyiddin, 25 Nisan 1923‘te bir bildiri yayımlamıştır: ”Bu nasihatime nail olmayanlar bizden değildir. Hak Erenlerin onlara desteği olmaz. Tekrar beyan edeyim ki: BU MİLLETİ KURTARACAK HAS EVLATLARIDIR. Sözünden harice çıkmayınız. Sizin saadetinizi düşünenler ve sizi kölelikten kurtaracak olan Büyük Millet Meclisi Reisi ve cümlemizin büyüğü GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞADIR! Demiştir.
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Veliyittin Efendinin bu beyannamesinin ulusal bilinçlenmenin bir sonucu olduğunu bildiren bir telgrafla Rahmetli ve Cennetmekân Veliyittin Efendiyi, 06 Mayıs 1923 kutlamıştır.
            Mustafa Kemal, Çelebi Cemalettin Efendi için Saman pazarında bir ev hazırlattırılmış ve Cemalettin Çelebinin hizmetini görmesi için de Dersim milletvekili Mustafa (Saltuk) Bey görevlendirilmiştir. Cemalettin Efendi; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in yardımcılığına getirildiği gibi, birçok Alevi asıllılar da Milletvekili yapılmışlar.
Yalınız bu tedbirlerle yetinilmemiş, bürokraside de çok sayıda Alevi ve Bektaşi vatandaşlarımız GÖREV ALMIŞLARDIR. Bu gelenek cumhuriyetimizin ilanından sonra da sürdürülmüştür. Tarihçi Mete Tuncay, Mustafa Kemal’in soy olarak, Rumeli Bektaşilerinden geldiğini, gençliğinde de bu tarikatla ilgilendiğini yazar.
            Gariplikliklere ve hıyanetlere biraz olsun bakar mısınız? Dinin sahibi olduğunu ilan ederek, Türk halkını birbirine kırdırmak için uğraşanlar, ”Alevileri dinsiz olarak nitelendiren fetvalarını din adına verenlerdir!”
            Ülkemiz ve ulusumuz; dış ve iç düşmanlar tarafından parçalanmış ve işgal edilmişti. Hareketin motifi de belliydi:”Ülkeyi kurtarmak. Türk halkını kurtarmak!”Kimlerden kurtarmak? Bu sorunun yanıtları çok çeşitliydi: Dış düşmanlarımızdan ve vatan hainlerimizden kurtarmak! Mustafa Kemal için başka kurtarılacak hedefler de vardı:
            Bireylerin beynini ve Türk toplumunu taşa çevirenler de yıkılacaktı. Kafasında, gönlünde ve vicdanında küflü ve paslı fikirler taşımayan Türk insanı, yeniden yaratılacaktı. Mustafa Kemal’in ulusal vicdanında soyut bir düşünce olarak yetişen bu fikirler SOMUTLAŞTIRILACAKTI! Köhneleşmişlik, kölelik, kadınların Allah ve din adına tutsaklığı da sona erdirilecekti.
            Türk toplumu; 1500 senede, ilk defa içinden bir kurtarıcı
Çıkarmaktadır. Göksel ve dinsel hiçbir olağanüstü niteliği olmayan bu kurtarıcı, kurtaracakları insanlar gibi ölümlü ve de çok sade bir Türk insanıdır. Mistik yalanlarla ve kandırmacılarla kaybedecek vakti de yoktur. Somuttur; ateşlerin ve cehennemlerin içinden halkı ile birlikte geçmişti. Türkü tutsak edenlerle elele vererek, onu köle yapmak isteyen dâhili bedhahlarla ve tüm dünyayla, Türk oğullarının önüne düşerek çarpışacaktı. İnsanca düşünecek, insanca ve insanlara yararlı kararlar verecek, insanca duygular içersinde, Türk kızlarının veTürk oğullarının özgür ve eşit insanlar olduklarını kanıtlayacaktır. Hem dış düşmanlarımızı ve de hem de iç hainlerimizi ve Türk’ün uyduruk alın yazgısını yenecektir.
            Uşak ticaret Lisesinde; Akrep Nalân olarak ünlenen şarkıcı kızımız da benim öğrencilerimdendi. Bir derste; bir öğrencim ayağa kalkarak:
            “Sayın Binbaşım; benim anlayamadığım bir olgu var: Günümüzde, onca okumuş ve O’NUN sayesinde üst düzeylere çıkmış insanların O’NA inanmadıklarını görüyoruz: Padişaha; Şeyhe, Şeyhülislama, ölüm fetvalarına ve hiç okumamışlığa karşın bu halk ona, ölümüne neden inanmıştır!” Mustafa Kemal yenmiş; Osmanlı yenilmiştir. Trablusgarp’ta İtalyanları Mustafa Kemal yenmiş; Osmanlı da o İtalyanlara yenilmiştir.
            “Öz ve Töz biridir. Vicdan birdir, yürek te birdir! Mustafa Kemal; Türk toplumunun beyninden ve ruhundan silinmek istenen 1500 sene önceki ulusal değerleri yakalayabilmiştir”.
            O’NU göremeyen ve O’NA yürekten inanmış olanlar; O’NU, kendi dünyalarına göre şekillendirerek yaşatırlar ve anlatırlar.
            Bir akşamüstü; Atatürk ile İsmet İnönü Söğütözü köyüne inerler. Köylüler Atatürk’ü tanıyamamışlardır. Atatürk, köylülerden Atatürk’ü anlatmasını ister.
            “Efendim; derler, göbeğine kadar sütbeyaz sakalları inen, nur yüzlü bir pirifâni!” Atatürk, ayağa kalkar ve ismet Paşaya:
            “Kalk İsmet, kalk. Gidelim, bize göre burada yer yok!” Der.
            Halk, kendi mantığına göre; yerden göğe kadar haklıdır. Peygamber postunda oturan ve Tanrının yeryüzünde gölgesi olan bir Padişahı ruyu zemini, Her gün traş olan gencecik bir adam nasıl yenebilir! Keramet sakalda olduğuna göre, sütbeyaz sakal deneyimliliğinin alametidir!
            Bugünlerde, yine soyutla ve de Osmanlı ile oynanmaya başlanmıştır. Bu olgu Demirel ile başlamıştı. Osmanlının kuruluşunun (700)’üncü yıl dönümü masalı!
            Bakınız; 29 Temmuz 2010 tarihli Vatan Gazetesinin bir haberine:
            “İslam Dünyasında Türkler Lider Olsun”!
            “El KAİDE örgütünün Usame Bin Ladinden sonraki ikinci ismi Eyman El Zevahir, önceki akşam yayınlanan ses kaydından Türkiye ye mesaj gönderdi. Türkiye’yi ”Tüm dünyadaki Müslümanların Lideri” olmaya çağıran Zevahiri, ”Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’yla yüzyıllardır İslamın koruyucusu olmuştur. Türk halkı hükümetlerine baskı yaparak, İsrail ile ilişkilerini kesmesini ve Afganistan’daki askerlerini geri çekmesini söylemelidir.” Dedi.
Zevahiri, ”Osmanlılar beş yüzyıl boyunca Müslümanların ve onların vatanlarının koruyucusu oldular. Türk halkının Müslümanları koruma görevleri, Gazze’ye birkaç tekne göndermekle sınırlı kalmamalı.” Diye konuştu!
            Lütfen oyuna dikkat edelim. Asırlarca bizleri sırtımızdan vuran ve karınlarımızı deşerek altın arayan Arap âleminin bekçilik şerefi! Bizlere emanet edilmek istenmektedir.
Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını, 1918 senesinde, Londra bildirgesiyle Birinci Faysal haini kabul etmedi mi?
Filistin bayrağını, Türk’e isyan eden Hz. Muhammed’in torunu Şerif Hüseyin haini çizmedi miydi?
Bizim başkaları için ölecek çocuklarımız yok artık.
            Mustafa Kemal ve Türk Toplumu SOMUT iki kavramdır.
 Hayal ve masal da değildir.
”Kadın, erkek eşittir; kadın önde ileri/
 Meşaledir gönlümde Atatürk ilkeleri.”
            Yugoslavyalı bir üniversite öğrencisi Kızın; 1968 senesinde, Milliyet gazetesinde yayımlanan bir yorumu vardır: ”Osmanlıdan ilk kurtulanlar, gelişmiş ve fakirliği yenmiştir. En son kurtulan siz olduğunuz için de hâlâ fakirsiniz!” Bu akıllı Yugoslav kızı, bu yorumunu bir Türk’e yapıyordu.
            Mustafa Kemal; bölünmüş, parçalanmış ve dağılmışları bir araya getirerek birleştirdi. Bu uğurda ölüme gidenler; mezhep, inanış ve etnikliğe bakmadan ölüme birlikte gittiler.
Kalanlar; inançları vatan ve millet sevgileri gönüllerinde; O’NUN ve aydınlığın ve çağın peşinden yürüdüler.
O’NUN izinde olduğunu söyleyerek Türk’ü küçültmeye ve vatanımızı ve milletimizi bölmeye çalışanlara inanmamalıyız.

Ps: Son günlerde meydana getirilen Türk- Kürt çatışması yaygınlaştırılarak: ”Bunlar bir arada yaşayamıyorlar; ayıralımı“, gündeme getirecektir.
                        KAYNAKÇA.
1-    Fazilet takvimi, 17/19. 02.1 999; 11.03.1999 yaprakları,
2- Besim Atalay, Türk Dili ile İbadet, s.107–108.
3- Süleyman Yağız, Alevi Aydınları, Alevi Dedeleri, s.38–120.
4- Atilla Özkırımlı, Alevilik, Bektaşilik ve Edebiyatı, s.76-287.
5- Gülağ Öz, İslamiyet, Türkler ve Aleviler, s.241.
6-  Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, s.82 vd.
7- Koçi Bey Risalesi, Z.Danişment, s.43.
8- Ünlü Valilerimiz, İç İşleri Bakanlığı, s.66.
9- Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s.338
10- Kutluay Erdoğan, Türkiye’de Alevilik, s.65-66.
11- Baki Öz, sge.     Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri(966–1200)-1550–1784.
12- Vatan Gazetesi,29 Temmuz 2010.
13- İlhan bardakçı, Taşhan’dan Kadifekale’ye.
           
           
           



İzleyiciler

Blog Arşivi