3 Ekim 2012 Çarşamba

818/AZİZLİK!

OSMAN TÜRKOĞUZ                                                                                            osmanturkoguz@gmail.com                                                                                                İzmir;03 Ekim 2012
            İletme yazımla:
             Ölüm korkusu içinde günlerini geçiren Şehzade, Padişah olduğu gün, cümle karındaşlarını boğdurtmuştur!İktidarlar ortak kabul edemezler.

                                   AZİZLİK!                                                                                                       Kanuni Sultan Süleyman;sıra ile dizilmiş cariyelerden o gece  koynuna alacağını belirtmek için,Cariyelerin önünden geçerken mendilini kimin önünde düşürürse,o Cariye şanslı sayılır;hamama alınarak,ağda ile,tozu yalanmış lokuma çevrilerek Ol Padişahı Evlat katilinin koynuna konulurdu.Bir gece;Birinci Süleyman,koynundakinin seçmiş olduğu Cariye olmadığını anlayınca ,ortalığı ayağa kaldırmış ve sırayı başkasına devreden seçmiş olduğu Cariyeyi nöbetçi cellada teslim ederken:”
            “Bizim koynumuza girmeyen Kara yere girer !”ferman etmiş.Sabahleyin mesele anlaşıldığında çok üzülmüş ve peşiman olmuş!Kafası kesilen cariye,yaptırtmakta olduğu camiye para temin etmek için Şapılma sırasını satmışmış!Camiyi kendisi yaptırtmış!
            Eskiden mahkûm ederek öldürttüklerimizi sonradan kahraman ilan ederek heykellerini diktirtmekte,adlarını da önemli tesislerimize vermekteydik.Askerler geldi,Türk toplumu onları kurtarıcı ve kahraman ilan ederek adlarını caddelere ve okullarımıza verdi.Sonradan gelenler de bunların adlarını her yerden sildiler,eski Hainlerimizin kahramanlıklarını, ortaya koydular.Bu gelenek haline geldi.Bir ay önce;Sayın Alexi de Souza’nın heykelini büyük törenlerle diktiren Aziz Yıldırım Bey;Sayın Alexi de Souza’yı üç dakikada yok ederek Fenerbahçe’den kovdu.Sayın Alexi de Souza,heykeli gibi dimdik ortada kaldı.Haksızlığa uğradığını söyleyene bu hareket yakışır mı?Demek ki hata iktidarda olurmuş!

817/LAİKLİK SİSTEMİ/Sİ NE GU'A NON!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 21 Haziran 2010./03 Ekim 2012Aymazlara ve Hainlerimize

            170- LAİKLİKNİÇİN TÜRK’ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR?
                    ( LAİKLİK, Sİ NE QU’A NON.)

            Yalta Konferansında, F.D.Roosevelt, W.Churchill ve J.Stalin bir araya gelirler. İngiltere aslanının pençesi zayıfladığı halde, Churchill hâlâ eski türküleri söylemek sevdasındadır. Ve ortaya bir fikir atar:
            “Öyle bir barış yapalım ki, Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!”Der.
            Jozef Stalin, şeytani bir gülümsemeyle:
            “O’NUN namusu hakkında da söylentiler var!” Deyiverir. Jülyüs Sezar hakkındaki tarihin hükmü ne kadar adi ise, karısı –Cleopatra ile evlenmediği halde bir oğulları olmuştur. Üç defa evlendiği söylenir-hakkındaki hükmü de o denli onurludur. Jülyüs Sezar için:”Roma’da her kadının kocası ve her kocanın karısı “sözü söylenmiştir.
            W.Churchill bir kültür zenginliğini ortaya koymak istediğini sanıyorum. İngiltere’de, Rusya’da ve dahi Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmak istenilen anlaşmaya örnek olacak namusta bir kadın yok mudur? Hep bu var ve söylentiler sürüp te gitmektedir.
            Fi tarihinde; Sayın Güneri Cıvaoğlu ,”Laiklik ve siyasal İslam” üzerine enfes bir program sunmuştu.(Bendeniz not alırım da!)Bir Fransız gazeteci ve sosyal bilimcinin yanı sıra bizden de birkaç kişi programa katılmıştı. O zaman; Fransız gazeteci, LAİKLİĞİN SİYASAL İSLAM KARŞISINDAKİ GÜÇLÜ DURUMUNU VURGULAMIŞTI! O Zaman!
            Özallardan hayatta tek olarak kalan Korkut Özal:
            “Laikliği dinsizlik olarak savunanlar var!” Buyurmuş ve gözlüklerini düzeltmişti! Öyle diyenler olduğu gibi öyle diyenlere katılmayanlar da yok mudur? Kimisi Ağrippina namuslu der, kimisi de, bu itirafa katılmadığını pos bıyıklarının altından okkalı bir gülümseme ile belli eder. Şimdi; olanlar olmuş, doğanlar da ölmüşler. Biz ne desek ölen kişi o mudur? Bir olgunun objektif manası önemlidir. Laikliğin şu, ya da bu anlama geldiğini iddia edenlerin sübjektif görüş ve inanışları toplumu bağlamaz. Cumhuriyet dönemini dinsizlik dönemi olarak sayanların bendeniz yanaklarından öpmek isterim.623 senede 20,000 cami!85 senede de 80.000 cami. Akıl ve sır erecek bir saplantı değildir bu haksız höykürmeler. Rahmetli İsmet İnönü, 1966 senesinde, TBBM’İNDE Rahmetli Turhan Fevzi oğlu’nu haşat etmişti; altı okun anlamını açıklamakla.”Laiklik dinsizlik olsaydı, adına dinsizlik denirdi!”Demişti.
            Diyelim ki, beyinleri akılla döllenmemiş çağ dışı birileri böyle buyurdu! O adam Zerdüşt olsa ne yazar! Laikliğin yorumu, Atatürk’ün koyduğu ve Türkiye Cumhuriyetinde uygulandığı biçimde yapılmak gerektir.
            Atatürk’ü ziyaret eden Fransız devlet adamlarından Eduvard Heriyo, yaratılan mucizeler karşısında:
            “Ben, Fransa’da sizin yaptıklarınızdan yalınız birisini yapmış olsaydım, beni cadde kenarındaki ağaçlardan birisine asarlardı!”Demiştir. Rahmetli E.Heriyo, merak etmeyiniz devrimleri birer, birer ipe çekilmektedir.
            Laiklikle ilgili işlemlerin içersinde din yoktur! Bazıları ayağa kalkabilirler. Roma Hukuku bir insanlık anıtıdır. Çok tanrılı ve puta tapılan bir dönemde insan aklı görkemli eserlere imza atmıştır. İki türlü hukuk yaratılmıştı: Birisi çok tanrılı din adamlarının yaratmış olduğu dini içerikli hukuk; diğeri de hukukçuların yaratmış olduğu ROMA HUKUKU, LAİK HUKUK! Birisi dinsel armonilerle, diğeri de insan aklının armonileriyle meydana getirilmişti. Bu ikilem Hıristiyanlıkta da sürdürülmüş; yanıp yakılmak pahasına, insanlığın aydın evlatları sayesinde kilise ve kilise hukuku köşesine çektirilmişti. İslamda hukuk, ahlaki öğütler, cezalar ve hatta moda bile, İSLAM DİNİNİN içersinde eritilmişti. Cezaları öteki dünyaya ve Tanrıya ait olan eylemler de bu dünyada dinin belirlemiş olduğu değişmez ve acımasız kurallara göre infaz edilmişti. Bir donmuş sistemin içersine hapsedilmiş olan insanoğlu, çileyi en çokta dini uygulamalardan çekmişti.
            Aydınlanma devrinde, hukukçuların hazırlamış olduğu yasalar insanlığın hizmetine sunulmaya başlanmıştı.23 yaşındaki bir Büyük İtalyan Gencinin ”SUÇLAR VE CEZALAR” ADLI kitabı Avrupa’da akla hizmette öncülüğü kazanmıştı.(1760’lı yıllarda!).BACCERELLİ.
            Napolyon’un ünlü bir itirafı vardır:
“Benim kazanmış olduğum kırk meydan muharebesini bir
WATERLO yenilgisi götürmüştür. Beni yaşatacak olan en büyük eserim “CODE CİVİLE’”DİR. Fransız Medeni Kanunudur. Osmanlılar, İkinci Mahmut ve Sultan Abdülmecit
 Dönemlerinde, Fransız kanunlarının tercümesi ile uyanmaya başlamışlardır. Ne zaman ki sıra bir Medeni Kanun hazırlamaya gelmiştir; Ahmet Cevdet Paşa, Fransız medeni Kanununu tercüme ettirmek isteyenlere galebe çalarak, Türk Medeni Kanununu hazırlama yetkisini Sultan Abdülaziz’den koparmış ve başkanlığında kurulan bir komisyon ile dokuz senede MECELLEYİ AHKÂMI ADLİYE’Yİ-Sadece Mecelle de denilir—hazırlayarak yürürlüğe koydurmuştur. Bu eylem Ülkemizi bu alanda 150 sene geriye götürmüştür. Mecelle; Hanefi, Maliki, Hanbelî ve Şafi mezheplerinin içtihatlarına göre hazırlanmıştır. Benimle MECELLE üzerine tartışmak isteyenlerin hiçbirisinin MECELLE’Yİ okumamış olduğunu görmüşümdür! Mecelle; karma bir kanundur. İçersinde cezai, usuli, medeni, borçlar ve kat mülkiyetine dair hükümler vardır. Ama üç adet tarifi de mükemmeldir:1-“Kadim oldur ki, başlangıcını bilen olmaya!”2-“Kötü emsal olmaya!”3-Mani zail olunca, memnu avdet eder!”
          Türkiye Cumhuriyeti’nin İKİ TİRİLYON LİRASINI                   deve yapmaktan hüküm giyen Necmettin Erbakan Bey, derli toplu olarak, ilk defa, laikliğe bütün dini görüntüsüyle yüklenmişti:
          ”Faşist Laiklik!”                                                                               
          “USA ve Avrupa’daki laiklik!”Atatürkçülere de:                                           
          “Batı taklitçileri. Yüzleri Batıya dönükler!”Diyebilmiştir. Sıkıştıkça da, çağdışçılığa Batı’dan örnekler arama yollarına girmişti!
           Bizler, LAİSİZM’İ Atatürk’ün anlatmak istediği gibi anlayacağız ve öylece yorumlayacağız. Gerisi ne bizleri ne de Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini ilgilendirir. Dini inançları, bireysel inanç olarak kişilerin vicdanlarına, vicdanlarındaki tanrılarının yanına yerleştireceğiz.
           Hukuku, Ahlakı, Gelenek ve göreneklerimizi ve dahi modayı, evrensel ve insansal ölçülerle ve Türklük bilincimize de uygun olarak bizler, kendimiz yaratacağız. İlkel kalıplar ve ölçüler, çağdaşlıkla ve insan onuru ile bağdaşmıyorsa onları da değiştireceğiz.
           Bünye taş oluşturuyorsa, ikide bir, böbrek ameliyatı olmanın ne gereği vardır!
           İslam dininde; her şeye, yönetime ve egemenliğine el koyma karakteri, politikacıların hırs ve tamahı ile bütünleştiğinde, o toplumun ilerlemesi ve sağlıklı yaşaması ne mümkün? İşte Benazir Butto; Pakistan’ı soyup soğana çevirerek, ülkesinden kovulunca da İskoçya’da malikâne alır! Geri geldiğinde de,  karşılığında, Pakistan anayasasına bir madde koydurtur! Öyle ya, halkın dine ihtiyacı vardır
            “PAKİSTAN DEVLETİ’NİN DİNİ İSLAM DİNİDİR!”
             Milli Nizam Partisi Kapatılınca; Erbakan İsviçre’ye, oradan da Almanya’ya geçer. İslam Dinarını gösterir, Dolar, Mark ve dahi (148)kilo Altın toplar.
             Birey müslümansa; oruç tutar, namaz kılar, hacca gider, zekât ve fitre verir. Sünnet olur, şeyinin ucunu kestirir. Şimdi ortaya büyük bir sorun çıktı. Bunu ancak ve dahi ancak ULEMALAR çözebilirler: Peki, bu Müslüman Pakistan devleti, nerede ve nasıl namaz kılar, şeyinin ucunu da nerede ve nasıl ve nasıl bir törenle ve nasıl bir usturayla ve de kimler keserler. Bizim Sünnetçi Kemal Usta bu işin şıpıdanak erbabıdır da! Nasıl hacca giderler?
            Din gerçek kişiler içindir. Devlet bir tüzel kişi olduğuna göre, dini de varsa, öteki tüzel kişilerinde dinleri olması gerekmez miydi?
            Bir Müslüman devlet nasıl ve neden aptesti alabilir? Yöneticileri ülkeyi soyup ta soğana çevirince ve dahi devletin ırzına geçince mi gusül aptesti alırlar!
            Tüzel kişileri yalınız dinleri olduğunda da iş bitmiş sayılmıyor! Mezhebi, tarikatı, Müslüm’ü, Kalkancısı ve dahi Üzülmezi de olması gerekmez mi?
             Bazı İslam ülkelerinde fotoğraf çektirmek acayip günahmış! Yakında, farkına varırlarsa, tüm ceviz ağaçlarını da keserler! İlkbaharda, ceviz ağaçlarının kabuklarının altından gümüş iyodürlü bir su geçer. Bu suyla ceviz ağaçlarının gövdelerine renkli resimler çekilir.
               Tek Tanrılı dinlerin kurucusu Mısır Firavunu ANEKNETHON(AMENOFİS IV, İKHNATHON) soyut bir tanrı düşünmüş:”Her şeyi bilen, her şeyi gören ve her şeyi yaratan bir tanrı!”Demiş, bu tanrıyı da parlak ışıkla, Güneşle sembolize etmiş. Ve eski inançlara ait ne varsa silip te atmış. Eski din adamı rahipler, vergi vermedikleri gibi, tapınaklara sunulanları da iç edip, çok geniş olan arazilerinin gelirleriyle de güçlenmişler. Rahiplik, babadan oğla geçiyormuş.
                     Muska ve büyü satıyorlar, kurmuş oldukları tarikatlarla da insanların iliklerini sömürüyorlardı.
                     “İmparatorluk dualarımız üzerine kuruldu!” diye de dualar uydurup, iki cihan mutluluğunu bir arada yaşıyorlardı. Hıristiyan- lık’taki Endelüjans, cennetten tapulu arazi satmanın kökeni de buradan çıkmış olsa gerek!
                     “DÜNYA VE DEVLET DUA ÜZERİNDE DURUR!” Öyle ise, yıkılan devletler neden yıkıldılar!
                     Anekneton, tüm bunları, dinin politikaya ve ticarete alet edilmesini yasaklamıştı. Yahudilikten diğer dinlere de geçmiş olan şu duayı da bizzat yazmıştı:
                        Aton yeni dinin tanrısının adıdır,
                        “Ey! Yaşayan Aton, hayatın başlangıcı
                         Kadınlardaki hücrenin yaratıcısı
                         Erkeklerdeki tohumun yaratıcısı
                     Yaptığı her şeyi canlandırmak için
                     Onlara nefes veren!
                     Senin eserlerin kaç türlü!
                     Bizlerden hepsi gizli,
                     Ey tek tanrı…
                     Senin gücün kimsede bulunmaz,
                     Her şeyin yükseklerde,
                     Hepsi kanatlarla uçar,
                     Onlara gerekeni sen verirsin,
                     Eserlerin ne kadar muhteşem,
                     Ey sonsuzluğun tanrısı!
                     Yabancılar için gökyüzünde bir Nil var,
                     Ve bütün milletlerin hayvanları için.
                     Aydınlatarak, parlayarak, uzaklara gidip dönerek,
                     Milyonlarca şey yaratırsın,
                     Sadece kendi kendine,
                     Mısır gibi yabancı memleketler yarattın,
                     Herkesi yerine yerleştirdin.
                     Herkes başka dil bilir;
                     Vücutları ve renkleri ayrıdır,
                     İnsanlarla insanları ayırdın çünkü sen…
                     Seni tanıyan yoktur,
                     Oğlun İknaton’dan başka,
                     Sen O’NA akıl verdin,
                     Kendi planın ve kendi gücünle.”
                     Bu şiir Musevilerde ilahi olarak okunmaktadır. İkhnaton ve karısı Nefertiti ölünce Firavun olan General Harmhat, yeni dini silip attı. Roma İmparatorluğunu, devlet gibi örgütlemiş olan Hıristiyanlık yıkmış, Osmanlı İmparatorluğunu da, kişisel çıkarlarını dine monte eden hırs, tamah, cehalet ve sahipsizlik yıkmıştır.
                     İnsanlar, asırlarca önce yapılmış olan büyük ve görkemli yapılara bakarak o devrin uygarlığından söz etmeye bayılır.”Vay canına, bu görkemli piramitleri yapanlar insanlığa bundan güzel armağan bırakamazdı!”Diye de hüküm yürütürler. Uygarlık taş binalar, barajlar ve köprüler yapmak mıdır? Mısır’da aklımda kaldığına göre (108) adet piramit bulunmaktadır. Gize piramitleri adıyla anılan üç piramitten Kefren Piramidinin yapımında(1.000.000) insanın ölmüş olduğu hesaplanmaktadır. Bunun yanında, piramit yapımının masraflarına yardım için, KEFREN’İN KIZINI GENEL KADIN OLARAK PAZARLAMIŞ OLDUĞU DA SÖYLENMEKTEDİR. Bu tanrı sayılan, hükümdar olan ve başrahip kabul edilen bir makamın da sahibi. Değer mi bunca insanın ölmesine bu taş yığınları?
                     Maksim Gorki’nin J.Stalin tarafından öldürüldüğünü Kanada’ya sığınan bir Rus Kurmay yarbayı açıklamıştı. Öldürülme nedeni de komünizmden soğumasıymış. Neden mi komünizmden soğumuş? Anlatayım; Maksim Gorki, soğuk bir kış günü, kürkler içinde emrine verilen lüks siyah arabadan iner ve dünyanın en büyük barajını seyre koyulur. Görmüş olduğu manzara karşısında göğüsleri kabarır:”İşte bu baraj komünizmim eseri!” Diye söylenir. Arkasında bir şıpırtı duyar, döner bakar ve yıkılır. Açlıktan karınları şiş ve çıplak sayılacak Beş-Altı çocuk lüks arabasına bakmaktadır.
                     “Bu kimin eseri!” diye söylenir. Yanıtını kendisi verir:
                     “Evet, bu yalınayak ve açlıktan karınları şiş zavallı insan yavruları da komünizmin ve bu barajın eseridir’”Der ve yıkılır.
                     En büyük kıymet ve en büyük eser insandır. Bir düşünce ve bir eylem insana ne vermiştir? Değer ölçüsü bu olmalıdır.
                     Dünyada her şey insan içindir; DİN DE; HUKUK TA; ÖRF TE; AHLAK TA; MODA DA; DEVLET TE VE DAHİ HÜKÜMET TE İNSAN İÇİNDİR. Bu sosyal düzen kuralları insana ne vermiştir? İnsanları mutlu mu etmiştir, yoksa mutsuz mu etmiştir. Benim ölçüm budur arkadaşlarım. Bu zamana kadar tüm din sahipleri,”İNSANLAR DİN İÇİNDİR’İ” Kullanmışlardır. Böyle olunca da; din, diğer sosyal düzen kurallarını boyunduruğu altına almıştır. Aslında çıkarcı din adamları bu işi yapmıştır ya!
                     Tüm bunları çok iyi değerlendiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bunlardan çok iyi bir ders çıkarmıştır:
                     “Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar, her türlü davranışları dinle karıştırırlar.”
                     “Efendiler ve ey Millet! Biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mezhepler memleketi olamaz. En doğru tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve istencini yapmak, insan olmak için şarttır.”
                     “Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi?”
                     Mısır’da köle olarak taşkıran Yahudilerin dikkatlerini çeken şey; halkı sömürerek lüks içersinde yaşayan Rahipler olmuştur. Tevrat’a da bu yansıtılmıştır:”Binbaşılar ganimet altın ve gümüşleri Hahamlara sundular!”Bazıları kızacaklar amma, sekizinci surenin 1 ve 41’inci ayetlerini okusunlar. Doyurulmaya ve güdülmeye muhtaç olan aç köleler kolayca Musa’nın peşine takılmışlardır. Günümüzde de Mısırlı rahiplerinin din anlayışları politikacılarımızda geri gelmiştir.
                     Ülkemizin başına ne gelmişse seçimle gelmiş olan sığ politikacılardan gelmiştir: Bakınız Sayın Recep Bey, neler söylemişler:
                     “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur!”
                     “Kemalizm’in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. BİZİM İÇİN EN ÜST BELİRLEYİCİ, İSLAM’IN ETKİLERİDİR. HER ŞEY ONA GÖREBELİRLENİR!”
                     180 SENE Selçuklu,623 sene Osmanlı yönetiminde yapılmış olan cami sayısı 20.000olup,bunun 13.000 tanesi sınırlarımız dışında kalmıştır. Cumhuriyetimizin (75) yıllık sürecinde kaç adet cami yapılmıştır. Beş ilimizin okul, cami ve Kuran kursu sayısı:
                     KONYA: Cami sayısı 2664,İlkokul sayısı1248,Ortaokul sayısı 377,Genel lise sayısı 109, Meslek lisesi sayısı 105,Kuran kursu sayısı 418.
                     ANKARA: Cami sayısı 2520,İlkokul sayısı 1172,Ortaokul sayısı 600,Genel lise sayısı 169,                     Meslek Lisesi sayısı 149,Kuran kursu sayısı 348.
                     SAMSUN: Cami sayısı 2425,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 161,genel lise sayısı 42,meslek lisesi sayısı 44,Kuran kursu sayısı 276.
                     İSTANBUL: Cami sayısı 2330,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 827,Genel lise sayısı 3321,Meslek Lisesi sayısı 203,Kuran kursu sayısı 372.
                     KASTAMONU: Cami sayısı 2282,İlkokul sayısı 989,Ortaokul sayısı 81,Genel Lise sayısı 26,meslek lisesi sayısı 28, Kuran kursu sayısı 66.
                     Şimdi şöyle bağırıyorum: Ey! Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i küfürle yadedenler!
                      Tanrımız niçin O’NA yardım etti!
                     DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLARI DA BEDBAHT ETTİ?
                    
                    
                    
                                  
                                                                                                                       
                                                                                                                                
                                                                                                                       
                                                                                                                       

816/İHANETİN BELGELERİ

OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@hotmail.com 
İzmir;24 Haziran 2008/03 Ekim 2012 Gördüğüm lüzum üzerine!

                        36- İHANETİN BELGELERİ.

            Çok beğendiğim bir ifade var: ”Aydın İnsan, araştırır, yargılar bir sonuca varır. Cahil yobaz, duyar, görür ve hükme varır.”
Genelleme geleneğimizin üstüne diyecek yok.
Benim, 21 yaşlarında bir Fransızca öğretmenim vardı. O’nu denemek için: ”400 çeşit peynirimiz var diyorsunuz, hepsinin tadı aynı. Kadınlarınız birbirinin aynı,” dedim.
Şöyle bir durdu: ”Bayım, dedi, 201 çeşit peynirimizden yediniz mi?”
—“Yok, hayır, yemedim” dedim. ”30.000.000 Kadınımızın yarısının bir fazlası ile tanıştınız mı? Diye sorunca da:
 -“Nerede bizde o şans!” Dedim.
“Siz, sübjektif konuşuyorsunuz. Bu kanaatiniz hiçbir kimseyi bağlamaz”, diyerek, çapkınca bir kahkaha attıydı.
Paşa’nın birisi, bir Arap köleye kızdığında: ”Arabistan yakıla“ diye emir buyurmuş.
Rahmetli Besim Atalay, bir kitabında : ”Yunanlılar İzmir’i işgal ettiklerinde; bazı İzmir Camilerinde, ‘Kuran’ı kerim’de Rum Suresi vardır, bu nedenle de Yunanlılar bizi yöneteceklerdir. Sakın ola karşı gelmeyesiniz’ diye vaazlar verilmişti”, diye yazmış.
Tüm ülkemizde, imamlarımızın yaptıkları vatanseverce çalışmaları bilmeyenler, tüm Rahmetli İmamlarımızı lânetlemişlerdir.
Isparta’da Hafız İbrahim Efendi gönüllülerden DEMİR ALAY’I; Afyon’da Hoca Şükrü Efendi de ÇELİK ALAYI kurmuşlardı.
Müdafaayı Hukukta çalışan din adamlarının sayıları ciltleri doldurur.
Denizli Müftüsü Ahmet Efendi ile Ankara Müftüsü Hoca Rıfat – Börekçi -Efendinin şahıslarında, hepsi de Rahmetli olan, bu vatansever din adamlarımızı hürmetle yâd ederim.
Din Adamlarımızın içinden hainler de çıktığı gibi, din adamı kılığında hainlik edenler de çıkmıştır.
Ben, ÜÇ HAİN Din Adamından söz etmek istiyorum.
Yunanlılar, Anadolu’yu istilâ etmek amacı ile kurdukları ordu’nun Başkomutanlığına İzmir doğumlu Korgeneral Pareskevupulos’u getirmişlerdi. İkici sefer görevinden istifa eden bu Yunanlı Komutan, General Metaksas’ın önüne bir yığın istihbarat dosyası atarak: ”İmamlar bile Alaylar kurup savaş hazırlığına başlamışlar. Türklerin savaşma iradesini kırmamızı mümkün görmüyorum”, der.
General Mateksas’a teklif edilen Başkomutanlık önerisini: ”Kazanma şansımızın  % 60 bile olmadığı bir savaşa giremem,” diyerek reddettiğini tarih kitapları yazmaktadır.
Şimdi, hainlerden söz edebiliriz:
            1- Son Osmanlı Şeyhülislamı Tokatlı Mustafa Sabri Efendidir. Sadrazamlar yerinde olmadığı zamanlar, Şeyhülislamlar Sadrazamlara vekâlet ederlerdi. Sadrazam Damat Ferit Paşa, bir bahane ile Sadrazamlıktan ayrıldığından, SEVR Paçavrasını Şeyhülislam Mustafa Sabri Hoca onaylattırmıştı. Lozan’dan sonra, yurt dışına çıkartılan Mustafa Sabri Hoca, yayımladığı bir kitapta, ATATÜRK’E olmadık iftiralarda bulunmuş: ”Yunan İdaresi altında yaşamak, Mustafa Kemal’in idaresi altında yaşamaktan bin kez hayırlıdır”, diye yazmıştı. 1953 yılında, Kahire’de ölmüştür.
            2-Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Hoca, Mustafa Kemal Paşa ve yedi dava arkadaşı hakkında ÖLÜM FETVASI vererek, NEMRUT MUSTAFA’NIN bunlar hakkında ölüm cezası vermesine sağlamıştır.
            3-Sait MOLLA, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurarak, Rahip Frew adlı bir Hıristiyan Din Adamı’nın emrinde, ÜLKEMİZ ALEYHİNDE CASUSLUK YAPAN HAİN HOCA. Rahip Frew’den aldığı altınlarla Anadolu’ya ajanlar yollayarak, ayaklanmalar çıkartmıştır.
Rahip Frew’e gönderdiği mektuplar, Yeğeni tarafında Mustafa Kemal Paşa’ya ulaştırılmıştır. Mektuplar, Sait Molla Hoca’nın özel defterinden kopyalanarak alınmasına rağmen, Sait Hoca, 08 Ekim 1919 tarihli İstanbul gazetesinde şiddetli bir yalanlama yayımlattırmıştı. Üşenmeden bu iğrenç mektupları okuyalım:                          

1-     Birinci mektup: “Aziz dostum, verilen iki bin lirayı, Adapazarı’ndaki Hikmet Bey’e gönderdim. Oradaki işler pek yolunda gidiyor. Birkaç gün sonra kesin netice elde edeceğiz. Şimdi aldığım bu bilgiyi, size sunmayı uygun buldum. Yarın sabah, bizzat gelip, size bilgi vereceğim.
               Kuvayı Milliye taraftarlarının Fransa’ya fevkalade yakınlık gösterdiklerini ve General Franchet d’Esperey’nin Sivas’a gönderdiği subayların, Mustafa kemal Paşa ile görüşerek İngiltere Hükümeti aleyhinde bazı kararlar aldığını (N.B.D. 285/39) adamımız özel olarak gönderdiği bir kurye ile gönderdiği mektupta bildiriyor. D.B.Q.91/39 her ne kadar cemiyetimize dâhil ise de; bu zatın Fransızlara casusluk ettiği ve sizin bu teşkilâta başkanlık ettiğinizi beyan ettiği kanaati ben de hâsıl olmuştur. Bu mesele hakkında da, kanaati âlilerine ve üstatlık itimadınıza muhalif olarak vuku bulacak beyanatımla, şimdiye kadar o zat hakkında göstermiş olduğunuz itimattaki hatayı meydana çıkarmış olacağım. Dün sabah, Âdil Bey ile birlikte, Damat Ferit Paşa Hazretlerini ziyaret ettim. Biraz daha sabır ve intizar buyurmaları lüzumunu tarafınızdan kendilerine tebliğ ettim. Müşarünileyh Hazretleri, cevaben size teşekkür etmekle beraber Kuvayı Milleyenin Anadolu’da tamamen  kök saldığını ve mukabil bir hareket neticesi bilinen başlarını tepelendirilmedikçe, kendilerinin iktidara gelemeyerek Zatı şahane’nin onayına sunulan anlaşma hükümlerinin  konferansta savunulmasına imkân olmadığını ve Kuvayı Milliye’nin dağıtılması için İngiltere Hükümeti Fahimesi  nezdinde acele bir girişimde bulunularak, ortak bir nota’nın Milletvekilleri seçiminden önce Babı Aliye verilmesini ve ÇETELERİMİZİN Adapazarı, Karacabey ve Şile’de Rumlara karşı yapacakları tecavüzlerin, Kuvayı Milliye’nin asayişi ihlal ettiklerini ileri sürerek, maksadımızın oluşmasına çalışmamızı ve  İngiliz basının Kuvayı Milliye aleyhinde neşriyatta bulunmasının  teminini ve özel surette Torpido ile gönderilen (E.B.K.19/2) ye telsiz telgrafla, dün konuştuğumuz  meseleler hakkında talimat verilmesini rica ediyor. Bu gece onbir’de,  Âdil Bey ile “K” de sizi görecek ve Ferit Paşa’nın bazı özel ricalarını daha tebliğ edecek. Bundan sonra, Zatı Şahane ile Mister T.R. görüşebilecektir.
Refik Bey’e artık itimat edemeyiz. Sadık Bey’de bizimle çalışabilecektir. Hürmetlerimi takdim ederim. 11.x.1919.Sait.
Tahşiye: Karacabey ile Bozkırdan henüz haber gelmedi.
Bozkır’dan, Ben Osman Türk Oğuz haber vereyim: İlçe Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşıyı parçalayarak öldürdüler. Bozkır Barut Fabrikasını da yaktılar.
              2-İkinci Mektup. “12 tarihiyle Ankara’daki “N.B.D.285/3” tarafından gelen mektupta, Sivas Heyeti Temsil iyesinden Erkânıharp Miralaylığından emekli Vasıf Bey’in d’Esperey ile temas etmek üzere gönderileceği… Hikmet Bey paraları almış. Biraz daha para istiyor.” İhanet mektubu sürüp gidiyor. 18/19 x.1919 Sait.
            3-Üçüncü Mektup: Yapılan propagandaları göz tabibi Esat Paşa kolu ve bilhassa Çürük sulu Mahmut Paşa, resmi bilgilere dayanarak sürekli olarak takibettiriyor ve halkın heyecanının yatıştırılmasına çalışıyorlar. Bu adamlara, başvurularında hiçbir cevap verilmemesini, dün kararlaştırılan zata, Zatı Şahane vasıtası ile emir verilmesini rica ve hürmetlerimi takdim ederim. 19.10,1919 Sait.
            4-Dördüncü mektup. Aziz Üstat; Muhipler arasında franmason teşkilatı badiği itiraz oluyor İttihatçıların irsine imtisalken çekiniliyor. Bu teşkilâtın idaresine kalb, ruhu ile tenmiye edilmiş gençlerin ithaliyle bu programı tatbik edebileceğiz. Benim dış görünüşümün verdiği ürküntü dolayısıyla, çok eski sevenimiz (K.B.V.4/35) kararlaştırılan esaslar dâhilinde işe başlayacaktır. Ankara ve Kayseri’den yine haber yok. Hürmetlerimi takdim ederim üstadım.19.10.1919 Sait.
            5- Beşinci Mektup: Üstat; bu mektupla birbirlerini İngiliz Casusu Rahip frew’e şikâyet ediyorlar. 21.10.1919.Sait.
            6-Altıncı Mektup: “Muhterem Üstat; Ankara’dan ”N.B.D.295/3” ten kurye ile gelen 20 Ekim 1919 tarihli mektupta, ”K.D.S.93/1”, talimatımıza uygun olarak orada bırakılarak, kendisi Kayseri’ye hareket etmiştir. Talimatın taktikli suretini Galip Bey’e gönderdiğini bildiriyor. Evvelki tahsisatın sarf olunmasından yeniden tahsisat istiyor…”M.K. B.”fasih Türkçesi sayesinde mühim rol çeviriyormuş. HELE HOCALIĞINA DİYECEK YOK diyor. Talimatın “x.v” tertibi tamamen ihzar edilmiş, aramızda, yeni yabancılar girmemiş ise meydana çıkmadan, maksat fiilen temin edilmiş olacaktır. Yeni tahsisatın verilmesini beklemek üzere kurye (4.R) burada alıkonulmuştur.23/24,x,1919S. Haşiye: Ahmet Rıza Bey’in İtalya mandası hakkındaki beyanatını risalenin sonuna ekledim. Kendisinin Fransa’ya gitmesi bizce tehlike olur. Bunu temin ediniz.”
            7-“Üstadım; Çok uzun bir ihanet belgesi…(N.B.S.495/1) KONYA’YA önem verilmesini tavsiye ediyor… Yeni bir parola gönderiniz. Hikmet’e ve Kadıköylüye numaralarını vereceğim. Hürmetlerimi takdim ederim üstadım. 24,x,1919 S.
Haşiye: Kaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum Mustafa Kemal Paşa’ya ve taraftarlarına biraz müsait görünmeli ki, kendisi kemali emniyetle buraya gelebilsin. Bu işe fevkalade ehemmiyet veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarlık edemeyiz.”
            8- Sekizinci Mektup:”Aziz Üstadım; İngiliz casusuna akıl veriyor. 26.x,1919 S.
            9-Dokuzuncu Mektup.” 9.R.”  kurye geldi. Keskin teşkilatı bitmiştir. Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Muvaffakiyatımızın ilk semeratına kari ben itiraf edeceğimizden eminim üstadım. 27/28,x.1919 s.
            10-Onuncu mektup: ”Aziz Üstat, Anadolu teşkilatımızın bazı tertipleri Kuvayı Milliye’ce anlaşılmış, alelhusus Ankara ve Kayseri’de aleyhimize faaliyet başlamıştır. Kürt Cemiyeti verdiği Va’di hilafına faaliyet gösteremedi… Konya’da “K.B.81/1”sizin vasıtanızla propaganda heyetlerinin, Bozkır’a gidecek tanınmış şahsiyetler üzerinde etkili olması tebliğ edilmeli. Çetelerimizin bir kısmı tenkil olunuyor. Takdimi ihtiramat eylerim.” 29/30,x,1919 S.
            11- Onbirinci Mektup.”Aziz Üstadım; Kürt Teali cemiyetindeki samimi dostlarımla görüştüm. Yeni geldiklerinden, birkaç gün sonra, verilen talimat dairesinde tertibat ittihaz edeceklerini, yalınız Kürdistan’a gönderilecek arkadaşlar için büyük bir tahsisatın vücuduna ihtiyaç olduğunu söylüyorlar .”D.b.R.3/141”’den gelen mektupta, Urfa, Ayıntap, Maraş’ta Fransızlar aleyhinde gereğinden fazla tahrikler yaptıkları bildirilmiştir… İhtira mat’ı aciz anemi takdim ederim.4.11.1919 S.
            12-Onikinci Mektup: ”Aziz Üstadım”;Çok uzun bir ihanet belgesidir. Bir sürü kot numaralı VATAN HAİNLERİNDEN bahsediliyor ve bol para isteniyor. Ali Kemal Bey’in Vatan Hainleri listesine alınmasının zaruretinden bahsediliyor. Sait Molla Vatan Hainlerinin morallerinin çökmüş olduğu açıkça anlaşılıyor. Mektup, “hürmetlerimi takdim ederim üstadımla sona eriyor. 5.11.1919 S.Mektubun altına eklenen not, çok önemli:”Kemal yakalanmış, mensubiyeti itibariyle1K.B.R.15/1”in teşkilâtla bağlantısı meydana çıkmış demektir. Bu zatı himaye elzemdir.”

            Sayın Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı iken, çok büyük bir söz söylemişti:” Bana, sağcılar suç işliyorlar dedirtemezsiniz.” buyurmuşlardı. Tam O günlerdeydi; Manisa Şehir merkezinde, sağcı bir siyasi partiye bağlı bir militan, iki genç delikanlıyı tabanca ile vurarak öldürmüştü. Katilin evinde bulduğum bir genelge, her aklıma geldiğinde kanımı donduruyor: ”Birisini öldürdüğünüzde; katil oldum, günaha girdim diye üzülmeyiniz. Yüce Yaratan, ölenin alnına senin tarafından öldürüleceğini yazdığı gibi; senin alnına da, o kimseyi öldüreceğini yazmıştır.” O genelgede tamı tamamına böyle yazıyordu.
            1986 Senesinde; Nurcuların Yayımladığı KÖPRÜ Dergi’sinin (86) inci sayısında Sayın Süleyman Demirel’in bir söyleşisi yayımlandı. Sayın Demirel, Cumhuriyetin ilk yıllarından söz ederken: ”O yıllarda, zulüm;  vardı, sıkıntı vardı. Saidî Norsi fevkalade büyük bir bilgindi.” diyordu.
Bunlar beni çok rahatsız ediyordu. Bir yerde, öylesine bir tartışmaya tanık oldum ki, böyle bir tartışmayı arasaydım, bulamazdım. Beş kişi, bir masanın etrafına oturmuşlar; birisi anlatıyor, üçü onu onaylıyordu. Dördüncü kişi ‘nin huzursuz olduğu yüz hatlarından belliydi. Gençten, hafif sakallı olanı, sesini yükselterek, öteki masadakilerin de kendisini duymalarını amaçladığını belirtiyordu. Masa’da pişirilen konu, sağ ve sol konusuydu. Sakallı adam: ”Efendim; bana ve bilgime güvenebilirsiniz. Kuran’ı Kerim’de bu sağ ve sol hakkında ayetler var. Sol, biraz hafife alınmış. Zaten, sol elin işi belli, taharetlenmek;” dediğinde, o huzursuz genç: ”Unutmayınız ki Kalbimiz solda;”dedi. Sakallı adam. ”Ayetin üstüne söz söylenmez”; dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü: ”Solcuları bana anlatmayın, tanıdıklarımın tümü beynamaz; ne varsa sağda ve sağcılıkta var.” Deyip, konuşmasına noktayı koydu.
O huzursuzluğunu belli eden genç: ”Sağ ve sol kavramı Fransız İhtilâlınde ortaya çıkmıştır;” dedi. Sandalyemi elime alıp, izin isteyerek, masalarının kenarına iliştim.
Sakallı Beyefendiye:” Konulara vakıfsınız. Elimde olmayarak dinledim ve yararlandım. Bazı şeyler, benim aklımı da kurcalıyor, bunları size sorabilir miyim?” dedim. Sakallı adam, sandalyesinde biraz gerinerek: ”Buyurun, sorun.” Dedi.
            “Siz, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kuran ve yürüten Önderlerimize solcudurlar,” dediniz, elinizdeki ölçü nedir? Dedim.
            -“Efendim, din ve diyanetle ilişikleri yoktu. Zaferden sonra, eskiye ait ne varsa yerle bir ettiler.
            -“İslam dininin Yüce Peygamberi de, başarıdan sonra, eskiye ait ne varsa yerle yeksan etmedi mi?
             —Evet, aynen böyle yapmıştı.” Dedi. Ben, hemen sorumu yapıştırdım: “ Yeni bir hareket yapan, sağ dediğimiz eski yapıyı yıkıp atıyor. O yeni hareket Sol olmuyor mu?  Yıkılan sağ olduğuna göre. ”Doğru söylüyor gibisiniz.” Dedi.
Ben de sorularımı sormayı sürdürdüm:”Yüce Tanrımızın izni olmadan hiçbir şey olmaz. Doğru değil mi?” dedim. ”Evet, yaprak bile kımıldamaz.” Dedi.”
—YÜCE TANRIMIZ, Ulusal Kurtuluşumuzu sağlayanların, eskiyi yıkacaklarını bilmiyor muydu?” -“Aksini düşünmek, dinden, imandan çıkmış sayılır,” dedi.
–“Şimdi söyle bakalım, savaşı niçin Mustafa kemal Paşa kazandı? Adamcağız hiç seslenemedi. Ben de sürekli sordum:
            -“Son Osmanlı Şeyhülislamı Rahmetli Mustafa Sabri Hoca, sağcı mıydı?
            “-Evet, sağcıydı,” dedi.
–“ Sadrazam Damat Ferit Paşa, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Hoca ve Sait Molla Hoca Neciydiler?”
            —Onlar da sağcıydılar;” dedi.-“
Ya, Divanı Harp Başkanı Nemrut Mustafa Paşa? –“ O dahi sağcıydı:” dedi.
            -“Şeyhülislam Mustafa Sabri Hoca SEVR anlaşmasını imzaladı. Sürgüne gittiği Mısır’da Türkiye Cumhuriyeti Aleyhinde kitaplar yazdı. Dürrizade Abdullah Hoca da, Mustafa Kemal Paşa ve yedi silah arkadaşı aleyhinde ölüm fetvası verdi. Bu Fetva’ya dayanarak, Nemrut Mustafa Paşa da O BÜYÜK KAHRAMANLARI idama mahkûm etti.
Sait Molla denen Hain de, İngiliz Casusu Rahip Frew emrinde, Ulusal Kurtuluş Savaşımız aleyhinde casusluk şebekesi kurdu. Sadrazam Damat Ferit Paşa Haini de vatanını, vatanımızı İngilizlere sattı.
Bak yavrum, bak sakalı güzelim, Vatan Haininin sağcısı, solcusu olmaz.” Dedim, izin isteyerek masalarından ayrıldım.
Geride kalan dört kişi hararetle elimi sıktıydı. İşte, bunun için bu yazıyı yazdım.
                         

           
           
       


İzleyiciler

Blog Arşivi