4 Ocak 2012 Çarşamba

523/GELİN GÖZLÜ KEDİ.

                                                                                         
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;04 Ocak 2012

                   GELİN GÖZLÜ KEDİ!
“Ne zaman hatırlasam ateşlere yanarım,
Amasra’da gördüğüm gelin gözlü kediyi.
Ne zaman hatırlasam hüzünlerle dolarım
Gözlerinde gördüğüm o insanca sevgiyi.”OTO, devamı yazımın sonunda.
           1964 senesindeydi; jandarma yüzbaşısı rütbesinde   Manavgat ilçe Jandarma komutanıydım. Sokakta bulduğum ufak bir kedi yavrusunu evime getirerek ellerimle beslemeye başladım. Yavru biraz büyüyünce bizimle berber sofraya oturmaya ve her sabah beni merdivenin alt basamağına kadar uğurlamaya öğleyin ve akşamları da eve gelişimde aynı yerde karşılamaya, kucağıma atlayarak mırıldanmaya başlamıştı. Yazın Side’ye göçerken onu da birlikte götürmüştük. Bendeniz; zıpkınla balık avlamada çok iddialıyımdır. Her Çarşamba günü, Manavgat ilçe merkezindeki ve Side jandarma karakolundaki erlerim için balık ziyafeti verirdim. O kedi de; benim denize girdiğim yerdeki bir kayanın üzerine çıkar, Kopenhag limanındaki kayanın üstündeki denizkızı heykelinin kedi versiyonu olur da beni beklerdi. Eylül ayında, Manavgat’a dönerken, askerlerden ürken kedi ormana kaçmıştı. Üç gün sonra da, Side Jandarma karakolunun bahçesinde oturan İstanbullu bir Bayanın kucağına gelip te oturmuş. Çocuğu olmadığını söyleyen bu kadın kediyi götürmek isteyince Jandarma erleri;”bu kedi komutanımın sevgilisi, onun izni olmadan kediyi götüremezsiniz”,diyerek engel olmuşlar. Kadın, yanında silahlı bir jandarma askeri ile Manavgat’taki kiralık evimize gelmiş. Kedi, eşimi görünce onun kucağına atlamış. Kadıncağız:”Ne kadar para isterseniz vereyim, bu kedi benim olsun!” Dediğinde, Eşim Sayın Hamret Han’ım:”Eşim Gazipaşa’ya gitti. Bu kedi ile onun arasında derin bir sevgi bağı var. Bu kediyi size veremez. Para teklifinize de çok kızar!”Demiş. Uzatmayayım, Komando kursuna tayinim çıktığında, kedimi emekli öğretmen arkadaşım Rahmetli Ahmet Bey’e emanet etmiştim. Dönüşümüzde, kedim bana küsmüş, yanıma hiç sokulmadı ve bir taksi altında kalarak öldüydü.
         İzmir’e yerleşince de bir Muhabbet kuşu yavrusu satın almıştım. O kuş ta büyüyünce benden başkasına gitmez olmuştu. Burnumun üstüne konarak ne şarkılar söylerdi ve sonra da orada uyurdu. Göz ameliyatı için ede bulunmadığım üç gün yemeden kesilmiş.   Eve döndüğümde de dünyalar onun olmuştu. Burnumun üstüne tüneyerek ameliyatlı gözümü adeta öperdi. Bir gün deneme yapasımız geldi. Eşimin boynuna sarıldığımı gören kuş, açık pencereden uçarak kaçtı. Oysa her zaman kapı ve pencerelerimiz açıktı, bizimle sofraya gelir, evimizin odalarında dört dönerdi. Torunum Cangül’ün yatağında onunla uyurdu, yatağa kim otursa gagası ile onu paçalardı.
         Sonra da iki kumru ile iletişim kurmuştuk. Sabahın saat 0700’sinde oğlum Tansın’ın odasının camını tıklatarak onu uyandırırlardı. Biz Çeşmealtına taşındığımızda, balkondaki ilaç kutusunun üstüne yaptıkları yuvada iki yavru büyütmüşlerdi. Bir akşamüzeri eve geldiğimde, yuvanın boş olduğunu görmüştüm. Ortalık ta iyice kararmıştı. Birden üç kumru tuttuğum demir korkuluğa ellerimin arasına konuverdiler. Sayın Figen Özer Han’ımın bana ulaşan iletisindeki Rahmetli Orhan veli’nin dizelerini o zaman bilmiyordum:
         “Duyduğum yoktu ne vakittir,
         Güvercin sesi, kumru sesi pencerede.
         İçime gene
         Yolculuk mu düştü nedir?”Ve inanmalısınız anlattıklarıma;26 Ekim 1985’den beri bizim evin pencerelerinde ne güvercin sesi ne de kumru sesi eksik değildir.
Akşam eve gelen Eşime ve oğluma bunu anlattığımda, inanamadılar ve bana güldüler. Balkon kapısı açıktı, birden içeriye yavru kumrulardan birisi girerek salonu boydan boya arşınlayıp, çekip gitmişti.Üçümüzün de adeta dili tutulmuştu.Şimdi bunların yavruları da bizi gözetlemekteler.Oturma odasına geldiğimizde odanın penceresinin önünde türlü numaralar yapmaktalar,öpüşüp,koklaşarak bitlenmekteler.Karınlarını doyurduğumuz halde,mutfağa geçtiğimizde de mutfağın penceresine gelerek bizi seyretmekteler.
         20 Haziran 1984 tarihinde, Kurucaşile’de yaptırtmış olduğum tekneyi almak için Amasra’ya gitmiştim. O gece Amasra’da kalıp, Bartın’dan gelen Kurucaşile arabasına binecektim. Amasra’da görevli jandarmalar beni tanımışlar. Ben, bir ayak oyunu ile Zonguldak İl Jandarma Alay Komutanlığından Konya’ya sürülmüştüm. Deniz kenarında bir lokantadan yer ayırtmışlar, lokantacıya da sakın para almamaya kalkma diye de tembih etmişler. Biz yemek masasına oturduk, masamızın etrafını altı kedi ile bir köpek çembere aldılar.Beş kedi ile köpek yemek kavgasına tutuştukları halde, sürekli ağlayan ve Yeşil gözlerini gözlerime diken bir kedinin yemek telaşı yoktu.Şaşırdım kaldım.Benim de gözlerim yaşardı.Utanmasam ağlayacaktım.İşimi bitirip Konya’ya döndüğümde o yeşil gözlü kediyi unutamadım.Emekli olduktan sonra da dört sene kaldığım Amasra’da o kedinin izine rastlayamadım ve altaki şiiri yazdım.
                            “GELİN GÖZLÜ KEDİ!”
         “Ne zaman hatırlasam ateşlere yanarım,
         Amasra’da gördüğüm gelin gözlü kediyi.
         Ne zaman hatırlasam hüzünlerle dolarım
         Gözlerinde gördüğüm o insanca sevgiyi.
         Kedi de gözlerini, gözlerinde kediyi,
         Ve orada anladım SENİ çok sevdiğimi.
         İri Yeşil gözleri yaşlarla ışıl, ışıl,
         Dilsiz bir anlatımla hep bize bakıyordu.
         İri yeşil gözleri gözlerime deyince,
         Yüreğimde bilmediğim ateşler yakıyordu.
         Bir İri köpek vardı, derdiyse hep yemekti;
         Benim için Amasra ve güzelim o üç gün
         Yeşil gözlü kedinin dertlerini bilmekti.
         Şimdi içimde yanan o kedinin gözleri,
         Aşk demek,sevgi demek,dert ve Hüzün demekmiş.
         Kanayan bir yaradır içimde hiç dinmeyen;
         Gelin gözlü kediyle kedigözlü gözlerin.                                    Benim olsun tüm bunlar,                                                                                                     Tanrıma son dileğim.

        

524/EŞEKLER VE EŞEKLİK ÜZERİNE SERENAT.

                                                                          
           OSMAN TÜRKOĞUZ
            İzmir,28.Haziran.2008
osmanturkoguz@hotmail.com                                                      
                                  
 İletiyi gönderme yazımdır!BENCE;2011 YILINI VE 2012 YILINI KATIR VE KAÇAKÇI YILI İLAN ETMELİYİZ. BU ÇIĞIRI İÇ iŞLERİ BAKANIMIZ ÖN DİŞLERİ ÇOK İRİ BİR BÜYÜĞÜMÜZ AÇMIŞTIR:"O katırın hesabı sorulacak!"Şehit edilenlerimizin hesabı da öteki âlemde sorulacağı anlamı çıkmıyor mu bu büyük ve hayvan haklarını savunan beyandan!
Şimdi de Öldürülenlerin katırların yerine akp hükümeti birer katır verecekmiş. Pekiyi 1957'den beri öldürülen atların ve katırların ve dahi kaçakçıların bedellerine ne olacak!
EŞEKLER VE EŞEKLİK ÜZERİNE.
İş bu yazım; Atatürk devrimini kötüleyen AKP Genel Başkan Yrd. CISI Bay M.Mir Dengir Fırat’ın,”bu konuda herkesle sınava girmeye razıyım. Sınavı kaybedersen TBMM’İNDE Eşek gibi anırmaya razıyım!”Demesi üzerine yazılmıştı. Bana gelen bir iletide:”Öldürülen katırlar yerine Hükümetin birer katır vereceği! Bildiriliyordu. Bendeniz de düşündüm ki; açlıktan öldüğü halde; iftar çadırlarına gitmeyen, yardım paketlerine ve dahi kaçakçılığa ülfet etmeyenlere de neden birer EŞEK verilmez! Ve aklıma bu yazım geldi. Saygılarımla.
            Bir yayın kuruluşunda yayımlanan  “Yalan ve İftiralara suçüstü”; yazımı okuyan Hanımlar, sabah kahvesine geldiler. Benim eşim dâhil, hepisinin yüzlerinde çapkınca bir gülüş vardı.
”Bu işte bir iş var,” diye düşünerek, sesimi çıkaramadım.”Hangi kahraman erkek, dört kadının yanında, sesini çıkarabilir”, diye de, kendimi haklı çıkarmaya çalıştım.
İlk sözü Eşim aldı: ”Osman Bey, dedi.” Hemen yanıtladım. ”Hanımefendi, kendinize geliniz, Efendi, Bey sıfatları kullanımdan kalktı “, dedim. Dört tiz ve kararlı ses kulaklarımda çınladı: ”Unutmayınız ki, Hanımefendi sıfatı da kullanımdan kalktı!” Dediler ve Şeyhi’nin Harname Şiirini önüme koydular.
Niyetlerini hemen kavradım: ”Yazamam, olmaz,” diyecek oldum; itirazım oy birliği ile reddedildi. Benim Eşim: ”Niçin olamazmış? Fatih Sultan Mehmet Devrinde; EŞEK, ÖKÜZLERE ve ÖKÜZLÜĞE imrenirmiş. Türkiye Cumhuriyeti’nin DEMOKRASİ DÖNEMİ’NDE de, BÖYYÜK DEVLET ADAMLARI EŞEKLİK’E özeniyorlar.
Çok konuşup ta, YALANLARINI VE İFTİRALARINI örtmek isteyen fırıldaklara benzeme” dedi.
Ne yapabilirdim; Sayın ASA Çalışanları. Kekemeler gibi, tek parmakla yazmaya başladım:
Şeyhi, 1371–1439 tarihleri arasında yaşamış, bir Osmanlı Kadısıdır. Görev yerine, Trabzon’a giderken, yolda soyulmuş ve Harnâme’yi yazmıştır.                                                                                                              

“Bir eşek var idi zaif ü nizar,
 Yük elinden kati şikeste vü zar.
 Gâh odunda vü gâh suda idi,
 Ol kadar çeker idi yükler ağır,
 Ki teninde tüy komamıştı yağır.
 Kargalar derneği kulağında,
 Sineğin seyri gözü yağında.
 Arkasından alınınca Palanı,
 Sanki İT artığıydı kalanı.
 Bir gün ıssı eder himayet ana,
 Yanı gösterir niayet ana:
 Aldı Palanını vü saldı ota;
 Otlayarak eşek yürüdü öte,
 Gördü otlukta yürür Öküzler,
 Odlu gözleri, ger’li göğüsler.
 Sömürüp öyle yerler OTLAĞI,
 Ki kılın çekicek damar yağı.
 Boynuzu kimisinin Ay gibi,
  Kimisinin halka, halka yay gibi.
 Yöğrüşüp çün vururlar avaze
            Yankulanırdı dağ u dervaze.
                 Harı miskin ederiken seyran,
                 Kaldı görüp sığırları hayran.
                  Ne yular derdi, ne gem’i Palan,
                Ne yük altında hasta vü nalân.
                  Acebe kalır ü tefekkür eder,
                   Kendi ahvalini tasavvur eder.”
            Bendeniz, Şeyhi’in mirasçılarından izin alamadığımdan, öykünün tümünü yazma iradesine sahip değilim Öykünün gerisini ben anlatayım: Bizim zavallı Eşeğimiz, Gök Ekinlerle dolu tarlaya girer ve ne varsa silip, süpürür. Tarla sahibi tarlasının bu halini görünce, Eşek’i dövmeye başlar. Yüreğini bu dayak soğutmayınca da:
            “Bıcağını çekti, kodu ayruğunu,
             Kesti kulağını vü kuyruğunu,
             Kaçar eşek acıyarak canı,
             Dökülüp yaşı yerine kanı.
             Uğrayıp geldi Pîr Eşek nagâh,
             Sordu halini, kaldı derdi ile ah.
             Yalvarıp, inleyip dedi:-Ey Pir!
             Hari rubah bigi pür tezvir,
                        Batıl isteyip haktan ayrıldım,
                        BOYNUZ UMDUM KULAKTAN AYRILDIM.”
            Burada, uzun, uzun açıklamaya gerek yok. Milyarları çalıp, çırpıp götürenlere imrenerek, beş on kuruş çalanların uğratıldığı cezalar ortada. İngiliz Maşası Şeyh Sait, asılmağa götürülürken bir laf etmiş:”Boynuzlutekelerin intikamı, boynuzsuzlardan alınır.” Demiş. Ziya Paşa da:”Milyon çalan izzeti serefraz/Bir kuruş çalanın cezası cayı kürektir.”demiş. Hanımlar, gelip yazıyı okudular; Şiir’in tümünü yazmadığım için biraz buruktular. Hanımların sözcüsü olduğunu anladığım bir Bayan:”Sayın Bay Osman; dedi, sizinle bir pazarlık yapalım. Yol masrafınız, devlet harcırah hesabı üzerinden bizden. Siz, ilk uçakla Ankara’ya uçun. Önce; bizim hazırladığımız çiçekleri ANITKABİR’E Mustafa Kemal Paşa’nın Kabri ‘nin üstüne koyup, saygılarımızı yüksek sesle arz edin.”
“-E, sonra ne yapacağım?” diye sordum. Aslında, kararlarının mahiyetini anlamıştım.
Eşim, öne çıktı:”-Dosdoğru, Türkiye büyük Millet Meclisi’ne gideceksin:” der demez:
“-Ben, ATATÜRK DEVRİMİ dâhil, tüm devrimlerden sınava hazırım. Ancak, T.B.M.Meclisi’nde, hiç kimseyi EŞEK gibi anırtmayacağımı KAMUOYUNA açıkladım. Dedim. Bayanlar itiraz etti:” Biz, buna da çözüm bulduk. Sınavı T.B.M.Meclisi’nin bahçesinde yaparsınız”.Dediler.
“-olmaz, yapamam “, diye bağırdım.”Niçin yapamazmışsınız?”Dediler“-Hırsızların, soyguncuların ve tüm ATATÜRK DÜŞMANLARI’NIN cezadan kurtulmak için kapağı attığı T.B.M.Meclisi’nin Bahçesinde EŞEK ANIRTISINI duyan Tüm EŞEKLERİN orayı da doldurmalarına neden olamam”, deyip, konuşmayı noktaladım. Bunlardan kurtuluş yok; bunu, kadınlarımızı köle haline sokmak isteyenler, bir bilebilselerdi. Önüme, Seyranî Destanı’nı koydular:” Bunu yaz ve tüm adreslerine de ilet”, dediler.

            “Asırda acaip işler çoğaldı,
            Bilmem bu işleri kimler ediyor.
            Dünya’yı hep rezil KÖPEKLER aldı,
            Gelen ATATÜRK’E karşı gidiyor.
            Biraz bahsedeyim ehli zamandan,
            Yahşılar aşağı düştü yamandan,
            Temmuz İTLERİ olmuş kumandan,
            Uyuz İT Kurtlara kumand’ediyor.
                             
            Buğday unu beğenmiyor enikler,
            İplikten aşağı düştü İpekler,
            Hep sedire geçti İtler, köpekler,
            Hanedan ayakta hizmet ediyor.
            Koltuk kılı fark etmiyor sakaldan,
            Tüçcarlar aşağı indi Bakkaldan,
            Aslanlara çoban düşmüş çakaldan,
            Şimdi Aslanları Çakal güdüyor.
            Sarhoşlar çoğaldı, kalmadı ayık,
            Bu asır böylece hallere lâyık,
            Müzevirin adı Muhbiri sadık,
            Şimdi kişiyi ABD. Güdüyor.
            Şahinler yurdunu tuttu Yarasa,
            Baklava yerine geçti Pırasa,
            Şimdi rağbet BÖLÜCÜ’YE, Terese,
           Zamane bunlara rağbet ediyor.
            Şeriatçı, Bayanlara TÜRBAN giydirir,
            Tatlıyı insana acı yedirir,
            SEYRANÎ zamana böyle dedirir,
Şimdi kişiler GERİ GİDİYOR.                                                                                            Ben, yazıyı bitirdim. Bilgisayarımın başına Bayanlar oturdu.
Ne yaptılar bilemeyrum!
                                  
           

           
           
           
           
                 
           



İzleyiciler

Blog Arşivi