6 Ağustos 2010 Cuma

178-HEM CAHİL, HEM DE HAİN OLMAK!

               OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 06 Ağustos 2010


                       178- HEM CAHİL, HEM DE HAİN OLMAK!

       “Yüksek ruhlar, her zaman sıradan akılların şiddetli muhalefetleriyle karşılaşırlar. Onlar, bir adamın hiç düşünmeden kalıtsal ön yargılara neden yönelmediğini, ancak dürüstçe ve asaletle kendi zekâsını kullandığını anlayamazlar.” Albert Einstein.

“TÜRK ULUSU’NUN düzenini bozmaya yönelen çabalar boğulmaya mahkûmdur. TÜRK ULUSU, kendisinin ve VATANININ yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, yurtsuz ve ulussuz beyinleri gizli ve kirli emellerini anlayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir ulus değildir!”
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK.

“Bizim başka milletlerden hiçbir Eksiğimiz yok. Cesur ve zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğruna ölmesini biliriz.” Atatürk.

PS: Bazılarımız da; Allah ve din adına aldatmasını, içeride aslan kesilip, dışarıda upuzun yatmasını iyi bilir!

“İBRET’İ ÂLEM İÇÜN, KARDEŞ, KARDEŞİ KATLEDE!” Fatih Sultan Mehmet.

            Politika; kuralları, yasak çizgileri, mayınlı sahaları olan sosyal bir yarış pistidir. Ama geliniz ve görünüz ki, bizdeki politika ve politikacı böyle değildir. Anayasaya, yasalara ve kurulmuş sistemin kuralları üzerine, namusları ve dahi şerefleri ortaya koyarak yemin edenler; bir bakıyorsunuz kendilerini vareden sistemi yıkma savaşındalar.
Denenmiş ve halkı kul, köle ve mutsuz ederek yıkılmış bir sistemi geri getirme savaşındalar.
Bendeniz bunları dinledikçe; Isparta’nın merkez ilçesine bağlı Büyük Findos köyünde yaşanmış bir olay aklıma geliyor:
            Karısı ölen bir köylü Dayıya (800) TL. Vererek bir Hanım alıyorlar. Gayetle güzel olan bu Hanımın bir gözü de kördür. Evlilik çok iyi giderken; ceviz toplama mevsiminde, çok tarsız bir olay meydana gelir. Ceviz ağacının tepesindeki Kocanın atmış olduğu ceviz torbası ol kadının başına isabet ederek, kadının ana avrat küfür etmesine sebebiyet verir. Küfürleri yiyen koca da: ”Üçten, dokuza şart olsun seni boşadım. Ağaçtan inmeden def olup ta hemen git!” Diye bağırır. Böylece, evlilik birliği de sona ermiş olur.
            Aradan bir hayli zaman geçiyor. Adamcağızın bekârlık canına tak! tak ediyor. Araya aracılar giriyor. (10.000) TL.’sına bir kadın buluyorlar. İmam nikâhı vekâletle kıyılıyor. Hayırlı ve uğurlu olması için; perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece de gerdeğe giriyorlar. Damat, helecanla gelinin yüzünü açması ile beraber bir nara atması da bir oluyor:
            “Abovvvv! Ulan kör Avrat, antika eşya mısın, yoksa eskimiş şarap mısın? Seneler kadınlık değerini almış, fiyatın da tavana varmış!”
            İşte bizim dış destekli politikacılarımız da başımızdan bin bir bela ile atmış olduğumuz kör bir inanç yönetimini nice masraflara girerek gerdeğimize alma savaşındalar.
            Bunlar, 19’uncu asırda; Osmanlının kabul etmiş olduğu yasalardan da habersizler. ”Fatih Sultan Mehmet Kanunlarını!” Getireceklermiş! Bunlar Kanuni Sultan Süleyman’ın da Dedesinin kanunlarını beğenmeyerek yeni kanunlar yapmış olduğundan da habersizler mi? Yoksa Ol Kanuni’nin bu sıfatını da mı kaldırmaya niyetliler. Sultan Ahmet’in kanun yapması Dedelerine hakaret mi sayılıyor dersiniz!
            İbretiâlem için kardeşin kardeşi katletmesini de geri getireceklermiş! Kıtal başladı bile.
            Fatih Sultan Mehmed’in Sırp kızı Despina’dan olan üç aylık üvey kardeşi Rahmetli Ahmet’i hamamda boğdurtması, kendi kanunları gereği değildir. Osmanlı’da bir geleneğin uygulamasıdır.
            1389 tarihinde; Birinci Kosova meydan muharebesinde, Sırp asilzadesi Miloş Kabuloviç tarafından, Birinci Murat’ın öldürülmesi üzerine, tahta çıkan Yıldırım Beyazıt’ın ilk emri:
            “Tezelden, bozguna uğramış küffarı takibeden karındaşım Yakup Çelebiye haber iletilsin. Padişah babanız acele gelmenizi ferman etti denilerek, Otağ’ı Hümayuna gelmesi sağlansın!”
            Babasının öldürülmüş olduğundan habersiz olarak, yıldırım gibi Otağ’ı Hümayun’a gelen Yakup Çelebi gerçeği hemen anlayarak:
            “Sultanım; benim padişahlıkta gözüm yoktur. Bana bir ilin valiliğini vermeniz yeterlidir. Şimdi, izin verinizde bozguna uğrayan küffarı takip edeyim!” Der. ”Olmaz, tiz boynu vurula!” Emr’i fermanı üzerine, hazır bekleyen cellâtlarca boğulur.
            Bu Yıldırım Beyazıt’ın ilk cinayeti değildir. Bizans’a sığınan Karındaşı Savcı Bey’in de gözlerine mil çektirir.
            Fetret Devrini sona erdiren, Türk halkının Çelebi adını vermiş olduğu İkinci Mehmet te, iki kardeşini öldürtür.
            Ankara bozgunundan sonra; Mustafa adlı birisi, Yıldırım Beyazıt’ın şehzadesi olduğunu iddia ederek Osmanlı tahtından pay ister. İzmit’te, bir hamamda yakalanan bu talihsiz genci, yarı çıplak olarak bir atın terkisinde kaçırırlar ve bir incir ağacına asarak öldürürler ve bu olaya da “Düzmece Mustafa” olayı deyu ad takarlar!
            Fatih’in talihsiz oğlu Cem Sultan yabancı ellerde, zehirlenerek öldürülür. Bursa’da bulunan eşi ve 13 yaşındaki Oğlu Oğuzhan’ı İstanbul’a götürmek bahanesiyle Bursa’dan çıkararak, yolda o çocuğu da boğarak öldürürler. Yavuz Sultan Selim de, tahta geçme sırasında önde bulunan iki kardeşini, Şehzade Ahmet’i ve Şehzade Korkut’u öldürtür. Ahmet, oklanarak öldürülür; Korkut ta, Korkuteli’nde yakalanarak öldürülür.
            Kanuni Sultan Süleyman da; oğlu Şehzade Mustafa’yı-39 yaşındaki-Bağdat seferine giderken, Otağ’ı Hümayununa çağırtarak boğdurur. Öteki oğlu Beyazıt’ı da; İran’da oğullarıyla beraber boğdurtarak, cesetlerini katır sırtında ülkemize taşıttırır. Ünlü Voltair’in-1696-1778- “Bayazıt”adlı kitabından haberi olanlar parmak kaldırsınlar! Amacım, Osmanlının oğul cinayetlerini yazmak değildir. Ama Fatih kanunnamelerine imrenen hainlere gerçekleri anlatmaktır.
            Genç Osman, iki kardeşini boğdurur; Dördüncü Murat ta; Bağdat’tan görevlendirdiği katillere, iki kardeşini boğdurtur. Boğulmaktan, yakışıklılığı sayesinde kurtulan Şehzade İbrahim de; tahtan indirilerek, mahpus yattığı hücreden çıkartılarak; karşılarında doncak duran bu padişah eskisini boğmak istemeyen cellâtlar, paşaların sille ve dahi tokatlarıyla ikna edilerek, boğdurulur.
            Bu cinayetlerin dibi ve bucağı yoktur. Birisi padişah olur, olmaz (19) kardeşini boğdurtur. Diğeri de padişah olur, olmaz (7) kardeşini boğdurtur. Boğulduklarından emin olmak için de; hasırların üzerine boylu boyunca uzatılmış, sapsarı benizli, kardeş cesetlerini teftiş ederler ve huzuru kalple de haremlerine avdet ederlerdi!
            Bendeniz şimdiden uyarıyorum: Fatih Kanunnameleri TBMV. Meclisinden geçmeden, siyasi parti liderlerimiz, başlarının çaresine, şimdiden baksınlar.
            Sayın Recep Beyimizin akıl hocaları tam ulema! Haksız isem haksızsın demelisiniz.
            İkinci Mahmut, Osmanlının en akıllı Padişahlarının başında gelir. İşlerin neden sarpa sardığının bilincine vararak, 1830’ların başında ”Osmanlı memurları için, bir ceza kanunnamesi” çıkartır. Osmanlıda, sistem basit ve kesin sonuçludur. Şeyhülislamdan fetva, padişahtan da ölüm. Objektif bir ölçü ve kıstas ta yoktur.
Bir Sadrazamını azleden İkici Mahmut: ”Fesi başına yakışmasaydı, boynunu vurdurtacaktım. Kıyamadan!” Diyerek durumu açıklamıştır.
Bendeniz, uzun boylu, Batı kanunlarının alınışından söz etmeyeceğim. 1841,1852 ve 1857 kanunlaşma hareketlerini, dini bütün politikacılarımız elbette sevmezler. Peki, “Mecelle’i Ahkâm’ı Adliye”; kısacası “MECELLE”’ DEN niçin ve dahi neden söz etmezler?
Osmanlı Devletinde, bir medeni kanun ihtiyacı doğunca, çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Asrın en iyi Medeni Kanunu kabul edilen ”Fransız Medeni Kanununun-Code Napolyon’un- tercüme edilerek, aynen kabul edilmesini isteyenlerin teklifleri kabul görmemiştir.
Ahmet Cevdet Paşa, Sultan Abdülaziz’i ikna ederek; bir medeni kanunun DÖRT MESHEB’İN İÇTİHATLARINA GÖRE HAZIRLANMASINA KABUL ETTİRMİŞTİR. (1869-1878)-Hazırlanmış olan (1851) maddelik Mecelle; ülkemizin (150) sene geride kalmasına neden olmuştur.
Medeni kanunumuzun, Rahmetli Cennetmekân Mahmut Esat (Bozkurt) tarafından yazılmış olan gerekçesinde; ”1926 Türkiye toplumunda, en çok (300)maddesinin kullanabilir nitelikte olduğu vurgulanmıştı.
Karaoğlan dediğimiz Ecevit; bu gerekçeyi, yeni düzenlenen Medeni Kanunumuzda kullanamamıştır!
            Şimdi, iyice okumalısınız; burada bir seçim cinliği yatmaktadır: Osmanlı padişahları; dedelerinin (IKILA; SIKILA VE TIKILA) mantığı ile hukuk ilmiyle ilişiği olmayan KANUNNAMELERİNİ değiştirmeye kalkmışlardır. Müslüman Bilim adamlarının hazırlamış olduğu ve 4 Ekim 1926 tarihine kadar da uygulanmış olan Mecelle’den neden mi sözetmiyorlar!
            MECELLE, Dört İslam Mezhebine göre hazırlanmıştır. ALEVİLİK DIŞLANMIŞTIR! Mecelle’den söz etmiş olsalardı; Alevileri kızdırıp, küstürürlerdi. Fatih Kanunnamelerinden söz etmekle de, ondan sonraki kanunlaşmayı yok saymaktadırlar. Cumhuriyet kanunlarını bile!
            Bendeniz, üşenmeden bir kitap yazarak, yayımlaması için çok sevdiğim bir öğrencime armağan etmiştim.”Atatürk Devrimi’nin Temel İlkeleri Nedir, Ne Değildir?”Adını koyduğum bu kitap yayımlanmıştır.
            Burada; İlkelerin, isteyenlerin istedikleri gibi yorumlayamamasını amaçlamıştım. Bir Fransız öğrenci: ”Atatürk ilkeleri devlet sosyalizmidir! Demişti. O öğrenciye, ilkeleri ve uygulama biçimini anlattığımda:
            “Neden bu şekilde propaganda yapmıyorsunuz?” Demişti.
            “Ben kişisel olarak propaganda yapmayı uygun bulmuyorum. Atatürk Devrimi ulusal olup, Evrensel niteliktedir. Dışarıya taşıma gibi bir amacımız da yoktur. Atatürk Devrimi’ni iyi tanımak için, diğer ideolojileri de iyi bilmek yeterlidir sanırım!” Demiştim.
Bu konuşmamızdan sonra; özellikle, Hanım arkadaşlarım bana Atatürk Devrimi’ni anlatır olmuşlardı.
            Bendeniz; bu yazımda, Atatürk Devrimi’nin temel dayanaklarıyla, İslam Hukukundan bir bölümü anlatmak istiyorum.

                        ATATÜRRK DEVRİMİ’NİN ALT YAPISI!

                                   1*HÜRRİYET.
            Osmanlı Beyliği ve İmparatorluğu döneminde; bireysel ve toplumsal özgürlükler yoktu. Cinayet suçu bile, doğrudan takibata uğrayan bir suç bile değildi. Şahsi şikâyete bağlı bir suçtu.
Elleri dizlerinin altına kadar uzadığı için; Selçuk saraylılarınca ”Osmancık” olarak ünlenen Osman Bey; beylik sırasında olan Amcası Dündar Bey’i, bir yay sopası ile döverek öldürmüştü.

            Kur’anı Kerim’de beş suçun adları ve kesin cezaları vardı.

                        1-HIRSIZLIK,
                        2-ZİNA,
                        3-ZİNA İFTİRASI,
                        4-YOL KESME,
                        5-HAMR İÇME(Şarap İçme)sonradan konulmuştur!

            Fatih Sultan Mehmed’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Üçüncü Ahmet’in koymuş oldukları ceza yasaları; ”ıkıla, tıkıla, sıkıla ve suçluya 40 değnek vurula! Katile de, öldürülenin yakınlarınca kısas uygulana!”
            Kadılara kalmış bir durum. Ne üst mahkeme var; ne de Yargıtay, ne Danıştay var!
İlginç bir de uygulama var: Suçlu; kendisine vurulan değnek sayısı kadar akçeyi, cezayı veren Kadıya ödemek zorundadır.
Onun için çok anlamlı bir deyim üretilmiş: ”ANANI ŞAPAN KADI, KİME NE DİYECEKSİN!”
            Bir ayaklanmaya iştirak eden sanıklar, ayaklanma yöresi Afyon ve Uşak’tan, Gebze’ye Dördüncü Murat’ın ve dahi Osmanlı Ricalinin huzurlarına getirilerek, teker, teker boyunları vurulmada.
Uşaklı bir gence, cellatbaşı, tüm hünerlerini gösterdiği halde, bir türlü kılıç vuramamaktadır. Genç; civa gibi kayarak kılıç darbelerinden kurtulurken, var gücü ile de bağırmaktadır:
            “Ben masumum; anam oradaki büyük adam bunu anlar dediydi!” Demektedir.
 Gülmekten bi hal olan Padişah’ı ruyuzemin Dördüncü Murat; idam törenini durdurtur. O masum Genci yanına çağırtır.
Durum anlaşılır.
Afyon Paşasının istemiş olduğu rüşveti veremediği için, gencin de isyancılara dâhil edildiği anlaşılmakla; Dördüncü Murat, bir kese altın vererek, ol Masum Genci serbest bıraktırır.
            İşkence sırası; ”Sakarya Şeyhi” adı ile tarihimize geçen isyan liderine gelir. Cellât; Rahmetli Şeyhin derisini yüzmeye başlar. Ağlayarak, yalvaracağı sanılan ve beklenen Şeyh:
            “Acele etmeyesin cellât başı, tadına varalım!” Der.
            Kanuni Sultan Süleyman; haremde dizilen cariyelerin önünden geçerken, beğendiği cariyenin ayakları dibine mendilini bırakır. Ol şanslı cariye, hamama alınarak, güzelce ağdalanır. Tozu yalanmış lokuma döndürülerek Padişah’ı zücelalin koynuna verilir.
Üsküdar’da yaptırmakta olduğu caminin giderlerini karşılamak için, Kanuni’nin koynuna girme sırasını başka bir cariyeye satan Mahpeyker adlı cariyenin ol gece, sabahı beklemeden, nöbetçi cellât tarafından boynu vurulur. Kanuni’nin sinirlenerek atmış olduğu nara’yı hümayun günümüze kadar gelir:
            “Bizim koynumuza girmek istemeyen karayere girerrrr! Sonradan durum anlaşılır; Kanuni ol camiyi devlete yaptırtır. Tüm örnekleri verirsem asıl anlatmak istediklerime yer kalmaz!
            Padişah keser, sadrazam keser, devletlûlar keser, Mütegallibe keser, haydutlar keser, Mekke yolarında haramiler, deniz yollarında da korsanlar keser; yine de SONRADAN GELECEKLER için kesilecek kafalar kalır.
Türkiye Cumhuriyetine Başbakan olarak atanmış bir böyük adamımıza göre de şehitler KELLE olarak adlandırılır!
            Kişinin ailesinin, oğlunun kızının ve konutunun hiçbir güvencesi yoktur. Kadınlar, kızlar ve oğlanlar şeftali gibi satılır.
Ünlü bestekâr Itri, Avrat Pazarı Müdürüdür! Kırım Beylerinden birisi dert yanmaktadır: ”Osmanlı bizi, Lehistan’a sefere göndererek evlerimizi basıp, kadınlarımızı ve kızlarımızı avrat pazarlarında satmaktadır.”
            Alman birliğinin kurucularından birisi olan Mareşal Bernart Von Moltke’nin ”Türkiye Mektuplarını” okumalısınız.
“Urfa Beyinin hükümet konağının altında, zincire vurulmuş, bir aşiret Beyi vardı. Askeri baskınla yakalanmış olup, (150.000) Kuruşluk kurtarmalık parası için burada zincirlere vurulmuştu.” Ne hürriyeti?
            1777-78 senesinde Suriye’yi ziyaret etmiş olan Ünlü Volney’in bir tanımlaması vardı:
            “siz, imama camiyi sattınız; imam da size cenneti sattı. Siz Kadıya mahkemeyi sattınız; Kadı da size adaleti sattı. Siz, Vezire Vezareti sattınız; Vezir de memleketi sattı!”
            “Siz, hükümdarlarınız boynunuzu vururken zahmete girmemesi için yakasız ceket giyiyorsunuz!”
            Askerlik sittin senedir. On, onbeş, yirmi senedir. Osmanlı halkı, devletin ve devletlinin korkusundan dağlara kaçmıştır.
İslâhiye; oraya halkı ıslah etmek için gönderilen fırkanın adından alınmıştır. Dadaloğlu da şöyle seslenmiştir:
            “Belimizde kılıcımız Kirmani,
            Taşı deler mızrağımız temreni.
            Hakkımızda devlet etmiş fermanı;
            Ferman Padişahınsa, dağlar bizimdir.”
            Bu nedenlerle, Foça, Çeşme, Side gibi yörelerimiz ve hemen, hemen tüm sahillerimiz, adalardan gelenler tarafından doldurulmuştur. Yunan ve Romen zulmünden kaçanların çocukları; turistik tesislerine Yunanca adlar koymaktadırlar!
            İkinci Mahmut; memurlar için ceza yasası düzenler. 3Kasım 1839 tarihinde; Gülhane Parkında okunan Tanzimat fermanıyla kişilere haklar ve kanunsuz dokunmama sözü verilir. Elli sene sonra da; Rahmetli Mithat Paşa, Taif’te Abdülhamit’in cellâtları Tarafından boğulur.
            Alelacele 1831 tarihli Belçika anayasası Osmanlıcaya çevrilerek kabul edilir. Buraya da bazı güzel cümleler yazılır ve dahi Resmi Dilin TÜRKÇE olduğu anayasaya girmesine karşın, padişah Abdülhamit’i Sani, önüne gelene:
            “Elimden gelseydi, bu milletin dilini Arapça yapardım!” Diyerek dert yanmıştır.
            1924 anayasası, bireylere yeni haklar ve güvenceler getirmiştir.
            04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Medeni Kanun-borçlar kanunu dâhil- anayasayla verilmiş bulunan bu hakları belirlemiştir. Kişinin özgür iradesi esas alınmıştır. Kişi, nişanlanır, evlenir, boşanır, alacak ve borçlara ehil kabul edilir. Çocuklarının adlarını kendisi verir. Ancak tek kadınla evlenir. Nikâhı, nikâh memuru, köy muhtarları ve belediye başkanları ya da görevlendireceği memur kıyar.
            Miras, Murisin en yakınından başlar. Nesebi gayrı sahih çocuk ta 28 Mart 1988’den beri, mirastan diğer mirasçı çocuklar gibi eşit pay almaktadır.
            Herkes, istediği derneğe üye olabilir.
            İlkokul zorunludur. Her Türk’ün hak ve vazifesi olan askerlik hizmeti belirli sürelerle sınırlıdır.
            Boşanma mahkeme kararı ile olur. Mahkemeler, adli, askeri ve idari olmak üzere tek tiptedir.
            Kadın ve erkek eşittir. ”Sağ doğmak koşuluyla; kişi, anarahmine düştüğü andan itibaren medeni haklarını kullanır.” Bireyi, kadını ve aileyi koruyan hükümler getirilmiştir.
            4721 SAYILI Yeni medeni kanunumuzdan önce:
            “Kız ve erkek çocuklar, reşit olunca evlenir. Evlenme yaşı kızda 15, erkekte 17’dir. Bir kız,14-15 yaş arasındaysa yargıç kararıyla; 15-18 yaş arasındaysa velisinin kararıyla, 18 yaştan sonraysa KENDİ KARARIYLA EVLENİR. Evlenme, kişiyi reşit kılar.”Fevkalade hallerde: 16 yaşını doldurmuş olan kız ve erkeğin evlenmelerine hâkim karar verir. (Yeni Türk medeni kanunu).
            Kadının ve kocanın malları, anlaşmalarına göre, Noterden ya da sulh yargıçlığından alınacak belge ile arzu edilen mal rejimine tâbidir.
            Boşanma halinde, eşe ve çocuklara nafaka getirilmiştir. İslam hukunun kadına güvence olarak, nikâhta vaat edilen “Mihri Muaccel ve Mihri müeccel” komedisi kaldırılmıştır.
             Mecelle’nin düzenlenmeden, eksik olarak bırakılan KİŞİ, AİLE VE MİRAS BÖLÜMLERİ,1917 senesinde, Enver Paşa tarafından düzenlettirilmiştir!
            Kişiler, özgür iradeleriyle, yasal sınırlar içersinde, istedikleri iş akitlerini ve her türlü akitleri akitlerini yapabilirler.
            1921/1924 Anayasalarımızı, Medeni kanunu-Borçlar Kanunu dâhil-Ticaret ve ceza Kanununu iyi incelemek gereklidir. Türkiye Cumhuriyetinde tüm devrimler bir hazırlık ve zaman süreci sonunda ulusal iradeyle gerçekleştirilmiştir. Darbe yaparak, günü gününe kararnamelerle sosyal düzen kurulmamıştır. Evrimleşme sonunda devrimler gelmiştir.
            Türkiye cumhuriyetinin amacı ve ekseni BİREY, AİLE VE TOPLUMDUR. Bunların SOYUT-SOMUR ve FİKREN yükselmesidir. Konular derin ve görkemlidir. Üçbuçuk zıpçıktının öttüğü türden değildir.
            Devletin varoluş nedeni, YURTTAŞLARINI MUTLU ETMEKTİR. Türk insanını FİKRİ HÜR, VİCDNI HÜR VE İRFANI HÜR OLARAK YETİŞTİRMEKTİR. Devletle kişi yan yanadır; karşı karşıya değildirler. Özel ilişkilerde, devletle kişi eşit güçtedir. DEVLETİN HAKSIZ FİİL VE EYLEMLERİNE KARŞI DA, HER TÜRLÜ YARGI YOLU AÇIKTIR.
                       
2-MÜLKİYET.
            Padişah, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesidir! Tüm toprak mülkiyet ve tasarrufu da, Tanrı adına, Padişahındır.
                        Arazilerin kullanılması:
            A-HAS: Şehzadelerin tasarrufundaydı. Sefere, her türlü silah ve teçhizatıyla (5000) askerle katılmak zorundaydılar.
            B-TİMAR: Devlet ileri gelenlerine, komutanlara verilirdi. Her türlü silah ve teçhizatıyla (3000) askerle sefere katılma zorunluluğu vardı.
            C-ZEAMET: Savaşta yiğitlik gösterenlere ve devlete sadakatle iş yapanlara verilirdi. Sefere, her türlü silah ve teçhizatıyla (300)askerle katılmak zorunlulukları vardı.
            Fatih Sultan Mehmet’ten sonra tapı verilmeye başlanmıştı. Tapı Mısırlıların kullanıma soktukları bir mülkiyet belgesiydi.
            Kanuni Sultan Süleyman zamanında; arazi yazılımlarına geçilmiş, DEHTER’İ HAKANİLER düzenlenmişti. 1847 ve 1872 tarihlerinde arazi reformları yapılmıştı. Boynu vurulanların malları da Osmanlı devletine kalmıştı. Bu da, mali sıkıntılarda Siyasi Kıtallere neden olmuştu. Tüm tebaa padişahın kulu olduğu için, kul öldürülünce malları da Efendisine kalmaktaydı. Güvencesiz bir durum yaratılmıştı.
15’inci asırda; çiftçilerin borçları yüzünden tüm tarımcılık çökmüş, BÜYÜK KAÇKUN denilen, şehirlere akın başlamıştı.
Sadrazamlar, Vezirler ve zenginler, mal kaçırmak için, vakıf kurmaya yönelmişlerdi. Çünkü Padişahlar, vakıflara dokunamıyorlardı. Vakıfçılık, Roma Hukukundan islam Hukukuna girmişti! Vakıf Malları, TANRIYA AİT MALLAR demekti!
            Şeri Hukuka ve dört islam mezhebinin içtihatlarına göre hazırlanmış olan MECELLE DE yetersiz kalmıştı. 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Türk Medeni Kanunu, Kişinin haklarını, Miras ve Mülkiyet haklarını da düzenlemiştir. 1924 Anayasası da, Mirası ve Mülkiyeti kabul etmiştir.
            MÜLKİYET HAKKI: Kişinin eşya üzerinde, diğer kişilere karşı ileri sürdüğü, zamanaşımsız mutlak bir haktır. Yasal sınırlar içinde ve kamu yararı doğrultusunda kullanılır. Kişi mülkiyeti kendisine ait olan arazisinin yüzeyine, altına ve üstüne egemendir. Mülkiyet hakkı; eşya üzerinde:
            1*Tasarruf,
            2*Kullanma(intifa)
            3*yararlanma(Sükna) hak ve yetkisini verir. Eşya üzerindeki mutlak hak ve yetkisini anayasa, yasalar ve KAMU YARARI doğrultusunda kullanır. Ev benimdir, otomobil benimdir diyerek yakamaz.
                                               MİRAS HAKKI.
            1924 anayasamızın 35’inci maddesi:”Miras Türklerin tabii haklarından” sayılmıştır.04 Ekim 1926 tarihli Medeni Kanunumuza da bu doğrultuda düzenlemeler konulmuştur. Benim vereceğim miras’ın taksimiyle ilgili bilgiler;22.Kasım. 2001 tarihinde kabul edilerek 8 Aralık 2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan 4721 sayılı Medeni Kanunumuzdan önceki son düzenlemelerdir.
            A*Kişi öldüğünde, mirasçısı yoksa miras devlete kalır. (Devletin sorumluluğu miras payıyla sınırlıdır).
            B*Eşi sağ ise, eşine yasadan,
            C*3 zümre mirasçıya, kan bağına düşer. Kişi isterse, mirasını köpeğine ya da Kızılay’a bırakabilir. Mahfuz hissesi olan kan hısımlarının mahfuz hisselerini tasarruf edemez.
            Günümüz Miras Hukukunda,3parantel,Kök Zümresi mirasçı vardır:
                        A*Birinci Parantel Zümresi: Muris’in-Miras bırakanın-Çocukları, Torunları, Torun çocukları vb.
                        B*İkinci Mirasçı zümresi: Ana ve Baba tarafındandır. Ana ve Babadan türeyen kardeşler, yani murisin kardeşleri, yeğenleri, yeğen çocukları, torunları vb.
                        C*Üçüncü Parantel zümresi: Murisin Büyük Ana ve Büyük Babası; sayıları dört olduğuna göre, dört Parantel, ana tarafından; büyük ana; büyük baba tarafı; baba tarafından büyük ana, büyük baba tarafı oluşturur. Dördüncü Parantel zümresinin miras hakkı, 23 Kasım 1990 tarihinde kaldırılmıştır.
            Yakın zümre varken, uzak zümre mirasçı olamaz.
            4721 sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU’NDA, Miras konusunda önemli değişiklikler yoktur. Yasal Mirasçılar, Kan hısımları, Alt soy.
Madde 495-Mrasbırakanın birinci derece mirasçıları, onun alt soyudur.
Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar.
Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi alt soyları alır.
D-devlet
Madde 501-Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçer.

                        GELELİM İSLAMIN ŞER’İ MİRAS HUKUKUNA.

İslam Miras Hukukuna İLMİ FERAİZ denilir. Bu konu, Kur’anı Kerim’in Nisa Suresinin(4’üncü sure),7.14.33 ve 175’inci ayetlerinde düzenlenmiştir. Mirasçılar, üç gruba ayrılırlar:
1*Eshab’ül’Feraiz ya da zevu’l Feraiz,
2*Asebe,
3*Zeu’l Erhâm.
            1*Eshab’ül Feraiz(Zevu’l Feraiz):Kur’anı Kerime göre belirlenen payları almaya hak kazananlar; kız çocukları, ana-baba, erkek ve kız kardeş ve karı-koca (4’üncü sure 11.12.175’inci ayet) bu ad altında toplanmışlardır. Bunların ana-baba yanından, üvey olanlar da dâhil, listesi çok uzundur:
1-Kız çocukları(erkek çocukların payları farklıdır),
2-Ana,
3-baba,
4-Erkek kardeş,
5-Kız kardeş,
6-Karı,
7-Koca,
8-1’e tanınan hak, oğlun kızına,
9-3’e tanınan hak, büyük babaya,
10-2’ye tanınan hak, büyük anaya,(Daha sonra, erkek kardeşlere tanınmıştır),
11-Ana-baba ayrı erkek kardeş,
            12-baba bir, Ana ayrı erkek kardeş,
            ÖNCE BUNLAR MİRASTAN PAY ALIRLAR! ARTARSA, ASEBE PAYA GİRER!
                        2*ASEBE.
            Murisin (Miras bırakanın)erkek yanından, erkek hısımları dört gruba ayrılır:
            A-1’inci grup-Murisin, erkek yanından, erkek art gelenleri,
B-1‘inci grup-Murisin, erkek yanından, erkek ataları,
C-3’üncü grup-Murisin babasının, erkek yanından, erkek art gelenleri,
D-4’üncü grup-Murisin babasının, erkek yanından erkek art gelenleri.
            3*ZEVU’L Erhâm: Bir kadın aracılığıyla Murise kan hısımı olanlar; ya da öteki iki gruba giremeyenler.
1-1’inci grup: Murisin art gelenleri. (Kızının oğlu, oğlunun kızının kızı ya da oğlu.
2-İkinci grup: Murisin ataları (anasının babası, babasının anasının babası).
3-Üçüncü grup: Murisin anasının, ya da babasının art gelenleri(Erkek kardeşinin kızı, ya da kız kardeşinin oğlu).
4-Dördüncü grup: Murisin babasının, ya da anasının atalarının art gelenleri(Amcanın kızı, hala, dayı).
Asebe’de olduğu gibi; birinci gruptan birisi varsa, ikinci gruptan olanlar, murise daha yakın olsalar bile , mirasçı olamazlar.
Bu miras taksiminin içinden çıkınız bakalım! Murisin dört karısı ve her karısından da, ikisi kız ikisi oğlan, dörder çocuğu varsa ne yapardınız!
Mülkiyet ve miras hakkını 1924 anayasamıza koyan, Medeni Kanunu ve özel borçlar ilişkisi düzenleyen, Tanrı adını kullanarak kadınları kepaze, Cenneti de fuhuş yeri yapan bir uygulamayı kaldıran, biz Türkleri insan olarak dünyaya kabul ettiren Mustafa Kemal’e lanet okuyanlara ne dememi isterdiniz! Bakınız 4 Ekim 1926 tarihli medeni Kanunumuzun bazı hükümlerine:
“Md-19/20”Adaba,ahlaka ve yasaya karşı yapılan sözleşmeler geçersizdir.”
Md-23-“kimse, medeni haklarından ve onları kullanmaktan kısmen olsun, feragat edemez.”Kimse, hürriyetini feda edemediği gibi, yasaya veya adabı umumiye mugayir surette takyid dahi edemez.”
“ON YILDAN FAZLA KİŞİYİ BAĞLAYAN SÖZLEŞMELER GEÇERSİZDİR!”Bu görkemli kurtuluş daha kısa anlatılamaz. Merak edenler, kaval dinler gibi televizyonları dinleyeceklerine okumalıdırlar.
Mülkiyet hakkı, yasalarla korunur.
1*1924 anayasası md35.
2*Mk. 618 istihkak ve meni Müdahale davası. Mk. Md.642 Tescile Zorlama davası.
3*Mk. Md.894Tecavüz ve Gaspta zor kullanma.
4*Mk. Md.895-896-897 Gasp ve tecavüz davaları.
5*Mk. Md.933 sicil düzeltme davası.
6*Ceza Kanununda Mala karşı cürümler(Hırsızlık).
7*3091 sayılı kanun, Taşınmazlara karşı yapılan Tecavüz ve Müdahalenin Mülki Âmirlerce Defi Hakkında Kanun.
            AİLE.
Mustafa Kemal’in, 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe koymuş olduğu Medeni Kanun, eski ve Arabî aile yapısını silip, atmıştır. Aile; özgür ve eşit koşullardaki bir erkekle bir kadının oluşturduğu, toplumun temel taşı bir kutsal kurumdur. Tek eşlilik esastır. Eski Şer’i Hukuk,03 Ekim 1926 saat 00’dan önceki, sosyal olaylarda uygulanır.
03 Ekim 1926 günü, saat 23 59’da ölen bir kimsenin mirası Eski Hukukumuza göre, hak sahiplerine dağıtılır!
Yeni aile tipini, tarafların hak ve ödevlerini anlatmaya gerek görmüyorum. Atatürk’ün Türkiye cumhuriyetini emanet edeceği gençlik, tek eşlilik üzerine kurulmuş olan işte böyle bir ailenin yetiştireceği gençliktir. Biz, Şeriata arkasını dayayan; erkeklerin din ve Allah adını kullanarak sayısız kadını idare ettiği Osmanlı tipi aileden söz edeceğiz.
“Dört kadın cinsel yönden yetmezse, cariyelerle idare et mantığı ve yetkisiyle erkeklere fırsatlar veren aile yapısından söz edeceğiz.
1-Evlenmek için yaş sınırı yoktur. Suudi Arabistan Baş müftüsü:
“Bir yaşındaki kızlarla da evlenmek dinen caizdir!” Diye fetva vermedi miydi?        
2-Evlenme bağıtı, daha çok, evlenecek kızın velisi ile damat arasında yapılmaktaydı.
3-Evlenmek için rıza gerekliydi.
4-Nikâhta; erkeğin bir Mehr vermiş olması ya da bir Mehr verme sözünde bulunmuş olması gerekmekteydi. Örneğin: Mihri Muaccel olarak on dirhem gümüş; Mihri müeccel olarak ta on dirhem altın gibi.
5-Evlenmeden başlayarak, altı ay geçtikten sonra, evliliğin sona ermesinden itibaren, iki yıl içinde doğacak çocukların nesebi sahihtir.
6-Köleler Efendilerinin izni ile evlenebilirler. Bir erkek köle, ancak iki kadınla evlenebilir. Kölelik sıfatı; savaşta esir düşmekle ve bir köleden doğmakla kazanılırdı.
7-2-Boşanmış-Talakla- kadınların iddet müddeti-bekleme süresi-üç aydır. Kocası ölen bir kadının iddet müddetiyse dört ay on gündü. Bu Kur’anı Kerim hükmüdür. İnek suresi-2’inci sure- 234’üncü ayet. Medeni Kanunumuz, madde:95:Kocası ölen, boşanan, evliliğin butlanına hükmedilen bir kadın, o tarihten itibaren (300 gün) geçmedikçe yeniden evlenemez. Yeni Türk Medeni Kanununda da bu hüküm aynen korunmuştur: Madde:132.
8-Köle kadınların iddet müddetleri, hür kadınların iddet müddetlerinin yarısı kadardır.
9-Evlilik dört nedenle sona ermektedir:
            1-Ölüm,
            2-Boşanma,
            3-Fesih,
            4-Lian.
3-Fesih: Ağır hastalık, cüzam ve delilik gibi durumlarda; bu türden evliliğin feshine gidilir. Bekleme süresi-iddet müddeti-fesih tarihinden başlar.
4-Lian: karısına yapmış olduğu zina isnadını dört tanıkla kanıtlayamayan erkeğin seçmiş olduğu boşanma yoludur. Erkeğin, dört sefer doğru söylediğine dair yemin etmesi ve beşinci kez:”Eğer yalan söylüyorsam, Allahın laneti üzerime olsun!”Demesiyle Lianlık boşanma çözümü başlar.
Kadın da dört kere kocasının doğru söylemediğine yemin eder. Beşinci kez:”Eğer kocam doğru söylüyorsa, Allahın gazabı üstüme olsun!”Der, bu suretle Lanet bitmiş olur.(Kur’anı kerim,24’üncü sure,6’ıncı ve9’uncu ayetler).Lianın, Kadı huzurunda yapılması gereklidir sonucuna varılmıştır. Lian ile boşanmadan sonra doğacak çocuk toplum dışı kabul edilerek hayvan muamelesi görür.
5-Karı ve kocadan birisinin din değiştirmesi-irtidad-de boşanma nedenidir.
            İSLAM CEZA HUKUKUNDA CEZALAR.
İslam ceza hukukunda cezalar şunlardır:
 A-Kısas; cinayette ödeşmedir. Öldürülenin yakınlarında birisi de kaili öldürür.
a-Cana karşı kısas,
            b-Candan aşağı kısas, uzva karşı kısas olarak ikiye ayrılır. Cinayetin taammüden, tasarlanarak işlenmesi gerekir. Bunun kanıtlanması için uzun kurallar vardır.
2-Diyet: Ölümle ya da yaralanmayla sonuçlanan suçlarda, kısas istenmediği, ya da kısasın uygulanma olanağı olmadığı durumlarda uygulanır.
3-Hadd: İslam Hukukunda; bazı suçlar için, Kur’anda belirtilmiş, değişmez cezalara Hadd denir. Hadd cezasına çarptırılacak suçlar şunlardır:
            1-Zina suçu cezası(recim veya sopa dayağı).İlk recim cezası; Tevrat hükümlerine göre; Gebe bir Yahudi kadına Hz. Muhammet tarafından verilmiş; ol zavallı Kadın doğurduktan sonra cezası infaz edilmiştir. Zina eden erkeğe bir şey yok! Çünkü o erkek!
            2-Zina iftirası suçu (Kazf) cezası (80)sopa.
            3-Hamr-şarap-içme suçu; cezası (80) sopa. Hz.Ömer tarafından konulmuştur.
            4-Hırsızlık suçu. Çapraz olarak, el ve ayakları kesme. İlk hırsızlık suçunu işleyenin önce sol eli, ikinci defa suç işlediğinde sağ ayak kesilir. Sonra sağ el ve daha sonraki hırsızlıkta da sol ayak kesilir. Hırsız ağaç kütüğüne döndürülür. Tanrı böyle emir vermiş! El ve ayak kestirenler de en büyük hırsızlardır!
            5-Yol kesme suçu: cezası sürgün ya da el ve dahi ayak kesme; ya da ölümdür.
            Zina suçu için, Kuran’da sopa cezası var iken, sonradan taşlanarak ölüm cezası getirilmiştir.
            Esrar, eroin gibi keyif verici-Barbitürük maddelerin-Kuran’da cezası yok iken, Suudiler kelle kopartma cezasını getirmişlerdir!
            Kuran’da zina suçu için (100) değnek emredilmişken; (24’üncü sure. ayet2) Hz. Ömer zamanında; sünnete dayandırılarak RECİM cezası getirilmiştir!
            Nereden nereye gelmişiz! Mustafa Kemal tarafından çıkartılmış olduğumuz insan olmanın zirvesinden nerelere götürülmek istenmekteyiz!
Uyanmalıyız: Hab’ı Gafletten!

           
           
           
           
           
           


           

İzleyiciler

Blog Arşivi