17 Nisan 2012 Salı

689/TÜRKÇEMİZ BİZİM ONUR BAYRAĞIMIZDIRTEKRAR!

            TÜRKÇE BİZİM ONUR BAYRAĞIMIZ
                                                              VE
                                     TÜRK OLMAK NEDENİMİZDİR.
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;09 Kasım 2011,
                                   “ÖZTÜRKÇE KULLANMAK SALAKLIKTIR!”
            Tekirdağ’ında yayım yapan bir Site sahibi, yukarıdaki başlık altında, Osmanlıcayı göklere çıkaran ve Türkçemize hakaretler eden bir yazı yayımlamıştır. Birisi aynı zamanda üniversite mezunu bir Astsubayımız hariç; bu talihsiz makalenin yazarı Eski bir Kaymakama benzeyen yorumcuları da aynı yalelliyi çığırmışlardır ve Osmanlıca için gözyaşları dökmüşlerdir.                                                                                                                              Bulgarca; Sırpça, Rusça ve Arapça ayrı milletlerin konuştuğu dillerin adıdır. Osmanlıca da; devşirme, dönme ve Türk’e düşman kırık döllerinin uydurduğu kırık bir konuşma biçimidir. Kelimeler ve deyimler salatasıdır. Bu dilleri konuşanlar nasıl salak değillerse ve nasıl kendi dillerini koruma altına almışlarsa; Türkçe konuşanlar da salak değildir ve Türkçe de” Salakça!” Hiç değildir. Kendi ulusunun yaratmış olduğu dile ihanet edenler, bizden ve Türk Ulusundan hiç değildir.
              Bu kimselerin methederek ağladıkları Osmanlıcadan örnekleri sunuyorum ve öteki âlemde de Türkçe konuşan Ninelerimin ve Dedelerimin yanlarında olacağımı saygı ve onurla bildiriyorum.Araplar,elektrikli aletler için 4000 kelime ürettikleri gibi,Yahudiler de İsrail’e göçten sonra 60,000 kelime üretmişlerdir.
            NUR RİSALELERİ, HANGİ DİLDE YAZILMIŞTIR.
". Nur Risalelerinin Türkçe, Arapça, Farsça dillerinin hiç birini tam bilmeyen, kulak dol­gunluğu ile elde edilmiş kelimelerin, yanlış tertip edilmiş örneklerinden ibaret olduğu, bunla­rın mucize, keramet ve Allah tarafından gönderilmiş olduğu yolundaki iddiaların, ya iddia sa­hibinin kuruntusu veya iddia sahibince bile, bile uydurulmuş bir düzen olduğu, Halkın bu risalelerin Kur'andan sonra, hatta bazen ondan daha önemli olduğu görüşüne saptırıldığı, bu uğurda hapise girmenin ibadet yerine geçeceği, ölenlerin şehit olup gideceği, nurcu olmayan­ların imansızlardan, dinsizlerden meydana gelmiş bir kalabalık teşkil edeceği..." 22–7–1971
BİLİRKİŞİLER Rüştü Şardağ, Mehmet Oruç
               —Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı As. Mahkemesinin 92 Nurcu hakkında gerekçeli
Kararı, S. 45–46
               Risale-i Nurları incelediğimiz zaman; Risalelerin her birisinde, dört ayrı dile ait gramer kuralının kullanıldığını görürüz:
1- Osmanlıca,
2- Farsça,
3- Arapça,
 4- Türkçe.
Farsça ve Arapça dil kurallarından bir kaçını, kısacıkta olsa, incelemeden Nur Risale­lerinin dili hakkında kesin bir hükme varamayız.
Tanrı; Said Okur'a gelinceye kadar, "Her kavime, O kavimin dilinden anlayan Peygam­berler göndermiştir." Tevrat, Zebur ve İncil İbranice, Kur'an-ı Kerim de Arapçadır."­Türklüğünü çekinmeden inkâr edebilen Said Okur; en sonunda, Türkçülüğü, Kürtçülük­ten aşağı tutup, Avrupalıların içimize soktuğu yıkıcı bir akım olarak nitelemekten çekinmemiş­tir. Milliyet kavramının bazı maddi öğelere de dayandığını görmezlikten gelerek, sırf Türklü­ğümüzü yıkmak için, "islam milliyetçiliği" gibi bir tanım ortaya atarak, manevi bir inanç kayna­ğı olan dini de, Milliyet Kavramı halinde sunmaktan çekinmemektedir. Said'in burada söyle­mek istediği şey; Ümmetçilik ve Şeriatçılıktan başka bir şey değildir.
"Doğru yola kılavuzluk ancak dili bilmekle olur" (Ruh-ul beyan, c.4. S. 396. E.M.B. A.i.) Kuralına da Sait’in aldırdığı yoktur.
Nur risalelerini ve bu perişan Risaleleri savunmak için yazılanları okuduğumuz da gö­rürüz ki; Sait’in kavgası ne din kavgasıdır, ne de iman kavgasıdır. Said; özlemini çektiği şeriatçılık döneminde de, bugünkü kavgasını sürdürmüştür. Cumhuriyet döneminde hapislere, Padişahlık döneminde de tımarhaneye atılması ne denli bir uğraşın içinde olduğunu gösterir.

Risalelerinin "Semavi", "Kuran'ı" olduğunu savunan Said'in risalelerinin dili de Semavi Kitapların uyması zorunlu olduğu, Tanrısal kurala uymaz. Çünkü: bir milletin çökertilip, dağıtılması dağıtılmasının en kestirme yolu o milletin dilini bozmakla mümkündür. Şehnameyi bitirdiğinde, Firdevs’i: "Artık, Fars ırkına ölüm yoktur. Çünkü o diline kavuşmuştur." Demişti. Böyle olunca da, Ata­türk'ün diline kavuşturduğu Türk'ü öldürmenin tek yolu, O'nu dilinden ayırmakla mümkündür. "Milletim Kürttür." "Milletçe Türk unsurundan sayılmam", "islam milletindenim" diyen Said'e, Farsça, Arapça, Osmanlıca ve Türkçe vahiyler geldiğini Risalelerinde görüyoruz.
Said'e kadar, her peygamber ve nebi, mensup olduğu kavmin dilini ve o dilin gramer kurallarını kullandığı halde o, Fransızca kelimeleri bile kullanmıştır. Şimdi, Kısaca, Nur Risa­lelerinde kullanılan yabancı dil kurallarını ve yabancı kelimeleri görelim:

"Arapça kurala göre yapılmış isim ve sıfat takımları, Arapça takımlar, Farsçaya göre, Osmanlıcada az kullanılmıştır. Bunlar, daha ziyade, din konusundaki yazılarda, din konusu terimleri olarak, ağızlarda dolaşan dualardan kalma kalıplar halindedir. Bir takımları da bilim terimleri olarak görülür. Gerek isim takımları olsun, gerek sıfat takımları olsun Türkçe takım­ların aksine kurulur. Arapça isim takımları Türkçede bileşik isim, bileşik sıfat, zarf olarak karşılanır,

Örneğin:

1 Belirtilen
2 Belirtilen
3 Belirtilen
4 Belirtilen

D Bürç -ül

Ccevahir
   mücevher
K kutusu
H hikmet -ül
V vech
S suratı
A asık
R Rabb- ül
ââlemin
  âlemlerin
TTanrısı

ŞŞefi -ül

   müznibin
G günahkârların
Ş  şefaatcısı
­a adim -ür

rrre's

K kafası
Y yok
E elem -ül ­

eenf

Bburun
A ağrısı
S secer –üt

T tin 

İi incir
A ağacı
­C cezir -üş

Ş şekl

K kök
Ş şeklinde
­   man -el ­

kkitap
kkitab (ın)
A anlamı
K kabl -et ­

T tarih
T tarih
Ö öncesi
B Beyn –el

   milel

  milletler
A arası
 ­  Beyn -ed

dDüvel

dDevletler
aarası
­tt taht -el ­

A arz

Y yer
A altı
T taht -es

Ss ıfır

S sıfır
A altı
­n mim -taraf -il
A Allah

T Tanrı
t  tarafından
­   müfti -i ­

E enam

Hhalkın
   müftüsü"

(Mustafa Nihat, ÖZÖN- Osmanlıca- Türkçe sözlük, S. XXi -XXII. 2 nci basım 1955
"... Ve kâinat tılsımını ve Âlem-i Vücübun Künuzunu dahi açar. Şu mes'eleye dair "Şemme" isminde bir risale-i Arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elin­dedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır."
(R.N.K. Enez ve Zerre Risalesi S. 4 Mü? B.Z. Said Nursi Anadolu mat. Samsun 1958)
--~~­"
"Osmanlıcada en çok kullanılmış olan Farsça isim ve sıfat takımlarıdır. bunların ikisi de iki kelimenin yan yana getirilmesiyle kurulurdu. Kelimenin ikisi de isim olursa isim takımı, biri isim öteki sıfat olursa sıfat takımı olurlardı.

Bu takımlardan ikisi de Farsça kelime, ikisi de Arapça kelime veya biri Farsça, öteki Arapça kelime olarak yapılabilirdi. Bu takımlar Türkçe isim ve sıfat takımlarının aksine olarak kurulurdu..."

12 1Belirtilen                
2BBelirten
3
3belirten
44 4Belirtilen











H   Han-i
P   peder
B    baba(nın)
E      evi
Şı  Şır-ı
M  Mader
A    ana(nın)
S     sütü
Ar  arzu-yi
T    terakki
İl    ilerleme
Ar   arzusu
M   Mehd-i
A    amal
E   emellerin
B    beşiği
Ar    Arz-i

     Mey’ud
A
  Adanmış                  
T    Toprak
C   Cedd-i
A    Azim
Ul    uluata                  
F   Fazileti
F   Fazilet’i
A  Ahlakiyye

a

A   Ahlakfaziletleri             fa 

H     Hukema’yi

Y   Yunaniyye
Y Yunnan Filoz of    ozofarı
T     tarafeyn’i
A  akideyn
B     bağlaşan 
T   Taraf






              (an) Farsçada çoğul edatıdır, canlı varlık kelimeleri bununla, çoğul hale getirilen keli­menin sonu,a,c,u ile bitiyorsa-yan şeklini alır;
 Gedeyan, mahruyan.
Kelimenin sonu e ile bitiyorsa ğan şeklini alır. bende-ğan, haste-gan, Türkçede, Arapça kelimelerin de -an- ile çoğulu yapıldığı olmuştur; Müşir-an kadı-yan, zabıtan.
Adilan                 ayyaşan           cahilan            dellalan
Dahiyan   biraderan         amiran             bendegân
Ediban     ayyaşan                                 
Gafilan hatiban    kudsiyan muarızan
(Ane) Farsçada nisbet edatı olup, katıldığı kelimeyi zayıflaştırır. Türkçe -ce ve- cesine ile karşılanır. Şahane (Padişahça, kalenderane, kalenderce, kalendercesine).
Aburane   abendilane      ateşdilane        bedbinane
Acuzane   akilâne ateşzebabane bedhahane

Cür’etkerane        fatihane                      hakimane        icazkerane
Delaletkerane gafilane                hatibane          infialkerane
"Ankara'da en kara bir hal et-i ruhiye hissettiğimden (o zaman bu hal et-i ruhiye Farisi bir münacat suretinde Ankara'da Hubab Risalesinde tab' edilmiştir) bir nur, bir teselli, bir rica aradım." (R.N.K. Gençlik Rehberi S. 58 Mü? B.Z. Said Nursi)
(at) Arapça çoğul ekidir. Müennes kelimelerle, masdarlar, sıfatlar, fiilimsi/erden çoğu bununla çoğul şekle konmuştur. Nisbet masdarlarından birçok bilim adları meydana getiril­miştir.        
Ademiyat bakiyat            cinayat            filiyat
arabiyyat beşeriyyat       düyunat Fukşiyyat
Ayniyat    cem'iyyat        faraziyat          hadisaf
ha/kiyyat istiğfarat         istisnaat           iz'acat
İbadet      ifşaat               işgalat             kabiliyyat
küfriyyat  mukayesat       mütalaat          ruhiyyat

(en)Arapça kelimeler katılarak zarflar meydana getirir.
Adeten     cidden             ferden             haricen
Beyanen   eminen            gasben hilafen
Binaen     cümleten         gadren hülasatan
İcazen                  inticalen          kabulen           makamen
in (-un) Arapça çoğu/ ekidir; katıldığı sözleri çoğul yapar.
Acıin                    hadımin           mahkûmun      mucidin
Galibin     magrurin         meşhurin         mukabilin
Mücellidin           müşarikin        mültercimin     tabirin
Mustafa Nihat ÖZÜN’ÜN S.G.E. S.XX'I-XLVI'.
"Kader bana Türkçeyi az vermiş, hatta hiç vermemiş, dilim kalbimin lisanını iyi anlamıyor ki, tercümanlık etsin. Hem de derin yerden çıkarıyor manayı bazı hakikat parçalanır...
Sizin fehim ve dikkatiniz bana yardım etsin." (Münsi Bediüzzaman Kürdi, Bekir Berk Nurcu­luk davası. S.674)
Risale-i Nurdan örnek/er:
Sunuh = Sağ/am ve emniyetli olma, adamakıllı bilme.
Sunuk = Akla, hatıra gelme.
Sunuhat = (S.Onuk çg) Akla, hatıra gelen şeyler, yüreğe doğanlar.
Hüccetler = deliller, kanıtlar.
Tabirat = tabir/er, (tabir'in çoğulu), (Ubur'dan) = anlamlı sözler, rüya yorumlar, deyimler, terimler, edep ve terbiyeye uygun anlatma.
Teşabihat = teşbihler, benzetmeler.
Kelimat = kelimeler.
Ümmi = A.i: okuması, yazması olmayan, zırcahil
Burhan = kanıt, delil, hüccet zulumat = zulümler.
Risalet = Risalet = A.i = Peygamberlik, Risaletpenah = Hz. Muhammed (S.A.S)
"Allah, Allah! Türk Milleti senin ile ne kadar iftihar etse yine azdır." (ANKARA Üniv. Nurculuk üzerine konferans.)
"en"
"Arapça kelimeleri katılarak zarflar meydana getirir.
adeten ah den ahlaken aileten akvalen
 (Mustafa Nihat ÖZÜN’ÜN S.G. Sözlüğü S. XXXVI)
adeten      Cemileten       fahriyen          harben
ahden                   cenuben          fennen haruen
Ahlaken   cevren ferden             harsen
aileten                  cezaen fer’an              haseden
akvelen    cidden             fulen               hasren
                 Cinsen
"eyn"
"Arapça ikilik ekidir, katıldığı kelimeyi iki anlamı verir.
Akideyn              dareyn             hükümeteeyn
Aynen                  devleteyn        ebebeyn
Zülhareyn            cinseyn            zevceyn
 (Mustafa Nihat ÖZÜN S.G. eseri S. XXXX)

"ha"
"Farsça çoğul ekidir; cansızları, eşyayı gösteren isimler bununla çoğul haline konulur.
Osmanlıcada bu çoğul şekli pek kullanılmış değildir.
badeha   Ceşmha                  hakha
Cayha    dırahtha                 jaleha"
(Mustafa Nihat ÖZÜN’ÜN S.G. eseri S. XXXXI)

"i"
"Farsçada "-ya-i masdariye" adı verilen -i sıfat veya bazı isimlerin sonuna katılır, "ism­i masdar" denilen isimleri meydana getirir.
Agahi                   destgri             hemrahi           nigahbani
Amuzi                  dilazeri                        hürmetkari      pahi
Bitarafi                dılgıri              küstahi                        perveri
Bikesi                  duni                necari              piri
Bigünahi  duri                 nesari              serbesti
Berbadi                düşvari                        natüvani          serdari
                                                                Şadi”
 (Mustafa Nihat ÖZÜN’ÜN S.G. eseri S. XLI)

"-I (-ıyye )"
"Arapça kelimelerin sonlarına -I (ye harfi) katılarak 'ism-i mensup" adı verilen sıfatlar yapılırdı. Böyle kelimeler, ilgi ilişki gösterirler; bir yerli olma, birinin olma, biriyle ilgili bulun­ma anlatırdı. Böyle kelimelerin uyum (mutabakat) için müennesleri yapılacağı zaman sonu­na -e konur. Fakat araya katılan kaynaştırma harfi iki (şeddeli) yolarak -iyye okunurdu. Türkçe söylenişte bu ikilik belli edilmez, yalnız aruz vezniyle yazılmış şiirlerde belli edilir. Sonları sesli bir harfle biten kelimelerde -I, şekli -vı olurdu..."

Böyle sıfatlardan birçoğu tamlamalar halinde onların yerini tutmuşlardır: (Nezaret-i umur-i) dâhiliye, hariciye, harbiye (nezaretleri), (hukuk-i) medeniye (dersi); (emraz-i) hariciy­ye, nisaiyye, akliyye, intaniye, arabiyye (koğuşları, kilinikleri, dersleri) çoğul şekli de, bilim adları yapmada kullanılmıştır. (Bk. At)"
Aczi                     bey’i                cevini              cürufi
Ahdi                    beyzi               cerrahi ref’i
Ali                       beyti                cibali               dimaği
Arzi                     bünyevi           cihadi              duhuli
Avani       burhani            cevri                dumuri
Azmi                    burkani            çeysi                efsanevi
Bahsi        cebri                cildi                 elifi
Beşeri       cehdi               curmi               evfi”
Beyani     cem’ani                                   cümeli
 (Mustafa Nihat ÖZÜN’ÜN S.G. eseri S. XLII)
R.N.K’DAN bazı risalelerde, "RiSALET -in NUR" tamlaması geçmektedir. Bu, çok ilginç­
tir. Parapsikolojiyi ilgilendiren bir konudur.
               Risalet = Resalet (A. isim) = 1. Elçilik, 2. peygamberlik, 3. Haber ulaştırma, haberleş­me
 "içlerinden bazı mutemet kimseleri, risalete nazmet edip" saadettin.
               Risaletpenah (F.s.i.) = Hz. Muhammed Peygamber Risaletin Nur, ne anlama geliyor,
bir düşünün.
               Bazı risalelerde de Resail'in Nur. Olarak geçmektedir.
Kur'an'ı Kerim'in EI-Enam (6nu) Suresinin 90’ıncı ayetini okuyalım:
90. "Onlar (o peygamberler) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde, sen de onların gittiği doğru yolu tutup ona uy. De ki: "Ben, buna karşı (bu Risaletvazifesini ifa etmeye mukaabil) sizden hiçbir ücret istemiyorum. ( (Kur'an) âlemler için öğüdden başka bir şey değildir."
Burada; basit bir anlatımla, risaleyi nur Tanrısal boyuta getiriliyor. '...Bu, düpedüz, düzenbazlıktır, sapıklıktır, dini sömürü aracı olarak kullanmaktır.

NUR RİSALELERİNDE KULLANILAN KELİMELER, İSİM VE SIFAT TAMLAMALARI
Risale-i Nur
ehl-i iman
Esrar-ı Kur'aniyenin Sunuhat-ı Bediüzzaman Şam-ı Şerif'in
Üç keramet-i gaybiyesiyle Gavs-ı Azamın
Küre-i arz
Seyahat-ı maneviye Kanun-u esasilerini Bedüzzaman-ı Kürdi risale-i Arabiyemde nisbet-i Rabbaniyyedir mekteb-i müsibet
ehl-i Kemal
Âlem-i Vücubun
Şafi-ül mezhep Münakaşat
taassu-u meslekiyyeyi esrar-ı mestureyi inkılabat-ı zamaniye ahkâmı Kur'aniyyenin Kuvvet-i marifet
İki nükte-i Kur'aniyenin Enaniyet = Enaniyetlileri sunuhat-1 kalbiye me'yusiyyetim Miryat-üs sünnet Maraz-ı bid'a
Kemal-i neş'e
Haleti ruhiye
Mezar-ı ekberi
Harb-i umumiden Vakıa-ı sadıka
Tabirat teşabuhat
Arş-ı azamdan
Âlem-i islam
Tarih-i beşer takdirkarane
Abdülkadir-i Geylani emr-i marufa
İkram-ı ilahi müftehirane Mesnevi-i Nuriye Tarihçe-yi Hayatından Mucizat-ı Ahmediyenin Sadıkane
Hüccet-i imaniye Ayet-ül Kübra Mirkad-ı hakikat mirac-ı vahdaniyet nokta-i nazarında ilm-i hale
Cilve-i rahmeti n Vazife-i dinıyede
Bir ihsan-ı ilahi hizmet-i imaniyenin lutf-u ilahidir ki
ilm-i ezelinin
ilm-i ilahiye
Nazır-ı müsamaha kabil-i kıyas
Kalem-i kader vazife-i uzmayı Kuvvet-i velayeti rivayat-ı sahiha Cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azimesi hikmet-i ilahiyeyi Kavanin-i Adetullah inayet-i ilahi
Tevikarane hüccetler gayet-ül gayatı Melek-i siyanet iman-ı hakıkıyye silsile-i felsefenin Firavunane
esasat-ı fasıdesinden mir'at-ı mücella ehl-i ibret
Mahbub-u ilahinin iş'arat-ı Kur'aniye Kafile-i melaike izn-i ilahi
Kafile-i nur mu'ciz-i Beyan'ın mu'ciz-i manevisi ayine-i idrake âlem-i kalbe
ruh-u revana
Zir-i zeber oldu mücahid-i islam müceddid-i ekber ikramat-ı ilahiye hamiyet-i milliyeye varis-i hakikı taassup-u meslekiyyeyi müşvikhane âlem-i nuraldeki me'yusiyyetim kelimat-ı mübarekenin usol-üd-dinde keramet-i Aleviyede işaret-i Kur'aniyyeyi Cazibekarane sabiyy-i müteşekyiktir işarat-ı gaybiyyesi ehadıs-i nebeviyyenin netaic-i vahımesındendir ki şaşaa-i sürisine Hücet-ül islam asab-ı muharrıke Kanun-u Adı
Kanun-u ihata-ı ilmi tecelli-i azamını tabirat teşabihat
Hutavat-ı sitte işarat mevhibe-i ilahiyedir Tiryak-ı me'yusiyyet bürhan
Hazret-i üstad takrifdarane hiss-i kablel-vukunu hayr-ül-halef esrar-ı mestureyi uhuvvetkarane
Urvet-ül vüskadır hüzüngahım mesel e-i imarnet medar-ı nazar
Hayat-ı içtimaiyyeye Cezbedarane
Saadet-i ebediyeye Tarik-ı Nakşide vazife-i uhreviye
"Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş          kurup oturmaktadır." (Ankara Üni. Risale-i Nur hk. verilen konferans s. 74)
"Büyük şairimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı Merhum Mehmet Akif, bir üdeba mecli­sinde, "Victor Hugo'lar, Şekspir'ler, Dekart'lar, edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ın bir ta­lebesi olabilir", demiş." (ANKARA Üni. Konferans s. 35).
“Ben hiçbir vakit Hükümeti -T.C. Hükümetini- tanımadım” (R.N.K. Lem’alar S. 49 Mü? Said Nursi)      NOT: Yeni basılanlarda bu cümle yoktur.
"Eğer milyonlar ile efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutma­yan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri Cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp, onların dini onlara unutturduktan sonra, belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz bir nev'i usul-ü vahşiyane olur, yoksa sırf keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz." (R.N.K. Mektubat Said Nursi S. 399)
"Türklük milliyetine bütün zıt bir şekilde firenklik manasında Türkçülük namıyla takrifdarane ve bidatkarane bir fetva ile Türkçe Kamet et diye benim gibi başka milletlerden olan­lara teklif etmek hangi usulledir."
"Ben Said Kürttür, milletimizden olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek hamiyet-i milli­ye ye muhaliftir."
"Benim gibi Şafi'ül mezhep adamlara, hangi usul ile Türkçe kamet teklif ediyorsunuz? Benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usulledir?" (R.N.K. Mektubat, Said Nur­si S. 398–399)
"Evet, ben unsurca Türk sayılmıyorum." (R.N.K. Bediüzzaman cevap veriyor. Mü? Be­diüzzaman Said Nursi S. 92)
“NUR RİSALELERİNDE KULLANILAN FRANSIZCA KELİMELER:
"Fabrika" R.N.K. Meyve Risalesi S. 25–26; Lem'alar S. 413
Aslı: la fabrication,
Vr. fabrixquer,
le fabrique,
le fabricant,
"Antika" R.N.K. Lem'alar S. 413
Aslı: Antiquaire,
Antiqiute,
Antique.
"telefon" R.N.K. Haşir Risalesi S. 17 dip notu.
 Aslı: le telephone,
"Sinema" R.N.K. Gençlik Rehberi S.4, 15, 16
Aslı: le cinema
"Manevra" R.N.K. Haşir Risalesi s. 6, 12
Aslı: la manoeuvre
"Makine" Aslı: la machine,        
"Plak" ; "fonograf" R.N.K. Enez ve Zerre Risalesi S. 47
Aslı: le fonografe, le plaque
"Coğrafya" R.N.K. Lem'alar S. 362-363
Aslı: la geograhıe
"Anarşist" R.N.K. Hizmet Rehberi S. 258
Aslı: L'anarchiste
"Kozmografya" R.N.K. Lem'alar S. 295
Aslı: la Cosmografıa      
"Elektrik" R.N.K.
Aslı: L'electrique
L'electricıte
              "Ve esbab ve tabiata icad verenler" "Kitap, saat, fabrika ve saray misalleriyle echeliyet­lerin en antikasını irtihab ettiklerini izah eder." (R.N.K. Lem’alar S. 413 Mü? Said Nursi)
              "Haşiye: ...ve telefon ise, ma' kes-i vahy ile mazhar-ı ilham olan, kalbden uzanan bir nisbet-i Rabbaniyyedir ki, kalp o telefonun başıdır ve kulağı hükmündedir..." (R.N.K. Haşir Ri­salesi S.17 dip not. Mü. Said Nursi)
"... Öylede Küre-i Arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbaniye bu derece bu insan fabrikasından büyükse, mükem­melse..." (R.N.K. Meyve Risalesi, S. 25-26 Mü? Said Nursi)
"Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hadisatını sinema ile hal-i hazırda gösterdikleri gi­bi..." (R.N.K. Gençlik Rehberi S.15 Mü? Said Nursi)
"Belki bizleri manevi Rabbani muazzam, hadsiz başlı bir fonoğrafın birer pilağı hük­münde olan masnuların üstünde dönen ve tahmidat-ı Rabbaniyye kasidesiyle O masnuatı konuşturan ve tesbihat-ı ilahiyye neşidelerini okutturan birer iğne başı suretinde kendini gös­teriyorlar." (R.N.K. ENEZ ve ZERRE Risalesi S.47 Mü? Bz. Said Nursi, Anadolu Mat. Samsun 1958)
"Onun için Cenab-ı Hakka şükür Kur'an'ı Hâkimin işarat-ı gaybiyyesi ile kahraman Türk ve Arap milletleri içinde lisan-i Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu'cize-i Kur'aniy­yenin Risale-i Nur namiyle bir dersi intişara başlamış." (R.N.K. Kur’an Şakirtlerinin Hizmet Rehberi S.258 Mü? Bz. Said Nursi)
"Ama o'nda yazılı olanlar Kur'an'ın malıdır; Allahtan’dır." (R.N.K. Hizmet Rehberi S.92 Mü? Bz. Said Nursi)
              "Yirmi sekizinci lem'a: Bu lem'anın bazı fıkraları başka bir mecmuada neşredileceğin­den, buraya dercedilmedi.”
 (R.N.K. Lem'alar S. 254 S. Nursi)
     "Bütün sözlerde konuşan ben değilim. Belki (iş'arat-ı Kur'aniye) namına hakikattır. Ha­kikat ise; hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış bir şey gördünüz, muhakkak biliniz ki: Habe­rim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş." (R.N.K. Sözler Risalesi S. 692, 32’inci Söz Mü? Bz. Said Nursi)
"Ben çok hastayım. Ne yazmaya, ne söylemeye takatım kalmadı. Belki de bunlar son sözlerim olur." (R.N.K. ihlâs Risalesi S.54 Mü? Bz. Said Nursi)
"Risale-i Nur ve Tercümanına gelince! Evet, o zat daha hali sabavette iken ve hiçbir tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulüm-u evvelin ve ahirine ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i ilahiyeye varis kılın­mıştır ki şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ülyaya kimse nail olmamıştır... Hiç şüphe edilmez ki; tercüman-ı Nur bu hali ile baştanbaşa iffet-i mücesseme ve şecaat-harika ve istinayı mut­lak teşkil eden harikulade metanet-i ahlakiyesi ile bizzat bir mucıze-i fıtrattır ve tecessüm et­miş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır. O zat-ı Zihavarık; daha hadd-i buluğu ermeden bir alleme-i biadil halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş; münazara ettiği erbab-ı ulümu lizam ve ishat etmiş. Her nerede olursa olsun vahi olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, 14 yaşından itibaren üstadlık payesini taşımış..." (R.N.K. Şualar Risalesi 15’inci Şua 1959 S. 436-437, Mü? Said Nursi)
"Said Nur, 1290 (1873) senesinde Bitlis sancağının (şimdiki vilayet) Hizan Nahiyesi’nin (şimdi kaza) Nurs köyünde doğmuştur. Bu çevre Tarihçi İdris-i Bitlisi'nin ifadesine göre, Cengiz Han istilasının önüne kattığı Harzem-Horasan Türklerinin yerleştiği bölgedir ve İran Selçuklularının kuruluşundan sonra devamlı bir Fars kültürünün tesirinde kalmıştır.
Babasının ismi Mirza idi. Bu isim daha çok Azeri Türklerinde Bey, ağa metaradifi ola­rak kullanılan tabirdir. Rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver, Said Nurs'un Türk ocağına sık geldiğini ve bir gün kendisine:
—Benim dedemin adı da Mirza imiş. Bu Mirza'nın bir önü ve arkası olacak. Dedemin ba­basının ismi de Kumral imiş. Ben Kürtçede bugün böyle bir isim bulamıyorum" dediğini anla­tır." (Av. Bekir Berk Nurculuk Davası S.678)
Kuran’ı Kerime Göre
37 "işte biz onu (kur'anı) böyle Arapça bir hikmet olarak indirdik. Andolsun ki sana (vahy ile) geleni (bu) ilimden sonra onların heva (ve heves)lerine uyarsan Allahdan senin için ne bir yardımcı vardır, ne de bir koruyucu." (Er-ra'd süresi (13üncü süre) 37’inci ayet)
4- "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki (emr olunduklarını) onlara apaçık anlatsın. Artık Allah kimi dilerse sapdırır, kimi de dilerse doğru yola götürür. O, (iradesinden) yegâne (haakim ve) gaalibidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir." (İbrahim süresi (43’üncü süre) 3’üncü ayet)
              3- "Hakıykat biz onu, (Onun ma'nalarını) anlayasınız diye, Araçça bir Kur'an yaptık."
(Ez-Zuhruf Süresi (43’üncü süre) ‘üncü ayet)
              2- "Hakıykat biz onu, (ma'nasına) akıl erdiresiniz diye, Arabca bir Kur'an olarak indir­dik.”
(Yuusuf süresi (12’inci süre) 2’inci ayet)
                            Osman Türkoğuz;”NURCULUK”,İnançlara ve Akla Ters Bir Yaklaşım/Müslümanlığa Endirekt Bir saldırı. S.63–75

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi