9 Mart 2010 Salı

5. BOYACI AHMET'İN SEVDALI YAVUKLUSU

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı
06 Temmuz 2009

BOYACI AHMET’İN SEVDALI YAVUKLUSU!

Alman Genelkurmay Başkanlığı, Alman askerlerinin kültür seviyelerinin subayların kültür seviyesinin çok üstüne çıktığını görerek, Alman subaylarının üniversitelerde okumalarına karar vermiş.

Cümle çok uzadığından, karar tarihini cümlenin içine sokamadım!
Çok sıkı durunuz: Karar tarihi,1974 senesine aittir.

Türk Askerine dışarıdan bakarsanız, hepsini de ayni görürsünüz. Onların içlerine, ruhlarına girmek, başlıkla denize dalmak gibidir.

Besançon Üniversitesinde; Fransızca tekâmül kursuna gittiğimde, Avustralyalı Bay Roz ve eşi Bayan Elizabeth benimle ve diğer Türklerle çok ilgilendi. Bu ilginin nedenini, bir toplantıda anlattı.

1950 senesinde; Komünizmi önlemek! İçin Kore’ye Türk Askeri gönderilmişti.
Dede Roz:”Torunum Roz; Kore’ye iki bilet aldım; Türk Askerlerini seyretmek için. Hazırlan, yarın gidiyoruz. Ben, Türk Askerinin ne yiğit olduğunu Gelibolu cehenneminde yaşayarak öğrendim. Bu Kahramanların torunlarını senin de görmeni çok istiyorum”,demiş.
Gitmişler. Bay Roz: ”Bol gelen Amerikan üniformaları içersinde, küçücük askerleri gördüğümde, çok gülmüştüm. Dedem beni uyardı: ”Yiğitliğin boyla ve parlak üniforma ile bir ilişiği yoktur. Bunların dedeleri, parlak üniformalı bizleri, ayaklarında çarık, sırtlarında da eski, püskü üniformalar içinde yendiler.” Demiş.
Bay Roz; bir yemekli toplantıda; ayağa kalkarak; kadehini TÜRK ASKERİNİN ŞEREFİNE kaldırdı. Türk Askeri için yanlış görüşe saplandığı için de bendenizden özür dilediydi.

Bir gece dersinde; mutlak ölümle sonuçlanacak bir göreve kim gönüllü olacak? Diye sorduğumda, Uşaklı bir jandarma eri, ayağa fırlayarak künyesini okuduktan sonra: ”Hiç gönüllü çıkmasa da, ben varım Komutanım!” Dedi.
Ben de şaka olsun diye takıldım:
“Hadi sende bacaksız!” Dediğimde, kulağıma küpe olacak şu yanıtı aldım:
“-ALTININ DA, BOYU KÜÇÜK AMMA! BİR DEMET BANKNOTUN IRZINA GEÇİYA! Sayın komutanım!”

Piyade Atış Okulunu bitirdiğimde, Urfa’daki J. Er. Eğitim Tabur. Komutanlığı emrini çekmiştim. 3’üncü Er Eğitim Bölüğüne verildim; sonra da bölük komutan vekili oldum.

Eyyubiye türbesi civarında eğitim alanımız vardı. Sabahleyin bölük eğitime giderken, Antep fıstığı ağaçları ile dolu bir evin yanında, yürüyüşlerini düzenleyen türküyü değiştirdiklerini fark ettim.”Yine yeşillendi fıstık dalları”, diye başlıyorlardı ol Türküye.

Sordum ve öğrendim; bu fıstık korusunun sahibinin, 30,000Tl. Başlık parası istenilen çok güzel bir kızı varmış. Bir gece eğitiminde; istirahat verdiğimde, J.Çavuşu Bilal Kırtıl ve J.Onbaşısı Şerafettin yanıma geldiler. Konuşmak için izin istediler. J.Onbaşı Şerafettin, bilgisi ve kişiliği nedeniyle tüm eratın saygı duyduğu bir askerdi:
“-Komutanım; biz düşündük ki, sizin paraya ve pula değer vermeyişiniz, sizi bekâr bırakacak. 30,000’lik Kızı, sizin için kaçırmaya karar verdik. ‘Olur!’ deyin yeter. Tüm ceza sorumluluğu biz ait olacaktır!” Dedi.
Hemen onları, üzerinde oturmakta olduğum duvarın üstüne oturttum:
“-Beni can kulağınızla dinleyin ve anlatacağım şeyleri de noksansız olarak, 3’üncü bölüğe anlatın. Bu bir emirdir.” Der demez, ikisi de ayağa fırladı ve “EMİR AYAKTA DİNLENİR, SAYIN KOMUTANIM!” Diyerek, esas duruşa geçtiler.
”Sizin ve benim beğenmiş olmamız, bir kızı kaçırmamız hakkını bizlere vermez. Sizin ne kadar zeki olduğunuzu biliyorum. Bu koruluğun etrafında, yanık, yanık kaval çalan Çoban da gözünüzden kaçmamıştır. Ya; o güzel kız bu çobana âşık ise. Kızın da beni istemiş olduğunu düşünelim; ya kızın yaşı küçükse; ya da ailesi evlenmesine izin vermezse. Ya da, kızcağız beşik kertmesi ise. Hepsi de tamam deyelim; ya kültür farklılıkları? Ben, böyle bir karar verirsem; benim istediğim kızın da yaşı ve gönlü benden yanaysa; ailesi de Ol kızı bana vermezlerse; adresleriniz arşivimde, sizleri yardıma çağırmayan namerttir;” dedim ve eğitim başlama düdüğünü öttürdüm.

Ertesi sabah; aynı yol ile eğitim alanımıza,”yine yeşillendi fındık dalları,” marşımızla geldik. Eğitim programımız, kim yaptıysa; ”orman muharebesi; ormana giriş, orman içinde ilerleme ve ormandan çıkıştı.”

Eğitime yardımcı şeyler anlatarak eratın ilgisini anlatacağım konuya çekmekte üstüme kimseler yoktu. Ders düzenini aldırdım ve günün ders programını anlattıktan sonra, konuşmaya başladım:

“Arkadaşlar; ORMAN MUHAREBESİ, TOPÇULUKLA ve AŞK aynıdır, üçünde de üç safha vardır:
1-Ormanın içine girmek,
2-Ormanın içinde tertiplenmek,
3-Ormandan çıkarken yeniden tertiplenmek.

Ötekilerde de:
1-Hazırlık safhası,
2-Dolduruş safhası,
3-Ateşleme safhası. Hazırlık safhası ne kadar uzun ve başarılı olursa, sonuç ta o kadar başarılı olur.

Her iki olayda da yalınız ateşleme safhası kullanılırsa, mermiler boşa gider. Bugüne kadar gördüğünüz sinirli kadınlar ve sinirli topçu subayları, kısa süren bir dolduruşun başarısızlığa mahkûm ettiği kimselerdir. Yeni gelinlerin ve acemi topçu subaylarının sinirliliklerinin nedenini anladınız mı?” Dediğimde; ”ANLADIK KOMUTANIMMM!” Bağırması Urfa’yı bile inletmişti.

Bir de ne göreyim, tabur komutanımız, bize doğru gelmiyor mu?
”Osman, yeni eğitim metotları kullanarak, ders anlatıyor!” Anlatımın doğruluğunu denetlemeye geldiğini hemen anlamıştım. Şimşek gibi fırlayıp, çok sert bir esas duruş göstererek tekmilimi verdim:
“Üçüncü Jandarma er eğitim bölüğü, bir subay, üç astsubay, 24 çavuş,24 onbaşı ve ikiiyüzelli erle emir ve görüşlerinize hazırdır komutanımım’.
Benim yönüm, 30,000Liğin evine dönüktü. Pencereden, beyaz güvercin gibi bir elin aceleyle bana el salladığını görmemle birlikte: ”VAY ANASINI!” Demem bir oldu. Komutanım geriye dönerek:
“Bu da tekmile dâhil mi, TÜRKOĞUZ!” Dedi.
“Hayır, Sayın Komutanım, bu, akşamki bir teklifin yanıtına dâhildir!” Dedim ve dersin konusunu anlattım. Komutanımız, ellerini arka altta kilitleyerek, bölüğümü şöyle bir gözden geçirdikten sonra
“Bu dersi kim anlatacak? Diye sormasıyla, üçsüz el birden havaya fırladı. Gök kubbe çökse askerimin parmakları üstünde kalacaktı. Komutanımızın parmağı, havada dolaştı ve dolaştı. Sonunda, elini en yukarıya kaldıran Bayram Ali Şip’in gözüne saplandı.
İçimden bir eyvah, dedim.”Sen anlat, dedi. Emrinin akabinde; bu tekmil de, 30,000’likin evinin pencere tüllerini yeniden havalandırdı.

“Bayram Ali Şip,1938 Çine; emredin komutanım. Dersimiz Orman Muharebesi. Orman muharebesi, topçuluk ve aşk, birbirlerine benzer. İçine girmeye hazırlanmak, içinde ilerlemek ve dışarıya çıkmak. Topçuluk ta aşka benzer, her üçünün de üç safhası vardır. HAZIRLIK, DOLDURUŞ VE ATEŞLEME SAFHASI. Ateşleme safhası, uzun bir hazırlık ve dolduruş safhasını izlemezse, YENİ GELİNLER DE, ACEMİ TOPÇU SUBAYLARI DA SİNİR KÜPÜ OLURLAR, SAYIN KOMUTANIMMM!” Komutan bir bana döndü, bir de yana döndü, sonra da 30,000’likten yana döndü ve bağırarak.
“Doğru mu arkadaşlarrr! Diye sorduğunda; üç yüz ses yeri ve dahi göğü inletti.
“DOĞRUDUR KOMUTANIMMM!”Komutanımız, gülen bir yüzle bana dönerek:
“-Aferin Teğmenim, bölük böyle yetiştirilir. Yarın öğle yemeğinde; 3’üncü bölüğe, kantinden üç kilogram Tahin helvası verilecektir, size de Sayın Teğmenim, eğitime getirmiş olduğunuz yeni eğitim metotları nedeniyle bir taktirname verilecektir. Asker arkadaşlarımız, bugünkü derslerini mükemmelen öğrenmişler. Karşı fıstık bahçesi sahibine ben rica edeceğim, asker arkadaşlarımız, öğle yemeğine kadar orada istirahat etsinler!” Emrini verdi.

Üçüncü bir sağ ol; o tül perdeyi yine de oynattırdıydı. Sonraları; Guy dö Mopassan’ın bir öyküsünde anlattığı, bir olay aklıma takıldı: Jan; 50 sene önceki sevgilisi Raşeli aklından hiç çıkaramamış. Bir akşam kafayı iyice tütsüledikten sonra, cesaret bularak, gidip te Raşel’e sorayım; evlenme teklif etseydim, benimle evlenir miydi? Raşel’in evinin kapısını çalmış, Raşel, elleri pekmezli, kapıyı açmış; Jan, doğrudan sorusunu sormuş.
“-Raşel; size 50 yıl önce evlenme teklif etseydim, kabul eder miydiniz?”
“- Elli senedir, senin bu salaklığının acısını çekiyorum. Aklın başına yeni mi geldi?

Geçmiş, geçmişte kalır; torunlarımın reçelini kaynatmaktan başka derdim yok, artık”, diyen Raşel, küt! Kapıyı Jan’ın suratına kapatmış. Bendeniz de; bir kere şansımı deneseydim, ne sonuç alırdım, dersiniz!

Uluborlu İlçe jandarma Bölük Komutan vekilliğime atanmam yapılmıştı. Bölük komutanlığı makamı, hükümet konağının içinden yolgeçen bir koridorun iki tarafındaydı. Kaymakamımız, Ülkemizin yetiştirmiş olduğu en zeki, en yürekli ve en vatansever kaymakamlarından birisi olan Sayın Mehmet Can idi. Saimbeyli kaymakamı iken; kendisinden bir haftalık izin isteyen Türkiye Cumhuriyeti Devlet demiryolları İstasyon Şefine, bir hafta izin verdiği için, hakkında tahkikat açılmıştı. Tahkikata gelen Mülkiye Müfettişin soru kâğıdının altına şöyle yazmıştı:
“Adı üzerinde; Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları İstasyon Şefi; Türkiye Cumhuriyetinin bir Kaymakamından dilekçe ile özür izni istemiştir ve anında da izni verilmiştir. Kaymakam, bir ilçede vatandaşlarımızın başvuracağı en üst makamdır. Türkiye Cumhuriyeti adına; o dilekçeye, yetkisizim yazarak iade etmeyi devlet otoritesiyle bağdaştıramadım ve bağdaştıramam da. Çekmecenin anahtarı ve şifre ektedir; bu denli yetkisizlikle donatılmış bir makamdan istifa ediyorum. ”Ortalık birbirine girer.

Isparta Valisi, D.P. İktidarından çekinen bir kişidir. Başvekil Adnan Menderes’e hakaretten 45 günlük hapse hüküm giyen, özel idare memuru Ramazan Bey’e 30 gün normal izininin yanı sıra, 15 günlük te özür iznini vererek, izninde, hapiste yatmasını sağlamıştır. Ortalık toz, duman olmuş, tozlar ve dumanlar kalktığında Sayın Mehmet Can’ın yerinde durduğu gözlemlenmiştir

Isparta Valisi İle bağlı Kaymakamları ile davet ederek, büyükbaş hayvanların dişilerinin Keçiborlu’ya getirilmelerini, oradaki damızlık erkekleriyle çiftleştirilmelerini istediğinde, ayağa fırlayarak: ”Sayın Vali Beyefendi, bu mümkün değildir; zira Uluborlu’nun dişi hayvanları, erkeklerinin ayağına giderek, onları üstlerine bindiremeyecek kadar gurur sahibidirler,” demiştir.

Öğle yemeğinde de, Sayın Vali; “yöneticilik yorucu bir iştir, amma her şeyin başı olmak onur verici bir davranıştır,” dediğinde de; Sayın Mehmet Can ayağa kalkarak:
“-Sayın Valim; büyükbaş hayvanlar, vergiden muaftır!” Demiştir.

İşte, anlatacağım olay bu ilçede ve bu atmosfer içersinde geçmiştir. Gece derslerine girdiğimde; jandarma erlerinin içlerinde bir burukluk olduğunu hissetmiştim Biraz deşince, mesele aydınlandı. Jandarma Eri Çilivrili Mehmet Cinoğlu, :
“-Komutanım, bir jandarma erinin aylık iaşe bedeli (41)TL. Bir zati binek atının yem bedeli (75) TL; Ceza ve tutukevindeki bir hükümlünün ve bir tutuklunun da aylık yiyecek gideri (75) TL. Bizleri at ve hükümlü grubuna alıp ta, tayin bedelimizi onların düzeyine getirmek mümkün değil midir? Karda ve kışta, sıcakta ve soğukta, cezaevinin dışında bekleyenlere (41) TL. İçeride, YANGELİP YATANLARA DA ,(75) TL! Bir Türk Jandarma eri, atlardan ve cezaevi sakinlerinden daha mı düşüktür!

Sabahleyin yazdığım dilekçeyi imzalayarak bana, İlçe J.merkez karakol Komutanına geri verdi. Dilekçe, benim kanalımla, kaymakamlığa gidecekti.
Dilekçe, şöyle yazılmıştı:
Dilekçenin baş tarafına talimatına uygun bilgiler yazıldıktan sonra:
“Komutanlık önüne/Uluborlu,
Yukarıda adı ve künyesi yazılı olan ben, J.Eri Mehmet Cinoğlu,15 aylık askerim. İlçe merkezimizde polis gücü de yoktur. Güvenlikten sorumlu olarak, dağ, tepe dolaşmakta olduğum gibi, adli kolluk görevimi ve Cezaevini koruma görevimi de büyük bir gururla ifa etmekteyim. YAKALADIĞIMIZ SUÇLU VE SANIKLAR, CEZA VE TUTUK EVİNDE, YAN GELİP YATTIKLARI HALDE, 75 TL. Yiyecek bedeli ile beslenmektedirler. Zati binek atıma da 75 TL. Yem bedeli ödenmektedir. Atım da, hükümlü ve tutuklulardan utandığım gibi, kendimden de utanıyorum. Anama, Babama ve Eşime, zati binek atımın 41TL. Yem bedeli aldığını, benim de 75 TL. İaşe bedeli aldığım yalanını söylüyorum.
Diyeceksiniz ki: ”Türk askeri yalan söyler mi!” Türk askeri, büyüklerinin düşünemediği onurunu korumak için yalan söylemek zorundadır. Benim, zati binek atı ve cezaevi misafirleri statüsüne alınmama delaletlerini saygı ile arz ederim”

Merkez j.Karakolunda, gece dersi verirken, Sayın Kaymakam Mehmet Can, karakola geldi. Dikkat çekip, tekmil verdim. Jandarma erlerine hitaben, konuşabilir miyim’ Diye kibarca sordu ve erlere:
“-Bir isteğiniz var mı?” Diye sorduğunda, bizim Çivrilli ayağa kalkarak: ”Evet, var Sayın kaymakam Bey!” Dedi ve ekledi. ”Allah, sizi ve komutanımız jandarma üsteğmeni Osman Türkoğuz’u başımızdan eksik etmesin!” Dedi.
Kaymakam Bey; bana hitaben:”Sayın Komutan Bey, çiftçi mallarına talimat verdim, her ayın biri ve 16’sında komutanlığınız emrine, jandarma karakol eratının iaşesi için, iki koyun verilecektir. Ayrıca; her ay, on günlüğüne kaymakamlık emrine tahsis edilen araç ta komutanlığınızın hizmetlerinde kullanılacaktır.” Dedi ve izin istedi.
Erlerin sağ ol! Diye bağırmaları, sessizliğin kalbine bomba gibi düşmüştü.

Jandarma genel Komutanlığını emirleri doğrultusunda; yakın yerlerdeki evli jandarmalara onar gün bayram izini verilecektir. Bizim Çivrilli izin kâğıdını aldığında, çakı gibi selam vererek: ”Sayın Komutanım; ne zaman döneyim?” dediğinde:
“-Ulan oğlum Mehmet; karını bıktır ve dön, gel!” Dedim. Yirmi gün oldu, Çivrilliden ses ve seda çıkmayınca; Çivril İlçe jandarma bölük Komutanı Rahmetli Ziya Gülcüye telefon ederek, yakalanıp, gönderilmesini istedim. Çivrilli, ertesi günü, ikindi üzeri karşıma dikildi ve tekmilini verdikten sonra da:
“-Beni emretmişsiniz Sayın Komutanım!” dedi. Bana bir kalın sopa getirin, diye emir verdiğimde:
“Sayın Komutanım; savunmasını almadan, tanıklarını dinlemeden ve kanıtlarını incelemeden hiçbir kimse hakkında karar vermeyin!” Diye, bize siz öğretmiştiniz. Ayrıca da, izin ortasında, yetkili sağlık kurullarından alınacak raporun da, izinin geri kalan kullanılmamış kısmını rapor sonuna taşıyacağını da siz öğretmiştiniz. Benim, daha iki günlük izin hakkım var!” Dedi.
“-Bu durumunuzu neden bildirmediniz?”
“-Sizin sezgi gücünüze bırakmıştım, Sayın Komutanım. Bana 10 gün daha izin verir misiniz?”
“-Senelik izninize mahsuben verdim, gitti.”
“-Ne zaman dönmemi emredersiniz!”
“-Bu sefer de sen bıktığında dön!” dediğim de:
“-Sayın Komutanım, bu vatanın bana ihtiyacı olmasaydı, komutanım, elin jandarma komutanına yüz sürerek beni istemezdi. Ben, bana ihtiyaç duyulan bir yerde görev yapmayı, karımın sıcacık yatağına tercih ederim. İzinim kalsın Sayın Komutanım,” dedi.

Jandarma Er Eğitim Tabur Komutanlığına yeni silahlar verilmişti. Bunların teknik resimlerini, nasıl yaparız diye tartışırken, bir evrak vermek için, odama 2’inci J.Er. Eğt. Bölüğünün yazıcısı girdi. Meslek sanat’ta çizdirmesine karar vermişken, Bölük Komutanı ile birlikte o yazıcı odama geldiler. Bölük komutanı: ”Çizilecek teknik resmin aslını verirseniz, bölük yazıcımız bunu çoğaltabileceğini söylüyor,” dedi. Bana, yarın sabah, 125 adet bu silahın teknik resmi gerek. Bu gece yetiştirebilir misiniz?” Dediğimde; gayetle sakin bir şekilde:
“Bit tabii Sayın komutanım!” Dedi. Sabahleyin erkenden, makamıma geldiğimde,125 teknik resmi masamın üstünde buldum ve ol yazıcıyı çağırttım. Hemen geldi.
“-Tahsiliniz nedir, hemen söyler misiniz?” Dediğimde de şu yanıtı verdi:
“-Komutanıma ve kimselere söylememeniz koşulu ile İstanbul Teknik Üniversitesi son sınıfında, bir dersten takıntılıyım ve sizin taburunuzda benim gibi on kişi daha var”, dedi.
Bendeniz emekli olduktan sonra, Balıkesir postanesi damgalı bir mektup aldım. Balıkesir’de Kurulu bir tarım aletleri fabrikasının genel müdürüymüş.

Tabur terzisinin nişanlısı İsviçreli bir Hanım Doktor çıktı.
Uzatmayalım, lojmanımızın iç boyaları dökülmüş. Cumartesi günüydü, taburun boyacısı Eskişehirli Ahmet’i çağırdım. Ahmet’te ve Sayın Hamret Hanımda bir tuhaflık olduğunu sezdim. Ahmet, ezilip, büzülüyordu.
“-Ne var Ahmet ?” Dediğimde, koynundan bir zarf çıkardı.
“-Esas duruşunu da hiç bozmadan:
“-Sayın Komutanım, affedersiniz, ben nişanlıyım Nişanlım, bu mektubu size vermem için ısrar etti.
Zarfı açtım; içinden bana yazılmış bir mektup ve bizim boyacı Ahmet’in yavuklusunun boynu bükük bir resmi çıktı. Mektup bana yazılmış, özel bir mektup olduğu halde, sizlere de anlatmamda bir sakınca yoktur:
“Osman Türkoğuz Bey,
“Sizi hep Ahmet’imden dinliyorum. Bunun içinde; sizin insan yüreğinize yazmayı uygun buldum. Sevgi dolu şiirlerinizi Yavuklum, Ahmedim bana da gönderdi. Sizin, asker olsanız bile, sevenlerin duygularını en iyi anlayan büyüğümüz olduğunuza da yürekten inandım. Ahmedim için yanıp, tutuşuyorum. Ya ona izin verin, buraya, Eskişehir’e GELSİN, YA DA BENİ O’NUN YANINDA ASKERE AL. Ya da, akıl vermek gibi olmasın, beni tabur konuk evinde konuk et.
Ellerinizden öperim, siz bilirsiniz. İmza; Ahmedimin Yavuklusu Ayşen.

Bu yazı, dünyalar güzeli bir genç Kızın, boynu bükük fotoğrafının arkasına yazılmıştı.

Telefonla; tabur nöbetçi subayı Sayın Üsteğmen Ali Reha Gürtuncu buldum. Bu Subayım, Albay rütbesinden emekli olarak, Karşıyaka’ya yerleşmiştir. Hayatımda tanıdığım insan gibi insanlardan birisidir. ŞU EMİRLERİ VERDİM:
*Personel Astsubayı J.Astsubay Başçavuş Sayın Ali Altınsoy; hemen tabur karargâh ve servis bölüğünden Ahmet Severay! ın onbaşılığa terfi emrini yazarak, Lojistik şubesine, bölük komutanlığına ve harekât ve eğitim şubesine dağıtımını yaparak imzaya hazır hale getirecektir.
*J. Eri Ahmet Severay’ın vücut ölçüsü 54 bedendir, postal numarası da 42’dir. Depodan yeni bir takım hazırlanacak ve Onbaşılık terfi işaretleri de dikilecektir.
*Kantin astsubayı Sayın Ali Tuzcu;
-Eskişehir için, saat 19 otobüsünden bir kişilik yer ayırttırarak, bedelini kantinden ödeyecektir. Ayrıca dönüş bilet parasını ve iki günlük harcama giderlerini de hesaplayarak, Anılan J.Onbaşısına verecektir. Ayrıca, Jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın yavuklusu Sayın Ayşen Hanım için de, taburumuzun şerefine yakışır bir armağan alarak, üstüne güzel bir mutluluk yazısı yazdıracaktır.
*Personel Subayı Üsteğmen Sayın Kemal Atadan, nişanlısı özlem hastalığına tutulan jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın Eskişehir’e görevlendirildiğine dair bir tabur emri yazarak gerekli dağıtım yerlerini belirtsin,
*Tüm bu işler, iki saat içersinde yapılarak, imza işlerini tamamlamak için, bana bildirilsin. Beni tabura almak için komutanlık aracının da, saat 16,00’da; tabur komutanı lojmanında olması sağlansın.
Gözlerim dolu, dolu, lojmanımın yanında bulunan parka kendimi zor attım. Sayın Hamret Hanımın ve beni çok güçlü bilen iki oğlumun ve Sayın jandarma Onbaşısı Ahmet’in yanında ağlayamazdım.
Parkta, bir sıraya oturdum, elimde Sayın Bayan Ayşen’in boynu bükük fotoğrafına bakarak, doya, doya ağladım. Rahmetli Halide Edip Adıvar;“Türkün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde; Burdur’da misafir kaldığı evin genç kadınıyla yaptığı sohbet aklıma geldi.
Kocası askerde olan bu genç kadın; onun izine geldiğinde, onunla nasıl hasretle sevişeceklerini anlatmıştı. Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, bu öyküyü dinlediğinde:
“-Yahu Halide Onbaşım; ben, onları eşeklerin üstünde giden birer, torba sanırdım!” Demiş ve 20,000 askerine, o felâketli günlerinde, senelik izin vermişti.
Şimdi de, seven BİR TÜRK KIZI, TANIMADIĞI BİR KOMUTANA, YÜREKLER DOLUSU, BİR MEKTUP YAZABİLİYORDU! EY! MUSTAFA KEMAL, EY! MUSTAFA KEMAL BU SENİN ESERİNDİR, dedim, hıçkıra, hıçkıra yeniden ağlamaya başladım. Bereket versin parkta kimsecikler yoktu.

O Güzel yavuklunun fotoğrafını önüme koydum. Kendimi de jandarma Onbaşısı Sayın Ahmet Severay’ın yerine koyarak, aşağıdaki şiirimi yazdım:

BOYNU BÜKÜK RESMİNİ!

Boynu bükük resmini öpe, öpe soldurdum,
Dudağının üstüne bin öpücük kondurdum.
Gelirsin bir gün diye, tüm gülleri soldurdum,
Dizlerinde ölseydim, ölümsüz can olurdum

Gözlerinde yeniden hayatımı bulurdum,
Koynuna sokulurdum, ruhuna sokulurdum,
Önce SENİN olurdum; sonra BENİM olurdun;
Yaşanmamışı yaşar, gözlerinde ölürdüm.



Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi