19 Nisan 2010 Pazartesi

93- DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            Çeşmealtı; 05 Temmuz 2009


                                         93- DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            Doğamızda bulunan,  canlı ve cansız, her nesneye mutlaka bir ad konulur. Tüm uygarlıklarda da bu böyledir.
Yalınız; Orta Asya Türk Toplumlarında, tüm erkekler adsız doğarlar, topluma yararlı bir iş yaptıklarında ancak ve ancak bir ad sahibi olurlardı.
Tanrımıza bin şükür bu geleneğimiz kalkmış; yoksa adsız ölüp te gidecektik. Adsız ölenleri de cennete almayacaklarına göre, oralarda da adsız olarak sürünecektik. Zebanilerin işleri de zorlaşacağından, Roma usulü birer numara ile adlandırılabilirdik.
            Her ŞİİR, şiir yazanının gönlünden fışkıran yeni bir doğumdur. Her yeni doğan adlandırıldığına göre de, her şiire bir ad vermek gerekir.
Ozanlar ölürler, Ozanlara ilham verenler de ölürler, şiirleri verdikleri adla, ölenlerin anılarıyla birlikte yaşarlar.
Sayın Ahmet Avcının Sitemize asmak lütfunda bulundukları GÜZELİM ANNABELLE LEE, Yazarı Edgar Allen Poe’nun veremden ölen yeğenidir. Rahmetli Edgar da ölmüştür. Bu gibi insanlara ölmüş demek biraz kıskançlık eseri olsa gerektir.
Amerika neresi, ondokuzuncu asır neresi! Neden tüm dünya’da yaşıyorlar. Bizler ölüp te gideceğiz, onlar o şiirle birlikte sonsuza kadar yaşayacaklar.
            İşte, sırf bu gelenek nedeniyle, şiirlerime bendeniz de birer ad veririm. Biraz haddimi aştığımın da farkındayım. Acaba diyorum kendi, kendime, şiirlerimi Roma usulü numara ile çağırsam mı? Numarada yaşamak ta hoşuma gitmiyor! Okulda numara, askerlikte numara, vergide numara, vatandaşlıkta numara! Numara! Diye, diye; tüm insanlarımız ve dahi tüm politikacılarımız NUMARACI OLUP ÇIKTILAR!
Ergenekon’da da baskınlar numaralı değil mi!
            Benim şiirlerimin de birer doğum öyküsü vardır. Sayın Bayan Adalet Pelit Hanım: ”Şiirin ya adı ya da finali güzel olur!” demişti.
Bendeniz; şiirlerimin tadları Güzel olsun istiyorum. Yine de enayiliğim tuttu. İstemek ayrı şey, yaratmak ayrı şey.
Gazetelerimiz yazmıştı. Erkek çocuk isteyen bir aile, son çocuklarını da kız olarak doğuran gelinlerini çocuğu ile birlikte kaderlerine terk etmişler.
Ulan salaklar, tarlanın ne kabahati var?—Bakara, İNEK, suresi, 223’üncü ayet—Sizin tarlanız, TANRIMIZA EN YAKIN OLAN BİR CANI YARATMIŞ!       
Bendeniz; bu gibi çağdışı yaratıkları lanetler,  OL KUTSAL HANIMIN DA
 ELLERİNDEN ÖPERİM.
            Alt yapıyı sağlam tuttunuz mu, depremden de korkunuz olmasın.       
27  Mayıs 1977 tarihinde; Manisa’nın Demirci ilçesinde, ölümle başlayan kanunsuz bir gösteri ayaklanmaya dönüşmüştü.
Manisa il merkez j.Bölük Bölük Komutanı j.Yüzbaşı Sayın Ahmet Avcıyı yerime vekil bırakarak, Sekiz Jandarma ile Demirci’ye yetişerek, bir saat içersinde, ayaklanmayı bastırıp, yeni bir sistem yaratarak, (66) sanığı da adliyeye sevk dererek tutuklanmalarını sağlamıştım.
Rahmetli İrfan Özaydınlı, İç İşleri Bakanımızdı. Jandarma Genel komutanı Korgeneral Sayın Şahap Yardımoğlu geldiler, ilçede güvenliğin sağlanmış olduğunu görerek çok memnun oldular.
Komutanımız Korgeneral Sayın Şahap Yardımoğlu, bendenizi bir kenara çekerek
            “-Sayın Albayım, size bir teklifim var!” Dediler. İfadelerinden, bir külfetle burun, buruna olduğumu şıp! Diye anlamama rağmen, ayağa fırladım,  sert bir esas duruş göstereyim derken—Hâlâ sağ ayağımın topuğu sızlıyor!—ayağımı incittim
            “Emriniz olur;  Sayın Komutanımız!” Dedim. Yanağımı okşadı ve baklaları önüme seriverdi.
”-Sizin Manisa il merkez jandarma Bölük Komutanınız, çok Babayiğit bir jandarma subayı, O’NU Jandarma Genel komutanlığına alayım, size de istediğiniz bir Jandarma subayı vereyim,” emrini verdi.                                  
            “Emriniz olur, Komutanım, Manisa İl merkez Jandarma bölük Komutanını alın; yerine de J. Yüzbaşısı Sayın Ahmet Avcıyı verin. Ankara’nın O’NU bozmasına izin veremem!’ Dedim.”
“Anladım, Albayım!” Dediler. Okuduğunuz gibi, “SAYIN!” Sıfatımı yitirmeme karşın; Jandarma Yüzbaşısı Sayın Ahmet Avcıyı yeniden kazandım!
Cebimde; onun gibi meslektaşlarım sayesinde; ayaklanma sonunda yazmış olduğum şiir vardı. O’nu, çıkarıp ta okuyayım diye düşündüm, sonra da vazgeçtim.
Neden mi vazgeçtim, onu da anlatayım: Beni çekemeyenler; ”hep şiir yazıyor!” diye rapor etmişler. Bu, övünç verici huyumu şöyle savunmuştum:”
            “Komutam altındaki İL JANDARMA ALAYIMLA, Manisa’yı şiir yazılabilecek bir hale koydum!”
Şimdi, uzatmayalım da, elime yeni geçen o şiiri beraber okuyalım:
              
                        DEMİRCİ DAĞINDAYIM!

            Demirci dağında gezerken bir gün,
            BEN; neler düşündüm, neler düşündüm!
            Yemyeşil yapraklı dallar altında,
            Başak saçlarınla SENİ düşündüm.
           
            Demirci dağında gezerken bir gün,
            Dört mevsim solmayan GÜLLER düşündüm,
            Demirci dağında gezerken bir gün;
            Ben, SENİNLE BENİ düşündüm.
            Pembe yanağında güller düşündüm,
            Upuzun boyunda eller düşündüm,
            Sarı saçlarında yeller düşündüm.
           Dizine dökülmüş diller düşündüm

            Demirci dağında neler düşündüm?
            Hep SENİ düşündüm, hep BENİ düşündüm.
            Demirci dağında, bir isyan günü,
            Bembeyaz gerdanında benler düşündüm,
            O turunç memende eller düşündüm.
            Demirci dağında A SARIGÜLÜM,
            BEN, SENİ düşündüm, ben BENİ düşündüm.

                                   NOT: o zamanlar düşünmek suç değildi A GÜLÜM!
           



Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi