13 Mart 2010 Cumartesi

23. ÖZGÜN DİLİ OLAN TOPLUMLAR ULUSTUR; GERİSİ BOŞTUR

Osman TÜRKOĞUZ
İzmir
01 Ocak 2009


ÖZGÜN DİLİ OLAN TOPLUMLAR ULUSTUR; GERİSİ BOŞTUR.


“Pers Irkına ölüm yoktur; çünkü O, diline kavuşmuştur.” FİRDEVSİ.
O.Türkoğuz,“Türkçemize yapılan şerefsizce saldırılar. Manisa İl J Alay Komutanlığı, 1977 yılı Günlük Emri.”


Ölmüş bir dil olduğu halde; bilimsel çevrelerde hala yaşatılan; canlıların her türüne, ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, böceklere ve balıklara ad vermede kullanılan LATİNCE, birçok dilin de yaratılmasında temel olarak kullanılmıştır. Fransızça, İngilizce ve Almanca’nın temeli Latince’dir.
“Sarhoş kafayla Almanca konuşursanız, İngilizce konuşmuş olursunuz” sözü çok düşündürücüdür!
Roma İmparatorluğunun en görkemli devirlerinde; Fakir Romalı askerlerle Galyalı kadınların evlenmeleri Fransızça’yı yaratmıştır. Galyalı Kavimlere egemen olarak gelişen Fransızça da, Fransız ulusunu yaratmıştır. Fransız ulusunun eti ve kanı, Romalı ve Galyalılardan oluşmuş; manevi dokusu da, Fransızça’dan oluşmuştur. Ünlü bir Fransız: “ Fransızça benim onur bayrağımdır” demiştir.
Fransız Bilimler Akademisi, Fransız yazar ve ozanları el ele vererek, 330.000 kelimeyi incelemişler, 8000 fiili guruplara ayırıp, çekim kurallarını belirlemişlerdir.
Aya ayak basıldığında, “Descendre ala Lune” diyeceklerine bunu “alunir” fiili ile ifade etmişlerdir.
Montaigne, Rabelais, Lafontaine, Montesqieue, Ansilopediciler, Moliere, diAlemberte, J. J. Rousseau, Honore de Balzac, Voltaire, Victor Hugo, Alexsandre Dumas Piere ve Dumas fils, Boudlaire, Paul Verlaine, Arthur Rimbeau, Fransızça’yı evrensel bir dil haline getirerek, ulusal birliği pekiştirmişlerdir.
19’uncu ve 20’nci yüzyıl Fransız yazarları da bu dili nakış gibi işlemişlerdir. İtalyan asıllı Emile Zola, 40 cilt eseri ile Fransızça’ya ayrı bir renk katmıştır.
İngilizlerin de aynı doğrultuda çalışmaları, İngilizce’yi evrensel ve diplomat dili haline getirmiştir. V. Sheaspeare, 500 yıldır tüm dünyanın övünç kaynağı olmuştur. Cervantes ve Don Kişot, İspanya ile özdeşleşmiştir.
Resimde, müzikte, piyes ve roman dalında; Almanlar da dillerini evrensel boyuta taşımışlardır. Goethe’nin Faust’u, Genç Verther’in Acıları, 18, 19 ve 20’nci Asırları etkileyebilmiştir.
Eric Maria Remargne’in, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, romanı tüm ulusları etkilemiştir.
Baht, Mozart, Vağner ve Bethaufen, yarattıkları müzikle Alman toplumunu sımsıkı kenetlemiştir.
19’uncu asrın ortalarında; Viyana’da yaratılan Vals müziği, Alman ulusu için coşkuda birleşme çağını tamamlamıştır.
Firdevsi, Şehname’yi yazıp bitirdiğinde; “Pers ırkına ölüm yoktur; çünkü o, diline kavuşmuştur” demiştir. Şehname, Türk Hakanı Gazneli Mahmud’a sunulmuştur.
Gazneli Mahmud’un Firdevsi’ye gönderdiği bir deve kervanı para, Belh şehrinin bir kapısından şehre girerken, Firdevsi’nin cenazesi şehrin öteki kapısından, mezarlığa doğru götürülmekteymiş. Boşuna söylenmemiş; “ açlıktan öldürülen büyük adamlar, ekmek ve su istemeyen heykellerle yaşatılırlar” diye!
TÜRK ULUSU, OĞUZ’UN 24 boyu esasına göre şekillendiğinden, merkezi bir otoritenin de oluşmaması nedeniyle, her boyun ayrı bölgelerde; ayrı, ayrı devlet kurmaları, Türkçe’yi iki büyük lehçe ve 23 ağızda biçimlendirmiştir.
Kaşgarlı Mahmut’un 1072’de yazıp Abbasi (Bağdat) Halifesine sunduğu DİVAN-Ü LÜGATİ’T TÜRK adlı ünlü eseri UYGURCA’DA kalmıştır.
Yusuf Has Hacip’in KUTATGU-BİLİK (Saadet Veren Bilgi) adlı ünlü yapıtı da bütün Türk boylarının birleşme ve kaynaşma kaynağı olamamıştır.
Aydın, yönetici ve halk ayırımı; aydın ve yönetici sınıfını Farsça’nın ve Arapça’nın kölesi yapmıştır. Alevi halk ozanlarının önderliğinde; Anadolu Türk halkı, Türkçe’yi işlemişlerdir.
Fars uşağı Celaleddin’e, Yunus Emre Türk tokadı vurmuştur. Türk halkı, devlet desteği ve aydın yardımı olmadan, Türkçe Türküleri ve Manileri günümüze taşımasını bilmiştir.
Karacaoğlan’a ve Köroğlu’na Orta Asya Türk toplulukları da sahip çıkmıştır. 25 değişik yöredeki Türk topluluklarında, Köroğlu efsanesi, aynı biçimde anlatılır.
Küreselleşme masalı, “Türkçe diğer dillerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır” direktifini de sulandırmıştır.
Osmanlının Arapça ve Farsça’ya yönelmesi, Anadolu Türk halkının anadili Türkçe’ye dört elle sarılmasına neden olmuştur.
Günümüzde; bu etki ve tepki tersine dönmüştür. Aydınlarımızda ve şehirlilerimizde başlayan yabancı sözcük kullanımı, halkımızı da etkisi altına almıştır.
Aydının ve dahi şehirlinin, şıngır, şıngır, mıngır, tangır tungur müziğe yönelmeleri; halkımızı da Arabesk salgınına itmiştir.
Turizm edebiyatına sığınarak, sabahlara kadar gürültü yayan Bar ve Pavyonların ülkemizi istilası, halkımızın tepkisini çok yanlış boyutlara taşımıştır. Gürültüyü, yozlaşmayı modernlik olarak algılayan halkımız, ilkel Arap’ın şekilciliğine dini gelenek diye, sarılmıştır.
Tüm Türk toplumu, Türkçe yatağından sıyrılıp, taklit vadisine girmiştir.
Bazı aydınlarımız ve politikacılarımız, bozulmanın faturasını Laik ve Demokratik Türkiye Sosyal Hukuk Cumhuriyeti’ne kesmişler, Osmanlıyı çürütüp yok eden olguları reçete diye sunmakta diretmişlerdir.
Norslu Said Okur; sırf Türkçe’yi bozmak, Türkçe’nin birleştiriciliğini önlemek için, akla, mantığa, ilme, dine ve hiçbir dile sığdırılamayan Nur Risaleleri denilen zırvalarını İslam Dini diye, halkımızın başına musallat etmiştir.
Politikacılar, çıkar çevreleri ve dış güçlerin desteği ile bu karmaşa her tarafa egemen olabilmiştir.
Cemil Meriç; “Risalei Nurları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir” diye yazmıştır. Ve “ Risalei Nurlar, bizim milli hazinemizdir” demiştir. (O. Türkoğuz, Nurculuk S. 42)
“Risalei Nur, ağdalı, bozuk ve anlaşılmaz bir üslupla yazılmıştır. Cümlelerin kapsadığı fikirler, Kur’an’ı Kerim ayetlerine, Peygamberimizin Hadislerine, din büyüklerinin görüşlerine, bütün bunların yanında, akıl ölçülerine tamamen aykırıdır.” (Turhan DURSUN, Müslümanlık ve Nurculuk. S. 132)
“ Risalei Nur’u okumak, O’na hizmet etmek bir ibadettir. O’na hizmet, Üç aylarda yapılan Zikirlere bile tercih edilmelidir.” (R.N.K. Nur Meyveleri S.66 Mü? BKZ. Norsi)
“Risalei Nur, herhangi bir Sünnetin terk edilmesinden doğacak günahı bağışlar.” (R.N.K.Tiryak S.54 Mü? Bkz. Norsi)
“Peygamberimiz, nasıl Kur’an’ı Kerimin sadece bir tercümanı idiyse, Üstad da Risalei Nur’un sadece bir tercümanı durumundadır.” (R.N.K. Hizmet Rehberi S.73 MÜ? BZ S. Norsi.)
“ Türkçe’miz, seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp, şişmektedir ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.” Ank. Üniversitesinde, R.N. hakkında verilen konferans S. 74 Mü. Bkz. Norsi.
Ankara Üniversitesinin çok sayıda Fakültesi var. Ankara Üniversitesi, Cebeci Ortaokulu mu?
Bu yalana, bu alçakça oyuna inananlara ne denir!
“ Kader bana Türkçe’yi az vermiş, hatta hiç vermemiş; dikkatinizle bana yardım edin. Dilim, düşüncelerime gerektiği gibi tercüman olamıyor. Düşüncelerinizle bu perişan sözleri bir düzene sokarsınız.” (O.Türkoğuz, Nurculuk S. 104, Av. Bekir Berk Nurculuk Davası S.678)
“ Nur Risalelerinin, Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinin hiçbirisini tam bilmeyen, kulak dolgunluğu ile elde edilmiş kelimelerin, yanlış tertip edilmiş örneklerinden ibaret olduğu; bunların mucize, keramet ve Allah tarafından gönderilmiş olduğu yolundaki iddiaların, ya iddia sahibinin kuruntusu, ya da iddia sahiplerince bile bile uydurulmuş bir düzen olduğu. Halkın, bu risalelerin Kur’andan sonra, hatta bazen ondan daha önemli olduğu görüşüne saptırıldığı, bu uğurda hapse girmenin ibadet yerine geçeceği, ölenlerin şehit olup gideceği, nurcu olmayanların imansızlardan, dinsizlerden meydana gelmiş bir kalabalık teşkil edeceği…” (22 Temmuz 1971, Bilirkişiler: Rüştü Şardağ, Mehmet Oruç Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mah. 92 sanıklı Nurculuk Davasındaki gerekçeli kararından, O. Türkoğuz. Nurculuk S. 63.)
Büyük Selçuklu Devletinde dil birliği kurulamamış; Türkçe’nin üzerine Farsça oturtulmuştur.
Selçuklu devleti de, lidere bağlı kaderin kurbanı olmuş, Türkçe konuşan Türkmenlerin hışmına uğramıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti de aynı oyunu oynamış, dilini edebiyatını ve geleneğini Farsça’ya teslim ederek, yıkılıp gitmiştir.
Osmanlı, ilk dönemlerde; Türkçe’yi baş tacı etmiş, Mevlit Türkçe yazılmıştır. Osmanlı Devleti güçlendikçe, Türk dilinden ve Türk töresinden kopmuş, Farsça’ya ve Arapça’ya dört elle sarılmıştır.
Alevi Türkmenlerin ve Türkçe konuşan halkın hışmına uğramıştır. Anadolu’da, 135 halk ayaklanması meydana gelmiştir.
Kayı Boyu motifinin yanı sıra , “Kavmi Necibi Arap’a” ait gaza ve yağma öykülerine sığınılmıştır.
Osmanlının dili, devşirme ordusu ve devşirme yöneticileri var iken; dilsizliği, sonunu hazırlamıştır.
Osmanlıca denilen dili, ne konuşan anlar, ne de dinleyen anlardı. Türkçe, Farsça ve Arapça sözcükler ve tamlamalar kullanılarak, Türk Halkından kopuk bir dil oluşturulmuştu. Halktan kopuş, iktidardan ve güçten kopuşu da beraber getirmiştir.
Arap’la ve Arapça’yla İslamiyet karıştırılmıştır. İlkel Çöl bedevilerinin her davranışı örnek alınmış, uyduruk sözler de Arap Peygamberi Hz. Muhammed’e mal edilmiştir. Türk Halkı da çağından habersiz, sosyal bir bataklığın içine itilmiştir. Farsça ve dahi Arapça şiirler ve düz yazı baş tacı edilmiştir.
Yavuz Sultan selim’in, Şah İsmail’e yazdığı mektup çok ilginçtir!
“Ben Fatih Sultan Mehmet oğlu, Bayezıt Han oğlu, Yavuz Sultan selim Han’ım.
Sen ki eşek Türk!”
Türk dilinde eserler verilseydi; Mevlana Türkçe yazsaydı; hiç olmazsa, Anadolu Türk halkı Türkçe’nin şemsiyesi altında, düşüncede, duyguda ve eylemde bir ve beraber olurdu.
Dilsizlik Osmanlıyı bitirdi. Türkü de bitireyazdı.
ATATÜRK sayesinde baş tacı edilen Türkçe, toparlanmış, kullanılma oranı % 15’lerden % 85’lere ulaşmıştı.
Osmanlı artıkları, bu sefer de yabancı dillerin sözcüklerini güzel Türkçe’mizin başına musallat ettirmişlerdir. Hem de, Türk halkını peşlerinden sürükleyerek.
Milli Eğitim Bakanı, Norslu Said denilen ruh hastasını kurtuluş için, lider olarak sunabilmiştir.
Türkçemiz kirlendikçe; Türkiye Cumhuriyeti de her türlü saldırılara açık hale gelmiş, varlığını korumada zorluklara itilmiştir.
Sayın Bayanlar ve dahi Baylar;
Sayın Arap bülbülleri ve dahi USA ve AB horozları; Türkçemize güle, güle dediğimiz gün; demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin bölünmezlik kavramı da, bizlere güle güle diyecektir.
Uyanınız, ESKİ Kültür ve Dahi Turizm Bakanınız, sizler adına, içeride ve dahi dışarıda uyumaktadır!
13 Mayıs 1273’te; Türkçeyi baş tacı yapan Karamanoğlu Mehmet Bey’in ünlü buyruğunu baş tacı etmezsek, başka dilleri konuşan ulusların paspası olacağımızı da unutmamalıyız…
“Bugünden sonra; hiç kimse, sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya…”

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi