10 Mart 2010 Çarşamba

8. İSTANBUL'U ANKARA'YA TAŞIMIŞLAR- 1. BÖLÜM

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir

07 Şubat 2010



İSTANBUL’U ANKARA’YA TAŞIMIŞLAR.
(BİRİNCİ BÖLÜM)

Yaşı biraz ileride olanlar ve Lorel-Hardi filmlerini seyretmiş olanlar hatırlarlar; Lorel ve Hardy, bir piyanoyu gökdelenin 88’inci katına çıkarmak isterler. Ikına, sıkına 88’inci kata ulaştıklarında, piyano kayarak tekrar birinci kata iner. Bu uğraş sürüp, gider. 88’inci kat ve birinci kat arasında bir savaştır sürüp te giden.
Ne zaman başkentimizi tekrar İstanbul’a taşımak fikri ortaya atılsa ve Türklük düşüncesini yok eden ÜMMETÇİLİK söz konusu edilse, yukarıda anlatmış olduğum sahne aklıma gelir.
Her sağ siyasi iktidar, işleri sarpa sardırdığında bu konuları gündeme getirerek tartışmaya açar.
Sayın RTE, doğup büyüdüğü Rize’ye doymuş, İstanbul’a doyamamıştır. Dolmabahçe sarayına geçer, Ankara’da karargâhı bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı Huzuru Hümayununa çağırır, ”iki devlet adamı baş başa ülke sorunlarını görüşürler!”
Ünlü Davos dönüşünde İstanbul’a inerler ve ”Padişahı Zülcelâl!” Olarak karşılanırlar! Ne acıdır ki, Sayın RTE’ NİN “Padişahı Cihan” ilan edilmiş olduğu İstanbul şehri DASİTANE değildir!
Bir Atatürk’ten korkanlar partili; parti kademelerinde yükselebilmek için, verilen akşam yemeğinde:
“BİZ, BAŞBAKANIMIZIN AŞIĞIYIZ. BAŞBAKANIMIZ, BİZİM İÇİN ADETA İKİNCİ PEYGAMBER GİBİDİR!” DİYEREK PEYGAMBERLER TARİHİNE AÇIKLIK GETİRİR.
ŞİMDİ; NEDEN SAYIN RTE HAKKINDA MÜDDEİUMUMÎLER TAHKİKAT AÇAMAZLAR ANLAMIŞ BULUNMAKTAYIZ!”
PEYGAMBERLER HER TÜRLÜ SUÇTAN MÜNEZZEHTİR, BERİDİRLER!
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının İstanbul’a taşınma fikri ortaya atılır; bölüm, bölüm taşınması da karara bağlanır! Yine piyanoyu birinci kattan yukarı çıkarma fikri sahnelenir.
Bendeniz bunları yüksek sesle düşünürken, Sayın Hamret Hanım, yerel bir gazetede yayımlanmış olan yazımı ortaya koydu.
Sayın Tansu Hanımefendi de, “devri saltanatlarında” başkentimizi İstanbul’a taşımaya çok sıcak bakmışlar!
Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmenlerinden istifa ettirilmiş bulunan Sayın Ertuğrul Özkök te 27Nisan 1996 Çarşamba günkü Hürriyet’te, bu konuda destekleyici, bir makale yazmış: ”ÇİLLER’İN BAŞKENTİ İSTANBUL’A TAŞIMA FİKRİ!”
Sayın Başbayanımız Çiller, bu konuda çok derin araştırmalar yaptırtmış!
Araştırmacılar huzurlarına çıkarak, Başbayanımızın masasının sağ tarafında, sürekli ve açılmadan duran, Anayasamızı işaret ederek:
“Efendimiz; bu Kenan Evren Anayasasının 3’üncü maddesi:”
“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünemez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı albayraktır.
Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır.
Başkenti, Ankara’dır.” Yazıyormuş derler.
Rivayet olunur ki; Sayın Başbayanımız, askerlere ve Alacakapta’a çok kızmışlar!
“Bu şekilde detaylı anayasa mı olurmuş! Elimizi ve dahi kolumuzu bağlamışlar!” Diyesiymiş. Gençten bir araştırmacı, 1924 tarihli anayasamızı açarak:
“Saygı değer Hanımefendimiz, izninizle, okuyabilir miyim?” diye sormuş, bir el işareti le de, okumaya başlamış:
“20 Nisan 1340 tarihli ve 491 sayılı TEŞKİLÂTIESASİYE KANUNU”
“Birinci fasıl”
“Ahkâmı esasiye”
“Madde1- Türkiye devleti bir cumhuriyettir.”
“Madde2- Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.”
Sayın Başbayanımız hiddetle yerinden kalkarak:
“Ne demek bu makarna mı, Makara mı? Koskoca Profesör Doktor olarak bunu ben bile anlayamıyorum. Hemen bunu yeni Türkçeye çevirsinler de öyle kullanılsın. Vatandaşlarımız bunu anlayamadıktan sonra neye yarar!” Deyu sözünü bitirmiş. O genç araştırmacı, izin, mizin almadan:
Sayın Hanımefendimiz;
Bu anayasamız üç kere değişti. 1945’te, 4695 sayıl yasa ile Öztürkçeye çevrildi. Cennetmekân Adnan Menderes devrinde de 5997 sayılı kanun ile de bu elimdeki 491 sayılı kanunla kabul edilen anayasa yürürlüğe girdi. Sonra Efendim; 27 Mayıs 1960 büyük devrimi ile de, şu masanızın sağında duran anayasamız kabul edilerek, halk oylamasının da kabul etmesiyle yürürlüğe girmiş oldu, arzederim!” Deyince; Sayın Başbayanımızın:
“Yürürlükten kaldırılan anayasalarımızı kullanamıyor muyuz?” Demiş olduğu rivayeti ta bana kadar da gelmişti!
Ve yine; Ulemadan Cafer Hoca’nın anlattığına göre:
”İstanbul’dan sonra payitaht Konya olacaktı. Konya; Delibaş ve Bozkır isyanları bu hakkını Konya’nın elinden almış oldular.
Rivayete göre;
İki trilyon Türk Lirasını sahte imzalarla deve yapan Mücahid’ i Eflani Sani Erbakan Hazretleri de, 1980 senesi öncesi MSP Genel Başkanı olarak Konya rüyalarını sürdürmüştü.
Daha sonra da; Takunyalı Biraderlerin Büyüğü bu işe gönül vermişti. Bir türlü bu hayalleri gerçekleşememişti!
Önce; Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Konya’dan çekmiş olduğu bir telgrafı okuyalım: (7.1.1925) ”Konya, 7 kanunisâni 1341”
“Gazetelerin Tenkit görevleri”
“Bazı İstanbul gazetelerinin, zaman, zaman ortaya attıkları münakaşa zeminleri dikkati celbetmekten hali kalmıyor. Her hükümetin, hükümet ricalinden her birinin münakaşa ve tenkit edilebilecek işleri bulunabilir. Bir fırkanın, bir fırka mensuplarının ise her şeyi. Her şeyden evvel mevcudiyetleri mahzurlu görülür ve bihakkın tenkit edilebilir. Fakat işaret etmek istediğim gazetelerin münakaşa ve tenkitlerindeki mana esas itibariyle başka mahiyet arz ediyor. Bir İstanbul - Anadolu meselesine vücut veriliyor gibidir. Bunu çok tehlikeli görüyorum. Böyle bir mesele bütün vatandaşlar tarafından anlaşılır şekle getirildiği takdirde, camiamızda büyük bir rahnenin açılmasına sebebiyet verilmiş olacaktır.
Anadolu’dan ziyade, İstanbul’un zararlı çıkacağı şüphesizdir. Anadolu’nun zararı, İstanbul’un zarardide olmasından neşet etmiş olacaktır.
Bir ‘İstanbul- Anadolu’ meselesi yaratmak isteyen mühim amilleri dâhilden ziyade hariçte aramak lâzımdır.
Bilerek veya bilmeyerek yabancı membaların ilhamına kapılanlar vardır. Bunların fikirleriyle, sözleriyle vahdet’i içtimaiyemizi zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar.
Vatandaşlar bu gibileri tanımalı ve onların sözlerindeki hakiki manayı bulmaya çalışmalıdırlar.
Merkez’i hükümet İstanbul’da olmalıdır davası ‘İstanbul-Anadolu’ meselesinin mühim noktalarından biridir.
Bütün irfan müessesatının İstanbul’da mütekâsif bırakılması temayülü aynı mesele icabatındandır.
‘ANKARA MERKEZ’İ HÜKÜMETTİR VE EBEDİYEN MERKEZ’İ HÜKÜMET KALACAKTIR.”
GAZİ MUSTAFA KEMAL
“Vakit,15.12.1925 s.1’deki otantik belge klişesinden.”

Bendeniz bu telgrafın fotokopisinin üst tarafına 0.212,5156706 faks numarasını yazdıktan sonra; Sayın Ertuğrul Özkök, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni adresini yazdım. Ve telgraf metninin alt tarafına da:
“Sayın Özkök; MSP’NİN gönlü Konya’daydı. Amaç ATATÜRK’Ü yalınız bırakmaktı. Ulusal Kurtuluş Savaşı, İstanbul’a ve Konya’ya rağmen kazanıldı. Bayan Çiller’in Kuşadası’nda da evi var. SAYGILARIMLA. Osman Türkoğuz/E.J.KD. ALB.-Hukukçu.
Ankara’nın başkent seçilmesi kararını irdeleyip duruyordum. Aklıma da bir sıfat takılmıştı: ”Hakan”!
Ankara şehrinin Osmanlı tarihinde yönetim yönünden bir ayrıcalığı vardı. Ankara şehrinin yöneticisini seçme yöntemine hayranlıkla bakıyordum. Heyeti Temsiliye Başkanı Gazi Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelmişti. Ankara defterdarı Yahya Galip Efendi de, Ankara valiliğine seçilerek valilik makamına oturmuştu. “Hakan” sıfatını da bunun için kullanıyordu.
Gazi Mustafa Kemal’in, Ankaralıların bu meziyetlerini bilmiş olmasına da çok sevinmiştim.
Sonra da, çok önemli bir şey daha öğrenmiştim: 1920 senesinde; Gazi Mustafa Kemal; seçilecek Başkent’in özellikleri üzerine, Genel Kurmay Başkanlığına bir araştırma yaptırtmıştı. Efendim; Ankara öyle, yok Delibaş isyanı, yok Konya ve Bozkır isyanları nedeni ile başkentliği kaptı masalları ile başkent olmamıştı.
Bizans’ın entrikalarına bulaşmış bir İstanbul’un ardından; Şelçuklu ve Karaman oğulları entrikalarına bulaşmış; Rahip Frew ve Sait Molla’nın ihanetine, Yunan silahları ve Yunan atları ile ayak uyduran bir Konya tüm şanslarını zaten yitirmişti.
Genelkurmay Başkanlığının hazırlamış olduğu rapor; ülkemizin jeopolitik yapısına, coğrafyasına, her türlü siyasi durumlarımıza çok olumlu katkılar sağlayabilecek pozitif bir mantığın ürünüdür. Ankara; kara ve demir yolu ulaşımının kilit mevkisindedir. Her tarafa yetişmek her zaman mümkündür. İç ve dış tehlikelere karşı korunaklıdır. Ülkemizin göbek bağıdır.
1999 senesinin bir bahar gününde; Zonguldak Cumhuriyet Başsavcısı, ziyaret etmek için randevu isteğimi olumlu karşılamıştı. Kararlaştırdığız saatte; tam saat 13,30’da makamında buluşmuştuk. Adliye sarayı; 12 Eylül 1980 darbesinde; ilk icraatım olarak yerle bir ettiğim kum depolarının gerisine inşaa edilmişti. Kum depolarının olduğu yerde çok güzel bir parka dönüştürülmüştü.
Şehir içindeki benzin istasyonlarını, arsalarını temin ederek, 15 Ağustos 1981 tarihinde, şehir dışına taşıtmıştım.
Gerçek bir Cumhuriyet Başsavcısı ve bilgili bir hukuk adamı ile konuşmak; bende yeni fikir ufukları açmıştı ve beni yepyeni şafaklara da götürmüştü.
Uyanış adlı haftalık gazetede yayımlanmış olan iki yazımı okumuşlardı. Bu iki yazımın adları; ”Soyuttan Somuta Mustafa Kemal”, “Tıkanan Sistem mi, Sistem Dışı Koşanlar mı?” İdi.
İrticanın da, soyuttan somuta geçmiş olduğunu bilenlerdendi. Çok nefis bir analiz yaptı; İstanbul’un; çürümüş bir devletin tüm olumsuzluklarını yaşatmış bir şehir olduğunu anlattıktan sonra; bir söz söyledi ki, kulaklarım çınladı:
“İSTANBUL’U ANKARA’YA GETİRDİLER!”
Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa İsmet İnönü devirlerini aradan çıkartırsanız, Osmanlı’nın son dönemlerine ulaşmış bir yönetim biçimi ile karşılaşırsınız. 19’uncu asırı yaşamış olan Osmanlı’nın ve dolayısı ile “bu şehri İstanbul’un” içine düşürülmüş olduğu utanılacak durumları bilmeyen boşuna maval okuyor demektir!
Sayın Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın ”En uzun Yüzyıl” adlı eserini okumamış olanlar; İstanbul ve Osmanlı masalları ile bu halkı uyuturlar!
Özer Uçuran Çiller; saygıdeğer Başbayanımızın—Karısının soyadını almış olmakla yaşayan—eşleridir.
Paris Büyük Elçiliğimizden; Filiz Akın adlı kadınımızı, ikinci eşi bir Yahudinin elinden alarak, MİT BAŞKANLIĞI’NA getirilmiş olan arkadaşından, karısı adına, brifing almıştır! Bakınız bu Eniştemizin anlayışına:
“SALTANAT HAKKI EŞİM TANSU ÇİLLER’İNDİR!”
Bir de 18’inci asıra dönelim: Rus tahtında; 2’inci Katerina adlı ve Alman menşeli bir Çariçe oturmaktadır. Büyük Frederik’in: ”Avrupa’da tek erkek hükümdar, İkinci Katerina’dır!” demiş olduğu bu Çariçenin de birçok sevgilileri vardır. Bunların en ünlüleri, Varşova Büyük Arşidükü Alexsandr Punyatowsky ve General Potemkin’dir.
A. Punyatowsky Çariçe’yi kollarının arasına alarak:
“Bütün Rusya kollarımın arasındadır!” Der.
Ve şamar gibi yanıtını da alır! Bu yanıtın henüz ülkemize gelmemiş olduğu da bellidir:
“Hayır Ekselans! Kollarınızın arasında yalınız ben varım!” Anlatabildim mi, İstanbul’a taşınma düşlerinin altında yatan özlemleri!
Saygı değer Cumhuriyet Başsavcısının yanından ayrıldıktan sonra, ayak seslerimin kulaklarında attığını duyarak yürüdüm.
Sayın Cumhuriyet Başsavcıma bu konuda bir yazı yazarak yayımlayacağıma da söz vermiştim.
Atatürk’ü, içeriğini bilmedikleri bir dua haline sokarak Atatürk devriminin ve Türkiye Cumhuriyetinin içinin boşaltıldığını gören de yoktu.
Ankara; yenilen, tükenen, içte ve dışta teslimiyetçi ve çıkarcı bir politika izleyen İstanbul’un ve tüm dünyanın karşısına bir onur kalesi olarak dikilmesini bilmişti.
İstanbul’da onaylanmış olan Sevr paçavrası, Ankara’da ulusal güçlerimizin silahlarını temizlemekte kullanılan bir bez parçasına dönüştürülmüştü.
ATATÜRK’TEN VE İNÖNÜ’DEN sonra; sağcı politikacılarımız Ankara’yı İstanbul yönetiminin onursuzluğuna itmişlerdi. Egemenliğimiz, içeride ve dışarıda çok yaralar almıştı. Önce; Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in, Rahmetli Yunus Nadi’ye vermiş oldukları mülakatı, özetleyerek, verdikten sonra asıl söylemek istediklerime dönmek istiyorum:
“Ben, Ankara’dan İstanbul’a gitmekte olduğum için ilk sözler dört sene evvel geldiğimiz Ankara ile dört sene evvel bıraktığımız İstanbul üzerine ve bu iki şehrin şimdiki vaziyetleri üzerine cereyan etmişti. Bu bahiste, Gazinin sözlerini aslına çok mutabık olabilmesine bilhassa itina ederek işte kaydediyorum.”
“Doğrudur, az zamanda çok merhale şüphe yok. İstanbul’umuz güzeldir, fakat Ankara’nın bütün noksanlarına rağmen, daha az güzel değildir. O’nu bilhassa bizler biliriz değil mi? Hususiyle fazla olarak, şimdi Ankara devletimizin merkezidir de. Filhakika Ankara, vaziyeti itibariyle memleketimizde merkez’i idare olmak nokta’i nazarından çok cazip ve emniyet Baha bir noktadadır. Bu sebeple benim kararlarım, harekât ve teşebbüsatım üzerinde tabii olarak tesirlerini göstermiştir. Hakikaten işe memleketin şarkında, şark hududundan başladım. Sonra, daha garbe gelmek zaruretini hissettim. Nihayet Ankara’da durdum ve memleket işlerini, milletin arzusu veçhile sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye lüzum hissetmedim. Türkiye’nin ve Türk milletinin ve Türk milleti menafinin en emim müdafaası da ancak Ankara’dan olabileceği hadiselerle sabit olmuştur. En müşkül şerait içinde, en hazırlıklı olduğunuz halden en büyük darbelerin beraber yapılabilmesinin en kuvvetli amilleri sabit meyanında Ankara’nın mevki’i coğrafisi dâhildir. “
“Ankara’nın mevki’i tabii ve coğrafisine kıymet ilave eden bir cihet daha vardır: Ankaralılar en acı ve felaketli millet her taraftan muhtelif vasıtalarla temsim olunurken; Ankaralılar, memleket ve milletin halâs’ı hakikikisine müteveccih teşebbüs hakkındaki iman ve itikatlarını bir an bile sarsmamışlardır.”
“Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün sadece bir vatandaş, bir fer’di millet idim. Hiçbir sıfatım, salahiyetim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla beraber, Ankara ve havalisi kâmilen çocuklarıyla, kadınlarıyla, ihtiyarlarıyla beraber Ankara şehrinin dikmen tepesine kadar bütün sahrayı doldurmuş ve beni istikbal etmiştir. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetine girmiş, bıçaklar ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla beraber bütün halk:
”VATANI VE MİLLETİ DÜŞMANDAN KURTARMAK İÇİN ÖLMEYE HAZIRIZ, EMRİNİZİ BEKLİYORUZ!” Diye bağırıyorlardı!”
“Ben, Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihte öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim.
Hakikaten, Selçuklu idaresinin inkisamı üzerine, Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken, bir takım beylikler meyanında bir de Ankara Cumhuriyetini görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir CUMHURİYET MERKEZİ olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim gün de gördüm ki, orada geçen asırlara rağmen, Ankara’da hâlâ o CUMHURİYET kabiliyeti devam ediyor!”
“Meclis’i Mebusanın İstanbul’da inikadının mucibi felaket olacağı hakikatini İstanbul Bahriye Nazırı teslim etmiştir!”
“Beni, Türkiye’ye en münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevk eden ilk vesile çok eski ve fennidir!”
“Mütareke günlerinde, İstanbul sokaklarını dolduran düşman süngüleri, Boğaziçi sularını karartan düşman zırhlıları bu mülâhazatımı fikri sabit hale getirdi.”

İkinci bölüme geçmeden önce: Bir soru soracağım:
İstanbul hükümet merkezi yapılmış olsa; tüm devlet organları, Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisi ve 864 rakımlı tepede oturanlar da İstanbul’a taşınmış olsalar: Kabine toplantısı Dolmabahçe sarayında iken; atom silahları ile yüklü denizaltı ve ticaret gemileri yönlerini İstanbul’a çevirerek: ”Yarım saat içinde hükümet çekilerek bir Talabani hükümeti kurulmazsa İstanbul’u yakacağız. Hayırsız ada nasıl yok ediliyor görünüz! Deseydi!
Ne yapardınız!
Sayın Seyircilerimiz!






Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi