TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 01 Eylül 2013
“Türkiye’mizde
yükselmek için: KIYAFET, ZİYARET, ZİYAFET, ÖNÜNÜZÜ MADAMA, GÖTÜNÜZÜ DE YETKİLİ
ADAMA DAYARSANIZ VE DOLDURUR VE YETENEKLERİ KAYDIRIRSANIZ YÜKSELİRSİNİZ ELBET” UZUN süren
gözlemlerim sonunda bulduğun yükselme formülü! Ostüzü.
“Bir ülkenin silahlı
kuvvetleri, diğer kurum ve kuruluşlar gibi, bir hamur teknesinden kotarılmış
aynı özellikteki parçalardır ve hepsi de biribirine benzeyerek genelin
karakterini taşırlar!” Ostüzü.
İktidarın merdivenleri
haksızlıklardan oluşturulur! Ostüzü
GENELKURMAY BAŞKANLIĞINDA GÖREVLİ GAZİ ÖZKÜRKÇÜ SOYADLI
BİR TÜYGENERAL!
Kurmay Albaydan utanır insan!
Bir film setindeki figüranlar,
rejisörün işareti üzerine hep beraber güldükleri gibi hep beraber de ağlarlar.
Ostüzü.
TSK’DA TASFİYEDE DEĞİŞEN NE Kİ!
Bir film çekiminde; rejisörün emri üzerine ancak figüranlar böyle
topluca gülerler! Gülüyorlar TSK’IN ağlanacak hallerine!
Filiz Nurullah’ın Altınları, okumalısınız ben yazmıştım yıllar
önce: Ostüzü.
Emekli ve Esir
Koramiral Sayın Can Erenoğlu’nun feveranı:
“Benim için üzücü
olan, bu davanın TSK’NIN Atatürkçü, Aydın, Yurtsever personelinin tasfiyesini
hedeflediği ve delilleri düzmece iftira olduğu bilinmesine rağmen, sahip
çıkması gerekenlerin olmayan hukuka güvendiklerini söyleyerek bizleri yalınız
bırakmalarıdır. Daha vahim olan; bizleri tasfiye edenlerin silah arkadaşlığı
maskesi takan komplocularla işbirliği yapan Hainlerin bulunmasıdır.”
SALLA BAŞINI, AL MAAŞINI Tatar ağası gibi dolaşma böyle yaya/ El
oğluna baksana, ne ar kalmış ne haya/ Sende bir dayı bulup sırtını ona daya/ O
ne derse huuu! diye salla hemen başını,/ El ovuştur, gerdan kır, al gitsin
maaşını/ Bir kalantor görünce yerlere kadar eğil/, El pençe divan dur, bu
şerefsizlik değil, /Uşaklığı meziyet, riyayı fazilet bil./ O ne derse huuu.
diye salla hemen başını, /El ovuştur, gerdan kır, al gitsin maaşını./ Kör
dayıya şehla de, incitme düztabanı, /Düşküne nasihat ver, kodamana abanı./
Zengin ol, sende aşır her dağdan arabanı,/ Tekerine taş korlar, sallamazsan
başını, /Uslu otur, hoş geçin, al gitsin maaşını. /Köpeklerle hırlaşma, tepişme
piç katırla,/ Hamamda kavga olmaz, soyu bozuk natırla./ Kulağına küpe yap bu
sözümü hatırla./ O ne derse huuu
!diye salla hemen başını, /El ovuştur, gerdan kır, al gitsin
maaşını./ Diyorlar ki, taç bile, baş eğmezse konmaz,/ Önünde eğilene kılıç dahi
dokunmaz./ Dik durdukça bu başın, devlet kuşu da konmaz,/ Bu dünyada kaide
sallamaktır başını/ El öpüp, etek öpüp, almaktır maaşını./ Bir soğan soyulurken
yaşarıyor da gözler, Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler, /Hayadan eser
yoktur, nafile bütün sözler,/ Beyhude inat etme, salla hemen başını,/ Gerdan kır,
belini bük, al gitsin maaşını./ Abdullah ÇAĞLAYAN Merhum Antalya
Defterdarı,1941yılında, Amasya’da askerliğini yaparken bu şiiri
yazmış, başı belalara girmiştir. Ne bilsin, Necdet Özel Paşa ile bir Genç
Paşamız, Genelkurmay İletim Daire BaşkanıTüygeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü bu
şiirin rezonansına uyacağını!
Bu şiirinden dolayı Afyon Ağır ceza Mahkemesinde yargılanmış ve aklanmıştır.
Benim de şiirle ilgilendiğimi duyarak 1965 yılında, Manavgat’a gelerek beni
ziyaret EDEREK BİR ŞİİR KİTABINI VERMEKLE DE BENİ ONURLANDIRMIŞTI. Ostüzü.
NE İLE VURURSANIZ, ONUNLA DA
VURULURSUNUZ!
Sayın Amiralim; sizler haksızlığa uğradığınızda haksızlıkların
varlığından ancak haberdar oluyorsunuz.
27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980’den sonra TSK’DA yapılan
haksızlıklardan hiç haberiniz oldu mu? Bir kalemde 7500 subayın Silahlı Kuvvetlerden
ilişiğinin kesilmesi, yüzlerce Profesörün Üniversitelerimizden atılması, Yüksek
Askeri Şura kararları ile yalan ve yanlış dosyalara bakılarak, mahkeme kararı
olmadan, yüzlerce Subay ve astsubayın ordudan atılması!
Sayayım mı?
Bunlar sizler için gayetle normaldi! Neden üzülüyorsunuz? O
atılanlar sizlere güvenen yeteneksiz insanların ayak oyununa getirilmişlerdi!
Şimdi de ayak oyununa getirilmek sırası sizlerin başına geldi.
Yalınız bir tek şey değişti: Sizlerin yaptığınızı şimdi Eski bir
imam, içinizdekilerin yardımları ile yapmakta, meydan yine de namussuzlara
kalmaktadır.
Sizleri dolduruşa getirenler, hıyanetlerini büyük bir başarı ile
sürdürmekte ve Büyük, Ustalara hizmet etmektedirler!
Bendeniz; başımdan geçen ve bizzat yaşadığım olaylardan örnekler
vermek durumundayım.
Varınız da siz Tümevarıma başvurunuz.
1958 senesinde Irak’ta darbe olduğunda Celal Bayar ve Şürekâsı
dehşete düşerek, dün aleyhlerinde propaganda yaptıkları Jandarmaya dört elle sarıldılar.
Alelacele Muhafız Jandarma Alayı kuruldu.
Alay Komutanlığına da Jandarma Subay Okulunda seferberlik
Öğretmenimiz J.Albayı Cemal Vural getirildi.
Sayın Cemal Vural, Beni, Durmuş Akşeni ve Cevat Alpaslanı acele
alay emrine aldırttı.
Beni, Ulusta bulunan, Radyoevi, Havagazı Fabrikası, merkez
bankası, Milli Emniyetin dış koruması ve birçok bakanlıkların dış emniyetini
sağlayan 6’ıncı Muhafız jandarma Bölük komutan yardımcılığına verdi.
Ayrıca ana görevimden başka görevler de verdi. Daha sonra da
Başbakanlıkta bulunan 5‘inci Bölük komutan yardımcılığına verildim. Bölüğümüzün
görevi Başbakanlığın, birçok bakanlıkların ve TBMMECLİSİNİN dış güvenliğini
sağlamaktı.
26 Mayıs 1960 günü saat 1800 sularında Başbakanlığın
merdivenlerinden telaşla inen Tuğgeneral Gani Güvener, yüksek sesle Kızılay’a
nasıl gidileceğini sordu.
Hâlbuki uzun senelerdir Ankara’daydı bizim devremizin de alay
komutanıydı. Bir şeyler sezinledim, sıra bende olmadığı halde bölük nöbetçi
subaylığını aldım.
Bir telefon konuşmasından, 27 Mayısta Konya’da olayların
çıkacağını, askeri uçakla 20 gazetecinin Konya’ya gönderilmesini ve çok acele
Diyarbakır’a da Bir Milyon liranın gönderilmesine dair Adnan Menderesin emrini
öğrendim ve Yeni alay komutanımız J.YB.H.K.ya bildirdim.
”Bölükten ayrılma, kontrola çıkma!” Emrini verdi. Saat 0130’da
yattım.
Saat 0330’dan sonra başvekâlet binasına atılan mermi seslerinden
uyandım ve her ere bir piyade tüfeğiyle 10’ar fişek verilmesini ve erlerin
yemekhanede toplanmasını emrettikten sonra, radyoyu açtım ses yoktu.
Bu ara bir yarbayın başbakanlık merdiven sahanlığından bölüğe ait
Simit&wesson tabancası ile bana direkt ateş ettiğini gördüm ve bağırdım: ”Ateşi
kes, seni vururum!” Dedim, saklandı.
Giriş kapısı olarak kullandığımız pencereye yöneldim, bir el ateş
ettiler, mermi arkama düşen gölgemin başına isabet etmiş.
”İç hizmetin 13’üncü maddesine göre kıdemli olan ben, silahlarınızı
indirmenizi emrediyorum!” diye bağırınca çekildiler.
Bizim parolamız Elektrik, işaretimiz düğme idi. Bana durum
hakkında bilgi verilmemişti. Ne alay Nöbetçi amiri, ne tabur nöbetçi subayı, ne
tabur komutanımız ne de bölük komutanımız bizlere emir vermemişlerdi. İnisiyatifimi
kullanarak büyük bir felaketi önlemiştim. İç bahçedeki nöbetçi erimiz Çankırılı
Mehmet Bozkurt’u sırtından bizim tabancamızla vurmuşlar, çok sonra bulduk, ölmemişti.
Askerlerime dışarıdan atılan mermilerin boş kovanlarını toplattım. Çünkü biz
ateş etmemiştik ve bizim tüfeklerimiz 7,9mm.çaplı Mavzer piyade tüfeğiydi.
Bize 7.62 mm.lik M1 Amerikan piyade tüfeğiyle ve bizim 9,5mmlik
toplu tabancalarımızla ateş edilmişti. Tabancaları dış nöbetçilerimizden
almışlardı. Her nöbetçiye bir tabanca altı fişek veriyorduk.
Doğruca harp okuluna gittim. Jandarma Genel Komutanlığının
önünden geçerken; bir Öğrenci Teğmenin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Tahsin
Çelebican’ı esir alarak önüne katıp götürdüğünü dehşetle gördüm. Radyo evine
gelen elektrik akımının nereden kesileceğini bildiğimi söyleyince, Kurmay
Binbaşı İsmail Hakkı Güngör’le (Albay rütbesinde emekliye ayrılarak Gençlik ve
spor Bakanlığı Müsteşarı iken kalp krizinden ölen Bartınlı çok olgun bir
subaydı) Ankara Radyo evine gönderdi.
Kızılay’a dört yolun ortasındaki satın dibinde Cebeciye gitmekte
olan ve bana ateş eden yarbayın sırtında, Müsteşar Ahmet Salih Korur’un üç
filintasını gördüm ve filintalara yapıştım. Kurmay Binbaşı araya girdi ve
filintaları Harp Okuluna götürmesini söyledi. Sonradan filintaların Harp
Okulunda sergilendiğini gördüm.
Radyo Evinin kapısında Gaga burunlu bir Kurmay Albay
vardı/Alpaslan Türkeş’miş/.
Selam verdik.
Kurmay Binbaşı: ”Ağabey bu subay!” demeğe kalmadan Kurmay Albay
delendi ve: ”Sen bana nasıl ağabey dersin!” Diyerek Kurmay Binbaşıyı iteledi.
Biz Harp okulundan aşağıya inerken Harp Okulu öğrencilerinin bölüğümün
tüm personelini esir olarak Harp Okuluna götürdüklerini görmüştüm.
Dönüşte, Harp Okulu kütüphanesine kapatılan askerlerimi oradan
alarak Kirazlıdere yolu ile bölüğe getirdim, silahlandırarak mevziye soktum.
Tam bu sırada Harp Okulu Öğrenci Alay Komutanı Mücteba Özden
geldi ve öğrencileri haşlayarak: ”Biz bu subayı biliyoruz!” dedi ve gitti.
Adalet bakanlığı önünden bize doğru gelmekte olan iki kişiyi
tanımıştım: Birisi Harp Okulunda Harp Tarihi öğretmenimdi. Tümgeneral
Rütbesiyle Gaziantep Seyyar jandarma tümen komutanı Tevfik Doğantandı. Diğeriyse,
omzundan aşağı sarkıtılmış çift tabancalısı Adnan Menderesin emir subaylığından
ayrılmış Megaloman bir tipti.
Komutana tekmil verdiğim sırada bir Harp Okulu öğrencisi araya
girerek: ”komutanım, bu Üsteğmen bize makineli tüfeklerle ateş açtı!” Dedi.
Çok güldüm ve bölüğümde makineli tüfek olmadığını, askerlerimin
içinde altı fişek bulunan Simith-Wesson toplu tabancalarla nöbet tuttuklarını
anlatmama rağmen: ”Sayın Tümgeneral, bir Generale yakışır bir biçimde: ”Bu
subayı tutukladım, şuradaki tankla Harp Okuluna götürün ve Tümgeneral Tevfik
Doğantan Paşanın tutukladığını da bildirin!” Emrini verdi.
Sahtekârların kahraman olmaları için Tutuklandık Harbiye’de
şiddete başvurdular ve apoletlerimi de kopardılar.
Benim gibi, kahraman olmak uğruna, tutuklanan birçok kişiyi spor
salonuna koydular, üzerimi bir yüzbaşı aradı, iç cebimden çıkan Roma Hukukunu
özetlediğim defteri görünce, ”şifresini bulduk!” Diye bağrıştılar.
Ben; Sayın Yüzbaşı Bey; o deftere Roma hukukunu dün gece
özetlemiştim,’” dediğim de O Kahraman edalı Yüzbaşı: ”konuşma! Roma Hukukunu
Harbiyelilere ateş etmek için mi özetledin’” Dediler.
ONBİR GÜN, hakkımda
verilmiş hiçbir karar olmaksızın, Harp okulunda tutuldum.
Bir İstihkâm Teğmeni yanıma geldi, esas duruşa geçerek: ”Komutanım
biz her şeyin doğrusunu öğrendik; askerleriniz ve Başbakanlıktaki sivil
görevliler ağlıyorlar. Ceketinizi verin de apoletlerini diktireyim!” Dedi.
Adı Engin Sayın olan bu subayla, daha sonraları, Antakya’daki Serinyol
kışla arazisini kamulaştırdık.
Binbaşı rütbesindeyken, Anıttepe subay lojmanının üçüncü katından
düşerek vefat etti.
Benim askerlerim de boş durmamış, pencerelerdeki kurşun delikli
camları delen kurşunların duvardaki izlerini de kapatmak için girişimde bulunan
korkakların bu girişimlerine engel olmuşlar, camları saklayarak, Milli Birlik
Komitesi üyesi iki Kurmay Albaya da tutanak tutturtmuşlar.
Başbakanlıkta çalışmaya başlayan Orgeneral Cemal Gürsel sakal
traşı için berber isteyince, bölüğün berberi hemen yanına gitmiş ve ağlayarak
olayları, bölük eratının ve Harbiyelilerin canlarını benim kurtardığımı
anlatmış.
”Ben, bugün sizi tıraş ediyorsam bunu komutanımız Jandarma
üsteğmeni Osman Türkoğuz’a borçluyum Sayın Komutanım!”
Hemencecik beni bırakmağa kalktılar. Ben, soruşturma açılıp, yetkili
bir merciden bir karar verilmeden buradan dışarı çıkmam” Deyince : ”Tamam bir
karar veririz!”Buyurdular.
Sanık olarak ifademi
almaya kalktıklarında: ”SANIK, ŞİKÂYETÇİ VE TANIK! Sıfatı ile ifade verdim.
İşler çok karıştı.
21 tabancama el koymuşlardı.
Başbakanlık kapısı önünde bulunan bir metrelik iki Çin vazosunu
kırmışlar, Ahmet Salih Korur’un üç adet filintasını almışlardı.
Uzatmayayım hâlâ utanmakta olduğum pislikleri de yazmayayım.
Hemen benim görev yerimi değiştirdiler, beni Anıttepe’deki
11’inci bölük takım komutanlığına verdiler. İşin içinden çıkılmaz bir durum
yaratılınca doğruca Korgeneral Cemal Madanoğlu’na bir dilekçe verdim.
Dilekçemi okuyan Madanoğlu koltuğundan fırladı! Şöyle yazmıştım: ”Türk
Ordusunda ast rütbelerin neden ihdas edildiğini 27 Mayıs olaylarında mükemmelen
anlamış bulunuyorum. Üst mercilerin ve komutanların hatalarında harcanmak üzere
ast merciler ihdas edilmiştir!
Bu nedenle de tüm şikâyetlerimden ve haklarımdan vazgeçiyorum!”
Araya sıkıyönetim komutan yardımcısı ve Binbaşı rütbesinde yiğit
bir askeri Yargıç girdi. Korgeneral Cemal Madanoğlu’na, izninizle bir şey
öğrenmek istiyorum! Dediğim de: ”Buyurunuz sorunuz!” Dediler: ”Sayın komutanım;
siz 26 Mayıs gecesi harp Okuluna tüm tehlikeleri göze alarak çıktınız. Neden
Harp Okulu komutanını telefonla arayarak: ”iyi akşamlar Ulay Paşam, biz bu gece
hükümeti yıkma kararı aldık. Saatleri benim satıma göre ayarlayınız.
Ve harekâta da 0330’da başlayınız!” Demediniz? Güldü: ”Darbe emri
ve darbenin parolası telefonla verilmez!” Buyurdular. Bu sefer gülme sırası
bana gelmişti: ”Sayın Komutanım, ben bir bölük nöbetçi subayıydım. Başımda, bağlı
olduğum taburun ve alayın nöbetçi amirleri vardı. Bölük ve dahi tabur komutanım
da vardı. Siz, aleyhimde yalancı tanıklığı ortaya çıkan Kumru soyadlı bir
Kurmay Albayı Bizim alayımızda görevlendirdiniz! Bana nasıl alay komutanı
telefonla darbeyi ve darbe Parolasını verir?
Sonra; Teğmen Ali İhsan Kalmazı Harp Okulu öğrencileri
öldürdüler.
Ulustaki Büyük Postahanede nöbet tutan iki jandarma eri
Anıttepe’deki 4’üncü bölüğün erleriydi.
Harbiyeliler 7,9 mm.lik piyade tüfekelerini zorla almak
isterlerken Harbiyelilerin ateş etmeleri sonunda Rahmetli Teğmen vurularak
ölmüş, iki jandarma askerimiz de birisi dokuz, diğeri de yedi yerinden
yaralanmıştır. Vurulan üç kişinin vücutlarından çıkarılan mermi çekirdekleri
7.62 mm.dir. Bu da Harbiyelilerdeki Amerikan yapımı M/1 piyade tüfeği mermisi
çekirdeğidir.
Sonrası vurulan o iki jandarma erinin tüfeklerinde ve üzerlerinde
piyade fişeği de yokmuş, Yapılan araştırmada o iki yaralı jandarma erinin
ellişer adet fişeği yataklarının altında bulunmuş!
Siz Ankara sıkıyönetim komutanı olarak, üç sefer üst, üste 19
Mayıs stadında, her seferinde 40.000 kişiye Teğmen Alihsan Kalmazın jandarmalar
tarafından vurulduğunu piyes olarak gösterttiniz!” Dediğimde Korgeneralimiz
dondu kaldılar.
Daha sonraları; ben Manavgat İlçe Jandarma Bölük Komutanı iken
Rahmetli Madanoğlu Side’de ziyaretime gelmişlerdi. Kısaca anlatayım, üç dosya
tanzim edildi ve görevimi inisiyatifimi kullanmak suretiyle başarı ile ifa
ettiğime dair bir meni muhakeme kararı verildi.
1968 De bu dosyaları aradığımda yerlerine başka dosyaların
konulmuş olduğunu hayretle görmüştüm. Zabıt Kâtibi: ”Binbaşım senden akıllılar
daha önce davrandılar!” Demişti!
Şimdi, taarruz sırası bendeydi.
Hâlâ utancını taşıdığım çok uzun bir öykü, beni acele Kilitse
bulunan 122’inci seyyar jandarma karargâh ve servis bölük komutanlığına
atadılar.
113 sayılı af kanununa da bir 13’üncü madde eklediler: ”27
Mayısta işlenen şahsi suçlar affa tabidir!” Bu hiçbir karar olmadan harp
Okulunda tutulurken, eşime haziran ayı maaşımı da ödememişler, Devre
arkadaşlarımdan, 13’üncü bölükten tanıdığım Mesut Övdüm, doğruca evime
gelerek:”Biz Osman'ı tanıyoruz. Buyurunuz evim sizin evinizdir!”Demiş,1952
mezunu bir Üsteğmen de eşime 100 Türk lirası vermiştir.
Sivas’ta görevli bulunan Üsteğmen İlhan Korkmaz da olayı duyar
duymaz Ankara’ya gelip beni buldu: ”Bu yapılanlar namussuzluktur, nereye
istersen oraya çıkayım!” Dedi.
Ben; Anıttepe alay merkezine geldiğim de tüm subaylar, boynuma
sarılarak, geçmiş olsun dediler. Olayı bir kenardan izlemekte olan Piyade
Teğmeni İsmet Yarbay,/istifa ederek ordudan ayrılmış, hukuk fakültesini
bitirerek İzmit’te avukatlık yapmıştır./Esas duruşa geçerek:” Sayın Komutanım, haksızlığa
uğradığınıza tamamen inandım. Bugüne Kadar size söven subaylar, bugün boynunuza
sarıldılar şaşırdım kaldım!“ Dediğin de: ”Sayın Teğmenim unutmayasınız ki,
orospular değişik renkli elbiseler içinde icrayı sanat ederler. Bazı subaylar
da aynı renk elbise kullanırlar. Fark burada, unutma! Dedim. Bir kaç gün ve gece evime gelen SUBAYLAR, ÜÇ AYLIK
OĞLUMLA YALINIZ KALAN EŞİME: ”KOCANIZI ASACAĞIZ!” DİYE TEHDİTTE BULUNMUŞLAR.
Tüm bunları Daha detaylı olarak yazıp, yarınlara bırakmak gerek, amma
çok yüklüyüm.
Antakya’da dağların
taşların tapusunu Fransızlardan alan bir ailenin arazilerinden bir kısmını kamu
laştırdım. Arazi Sahiplerinden Sayın Osman Bereket’in teklif ettiği yüklü bir
çıkarı reddettiğim de: ”SİZİ DAHA UCUZ BİR FİYATA TAYİN ETTİRECEĞİZ!” DEDİ.
Sabahı sekizinde doğruca Jandarma genel komutanlığına indim. Giriş
salonunda telaşla beni Rahmetli Engin sayın karşıladı: ”iyi ki yetiştiniz
komutanım, olayı Genelkurmaya taşımışlar. Jandarma genel komutan yardımcısı
Korgeneral Sayın Hayri Yalçıner benden rapor istiyordu.” Dedi.
Doğruca Sayın Hayri Yalçınerin odasına girdik; kendimi takdim
ettiğim de: ”Takviye olarak mı geldiniz!” Dediler.
Sayın komutanım, izin verirseniz ben de size bir soru sormak
istiyorum!” Dediğimde hafifçe gülerek: ”Sor ama zor olmasın!” Dediler.
”Sayın komutanım, biz bu ülkeden gidici miyiz, kalıcı mıyız?
“Kalıcıyız” dediler.
Benim taburumdaki silahların menzili 12 kilometre, ağır
havanların menzili 2000 metre. 45 dönümde bir tabur olur mu?
25x25 kilometrelik bir tabur arazisi olmalı. Nüfusumuz gittikçe
de artmakta, yarın alay olur, ertesi gün de tugay olur! Dedim ve eydirdim.
“Çabuk olarak benim imzamla bir rapor hazırlayın, Genelkurmay
başkan Yardımcısı Nihat Paşaya götüreyim.” Dediler.
Mükemmel bir rapor hazırladık, komutanımız Genelkurmaydan
döndüğünde yüzü gülüyordu.
Bana: ”Ne isterseniz doğruca bana bildireceksiniz.” Dedikten
sonra, Rahmetli Binbaşı Engin Sayın’a da: “Genel Komutana hemen çık, Yarbay
Osman Türkoğuz’un benden habersiz tayinin yapılmamasını söylediğimi anlat!” Dediler.
Keyifle birliğimin başına Antakya’ya döndüm.
Onüç sefer parasını kendim ödeyerek Ankara’ya gittim. Orgeneral Sayın Hayri Yalçıner’in Jandarma
genel Komutanlığından ayrılması üzerin de TAYİNİM HEMEN Kızıltepe 117’inci
Seyyar Jandarma Alay Komutan vekilliğine çıktı.
263 Albayın varlığına rağmen yarbay rütbesiyle beni bir sınır
alayın komutanlığına atadılar.
Doğruca Jandarma genel komutanı Orgeneral Orhan Yiğit’e çıktım. Beni
çok iyi karşıladılar ve oturmam için de yar gösterdiler.
”Sayın Komutanım, benim yemediğim rüşvetleri kimler yemektedir?” dediğim
de hiçbir şey söyleyemediler ve kıpkırmızı oldular.
”Ben; gönlümdeki eğitim alanını, Olimpik yüzme havuzu ve
Pentatlon alanı ile kurayım sonra da siz beni emekliye sevk ediniz.
Ya da parantez içi tayine tabi tutunuz!” Dediğim de:
”Ne demek parantez içi tayin?”Dediler.
”Bu senenin genel tayin emri kitabında, birçok tayinli
personelinizin hizalarına, parantez içinde “İşi bittikten sonra,” hükmünüz
yazılı.” Dedim.
Beni göklere çıkardı.
Yalınız Hatay Valisi Rahmetli Kemalettin Gazezolunun önerisini
yerine getiremedim: bana, doğru Jandarma Genel Komutanı Orhan Yiğit’e git ve
HATAY Valisi Kemalettin Gazezoğlu,
“böyle şerefsizce tayin olmaz diyor de ve ceketini suratına at ve
gel!” Demişti.
Altı ay sonra da; kamulaştırma konusunda uzmanlığımdan bahisle
beni TEKRAR GEÇİCİ GÖREVLE ANTAKYA’YA KAMULAŞTIRMA YAPMAK İÇİN GÖREVLENDİRDİLER:
BELGESİ EKLİDİR:
TC.
İŞLERİ BAKANLIĞI
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
ANKARA
Loj:6112-25-76-/is.inş.
Ş.Eml. Ks. 25
Mart 1976
Konu:
J.Yb. Osman Türkoğuz’un görevlendirildiği
22’inci Seyyar jandarma tugay
komutanlığına
Mardin
İlgi.
J.Gn. K.lığının 23 Mart 1976 gün ve Loj.6112-25-76-/is.inş. Ş.Eml. Ks. Sayılı
emir.
1-23
‘üncü bağımsız jandarma Er Eğitim Taburunun ihtiyacı olan eğitim arazisinin
kamulaştırılması için 1.000.000Lira ödenek ilgi emirle mahalline
gönderilmiştir.
2-Jandarma
Genel Komutanlığı kuvvet hedef planı gereğince halen kamulaştırılan araziler
ihtiyaca kâfi gelmeyecektir. Özel ihtisas ve girişim isteyen kamulaştırma
işlemleri kamulaştırmayı yapan subayın titiz gayretlerine rağmen üçyıl gibi uzun
bir süre içersinde gerçekleştirebilmiştir.
Kamulaştırma
konusunda değişik yasaların ve denenmiş yöntemlerin bulunması özel bilgi ve
ihtisas gerektirmektedir.
3-Daha
önceki kamulaştırmalarda mülk sahiplerinin kamulaştırmayı önlemek, hazineden
fazla para koparmak için yapmış oldukları yasal ve yasa dışı girişimler, bu
konuda yeterli ihtisas Sahibi olduğu komutanlıkça da bilinen 117’inci seyyar
jandarma alay komutan vekili J.Yb. Osman Türkoğuz tarafından önlenebilmiştir.
Yeni
kamulaştırmaların ivedilikle ve hatasız yapılması için J.Yb. Osman Türkoğuz Nisan
1976 ayı içersinde miri araçla Antakya’da Eğitim taburu nezdinde çalışmak üzere
15 gün süre ile görevlendirilmiştir.
Konunun
titizlikle sonuçlandırılarak sonuçtan bilgi verilmesini rica ederim.
JANDARMA
GENEL KOMUTANI EMRİYLE.
T.FİKRET OKTAY
DAĞITIM
Tümgeneral
------------------------------------------------------ Kurmay Başkanı
Gereği
22’inci
Sey. J.Tuğ. K.lığına Mardin
23’üncü
Sey. J.Tuğ. K.lığına Gaziantep
TC.
İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
ANKARA
Loj:6111-141-76
is.inş. Ş.Eml. Ks.
24 Mart 1976
KONU:
Eğitim arazisinin kamulaştırılması.
HATAY VAİLİİĞİNE
1-Antakya
Merkez ilçeye bağlı Serinyol bucağında Askeri ihtiyaçlar için kamulaştırılan
arazi hedef planlamasına göre yetersiz görüldüğünden, B.Osman sınırlarında kâin
708 parselimize bitişik 356.359.361 numaralı parsellerle 359 parsele bitişik
358 numaralı parselin tamamıyla 658 parsele bitişik tepe kısmen
kamulaştırılacaktır.
2-Kamulaştırma
işlemleri için 117’inci seyyar jandarma alay komutan vekili J.Yb. Osman Türkoğuz,
bu subaya her türlü yardımın yapılmasını.
3-…………………………………………………………………………………………
4-…………………………………………………………………………………………..
İÇ İŞLERİ BAKANI EMRİYLE
A.Nazif Demiröz
Müsteşar Muavini
Mart 1982’de;harcırahlar üç katına çıkarıldığı halde; benim
ilişiğimi 28 Şubatta kestiler. Aynı yere tayin olan bekar bir astsubay çavuş, benden
üç misli fazla harcırah aldı. Oyak sitesinde taksitlerini ödemekte olduğum
dairemin tapu masrafı olan 102.000TL.Hemen ödemezsem dairenin başkasına tahsis
edileceğini de bana tebliğ ettiler.
Çok uzun öykü, Zonguldak il jandarma. Alay komutanlığım sırasında
başarılı hizmetler verdiğime herkes tanıklık eder.
Kömür, Kum, Çakıl Mafyasının ağzına bakan iki, birisi sivil ikisi
de İstihbarat Başkanlığı emrinde çalışan iki Kurmay Binbaşının ve Seferberlik
Tetkik Kurulundan sınıf arkadaşları bir binbaşının aleyhimdeki raporiyle de
Konyaya pasif bir göreve atandım. Bana Jandarma bölgenin, sekiz il jandarma
alayının, 59 ilçe jandarma birliğinin ve 450 jandarma karakolunun ita
amirliğini ek görev olarak verdiler.
Bu işlerin gerisinde, tabancayla vurularak öldürülen j. Korgeneral
Hulusi Sayın vardı!
Halifelik adlı kitabımı Jandarma birliklerine dağıtmak üzere
satın alan jandarma genel komutanlığı, dağıtım da benim yapmamı emretmişti.
Emri yerine getirerek hakkım olan parayı tahsile gittiğimde, bir
Kurmay Albay: ”Kuruşlu belge kesemedik sana para ödeyemeyeceğiz!” Dediler.
”Komutan, dedim, siz hiç kendi paranızla zarf ve kâğıt satın
aldınız mı?” Sadece mosmor oldular!
Uzatmayacağım, ama bir şey
arz edeceğim: ”İnsanlar, insanları vurmak için ne cins silah kullanırlarsa o
cins silahla da vurulurlar!
Saygılarımla.
1 yorum:
27 Mayıs 1960..
Babamın özel ricası ile kayıtsız gönderildiğim(yaş tutmadığı için)İlkokul'umda birgün Öğretmenimiz sınıfa heyecanla girdi"haydi çocuklar-yaya şaşa Cemal gürsel çok yaşa"diye bağırın alkışlayın"dedi.Boyum kısa sıraya yetişemiyorum,öğretmenim beni sıranın üstüne koydu"haydi küçümen sende bağır"dedi..Teneffüs zili çaldı,ben koştum öğretmenimizin eline yapıştım"Öğretmenim Cemal Gürsel kim ?"dedim..Asla unutmadım.Sevgili Öğretmenim Işıklar içinde yatsın.Eğildi beni kucağına aldı"Ahh küçük kızım,dedi..Bu soruyu senden başka bana kimse sormadı ,Vatanı kurtardı kızım"dedi..Ben -Hayır Vatanı ATATÜRK kurtardı..diyerek hızla Öğretmenimin yanından uzaklaştım..Günlerce Öğretmenime küskünlüğüm devam etti..Canım öğretmenim benim ..Hiç konuyu açmadı ama her zaman geldi benim saçımı okşadı..Çünkü o küçücük beyinlerimize ATATÜRK'ü nakşeden kendisiydi..Yıllar geçti büyüdük.Her Sevgili Öğretmenimi görüp elini öptüğümde babacan babacan gülümseyerek "Evet kızım Vatanı ATATÜRK kurtardı"derdi..Benim 27 Mayısımda böyle oldu..
..Sayın TÜRKOĞUZ komutanım,hürmetle saygılarımla..
Yorum Gönder