26 Mart 2013 Salı

1016/HUKUKİ HİLE



 

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir;21 Mart 2010
                                   Yüksek maaş ve Suç dosyası tehdidiyle anayasa yapılamaz!
                                    
                                    HUKUKİ HİLE!
“Deniz yükseldiğinde; balıklar karıncaları yerler. Deniz çekildiğinde de; karıncalar balıkları yerler.” KIZILDERİLİ atasözü.
“Muhterem milletime, şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek, başının üzerine çıkardığı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek dikkatinden bir an bile uzak kalmasınlar!”
                       Mareşal Gazi Mustafa Kemal
“Dünya üzerinde, hükümetlerin ulusal çıkarlara aykırı olarak almış olduğu kararlara lakayıt kalan toplumlar da mesuldürler.” Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
“Egemenlik hakkınızı itimat ederek hiçbir kimseye ve hatta meclise bile vermeyiniz. Sizi temsil edenler öyle büyük hatalar yapabilirler ki düzeltilmesi gayrı kabil olabilir!” ATATÜRK
            Bundan yirmi dört/27/ sene önce; ”MUSTAFA KEMAL’İN FEVKALEDE SALAHİYETİ HAİZ MİLLİ YA DA MİLLET MECLİSİ’NİN KARAKTERİ VE YAPISI!” Adlı bir yazı yazarak yerel bir gazetede yayımlatmıştım.
Bir tarafta; meclissiz bir yürütme organı. ”Heyet’i Temsiliye” vardı. Diğer tarafta da, YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI GÜCÜ elinde ÇARESİZ bir İstanbul hükümeti vardı. Diğer tarafta da yorulmuş, bitmiş ve tükenmiş bir kuru kalabalık vardı.
Öylesine bir kuru kalabalıktı ki; sarığı, çarığı, sabanı ve öküzleri ne ise taşlaştırılmış beyni de Arabın masallarına takılıp ta kalmıştı.
Yirmi beş senede bir, sonu yenilgi ile bitmiş olan din savaşları kaderi olarak belirlenmişti.
Birinci Dünya Savaşından 3.159.300 Şehit ve 130.000 yaralı ile çıkmıştı.
Şimdi, izninizle sözünü etmiş olduğum yazıma, günümüze ışık tutarak başlamak istiyorum:
            19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basan Mirliva Mustafa Kemal’in, Ulusal Kavgamızdaki öyküsünü bilmeyen yoktur. İş bu öykü, Vakanüvist mantığı ile yazılır ve de Medrese mantığı ile anlatılır: Alt, alta tarihler; üst üstede adlar yazılır. Nasıllar, nedenler, etkiler ve tepkilerle stratejiler, taktikler yepyeni yönetsel uygulamalardan söz edilmez. Kelime oyunlarıyla politik, kültürel ve ekonomik sistemlerin yıkılıp; yutturmaca sistemlerin oluşturulmasına çalışılan günümüzde, dünü bilememenin gafleti ve yanılgıları yatmaktadır.”Tarihlerini bilmeyen uluslar hep çocuk kalırlar!”Markus Tullius Cicero(M.Ö.106/43)
Meşruiyet çizgisinden sapmayan Mustafa Kemal, kullanmak istediği yetkileri de yetkilerin asıl sahibinden almaktadır.
AMASYA GENELGESİ, başlı başına bir siyasi ve hukuki abidedir. Kongreler, halkı söz sahibi kılarak hakkı tescil ettirmeler büyük bir ustalık isteyen, ustalığın da üstünde, deha isteyen HUKUKİ EYLEMLERDİR.
            Sosyal olaylar, bir tahterevalli olaylarıdır. Sağ tarafa sağcılar; sol tarafa da solcuların oturmuş olduğu bir tahterevalli olayıdır.
12 Eylül Askersel darbesi, tahterevallinin sol tarafına oturacakları silipte süpürdü. TAHTRAVELLİNİN SAĞ TARAFI AĞIR BASARAK YERLERE YAPIŞTI. Sol tarafında oturması gerekenler de sahalarda gazel okumaya soyundular.
Milletvekili pazarlarını yerini ekonomik ve medyatik pazarlar aldı. Allah ile ve dahi din ile aldatma pazarları öne çıktı.
Bir zamanlar; kökeni karışık olduğu için, ÜMMETÇİLİĞE SARILAN BİR BÖYÜK TÜRK BÖYÜĞÜNÜN iktidarında; TRT televizyonu bir ramazan programı yayımlamıştı: -13 Mayıs 1986- “Bu ay, edilen duaların yüz misli kabul gördüğü aydır!”
Bunu duyan Sayın Hamret Hanım da devreye girdiler ve eydirdiler:
“Bu ay, ALLAH İLE VE DİN İLE ALDATANLARIN AYIDIR!”
Bu sayısız dualarla Tanrımızı uyandırma ve sesimizi Ulu Tanrı’mıza duyurabilme mantığını da anlamış değilim!Yani ,Tanrımız çok yalvarıp,yakarlarla mı uyanmakta ve yardım etmektedir!
Bendeniz; Ulusal iradesini öne çıkarmış, kader denilen Tanrısal iradeyi kenara çekmiş olan Mustafa Kemal’in yaratmış olduğu TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ yazmaya karar verdim.
Efendim; hemen, hemen hepimizin yüzeysel olarak bildiğimiz, Havzadan sonra; Amasya Mukarreratı denilen büyük değişim olayından sonra, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Anadolu’nun ve Rumeli’nin yükünü, çilesini, kahrını ve ezilmişliğini ve de hor görülmüşlüğünü, iğreti bir çuval gibi, sırtında taşımış olan Türk Halkının ulusal kongreleri. Heyeti Temsiliye’nin Ankara’ya geliş tarihi olan 27 Aralık 1919’u; telgraf tellerinin taşımış olduğu kavgaları, emirleri ve kararları uzun, uzun anlatacak değilim.
Genel seçime gidilme ve meclisin toplanma yerinin saptanması kararı. Aklı evvellerin,EK:Günümüz yutturmacası AKİL ADAMLARIN-Bu ülkede AKİL KADINLAR yok mudur?-- meclisi İstanbul’da ve düşman donanmasının toplarının gölgesinde toplanmasını istemenin mahsurları.
Sivas’ta yapılan bir toplantıda; Mustafa Kemal’in isteğinin tam tersine; Meclisin İstanbul’da toplanması kararın alınmıştır.
Seçimler yapılıp; Meclis’i Mebusan denilen son Osmanlı Meclisinin İstanbul’da toplanmıştır.
Dâhilerin fikirlerine normal insanların uymuş olduğu nerede görülmüştür. Zamanında; soytarıların alkışlanmış olduğu da çok görülmüştür. AYNEN GÜNÜMÜZDEKİLER GİBİ!
İstanbul’da faaliyette bulunan MM. Grubumuz; 11 Mart 1920 tarihinde, Meclis’i Mebusan’ın basılacağını haber alarak Ankara’ya gizli telgraf hattımızdan bildirir. Meclis’i Mebusan basılır; Şehzade başındaki Mızıka Karakolumuz da basılır ve askerlerimizin bir kısmı öldürülür bir kısmı da yaralanır.
1945 senesinde; Konya’da Rahmeti Rahman’a kavuşmuş olan Telgrafçı Manastırlı Hamdi; işgal olayını dakikası, dakikasına Mustafa Kemal’e bildirir.İngilizlerin huylanmış olduğu 58 kişi önce Bekirağa bölüğüne,sonra da Malta adasına sürülür!Bunların Onatlısı kaçarlar,gerisini de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal kurtarır.
Sivas Kongresi sırasında; Mustafa Kemal’i tutuklamak için, Kazım Karabekir Paşayı ikna etmeye çalışan Genelkurmay Başkanı Kavaklılı Fevzi Paşa da makamında tartaklanır.
Soluğu da Gebze’de bulunan Ali Fuat Paşanın yanında alır. Sabaha kadar, Ali Fuat Paşanın ricası üzerine, adamlı olarak Ankara’ya gönderilmesine Ankara’daki Paşamız izin verir.
Yeni seçimler yapılır. İstanbul’dan Ankara’ya kaçabilen mebusların da katılımı ile 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, İttihat ve Terakki Partisinin Ankara il binasında açılır.
24 Nisan 1920 tarihinde; 110 oy ile de Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilir.
Meclisin adını, bizzat Mustafa Kemal Paşa; “SelahiyetiFevkalledeye Malik bir Meclis ”MİLLİ MECLİS”, ”MİLLET MECLİSİ” olarak koymuştur. Sonunda da Türkiye Büyük Millet Meclisi adında karar kılınmıştır. Anayasacılarımızın “Assemble Constitityonel” fikrini/Kurucu Meclis/Mustafa Kemal beğenmemiştir.
Yeni Meclisin yapısı da: ”Yeniden seçilen mebuslarla İstanbul’dan gelen mebuslardan ibarettir!” Olarak açıklanmıştır.
Açılış günü; İstanbul’dan gelenler dışında, 169 yeni seçilmiş mebus beklenirken, İstanbul’dan gelenlerle birlikte, (120) mebus toplanabilmiştir.
“Kurucu Meclis” *Assemble Constitityonel* deyimini kullanmaktan vazgeçen Mustafa Kemal: ”SELAHİYET’İ FEVKALEDEYE MALİK BİR MECLİS” Deyimini kullanmıştı.Bu deyim de aynı mantığın eseriydi.İlk olarak,Osmanlı devletinin değişikliklere uğramış 1876 anayasası var iken yeni bir anayasayı bu meclis kabul etmiştir.
VE Mustafa Kemal Paşa: ”Yüksek Meclisimiz haiz olduğu olağanüstü yetki sebebi ile Milletin idaresindeki bütün işleri fiilen deruhte ve gerek Hilafetin, gerek memleketin selametini bizzat temin ve müdafaa vazife ve yetkisi ile teşekkül etmiştir. Ve artık, yüksek meclisimizin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.” Diyerek, asırlarca halkımızın kanını boş yere akıtan makamları da saf dışı bırakmıştır.
Hıyanet’i Vataniye Kanununu kabul ederken; adını BÜYÜK MİLLET MECLİSİ koyan bu Meclisi oluşturanların meslek grupları şöyleydi:
                        1*115memur ve Emekli,
                        2*101 sarıklı,
                        3*51 Komutan subay,
                        4*46 Çiftçi,
                        5*36 Avukat,
                        6*15 Doktor,
                        7*10 Aşiret Reisi ve ağa,
                        8*6 gazeteci,
                        9*8 tarikat şeyhi,
                        10*2 Mühendis.
-------------------------------
                                   390
            Öğrenim durumlarına göre dağılımı:
                                   1*158Üniversite,yüksek okul;
                                   2*71Medrese,
                                   3*12Sultani-lise-,
                                   4*25 İdadi,
                                   5*76Rüştiye,
                                   6*2İptidai-İlkokul-,
                                   7*30 Okulsuz-Özel.
                        ---------------------------
                                   376*158 Çeşitli Yabancı dil bilenler.
            23 Nisan 1920 tarihinde açılmış olan Türkiye büyük Millet Meclisine; en yaşlı üye olması nedeniyle, Sinop Mebusu Şerif Bey başkanlık eder. Başkanlık kürsüsüne çıkan Rahmetli Şeref Bey:
            “Milletimizin dâhili ve harici istiklali tam dâhilinde mukadderatını deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek, BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ AÇIYORUM!” Diye haykırır.
            Ne kadar gariptir ki; o kürsüye çıkan 29 Ekim doğumlu. Ülkemizin başına türbanı dolayan bir başka Sinoplu da: ”İhtilalın kanlı mı, kansız mı yapılacağını zaman gösterecektir!” Diyerek, çağdışılığa yemyeşil bir ışık yakmıştır! Ölüsünün üstüne de Türk Bayrağını örtürtmemiştir. Bayrağımız da böylece temiz kalmıştır’!
            Genelkurmay Başkanlığının Vekâlet olarak kabul edildiği bu Yaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı da, aynı zamanda, Hükümetin de başkanıydı.
Osmanlı imparatorluğu zamanında; Hükümetin başkanına Sadrazam, bakanlıkları işgal edenlere de NAZIR denilirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılıp, Hükümetin kurulması ile HEYET’İ TEMSİLİYE DEVRİ sona ermişti. İstanbul’da da bir hükümet ve bir Padişah vardı. Durum çok karışık, karışık olduğu kadar da çok nazikti. Anadolu’da kurulmuş olan hükümete de TBMM HÜKÜMETİ ADI VERİLDİ. Yeni kurulan kabinedeki bakanlara da; güya Nazırlar adına iş görmüş olduklarından VEKİL denildi. Bakanlar Kuruluna da VEKİLLER HEYETİ* *HEYET’İ VEKİLE* denildi. Başbakan da, BAŞVEKİL oldu.
            1924 Anayasamıza Atatürk ilkeleri eklenmişti -1937-1945 senesinde de Anayasamızın dili Türkçeleştirilmişti.
1950 Genel seçimlerinden sonra; sırf Atatürk ilkelerini Anayasamızdan çıkarmak için,1924 Anayasası, 1952’de yürürlüğe konuldu.
Bakanlıklar semti, Vekâletler; Başbakanlık, Başvekâlet; Milli Savunma Bakanlığı Milli Müdafaa Vekâleti, Genelkurmay Başkanlığı da Erkânı Harbiye Umumiye Riyaseti yapıldı.
            Vekiller Heyetine, İcra vekilleri denmesinin bir nedeni de; YASAMA, YÜRÜTME VE HATTA YARGI ERKİNİN TBMM’İNDE TOPLANMASINDAN DOLAYIDIR. Bu yaman TBMM; dâhili ve dahi harici bedhahlarla bir ölüm ve dirim savaşının yanı sıra nelerle de uğraşmıştır.
MEN’İ MÜSKİRAT KANUNU; MEN’İ İSRAFAT KANUNU gibi sosyal içerikli kanunlar da çıkarmıştır.
            1*İngilizlerin Malta’ya sürmüş olduklarından; Rauf Orbay, Kara Vasıf-Çınar-, Şeref, Faik, Numan, Cemal Paşa, Tahsin, Zülfü, Celal Nuri ve Ali Beyleri; Malta’da oldukları halde, TBMM’Sİ üyesi olarak kabul etmiştir. Ayrıca; aklı başına sonradan gelmiş olan Fevzi Paşa da, hem TBMM’Sİ üyesi ve hem de Vekil yapılmıştır.
            2*Hıyanet’i Vataniye Kanunu, iki numaralı kanun olarak kabul edilmiştir: ”Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyan’ı mutazamnın kavlen ve fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan herkes “HAİN’İ VATAN” kabul edilir.
            3*Madde.1 ”İstanbul’un işgali tarihi olan 16 Mart 1920’den itibaren Büyük Millet Meclisinin tasvibi haricinde İstanbul’ca akdedilmiş veya edilecek bilumum muhadedat ve mukarrerat ve ukudat ve mukarreratı resmiye verilmiş imtiyazat ve maadin ferağ ve intikalatı ve ruhsatnameleri ile mütarekeden sonra akdedilmiş bilcümle muahedat’ı Hafiye ve doğrudan doğruya veya bilvasıta ecanibe verilmiş imtiyazat ve maadin ferağ ve intikalatı ile ruhsatnameleri keenlemyekündür/Hiç yapılmamış gibi yok saymak/.
            Madde-2: İş bu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi Heyeti İcraiyesi memurdur.”
            4-Damat Ferit Paşa ve Kabine arkadaşlarının gıyaben, hıyanet’i vataniye kanununun 1 ve 2’incimaddelerine göre yargılanmasına iş bu BMM’NCE karar verilmiştir.
            5-İstiklal Mahkemeleri hakkındaki kanunun 4’üncü maddesi: ”İstiklal mahkemelerinin kararları kat’i olup infazına devletin bilumum silahlı ve silahsız kuvvetleri memurdur.”
            6-İstanbul hükümetinin yapacağı tayin ve terfilerle ilgili olarak Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa’nın 20 Mayıs 1920 tarihinde, bu konuda yapmış olduğu teklif 24 Mayıs 1920 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisince karara bağlanmıştır. İstanbul’da gayrimeşru bir duruma düşürülen hükümetin orada bulunan subaylarla ilgili olarak alacağı tayin, terfi ve taltif karaları da keenlemyekün olacaktır. (Hiç yapılmamış, hukuki geçerliliği olmayan).
            7-Sevr Muhadesi ve Şurayı Saltanat! Vatan Haini ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı, Padişah’ı Zülcelâl ve Halifeyi ruyuzemin! SultanülRezil Altıncı Mehmet Vahdettin Dolmabahçe sarayında toplamış olduğu kalburüstü Zerzevat’a,”Şurayı Saltanat’tan dem vurmasına bir tek yürekli tepki sesi gelmişti: Rahmetli Haldun Taner’in 42 yaşında vefat eden Babasının yanıtı, günümüz hainlerini de ürkütür niteliktedir:
            “DEVİR ŞURAYI SALTANAT DEVRİ DEĞİL, ŞURAYI MİLLET DEVRİDİR!”.
            Günümüzde de Dolmabahçe’ye yerleşenleri gördükçe:”Devrin, Tanrı ve Türban ile kandıranların devri”! Dememiz gerekmektedir.
            8- 17 Ocak 1920 tarihinde; Kazım Karabekir Paşa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çekmiş olduğu telgraf üzerine aşağıda yazmış olduğum karar alınmıştır:
            “Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi, millet ve vatan ile alakası olmayan birkaç kişi namına sulh muhadesini imza ettiklerini ajansta gördük. Milli mücadelemizde daha büyük bir azim ve imanla devama tekiden ahdettiğimizi arz ederim.
            İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şurayı saltanatta, Türkiye’nin varlığını söndüren bu zalim muhadenin imza edilmesine karar veren isimleri malum şahısların ve muhadenameyi imza edenlerin vatana ihanet ile ittiham olunmasını ve haklarında gıyabi hüküm verilmesini, bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle anılmasının ilân ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.”
            9-Men’i İsrafat Kanunu. Genç bir jandarma subayı iken, Kaymakamların havale ettiği düğünlerle ilgili başvuru dilekçelerini, komutanlığıma bağlı olan, jandarma karakollarına havale ederdim. Sonuçta da; düğün sahibine 24 saat davul ve zurnalı düğün yapma iznini tebliğ ederdim.
Bugün de; aynı usulün sürdürüldüğünü sanıyorum. Bu uygulamayla halkımızı soyulmuş olduğu gerçeğinin yanında, Zabıtayı Mânia Önlemlerinin alınması gerçeğinin olduğuna inanıyorum.
Silivri Müddei hususileri bu konuda neler düşündükleri beni hiç te ilgilendirmemektedir!
Sonradan; bunun bir TBMM’Sİ kanununun uygulaması olduğunu öğrendim! İsraf yasaklanıyordu. Gelin ile Damat, bu kanuna göre, bir takım elbise ile birer çift ayakkabı alacaklardı. Düğünde de 24 saat davul ve dahi zurna çaldırabileceklerdi!
            Devletler Hukukunu oluşturan kurallar, denemeler sonucunda da oluşabilmektedir.
1931 senesinde; Meksika dış İşleri Bakanı, iç çatışmada bulunan iki güç için yeni bir kavram ortaya atmıştır:
1- Dö facto,
                                   2- De jüris.(jure)
            Meşru olarak kabul edilen, iç ve dış egemenliğin sembolü olan bir silahlı gücün karşısına o güçle çarpışan yeni bir güç çıkabilmektedir. İsyancılar, asiler ve bölücüler olarak türlü, çeşitli adlarla anılan bu güç Dö Facto, gücünü silahtan ve bir kısım destekçiden alan güçtür. Öteki güç ise meşru kabule dilen yönetimin gücüdür: De jüris!
            Mustafa Kemal; meşru kabul edilen Dö Jüris, Osmanlı devletinin emirleri ile Anadolu’ya Türk ulusunun aleyhinde uygulamalar yapması içi gönderilmişti. Amasya Mukarreratı, Ulusal kongrelerin karaları, Askeri ve Mülki teşkilatın, ulusal kongreler sonucunda oluşturduğu yeni yönetim yapılanmasına Dö Jüre olduğunu iddia eden Osmanlı ÇETE damgasını vurmuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yeni bir seçimle, açılması; Türk Halkının canı ve kanı pahasına yeni oluşuma desteği, Ankara yönetimini Dö Jüre olmasını sağlamıştı. Sonradan; Ankara’yı yok etmek isteyenler de bu oluşumun tek temsil yetkisine sahip olduğunu kabul etmişti.
            Çok yakın bir zamanda; Meksika’da bir Gerilla grubunun, Meksika hükümeti ile anlaşarak, ülkeyi baştanbaşa kat ederek Meksika parlamentosuna girdiğini televizyonlardan izlemiştik. Bu gerilla grubunun yöneticisi bir Akademisyen idi. Adı da; Kayserili yönetmen Elia Kazanın ünlü Viva Zapata filminden esinlenerek, Ünlü Meksikalı Kahraman Zapata anısını taşıyan bir Gerilla grubuydu: ”Tupamaraos Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu EZLN gerillası”.Gerilla Lideri MARCOS,” Subcomandante (Komutan yardımcısı) unvanını taşıyordu.
Gerillalar, silahları ve kendilerine özgü üniformaları ile Meksika Ordusuna rağmen şehirlerden yürümüştü. Gerillalar, Meksika hükümeti ile anlaştıklarından DÖ FACTO durumundan De Jüre durumuna geçmişlerdi. İki eşit hukuka sahip iki güç! Esir almak, tutuklamak, cezalandırmak yoktu.
            Habur sınır kapımızdan, silahları ve kendilerine özgü üniformaları ile törenle karşılanan, ayaklarına askeri helikopter ile bir mahkeme heyeti gönderilenler de TUPAMAROS’UN Türkiye sürecindeydiler.
Açılımı ve masalı da ancak gerzekler dinler!
Şimdi; eskiden yazılmış yazımın arasına mademki girdim! Şu anayasa paketini de bir kalem darbesine tutmalıyım:
            Kurucu meclis olarak kurulan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi haklı olarak ta, bir numara ile 21 maddelik bir anayasa yaparak yürürlüğe bir sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, girmişti.
Lozan’dan sonra da; ilk TBMM’Sİ kendi kendisini dağıtarak, genel seçimle seçilmiş olan ikinci TBMM oluşturulmuştu. Bu Meclis te ”KURUCU MECLİS” İDİ.
VE 1924 anayasamızı yaparak, 1876 anayasasını ekleri ile birlikte yürürlükten kaldırmıştı.
Tüm bu değişimler; kan ve gözyaşı ile GENEL UYUM *KONSENSÜS* sağlanarak yapılmıştı.
1961 ve 1982 anayasalarımız da uzlaşma *Konsensüs* ile yaratılmıştı. Ve çok ilginçtir.
“Kurucu Meclis” ve “Danışma Meclisi” oluşturularak anayasalarımız hazırlanmış ve halkoyuna sunulmuştu. EK.Bu konudaki tarihi gelişmeyi ayrıca bilgilerinize sunacağım.
Şimdi, lütfen, ellerinizi cüzdanlarınızdan çekerek, vicdanıza koyarak beni dinleyiniz:
            Bir tepkinin eseri olarak %47,2 ile Genel Seçimi kazanarak iktidar olmuş bir siyasi parti ve 900 aşan suç dosyalı bir Meclis, Anayasalarımızdaki kırmızıçizgileri de yok sayarak, Anayasa Mahkemesi karalarının aksine “ANAYASA PAKETİNİ” kabul edebilir mi?Mümkün değildir bu Meclisin yeni bir anayasa yapması!
            ÖNEMLİ: MECLİSTEN GEÇİRECEĞİ KARARI HALKOYUNA SUNARAK ONAYLATMASI “DİSSENSÜS”—Zıt fikirde genel uyum- YARATMA AMACINA YÖNELİKTİR! Gerisini de ben mi söyleyeyim!
            Ulusal Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra; 17/23 Mart 1923 tarihinde, İzmir’de toplanan ve ülkemizin sosyal, ekonomik ve toplumsal yapısına yön verecek olan, ”BİRİNCİ İKTİSAT KONGRESİNE“ 1354 ÜYE DAVET EDİLMİŞTİR* Aklımda böyle kalmıştır *Lütfen ve zahmet olacak, bu delegelerin Türk toplumunun hangi kesiminden ve kaç kişi olarak belirlendiğine bir göz atar mısınız?
            Şimdi de, o eski yazımıza dönelim: ”Bu Mustafa Kemal’in Yüce Meclisi nelere karar vermedi ki:
            9* Son Osmanlı Meclisi Mebusan’ının, 17 Şubat 1920’de almış olduğu MİSAKI MİLLİ ile ilgili kararını aynen kabul etmiştir.
            10* Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ülkemizde derin üzüntülere neden olmuş iken, TBMM’NDE DE fırtınaların esmesine neden olmuştur. TBMM ‘İNİN kürsüsüne siyah bir Türk bayrağı serilmiş; Bursa’yı düşmana verdi diyede,56’ıncı Fırka Komutanı Miralay Bekir Sami-Kunduh-Bey’e de yaylım ateşi açılarak, başı istenmiştir. Reis Paşa TBMM’Sİ kürsüsüne gelerek:
            “Bursa’nın düşmana terk ediliş sorumluluğu bana aittir. Şehirler kaybedilir, topraklar ve hatta muharebeler kaybedilir. Önemli olan savaşın kazanılması stratejisidir.” Diyerek Miralay Bekir Sami Bey’i bu büyük meclisimizin ulusal hışmından, zorlukla kurtarabilmiştir.
            Mustafa Kemal; 27 Aralık 1919 tarihinde, Ankara’ya geldiğinde Ankara Defterdarlığını kasasında OTUZ ALTI LİRA mevcut idi. Mustafa Kemal Ankara’ya gelebilmek için; Anasının ziynetlerini Osmanlı bankasına yatırarak, oradan almış olduğu 4000TL. Kredi ile otomobil lastiği ve benzin satın almıştı. Ellerinde hiç para kalmamıştı.
Bir gün; Ankara Müftüsü Rahmetli Rıfat *Börekçi *TBMM’ne elinde, sıkı, sıkıya tutmuş olduğu bir çıkınla gelerek:
            “Gelecek için biriktirdiğim 1200 liram var. Alınız ve zaruri masraflarınızda kullanınız!” Diyerek para çıkının Süreyya Yiğit Bey’e uzatır. Bu Rıfat Hoca, İstanbul’da Dürrizade Abdulah’ın hazırlamış olduğu fetvaya karşı fetvayı hazırlayanların başıdır.
O gün; milletvekillerine, Etli kuru fasulye ve Bulgur pilavından oluşan görkemli bir tabldot çıkartılır.
Bu Uşaklı Rıfat Börekçi; ilk Diyanet işleri Başkanımız olmuştur.
            Komutanlara 20 liralık aylık tahsisatlarını veremezler. Ama İkinci İnönü Muharebesine katılarak, iki saat boyunca, ateş hattında çarpışmış olan milletvekillerini dinledikten sonra da: ”Oy birliği ile maaşlarından, askerlere tütün alınması için, 25’er liranın kesilmesine karar verirler.
            İnönü Muharebeleri ile ilgili olarak TBMM’İNDEKİ müzakereyi ve Rahmetli İsmet Paşa ile Rahmetli Abdi İpekçinin 31 Aralık 1973 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan, Sabahattin Selek ile konuşmalarını okumanızı istiyorum. Bir olayı incelerken, o olayın olduğu günkü şartları da göz önüne almakta, doğru sonuca gidebilmek şansının olduğuna inanmaktayım.
Bugünkü politik ve etik kirlenmenin, kulluğa ve sömürüye gözü kapalı gitmenin nedenlerini bulmadan ahkâm kesmemizin beyhude olduğunu da söylemek durumundayım!
            İpekçi: ”İnönü’nün hayat hikâyesi üzerine birlikte çalışırken ilginç olaylarla karşılaştınız mı?”
            Selek: ”Anadolu ihtilalinde Ulusal Kurtuluş Savaşı liderlerinin portrelerini çizerken
Genel olarak şöyle bir yargıya vardım: Kurtuluş Savaşında yahut Milli Mücadelede, İnönü’nün önemi muharebelerin kazanılmasında değil, harbin kazanılmasındadır.
Ama bu yargımı böyle bir cümle ile ifade ettiğimi sanmıyorum. Belki daha da değişik bir biçimde belirttim. Yine şöyle bir yargım vardı: İnönü, ATATÜRK kadar büyük bir Kumandan değil, en azından muharebelerin kazanılmasında sağladığı başarı ile daha büyük bir yöne sevk ediliyor.
Özetle demek istiyorum ki; İnönü belki hiçbir savaşı kazanmayabilirdi, kaldı ki bütün savaşları kazanmak için elinden gelen gayreti sarf etmiştir. İyi bir kurmaydır, iyi bir kumandan değildir, bu yargıdaydım.
Bu yargım, Anadolu İhtilalı’nın başka bir yerinde, İnönü Muharebelerinin kritiğini yazarken de ifade ettim.
Yine hatırımda kaldığına göre ifadem şöyledir:
            “Yunanlılar Birinci İnönü Muharebesinden çekilirken; Garp Cephesi Kumandanı İsmet Bey, o zaman Paşa değildi, Yunanlıları takip etmemiştir, diye tenkit ettim.
Sonra; İnönü ile hatıralarını yazmak için buluştuğum sıralarda bir gün, çok defa yaptığı gibi, beni öğle yemeğine alıkoydu. Yemekte, yan yana oturuyorduk; lafı Anadolu İhtilaline, Kurtuluş Savaşına getirdi. Bana dedi ki:
            Sen, beni Birinci İnönü Muharebesinde, Yunanlılar çekildiği halde neden takibetmedin diye tenkit ediyorsun. Sen o zaman orada mıydın?
            “Paşam; dedim, ben orada yaşım itibariyle bulunamazdım.”
            “O halde, dedi; ben sana söyleyeyim. Yunanlılar taarruza geçtikleri zaman ben Çerkez Ethem ile mücadele ediyordum. Yunan taarruzunu öğrenince, Çerkez Ethemin karşısındaki kuvvetlerimin büyük kısmını İnönü mevzilerine yetiştirmek için Cebri yürüyüşle -o zamanki deyim- zorlama yürüyüşle Kütahya istasyonuna kadar getirdim.
Çerkez Ethemin karşısında İzzettin beyi bıraktım ve orduyu cebri yürüyüşle Kütahya istasyonuna getirdim. Asker o kadar takatsızdı ki, trene binmek için adımını atacak hali yoktu. Subaylara emir verdim; askerleri arkalarından iterek vagonlara doldurdular. Böyle bindirdim. Sen orada mıydın, gördün mü? Diye bir daha sordu.
            İnönü istasyonuna geldik. Asker biraz uyumuş, dinlenmişti; ama takatsizliği devam ediyordu. Trenden aşağıya indirmek için, askerlerin kollarından tutarak, aşağıya çektik.
Şimdi, bu askerlerle sen olsaydın nasıl takip ederdin? Diye sordu. Arkasından bir kahkaha attı, yüzüme de vurdu. Üzülme; dedi, Beni tenkit ettin diye sana kızmıyorum, ayıplamıyorum. Tabii senin dediğini yapsaydım, zafer daha şerefli olurdu; ama bunu yapmaya da imkân yoktu. Sen tenkit edeceksin, başkaları tenkit edecek, gerçekler bu suretle meydana çıkacak.”
            “Abdi Bey, gerçekten çok utandım, haddimi bilmeden bu tenkidi yapmışım. Anladım ki gerçekle teori birbirini tutmuyor.” Her iki Rahmetlinin sohbetleri bu eksen üzerinde sürer gider.
            Türkiye büyük Millet Meclisindeki muhaliflerle Çerkez Ethem ve avenesi de birleşir. Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşanın emrine girmemek bahanesi ile Çerkez Ethem isyan eder. Çerkez Ethemin Büyük ağabeysi, emekli piyade binbaşısı Reşit Bey de mebustur. Diğer ağabeyi de Ehem’e kurmay başkanlığı yapan süvari Yüzbaşısı Tevfik Bey’dir.
Uzun ,uzun anlatmaya yerim de müsait değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’e suikast teşebbüsleri başarılı olamaz. Reşit ve Ethem sorunu hem Batı Cephesinde, hem de TBMM’İNDE çözüme kavuşturulur. Çerkez Ethem Yunanlılara sığınır. Yunan saldırısı bu destekle gerçekleştirilir.
TBMM’İNDEKİ yardakçılarına sıra gelmiştir. Bu konu da TBMM’İNDE ele alınır. Mustafa kemal Paşa; Ethem lehinde konuşan Salih Efendiye yanıt vererek, Ethem taraftarı mebuslarla da hesaplaşacaktır. TBMM. Kürsüsüne çıkan Mustafa Kemal; Ethem taraftarlarının en sivri noktasına karşı hücuma geçti.
Eski Kuvva’yı Milliye kumandanı Diyarbakır Mebusu Binbaşı Hacı Şükrü Beyin de Milletvekili sıfatının kaldırılmasını istedi. Hacı Şükrü Bey’i şu surette itham ediyordu:
            “Hacı Şükrü Bey, Ethem ve Tevfik’i ihanete sevk edenlerden birisidir.”
            “Hacı Şükrü Bey’in dahi Yüksek Meclisiniz içinde bulunmuş olması Yüksek Meclisinize şeref vermez.”
            “Hacı Şükrü Beyin artık bu Mecliste yeri yoktur.”
            TBMM’Sİ Başkanı Mustafa Kemal’in tüm ısrarlarına karşın, Meclis hacı Şükrü Bey’i tutmuş ve hakkında ihraç kararı alınmasına yanaşmamıştır.
            Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in aşağıdaki sözleri, Meclisin o günkü havasını pek güzel canlandırmaktadır:
            “Efendim; Paşayı severiz. Kanunu hepsinden ziyade severiz. Hacı şükrü Bey’i kanuna teslim ettik. Kanun hâkimdir. O halde emir yerini bulmuştur.”
            Hacı Şükrü Bey’in durumunu incelemek üzere, konu dördüncü şubeye havale edilerek, ortalama bir yol bulunmuştur.
            Mustafa Kemal Paşa’nın açıklamasından sonra, Milli Müdafaa Vekili Kavaklılı Fevzi Paşa, Yunan taarruzu hakkında Meclise bilgi vermiştir. Fevzi Paşanın konuşmasının önemli noktaları, taarruzun nasıl telakki edildiğini göstermesi bakımından aşağıya alınmıştır:
            “Uşak ve Bursa’da toplanmış bulunan Yunan kuvvetleri, kısmen izinli olarak memleketlerine gitmekle beraber; Yunanistan’daki seçimler neticesinde cephelerde bir değişiklik hâsıl oldu. Cephelerdeki açıklıklar takviye edilmek üzere, bir kısım kuvvetleri cepheye sevke başladılar. Alınan bilgiler, seçimler ve Yunanistan’daki siyasi değişiklikler dolayısı ile Yunanlıların harp hareketlerini durdurdukları ve Avrupa’da hâsıl olacak kanata göre yeni bir siyaset takip edecekleri hususlarından ibarettir. Ocak ayının ikisinde; Ethem, Yunanlılarla temasa geçti ve bizim cepheden kuvvetlerimizi kâmilen çektiğimize vs.ye dair bazı haberle Yunanlıları harekete teşvik ettikleri anlaşılıyor. Çünkü bu tarihten itibaren mutlak sükûnet içinde bulunan cephelerde faaliyet başlamıştır.”
            “Askeri tertibata dair müsaade ederseniz fazla tafsilat vermeyeceğim. Henüz vaziyet inkişaf etmemiştir.”
            Meclisin 08 Ocak günü yapılmış olan toplantısında; Garp Cephesinde cereyan eden önemli ve tehlikeli olayları, Milletvekillerimiz öğrenmiş oluyorlardı.
İnönü Muharebelerinin Ankara’da ve özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisinde nasıl karşılanmış ve izlenmiş olduğunu Rahmetli Yunus Nadi-Abalıoğlu-Bey, şöyle anlatmaktadır:
            “Ankara’nın garip bir hususiyeti vardır ki, her hadise karşısında ayrı, ayrı görünmekte devam etmiştir: MÜŞKÜL NE KADAR BÜYÜRSE, AZİM VE CESARET O KADAR ARTMAK HUSUSU”.
            İlk günlerde Çerkez Ethem ve Biraderlerinin isyanı esef verici büyük bir gaile gibi görünürken, sonradan bu biraderlerin hatta Yunanlıların iştiraki ve hatta fırsattan istifade ile taarruza kalkmaları karşısında, Ankara itidal ve vakar kesilmişti. Olup-Bitti, büyük bir soğukkanlılıkla kabul ediliyor, artık azim ve sebatla hep tedbir düşünülüyordu. Böyle olmakla beraber vaziyet, yüzleri mermer yapan bir endişe ile takip olunuyordu. Gariptir ki, bu endişe ile büyük bir iman ve kanaatle de karışıktı: Dünya bir araya gelse BİZİM HAKKIMIZDAN GELEMEZLER VE ER GEÇ NASIL OLSA BİZ HAKKIMIZI KENDİMİZ ALIRIZ KANAATİ.”
            VE SAKARYANIN EN BUNALIMLI GÜNÜNDE; ŞİMDİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN TAVANINDA ASILI DURAN CENNETMEKÂN DİYAP AĞANIN GÜR SESİ: ”BİZ BURAYA DÖĞÜŞEREK ÖLMEYE Mİ GELDİK, YOKSA KADINLAR GİBİ KAÇMAYA MI GELDİK!”
            “BİZ BU ÇAĞA, AYAK OYUNLARI VE HUKUKİ HİLELERLE ORTAÇAĞA GİTMEK İÇİN GELMEDİK”.
            OSMAN TÜRKOĞUZ,18 Aralık 2008
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Askerlerinden birisi.        
                       
           




Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi