İzmir;21
Mart 2010
osmanturkoguz@gmail.com/25 Mart
2013
Yüksek maaş
ve Suç dosyası tehdidiyle anayasa yapılamaz!
HUKUKİ HİLE!
“Deniz yükseldiğinde;
balıklar karıncaları yerler. Deniz çekildiğinde de; karıncalar balıkları
yerler.” KIZILDERİLİ atasözü.
“Muhterem milletime, şunu
tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek, başının üzerine çıkardığı adamların
kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek dikkatinden bir an bile
uzak kalmasınlar!”
Mareşal Gazi Mustafa
Kemal
“Dünya üzerinde,
hükümetlerin ulusal çıkarlara aykırı olarak almış olduğu kararlara lakayıt
kalan toplumlar da mesuldürler.” Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
“Egemenlik
hakkınızı itimat ederek hiçbir kimseye ve hatta meclise bile vermeyiniz. Sizi
temsil edenler öyle büyük hatalar yapabilirler ki düzeltilmesi gayrı kabil
olabilir!” ATATÜRK
Bundan yirmi dört/27/ sene önce;
”MUSTAFA KEMAL’İN FEVKALEDE SALAHİYETİ HAİZ MİLLİ YA DA MİLLET MECLİSİ’NİN
KARAKTERİ VE YAPISI!” Adlı bir yazı yazarak yerel bir gazetede yayımlatmıştım.
Bir tarafta; meclissiz bir yürütme organı. ”Heyet’i
Temsiliye” vardı. Diğer tarafta da, YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI GÜCÜ elinde
ÇARESİZ bir İstanbul hükümeti vardı. Diğer tarafta da yorulmuş, bitmiş ve
tükenmiş bir kuru kalabalık vardı.
Öylesine bir kuru kalabalıktı ki; sarığı, çarığı,
sabanı ve öküzleri ne ise taşlaştırılmış beyni de Arabın masallarına takılıp ta
kalmıştı.
Yirmi beş senede bir, sonu yenilgi ile bitmiş olan
din savaşları kaderi olarak belirlenmişti.
Birinci Dünya Savaşından 3.159.300 Şehit ve 130.000
yaralı ile çıkmıştı.
Şimdi, izninizle sözünü etmiş olduğum yazıma,
günümüze ışık tutarak başlamak istiyorum:
“19 Mayıs
1919 tarihinde Samsun’a ayak basan Mirliva Mustafa Kemal’in, Ulusal
Kavgamızdaki öyküsünü bilmeyen yoktur. İş bu öykü, Vakanüvist mantığı ile
yazılır ve de Medrese mantığı ile anlatılır: Alt, alta tarihler; üst üstede
adlar yazılır. Nasıllar, nedenler, etkiler ve tepkilerle stratejiler, taktikler
yepyeni yönetsel uygulamalardan söz edilmez. Kelime oyunlarıyla politik,
kültürel ve ekonomik sistemlerin yıkılıp; yutturmaca sistemlerin
oluşturulmasına çalışılan günümüzde, dünü bilememenin gafleti ve yanılgıları
yatmaktadır.”Tarihlerini bilmeyen uluslar hep çocuk kalırlar!”Markus Tullius
Cicero(M.Ö.106/43)
Meşruiyet çizgisinden sapmayan Mustafa Kemal, kullanmak istediği
yetkileri de yetkilerin asıl sahibinden almaktadır.
AMASYA GENELGESİ, başlı başına bir siyasi
ve hukuki abidedir. Kongreler, halkı söz sahibi kılarak hakkı tescil ettirmeler
büyük bir ustalık isteyen, ustalığın da üstünde, deha isteyen HUKUKİ
EYLEMLERDİR.
Sosyal olaylar,
bir tahterevalli olaylarıdır. Sağ tarafa sağcılar; sol tarafa da solcuların
oturmuş olduğu bir tahterevalli olayıdır.
12 Eylül Askersel darbesi, tahterevallinin
sol tarafına oturacakları silipte süpürdü. TAHTRAVELLİNİN SAĞ TARAFI AĞIR
BASARAK YERLERE YAPIŞTI. Sol tarafında oturması gerekenler de sahalarda gazel
okumaya soyundular.
Milletvekili pazarlarını yerini ekonomik
ve medyatik pazarlar aldı. Allah ile ve dahi din ile aldatma pazarları öne
çıktı.
Bir zamanlar; kökeni karışık olduğu için,
ÜMMETÇİLİĞE SARILAN BİR BÖYÜK TÜRK BÖYÜĞÜNÜN iktidarında; TRT televizyonu bir
ramazan programı yayımlamıştı: -13 Mayıs 1986- “Bu ay, edilen duaların yüz
misli kabul gördüğü aydır!”
Bunu duyan Sayın Hamret Hanım da devreye
girdiler ve eydirdiler:
“Bu ay, ALLAH İLE VE DİN İLE ALDATANLARIN
AYIDIR!”
Bu sayısız dualarla Tanrımızı uyandırma ve
sesimizi Ulu Tanrı’mıza duyurabilme mantığını da anlamış değilim!Yani ,Tanrımız
çok yalvarıp,yakarlarla mı uyanmakta ve yardım etmektedir!
Bendeniz; Ulusal iradesini öne çıkarmış,
kader denilen Tanrısal iradeyi kenara çekmiş olan Mustafa Kemal’in yaratmış
olduğu TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ yazmaya karar verdim.
Efendim; hemen, hemen hepimizin yüzeysel
olarak bildiğimiz, Havzadan sonra; Amasya Mukarreratı denilen büyük değişim
olayından sonra, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Anadolu’nun ve Rumeli’nin yükünü,
çilesini, kahrını ve ezilmişliğini ve de hor görülmüşlüğünü, iğreti bir çuval
gibi, sırtında taşımış olan Türk Halkının ulusal kongreleri. Heyeti
Temsiliye’nin Ankara’ya geliş tarihi olan 27 Aralık 1919’u; telgraf tellerinin
taşımış olduğu kavgaları, emirleri ve kararları uzun, uzun anlatacak değilim.
Genel seçime gidilme ve meclisin toplanma
yerinin saptanması kararı. Aklı evvellerin,EK:Günümüz yutturmacası AKİL
ADAMLARIN-Bu ülkede AKİL KADINLAR yok mudur?-- meclisi İstanbul’da ve düşman
donanmasının toplarının gölgesinde toplanmasını istemenin mahsurları.
Sivas’ta yapılan bir toplantıda; Mustafa Kemal’in
isteğinin tam tersine; Meclisin İstanbul’da toplanması kararın alınmıştır.
Seçimler yapılıp; Meclis’i Mebusan denilen
son Osmanlı Meclisinin İstanbul’da toplanmıştır.
Dâhilerin fikirlerine normal insanların
uymuş olduğu nerede görülmüştür. Zamanında; soytarıların alkışlanmış olduğu da
çok görülmüştür. AYNEN GÜNÜMÜZDEKİLER GİBİ!
İstanbul’da faaliyette bulunan MM.
Grubumuz; 11 Mart 1920 tarihinde, Meclis’i Mebusan’ın basılacağını haber alarak
Ankara’ya gizli telgraf hattımızdan bildirir. Meclis’i Mebusan basılır; Şehzade
başındaki Mızıka Karakolumuz da basılır ve askerlerimizin bir kısmı öldürülür
bir kısmı da yaralanır.
1945 senesinde; Konya’da Rahmeti Rahman’a
kavuşmuş olan Telgrafçı Manastırlı Hamdi; işgal olayını dakikası, dakikasına
Mustafa Kemal’e bildirir.İngilizlerin huylanmış olduğu 58 kişi önce Bekirağa
bölüğüne,sonra da Malta adasına sürülür!Bunların Onatlısı kaçarlar,gerisini de
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal kurtarır.
Sivas Kongresi sırasında; Mustafa Kemal’i
tutuklamak için, Kazım Karabekir Paşayı ikna etmeye çalışan Genelkurmay Başkanı
Kavaklılı Fevzi Paşa da makamında tartaklanır.
Soluğu da Gebze’de bulunan Ali Fuat
Paşanın yanında alır. Sabaha kadar, Ali Fuat Paşanın ricası üzerine, adamlı
olarak Ankara’ya gönderilmesine Ankara’daki Paşamız izin verir.
Yeni seçimler yapılır. İstanbul’dan
Ankara’ya kaçabilen mebusların da katılımı ile 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi, İttihat ve Terakki Partisinin Ankara il binasında açılır.
24 Nisan 1920 tarihinde; 110 oy ile de
Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilir.
Meclisin adını, bizzat Mustafa Kemal Paşa; “SelahiyetiFevkalledeye
Malik bir Meclis ”MİLLİ MECLİS”, ”MİLLET MECLİSİ” olarak koymuştur. Sonunda da
Türkiye Büyük Millet Meclisi adında karar kılınmıştır. Anayasacılarımızın “Assemble
Constitityonel” fikrini/Kurucu Meclis/Mustafa Kemal beğenmemiştir.
Yeni Meclisin yapısı da: ”Yeniden seçilen mebuslarla
İstanbul’dan gelen mebuslardan ibarettir!” Olarak açıklanmıştır.
Açılış günü; İstanbul’dan gelenler dışında, 169 yeni
seçilmiş mebus beklenirken, İstanbul’dan gelenlerle birlikte, (120) mebus
toplanabilmiştir.
“Kurucu Meclis” *Assemble Constitityonel* deyimini
kullanmaktan vazgeçen Mustafa Kemal: ”SELAHİYET’İ FEVKALEDEYE MALİK BİR MECLİS”
Deyimini kullanmıştı.Bu deyim de aynı mantığın eseriydi.İlk olarak,Osmanlı
devletinin değişikliklere uğramış 1876 anayasası var iken yeni bir anayasayı bu
meclis kabul etmiştir.
VE Mustafa Kemal Paşa: ”Yüksek Meclisimiz
haiz olduğu olağanüstü yetki sebebi ile Milletin idaresindeki bütün işleri
fiilen deruhte ve gerek Hilafetin, gerek memleketin selametini bizzat temin ve
müdafaa vazife ve yetkisi ile teşekkül etmiştir. Ve artık, yüksek meclisimizin
üstünde bir kuvvet mevcut değildir.” Diyerek, asırlarca halkımızın kanını boş
yere akıtan makamları da saf dışı bırakmıştır.
Hıyanet’i Vataniye Kanununu kabul ederken;
adını BÜYÜK MİLLET MECLİSİ koyan bu Meclisi oluşturanların meslek grupları
şöyleydi:
1*115memur
ve Emekli,
2*101
sarıklı,
3*51
Komutan subay,
4*46
Çiftçi,
5*36
Avukat,
6*15
Doktor,
7*10
Aşiret Reisi ve ağa,
8*6
gazeteci,
9*8
tarikat şeyhi,
10*2
Mühendis.
-------------------------------
390
Öğrenim
durumlarına göre dağılımı:
1*158Üniversite,yüksek
okul;
2*71Medrese,
3*12Sultani-lise-,
4*25
İdadi,
5*76Rüştiye,
6*2İptidai-İlkokul-,
7*30
Okulsuz-Özel.
---------------------------
376*158
Çeşitli Yabancı dil bilenler.
23 Nisan 1920 tarihinde açılmış olan
Türkiye büyük Millet Meclisine; en yaşlı üye olması nedeniyle, Sinop Mebusu
Şerif Bey başkanlık eder. Başkanlık kürsüsüne çıkan Rahmetli Şeref Bey:
“Milletimizin dâhili ve harici
istiklali tam dâhilinde mukadderatını deruhte ve idare etmeye başladığını bütün
cihana ilan ederek, BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ AÇIYORUM!” Diye haykırır.
Ne kadar gariptir ki; o kürsüye
çıkan 29 Ekim doğumlu. Ülkemizin başına türbanı dolayan bir başka Sinoplu da:
”İhtilalın kanlı mı, kansız mı yapılacağını zaman gösterecektir!” Diyerek,
çağdışılığa yemyeşil bir ışık yakmıştır! Ölüsünün üstüne de Türk Bayrağını
örtürtmemiştir. Bayrağımız da böylece temiz kalmıştır’!
Genelkurmay Başkanlığının Vekâlet
olarak kabul edildiği bu Yaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı da, aynı
zamanda, Hükümetin de başkanıydı.
Osmanlı imparatorluğu zamanında; Hükümetin başkanına
Sadrazam, bakanlıkları işgal edenlere de NAZIR denilirdi. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin açılıp, Hükümetin kurulması ile HEYET’İ TEMSİLİYE DEVRİ sona
ermişti. İstanbul’da da bir hükümet ve bir Padişah vardı. Durum çok karışık,
karışık olduğu kadar da çok nazikti. Anadolu’da kurulmuş olan hükümete de TBMM
HÜKÜMETİ ADI VERİLDİ. Yeni kurulan kabinedeki bakanlara da; güya Nazırlar adına
iş görmüş olduklarından VEKİL denildi. Bakanlar Kuruluna da VEKİLLER HEYETİ*
*HEYET’İ VEKİLE* denildi. Başbakan da, BAŞVEKİL oldu.
1924 Anayasamıza Atatürk ilkeleri
eklenmişti -1937-1945 senesinde de Anayasamızın dili Türkçeleştirilmişti.
1950 Genel seçimlerinden sonra; sırf Atatürk
ilkelerini Anayasamızdan çıkarmak için,1924 Anayasası, 1952’de yürürlüğe
konuldu.
Bakanlıklar semti, Vekâletler; Başbakanlık,
Başvekâlet; Milli Savunma Bakanlığı Milli Müdafaa Vekâleti, Genelkurmay
Başkanlığı da Erkânı Harbiye Umumiye Riyaseti yapıldı.
Vekiller Heyetine, İcra vekilleri
denmesinin bir nedeni de; YASAMA, YÜRÜTME VE HATTA YARGI ERKİNİN TBMM’İNDE
TOPLANMASINDAN DOLAYIDIR. Bu yaman TBMM; dâhili ve dahi harici bedhahlarla bir
ölüm ve dirim savaşının yanı sıra nelerle de uğraşmıştır.
MEN’İ MÜSKİRAT KANUNU; MEN’İ İSRAFAT KANUNU gibi
sosyal içerikli kanunlar da çıkarmıştır.
1*İngilizlerin Malta’ya sürmüş
olduklarından; Rauf Orbay, Kara Vasıf-Çınar-, Şeref, Faik, Numan, Cemal Paşa,
Tahsin, Zülfü, Celal Nuri ve Ali Beyleri; Malta’da oldukları halde, TBMM’Sİ
üyesi olarak kabul etmiştir. Ayrıca; aklı başına sonradan gelmiş olan Fevzi Paşa
da, hem TBMM’Sİ üyesi ve hem de Vekil yapılmıştır.
2*Hıyanet’i Vataniye Kanunu, iki
numaralı kanun olarak kabul edilmiştir: ”Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine
isyan’ı mutazamnın kavlen ve fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta
bulunan herkes “HAİN’İ VATAN” kabul edilir.
3*Madde.1 ”İstanbul’un işgali tarihi
olan 16 Mart 1920’den itibaren Büyük Millet Meclisinin tasvibi haricinde
İstanbul’ca akdedilmiş veya edilecek bilumum muhadedat ve mukarrerat ve ukudat
ve mukarreratı resmiye verilmiş imtiyazat ve maadin ferağ ve intikalatı ve
ruhsatnameleri ile mütarekeden sonra akdedilmiş bilcümle muahedat’ı Hafiye ve
doğrudan doğruya veya bilvasıta ecanibe verilmiş imtiyazat ve maadin ferağ ve intikalatı
ile ruhsatnameleri keenlemyekündür/Hiç yapılmamış gibi yok saymak/.
Madde-2: İş bu kanunun icrasına
Büyük Millet Meclisi Heyeti İcraiyesi memurdur.”
4-Damat Ferit Paşa ve Kabine
arkadaşlarının gıyaben, hıyanet’i vataniye kanununun 1 ve 2’incimaddelerine
göre yargılanmasına iş bu BMM’NCE karar verilmiştir.
5-İstiklal Mahkemeleri hakkındaki
kanunun 4’üncü maddesi: ”İstiklal mahkemelerinin kararları kat’i olup infazına
devletin bilumum silahlı ve silahsız kuvvetleri memurdur.”
6-İstanbul hükümetinin yapacağı
tayin ve terfilerle ilgili olarak Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa’nın 20 Mayıs
1920 tarihinde, bu konuda yapmış olduğu teklif 24 Mayıs 1920 günü, Türkiye
Büyük Millet Meclisince karara bağlanmıştır. İstanbul’da gayrimeşru bir duruma
düşürülen hükümetin orada bulunan subaylarla ilgili olarak alacağı tayin, terfi
ve taltif karaları da keenlemyekün olacaktır. (Hiç yapılmamış, hukuki
geçerliliği olmayan).
7-Sevr Muhadesi ve Şurayı Saltanat!
Vatan Haini ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı, Padişah’ı Zülcelâl ve
Halifeyi ruyuzemin! SultanülRezil Altıncı Mehmet Vahdettin Dolmabahçe sarayında
toplamış olduğu kalburüstü Zerzevat’a,”Şurayı Saltanat’tan dem vurmasına bir
tek yürekli tepki sesi gelmişti: Rahmetli Haldun Taner’in 42 yaşında vefat eden
Babasının yanıtı, günümüz hainlerini de ürkütür niteliktedir:
“DEVİR ŞURAYI SALTANAT DEVRİ DEĞİL,
ŞURAYI MİLLET DEVRİDİR!”.
Günümüzde de Dolmabahçe’ye
yerleşenleri gördükçe:”Devrin, Tanrı ve Türban ile kandıranların devri”!
Dememiz gerekmektedir.
8- 17 Ocak 1920 tarihinde; Kazım
Karabekir Paşa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çekmiş olduğu telgraf
üzerine aşağıda yazmış olduğum karar alınmıştır:
“Vatansız, vicdansız üç serserinin,
yine kendileri gibi, millet ve vatan ile alakası olmayan birkaç kişi namına
sulh muhadesini imza ettiklerini ajansta gördük. Milli mücadelemizde daha büyük
bir azim ve imanla devama tekiden ahdettiğimizi arz ederim.
İstanbul’da teşekkülünü evvelce
duyduğumuz Şurayı saltanatta, Türkiye’nin varlığını söndüren bu zalim muhadenin
imza edilmesine karar veren isimleri malum şahısların ve muhadenameyi imza
edenlerin vatana ihanet ile ittiham olunmasını ve haklarında gıyabi hüküm
verilmesini, bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle anılmasının ilân ve
tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.”
9-Men’i İsrafat Kanunu. Genç bir
jandarma subayı iken, Kaymakamların havale ettiği düğünlerle ilgili başvuru
dilekçelerini, komutanlığıma bağlı olan, jandarma karakollarına havale ederdim.
Sonuçta da; düğün sahibine 24 saat davul ve zurnalı düğün yapma iznini tebliğ
ederdim.
Bugün de; aynı usulün sürdürüldüğünü sanıyorum. Bu
uygulamayla halkımızı soyulmuş olduğu gerçeğinin yanında, Zabıtayı Mânia
Önlemlerinin alınması gerçeğinin olduğuna inanıyorum.
Silivri Müddei hususileri bu konuda neler
düşündükleri beni hiç te ilgilendirmemektedir!
Sonradan; bunun bir TBMM’Sİ kanununun uygulaması
olduğunu öğrendim! İsraf yasaklanıyordu. Gelin ile Damat, bu kanuna göre, bir
takım elbise ile birer çift ayakkabı alacaklardı. Düğünde de 24 saat davul ve
dahi zurna çaldırabileceklerdi!
Devletler Hukukunu oluşturan
kurallar, denemeler sonucunda da oluşabilmektedir.
1931 senesinde; Meksika dış İşleri Bakanı, iç
çatışmada bulunan iki güç için yeni bir kavram ortaya atmıştır:
1- Dö facto,
2- De
jüris.(jure)
Meşru olarak kabul edilen, iç ve dış
egemenliğin sembolü olan bir silahlı gücün karşısına o güçle çarpışan yeni bir
güç çıkabilmektedir. İsyancılar, asiler ve bölücüler olarak türlü, çeşitli
adlarla anılan bu güç Dö Facto, gücünü silahtan ve bir kısım destekçiden alan
güçtür. Öteki güç ise meşru kabule dilen yönetimin gücüdür: De jüris!
Mustafa Kemal; meşru kabul edilen Dö
Jüris, Osmanlı devletinin emirleri ile Anadolu’ya Türk ulusunun aleyhinde
uygulamalar yapması içi gönderilmişti. Amasya Mukarreratı, Ulusal kongrelerin
karaları, Askeri ve Mülki teşkilatın, ulusal kongreler sonucunda oluşturduğu
yeni yönetim yapılanmasına Dö Jüre olduğunu iddia eden Osmanlı ÇETE damgasını
vurmuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yeni bir seçimle,
açılması; Türk Halkının canı ve kanı pahasına yeni oluşuma desteği, Ankara
yönetimini Dö Jüre olmasını sağlamıştı. Sonradan; Ankara’yı yok etmek
isteyenler de bu oluşumun tek temsil yetkisine sahip olduğunu kabul etmişti.
Çok yakın bir zamanda; Meksika’da
bir Gerilla grubunun, Meksika hükümeti ile anlaşarak, ülkeyi baştanbaşa kat
ederek Meksika parlamentosuna girdiğini televizyonlardan izlemiştik. Bu gerilla
grubunun yöneticisi bir Akademisyen idi. Adı da; Kayserili yönetmen Elia
Kazanın ünlü Viva Zapata filminden esinlenerek, Ünlü Meksikalı Kahraman Zapata
anısını taşıyan bir Gerilla grubuydu: ”Tupamaraos Zapatista Ulusal Kurtuluş
Ordusu EZLN gerillası”.Gerilla Lideri MARCOS,” Subcomandante (Komutan
yardımcısı) unvanını taşıyordu.
Gerillalar, silahları ve kendilerine özgü
üniformaları ile Meksika Ordusuna rağmen şehirlerden yürümüştü. Gerillalar,
Meksika hükümeti ile anlaştıklarından DÖ FACTO durumundan De Jüre durumuna
geçmişlerdi. İki eşit hukuka sahip iki güç! Esir almak, tutuklamak,
cezalandırmak yoktu.
Habur sınır kapımızdan, silahları ve
kendilerine özgü üniformaları ile törenle karşılanan, ayaklarına askeri
helikopter ile bir mahkeme heyeti gönderilenler de TUPAMAROS’UN Türkiye
sürecindeydiler.
Açılımı ve masalı da ancak gerzekler dinler!
Şimdi; eskiden yazılmış yazımın arasına mademki
girdim! Şu anayasa paketini de bir kalem darbesine tutmalıyım:
Kurucu meclis olarak kurulan ilk Türkiye
Büyük Millet Meclisi haklı olarak ta, bir numara ile 21 maddelik bir anayasa
yaparak yürürlüğe bir sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, girmişti.
Lozan’dan sonra da; ilk TBMM’Sİ kendi kendisini
dağıtarak, genel seçimle seçilmiş olan ikinci TBMM oluşturulmuştu. Bu Meclis te
”KURUCU MECLİS” İDİ.
VE 1924 anayasamızı yaparak, 1876 anayasasını ekleri
ile birlikte yürürlükten kaldırmıştı.
Tüm bu değişimler; kan ve gözyaşı ile GENEL UYUM
*KONSENSÜS* sağlanarak yapılmıştı.
1961 ve 1982 anayasalarımız da uzlaşma *Konsensüs*
ile yaratılmıştı. Ve çok ilginçtir.
“Kurucu Meclis” ve “Danışma Meclisi” oluşturularak
anayasalarımız hazırlanmış ve halkoyuna sunulmuştu. EK.Bu konudaki tarihi
gelişmeyi ayrıca bilgilerinize sunacağım.
Şimdi, lütfen, ellerinizi cüzdanlarınızdan çekerek,
vicdanıza koyarak beni dinleyiniz:
Bir tepkinin eseri olarak %47,2 ile
Genel Seçimi kazanarak iktidar olmuş bir siyasi parti ve 900 aşan suç dosyalı
bir Meclis, Anayasalarımızdaki kırmızıçizgileri de yok sayarak, Anayasa
Mahkemesi karalarının aksine “ANAYASA PAKETİNİ” kabul edebilir mi?Mümkün
değildir bu Meclisin yeni bir anayasa yapması!
ÖNEMLİ:
MECLİSTEN GEÇİRECEĞİ KARARI HALKOYUNA SUNARAK ONAYLATMASI “DİSSENSÜS”—Zıt
fikirde genel uyum- YARATMA AMACINA YÖNELİKTİR! Gerisini de ben mi söyleyeyim!
Ulusal Kurtuluş Savaşını kazandıktan
sonra; 17/23 Mart 1923 tarihinde, İzmir’de toplanan ve ülkemizin sosyal,
ekonomik ve toplumsal yapısına yön verecek olan, ”BİRİNCİ İKTİSAT KONGRESİNE“
1354 ÜYE DAVET EDİLMİŞTİR* Aklımda böyle kalmıştır *Lütfen ve zahmet olacak, bu
delegelerin Türk toplumunun hangi kesiminden ve kaç kişi olarak belirlendiğine
bir göz atar mısınız?
Şimdi de, o eski
yazımıza dönelim: ”Bu Mustafa Kemal’in Yüce Meclisi nelere karar vermedi ki:
9* Son Osmanlı
Meclisi Mebusan’ının, 17 Şubat 1920’de almış olduğu MİSAKI MİLLİ ile ilgili
kararını aynen kabul etmiştir.
10* Bursa’nın
Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ülkemizde derin üzüntülere neden olmuş
iken, TBMM’NDE DE fırtınaların esmesine neden olmuştur. TBMM ‘İNİN kürsüsüne siyah
bir Türk bayrağı serilmiş; Bursa’yı düşmana verdi diyede,56’ıncı Fırka Komutanı
Miralay Bekir Sami-Kunduh-Bey’e de yaylım ateşi açılarak, başı istenmiştir.
Reis Paşa TBMM’Sİ kürsüsüne gelerek:
“Bursa’nın düşmana
terk ediliş sorumluluğu bana aittir. Şehirler kaybedilir, topraklar ve hatta
muharebeler kaybedilir. Önemli olan savaşın kazanılması stratejisidir.” Diyerek
Miralay Bekir Sami Bey’i bu büyük meclisimizin ulusal hışmından, zorlukla
kurtarabilmiştir.
Mustafa Kemal; 27
Aralık 1919 tarihinde, Ankara’ya geldiğinde Ankara Defterdarlığını kasasında
OTUZ ALTI LİRA mevcut idi. Mustafa Kemal Ankara’ya gelebilmek için; Anasının
ziynetlerini Osmanlı bankasına yatırarak, oradan almış olduğu 4000TL. Kredi ile
otomobil lastiği ve benzin satın almıştı. Ellerinde hiç para kalmamıştı.
Bir gün; Ankara Müftüsü Rahmetli Rıfat
*Börekçi *TBMM’ne elinde, sıkı, sıkıya tutmuş olduğu bir çıkınla gelerek:
“Gelecek için
biriktirdiğim 1200 liram var. Alınız ve zaruri masraflarınızda kullanınız!”
Diyerek para çıkının Süreyya Yiğit Bey’e uzatır. Bu Rıfat Hoca, İstanbul’da
Dürrizade Abdulah’ın hazırlamış olduğu fetvaya karşı fetvayı hazırlayanların
başıdır.
O gün; milletvekillerine, Etli kuru fasulye
ve Bulgur pilavından oluşan görkemli bir tabldot çıkartılır.
Bu Uşaklı Rıfat Börekçi; ilk Diyanet işleri
Başkanımız olmuştur.
Komutanlara 20
liralık aylık tahsisatlarını veremezler. Ama İkinci İnönü Muharebesine
katılarak, iki saat boyunca, ateş hattında çarpışmış olan milletvekillerini
dinledikten sonra da: ”Oy birliği ile maaşlarından, askerlere tütün alınması
için, 25’er liranın kesilmesine karar verirler.
İnönü Muharebeleri ile ilgili olarak
TBMM’İNDEKİ müzakereyi ve Rahmetli İsmet Paşa ile Rahmetli Abdi İpekçinin 31
Aralık 1973 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan, Sabahattin Selek ile
konuşmalarını okumanızı istiyorum. Bir olayı incelerken, o olayın olduğu günkü
şartları da göz önüne almakta, doğru sonuca gidebilmek şansının olduğuna
inanmaktayım.
Bugünkü politik ve etik kirlenmenin, kulluğa ve
sömürüye gözü kapalı gitmenin nedenlerini bulmadan ahkâm kesmemizin beyhude
olduğunu da söylemek durumundayım!
İpekçi: ”İnönü’nün hayat hikâyesi
üzerine birlikte çalışırken ilginç olaylarla karşılaştınız mı?”
Selek: ”Anadolu ihtilalinde Ulusal
Kurtuluş Savaşı liderlerinin portrelerini çizerken
Genel olarak şöyle bir yargıya vardım: Kurtuluş
Savaşında yahut Milli Mücadelede, İnönü’nün önemi muharebelerin kazanılmasında
değil, harbin kazanılmasındadır.
Ama bu yargımı böyle bir cümle ile ifade ettiğimi
sanmıyorum. Belki daha da değişik bir biçimde belirttim. Yine şöyle bir yargım
vardı: İnönü, ATATÜRK kadar büyük bir Kumandan değil, en azından muharebelerin
kazanılmasında sağladığı başarı ile daha büyük bir yöne sevk ediliyor.
Özetle demek istiyorum ki; İnönü belki hiçbir savaşı
kazanmayabilirdi, kaldı ki bütün savaşları kazanmak için elinden gelen gayreti
sarf etmiştir. İyi bir kurmaydır, iyi bir kumandan değildir, bu yargıdaydım.
Bu yargım, Anadolu İhtilalı’nın başka bir yerinde,
İnönü Muharebelerinin kritiğini yazarken de ifade ettim.
Yine hatırımda kaldığına göre ifadem şöyledir:
“Yunanlılar Birinci İnönü
Muharebesinden çekilirken; Garp Cephesi Kumandanı İsmet Bey, o zaman Paşa
değildi, Yunanlıları takip etmemiştir, diye tenkit ettim.
Sonra; İnönü ile hatıralarını yazmak için buluştuğum
sıralarda bir gün, çok defa yaptığı gibi, beni öğle yemeğine alıkoydu. Yemekte,
yan yana oturuyorduk; lafı Anadolu İhtilaline, Kurtuluş Savaşına getirdi. Bana
dedi ki:
Sen, beni Birinci İnönü
Muharebesinde, Yunanlılar çekildiği halde neden takibetmedin diye tenkit
ediyorsun. Sen o zaman orada mıydın?
“Paşam; dedim, ben orada yaşım
itibariyle bulunamazdım.”
“O halde, dedi; ben sana söyleyeyim.
Yunanlılar taarruza geçtikleri zaman ben Çerkez Ethem ile mücadele ediyordum.
Yunan taarruzunu öğrenince, Çerkez Ethemin karşısındaki kuvvetlerimin büyük
kısmını İnönü mevzilerine yetiştirmek için Cebri yürüyüşle -o zamanki deyim-
zorlama yürüyüşle Kütahya istasyonuna kadar getirdim.
Çerkez Ethemin karşısında İzzettin beyi bıraktım ve
orduyu cebri yürüyüşle Kütahya istasyonuna getirdim. Asker o kadar takatsızdı
ki, trene binmek için adımını atacak hali yoktu. Subaylara emir verdim;
askerleri arkalarından iterek vagonlara doldurdular. Böyle bindirdim. Sen orada
mıydın, gördün mü? Diye bir daha sordu.
İnönü istasyonuna geldik. Asker
biraz uyumuş, dinlenmişti; ama takatsizliği devam ediyordu. Trenden aşağıya
indirmek için, askerlerin kollarından tutarak, aşağıya çektik.
Şimdi, bu askerlerle sen olsaydın nasıl takip
ederdin? Diye sordu. Arkasından bir kahkaha attı, yüzüme de vurdu. Üzülme;
dedi, Beni tenkit ettin diye sana kızmıyorum, ayıplamıyorum. Tabii senin
dediğini yapsaydım, zafer daha şerefli olurdu; ama bunu yapmaya da imkân yoktu.
Sen tenkit edeceksin, başkaları tenkit edecek, gerçekler bu suretle meydana
çıkacak.”
“Abdi Bey, gerçekten çok utandım,
haddimi bilmeden bu tenkidi yapmışım. Anladım ki gerçekle teori birbirini
tutmuyor.” Her iki Rahmetlinin sohbetleri bu eksen üzerinde sürer gider.
Türkiye büyük Millet Meclisindeki
muhaliflerle Çerkez Ethem ve avenesi de birleşir. Garp Cephesi Komutanı İsmet
Paşanın emrine girmemek bahanesi ile Çerkez Ethem isyan eder. Çerkez Ethemin
Büyük ağabeysi, emekli piyade binbaşısı Reşit Bey de mebustur. Diğer ağabeyi de
Ehem’e kurmay başkanlığı yapan süvari Yüzbaşısı Tevfik Bey’dir.
Uzun ,uzun anlatmaya yerim de müsait değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’e
suikast teşebbüsleri başarılı olamaz. Reşit ve Ethem sorunu hem Batı
Cephesinde, hem de TBMM’İNDE çözüme kavuşturulur. Çerkez Ethem Yunanlılara
sığınır. Yunan saldırısı bu destekle gerçekleştirilir.
TBMM’İNDEKİ yardakçılarına sıra gelmiştir. Bu konu da
TBMM’İNDE ele alınır. Mustafa kemal Paşa; Ethem lehinde konuşan Salih Efendiye
yanıt vererek, Ethem taraftarı mebuslarla da hesaplaşacaktır. TBMM. Kürsüsüne
çıkan Mustafa Kemal; Ethem taraftarlarının en sivri noktasına karşı hücuma
geçti.
Eski Kuvva’yı Milliye kumandanı Diyarbakır Mebusu
Binbaşı Hacı Şükrü Beyin de Milletvekili sıfatının kaldırılmasını istedi. Hacı
Şükrü Bey’i şu surette itham ediyordu:
“Hacı Şükrü Bey, Ethem ve Tevfik’i
ihanete sevk edenlerden birisidir.”
“Hacı Şükrü Bey’in dahi Yüksek
Meclisiniz içinde bulunmuş olması Yüksek Meclisinize şeref vermez.”
“Hacı Şükrü Beyin artık bu Mecliste
yeri yoktur.”
TBMM’Sİ Başkanı Mustafa Kemal’in tüm
ısrarlarına karşın, Meclis hacı Şükrü Bey’i tutmuş ve hakkında ihraç kararı
alınmasına yanaşmamıştır.
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in
aşağıdaki sözleri, Meclisin o günkü havasını pek güzel canlandırmaktadır:
“Efendim; Paşayı severiz. Kanunu
hepsinden ziyade severiz. Hacı şükrü Bey’i kanuna teslim ettik. Kanun hâkimdir.
O halde emir yerini bulmuştur.”
Hacı Şükrü Bey’in durumunu incelemek
üzere, konu dördüncü şubeye havale edilerek, ortalama bir yol bulunmuştur.
Mustafa Kemal Paşa’nın
açıklamasından sonra, Milli Müdafaa Vekili Kavaklılı Fevzi Paşa, Yunan taarruzu
hakkında Meclise bilgi vermiştir. Fevzi Paşanın konuşmasının önemli noktaları,
taarruzun nasıl telakki edildiğini göstermesi bakımından aşağıya alınmıştır:
“Uşak ve Bursa’da
toplanmış bulunan Yunan kuvvetleri, kısmen izinli olarak memleketlerine
gitmekle beraber; Yunanistan’daki seçimler neticesinde cephelerde bir
değişiklik hâsıl oldu. Cephelerdeki açıklıklar takviye edilmek üzere, bir kısım
kuvvetleri cepheye sevke başladılar. Alınan bilgiler, seçimler ve
Yunanistan’daki siyasi değişiklikler dolayısı ile Yunanlıların harp
hareketlerini durdurdukları ve Avrupa’da hâsıl olacak kanata göre yeni bir
siyaset takip edecekleri hususlarından ibarettir. Ocak ayının ikisinde; Ethem,
Yunanlılarla temasa geçti ve bizim cepheden kuvvetlerimizi kâmilen çektiğimize
vs.ye dair bazı haberle Yunanlıları harekete teşvik ettikleri anlaşılıyor.
Çünkü bu tarihten itibaren mutlak sükûnet içinde bulunan cephelerde faaliyet
başlamıştır.”
“Askeri tertibata
dair müsaade ederseniz fazla tafsilat vermeyeceğim. Henüz vaziyet inkişaf
etmemiştir.”
Meclisin 08 Ocak
günü yapılmış olan toplantısında; Garp Cephesinde cereyan eden önemli ve
tehlikeli olayları, Milletvekillerimiz öğrenmiş oluyorlardı.
İnönü Muharebelerinin Ankara’da ve
özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisinde nasıl karşılanmış ve izlenmiş
olduğunu Rahmetli Yunus Nadi-Abalıoğlu-Bey, şöyle anlatmaktadır:
“Ankara’nın garip
bir hususiyeti vardır ki, her hadise karşısında ayrı, ayrı görünmekte devam
etmiştir: MÜŞKÜL NE KADAR BÜYÜRSE, AZİM VE CESARET O KADAR ARTMAK HUSUSU”.
İlk günlerde
Çerkez Ethem ve Biraderlerinin isyanı esef verici büyük bir gaile gibi
görünürken, sonradan bu biraderlerin hatta Yunanlıların iştiraki ve hatta
fırsattan istifade ile taarruza kalkmaları karşısında, Ankara itidal ve vakar
kesilmişti. Olup-Bitti, büyük bir soğukkanlılıkla kabul ediliyor, artık azim ve
sebatla hep tedbir düşünülüyordu. Böyle olmakla beraber vaziyet, yüzleri mermer
yapan bir endişe ile takip olunuyordu. Gariptir ki, bu endişe ile büyük bir
iman ve kanaatle de karışıktı: Dünya bir araya gelse BİZİM HAKKIMIZDAN
GELEMEZLER VE ER GEÇ NASIL OLSA BİZ HAKKIMIZI KENDİMİZ ALIRIZ KANAATİ.”
VE SAKARYANIN EN
BUNALIMLI GÜNÜNDE; ŞİMDİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN TAVANINDA ASILI DURAN
CENNETMEKÂN DİYAP
AĞANIN GÜR SESİ: ”BİZ BURAYA DÖĞÜŞEREK ÖLMEYE Mİ GELDİK, YOKSA KADINLAR GİBİ
KAÇMAYA MI GELDİK!”
“BİZ BU ÇAĞA, AYAK OYUNLARI VE
HUKUKİ HİLELERLE ORTAÇAĞA GİTMEK İÇİN GELMEDİK”.
OSMAN TÜRKOĞUZ,18 Aralık 2008
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in
Askerlerinden birisi.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder