OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 15 Kasım 2009.
DİYELİM Kİ; 35’İNCİ MADDE DE YOKTUR!
Bu yazımı; hukukçu bir asker emeklisi olduğunu beyan ederek; 35’inci madde kaldırılsın diyerek, meydanı gazaya destursuz atlayarak, yerde kalmış kadri bilinmeyen bir kıymete ithaf ediyorum!
“Halkın oylarıyla seçilmiş bazı kişileri gördükçe, sürüngenlere saygım artıyor. Bu arada, İT-KÖPEK sevgisi de başladı bende!”
Mark Twain( Sayın Vural Savaş’tan)
“Kanun devleti, Mülk ve Polis devleti ile ideolojik ve dinsel doktrine göre kurulmuş devletlerin almış olduğu kararların ve çıkarmış olduğu yasaların, HUKUK DEVLETİ KURALLARINA UYMA ZORUNLUĞU YOKTUR!” Ostüzü
“Dünya üzerinde; hükümetlerin ulusal çıkarlara aykırı olarak almış olduğu kararlara lakayt kalan toplumlar da mesuldürler. “Mustafa Kemal.
“ASIL ÖNEMLİ OLAN VE MEMLEKETİ TEMELİNDEN YIKAN, HALKINI ESİREDEN, İŞERİDEKİ CEPHENİN SUSKUNLUĞUDUR”ATATÜRK.
Bendeniz; “Quo Vadis Domino?” Nereye Hazret- başlıklı bir yazı yayımlamıştım.
Urla’da yayımlanan Demokrat Urla adlı yerel bir gazetemiz, benim sürekli olarak yayımlanan bir yazımı keserek, işbu yazımı yayıma sokmuş. Çok beğeni alan işbu yazımın çıktısını alarak, hukuk bilgisi olduğunu beyan edenlere ilettim. ,
Konak’taki subay orduevine, sınıf arkadaşları toplantısına da götürdüm. Yazı ile ilgilenen olmadı.
Bulunduğu meclislerde, hiçbir kimseye konuşma fırsatı vermeyen ve hep aynı şeyleri ve kendisini anlatan bir devre arkadaşımdan da iyi bir fırça yediğimi saklamamam gerek:
-“Ne bu yahu; üçyüz ileti göndermişsin. Kısa, kısa yazsan olmaz mı? Upuzun yazılar ve 545 sayfalık bir kitap!”
Özür diledim; “ben, kaynaklarını da göstererek araştırmalarımı yazıyorum; haklısın!” Dedim, eve dönünce de adresini bilgisayarımdan sildim.
Bu tip konuşkanlara Fransızlar bir cümle ile yanıt verirler: ”C’est toujoures la meme gitar!”- “Hep aynı şarkı!”-
Benim merakım; ”kanun devleti ile hukuk devleti kavramından ne haber Osman Bey?” Diye soran olur mu acabadaydı.
Tanrımıza çok şükür! Bu soruyu soran da olmadı. Herkes yapılan eylemlerin umursamazlığı içersinde!
Birkaç arkadaşıma; kanun devleti ile hukuk devleti arasındaki farkı soracak oldum; aldığım yanıtlar umutsuzluğumu iyicene pekiştirdi.
Bugünkü siyasi iktidarın, her eylemini, parlamentodan çıkarttığı yasalara göre yaptığını, tedirgin olmak için neden olmadığını söyleyenler de oldu.
Kadın ve erkeklerin tümünün de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin pasif davrandığı ve tüm hatanın da Genelkurmay Başkanında olduğu görüşünü paylaştıklarını gördüm.
Kimsenin de, ne Anayasadan ne de yeni çıkartılan yasalardan ve hukuk devleti kurallarına aykırı olarak yapılanlardan haberleri olmadığını üzülerek öğrendim.
Tüm dinlediklerim; okudukları gazetenin ve seyrettiği televizyonun ağzı ile konuşmaktaydılar.
Huzursuz olanlar; halkımıza mensup olanlardı. Herkesin; kurtuluşu bir başkasından beklentisi, beni çok şaşırttı!
Bendeniz; önce ve özetle;
A- DEVLET;
B- MÜLK DEVLETİ,
C- POLİS DEVLETİ,
D- HUKUK DEVLETİ
E. KANUN DEVLETİ. Kavramlarından söz etmek istiyorum.
A- Devlet: Bir coğrafya parçası üzerinde, örgütlenmiş ulustur. O coğrafyaya; VATAN VE ÜLKE denilir.
Ülke:
-Kara ülkesi,
-Hava ülkesi,
-Deniz ülkesinden oluşur.
Devlet; ülkesinin altına ve üstüne sahiptir. Bir devletin, iki türlü egemenliği vardır:
1-Dış egemenliği,
2-İç egemenliği.
Uzun, uzadıya devletten söz edecek değilim. Devletleri, kuruluş
Amaçlarına göre: A*DEVLET.
B* Mülk devleti oluşturmak amacına göre, C*Polis devleti oluşturmak amacına göre,
D*HUKUK DEVLETİNİ OLUŞTURMAK AMACINA GÖRE. E*Kanun Devleti oluşturmak amacına göre.
1* Şeriat ve ideoloji devleti oluşturmak amacına göre,
D*HUKUK DEVLETİNİ OLUŞTURMAK AMACINA GÖRE, tasnif edebiliriz.
B- MÜLK DEVLETİ: Mülk devletinde, tam bir keyfi rejim vardır. Ortaçağda derebeylik sistemine dayanan devlet anlayışında; devlet onun başında bulunan ve egemenliği temsil edenin malı ve mülkü sayılırdı.
İktidar yetkileri, topun kullanılmasına ve derebeylik güçlerinin merkezi krallık güçlerine yenilmesine kadar, iktidarı kullanma yetkileri hükümdarla derebeyleri arasında paylaşılmıştı. Hükümdar ve derebeyi, kendi yetkilerini kendileri sağlarlardı. Hükümdar ve derebeylerini bağlayıcı hiçbir kural da yoktu.
Osmanlı Hükümdarlarından söz edilirken: ”Mülkün sahibi!” Denilirdi. Bu, devleti kendi mülkü sanma alışkanlığı günümüze kadar da gelmiştir. TANRI Kavramı,beraberinde KULUK kavramını da getirmişti.İktidarı ellerinde tutan sahtekârlar da “Tanrı’nın yeryüzünde gölgesi olunca”Halk ta otomatikman ve dahi dinen ol egemenin KULU ve KÖLESİ durumuna düşmüştür!O zaman,Kul taifesini kesbildiğiniz kadar kesebilirsiniz,meydanlara yasal hakkı sanarak inen gafilleri de bi güzel coplatarak,tazyik su banyosuna da sokabilirsiniz.Cahil kalmaları için her türlü numarayı uyguladığınız,öteki âlemde Huri ve kadınlara boğduğunuz bu Gafillere dört senede bir Efendilerini ve dokunulmazlarını seçtirerek buna da Demokrasinin fazileti diyebilirsiniz.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal: ”Benim memurum işini bilir!” Benim polisim, benim hâkimim, benim savcım, benim kaymakamım ve benim—kömür dağıtan- valim!- “Ben bu davanın SAVCISIYIM!” Boşuna söylenmiş bir söz de değildir.
Ortaçağda ve daha önceleri, bir kimse egemen tarafından suçlanırdı. Ülkeler genişledikçe, sosyal hayat geliştikçe, Hükümdar-kral- her yere yetişemez olduğundan, ”KRALIN SAVCISI” makamı yaratılmıştır. Bizde de bu kurumu cumhuriyet savcısı olarak kabul edilmişti.
Ergenekon davasında, iddia makamını bizzat egemenin aldığının başka bir kanıtı da vardır: Askeri Ceza Kanunun vermiş olduğu bir yetkiye dayanarak, askeri savcı, her yerden, adliye yargılama kurumlarından bile, her türlü belgeyi isteyebilirler. Ergenekon müddei özelleri, dört isteme de yanıt vermediği gazete ve televizyon haberleri. Neden yanıt vermediler, yasal dayanağı olan bir yetkili talebe?
Sayın Başsavcı! Sıkılmadan: ”Adli Tıp Raporu ile iktifa etsinler!” Emrini, açık ve dahi seçik olarak verdi. Bu emir; mülki devlette ve polis devletinde geçerlidir. Çünkü egemenin emri kanundan da üstündür!
Bıyıkları, kaşındaki üç beyaz kıl ve Sarıkamış Felaketi ve damadı şehriyarı olmakla ünlü Enver Paşa’nın da bir kanun tarifi vardır: ”Emredersem kanundur, emretmezsem kanun değildir!”
Roma imparatoru Theodosius, MS: 395 tarihinde, Roma İmparatorluğunu Doğu Roma-Batı Roma diye, ikiye bölerek oğullarına tahsis etmiştir. Çünkü imparatorluk onun mülküdür.
Deli İbrahim; bir gece, halvet olduğu cariyesinden bir erotik öykü dinler. Kilolu bir cariye ile sevişmenin güzelliği anlatılır kendisine.
Sabahleyin; Veziriazamını huzuru Hümayunlarına çağırtır ve :”Bire lala; tiz bana bir okkalı Hatun bulasız, bu uğurda da kafayı hümayunumu bozmayasız!” Fermanı Hümayununu verir.
Derhal araştırma başlatılır ve Üsküdar’da 107 okkalık bir Ermeni Dudusu bulunur. Ol avrat, saray arabalarının kapusına sığmayınca da, ol arabaların kapuları genişletilir. Saray hamamına sokulan ol Hatun, güzelce de yıkanır ve ibrişimlenir.
O gece; ol Hatunla vuslata eren ol Padişahı Zülcelâl, memnuniyetinden, ŞAM VİLAYETİNİ ol hatunu mest edene verir.
Üsküdar da oturan Emekli Köprülü Mehmet Ağa da bu kadının sevgilisidir. Ol Hatun, Şam vilayetinin yönetimini bu Mehmet Ağaya verir.
Ünlü Köprülü Mehmet Paşanın Osmanlı tarihine çıkışı da bir gecelik aşkın eseridir.
Osmanlı İmparatorluğu padişahların mülkü sayıldığından, bu bir gecelik aşk hediyesi de; ŞERAN VE HUKUKEN GEÇERLİDİR!
Ol Padişahı Zülcelâl, Zillullahi Ruyu Zemin Hazretleri; Tokat ilinin senelik gelirini Şeyhülislam EBU SUUT Hazretlerine verir. Neye vermesin ki; mülk onun, kesilecek kellelerin şeriata uydurulması da Şeyhülislam Hazretlerinin.
Şeyhülislam Hazretlerinden birisinin; Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’ya, boş yere: ”Babanızdan korkumdan ölüm fetvalarını verdim!” Dediğini mi sanıyorsunuz!
Kıbrıs adası fethedilir ve bir Yahudi tüccara verilir. Bu veriliş te; şeran ve hukuken geçerlidir.
TÜRKİYE MÜLK DEVLETİNİN SAHİBİ ASLİSİ; Sayın RTE; Susurluk şeker fabrikasını-Arsaları ile birlikte-,(BİR TL! YE)TÜRBANDAŞINA satar. Fabrikayı, vergileriyle yaptıran ve İFTAR ÇADIRLARI sekenesi haline konulanlar da, aval ve dahi aval,aval, ol malikin ağzına bakar!
ADALETTEN KAÇANLAR PARTİSİ; İKTİDAR OLDUKTAN SONRA; ALİAĞA Petkiminin %14 hissesini; BİRADERİM dedikleri Musevi Sami OF_ER’E verirler. Danıştay devreye girerek bu devredişliği onaylamaz.
OF_ER= Ballı işleri kapmada usta demektir.
Türkiye Cumhuriyeti Sayın RTE’NİN mülk devleti olduğundan; İstanbul Limanını da bu ünlü BİRADERLERİ OF_ER’E devrederler. Danıştay devreye girerek ülke menfaatlerinin heba edilmesini bir kere daha önler.
Burada; iki doğru vardır: Mülk devleti kullanımı ve Hukuk devleti kavramının kararı! Mülk devletinde; egemen uygulamaya koymak istediği karara kendisi varır ve bu kararını da korkmadan ve hiçbir engelle karşılaşmadan uygulamaya koyar.
Şimdi; anlatabildim mi yüksek yargı organlarına ve hukuk devleti organlarına düşmanlığın nedenini!
Ünlü Rus Çar’ı Büyük Petro; Danimarka’da gezide iken; Kopenhag’da yüksekçe bir kuleye Danimarka Kralı ile birlikte çıkarlar. Deli Petro; bir adamına: kuleden atla!” komutunu verir, vermez, adamcağız kuleden kendisini taşların üzerine atarak ölür. Deli Petro; göğsünü kabartarak:
“-Benim arkamda, bir emrimle, kendisini ölüme atacak 20.000.000 insan vardır!” Der.
Danimarka Kralının yanıtı çok ünlü ve görkemlidir:
-“Tanrımıza şükürler olsun ki, benim arkamda böyle eylem yapacak hiçbir kimse yoktur!”
İran Şahı Nadir Şah-1896-Paris’i ziyaretinde; giyotinle bir kafanın kesilme gösterisini ister. ”Kafası kesilmeye hükümlü yoktur MAJESTE!” Yanıtını alınca da çok bozulur ve:
-“Benim adamlarından birisinin kafasını kesebilirsiniz! Fermanını verir. Aldığı yanıtın da anlamını bir türlü kavrayamaz:
“- Majeste; Fransa’da, Giyotinle ölüme hükümlü olmadan hiçbir kimsenin başı kesilemez!” İki taraf ta haklıdır: Birisi Mülk devletinin hükümdarıdır, diğeri de hukuk devletinin görevlisidir!
Ünlü Rus Çarı Korkunç İvan; asilzade subayları ile atlı olarak bir yere giderken; karşılarına çok sayıda köylü kadınlar çıktığında; eyerinin üstünden, geriye doğru kaykılarak:
-“İşte size canlı hedefler; tabancalarınızı ve atıcılığınızı deneyin!” Emrini verir. Kadınlar, can havli ile ormana kaçarak mutlak bir ölümden kendilerini kurtarmışlardır.
Mülk, içersindeki her şeyi ile Korkunç İvana’a ait olduğundan, ÖLDÜRTMEK VE YAŞATMAK TA ONUN HAKKIDIR!
Güneydoğu Anadolu’da, içlerindeki insanlarla satılan çok köyler görmüşümdür!
C- POLİS DEVLETİ.
Ortaçağda; barutun ve topun sürekli ve etkili bir biçimde kullanılması ve Okyanuslar ötesi soygunların artması sonucu; derebeylikler merkezi krallığın sultası altına girmişlerdi. En tepede KRAL vardı; alta doğru da:
1- Asilzadeler,
2- Askerler,
3- Kilise mensupları,
4- Köylüler,
5- Serfler- toprağa bağlı köleler-
Derebeyi şatosunun etrafında sitelerin oluşumu, yeni bir sınıfın yaratılmasına öncülük etmiştir. Hükümdarın mutlak otoritesi ve dokunulmazlığı Mülk devletinde olduğu gibidir. Hükümdar, çıkardığı yasalardan ne sorumludur, ne de o yasalar kendisine uygulanır. Halk bu yasaların mutlak hâkimiyeti altındadır.
İngiltere’de; 1215 tarihinde yayımlanan “MAĞNA KARTA LİBERTATUM”, İLE KRALIN MUTLAK OTERİTESİ ENGELLENMİŞTİR. Kral yurtsuz John’un başı da kesilmiştir.
14 Temmuz 1789 tarihinde insanlık için bir aydınlık kapısı açılmıştır. XVI’INCI LUVİ’NİN BAŞI KESİLMİŞTİR. Kilise mallarına el konulmuş; ölümden kurtulan papazlar, soluğu ülke dışında almışlardır. 12.000 asilzadeden 8.000’inin başları giyotinle kesilmiştir.
Hukuk devleti başını ufuktan kaldırmıştır. ”İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi”, Hukuk Devleti yolunda atılmış ilk pozitif, somut ve ilkeler bütünüdür.
Çok ilginçtir; XIV’ üncü Lüvi:” Je suıs L’etat-Devlet benim!- Diyordu.
Polis devletinde, bireylerin ve toplumun hiçbir hakları teminat altında değildi. Vatandaşlar her vakit ve her yerde yakalanır ve işkenceden geçirilerek öldürülürdü.
Ünlü İtalyan Baccaria; 1763 senesinde; SUÇLAR VE CEZALAR” adını verdiği kitabı ile suça ve suç sanığına yaklaşmanın insani boyutunu tüm Avrupa’ya göstermiştir.
Jak London’un, ”İki Şehrin Öyküsü” adlı eseri okunduğunda; Büyük İhtilalın neden Fransa’da çıkmış olduğu iyice anlaşılır!
Bendeniz, AKP’lilerin durumlarına bakarak; iş bu partinin harflerini onlar gibi yorumlayamıyorum.
Anayasa mahkemesinin, bu partinin eylemlerine ve ortaya koymuş olduğu çağdışı söylemlerine ve icraatlarına bakarak vermiş olduğu karar gereği, ATATÜRK’TEN KORKANLAR PARTİSİ diyebiliyorum.
D- HUKUK DEVLETİ. Hukuk devletinin tanımını yaptıktan sonra, Kanun devletinin görüntüsüne hemencecik varmak çok ta kolay olacaktır.
Hukuk devleti kavramı; 18’inci yüzyılın sonunda, Fransa’da ortaya çıkmış; I9’uncu yılın başında da Almanya’da geliştirilmiştir. 20’inci yüzyılın baskıcı ve ideolojik devlet yapılarının ortaya çıkması ile de, HUKUK DEVLETİ bir tepki olarak parlamıştır. Günümüzde; hemen, hemen tüm hukuk devletlerinin özellikleri aynı olduğu için, hukuk devleti kavramını tanımlamakta güçlük çekmeyiz.
Hukuk devleti: Hukukun, devlet üzerindeki üstünlüğünü, bireylerin eşitliğini, İnsanların doğuştan sahip oldukları TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN vazgeçilmezliğini, tüm bu değerleri kabul ederek koruyan, bu hakları korumak ve geliştirmek için üstün bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmek için kendini yükümlü sayan, hukuk kurallarına ve anayasaya uygun davranan, bütün eylem ve işlemleri YARGI DENETİME BAĞLI OLAN DEVLETE, HUKUK DEVLETİ DENİLİR!
Hukuk devletinin temel görevi; sistemin tüm organlarını insanın emrine sunmaktır. Bu bağlamda; bürokrasi, silahlı kuvvetler, dernekler, siyasi partiler, kanunlar, ekonomik yaşam; kısacası; sistem tüm kurumları ile bireylerin hizmetine girmektedir.
Birey; bu sistem içersinde; ulus, devlet, vatan ve cemaat gibi tüm kolektif değerlerden önce gelir. Denilebilir ki, bu varlıkların üzerindedir.
Bu sistemde; YÖNETİCİLERİN, DEVLET OTORİTESİNE SAHİP OLMAKTAN KAYNAKLANAN HER HANGİ BİR ÜSTÜNLÜKLERİ DE YOKTUR!
Hukuk devletinde, yasalar yaptırıcı değil, yapıcıdır. Hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda, doğal hukukun bir gereği olarak, temel hak ve hürriyetlere aykırı olarak yasa çıkarılamaz.
Hukuk devletinde temel ilke: ÖZGÜRLÜKLERİN ESAS, SINIRLAMALARIN DA İSTİSNAİ OLMASIDIR.
Hukuk devletinde; doğal hukuka göre, insanların vazgeçilmez, temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiği ilkesi göz ardı edilemez.
1924 Anayasamız doğal hukuk prensiplerine göre hazırlanmıştır. “Miras, her Türk’ün tabii hakkıdır! Hükmü konulduğunda; S.S.C.Birliğinde miras hakkı kaldırılmıştı.
Kısaca toparlarsak:
*Bireylerin, insan olarak eşitliği,
*Hukukun devlet üzerindeki üstünlüğü,
*Temel hak ve hürriyetlerin vazgeçilmezliği ilkelerine göre hareket etmeyen devlet, nasıl ve ne şekilde yasalar çıkarsa bile, o devlet hukuk devleti vasfını kazanamaz.
BİR HUKUK DEVLETİNDE:
*Hukuka uygun olmayan yasalar meşru değildir, olay suçsa önceden belirlenmiş olan şuçsa kuralı uygulanır,
*Polis devletinde, olaya göre kural konulur, hukuk devletinde suçlar ve cezaları önceden belirtilir,
*Özgürlüklere idare tarafından gelebilecek müdahalelerin önlenmesi, anayasa’nın güvencesi altındadır,
*Temel hak ve özgürlükler, anayasa’nın güvencesi altına alınır,
*İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin yasalara uygun olması ve hukukun üstünlüğü anayasa’nın güvencesi altına alınır,
*Mahkemelerin bağımsızlığı, yargıçların güvencesi, yargı kararlarına tüm kurum ve kuruluşlarla, gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları da, anayasa’nın ve uluslar arası kuruluşların güvencesi altına alınır,
*İdarenin mali sorumluluğu, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, yönetilenleri de bağlı sayan hukuk kurallarına yönetenlerin de uyması zorunluluğu anayasa’nın güvencesi altına alınır,
*Hiçbir emredici kuralın anayasa’ya aykırı olmaması ve erkler ayrımı (YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI) sistemi de, anayasa’nın güvencesi altına alınır. İdarenin yasama ve yargı erklerini sultası altına alması, anayasa ile ve Anayasal bir kurum olan ANAYASA MAHKEMESİNCE kesinlikle önlenir.
Hiç bir yönetici de; yüksek yargı organlarının kararlarını itirazsız kabul etmek yönünde anayasal bir hüküm olduğu halde; televizyonlara çıkarak, anayasamızın 102’ inci maddesini yorumlayan Anayasa Mahkememizin kararına:” Bu yüz karası karar !” Diyemez!
Ama Sayın RTE der!
Bir Türk vatandaşı 0dun çalarken polis tarafından yakalanır ve mahkemeye sevk edilir. O zaman, Türkiye’ye hukuk devleti kanun ve kuralları egemendir. Türk yargıcının, hâlâ onur duyarak gözlerimi yaşarttığı kararı şöyledir:
“Üç çocuk babası, askerliğini, vatan hizmetini yapmış bir kişinin, en basit bir ısınma ihtiyacı olan odunu satın alamayacak bir hale gelerek, ailesinin yanında düşeceği durum her türlü maddi cezanın üzerinde olacağından ve bu eylemde sanık sıfatı ile mahkememize sevk edilen eyleminde suç unsuru bulunmadığından, müsnet suçtan beraatına karar verilmiştir.”
Bu onur verici olay da Fransa’da olmuştur: Cinayet suçundan yakalanan bir zanlı işkenceye tâbi tutularak, cinayette kullandığı tabancayı sakladığı yeri polise göstermiştir. Cinayet aleti ile Fransız adliyesine sevk edilen zanlı, Fransız yargıcın şu kararı ile beraat etmiştir:
“Sanığın öldürme olayında kullanmış olduğu tabanca, işkence altında elde edildiğinden, mahkememizin kararını etkileyecek bir delil özelliği de taşımadığından, sanığın müsnet suçtan beraatına karar verilmiştir.”Orada hukuk devleti vardır. Hukuk devleti de insanların onurları üzerine kurulmuştur. Hukuk devletinde; yazarı belli olsa bile postadan deliller de çıkmaz.
E- KANUN DEVLETİ: Kanun devletini bir tek tanıma sığdıracak evrensel bir ölçü de yoktur. Kanun devletinde, ideal bir modelden söz etmek mümkün değildir.
Kanun devletinde; yöneticilerin toplum üzerindeki keyfi yönetimine dayandığı için, her toplumda başka, başka modeller ortaya konulmaktadır.
Hukuk devleti dışında kalan devlet modellerine, KANUN DEVLETİ demek te pek yanlış sayılmaktadır.
SOSYALİSTREJİMLERLE TEOKRATİK REJİMLERDE; devlet bir çeşit HUKUK VE İDEOLOJİ GİBİ ÜST DEĞERLER SİSTEMİNİN İÇİNDE KALMAKTADIR.
Kesin ve önceden kabul edilmiş bir inanç sistemi, kişinin doğuştan kazanmış olduğunu kabul eden doğal hukuk sistemine uymamaktadır. İnsan denilen en kutsal varlık, bir hayalî inanca kurban edilmektedir.
İnsan, kabul edilen sistem içindir düşüncesi, bireyi ve toplumu köle durumuna düşürmektedir. Hâlbuki kabul edilen evrensel görüş; her şey insanın mutluluğu içindir görüşüdür. Temel hak ve hürriyetler bazında bir analiz yapıldığında:
1* DEVLETİ, temel hak ve hürriyetlerin hizmetine sokan devlet modeli;
2* DEVLETİ, bir ideoloji ya da dini inancın emrine sokan devlet modeli,
3*DEVLETİ, yöneticilerin hizmetine sokan devlet modeli ortaya çıkmaktadır.
*Hukuk devleti; İLKELERE DAYALI, bir model;
*Kanun devleti de KEYFİLİĞE DAYALI bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hukuk devleti dışındaki devlet modellerini; hukuk devleti olmaktan çıkaran en önemli kıstas, devleti insanın değil de, belli bir ideolojinin ya da dini doktrinin hizmetine sokmuş olmalarıdır.
Kanun devleti tamamen yöneticilerin üstlerine bina edilmiştir.
Kanun devletinde; yöneticiler, güçlerini ve meşruiyetini, ne ideolojik devletlerde olduğu gibi ne bir ideolojiden, ne halkın iradesinden ve rızasından alırlar. Dini bir referans olarak kullanırlar.
Yönetenlerle yönetilenler arasında iki önemli bağ vardır:
1- Korku;
2- Zora dayanmak!
Bu tür devletlerde, yönetimin en çok ürettiği şey korkudur. Bir yandan, iç ve dış düşman korkusu; bir yandan da yönetimin yaratmış olduğu azamet ve kuvvet korkusu yönetilenleri sindirir ve kendi otoritesini yargının ve yasamanın üstüne çıkararak boyun eyen bir toplum yaratır.
Kanun devletinde; en üst değer devlettir; devlet ve devletle özdeşleşmiş olan yönetenlerin iradesidir. Bu devletin, aslında, devleti yönetenlerin dostları ve düşmanları vardır; bu inandırılış, muazzam bir ayrıcalık sağlar.
Devlet, yani yönetenler, devletin kaynaklarını bu inançları doğrultusunda, utanmadan ve korkmadan dağıtmaktan da çekinmez.
Bu sistemde, devlet yöneticileri, birer ölümlü tanrıdırlar. Bu bakımdan devlet yöneticilerin önerileri, beyanları, buyrukları kanun yapımında en büyük ve en etkili referanstır. Kanunlar, toplumun temsilcileri tarafından, usulüne uygun olarak yapılsa bile, KANUN DEVLETİ’NİN TAYİN ETMİŞ OLDUĞU ÇERÇEVENİN DIŞINA ASLA ÇIKAMAZLAR! Kanunlar, yöneticilere, dolayısı ile devlete bir kutsallık vererek, yönetilenleri bu kutsallığın kölesi yapmak için kullanılırlar.
Hukuk Devleti kurallarını benimsemediği halde; Anayasanın ve bu ana yasaya göre çıkartılmış bulunan yasaların teminatı ile Parlamento’da çoğunluğu almış olan bir siyasi parti, ÇOĞULCULUĞU katletmekle işe başlar. Milletvekilleri maaşlarını yükseltir. Siyasi partinin başındaki, parlamentoya da egemen olur. Ülkede yaşayanları böler ve kendisine bağlı gruplar oluşturur. Seçilmek ve dış Bedhahlara yaranmak amacı ile üniter yapıyı ve toprak bütünlüğünü bozmaktan çekinmez. İç egemenliği tarikatlara ve çıkar çevrelerine bırakır. Ülkeyi, hukuk devleti kurulmadan önceki duruma getirir.
Ülkemizdeki uygulamaları birer, birer hatırlamakta yarar vardır.
Kombasan, Avrupa’daki işçilerimizi camilerde kandırarak para toplamaktadır.
Deniz Feneri de aynı metotları, dini referans olarak kullanarak, Avrupa daki camilerde, dindar işçilerimizi dolandırmakta; kanun devleti yöneticilerimiz tarafından korunmaktadırlar.
Alman yargı kararları hiç hükmünde sayılmaktadır.
Kanun devletinde; hukuk devletinin yapmış olduğu anayasalar ve evrensel hukuk kuralları değiştirilmese bile metruk halde bırakılmaktadır.
Dini referansta; ”DARÜLHARP!”, MENSUP OLDUĞUMUZ HUKUK DEVLETİNİN HİÇ BİR KURALINA İŞLERLİK KAZANDIRMAMAKTADIR. Şimdi, anayasamızdan örnekler verme sırasının geldiğine inanıyorum:
1- Anayasamızın Başlangıç Bölümü, anayasamıza dâhildir:
(değişik: 27.7.1995.1,md) Türk vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’NUN inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda: ”Dinsiz ve laik Kemal paşa rejimini yıkarak, yerine Kur’an’a dayalı bir şeriat devleti kurmak için, var kuvvetimle çalışacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ve kasem ederim!” Bu yeminden sonradır ki: ”Atatürk’ten Korkanlar Partisi, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiştir!”
Bu odağı oluşturan Adaletten Kaçanlar Partisi milletvekilleri; anayasamızı koruyup kollamak için, şu andı içmişlerdi:
“Madde81-Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma…”
“Tutturmuşlar LAİKLİK giderse diye; halk isterse tabi’i ki gidecek kardeşim’” RTE, İspanya rüyası!
“Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icapları ile belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı.”
“Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;”
“Bir homoseksüelin, kıçına cop sokularak alındığını iddia ettiği ifadesi üzerine açılan ve imzasız mektuplar ve maskeli tanıklarla yürütülen bir korku soruşturması üzerine:”
“Bu davanın savcısı benim!” Sayın RTE.
“Bütün Türkiye ve cümle âlem, o’nu yürütmenin ikinci başı sanıyordu! Hani kuvvetler ayırımı! Sahi O, değiştirmek için can attıkları kitapta yazıyordu!
II. Cumhuriyetin nitelikleri, (maddeler anayasamızdan alınmıştır)
“Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Bu hukuk devletinin anayasa metnidir ve %92,7 oyla kabul edilmiştir. ADALET ANLAYIŞI, kanun anlayış anlamına gelmez. Kanun anlayışı olsaydı; geceyarısı ekspresi olarak çıkartılan kanun meşru ve anayasal olurdu. Olaylar, fiil ve eylemler, önceden belirlenmiş hukuk kurallarına göre değerlendirilirdi. Kanunda açıkça belirtilmemiş fiil ve eylemleri suç kabul ederek, bu ülkeye hizmet etmiş insanların şerefleri ile oynamak, hukuk devleti dışındaki, özellikle İDEOLOJİK, TEOKRATİK ve KANUN DEVLETİNDE MÜMKÜNDÜR.
Madde 11-Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
“Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.”
Bu, hukuk devletinin anayasa hükmüdür. Öteki sistemlerde bal gibi oluyor nitekim!
“Madde 22 (Değişik: 3.10.2001-4709/7md) Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır. ”Avrupa insan hakları sözleşmesi:” “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir”.
“Madde 25- Herkes düşünce ve kanar hürriyetine sahiptir.”
Madde 26- Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…”
Bu anlattıklarım, hukuk devleti anayasasının teminatlarıdır.
Efendim; izin alınarak telefon dinlemek; paldır, küldür, bir bölük GENÇ POLİSLE, hiçbir itham yok iken, Emekli Generallerin, profesörlerin ve Yargıtay Onursal Savcılarının evlerini aramak, ancak ve dahi ancak, kanun devletinde ve mülk devletinde yasal ve meşrudur.
Hukuk devletinde, böyle bir şeyden söz etmek hukuku anlamamışlığı ortaya koyar. Yüksek yargı organlarını bir yargıç kararı ile dinlemek, çok komik bir savunmanın eseri olsa gerektir.
Tüm yargıçlarımızın kararlarının doğruluğuna karar verecek organları, Adalet bakanının tasarrufuna terk etmek, hukuk devletinde asla ve katha olamaz. Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kuruluna da, hukuk devletinde Adalet bakanı ve müsteşarı asla katılamazlar.
Madde 27- Üçüncü fıkra: ”yayma hakkı, anayasanın 1’inci, 2’inci ve 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmelerini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”
Bu hüküm, HUKUK DEVLETİ anayasasının hükmüdür. Hukuk devleti dışındaki devletlerde bu fıkra yazılı ve sözlü basında “KEENLEM YEKÛNDUR!” Müddei hususilerimiz onun için seslenemezler, sanıyorum!
2211 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kanunun ünlü 35’inci maddesi olmasaydı ne olurdu!
Değişen hiçbir şey de olmazdı ve olamazdı. Bazıları; 35’inci maddeyi kaldırırlarsa, Atatürk devrimi, çağdaşlık, insan ve uygar olma durumları boşlukta kalacağını, dört kadın alabileceklerini ve insanları asırlarca uyuttukları gibi uyutacaklarını da sanırlar.
”Zaman değiştikçe hükümlerin de değişebileceğini” hiç te hesaba katmazlar. Zaman, sürekli olarak ileriye doğru akmaktadır. İleriye doğru akan zamanı geriye doğru akıtmak sevdalıları, uyanan insanı ve insanlığı ilkelliğe götürme aşkı ile yanmaktadırlar.
Yunanistan; Avrupa devletleri, Arap âlemi ve hatta USA da Türkiye Cumhuriyetini dağıtma ve Atatürk’ü silme sevdasındadırlar. Onlar dahi düşmanımızdırlar.
İçeride de bu Cumhuriyeti yıkma aşkı ile meydanlarda nutuk atanlar da mevcuttur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinden 35’inci madde alındığında, DÜŞMAN’A KARŞI seyirci mi kalacaktır. Önce şu düşman denilen, dost kılıklı yılanların tanımını görelim:
Prof. Dr. Sayın Pars Tuğlacının Okyanusuna bir dalalım:
DÜŞMAN: is.s. Far. Duşmân:
1- Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalışan.
2- Birbirleri ile savaşan devletler ve bu devletlerin asker, sivil bütün uyrukları.
3- Aralarında, birbirleri ile çatışmaya varacak ölçüde anlaşmazlık olan taraflardan her biri.
4- Bir şeyin yaşamasına, barınmasına engel olan güç ve tavır. Okyanus, c.1.s.122.
Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında; Çanakkale muharebelerinde, Anzavur ve diğer vatan hainlerinin isyanlarında; bu 35’inci maddeye göre mi Türk Ordusu savaşmıştır?
Her kurum ve kuruluşun, toplum ve devlet hayatında, tarihten gelen bir geleneği mevcuttur. Silahlı kuvvetler, iç ve dış BEDHAHLARA karşı, ülkemizi ve cumhuriyetimizi korumak ve kollamak için kurulmuştur.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türk ulusunun yaratıcısının emirlerine bir göz atalım:
“İrtica fikirleri güdenler, muayyen bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar. Bu, katiyyen bir vehimdir, zandır.
Terakki yolumuzun üstüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde duracak değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz, bu ahengin dışında kalabilir miyiz?” Mustafa Kemal Atatürk.
“Bizi yanlış yola sürükleyen kötülükler, din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunca görürsünüz ki, ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir!” Mustafa Kemal Atatürk.
“İnanıp bağlanmakla mutlu olduğumuz islam dinini yüzyıllardan beri alışılageldiği siyaset aracı olmaktan kurtarıp, yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini de görüyor ve biliyoruz.” Mustafa Kemal Atatürk.
“Bizim dinimiz, milletimize miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez.”
“Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdurlar.”
“Efendiler ve ey millet: Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler ve Meczuplar memleketi olamaz. En doğru tarikat, medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiği yapmak, insan olmak için şarttır.”
“Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz; derim ki; ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları her adım, yalınız benim kişisel inanıma değil; o adım, benim ulusumun hayatıyla ilgili; o adım, ulusumun hayatına karşı bir kasıt; o adım, ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adım atanı tepelemektir.
Sizlere bunun üstünde de bir şey söyleyeyim:
Eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma, yalınız kalsam yine tepeler ve yine öldürürüm. (1923) Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
İşte benim anayasal dayanaklarım. Var mı bunun ötesi!
Son olarak yalakalara bir sözüm var: “Türk Silahlı Kuvvetleri, darbe yapamaz değil, darbe yapmaz. Bu badireden kurtulmamızın tek yolunu da ATATÜRK göstermiştir:”En iyi yönetim şekli Cumhuriyettir. Milletvekillerini ve hatta cumhurbaşkanını değiştirmek olanağı vardır!”Ey! Oyları ile getirenler; ağlaşacağınıza ve iftar çadırlarına doluşacağınıza, bu gibileri seçim sandıklarına gömmelisiniz!
OSMAN TÜRKOĞUZ
E.j.Kd. Alb.-HUKUKÇU
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Neferi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder