17 Aralık 2010 Cuma

216- ÖLDÜRÜLEN, YANANLAR VE YAKILANLAR VE ANDIMIZ!

    OSMAN TÜRKOĞUZ
    Osmanturkoguz@Hotmail.com
    İzmir 23 Nisan 2008

         
          ÖLDÜRÜLEN, YANANLAR VE YAKILANLAR VE ANDIMIZ
                  

         1983 senesiydi; Burdur'da, önemli bir iddia var, hemen git, incele dediler.
Burdur İl J.Alay Komutanlığına gittim; beni, Çakı gibi bir J. Binbaşısı karşıladı. Tekmilini verdikten sonra; daha gür bir sesle: ”Ok doğru olduğu için, düşmana atılır; yay eğri olduğu için,  sırtta taşınır. Ormana giren her insan; mutlaka en doğru ve en düzgün ağacı keser, arz ederim, komutanım” dedi.
Hafızamda şimşek çaktı. Bu Subay Teğmenken; ben, bunlara konferans vermiştim. Konferansın konusu da: “Devlet otoritesinin giremediği, aşiret düzeyinde kalmış toplumlarda, KAN DAVASIYDI”.
        Bir ilkel, bir ebleh, bir kiralık katil, bir aileden ya da bir aşiretten birisini öldürdüğünde, olayın varacağı boyutu, hiç düşünmez. Katilin mensup olduğu aşiretten, en yetenekliler,  en çok söz sahibi olanlar, namlunun ucundadır.
Ben, kötülerin, sürekli olarak yüceltildiğini, Binbaşı'nın bana tekrarladığı örneklerle vurgulamak istemiştim.
Ülkemiz, SAĞ ve SOL vuruşmasına sahne olduğunda; hep, iyilerin ve doğruların öldürüldüğüne tanık olduyduk...
Akademik unvanlarını sıralamadan, insanlığa örnek isimleriyle, bu YİĞİT ŞEHİTLERİMİZİ anacağım.
Bahri Savcı, Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Orhan Cavit Tütengil, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi...
Asker, Hariciyeci,  Polis, Mitçi ve TIĞ gibi vatan evlatları boşu boşuna öldürüldüler.
Militanlaştırılan bir toplumun bireyleri, parmakları ile düşünmeye alıştırılırlar.
ABDİ İPEKÇİ vurulduğunda,    öleyazdıydım.
Oturdum; ”Bize dostluk yaraşır” adını verdiğim, bir kitapçık yazarak yayımladım. O kitabın sonuna da, yukarıda başlığını verdiğim şiiri koydum.
O kitapçığın giriş bölümünden bir parçayı veriyorum:

“Ağzında zeytin dalıyla,
 Uzak ufuklara uçup giderken,
 Vurulup, nasıl düşerse yaralı kanadının üstüne
 Bir AKGÜVERCİN;
 Öyle vurdular, düşürdüler ABDİMİZİ...
 Bir kolu uzanmış, camdan dışarı,
 Parmakları karanlığın gözünde.
 Bir kolu başına yastık olmuş,
 Ak düşünceler üstüne.

Öylesine vurdular, düşürdüler, öylesine.
Sevginin, barışın AKGÜVERCİNİNİ,
Kara düşler üstüne.
Karafakiler, Orhanlar, Cavitler,
Tütengiller, Nihatlar, Erimler,
Bedrettinler, Cömertler.
Hepsi soylu, hepsi yiğit, hepsi mert;
Bembeyaz tespih oldular uşak ellere,
Namert mi, namert.
Siperinden fırlayan bir yiğit asker,
Nasıl vurulur da  düşerse ileri;
Öyle vuruldular, öylece düştüler,
Aydınlık düşüncenin soylu ERLERİ.
Vuruldular; yaşlısıyla, genciyle
Vurgun oldukları düşler üstüne.”

Şiir, böyle bir coşkuyla, sürüp gidiyor.
Kitapçığın sonuna koyduğum şiir'i de yazayım:

“Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarız”

 Başları dik, alınları AK.
 Gözlerinde ÖZGÜRLÜĞÜN sevinci,
 Yüreklerinde, bayrak ,bayrak..
 Geleceğe yöneliktir gönlümüz,
 Geçmişimizle ÖVÜNÜRÜZ biz,
 Geçmiş bize çok ırak.
 Aydınlık düşümüz karanlıklara
 Yayılır çağlar boyu, yayılır şafak, şafak.
 Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarıyız,
 Düşleri AK, Düşünceleri AK, yolları APAK.
 Biz, Mustafa Kemal'in oğullarıyız, kızlarıyız;
 Ölürüz O'nun aydınlığında,
 Karanlığın kör kurşunlarıyla, ŞAFAK, ŞAFAK.
 Eritiriz kör karanlıklarını, kör kurşunlarını CEHLİN.
 On binlerce Mustafa Kemaller fışkırır
 Bir damla kanımızdan...
 Vazgeçmeyiz yine de ESERİNDEN,
 Vazgeçeriz canımızdan.”

 Bu sefer de OTUZYEDİ CAN, cayır, cayır, yakıldılar.”
 Durur mu İrfan Konur TÜRKOĞUZ
 O da  şu ağıdı yazdı“                                                                                               
 ZEBANİLER VE NERONLAR,“

Tamı tamına, otuz yedi Aydın İNSAN;
İnançları,  umutları uğruna gittikleri,
Vatan Toprağı’nın bir yerinde                                                                        
Sıcak Temmuz ayının tam ikisinde,
Bir akşam vaktinde, Tanrı’nın razı olamadığı bir biçimde;
Cehennem zebanilerince getirilen,
Cehennem ateşiyle yakıldılar...
Ateş bile çıkmak istemedi,
Madımak Otelinin taş merdivlerini.
Ne güne duruyordu, Zebanilerin kara elleri,
 Koşup ulaştılar, bir solukta,
 Ulaştırdılar ateşi,
 Yaktılar, umutları, inançları yaktılar.
 Kapkara yüzlü, kapkara sakallı Zebaniler, Neronlar.
 Zaferlerini coşkuyla, çığlık atarak kutladılar.
 Bir Roma'da, bir de burada yaktılar İNSANLARI.
 Tamı tamına OTUZYEDİ AYDIN;
 Ozandı, yazardı, doktordu bunlar,
 Yakılsınlar diye doğurmamıştı ANALARI.
 Yanmıştı, kan ağlıyordu Kızılırmağın suları
 Yanmıştı TOPRAK ANAN'NIN bağrı.
 Oysa ateşe dayanıklıydı,
 Yanmaz  biliniyordu ANADOLU toprağı.
 Bekledik, adalet gerçekleşir diye;
 Her gün,  yeni umutlar besledik
 Adalet, ceza veremiyordu Zebaniye:
 Böylesine SUÇ için, MADDE YOKTU HUKUK'TA...
 Ve yeryüzünde, hiçbir yerde…
 İnsanlar, yakmazlardı İNSANLARI,
 Düşünceleri, inançları farklı diye...
 Onlar da boş durmadılar,
 Ödüllendirdiler, ateşin ustalarını                                                                            Kimini vekil, kimini bakan yaptılar,
 Zebaniler, Ankara'ya aktılar...
 Oysa yanıldılar,
 OTUZYEDİ AYDIN İNSAN değildi yaktıkları.
 Kendi kara vicdanları, kapkara yüzleriydi,
 Kendi gelecekleri ve can evleriydi ateşe verdikleri.
 Kapkara yüzlü, kara cahiller, Neronlar.
 Yüreklerde yaktıkları ateşin bile farkına varamadılar.


       


Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi