19 Mart 2010 Cuma

32. KİME NİYET KİME KISMET!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir
26 Şubat 2010


32. KİME NİYET, KİMLERE KISMET!


“İstiklal Mahkemeleri, Avukatların laf cambazlığı yapacağı yer değildir!” Kel Ali (Ali Çetinkaya).
Ergenekon Mahkemesi; Müddeihususiyelerin roman yarışması yapmış oldukları, maskeli kişilerin tanık yerine, kahramanların da sanık yerine oturtulduğu bir yer midir? Ostüzü.
Tek delikli kamıştan kaval olursa; maskeli, kimliği ve kişiliği saklı tanıklar da niye olmasın?
Ayıptır Efendiler ayıptır! Maskeli balo olur da, maskeli tanıklar neden olmazmış! İkisine de maske şart! Maskesiz neden zor durumda kalsınlar! İnsanların onurları yok mu? Ostüzü.


Bazı olayları hatırladıkça; bir tuhaf oluyorum. Gülme ve ağlama arasında gidip, geliyorum. Olay Konya’da olmuştu. Çok görkemli bir düğünle evlenen mutlu bir çift; kiralık bir taksi ile evlerine dönerlerken; şoför, taksiyi aniden durdurmuş, damada dönerek:
“Konya’nın en güzel kızını kaptın. Hadi şuradan iki paket sigara al da; benim de ciğerlerim bayram etsin!” Demiş. Gelinin yanından şimşek gibi fırlayan damat sokak arasına dalmış. Elinde iki paket Yabancı sigarası ile dönmüş! Dönmesine dönmüş amma velâkin, ortalıkta ne taksi varmış, ne şoför ne de taze gelin. Kös ve kös evine dönmüş. Gerdek hayalleri kurarken dertlere düşmüş!
Fransız İhtilalinin Büyük ve Güçlü Savcısı FOUGUİER, önüne getirilen tüm sanık dosyalarının faillerini, şıpıdanak GİYOTİN’E göndermekle de çok ünlüdür! Bir gün; bir savcılık kâtibine acele yazması için bir suç dosyası vermiş. Dosya; istediği saate düzenlenmediği için; hemen aleyhte, İhtilal Mahkemesinin çalışmasına sekte vurduğu gerekçesi ile bir dosya düzenletmiş, o gün GİYOTİN boş kalmamış, zavallı kâtibin boynunu kesmiş. Olacakları kimseler bilmez, bizim ermişlerimizden başka! GİYOTİN’İN boş kaldığı bir günde; yaka ve dahi paça Ünlü Savcı FOUGUİER’İ İhtilal Mahkemesinin Huzur’u Âlisine çıkarmışlar. Bir saat sonra da; Cellât KARA JEAN-Bizimkisi Kara Ali olur da, onlarınki neden bu adla anılmasın!-FOUGUİER’İN kesik başını, başlarını kestirmiş olduklarının yakınlarına gösterirmiş!
Bu olayı da çok sevinerek hatırlarım: Anzavur Ahmet, Bursa yöresinde Damat Ferit Paşa Haini ve İngilizler adına, fırtınalar estirmektedir. Kirmasti’de*MUSTAFA KEMAL PAŞA* üç KuvvayıMillici yakalamışlar. İşi kanununa uydurmak için; Dersaadet’ten üç deniz subayı satılmış, Kirmasti’ye gelmiş. Açık duruşma sonucunda; Dürrizade Abdullah köpeğinin ünlü fetvası uyarınca; HURUCALES SULTAN-Sultana başkaldırma-suçları sabit görüldüğünden, ceza kanunnamesinin maddei mahsusu gereğince, her üç sanığın da selben ölümlerine karar vermişler. Üç darağacı kurulmuş; karar hâkimleri de darağaçlarının gerisine konulan koltuklara kurulmuşlar. Hükümlüler darağaçlarının önüne getirilmişler. Hüküm özetleri boyunlarıan asılırken; şimşek gibi, Mustafa Kemal’in atlıları olay yerine yetişmiş. O üç hainin boyunlarına kendi idam kararının özeti asılarak, üçü de, alkışlar arsında ipe çekilmişler.
Bu konuda anlatacaklarım daha varda; bendeniz buradan başka mahalleye geçmek sevdasındayım. PS: Gençliğimde, o kızı elimden alana hâlâ dua ediyorum. Yoksa GÜLÜME kavuşamayacaktım!
Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesini Cumhur Reisimiz Mustafa Kemal ne maksatla ve ne yoksulluklar içersinde açmıştı! Sonrasını mı merak ediyorsunuz? Önce açılmasına, sonra da saçılmasına daha sonra da BUGÜNLERE gelelim!
“ATATÜRK DEVRİMİNİN TEMEL HAZIRLIĞI!”
“Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağı anlaşılınca; TBMM Başkanı, TBM Meclisi Orduları Başkomutanı ve TBMM Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal karşıtlarını bir telaştır almıştı!”AH! Bir Yunan kurşunu bu işi bitirse diye de duaya başlamışlardı!”Rahmetli Yazar ve Emekli Başçavuş Halide Edip böyle yazıyordu.
TBMM orduları Afyon’u geri aldıktan sonra; Başkomutanlık karargâhı Afyon belediye binasına taşınmıştı. İşte burada; Mareşal Gazi Mustafa Kemal ile Halide Edip Onbaşı arasında şu konuşma geçiyordu:
“Başardınız Paşam; sizi tebrik ederim, bundan sonra ne yapacaksınız Paşam?”
“Birbirimizi yiyeceğiz Hanımefendi, birbirimizi yiyeceğiz!” Diyordu Mustafa Kemal.
1925 yılında; İstanbul barosu avukatları, Halifeci Lütfi Fikri Bey’i Baro başkanı seçmişlerdi. Yeni Türk toplumunu biçimlendirecek yasaların uygulanması için, yepyeni kafa yapısına sahip hukukçuların yetiştirilmesi gerekiyordu. Ankara’da bir Hukuk Fakültesi açılması zorunlu hale gelmişti. Bu ihtiyacı karşılayacak ne bina vardı, ne de ödenek vardı. TBMM salonu, TBMM toplanmadığı zaman, Hukuk Fakültesi öğrencilerine tahsis edilemez miydi?
Adliye Vekili Mahmut Esat(Bozkurt) Beyin girişimi ile ve Binbir zorlukla, Hukuk Fakültesi binası için, ödenek kopartılabilinmişti. Sonunda; Cebeci semtinde, Eski ve iki katlı bir bina bulunabilinmişti.05 Kasım 1925 günü; Hukuk fakültesi öğrencileri, Gazi Mustafa Kemal’in şu sözleriyle öğrenime başlayabildi:
“Bugün, burada tanık olduğumuz açılış olayı; yüksek memur, uzman ve bilgin yetiştirmek girişiminden daha büyük bir önem taşır. Yıllardan beri süregelen TÜRK DEVRİMİ; varlığını ve zihniyetini toplumsal yaşamın dayanağı olan yeni hukuk kurallarıyla saptamak yoluna yönelmiştir.
TÜRK DEVRİMİ nedir? Bu devrim sözcüğünün ilk bakışta akla getirdiği ihtilal anlamından başka, ondan daha geniş bir dönüşümünü anlatmaktadır. Bugünkü devletimizin biçimi yüz yıllardan beri gelen eski biçimleri bir yana iten en ileri bir örnek olmuştur.”
“Ulusun varlığını sürdürebilmesi için, bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ yüz yıllardan beri gelen biçimini ve özünü değiştirmiş; yani ulus, din ve mezhep bağı yerine, bireylerini TÜRK ULUSU BAĞI ile araya getirmiştir.”
“Ulus, uluslar arası genel savaşım alanında yaşam ve güç kaynağı olacak iklim ve araçların ancak çağdaş uygarlıkla bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak görmüş ve bunu kendisine ilke saymıştır.”
“Altı yıl içinde büyük ulusumuzun yaşamında oluşturduğu değişiklikler, herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yüksek olan en büyük devrimlerdendir.
Her devrimin kendisine özgü yaptırımı bulunmak gerektiğine de işaret eden Cumhurreisi Mustafa Kemal, bir çağ açan gücün, köhne kafalar yüzünden, Türkiye’ye matbaayı sokmamış olduğunu şu cümlelerle anlatmıştır:
“İnsanlık tarihinin akışı içinde, Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul’un fethini düşününüz. Bütün bir cihana karşı İstanbul’u sonsuza değin Türklüğe maletmiş olan güç ve kudret, aşağı yukarı aynı yıllarda icad edilmiş olan matbaayı Türkiye’ye kabul ettirebilmek için hukuk adamlarının olumsuz etkilerini ortadan kaldıramamıştır. KÖHNE HUKUK ve HUKUKÇULARIN, matbaanın memleketimize girmesine izin vermeleri için aradan üç yüz yıl geçmesi gerekmiş, uzun ve yorucu bir çaba harcanmak zorunda kalınmıştır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hukukçuyum diyerek meydanlara atılmış olanlardan çok çekmişti. Günümüzde bile; açmakla onur duymuş olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş olan hukukçulardan da çekmektedir! O açılış gününde bu acılarını şöylece dile getirmişti:
“Bilesiniz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu sırasında, onun bugünkü durumunu hukuk ilmi esaslarına aykırı sayanların başında ünlü hukukçular bulunuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz ulus’ a ait olduğunu anlatan yasayı önerdiğimde; bu esasın Osmanlı anayasa’na aykırılığını ileri sürenlerin başında da gene ESKİ VE Bilim erdemi ile ulusu kandıran hukukçular bulunmakta idiler.”
Gazi Mustafa Kemal; sonunda, kendisini çok üzmüş olan olaya dokundu:
“Hatta Cumhuriyet ilan edildikten sonra görülen kötü bir olayı da gözleriniz önünde canlandırmak isterim: En büyük kentimizin, yurdumuzda, belki Avrupa’da öğrenimini tamamlamış, yüksek uzmanlardan oluşmuş baro heyeti, Hilafetçi olduğunu açıkça ilan eden ve bununla övünen birisini kendisine başkan seçmiştir. Bu olay, köhne hukuk adamlarının Cumhuriyet anlayışına karşı içlerindeki gerçek eğilimin ne olduğunu anlatmaya yetmez mi?”Buraya bir nokta koyarak, tanık olmuş olduğum bir acı olayı da anlatmak istiyorum.
Bendeniz, emekli edildikten sonra; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam ederek,1995 tarihinde bu Fakülteden mezun oldum. Fakültede, İmam-Hatip çıkışlı öğrenciler, lise fark derslerini vererek, bu fakülteye girmeyi başarmışlardı. Grup halinde dolaşıyorlar ve grup hailinde konuşup, muhatapları ile tartışıyorlardı. Ders çıkışlarında; beni etkilemek istediklerini fark ediyordum. Hepsi de MECELLE’Yİ savunuyorlardı Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girmiş olduğu 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlükten kaldırılmış olan bu kanunun adının: MECELLEİ AHKÂMI ADLİYE olduğunu bilen de yoktu.1867 tarihinde; Merhum Ahmet Cevdet Paşanın başkanlığında kurulan ”MECELLE KURULU”TARAFINDAN DOKUZ SENEDE HAZIRLANARAK SULTAN AZİZ’İN OLURU İLE YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTU.1926 SENESİNDE; MEDENİ Kanunumuzun gerekçesinden anlaşıldığa göre,1851 maddeden sadece 300 maddesi kullanabilir haldeydi. Miras, aile ve daha birçok bölümleri de 1917 tarihinde, Enver Paşa tarafından hazırlatılarak yürürlüğe konulmuştu. MECELLE; dört islam mezhebine göre hazırlanmıştı. Aleviler hukuk dışı bırakılmışlardı. Bizim çok şiddetli münakaşamız ders saatine kadar sürmüştü. Dersin Profesörü olan bir Hanım:” Gürültünüzün sebebi nedir?” Diye sorunca; İmam-Hatipliler ayağa kalkarak,”bu Albay Mecelle, bugün hiçbir problemimizi çözemez. Birleştirici olan hukuk bölücülükte kullanılmıştır. Mecelle’nin içersinde hem ceza, hem de usul hükümleri vardır. Medeni kanun, Ceza Kanunu, Ceza ve hukuk usulü kanunları iç, içedir, BEŞ ÇEŞİT UYGULAMASI İLE ULUSUMUZU BEŞE BÖLMÜŞTÜR, ALEVİ VATANDAŞLARIMIZ KENDİ DAVALARINI ÇÖZME YOLUNA İTMİŞTİR DİYOR!”Demişlerdi. Sayın Bayan Profesörümüz de:
“Ben, bu Beyefendiyi henüz tanımıyorum amma, çok doğru olarak analiz yapmış olduğunu söylemek durumundayım!” Demişlerdi. Ve dahi bu Genç gericilerimizi de paylamışlardı. Şimdilerde; bunlar hâkim ve Müddeiumumî olarak CUMHURİYET KANUNLARIMIZI, görmüş olduğunuz gibi, uygulamaktadırlar!
Gazi Mustafa kemal’in ağzına almak istemediği bu baro başkanı, gene hilafetle ilgili bir başka olaydan, İstiklal Mahkemesince cezaya çarptırılmış olan, Dersim eski Mebusu Feridun Fikri(Düşünsel) Bey idi. Gazi Mustafa Kemal; o günkü konuşmasını şu cümlelerle bitirmişti:
“Öğrenci Efendiler, yeni Türk toplum yaşamının kurucusu olmak savı ile öğrenime başlayan sizler, CUMHURİYET DEVRİNİN GERÇEK HUKUK BİLGİNLERİ OLACAKSINIZ! Biran önce yetişmenizi ve isteklerimizi fiilen karşılamaya başlamanızı, ulusumuz sabırsızlıkla ve özlemle beklemektedir. Sizi yetiştirecek olan Profesörlerin, görevlerini hakkıyla ve en iyi biçimde yerine getireceklerine güveniyorum.
Cumhuriyetin koruyucularından olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadığım ve bunu açıklamaktan memnunum.”
Zamanımızın Başbakanı, cennet mekân Rahmetli İsmet Paşa;1930 yılında, Hukuk Fakültesini bitirenlerin diploma töreninde, şu konuşmayı yapmıştı:
“…ulusal yaşamı izlerken, ilk günden beri önemle üzerinde durduğumuz nokta her yıl biraz daha ileriye gitmiş olmak ve güçlükler nekadar çok olursa olsun; devir, devir hesap görünce, yeni bir şey yaptık, yeni bir aşamaya ulaştık, diyebilmektir. Özellikle, genç hukukçular bu dengeyi kendi nefislerinde yapmalıdırlar. Çünkü zaman, zaman böyle hesaplaşmalar yapılıp ta ileriye doğru gidildiğini, gidilmek olasılığının kuvvetli olduğunu görmedikçe, yaşam anlamsız bir yükten ibaret kalır. Bununla; bağlılık ve dayanma gücü zayıf olanların, güçlük zamanlarında, işin sonu gelmeyecekmiş gibi bir fikre saplanıp, umutsuzluğa düşmelerine hak vermiş olmak istemem. Başarı, arzu edildiği gibi kolaylıkla kapısından geçilir bir nitelik göstermez. Tersine, her defasında başarı yolunda rastlanan engelleri insanın ancak çalışarak aşmalarıyla elde edilebilir.”
“ARKADAŞLAR; ÖMRÜNÜZ İNSANLARIN KARŞILIKLI VE KARIŞIK DERTLERİNİ DİNLEMEKLE GEÇECEKTİR!”

Osman Türkoğuz; ”Atatürk Devrimi’nin Temel İlkeleri Nedir ve Ne Değildir?” S.1V,V,V1 ve V11.



Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi