26 Eylül 2013 Perşembe

1144/DÖNEKLERİMİZ VE TÜRK,TÜRKLÜK VE ATATÜRK DÜŞMANLARIMIZ!


22 Eylül 2011 Perşembe


439-DÖNEKLERİMİZ VE TÜRK, TÜRKLÜK VE ATATÜRK HAİNLERİMİZ.


            TC.                                                                  

OSMAN TÜRKOĞUZ

osmanturkoguz@hotmail.com               

TV. Çeşmealtı;23 Eylül 2011.MERAK EDENLERE TV=TÜRK VATANDAŞI

                               DÖNEKLERİMİZ!

                                        VE

                TÜRK, TÜRKLÜK VE ATATÜRK DÜŞMANLARIMIZ!

                                       “Evvel onlardandı, şimdi bunlardan,

                                         Renkten renge giren Bukalemunlardan!”

                               İlgi: Babasız ve Şekersiz Bırakmak.—Bloğumda—

             Bizde; Aydın geçinerek her türlü dönekliği, inkârı ve ihaneti yapmaktan da çekinmeyenlere örnekler vermek istiyorum. Bence bu eyyamcılık, bir türlü atamadığımız Şark Kurnazlığının eseridir. Önce; Orhan Seyfi Orhon’dan örnek vermek istiyorum. Bu Dönek Şairimiz, kendisi gibi Şair olan Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç’ın da Bacanağıydı.

     14. Mayıs. 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, C.H.P’Si seçimleri ve 27 senelik iktidarını da kaybetti. Tenkitler ve kötüleme rüzgârları, PEMBE KÖŞK’DEKİ MUHALEFET LİDERİ İSMET İNÖNÜ’YE DOĞRU ESMEYE BAŞLADI.

  Şair Orhan Seyfi Orhon;                                                             

 “Bir duman oldu parti, savruldu,

  Ne tavan kaldı bak, ne de dam kaldı;

  Koca şef denilen heyulâdan,

  Bir koca ihtiyar adam kaldı!”

Ayni adam, daha önceleri ne methiyeler düzmüştü: ”.Vakıa bu kolay olmadı. Milli Şefin saçlarındaki ışıklar, ta oradan geliyor. Bunlar, on altıncı yıldönümünü kutladığımız beyazlardır. Biz, onlara, ağaran bir fecir gibi bakıyoruz.” Bu politikacı, daha önce de; Rahmetli İsmet İnönü için ne methiyeler düzmüştü:

“Bir dağ başısın, ak saçın alnında bulutlar,

Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar.

Gökten Ata’nın ruhu eğilmiş, seni kutlar,

Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar.”Ş.S.Aydemir; İkinci adam, C.3, s.489,

O’NUN sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hudutları aşılmadığı halde; insan şeklinde yaratılmış, ikiyüzlü, riyakâr yaratıkların ruhlarındaki yapmacık sevgi ve saygı aşıldı.

Rahmetli İmran Öktem’in cenaze töreninde öldürmeye kalkışanlara Polatlı Topçu Okulu Komutanı bir Tuğgeneral engel olmadı mıydı?

Bu tip, kişiliksiz ve omurgasız insanlara en güzel yanıtı İngiliz Wellington Dükü vermiştir: Napolyon’u yenen Wellington Dükü; Londra’ya zaferle döndüğünde; kendisini coşkun alkışlarla karşılayan kalabalık insan seline,” SABUN KÖPÜKLERİ”, demişti. Başbakan olduktan sonra, kendisini yuhalayan kalabalıklara da, aynı biçimde ses vermişti: ”SABUN KÖPÜKLERİ!” Maalesef, bizimkiler sabun köpükleri değil, insanlığın yüz karasıdırlar!

İkinci Dünya Savaşından sonra; bir grup Alman bilgini, “Büyük Dünya Olayları”, adında çok kapsamlı bir ansiklopedi yayımladı. İsmet İnönü’nün dış politikası başlığı altındaki bir bölümde; Hipodromda yapılan bir geçit töreninde; yerde Alman tanklarının, onların üstünde de İngiliz uçaklarının fotoğrafları vardı!

1950 genel seçimlerinde ve daha sonraları yapılan seçim propagandalarında; Rahmetli İsmet İnönü’ye yükletilen en hayâsızca saldırılardan birisi de; İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINA GİRMEYEREK, HALKIMIZIN ERKEKLİK DUYGUSUNU ZAYIFLATTI!”Töhmeti olmuştur.”

Necib Fazıl Kısakürek te çok ünlü bir şairimizdi. Deniz subayıydı ve 24 yaşında yazmış olduğu “Kaldırımlar” adlı şiiri ile de çok ünlenmişti.”Sokaktayım kimsesiz, bir sokak ortasında/Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum/Yolumun karanlığa saplanan noktasında/Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum!”Dörtlüğü ile başlayan bu şiir Türk şiirinin en görkemli örneklerinden birisi olmuştu. Kumar oynamaya tutkundu.”Namı diğer Parmaksız Salih” adlı romanı da kumar tutkusunu irdelemekteydi.”Büyük Doğu” adlı bir dergi çıkarmış, örtülü ödenekten yararlanmak için Adnan Menderes’e yaklaşmıştı. Adnan Menderes’in ölümü üzerine de”Bir Efenin Ölümü” adlı bir şiir yazmıştı. Sonraları tam bir Türk, Türklük ve Atatürk düşmanı Arap hayranı olup çıkmıştı.1968’de başlatılan Atatürk devrimine karşı saldırıların odak noktasında bulunmuştu. İçinde bulunduğu THY uçağının kapısını havada açılması sırasında, ortalığı ayağa kaldırmıştı:”Bu, bana yapılmış olan bir suikast olayıdır!”Diyerek ayılıp, bayılmıştı. ”Bu ülke 500 senedir şehit vermemiştir. Çünkü din uğruna savaşılmamıştır!” Sayıklaması da onundur. Şimdi Onun Mustafa Kemal’in ölümü üzerine yazmış olduğu yazıya bir bakalım.”Atatürk’ten sonra Atatürk”,s.211 ve devamı.26 Kasım 1938.

“Son Onbeş gündür her sabah yatağımdan kalkıp Dolmabahçe sarayını yerinde bulduktan sonra ona varlık ve mana izafe eden(bağlayan) unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaman bir idrak işkencesi. Atatürk’ten bir parça halinde kalan birçok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi, içinden çıkılmaz bir muhal (olamazlık) hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edasile ölüm, Atatürk’ü, hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü. Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkile aynı marifeti tekrarlamasına rağmen bu son misalde bulduğu müeyyide kudretini, bütün tarih boyunca sık, sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının bir defa bile şaşırmamağa memur işçisi, bu misalde kudretinin her zamanki mevzu ile mevzuunun bu defaki kudretini bir araya getirdi.”

“Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt ister istemez kendisine bir alâka düştüğünü kabul eder.Ölümün mücerret(soyut) sirayet ve ihtarı küçük bir mesafe yakınlığını bir nevi akrabalık haline getirir.Fakat ne de olsa kimse,ölünün evindekiler kadar davaya muhatap değildir.Ölen ne kadar içtimai ve herkese aid bir hüviyet taşırsa taşısın bu bağ,kan ve his yakınlıkları karşısında sadece yapma bir zihin telaşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz.Bütün dünyada,kralına anası kadar yanacak kimse yoktur..bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm,vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü.Evimizdeki bir kahve fincanının çatlaması,bize Yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde bu defaki ölümü hepimiz,fiili ve Şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk.İçtimai ölüler arasında her evin ölüsü olabilmiş Kahramanlar,tek eldeki parmak sayısından daha  azdır.”

“Hiçbir Türk kendi devlet reisine bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümid edemezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama hedef olabilmiş hükümdar yoktu. Avrupa’nın bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıtalarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki Garp, Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan milli kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin almadığı ve hiçbir Garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkarmaktadır. Atatürk’ün gözleriyle görmediği bu manzarayı biz yalınız gözlerimizde bırakmayarak keskin bir delalet halinde şuurumuza sindirmekle mükellefiz: O Türke hem Türkü, hem de Avrupalıyı inandırmıştı”

“Tarihte büyük bedbinlerle büyük nikbinlerden oluşan iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık gören, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde, aydınlık gören de öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir. Bence bu fakültelerin ikisi de, dava ve aksiyon doğuracak çapta olmak şartı ile, kurtarıcılara mahsus vasıflardandır. Bedbin kahraman bizi, vücudunu görmediğimiz bir hayata erdirmeğe, nikbin kahraman da vücudunu gördüğümüz ölüm tehlikesinden kaçırmağa memurdur. Atatürk’ün ruhi maktalardan(kesitlerden) en alakalısı, O’NUN yılmaz ve hezimet kabul etmez nikbinliğidir. Atatürk, bu eşsiz nikbinliği, başta ve sonda, biri milletine ve öbürü şahsına ait iki büyük tezahürle vesikalandırdı. Birinci vesika: Bir millet için esaret ve mahkûmiyet anının bir vakıa halinde teslim edildiği hengâmede bu vakıaya inanmayan tek adam O idi. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit O inanmadı. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit O inanmadı. Bu, Atatürk’ün millet ufkuna doğuşu ile başlayan ilk ve büyük nikbinliğinin tecellisidir.    İkinci vesika: Milli kahraman hasta döşeğinde günden güne fenalaşırken yakınlarından itibaren bütün Türk milletine kadar herkes ağır bir Ümitsizlik içinde boğuluyor, fakat kendisi bir çocuk gibi saffetli, ayağa kalkacağı, otomobiline veya motörüne bineceği dakikayı bekliyor, ölebileceğine bir an bile mümkün gözile bakamıyordu. Bu sonuncu teselli. Atatürk, başlangıçta milletinin, sonunda da kendisinin ölümüne inanmadı. bu iki nikbinlik tecellisinin birinde haklı, ötekinde haksız çıktı. Fakat koca bir millete hayat vesilesi getirmiş bir kahramanın ferdi hayatı olamayacağı için O’NU ikinci tecellide de haksız bulamayacağız.”

“Benim gözümde birbirine bağlı iki işin sahibi olarak iki Atatürk var. Zaman tasnifile bunlardan biri düşmanın denize dökülüşüne, öbürü de bugüne kadar sürer. Biri, ölüm hükmü giydirilmiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir barışla madde ve askerlik planında muzaffer kıldı. Öbürü, bir an evvelki ölüm tehlikesini doğuran sebepler âlemine karşı harekete geçti, fikir ve cemiyet planında yeni bir bünye inşasına girişti. Bu tarife göre birine asker, öbürüne inkılâpçı Atatürk demek hatıra gelecektir. Atatürk’ün iki iş merhalesini temsil eden cepheleri arasında bence, mefkûreci ve hudutsuz şahsiyet asker Atatürk’tedir. Asker sıfatı da O’NU ifadeye kifayetsizdir. Zira bu merhalede askerlik O’NUN sadece aletiydi.Bu merhalede O,en büyük asker olmak kıymetinin çok üstünde bir değer taşıdı.Koca bir milletin diriliş iradesini temsil eden mefkûrevi insan olmak değeri.Bu değerile Atatürk,beşer tarihinde sayısı birkaçı geçmeyen hakiki millet kurtarıcılardan bir tanesidir.Dehasının sırrı da ne askeri,ne içtimai,ne de aklidir.Aksine,laboratuar ilimlerinin çerçeveleyemediği ve aleladelikler serisinin yanaşamadığı bir heyette ve tamamıyla ferdi ve insiyakidir.Zaten kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin bütün farikası,bu ferdi ve insiyaki cevherde değil midir? Yoksa herhangi bir ihtilalcı başlangıçta milleti Atatürk gibi ayaklandırabilir, herhangi bir asker kurtuluş mücadelesini Atatürk kadar iyi idare edebilir ve herhangi bir idareci Atatürk’ün kurduğu teşekkülleri kurabilirdi. Fakat kimse, Samsun’a çıkışından, İzmir’e girişine kadar, O’NUN taşıdığı iş kıymet ve imanını taşıyamazdı. Bütün bu melekelerin atalet ve felakete battığı dakikada hepsini birden yerinden fırlatacak bir ruhi adale işidir. Kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin herkesten farklı olarak sahip olduğu hususi ve harikulâde unsur da, işte bu ruhi adaledir.”

“İnkılâpçı Atatürk’e bütün talih ve salahiyetine asker Atatürk hazırladı. Garip bir tesadüf cilvesiyle iki Atatürk’ten her biri ayrı isimler taşıyor. Mustafa Kemal ve Atatürk. İnkılâpçı Atatürk. Tanzimat’tan beri Türk cemiyetinin Avrupa medeniyet manzumesine kavuşturulması yolunda girişilen yarım ve kısır teşebbüsleri tam ve yüzde yüz randımanlı hamleler haline getirdi. Türk cemiyetinin, Tanzimat’tan beri alev, alev yanan kafası ve ruhu ile bir türlü kararını bulamadığı, hududunu çizemediği, mevcutlardan neyi verip, neyi veremeyeceğini, neyi alıp neyi alamayacağını kestiremediği medenileşme davasını, bütün Şarkı topyekûn vermek ve yerine bütün Garbı topyekûn almak şeklinde topyekûn halletti. O’NUN bu cüretli iradesinde d,taşıdığı ruhi adalenin bir ihtizazına(titreşimine) şahid oluyoruz. Tanzimat tabii seyrinde devam etseydi belki daha asırlarca, Atatürk’ün vardığı bu telakki ve cesaret merhalesine ulaştıramayacaktı. Filhakika bütün müesseseleriyle Türk cemiyetine aşılanan Garp, Türk toprakları üzerinde ve iktisadi, ilmi, içtimai sahalarda büyük muvaffakiyetlerle yemişini vermeye başladı. Kurtuluş zaferini takibeden merhalede Garp; kanun, şapka, harf, yol, fabrika, banka, mektep, ordu, bütün aletleriyle vatana tatbik edilebilmiştir. Şu kadar ki yalınız müspet bilgiler ve maddi aletler manzumesi telakki eden ve ruhi planda Garbın da bizzat kendi kendisini aradığını bilen bir fikir adamı gözünde bu hareket, kıymet hükmünü sarsan bin bir çetin davaya karşı,nihayet madde çerçevesinde büyük bir ıslahçılık hareketi olmaktan ileriye geçemez.Fikir,ahlak ve sanat cephelerile yepyeni,istiklâlli ve şahsi bir cemiyet binası işile de bir tutulamaz.İkinci merhalenin Atatürk’ü,ıslahçılık tarihimizin en büyük çehresidir.Fakat ilk merhalenin Atatürk’ü,aynı soydan hâdiseler arasında,bütün beşer tarihinin en ulvi ifadesini taşır.”

        “Milli kahraman’ın ölümü önünde duyduğumuz matem hissini, tek bir emniyet duygusile teselliye muktediriz: Teknesinde Atatürk’ü yoğuran soylu Türk milletinin, için, için tekeyyünleri(çoğalmaları) aynı çapta kahramanlara daima gebe kalacağı emniyeti.”(26.11.1938).Bu yazısından sonra; Necip Fazıl Kısakürek, çok aşağılık bir seyir takibetmiştir.Döneklerin Şeyhi sayılabilir.

 

                                 



 


Necip Fazıl Kısakürek Gerçeği.

« : Temmuz 05, 2008, 11:49:21 ÖS »


Necip Fazıl,Cumhuriyet döneminde yetişen en büyük Türk düşmanlarından birisidir.
Ne hazindir ki; eğitim seviyesi düşük insanlar bu adamı milliyetçi bir kimse olarak tanırlar.
Türklük ve Atatürk düşmanı, fikrî dönek, kadın bacağına şiirler yazan bir müptezel olan bu şahsın herzelerinden ve saklanan adî kişiliğinden birkaç değerlendirmeyi dikkatinize sunmak isterim...
MÜSLÜMAN (!) NECİP FAZIL HAKKINDA YAZILANLAR
…"
Üstad, yüz tikleri olan, çok sigara içen ve tanımadıklarının yanında az konuşan, at yarışlarına pek meraklı biriydi.
Devlet bankalarının genel müdürleri üzerinde büyük nüfuzu vardı. Örneğin; Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülge'nin odasına kapıyı vurmadan girer ve "Oğlum Mithat. Bana para, sana da bir iki oyunca lazım der" sonra genel müdürün özel çalışma odasına girer ve birkaç saat içinde Ankara Radyosu için nefis iki skeci kaleme alır ve merkez veznesinden gelecek binlikleri beklerdi. Oradan da bahis oynamaya Hipodrom'a. Çoğu kez o morlar orada erir ve üstat hiç üzülmezdi... İçkiye çok düşkündü ve ben o gençlik yıllarında bu ehlî keyif yazarın nasıl olup da din simsarlarının idolü olduğunu anlamaya çalışır dururdum."
 NECİP FAZIL'IN TUTUKLANMA NEDENLERİNDEN BİRKAÇI:
- Türklüğe Hakaret: 9.6.1947 – 5.8.1947 (1 ay, 27 gün)
- Türklüğe Hakaret Davası Bitti, Son Posta, 6 Ağustos 1947
- Türklüğe Hakaret: 21.4.1950 – 15.7.1950 (3 ay, 25 gün)
- Tevkif Müzekkeresi, C. Savcı No: 950 / 5191
- Atatürk'e Hakaret: 15.10.1960
– 18.12.1961 (1 yıl, 65 gün)- 1960 / 3349 numaralı mahkûmlar için müddetnâme''Destân'' adlı şiirinde Cumhuriyet inkılâplarına ve Başbuğ Atatürk'e dolaylı yoldan hakaret vardır.
İşte millî devlet ve lâik rejime muhalefetini ispatlayan bir mısrası...
"Ah küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp!
NECİP FAZIL VE İBDA-C TERÖR ÖRGÜTÜ İLİŞKİLERİ
İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi)"
İBDA fikriyatı, İslamcı edebiyatçı Necip Fazıl Kısakürek ve onun Şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvasi yanlısı akıncı gençler tarafından 15 Kasım 1975 tarihinde, Salih Mirzabeyoğlu öncülüğünde çıkarılan Gölge Dergisi çerçevesinde oluştu.
"Necip Fazıl Kısakürek'in "BÜYÜK DOĞU" fikriyatından etkilenerek ortaya çıktığı iddia edilen, Osmanlı Devleti modelinde federatif yapılı bir İslam Devleti kurulması amacını güden ve bu amaç doğrultusunda silahlı mücadele yöntemini benimseyen terör örgütüdür.
http://www.yesil.org/teror/ibdac.htm
İslami Büyük Doğu, Necip Fazıl Kısakürek'in düşüncelerini yansıtan bir dernektir.
Akıncılar Birliği de 80 öncesinin MSP Gençlik Kolları'nın kurduğu dernektir. Bu iki dernek birleşmiştir, İBDA-C'yi oluşturmuşlardır.
http://arsiv.sabah.com.tr/2003/12/14/yaz33-10-107-20031205.html
 "Necip Fazıl Kısakürek, the IBDA-C's ideologue, published 130 books on Islamic thought, Islamic arts and other issues. His thought continues to influence the IBDA-C."
http://www.intelligence.org.il/Eng/var/yf_12_03.htm
Necip Fazıl Kısakürek için yürüyüş yapan İBDA/C'ciler
http://www.milliyet.com.tr/2006/05/25/son/sontur34.asp
Necip Fazıl "Son Devrin Din Mazlumları" isimli kitabında Dersim İsyanı’nı, Şeyh Said'i, Said'i Kürdî'yi vs. öve, öve bitiremez.
1937'de Tunceli isyanında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin katliam yapıp bilmem kaç yüz bin Kürt'ün öldürdüğünü iddia eder.
Necip Fazıl, 1946'da İstanbul'da verdiği bir konferansta Atatürk'ü sahte kahraman ilan etmiştir.
Abdullah Öcalan denen insan ziyanı olan aşağılık köpek, Necip Fazıl ile ilgili bir soruya aynen şöyle cevap vermiştir…
"20 yaşlarında ya vardım, ya yoktum. Necip Fazıl Kısakürek'in konferanslarına gider, bayağı da etkilenirdim..."
" (Apo ve PKK adlı kitaptan)
Tayip Erdoğan'ın başdanışmanı olan, Amerikalılara ''bizi delikten aşağı süpürmeyin diyen'' Kürt Cüneyt Zapsu'nun dedesi Abdurrahim Zapsu, Necip Fazıl'ın yazdığı haftalık "Ehli Sünnet" dergisinin yayıncısıdır.

Bu sahtekârın meşhur şiiri "Kadın Bacakları"nı okuyalım da,
nasıl bir Müslüman (!) olduğunu da görelim…
Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var,
Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
Ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar,
Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın,
Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü,
Kadınlar! Onlar varken konuşmayınız sakın.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe,
Bacakların ruhudur şekil veren diyorum.
Bacakları bir kalın örtüde saklı diye,
Mermerde kalbi çarpan Venüs'ü sevmiyorum.
Boynuma doladığın güzel putu görseler,
İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını.
Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler,
İsa'nın eli diye, bir kadın bacağını.
Bu şiire göre Necip Fazıl'ın, bir ayak fetişisti olduğu ortaya çıkıyor.
Necip Fazıl, 1934 yılına dek kadınların bacaklarına şiirler yazacak kadar nefis düşkünü bir adamdı. Eğlence ve kadınlar onun hayatının baş unsuruydu. Daha sonra da bu pislik hayatını devam ettirmediğini iddia etse de ''döneklerden, dönenlerden'' hayır gelmez.
Devam edelim… Bu müfteri ayrıca Türkçe düşmanıdır.
Türkçeye ağır hakaretler içeren yazısını aktarıyorum…
- Kısa heceler...
Aşağıdaki cümleyi, ona hususî bir mana biçmeden, onda ayrı bir mana Murad edildiğini hesaba katmadan, sadece Türkçe olarak okuyunuz.
- Ciğerimi delici, yüreğimi yakıcı, kafamı kemirici soru şu ki, gericiliğe mi, ilericiliğe mi, ne tarafa döneceğini bilemeyene,ne diyeceğini,ne edeceğini bulamayana,baba izini görmeyene,anadilini yitirene,yolunu şaşırana,ya kuzu gibi boyuna budalaca acı acı meleyene,ya da kısa heceli ölü kelimeleri dizi, dizi boşuna sıralayana,şu yeni kuşağa ne demeli;acımalı mı,acımamalı mı?
İçinde 50 kelime ve 162 hece bulunan bu cümlede tek bir uzun hece yoktur ve böyle bir lisan yeryüzünde mevcut değildir.
- Bu hâl, tarihin ilk çağlarında, henüz hançeresi gelişmemiş bir millete işarettir.
- Tek heceler...
Dilimiz umumiyetle tek, hiç değilse az heceli kelimelerden örülü:al,kal,çal,dal,ol,sol,dol,yol,ser,ver,ger,yer, ar,ban,kan,san,at,kat,tat,çat, kap,sap, tap,yap,say,yay,kay,cay,sil,bil,ek,çek,şiş,piş,ye,de,filân,falan,sayısıza kadar giden bir dizi...
Askerî kumanda sesine benzeyen ve sonlarına birer "mak" veya "mek" edatı eklenince ancak iki heceli mastarlığa çıkabilen "emr-i hazır”lardan ibaret bu tek veya az heceli kelimeler kalabalığı içinde yabancı dillerden devşirilmiş dolgun heceler de Türk hançeresine uymadığı için bölünmüştür:
Psomi (Rumca ekmek) İpsomi... Fikir-Fikir... Spor-Sipor... Film-Film... Nefs-Nefis... Remz-Remiz... Vesaire...- Başka dillerde tek hecede 4-5 sese kadar çıkabilen (rast, drops) dolgun heceler Türkçede 2-3 sesi aşamaz ve ancak kültürlü insanların hançeresinde yer bulabilir.
- Bir dilde uzun, dolgun ve çok heceli kelimeler, tefekküriyet ve medeniyet işaretidir.
- Türk Milleti'nin, ruhunu dayayacağı üstün bir medeniyet mihrakı buluncaya kadar sürdüğü hayat içinde dili, kısa heceler bahsinde olduğu gibi, konuşmaya ve dolayısıyla düşünmeye vakti olmayan bir topluluğu ifade eder.
- Mücerret mefhum...
Türkçede, kendi öz anlamı olarak tek bir mücerret mefhum yoktur.
 Aşağıdaki, hemen her lisanda mevcut mücerret mefhumların Türkçe karşılığını arayınız:
Zaman, mekân, mesafe, zevk, şevk, mevzuu, merkez, mihrak, gaye, mefkûre, din, Allah ve namütenahiye kadar sayabiliriz.
Mücerret mefhumların hatta basitlerinden olan bu kelimelerden bir tanesini bile Türkçede bulamazsınız.
"Allah" adının hiçbir lisanda eşi bulunmaz has ve âlem ismi olması bir tarafa, ilâh manasına her dilde mevcut kelime bile Türkçede yoktur. "Tanrı" kelimesi "Tanyeri”nden gelir ve mücerretlikle alâkasız, putperestlikten kalma bir madde ismi olmaktan ileriye geçemez.
"Mevzuu" kelimesine uydurulan "konu" ise "koymak" gibi kaba ve maddî bir fiile dayanır.
 "Vazetmek" fiili "koymak" değildir ve onun üstünde bir manayı (nüans-gamiza) belirticidir.
- Neticede, sade ve mahdut madde isimlerine mahsus, beşerî tefekkür malzemesinden mahrum bir lisan karşısında kalıyoruz. Hatta "dil" bile "lisan" kelimesine uymuyor ve ağızdaki et parçasından ibaret kalıyor.
- Cetlerimiz İslamı kabul edip kâinat çapında bir tefekkür ve tahassüs hazinesini yüklendikleri an, takdir ettiler ki, kumanda seslerinden ibaret tek ve kısa heceli, ahenksiz sadece yalçın madde plânına bağlı, mücerret mefhumdan sıfır derecesinde bir dille ne insan, ne cemiyet, ne de devlet teşkil edilebilir.
Artık Türk, madde fatihliğinden, onunla beraber mana fatihliğine geçmiştir; bunun için de maddî kılıcına eş bir mana kılıcı lâzımdır. Hâlbuki elinde, manevi kılıç adına, çelik değil, bir saman parçası bile yoktur? Ne yapsın?
- Türk, İslamiyeti kabul ettikten sonra düşünmeye başlamıştır. Bu, anlayan ve insafı olan için riyazî bir hakikattir. İşte bu Türk, yani İslamiyet'i kabul ettikten sonra gerçek Türk'ü bulan Türk, ilk iş olarak, kaba müşahhaslardan ileriye geçemeyen dilini zenginleştirmek zaruretini idrak etmiştir.
Bunun için de, Batılının, Yunan ve Lâtin kaynaklarına uzanışı gibi, öz kültür kaynağının iki örnek diline el uzatmış ve Türkçenin çarşafı üzerine Arap ve Fars ağaçlarının meyvelerini silkelemeyi tek yol kabul etmiştir.
Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay.
Bu yazıda Necip Fazıl, Türk diline hakaret ederek, Arap dilini kutsadığı gibi ''Türkler Müslüman olduktan sonra düşünmeye başlamıştır'' diyerek de koskoca İslâm öncesi Türk tarihine ve Türklerine bile sövmüştür.
Sanırım bu kadar bilgi
Necip Fazıl'ın Türk ırkı için ne kadar tehlikeli bir yaratık olduğunu ispata kâfidir.
Necip Fazıl KISAKÜREK denen kişi bugün molla, takunyalı, çarşaflı, şalvarlı, şeriatçı takımına mal olmuş yobazın ve Türk düşmanının biridir.
Necip Fazıl KISAKÜREK, Nazım Hikmet RAN gibi kişiler için "Kendisi, kişiliği işe yaramaz ama şiirleri iyidir!" demek, Ahmet KAYA’NIN bir PKK'lı olduğunu bile, bile "Olsun be, müziği çok güzel!" deyip dinlemek gibi bir şeydir.
Bir şiiri: Destan
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.

Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp.

1 – N. Fazıl, 1947 ve 1950 iki defa olmak suretiyle Türklüğe ve 1960'da Atatürk'e hakaret suçlamasıyla yargılanmış mıdır?
2- Necip Fazıl, 5816 sayılı Atatürk'ü koruma yasası uyarınca İstanbul Toplu Basın Mahkemeleri'nce 8.7.1981 tarihli ve 1977-137 sayılı kararı ile Atatürk'e hakaretten mahkûm edilmiş, bu mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 17.2.1982 tarih 1982-13 esas ve 1982-786 sayılı kararı ile onanmış mıdır?
3- N. Fazıl, 17 Temmuz 1959'da Büyük Doğu dergisinde yayımlanan bir yazısında "Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak biricik yol... Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz.
Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir." diyerek Amerikan emperyalizmin savunuculuğunu yapmış mıdır?
4- "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabında İngiliz desteğiyle gerçekleştirilen Dersimdeki Kürtçü ayaklanmaları desteklemiş midir? Bu kitabında bölgede Kürtleri tepeleyen kahraman Türk askerlerini katliamcı ve soykırımcı olmakla suçlamış mıdır?
5- "Ah küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap / Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp" şeklindeki mısraları ile kast ettiği "maymun" ve "inkılâp" nelerdir? Bu soruyu büyük bir ıstırap ve utanç ile sorduğumu da belirtmeliyim…
6- İrticaî terör nedeniyle yitirdiğimiz en kutlu ve kutsal şehitlerimizden biri olan Şehit Kubilay ve menfur Menemen hadisesi hakkında N. Fazıl'ın Büyük Doğu dergisinde bu işin devlet provokasyonu olduğu iddia edilmiş midir? Bu yazı ile o devrede devletin başında bulunan Başbuğ Atatürk zan altında bırakılmış mıdır?
7- Başlık içerisinde belirtilen Türkçe hakkında düşünceleriyle, Türkçede bulunan tek heceli kelimelerin fazlalığını dolayısıyla "Türkçeyi kalitesizlik ve Türkleri kafasızlıkla" ithâm etmiş midir?
8- Yine aynı yazısında "Türk, İslamiyeti kabul ettikten sonra düşünmeye başlamıştır." diyerek binlerce yıllık İslâm öncesi Türk tarihine, medeniyetine ve Müslüman olmayan Türklere hakaret etmiş midir?
9- Yüce Başbuğ Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi’ne nazire olarak kaleme aldığı kendi Gençliğe Hitabesi’nde "....
halka değil Hakk'a inanan, meclisinin duvarında "Hakimiyet Hakk'ındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti Hakk'a kölelikte bulan bir gençlik..." şeklinde düşünceleriyle Başbuğ Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir" düşüncesini tel'in ve tekzip etmiş midir?
10- Bizzat en yakınlarının şahadetiyle ile "Büyük Doğu" dergisine DP iktidarının bilhassa son yıllarında Menderes tarafından örtülü ödenekle para aktarıldığı şeklindeki iddialar doğru mudur?
Necip Fazıl Kısakürek 7 Temmuz 1959 Büyük Doğu Dergisinde; Bugün de ABD NİN şefkatli(!) kucağında oturan biri de yakın zamanda benzer sözleri etmişti.
Üstadının öğüdünü ne güzel tutmuş değil mi?
Fazıl'ın Türk töresini, dilini; Arap töresinden, dilinden aşağı gören birçok yazısıda var arasanız bulursunuz.
Fazıl'ın ve onun ardından gidenlerin bilmediği ya da gömmezden geldiği nokta şudur kavm-i necip olarak dillendirilen Arap bin türlü rezilliğe saplanmışken, onlarca puta taparken, Şamanist diye küçümsenmek istenen Türk ataların, Tanrıya olan inançlarını ifade biçimleridir.
Bengütaşların doğu yüzünden birkaç satır;
Davar, at, sığır, kazlar kendi dilince neyler?
Horozlar tan atmadan öter bu ödke söyler. (ödke: zaman, bu ödke Tanrının kullarının uyanık olmasını istediği zaman)
Kuşlar bile uyumaz o çağ uyanık olur!
Dağ sırtına çıkan kurt o çağda neden ulur?
Ağaçlar dallarını sallayıp hışırdatır.
Otlar yere eğilip bize neler anlatır?
Kendi dilince söyler her biri bize neler?
Usu olanlar anlar sesleri kulak deler..
Her birisi yalvarır, derler yaratanına,
Sen bizleri var ettin, eriştik bu tanına.
Bizden saygı, arpağı kabul et ey Tanrı'mız! (arpağ:dua,yakarış)
Vermeseydin güneşi ağarmazdı tanımız.....
Dinle Bilge Kağa'nı boşa gönül avutma!
Geleceği öğütler, iyi öğren, unutma!....
Tanrı üstte gökleri, içinde varlıkları,
Altta yağız yerleri, ışık, karanlıkları..
İkisi arasında kişiyi yaratmış,
Kopuna üstün kılmış bellek, usla donatmış. (Kopu:topu,hepsi)
Gökte,yerde var kopu da yaratılan.
Benzemez yaratana sonradan yaratılan.
Kökte Tengri, Yerde Biz;
İleti: H.Murat Çelik
************
Burada 80 yıl önce, 80 yıl sonra başlığında verdiğim yazıyı yinelemeden geçemeyeceğim.
Dikkatle bakınız kimler ne demiş?
Şimdi daha iyi anlaşılmaktadır bölücülükte nasıl işbirliği yapıldığı, neleri kullandıkları.
Dincilik ile Kürtçülük üzerinden nasıl ve ne zamandan beri ülke bütünlüğü, ULUS devlet yıkılmaya çalışılmaktadır. İzelyiniz ibret alınız. (A.Dursun)YORUMSUZ; 80 YIL ÖNCE 80 YIL SONRA

80 yıl önce
'Ne mutlu Türküm diyene'
ATATÜRK
80 yıl sonra
'Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir'
Tayyip Erdoğan 
'Cumhuriyetin ilanı İstanbul'un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür'
Kadir Topbaş
'Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir'
Leyla Zana 
'Toprak tek başına bir anlam ifade etmiyor. APO Türklere Allahın bir lütfüdür.
İnsanları öldürmek yerine Kürtlere istedikleri toprakları vermek gerekir'
Ahmet Altan 
'Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir'
M.Ali Birant 
'Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebi Kemalizm'dir'
Ahmet Altan 
'Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin'
Çetin Altan 
'Memleketi bir çift kadın memesine satarım'
Ahmet Altan 
'Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim. Türkiye'de 1 milyon Ermeni'yle 30 bin Kürt katledildi'
Orhan Pamuk 
'Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı Amerika'ya dönmeliyiz'
Fethullah(ya da Fet
hullah) Gülen 

'Boğazlar milletler arası bir komisyona devredilmelidir'
Rahmi KoçYorum yok, çünkü yoruma dahi gerek duyulmayacak kadar açık bu ifadelere sadece ulu önder Mustafa Kemal'den bir yanıt verelim yeterli olur.
“Bilirsiniz: Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman, din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep “şeriat” sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar her türlü davranışı dinle karşılaştırırlar."
M. K. Atatürk (1923)
*********
25 Aralık 1919,
İngiliz Yüksek Komiserliği Baş tercümanı A. Ryan'ın raporu:
"Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz, bu gerçek ideali dinmiş gibi davranacak çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız"
[Yoruma gerek var mı? Bu yöntem açık ya da dolaylı emperyalizmin başlıca silahıdır] kaynak:
1881-1938 Atatürk, Kurtuluş savaşı ve cumhuriyet kronolojisi, Turgut Özakman, Bilgi yayınevi, 1999, sayfa 93


 

1 yorum:

Unknown dedi ki...

BAY OSMAN TÜRKOĞUZ

http://osmanturkoguz.blogspot.com/2013/09/1144doneklerimiz-ve-turkturkluk-ve.html linkindeki yazınıza istinaden;

•RAHMETLİ İSMET İNÖNÜ DEMİŞSİNİZ. MÜSLÜMANLARIN CİĞERİNİ SÖKEN BİRİ İÇİN RAHMETLİ KELİMESİ KULLANILMAZ.
•NECİP FAZIL İÇİN MENDERES’TEN PARA ALDI DİYORSUNUZ. ONUN GİBİ BAŞKA DİĞER ŞAİR VE YAZARLARI NEDEN HESABA KATMIYORSUNUZ. SADECE O MU? AYRICA O NİÇİN ALDIĞINI SÖYLÜYOR; MUKADDERATÇI MUKADDESATÇI ANADOLU GENÇLİĞİ İÇİN ALDIM. DEMEKTE. VUR PATLASIN ÇAL OYNASIN İÇİN ALMAMIŞTIR.
•NECİP FAZIL’IN ATATÜRK İÇİN YAZDIĞI YAZIYI ANLATMIŞSINIZ. İNSANLAR EVLENİRLER BOŞANIRLAR, EVLENEN BİRİ HİÇ BOŞANMAYACAK DİYE BİRŞEY YOK. FİKİRLER DEĞİŞEBİLİR. ŞARTLAR DEĞİŞEBİLİR. ZATEN KENDİSİNİN BU KONULARDA SÖZÜ MEŞHURDUR. BENİM GENÇLİĞİM ÇÖPLÜKTÜR, ÇÖPÜ İSE KEDİ VE KÖPEKLER KARIŞTIRIR. DİYE…
•EN BÜYÜK TÜRK DÜŞMANI DEMİŞSİNİZ. MHP’Yİ DESTEKLEDİĞİNİ NİYE YAZMIYORSUNUZ?
•BAHİS OYUNLARINDAN BAHSETMİŞSİNİZ. DÜNYADA 100’DEN FAZLA ESER VEREN BAŞKA KUMARBAZ VAR MI?
•TUTUKLANMA GEREKÇELERİ DEMİŞSİNİZ. BİR KİMSE HEDEF ALINMAK İSTENİLDİĞİNDE FARKLI ÇAMURLAR ATILARAK İTİBARSIZLAŞTIRMA TATBİKLERİ UYGULANABİLMEKTEDİR.
•İNKILAPLARA DAİR ŞİİRİNDE YERDEN GÖĞE KADAR HAKLIDIR. MİLLETİN BİN YILLIK TARİHİ BİR GÜNDE SİLİNİP ATILMIŞ, MİLLET CAHİL BIRAKILMIŞ VE BUNA İNKILAP DENİLMİŞ.
•NECİP FAZIL SİLAHLI MÜCADELEYİ DESTEKLEYEN BİRİ DEĞİLDİR. İBDA-C’NİN BU YÖNE KAÇMIŞ TARAFLARI VARSA ONLARI TASVİP ETMEZ.
•MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ DARBE YAPIP MİLLETİN BAŞINI KESİYORSA MÜSLÜMANLARIN DA DARBE YAPMA HAKKI VARDIR.
•ŞEYH SAİD İSYAN ETMEMİŞ, RESMİ İDEOLOJİ İSYAN ETTİ GÖRÜNTÜSÜ VERDİREREK KOMPLO KURARAK GÖVDE GÖSTERİSİ YAPMIŞ GÜCÜNÜ İSPATLAMAYA ÇALIŞMIŞTIR.
•ATATÜRK VE SAHTE KAHRAMAN. ATATÜRK’ÜN İNGİLİZLERLE GİZLİ BİR ANLAŞMA YAPTIĞI SÖYLENİYOR. İNGİLİZLER İŞGAL ETTİKLERİ İSTANBUL’U NASIL TERK ETTİ? EN SON GİDEN YETKİLİ TAİFE 1936’DA GİTMİŞ DEVRİMLERİN GERÇEKLEŞTİĞİNİ GÖRDÜKTEN SONRA GİTMİŞ.
•NF MOLLA, ÇARŞAFLI, ŞERİATÇI TAKIMINA MAL OLMUŞ DİYORSUNUZ. NECİP FAZIL BUNLARA MAL OLMAKTAN GURUR DUYAR VE AYNI ZAMANDA SADECE BUNA DEĞİL BÜTÜN TÜRK MİLLETİNE MAL OLMUŞTUR. MOLLA NE DEMEK? MELA YADA HOCA, CAMİLERDEKİ İMAMLARA DA MOLLA DENİLEBİLİR. ANLAŞILDIĞI KADARIYLA SİZİN CAMİLERLE BİR İŞİNİZ OLMADIĞINDAN MUHTEMELEN MÜSLÜMAN DA DEĞİLSİNİZ. ŞERİATÇI NE DEMEK? KUR’AN HÜKÜMLERİNE YADA KUR’ANA ŞERİAT DENİR. ŞERİATI YANİ İSLAMIN HÜKÜMLERİNİ KÖTÜLEYEN KESİN KAFİRDİR. SADECE 1 HÜKMÜNÜ BİLE İNKAR ETSE GİDECEĞİ EBEDİ CEHENNEMDİR.
•DESTAN ŞİİRİ TABLOYU ÖZETLEMEKTEDİR.
•İNGİLİZ YÜKSEK KOMİSERLİĞİNİN RAPORU DA HERŞEYİ ANLATMAKTADIR.
SON OLARAK ŞUNU SÖYLEMEK YETERLİ OLACAKTIR. ÜSTAD NECİP FAZIL’DAN;
SURDA BİR GEDİK AÇTIK MUKADDES Mİ MUKADDES / EY KAHBE RÜZGAR ARTIK NE YANDAN ESERSEN ES

İzleyiciler

Blog Arşivi