OSMANTÜRKOĞUZ
TV:osmanturkoguz@gmail.com
TV. İzmir; 12 Nisan 2009/VE HERZAMAN, NANKÖRLÜĞE
YANITTIR!
Türk
insanı olarak değişmez bir değerlendirme huyumuz vardır: Ulusuna ve ülkesine
büyük hizmetler etmiş bir kahramanı eleştirirken yapamadıklarından vururuz. Doksan yedi büyük olayı başarı ile sonuçlandırsa,
geriye kalen üç olayla o büyük adamın tozunu attırarak hainlere kapı açarız.”Benim
ülkem ve ulusum için yaptıklarım ortadadır.Niyet ettiğim halde başaramadıklarım
da meydandadır!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Yok,
İsmet Paşa şunu yapmış, şunu yapmamış! Amerikalılarla
1938’de Ticaret anlaşması yapmış! Devletler hukukunda en fazla gözetilen
ülke!”Statüsü politik bir yaklaşım aracıdır. Lozan Antlaşmasından sonra,Amerika
Birleşik Devletleriyle yaptığımız ticaret Anlaşmasını Amerikan Senatosu
onaylamamıştı!Bu, içeriye,”Amerika Lozan Barış Antlaşmasını onaylamadı!”Diye
yansıtıldı.İnsanda utanmak ve onur olur.Amerika Lozan Barış Antlaşmasının
taraftarlarından biri olmadığı gibi
garantör de değildi. Paraların
üstüne kendi resmini koydurmak, en
eski bir Türk geleneğidir. Ve bu konularda zorlandığını sanıyorum.27 Mayıs
1960’tan sonra; Ankara radyosunun Harbiye marşı ile yayına başlamasını
sağlayanlar, sonunda Kenan Evreni suçlamışlardır. Temel, Hamsiden yüz türlü
yemek yaparım iddiasına-Hamsi tatlısı deyince hakem heyeti tamam, gerisini
saymağa gerek yok demiş!
Bakınız;
Türkiye Cumhuriyeti,Türk vatanı,çağdaşlık ve Atatürkçülük İsmet İnönü’nün
Cumhurbaşkanı seçildiği anda kurtulmuştur. Bugünlerimizi,
bir sürü hainin sekteye uğrattığı ve sorumluluğunu da askere yıktığı
demokrasimizin varlığını Rahmetli İsmet İnönü’ye borçluyuz. Atatürkü bize o
öğretti. Köy Enstitüleri onun eseridir. Demokrat Partisine yamalanan doğudaki Ağaların itiraflarını neden unutuyoruz.
Kinyas Kartal:”Köylere Köy Enstitülü öğretmenler gelince halk onları dinler oldu.
SOLUĞU DOĞRUCA ADNAN MENDERES’TE aldık
ve bu beladan kurtulduk!” Demişti. Halk
evlerini Adnan Menderes kapatarak kitaplarının bakkallara devrini o
sağlamıştır. Hani Demokrasi gereğini öne sürerek tüm gerici hareketlere karşı
durmayı suç sayıyordunuz! Demokrasi devrine girildiği halde, İSMET İNÖNÜ’YÜ
eleştirenler onun dikta yapmadığına kızmaktalar. Dünya iki kutba ayrılmış, İki
Bloktan birisinin dışında kalmak ne mümkün! İkinci Cephenin planlarını
Ankara’daki İngiliz Elçiliğinden çalan Eliya Bazna Milli Emniyet ajanı
Yugoslavyalı bir Türktür. Planların Adolf Hitlere ulaştırılmasında kimin emri
vardır? MİT’İN TARİHİ, S.51.Sovyetler Birliği Boğazlarda üst istemelerini İsmet
İnönü reddetmiştir. Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar, bizden yardım beklemeyin.Askerlerimiz isyan
halinde,anlaşın!”Nasihatinde bulunmuşlardır.Beş senedir üretimden alınmış
3.000.000 askeri Türkiye kendi olanakları ile beslemektedir.Silahlarımız
Birinci Dünya Savaşından kalmış silahlardır.Sovyet tehdidine karşı İsmet
İnönü,tank alımı için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında 300.000.000 Doları
bloke etmiştir.Bunu da Adnan Menderes çarçur etmiş,27 Mayıs 1960 günü;Türkiye
Cumhuriyet merkez bankasında 18 ton altın aldığı saptanmıştır.Zonguldak ili
içersine bir kolordu yerleştirilmiştir.Beycuma’ya bir tümen,Bartın’a bir
tümen,Devrek’e bir topçu alayı,Zonguldak merkezine bir uçaksavar alayı
yerlerleştirildiği gibi Saltıkova’ya da bir Hava Kolordusu
yerleştirilmiştir.Maden işçilerinde 1400 kişilik bir Avcı Alayı kurulmuş,7,7lik
İngiliz piyade tüfeği ve 78 adet sten makineli tabancayla da teçhiz
edilmişti.Muharebe meydanlarından toplanmış olan silahlar da Amerikan
gemileriyle limanlarımıza getirilmişti.Henry
Truman’ın Amerikan başkanı olması da
Tanrımızın bir lütfudur.Ruslar 300 tümenlik ordularını doğu sınırımıza
yığmışlardı.Missuri zırhlısının,Waşington Büyük elçimiz Münir Ertegün’ün
cenazesini getirmek maksadıyla İstanbul’a gelişi ve Henry Trumanın:”Türkiyenin
sınırları Karsta başlar,Kaliforniya’da biter.Amerikanın sınırları da Kaliforniya’da
başlar Kars’ta biter çıkışı Sovyetleri susturmuştur.Ya yok olacaktık ya da bir
bloğa sokulacaktık.Yalta Konferansında Jozef Stalin’in:”Türkiyenin savaşa
girmesini beklemeyelim.Kulağından tutarak savaşa sokalım!”Önerisini de İsmet
İnönü bilmekteydi.1949 senesinde KGB Moskova’dan Türkiyeye dönmekte olan bir
kurmay yüzbaşı kuryemizi trende
öldürerek çantasındaki gizli evrakları almış,Türkiye’den de 3000 Dolar ameliyat
ücreti istemişti.Bu uzun öyküyü de yazacağım.Devletler hukukunda karşılıklıdır
alış ve verişler.Atatürk’ün yanında bir Miralay ismet vardı.İsmet İnönü’nün
yanında bir Miralay İsmet te yoktu.Sonrası Mustafa Kemal’in makamına yapa
yalınız ve en bunalımlı bir dönemde oturtulmuştu. Osmanlının Duyunu Umumiye
borçlarını da muntazaman ödemekteydi.Uzatmayayım,kişiyi yaptıkları ile
yargılamamız gerektiğine inanıyorum.Vatanımız Mustafa Kemal’e müteşekkirse,Türk
Ulusu da ismet İnönü’ye teşekkür borçludur.Tarihi olayların şartları içinde
analiz edilmesi gerekir!Kötü amaçlı ve kendinden menkul bilgilerle iftiraya
yönelenlerin suratları hep böyle kara kalsın:”Al derler,Mor derler,kendileri
Karada kalırlar!”
ŞEKERSİZ
VE BABASIZ BIRAKMAK!
“İsmet İnönü, İkinci Dünya
Savaşında; EKMEĞİ KARNEYE BAĞLAMIŞTIR!”
O tarihte doğmayanlar! Esip, gürlemekte, iftar çadırlarını ve sokakları zapt
etmekte!
1946 senesinde yapılan tek dereceli
Genel Seçimlerinde, ovadaydık. Eski bir alışkanlık olarak; yazın, yayladan
ovaya göçtüğümüz halde, ovaya yayla derdik.
Seçim sandığı, kerpiçten yapılmış, bir kahvehanenin önüne konulmuştu.
Kahvehanenin, İzmir-Çanakkale’ye bakan yüzüne de bir seçim afişi yapıştırılmıştı:
Dur işareti yapan bir el ve ol elin altında ,”YETER SÖZ MİLLETİNDİR!” D.P.Yazısı.
Öğleye doğru; kahvehanenin önüne bir taksi gelip durdu.
Taksinin peşinden gelen araçtan, jandarmalar indiler. Taksiden inen Beyefendi,
Menemen Kaymakamı Rahmetli Niyazi Dalokay idi. Babam, Hatundere köyü muhtarı
olduğu için, kendisini ve oğullarını tanıyordum. Ünlü mimar ve Ankara Belediye
Başkanlarından, Rahmetli, Vedat Dalokay’ın babasıydı. Rahmetli Niyazi Bey,
parmağını ol afişe doğru uzatarak, gür bir sesle:
“-İndirin o afişi oradan!”, diye gürledi. İlk anda;
köylülerden ve sandık kurulundan ses, seda çıkmadı. Biraz sonra, meydana gelen
sessizliği, köyümüzün en sert Demokrat Partilisi olan, Taş Ahmet bozdu:
“-Bugün, söz bizim; siz o afişi oradan indirtemezsiniz!”,
diye gürledi. Orası karıştı. Kaymakam Bey; jandarmalara da emir verdi:
“-O afişi oradan indirin, bu adamı da karakola götürün!”
Dedi.
Bendeniz; o zaman, yeni yetme bir çocuktum. Fakir ve cahil
bir köylünün,
Jandarmalarının yanında, bir İlçe Kaymakamına sert
çıkışını, adeta kafa tutup, köylü seçmenlerin önünde, ders verişini şaşkınlıkla
karşılamıştım!
İkinci Dünya Savaşının en civcivli günlerinde; Çin’den
satın alınan CİN DARISI’NIN köylülerimize yedirilmesi halkımızın çok gücüne
gitmişti. Bu cin darısı, herkesi kabız yapmıştı
18 yaşını geçenler için; senelik yol vergisi
18TL. İdi. Bunu ödeyemeyen vergi mükelleflerini, jandarma yakalar
karayollarında, 6 gün çalıştırırdı. Bu muamele de, köylülerimizi çok
üzmekteydi.
Cumhuriyet kurulduğundan beri; Türkiye
Cumhuriyetinin bütün kurum ve kuruluşları, her türlü kamusal işlerini jandarma kanalı
ile yerine getirirlerdi. Öyle ki, devlet daireleri alacakları rüşvetleri bile
jandarma kanalı ile alırlardı. Olmayacak işler için; on paralık bir tebligat
işi için bile, silahlı iki jandarma halkın huzuruna çıkarılırdı.
Ülkemizin %99’luk bir kısmı; jandarmanın sorumluluk
alanındaydı. Gece, gündüz, varlı vakitsiz, jandarma ile burun, buruna gelen
köylülerimiz jandarmadan bıkmışlardı
Bendeniz;
jandarma subayı olduktan sonra, 7201 sayılı tebligat kanunu ve diğer tebligat
kanunları olmasına karşın, jandarmamızı boğan bu kabil angaryadan işlerle çok
mücadele etmişimdir. ”Pulumuz bitti”; “Mektup paramız yok!” gibi özürleri
geçerli kabul etmemiştim.
Bu gibi davranışlarım nedeni ile de çok tenkitlere ve
şikâyetlere uğramıştım. Ama meslek hayatım boyunca; bir tebligat için dolaştığı
köylerde, şiddetli yağmurlardan ıslanarak, zatürree olup ölen iki masum
jandarma erimizin öyküsünü hiç mi, hiç unutmadım!
Rahmetli Avni Doğan, anılarında bu
durumundan çok şikâyet etmiş, şöylesine çok acı bir saptamada bulunmuştu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün
problemlerini, ilkokul mezunu bir jandarma onbaşısına havale edip, problemleri
çözüme kavuşturamadı diye de, o’nu mahkemelerde süründürmekle, bir yerlere
varılamaz!”
Ulusal Kurtuluş Savaşı Destanını yazan,
Rahmetli Nazım Hikmet Ran-Warzanski-,savaşa gidip, sağ salim geri dönen bir
kahramanı şöyle tanımlamıştı:
“SAVAŞTAN ÖNCE, KARTALDA BAHÇIVANDI,
SAVAŞTAN SONRA, KARTALDA BAHÇIVAN!”
Bu bahçıvan, belki de sakat olarak terhis
edilmişti!
Halkımızın okur, yazar oranı % 03 olarak kalmıştı. Ne
modern tarımcılık vardı, ne üretim, ne de Pazar. Halkımız yokluk ve yoksulluk
içersindeydi. Toprak dağıtılamamasını şikâyete dilimiz varmaz.
Kimler ne ile ve nasıl toprağı işleyeceklerdi!
1945 senesinde; çiftçiyi topraklandırmak için bir kanun
hazırlanması TBMM de bulunan üç büyük toprak sahibine havale edilmişti. Adnan Menderes,
Emin Sazak ve Adanalı bir toprak ağası, üçü de CHP’Lİ olan bu Baylar, kanuna
bir 17’inci madde ekleyerek, kanunu işlemez hale getirmişlerdi.
18’inci asırda; Avusturya- Macaristan
İmparatoru Jozef; toprağa bağlı köleliği, serfliği kaldırınca, köleler isyan
etmişlerdi. Biz de, isyan, misyan olmadı. Yalınız, seçmenlerimiz, kurtarıcı
olarak bu üç toprak ağasının yollarına gül döktüler!
Benim ortanca teyzemin kocası; Menemen
Piyade Alayının önünde bir bakla tarlası satın almıştı. Piyade Alayının
katırları, bakla tarlasına girerek bir hayli zarara sebep olmuşlardı.
Rahmetli Eniştem, ”bu işi İsmet Paşa yaptırmıştır”, diyerek
ölene kadar, 25 sene, İsmet İnönü’ye düşman kesildiydi! Bu olay da, 1948
senesinde meydana gelmişti!
Ankara, Hukuk Fakültesinin yargıç adaylarına söylenmiş bir
söz vardı: ”Meriç nehri kenarında bir fakirin kaybolan ineğinin acısını
yüreklerinizde duyacaksınız!”.
İkinci Arap Halifesi Hz. Ömer’inde bir dert yakınışı
vardır:
“Fırat nehri kenarında oğlağını yitiren,
bunun hesabını benden sormaktadır!”
İkinci Dünya Savaşının getirmiş olduğu
sıkıntılara, her türlü suiistimal, vurgun ve soygun eklenince halkımızın çekmiş
olduğu geçim derdi, dev boyutlara yükselmiş, karaborsa her tarafa yayılmıştı.
Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü: ”Hangi devletin hesabına
çalıştığı belli olmayan gözü doymaz vurguncu ve karaborsacıları, soluduğumuz
havayı bile satacaklardır!” demişti.
Diğer taraftan, savaşın nerelere kadar yayılacağı
bilinemezken, her türlü kötü olasılıklara karşı, önlemler alınmaktaydı. Silahlı
Kuvvetlerimizin mevcudu, milyonlara ulaşmıştı. Bunların ne zamana kadar silâhaltında
kalacağı da bilinemiyordu. Yiyecek stokları yapmak için elverişli binalar ve
tesisler de yeterli değildi.
Yarısı çalınarak, çok zor şartlarda toplanılan yiyecek
maddelerinin tabiat olaylarına karşı korunamayıp bozulması da halkımızı çok kızdırmıştı.
Toplanan yiyecek maddelerini Toprak Ofisine taşıyan araç sahiplerinin, bunların
yarısının yerine taş ve toprak doldurdukları inancı da çok yaygın bir hale gelmişti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, iktidarı denetleyecek bir
muhalefet partisinin olması isteği ve arzusu, yaşanılan olaylarla, doğruluğunu
kanıtlamıştı. Bu arada; Türkiye Cumhuriyeti, 1954 yılına kadar, payına düşen
Genel Borçlarını ödemeyi sürdürmüştü!
İstanbul’da;
Mustafa Kemal’in kurdurduğu Cumhuriyet gazetesi vardı. Ankara’daki Ulus
gazetesi, Sivas’ta yayın başlayan İRADE’İ MİLLİYE gazetesi, Ankara’ya
gelindiğinde, HÂKİMİYET’İ MİLLİYE adını almıştı. ULUS gazetesi de bu gazetenin
devamıydı. İzmir’de; ANADOLU VE YENİ ASIR gazeteleri etkili gazetelerdi.
Anadolu gazetesini, Damat Ferit paşanın yaveri Makineli tüfekçi Üsteğmen Tarık
Mümtaz Göztepe tarafından çıkarılmaktaydı. Bu gazete, köy muhtarlıklarına
bedava gelmekteydi.
Köylerimizde radyo yoktu. Helvacı
köyündeki tek radyodan, Mustafa Kemal’in ölüm haberleri dinlenilmişti.
Halkımız, gaz lambası ve zeytinyağı lambası ile aydınlanıyordu. İlçelerin girişine
yapılan betonarme odacıklarda, halkımıza dağıtılacak gaz tenekeleri korunurdu.
Okullaşma yaygınlaşamamıştı. Benim
doğduğum köyde ilkokul yoktu. Helvacı köyündeki ilkokula gidiyorduk. 1932 yılında
yaptırılan ilkokul kasten yakılıp, yeniden yaptırılmıştı.
Menemen ilçe merkezinde, çok eski model
bir elektrik motoru vardı. Bunun da çalışma süresi çok kısıtlı ve
yararlananların sayısı da çok azdı. Bu elektrik üreten makine o kadar eskiydi
ki, pistonunu alt ve üst ölü noktalarından geçirtmek için, yan tarafında,
devasa bir çarkı vardı!
Köy kahvehaneleri, lüks lambası ile aydınlatılırdı.
Halkımız; her işi hükümetten bekleyen ve her kötülüğü de hükümete yükleyen bir
ruh hali içersindeydi!
1946 genel seçimleri, çok tartışma
yaratmış, C.H.P’Sİ iktidarı değiştirilememişti. D.Partisi T.B.M.Meclisine girmişti.
İsmet İnönü’nün Yalta konferansı tutanaklarını ele geçirdiği; Jozef Stalin’in,
tek partili yönetime sahip olan Türkiye’yi FAŞİST olarak nitelemesinin ERKEN
DEMOKRASİYE GEÇİŞE neden olduğu, çok yazılmıştı!
Prof. Dr. Rahmetli Nihat Erim’in:
“Paşam; bir yerde yeni bir bakkal
dükkânı açılırsa; halkımız, oradaki fiyatlara bakmadan o dükkâna akın eder.
Yeni bir siyasi partinin açılması erken!” uyarısını da dinlemeyerek, Demokrat
partinin açılışına izin verdiği de çok söylenmişti.
Rahmetli İsmet Paşa’nın, MUHAFAZAKÂR CUMHURİYETÇİ
PARTİSİNİN VE SERBEST HALK PARTİSİNİN denemeleri nedeniyle, çok partili hayata
1960 sonrası geçmeyi düşündüğü de çok konuşulmuştu!
Mülki idareciler, C.H.P Başkanı
gibiydiler. Suiistimal söylentisi çoktu ve çoğu da doğruydu.
C.H.Partili bir politikacı; İtalya’dan satın aldığı cam
mataraları, Türk Silahlı Kuvvetlerine satmıştı! Bendeniz de, bu cam
mataralardan çok çekmiştim. Urfa’da bulunan jandarma Eğitim Taburunda; her
eğitimde birkaç cam matara kırılırdı.
Usulüne uygun tutanak tuttuğumuz halde; her cam matara için
(135) kuruşu T.C. Maliyesine yatırarak, cam mataranın zimmetinden kurtulurduk! Cam
Mataraları, T.S.K’NE kabul ettirenler mi suçluydular; eğitim sırasında, her
türlü titizliğimize karşın, CAM MATARALARIN KIRILMASIN NEDEN OLAN BİZLER Mİ
SUÇLUYDUK?
O günlerde, 1 Mark 50 kuruştu. Başbakan
Rahmetli Recep Peker, 12. Eylül. 1947 kararları ile paramızın değerini
düşürmüştü. 1 dolar, 282 kuruş olmuştu. Bir gümüş liranın maden değeri 136
kuruştu. 1948 yılında, 1 gram altının değeri 175 kuruştu ve Milli Gelir
Hesapları 1948 yılı değerlerine göre yapılırdı!
14 Mayıs 1950 tarihinde; Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet İnönü
iktidardan düştüğünde, (127) ton Altın, (300.000.000) Dolar ve haysiyetli bir
Türk Parası bırakmıştı!
Sık, sık yazarım; D.P. İktidara
geldiğinde; ”Demokrasi geldi”, diye, sevincinden sınıfında, oynayan bir Türk
öğrenciye, Oxsfortlu bir Profesörün dediğini:
“-Genellikle; Şarkta, oyla iktidara
gelenler, süngü ile giderler. D.P. İktidardan oy ile giderse o zaman sevinip,
oynamalısınız!” der.
Kanada’dan Türkiye için satın alınan
uçakların, İspanya iç savaşında kullanılmak üzere, ispanya’ya satılmasının suçu
da bir küçük memurun boynuna yıkılmıştı!
Fakirlikler, yokluklar, yoksunluklar, vurgunlar ve
karanlıklar içersinde ömür tüketen ülkemizin durumu da bu merkezdeydi.
Halkımız; en tepedeki değiştirildiğinde, her şeyin de düzeleceğine inanmıştı.
Ülkemizde; cahili, aydını, hırlısı, hırsızı ve
vurguncusunun düşman kesildiği bir tek İsmet İnönü vardı!
O Büyük ve Namuslu insan, ”etrafımızdaki milletler, seçim
üstüne seçim yaparlarken; utancımdan duvarlara bile bakamıyordum,” demekteydi.
Çankaya köşkünde; bir akşam; İsmet
İnönü’nün aile meclisinde demokrasi tartışması yapılmaktadır. Bu konuda olumsuz
görüş bildiren Rahmetli Mevhibe İnönü Hanımefendiye, İsmet Paşa bir soru
yöneltir:
“Mevhibe Hanımefendi; siz, Kızılay’da
araba ile giderken, bir trafik polisi dur işareti yapsa, ne yaparsınız?” diye
sorar. Rahmetli Mevhibe Hanımefendi, gayetle sakin bir şekilde.
“Ne yapacağım Paşam, dururum;” deyince
de, Rahmetli İsmet Paşa;
“İyi ya, işte demokrasi budur!” der.
Demokrasiye geçmek için henüz erken
olduğunu söyleyen, çokbilmişlere de:
“Bugün denesek, yarın da denesek,
DEMOKRASİNİN BİR TAKIM SIKINTILARI OLACAKTIR. BUGÜN DENEMEKTE YARAR VARDIR,
ÇÜNKÜ BEN YAŞARKEN BU SIKINTILARI KARŞILAMALIYIM!” der.
Böylesine bir deneme; tek partili ve otoriter şeflik
sisteminden, çok partili sisteme geçmek; İsmet Paşa’nın ve C.H.Partisi
iktidarının sonu olabilir de.
Rahmetli İsmet Paşa; tüm bunları; Uşak’ta başına taş
atılmasını, Himmetdede tren istasyonundan Kayseri’ye sokulmamasını, TBMM’den,
cezalı olarak, oturumlardan uzaklaştırılmasını önceden kabul etmiştir!
1938 senesinde; Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra, Rahmetli İsmet İnönü, Kara Harp Okulu’na gelir. Kara Harp
Okulu, 1936 yılında İstanbul’dan, Ankara’ya gelmiştir. Harp Okulu
Öğrencileriyle, genel durum hakkında konuşur. Yarının subay adaylarına önemli
açıklamalarda bulunur.
“İkinci Dünya Savaşı kaçınılmaz; bu
savaşın sonunda, birçok devletlerin de sınırları değişecektir;” der.
Genç bir Harbiyeli ayağa kalkarak:
“Sayın Cumhurbaşkanım; Türkiye
Cumhuriyetinin sınırlarında her hangi bir değişiklik olacak mı?”Diye
sorduğunda:
“HAYIR! HAYIR! TÜRKİYE’NİN SINIRLARINDA
ASLA BİR DEĞİŞİKLİK OLMAYACAKTIR. SINIRLARI KALEMLE ÇİZİLEN ÜLKELERİN
SINIRLARINDA DEĞİŞİKLİKLER OLCAKTIR. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN SINIRLARI KILIÇLA
ÇİZİLMİŞTİR!”diyerek, inancını ve öngörüsünü ortaya koymuştur.
İkinci Dünya Savaşı, 01, Eylül. 1939
tarihinde; Nazi Almanyasının Polonya’ya saldırması ile fiilen başlamıştır.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün
Kara Harp Okulundaki, bu denli kesin yargısını şöylece
analiz edebiliyorum:
1-Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yönetimindeki
Türkiye Cumhuriyeti, savaşan tarafların hiç birisi ile ortaklık kurmayacaktır.
Seferberliğini tamamlayarak, silahlı tarafsız olacaktır;
2-Savaşın galibi, kesin olarak belli
olduğunda, o tarafla ortaklık kuracaktır,
3-Savaşan tarafların her ikisini de
idare edecektir,
4-Her hangi bir baskına karşı da uyanık
bulunacaktır,
5- Enver Paşa Budalası gibi,
muharebeleri kazanıp, savaşın sonunda yenilen Almanlara, peşinen ortak
olmayacaktır. Sabırla ve çile ile bekleyip, neticeyi görerek kararını
verecektir.
Mareşal Gazi Mustafa kemal ATATÜRK,
savaşın 1940- 1945 yılları arasında olacağını kesin olarak söylemiştir.
Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in
başlattığı Köy Enstitüsü modeli ve askerliğini çavuş olarak yapanların ilkokul
üçüncü sınıflara kadar öğretmenlik yapmaları, 1947 senesinde, Maarif Vekili
olan, Reşat Şemsettin Sirer tarafından engellenmiştir.
Kuleli Asker Lisesi Konya’ya; Maltepe
Asker lisesi Akşehir’e; devlet arşivleri Eskişehir’e, İstanbul’daki müzelerin
eşyaları da Niğde’ye taşınmıştır.
Trakya’ya da; derinlemesine, İstanbul’a
kadar, Mareşal Fevzi çakmak savunma hattı inşa edilmişti. Alman tehlikesi
sınırımıza yaklaştığında, bir savaş tehlikesi durumunda, Trakya ve İstanbul
boşaltılacaktı. Elli kilogramlık kişisel eşyası ile gideceklerin yol giderlerini
devletimiz karşılayacaktı.
İki Sovyet diplomatı; Kızılay Subay Ordu
Evinin köşesinde; Almanya’nın Ankara Büyük Elçisi Emekli Piyade Binbaşısı Franz
Von Papen’e suikast düzenlemişti. Türk polisi, 24 saatte, suikastı çözmüştü.
Suikastı yapmakla görevlendirilen, tıp fakültesinde okuyan
Yugoslavakyalı, Süleyman adlı, bir Türk idi.
Bir tabur piyade askeri ile İstanbul’daki Sovyet
konsolosluğu çevrilerek, suikastçının birisi alınmış, diğer suikastçı da,
Kayseri’de trende yakalanmıştı. Her iki suikastçının yargılanmaları, Ankara’da
yapılarak, onbeş er sene ağır hapse hüküm giymişlerdi.
Almanlara krom madeni satışımıza
misilleme olarak, İngiliz uçakları Milas’ın Güllük kasabasını bombalamışlardı.
REFAH adlı köhne bir gemi;
çoğu, İngiltere’den uçak alacak genç subaylardan oluşan bir kafilemizi
alarak, Mersinden, Akdeniz’e açılmıştı. Milliyeti belli olmayan bir denizaltı
tarafından torpillenerek batırılan bu gemide 179 kişi boğulmuş, 23 kişi de
kurtulmuştu.
Ankara’da, Kızılay’da bulunan İngiltere
Büyük Elçiliğinden, ikinci cephe planları çalınmış, çoğu sahte çıkan 250, 000 Sterline,
Almanya’ya satılmıştı. Casusluk işini; Priştina, 1904 doğumlu bir Türk, Eliya
Bazna yapmıştı. Kendisine ÇİÇERO TAKMA adını Franz Von Papen vermişti. Mit’in tarihçesi, S.51
1949 senesinde; Sütlüce’deki Şakir Zümre
silah fabrikası sabotaja uğratılmıştı.
1949 senesinde; Moskova’daki ateşemiliter yardımcımız
Kurmay Yüzbaşı Fuat Güzaltan’ı, N.K.V.D ajanları trende öldürerek, intihar süsü
vermişlerdi.
Sovyetler Birliğinin, ülkemizden toprak
istekleri ve Boğazları birlikte savunma istekleri kabul edilmemişti. Rahmetli
İsmet İnönü’nün kararlı tutumu büyük bir buhranı ortaya çıkarmıştı.
Yeni Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman’ın bir
sözü, Sovyetler birliğinin ateşini düşürmeye yetmişti. ”Amerika’nın sınırı
Kaliforniya’dan başlar, Kars’ta biter. Türkiye’nin sınırı da Kars’ta
başlar, Kaliforniya’da biter!”
23 sene
Genel Kurmay Başkanlığını yapan Mareşal Fevzi Çakmak’ın hiç te ayrılma niyeti
yoktu. Her türlü yeniliğe kapalı olduğu söyleniyordu. Uçaklara telsiz
taktırmadığı; bu nedenle, İran Şehinşahı Muhammet Rıza Pehlevi ile Mısır Kıralı
Faruk’un kız kardeşinin düğünlerinden, Tahran’dan dönen bir uçak filomuzun
düştüğü; zırhlı birliklere sıcak bakmadığı söyleniyordu.
1944 senesinde; Ankara ‘da bir operasyonla görevden
alınarak, yerine Enver Paşa’nın kız kardeşinin kocası Orgeneral Kazım Orbay
getirilmiştir. Emekliye sevk edilen Mareşal Fevzi Çakmak; politikacıların eline
düşerek, epeyce hırpalanmış ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye de küsmüştü.
Binbaşı
olarak 2. Dünya Savaşı’na girip, Genel Kurmay Başkanı olarak çıkan, Sovyet
Mareşali Semyon Mihayiloviç Stemenko, Mareşal Fevzi Çakmak’ın Sovyet sınırına
(29) Tabur kaydırdığını yazmaktadır.(4)
Mareşal Fevzi Çakmak; Almanların, birkaç hafta içersinde,
Sovyet Rusya’yı yıkacağı inancını saklamadan söylemekteydi.
Bendeniz; bugün ve her zaman, ”iyi ki cumhurbaşkanı
seçilmedi”, demekteyim. Yaksa; Emekli General Ali İhsan Sabis ve Emekli General
Hüseyin Hüsnü Erkilet ile başımıza çok büyük dertler açardı.(5)
3.000.000 Gencimizin silâhaltında
tutulması ve uzun süren savaş, Türk ekonomisini iflasa sürüklemiştir.
Alman Eçisi Franz Von Papen’in önerisi ile VARLIK VERGİSİ
KANUNU çıkartıldı. Askere gitmeyen Gayrı Müslim vatandaşlara vergi
yükümlülükleri getirildi. Ağır vergilerini ödeyemeyenler, Erzurum’a, taş
ocaklarına gönderildi.
Bu uygulama, ülkemize olumsuz ve eşitlik ilkesine aykırı
bir davranış olarak yükletildi!
O zamanki Başbakanımız Rahmetli Şükrü Saraçoğlu.
“Varlık Vergisi Kanunu o kadar benim
kanunumdur ki, Türkiye Cumhuriyeti, aynı duruma düşse, bu kanunu yeniden
uygulamaktan bir dakika geri durmam,” diyerek, iş bu kanuna sahip çıktı.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası eski başkanlarından Sayın
Şükrü Saraçoğlu, bu Ödemişli yiğit adamın torunudur.
Görünebilen genel durumu, çalakalem,
kısacık yazdım. Perde gerisinde oynanan büyük politik oyunları, savaşan
tarafların kendi safına devletleri çekebilme yarışlarını da kısacık olsa da
yazmakla, Rahmetli İsmet İnönü ve onun fedakâr ve isimsiz kahraman
arkadaşlarına şükran borcumu yerine getirmek istiyorum.
Önce; Rahmetli Faik Ahmet Barutcu’nun anılarını okuyalım:
“11. Nisan.1939 günü, Dışişleri
Bakanımız Şükrü Saraçoğlu, C.H.Partisi grubunda; kürsüye gelerek; Avrupa’da
beliren savaş tehlikesi karşısında, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasetini
açıkladı: ”Türkiye Cumhuriyeti’nin siyaseti, tam bir tarafsızlık” dedi.
İngiltere ile yapılan yardım bildirgenin, bir anlaşmaya
dönüştürülmesinden söz eder. Bu antlaşmaya, Fransa’nın da gireceğini belirtir.
İtalya’nın durumu tam bir belirsizlik içersindedir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni tedirgin eden iki şey vardır:
İTALYA’NIN TAVRI, RUSYA’NIN İZLEYECEĞİ POLİTİKA!
Balkan devletlerinin yetkilileri; Türkiye Cumhuriyetinden
medet ummaktadırlar.
Alman Büyük Elçisi Franz Von Papen, sürekli gerilim ve
girişim içersindedir.
Dış İşleri Bakanımız; Moskova’yı ziyaret
eder. Odesa limanına vardığında; karartılmış olan limanda, kendisini birkaç
küçük memur karşılar. Moskova’da Jozef Stalin ve Dış İşleri Bakanı Molotof ile konuşur.
Rusların ileri sürdükleri, Türk boğazlarını, bir savaşta birlikte savunma
fikrini şiddetle reddeder. Hatta bu konu konuşulurken, Molotof’un masasına bir yumruk
indirdiği anlatılmıştır.
Mareşal Klementi Varaşilof’ da ziyaret eder. O da aynı
teklifi ileri sürer.
Bir savaşta, boğazları birlikte savunma!
Rahmetli Saraçoğlu; Mareşal K. Varaşilof’a: ”Boğazlar
Türkiye’nin elinde bulundukça, Rusya endişelenmemeli.”, der.
Bu Mareşal, Cumhuriyetin ONUNCU YILINDA Ankara’ya
gelmiştir. Taksim’deki Atatürk Anıtında görülen iki Rus Subayından birisi
MAREŞAL FURUNZE, diğeri de MAREŞAL K.VARAŞİLOF’TUR.
J.Stalin ve Molotof; Rahmetli Şükrü
Saraçoğlu’nu, tiyatro ve at yarışları gibi gösterilerde oyalarlar.
Her hangi bir anlaşmaya yanaşmazlar.
Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet İnönü’nün talimatıyla, şükrü
Saraçoğlu; Ankara’ya eli boş döner.
S.S.C.Birliği, Romanya’nın Basarabya ve
Bukovina bölgesini işgal ettiğinde, doğabilecek uluslar arası infiali ölçme
telaşına düşer.
Franz Von Papen de; Türkiye cumhuriyeti’ni Almanya safına
çekme telaşındadır.
Almanya ve Sovyetler Birliği, Polonya sınırına asker
yığmaktadır.
İngilizler
ve Fransızlar; Suriye ve Irak’a 700,000 asker göndermişlerdir.
Fransız generali Weygand ve kurmayları, Ankara’ya gelirler.
Bunları, İngiliz Generalleri ve kurmayları izler.
Türk kamuoyunda bir endişe belirmiştir: ”Almanların
vermiş olduğu iki savaş gemisi yüzünden, nasıl Birinci Dünya Savaşına
girdiysek; İngilizlerin altınları yüzünden, İkinci Dünya Savaşına
sürüklenmeyelim!” F.A.Barutçu, s.g.e. S.5-40,
Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa’nın
hayalciliği; Enver Paşa’nın Alman hayranlığı ve Kayzer Wilhelm kari bıyıkları,
Osmanlı Devletini Birinci dünya Savaşı cehennemine atar.
Tarihçi Merhum Ziya Şakir; Enver Paşa’nın kaşında bulunan
üç beyaz kılın öyküsünü yazmıştır: “Napolyon’un kaşında bulunan üç beyaz kıl,
nasıl onun uğuru idiyse, bu üç beyaz kılı da Enver paşa kendi uğuru olarak
kabul etmekteydi.”
Bu üç beyaz kıl; Binbaşı Enver’i, DAMAD’I ŞEHRİYARİ, ENVER
PAŞA VE FİİLİ BAŞKOMUTAN YAPAR.
Paşa olan babası; bir toplantıda, övünerek:
“Ben, hayatımda hiç harama uçkur
çözmedim!” dediğinde; Şair Nizamettin Nazif te, lafı gediğine koyar:
“Paşam, keşke, helaline de uçkur
çözmeseydiniz!” der.
1, DÜNYA SAVAŞININ İNSANLIĞA ZARARLARI!
“Birinci Dünya Savaşı, dünyanın o tarihe
dek gördüğü en kanlı savaştı. Savaşın toplam ölü sayısının (20.000.000) insan
olduğu bilinmektedir. Bunun 9.000.000’u, savaş sırasında çıkan salgınlar, açlık
ya da diğer nedenlerle ölen sivillerden oluşmaktadır. Buna karşılık, askeri
alandaki ölü sayısının (11.000.000) dolaylarında olduğu sanılmaktadır.
Bunun 8.000.000’u resmi rakamlardır ve dağılımı da
şöyledir:
*-Almanya: 1.770.000 ile 2.000.000
*-Rusya: 1.700.000
*-Fransa: 1.360.000
*-Av-Macaristan:1.200.000
*-İtalya. 460,000ile650,000
*-İngiltere: 760,000
*-Yeni Zelanda, Avustralya,
Kanada ve diğerleri,
A.B.D’LERİ: 110, 000 ile 126,000
*-Osmanlı İmp. 3.159.200- Ans.
Eksik yazmış: 375,000
Kayıpları, tutsakları ve yaralıları da
sayacak olursak, savaştaki insan kaybının 37.000.500 kişi olduğunu; bunun
22.000.000’unun Müttefiklere ait olduğunu buluruz.
Savaş ekonomik bakımından da tam bir yıkım olmuştur.
Toplam harcamaların XXX75,077000Sterlin
olduğu görülür.”-Bence eksik!-
“Toprakları en çok hasara uğrayan ülke,
Fransa’dır. Toplam 1,875 mil karelik orman ve 8,000mil karelik ekili alan
mahvolmuştur.” 1. Dünya Savaşı, c.3,S.928,
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; savaşın ikici
haftasında, yakın arkadaşlarını Çankaya’da bir yemek masasının etrafında
toplar. Genel bir durum muhakemesi içinde; İkinci Dünya Savaşına dair,
düşüncelerini söyler. ”Faik Ahmet Barutçu, Siyasi anılar, S.40-42”
“Olayları zamanından önce kestirme ve
kendi dileklerimiz çerçevesinde yürütmeye olanak yoktur. Savaş, bir genel durum
alma yeteneğini, gün geçtikçe daha çok göstermektedir. Genel bir savaşta ise,
Türkiye nasıl savaş dışı kalabilir? Olaylar, sürükleyip götürür. Dileyelim ki,
biz savaşa en son ve bitime yakın girelim.
Acaba İnönü nasıl ve ne düşünüyor? Geçeği
ve durumun gelişme biçimleriyle ilgili yakın olasılıkları, şimdi onun ağzından
dinleyelim. Çankaya’da, arkadaşlarını çevresinde topladığı yemek masasında
anlatıyor:
“Bizi savaşa götürecek, açık
bağlantılarımız dışında, hiçbir düşünce ve kararımız ve tükenmez isteğimiz yoktur.
Bize bir saldırı olmadıkça savaş İngiltere’nin güvence verdiği Balkan
Ülkelerine sıçramadıkça, bizim için bir savaş tehlikesi yoktur.
Almanya; Balkan Ülkelerinden istediği ekonomik çıkarı,
askeri baskıyı düşünmeye ihtiyaç duyurmayan bir barış ilişkileri içinde
sağlamaktadır. Bu durumda; Balkanlara sarkıp, bütün balkan uluslarını silahlı
bir direnmeye yöneltecek bir askeri saldırı, Almanya’ya kesin bir zafer
kazandırmayacağına göre; Almanya kuvvetlerini dağıtmaktan ve müttefiklere karşı
zayıflamaktan başka sonucu ve olumlu hiçbir yararı düşünülemeyecek bir eyleme
neden girsin?
Almanlar ile müttefikler arasındaki savaş,
Majino çizgisinde geçecektir. Almanya, bir saldırı için hazırlanıyorsa, mutlaka
Majino’ya saldırı içindir. Diğer olasılıklar, müttefikleri Majino cephesinden
asker çekmeye yöneltmek içindir. Bunlar, şaşırtıcı propagandalardan başka bir
şey değildir. Almanya için savaş, Batı Cephesinde biter. Müttefikler için
savaş, Almanya’yı güçsüz düşürerek, teslime zorlamayı amaçlıyor. Bu nedenle,
savaş dört- beş seneden önce bitmez.
İngilizler, önümüzdeki haziranda,
Almanya’nın iki katı Hava kuvvetine, yani 12,000 uçağa sahip olacaklardır. Bu
kuvvetin yarısı ile Almanya Hava kuvvetlerine saldırıp, o kuvveti yok etmeyi ve
ondan sonra, geri kalacak 6,000 uçakla, hava egemenliğini umutla elde
bulundurmayı amaçlayan bir hazırlıkları var.
Bu savaş, para savaşıdır. Milyarlar ve milyonlar harcıyor
İngiltere.
Rusya’ya gelince; Rus Emperyalizmi
bilinmektedir ve bugünkü Rus hükümetinin düşüncesi de budur. Ancak; İngiliz ve
Fransızlarla savaşa tutuşmaktan kesinlikle kaçınmaktadır. Böyle bir savaşın,
Rusya’yı bilinmeyen büyük tehlikelerle karşılaştıracağını Rus Devlet Büyükleri bilir.
Bunun içindir ki, Türkiye üzerindeki emellerini de, Türkiye’nin yalnız ve en
zayıf anında gerçekleştirmeyi düşünebilirler. Bugün; Türkiye’ye bir saldırıya
kalkışmak, İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle de savaşı göze almak olur. Oysa
Rusya, Müttefiklerle savaşa karar verecek durumda değildir.
Doğudaki İngiliz ve Fransız kuvvetlerine
gelince; Fransızlar, Suriye’de birkaç yüz bin asker yığacakları gibi.
İngilizler de, Avustralya’dan ve Yeni Zelanda’dan Mısır ve Filistin’e sürekli
asker getirip, yığınak yapıyorlar. Bu asker yığmanın nedenleri ve amaçları ne olabilir?
Alman ve Rus
ilişkilerinin ulaşacağı sonuç bilinmemektedir. Bugüne kadar, aldıkları
kararlarla, ilişkilerinin ölçüsü biliniyor sayılsa bile, bu akşam ya da yarın
alacakları karar bilinemez. Müttefikler, en kötü olasılıkları da düşünmek
zorunluluğundadır.
Bir Alman- Rus askeri birleşmesi geçekleşirse, çevreyi boş
bularak, Irak’a inecek bir düşman saldırısı Musul petrollerini ele geçirdikten
sonra, İmparatorluğun Asya’daki sömürgeleri ile ilişki ve bağlantılarını
tehlikeye sokar. Onun için, İngiliz ve Fransız İmparatorlukları, en uzak
olasılıkları da yakınmış gibi göz önünde bulundurarak, böyle bir saldırıyı
düşmanların kafasında yer almaya olanak bırakmayacak askeri hazırlıklarda
bulunmuşlardır ve bulunuyorlar.
Doğu’daki bu Müttefik ordularıyla,
Kafkasya’ya ortak bir saldırı eylemi ya
da böyle bir öneri karşısında kalma olasılığı var mıdır? Rusya’ya karşı böyle
bir davranış, Napolyon’un yanlışını yinelemek ocağı için, geçerli değildir.
Rusya’yı Kafkasya’dan çıkarmak, savaşta kesin bir sonuç almak anlamına gelmez.
Daha çok ilerlemek ise, tarihteki yanlışları yinelemek olur. Bunun için;
Müttefiklerin böyle bir davranışı düşünülemeyeceği gibi, böyle bir öneri ebetteki bizce de kabul edilemez.
Sonuçta; savaşa karar verecek olan sizlersiniz. Böyle bir
savaştan yana olur musunuz? Petrole sahip olmak, çekici bir şey gibi görünür.
Bizim ülkemizde eksiğimiz, varsın bir petrol olsun. Onu da paramızla alırız.
BİZİM İÇİN, SAVAŞ BİR ZORUNLULUK OLARAK BAŞA GELMEDİKÇE, ÖNGÖRÜLEMEZ!
İngilizlerden aldığımız altınlar, sonuçta, savaşsız geçecek
üç yılın giderlerini ancak karşılayabilir. BEN, SAVAŞIN DIŞINDA KALARAK, SONUNA
KADAR, 500 Milyonluk bir bütçe açığı ile işi idare edebilmeye çoktan razıyım.
Bu savaşın böyle az bir zaman içinde sonuçlanacağına inanılamaz!”
“İnönü’nün, bu büyük ve gerçekçi devlet
adamının düşünceleri ve sözleri, hepimizin içini açtı!” F.A.B.
Napolyon’un güzel bir sözü vardır: ”Zaferin
babası çoktur; yenilgi kimsesiz bir yetimdir!”
Dış İşleri Bakanlarımızdan, Rahmetli
Fatin Rüştü Zorlu; Tevfik Rüştü Aras’ın damadıdır. 22.Ağustos.1958 tarihinde;
T.B.M.Meclisinin kürsüsüne çıkarak:
“Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşına
girmesine ben engel oldum. Türkiye’yi; İkinci Dünya Savaşı belasından ben
kurtardım!” diye övünmüştür.” Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.3; S.333
1972 senesinde; Uşak İmam-hatip
lisesinde Milli Güvenlik dersine giriyordum. Bir öğrenci; elinde tuttuğu
R.N.K’INDAN bir kitabı göstererek:
“Öğretmenim; Türkiye’nin, İkinci Dünya Savaşına girmesine bu kitap
engel olduğu gibi; koskoca bir mahalle yandığı halde; bu kitabın bulunduğu eve
hiçbir şey olmamış!” dedi.
OL KİTABI, SINIFIN ORTASINA KOYDUM, KİBRİT İSTEDİM, BİR
KİBRİTLE KİTAP YANMAYA BAŞLADI.
Korkudan dillerini yutacak hale gelen öğrenciler olduydu.
Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşın dışında tutan Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet
İnönü’nün BIKMAK, ÜRKMEK, KORKMAK VE YILMAK BİLMEYEN AKIL VE İRADESİDİR.
Savaştan sonra, şöyle bir değerlendirme yapmıştır: ”İkinci
Dünya Savaşı sırasında; müdafaa ettiğimiz politikanın esası Cihan Savaşı içinde,
Türkiye’nin tamamiyetine sahip şekilde, demokratik nizam altında hür olmak,
müreffeh yaşamasını gaye edinmektir.” Ş. S. Aydemir; İkinci Adam, C.3, S.349.
Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet İnönü’nün izlediği politikada,
dosdoğru bir yön vardır: ”TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ SAVAŞIN DIŞINDA TUTMAK!” Rahmetli
Faik Ahmet Barutcu’nun sözünü ettiğimiz eserinin 53’üncü sahifesini okuyalım.
“Cumhurbaşkanı İsmet İnönü;
T.B.M.Meclisine geldiğinde, Milletvekilleri etrafını sararak, savaşa girip,
girmeyeceğimizi sorarlar. O büyük insan, meraklı Milletvekillerine şöyle yanıt verir:
“SAVAŞA SÜRÜKLENMEK SÖZ KONUSU DEĞİLDİR.
SALDIRIYA UĞRAMA DURUMU BAŞKA, YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ DE GEÇERLİDİR. BAŞKA TÜRLÜ
SAVAŞA GİRMEK İÇİN KIRK KERE DÜŞÜNÜRÜRÜZ. SONRA YİNE KIRK KERE DÜŞÜNÜRÜZ, ONDAN
SONRA YİNE DÜŞÜNÜRÜZ!” DER BU sözleri dinleyen bir Milletvekili.
“ En büyüğümüzün ölçülülüğü, en büyük
güvencemizdir,” der.
Ankara’da, Alman, İngiliz ve Fransız
Büyük elçileri arasında; Türkiye’yi taraflarına çekebilmek için kıyasıya bir
mücadele ve yarış yaşanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, İngiltere, Fransa, üçlü
Anlaşma imzaladılar.
Savaşa girmek için, Türkiye Cumhuriyeti; SOVYET RUSYA İLE
İTALYA’NIN durumlarının belirginleşmesini öne sürmektedir. İtalya’nın savaşa
girmesi koşulu aranmaktadır. Roma Büyük Elçimiz Rahmetli Hüseyin Ragıp Bey’in
bir ”esprisi, İtalya’nın durumunu güzelce ortaya koymaktadır: ”İtalya savaşa
girecek amma, 12’ye iki kala!” Büyük elçilerin çıkışları, İsmet Paşa’yı
tedirgin etmekte; hiç çekinmeden:
“BEN, ENVER PAŞA DEĞİLİM; BENİ SAVAŞA
SÜRÜKLEYEMEZLER!” DEMEKTEDİR.
Alman Büyük Elçisi Franz Von Papen; üçlü
paktın imzasından çok tedirgindir. ”Almanya, Balkanlara inmek düşüncesinde
değildir. Rusya’dan da size bir zarar gelmez!” telkinlerini yapmaktadır.
Şükrü Saraçoğlu: ”Bizim Müttefiklerle bir antlaşmamız vardır.
Bunu adı, üçlü antlaşmadır, bir de töresel anlaşmamız vardır”, diyerek; Franz
Von Papen’in konuşmasını kesmiştir.
Sonunda; İtalya savaşa girer.
T.B.M.Meclisinde de iki fikir belirginleşir:
*-İtalyanların durumu belli oldu, üçlü
pakta göre, hukuken savaşa girmemiz gerekir.
*-Falih Rıfkı Atay’ın başını çektiği
grup; ”İtalya’nın savaşa girmesi, bizim de otomatik olarak savaşa girmemizi
gerektirmez.” F.A.Barutçu, S.G.E, S.75-86 Türkiye
Cumhuriyeti hükümetinde ve T.B.M.Meclisinde, aklıselim galebe çaldı, Türkiye
Cumhuriyeti savaşa girmedi. İtalya’nın, Müttefiklere savaş açmasından bir gün
sonra; İngiliz ve Fransız Elçileri, Dış İşleri Bakanlığımıza gelerek, Üçlü Antlaşmanın
2’inci maddesine göre şu isteklerde bulunurlar:
*-İtalya ile hemen ilişkilerin kesilmesi,
*-Seferberlik ilanı,
*-Boğazların, Montrö Anlaşması
koşullarına uygun olarak, tehlike durumunun varlığını ilan edip, kapatılması,
*-Deniz ve hava üslerimizin
müttefiklerin yararlanmasına açık bulundurulması,
*-İtalyan vapurlarına el konulması,
*-İtalya’ya savaş ilanı. Bu protokolün
2’inci maddesi de şöyledir:
“yukarıda adı geçen antlaşma gereğince, Türkiye’nin
girdiği yükümlülükler; bu ülkenin Sovyet Sosyalist cumhuriyetler birliği ile
silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesini gerektirecek ya da sonuçlandıracak bir
davranışa onu zorlayamayacaktır.”
Başbakan Rahmetli Şükrü Saraçoğlu,
Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı kararları; İngiliz ve Fransız Elçilerine
bildirişini şöyle anlatır:
“İngiliz ve Fransız elçilerini davet
ettim. Kendilerine, önce dedim ki, başvurunuz bir girişim midir ve
hükümetinizden aldığınız yönergeye kesinlikle uygun mudur? ”Evet, dediler, bir
demarştır ve hükümetlerimizden aldığımız yönergeye dayalı ve kesinlikle
uygundur.”
“-O halde dedim; Türkiye Cumhuriyetinin
kararını bildiriyorum: Hükümetimiz, İtalya’ya savaş ilan etmenin Türkiye
Cumhuriyetini, Rusya ile silahlı bir anlaşmazlığa sürüklemesini gerektirecek bir
duruma sokacağını gördüğünden 2 numaralı protokolün verdiği hakkı kullanmaya
karar vermiştir.”
Dış İşleri Bakanlığını sinirlenerek terk
eden her iki Büyük Elçi, iki saat sonra, tekrar geriye gelerek; aldığımız
kararın doğru olduğunu söylemişlerdir!” F.A.Barutçu, s.g. e. S.94-96
T.B.M.Meclisi, altıncı seçim döneminin ikinci
toplantı yılına girmiştir. Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet İnönü de, yıllık
konuşmasına şöyle başlamıştır:
“İç ve dış güvenliğin korunması için
sürekli bir dikkat ve dürüst bir hava içinde çalışma olanağını bulan Cumhuriyet
hükümetinin değişmeyen dış siyasetini ve savaş karşısındaki durumunu çok açık
çizgilerle ortaya koymuş ve gözler önüne sermiştir.”
“Cumhuriyet Hükümetinin dış siyasetinde
geçen yıldan beri bir değişiklik olmamıştır. Bunun en birinci nedeni, o siyasetin,
siyasal bağımsızlık ve ülke bütünlüğümüzün korunmasını esas alması ve olayların
gidişine göre değişen aç gözlü emellerle ilgili bulunmamasıdır. Türkiye’nin,
sınırları dışında bir karış toprakta gözü ve bir hakkı çiğneme niyeti yoktur.
Bizim güvenimize ve o güvenle eş anlamlı olan yaşamsal çıkarlarımıza saldırı
niyetinde olmayan hiçbir devlet, bizim siyasetimizden kaygılanamaz ve bizi,
hakkımızı korumak istediğimiz için eleştiremez.”
“Bizim
savaş dışı durumumuz, bize karşı aynı iyi niyeti gösteren ve uygulayan bütün
devletlerle en normal ilişkilerimize engel değildir. Yine, savaş dışı
durumumuz; topraklarımızın, deniz ve havalarımızın bu devletlerin birbirlerine
karşı kullanılmasına engeldir. Ve biz, savaşa girmedikçe, kesin ve ciddi engel
olarak kalacaktır. Bunu sevinçle açıklamak isterim. Türk-Sovyet ilişkileri, dünya
siyasetinin karışıkları içersinde, başlı başına bir varlıktır…”
“Dostluklarımıza
ve bağlantılarımıza da vefalı kalacağız. İngiltere, zor koşullar içersinde,
kahramanca bir ölüm, kalım savaşı içersinde bulunduğu bir zamanda, onunla olan
bağlarımızın, sağlam ve sarsılmaz olduğunu söylemek, benim için bir borçtur…”
Bu,
konuşma bir büyük devlet adamının konuşmasıdır. Demokrasilerde birçok tuhaflıkların
yanı sıra, sokaklardan gelen birisi de iktidarı ele geçirebilir. Bunun en
çarpıcı örneklerinden birisi de; Napolyon Bonapart’ın yeğenidir.
Jerom’un
oğlu; 1848 senesinde, seçimle Fransa Cumhurbaşkanlığına geldikten sonra, bir
darbe ile Fransız İmparatoru oluşudur.
Halkına verecek bir şeyi olmadığı için; el attığı
Meksika’dan temiz bir sopa yiyerek ayrılışı, kendisini akıllandırmadığından; 1870’te,
Sedan’da Almanlara yenilerek terki diyar etmiştir.
Adam, bir hiç iken, en yüksek makamlara kendisini taşıyan
Demokrasi Sistemini değiştirmeye kalkışır! Bindiği trenden, resmi olmayan bir
durakta inmek isterken, tren kazasına uğrar! Oyla gelip, oyla gideceğini hesaba
katmadan, oyunlarla iktidarda kalacağının hesaplarını yapar! Yaşadığı çağdan ve
o çağın koşullarından hiç haberi de yoktur.
Eski bir çağa takılmış, kalmıştır. Plağa takılan gramofon
iğnesi gibi; LIKIT! LIKIT! LIKIT! Öter durur!
İkinci
Dünya Savaşı’nın yönetimi için, Churchill ile Başkan Rooswelth; önce; Waşington
yakınlarında bulunan Dumbrton Oaks kasabasında buluşarak, Ünlü Atlantik
beyannamesini yayımladılar. Ondan sonra; Müttefikler arasında; dünya’nın
çeşitli şehirlerinde konferanslar yapıldı. BU KONFERANSLARDA ALINAN KARARLAR.
*-Quebek Konferansı:
Kanada’nın Quebek şehrinde, Rooswelth, Churchill ve Molotof buluştular (19, Ekim,1943)Türkiye
Cumhuriyeti’nin savaşa girme konusu tartışıldı. Rus Dış İşleri Bakanı Molotof;
daha önceki fikrinde ısrar ederek; ”Türkiye’nin, 1943 İlkbaharında, savaşa
girmesini bildirdi.
*-Tahran
Konferansı (01/06. Aralık.1943). İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmiş
bulunan Tahran’da; Başkan Rooswelth, İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill
ve S.S.C.B’liği Komünist Partisi Genel Sekreteri Jozef Stalin ve kurmayları
buluştular. Daha güvenli kabul edildiği için; konferans Rus Elçiliğinde
yapıldı.
Sonradan öğrendiğimize göre; Sovyetlerin Ünlü Casusluk
Örgütü N.K.V.D mensubu, subaylar ve generaller, garson ve hizmetli kılığında
çalışmışlar. Elçilikte, delegelerin kaldıkları her tarafı mikrofonla
donatmışlar; Başkan Roosewelth’in oturduğu odada, koltuk ve divan içlerine 105
adet gizli mikrofon yerleştirmişler!
Molotof;
“Alınan kararlar doğrultusunda, Türkiye’nin emirle savaşa sokulmasını
istemiştir.”
Tahran Konferansı sonunda; J.Stalin Moskova’ya; Roosewelth ve
W. Churchill de Kahire’ye dönmüşler ve ivedi olarak, Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü’yü Kahire’ye davet etmişlerdir.
W.Churchill, İsmet İnönü’nün, İngiliz uçağı ile Kahire’ye
gelmesini istemesine karşın; İsmet İnönü, Başkan Roosewelth’in Amerikan Hava
Kuvvetlerinde Hava Generali olan oğlunun kullandığı bir uçakla Kahire’ye
gitmiştir.
Her konferansa babası ile iştirak eden bu General; “İfşa
ediyorum” adı ile anılarını yazmıştır.
Ş.S.Aydemir; İkinci Adam C.2, S.265, bakınız neler yazmış: ”İsmet
paşa, Kahire’ye gidecektir; fakat Tahran konferansı kararlarını tebellüğ etmek (yani,
bu kararların kendisine bildirilmesi) için değil, eşit taraflar arasında
yapılan serbest münakaşa yolu ile müzakere etmek için gidecektir.
İkinci Kahire Konferansı (1/6.12,1943)
“Eşit söz
hakkı şartı ile“ Kahire’ye gitmiştir.
İSMET
İNÖNÜ’NÜN KAHİRE’YE GİTME ŞARTLARI
*-Eşit
devlet ilkesi uygulanacaktır,
*-İstenilecek
hususlar, uygulanabilir ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yük getirmez olacaktır,
*-Hazırlanacak
gündeme göre müzakereler yürütülecektir.
Konferansta;
W. Churchill, kurulacak Birleşmiş Milletler örgütünde; Türkiye’nin isteklerinin
karşılanacağı masalını anlatırken; Başkan Roosewelth, Atatürk’ü görememenin
üzüntüsünü dile getiriyordu. Aslında; Almanya’nın her yeni yenilgisi, ”Türkiye
Savaşa Gir!” baskılarını artırıyordu.
Kahire
konferansının yapılacağı yerde, çok sıkı güvenlik önlemleri alınmıştı. Her
taraf, askerlerle ve her çeşit silah ve
araçlarla dopdoluydu. Taa! Amerika’dan Türkiye’ye gelerek, ”İkinci Dünya
Savaşında; İnönü’nün dış Politikası” kitabının yazarı, Amerikalı Edward
Weisband’ı okumakta çok yarar vardır.(12)
Başkan B. Roosewelth,
W.Churchill ve İsmet İnönü; sabah kahvaltısı için masaya otururlar. İsmet Paşa;
W.Churchill’e dönerek: ”Sayın Churchill, der; benim her sabah, yürüyüş yapmak
gibi bir âdetim vardır. Burada, sabah yürüyüşü yapamıyorum; çünkü yollar ve her
taraf, askerlerle ve araç gereçlerle dopdolu!” W.Churchill, gayetle mütebessim
bir yüzle:
-Ekselans
İsmet Paşa; der, bu denli yoğun güvenlik önlemi almak zorundayız. Ya bir Alman
saldırısı ve sızması olursa. Böyle bir duruma düşmemek için hazırlıklı
olmalıyız!” İsmet İnönü, O Büyük insan, O büyük devlet adamı, hemen taşı
gediğine koyar:
-Siz,
burada kendiniz için, bu denli yoğun güvenlik önlemini, bir Alman saldırısı
için alıyorsunuz! Benim ülkemin sınırları apaçık; güvenlik önlemleri için
yeterli araç, gerecim de yok. Bir Alman saldırısı olursa Türk halkının
güvenliğini nasıl sağlayabilirim? Onun için; istediğimiz yardımların bir an önce
verilmesini bekliyorum!” der.
Başkan Roosewelth’in gülmekten, gözlerinden yaşlar boşanır.
W. Churchill’e dönerek:
“-Sayın
Churchill, faka bastın. Ülkesini ve halkını tehlikeye atmamakta İsmet İnönü haklıdır.
Boş yere sıkıştırmayalım, istediklerini verelim” der.
ADANA MÜLAKATI (30.Ocak/01. Şubat,1943)
Churchill;
Adana’da kendisine ayrılan Yenice İstasyonunda kaldı. Toplantılar, kenara
çekilen bir vagonda cereyan etti. Türk tarafında; Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,
Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak vardı.
Başbakan W.Churchill, özetle şunların karşılanmasını istiyordu.
*-İtalya’ya
karşı geniş bir sefer açılacaktır. İtalya’nın çöküşü, Almanların Balkanlardaki
durumunu sarsacaktır. Bu takdirde de, Sovyetlerin kuzeyden, Müttefiklerin de
Türkiye vasıtasıyla güneyden harekete geçmeleri ve savaşın bu suretle
Balkanlara intikali, Almanları yenilgiye doğru itecektir. Bu arada; Romanya
petrolleri de bombardıman edileceğinden; Almanya’nın akaryakıtsız kalışı, Alman
mukavemetini ayrıca sarsacaktır. Ama bütün bu işlerde, hem kara, hem hava
harekâtı için Türkiye’nin yardımına ihtiyaç vardır. Hülasa, Türkiye, 1943 yılı
sona ermeden savaşa girmeli ve bu suretle de, müttefiklerine karşı
taahhütlerini yerine getirmelidir.”
Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü; bu tekliflere karşı; başlıca iki nokta üzerinde durmuştur.
*-Türkiye
Cumhuriyeti, Sovyet Rusya’dan emin değildir. Almanya’nın yenilmesi ile beraber,
Rusya’nın Avrupa’da hâkim kuvvet olması mümkündür.”
*-“Türk
ordusunun savaşa katılması için, bu ordunun öncelikle ve geniş ölçüde teçhiz
atlandırılması gerekir.”Ş.S.Aydemir; İkinci Adam, C.2;S.260/261,
Çok
sonraları; bu toplantılara katılmış olan bir Fransız diplomatının anıları
yayımlandı. Fransız diplomat:
“Churchill
kızdı, tehdit etti, yalvardı ve hatta ağladı; İsmet Paşa’yı istediği noktaya
getiremedi. İsmet Paşa hep, eski tavrını değiştirmedi,”diyordu.
W.Churchill,
kendisine ayrılan binada, çok derin düşüncelere dalar: ”Acaba, Osmanlı
İmparatorluğunu dağıtmakla kötü mü ettik? Bu toprakları merkez yapan yeni bir
Türk İmparatorluğu kuramaz mıyız?”
İkinci
Dünya Savaşından önce; Komünistlere azılı bir düşman olan W.Churchill’in,
Almanya’ya karşı Ruslarla anlaşmasını kasteden başbakan Rahmetli Şükrü
Saraçoğlu:
“Sayın
Başbakan, Londra’da yaşayan Winston Churchill adlı birisi var. Avam
Kamarasında; ”Komünistlerle, Faşistlerden birisini seçmek durumunda kalırsam,
faşistleri seçerim”, demişti. Bu sözünü, O’NA hatırlatır mısınız?” demişti.
W.Churchill’in,
Türkiye Cumhuriyeti’ni hemen savaşa sokma baskısına karşı, çok uzun bir ihtiyaç
listesi hazırlatarak İsmet İnönü’nün eli ile W.Churchill’e verdirdiği
söylenmişti. Bu listede neler yoktu, neler! Ana kalemleri şunlardan oluşuyordu:
*-2.500.000
kişilik bir orduyu, en son sistem araç, gereç ve teçhizatla donatmak,
*-2,500
adet Tank,
*-Sayısız
lokomotif, Uçak, Top, vagon Kamyon ve Gemi;
*-Asker
Fotini, Matara veYemek levazımatı,
*-250,000 Mavi
Gözlü İngiliz Askeri. Bu istek listemizdeki malzemeler, hemen temin edildiğinde
ve SOVYET RUSYA’NIN GERÇEK NİYETİ DE AÇIĞA ÇIKTIĞINDA; Türkiye Cumhuriyeti
Almanya’ya savaş açacaktı!
Bu malzemeler, çok uzun bir sürede temin edilirse; Türkiye
Cumhuriyeti, ŞUBAT.1945 TARİHİNDE savaşa girecekti!
Cumhurbaşkanı Rahmetli İsmet İnönü, gerçekten de verdiği
sözü tutmuştur: 23, ŞUBAT. 1945 TARİHİNDE, NAZİ ALMANYASINA SAVAŞ İLAN
ETMİŞTİR!
Rahmetli İsmet İnönü’nün ileri görüşlülüğünü göremeyen, ya
da görmek istemeyen Salaklara, Solaklara ve dahi Malaklara selamlar ederim, Kör
Gözlerinden ve Sağır Vicdanlarından kurtulmalarını dilerim.
Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü; Nisan. 1950’de; İzmir’de Halkımıza şöyle demişti: ”Halk, bana,
vaktini doldurdun; çekil git; derse memnun olurum. Bu genel seçimde çıkacak her
türlü sonuç kabulümdür.”
İkinci Dünya Savaşının en bunalımlı günlerinde başlatılan
OKULLAŞMA SEFERBERLİĞİ DE O’NUN ESERİDİR. M.Asaf Aktan,”Canlandırıcı Eğitim
Yolunda;” adlı eserinde, bir anısını anlatır:
“İsmet Paşa, Savaştepe’ye- Eski adı Giresun- gelmişti.
Kendisini, tuğla ocağına götürüyorduk. Yolda giderken tepeden; şimdi
anımsıyorum, Pamukçudan HATİCE KOLUKISA O GÜN GALİBA KÜMES NÖBETİNDEYDİ, o’nu
çağırdı; geldi. ”Ne var torbanda ?” dedi. O da:
“Torbamda, peynirim, ekmeğim var, köftem var;” dedi.
“Başka neyin var, göster bakayım;” dedi. Torbadan,
Sophokles’in ANTİGON’U çıktı. ANTİGON’U görür görmez, İsmet Paşa’nın gözleri yaşardı.
Yanındaki Abddurrahman Nafiz Gürman Paşa’ya; ”Paşam, görüyor musunuz, bu klasikler
daha yeni çıktı Ankara’da bile okunmuyor. Benim çocuklarım okuyor. Köylümüz,
şehirlimiz, erimiz, generalimiz ne zaman kitabı da kumanyasına ekleyecek duruma
gelirse, o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş olur” dedi. Melih Âşık; milliyet
gazetesi,18.Nisan.2002,
14. Mayıs.
1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, C.H.P’Si seçimleri ve 27 senelik
iktidarını da kaybetti. Tenkitler ve kötüleme rüzgârları, PEMBE KÖŞK’DEKİ
MUHALEFET LİDERİ İSMET İNÖNÜ’YE DOĞRU ESMEYE BAŞLADI.
Şair Orhan
Seyfi Orhon;
“Bir duman oldu parti,
savruldu,
Ne tavan kaldı bak, ne de dam
kaldı;
Koca şef denilen heyulâdan,
Bir koca ihtiyar adam kaldı!..”
Ayni adam, daha önceleri şöyle yazıyordu: ”..Vakıa
bu kolay olmadı. Milli şefin saçlarındaki ışıklar, ta oradan geliyor. Bunlar,
on altıncı yıldönümünü kutladığımız beyazlardır. Biz, onlara, ağaran bir fecir
gibi bakıyoruz..” Bu politikacı, daha önce de; Rahmetli İsmet İnönü için ne
methiyeler düzmüştü:
“Bir dağ başısın, ak saçın alnında bulutlar,
Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar.
Gökten Ata’nın ruhu eğilmiş, seni kutlar,
Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar..”Ş.S.Aydemir;
İkinci adam, C.3, s.489,
O’NUN sayesinde, Türkiye cumhuriyeti’nin hudutları
aşılmadığı halde; insan şeklinde yaratılmış, ikiyüzlü, riyakâr yaratıkların
ruhlarındaki yapmacık sevgi ve saygı aşıldı.
Rahmetli İmran Ökten’in cenaze töreninde öldürmeye
kalkışanlara Polatlı topçu Okulu komutanı bir Tuğgeneral engel olmadı mıydı?
Bu tip, kişiliksiz ve omurgasız insanlara en güzel yanıtı
İngiliz Wellington Dükü vermiştir: Napolyon’u yenen Wellington Dükü; Londra’ya
zaferle döndüğünde; kendisini coşkun alkışlarla karşılayan kalabalık insan
seline,” SABUN KÖPÜKLERİ”, demişti. Başbakan olduktan sonra, kendisini
yuhalayan kalabalıklara da, aynı biçimde ses vermişti: ”SABUN KÖPÜKLERİ!” Maalesef,
bizimkiler sabun köpükleri değil, insanlığın yüz karasıdırlar!
İkinci Dünya Savaşından sonra; bir grup Alman bilgini,
“Büyük Dünya Olayları”, adında çok kapsamlı bir ansiklopedi yayımladı. İsmet
İnönü’nün dış politikası başlığı altındaki bir bölümde; Hipodromda yapılan bir
geçit töreninde; yerde Alman tanklarının, onların üstünde de İngiliz uçaklarının
fotoğrafları vardı!
1950 genel seçimlerinde ve daha sonraları yapılan seçim
propagandalarında; Rahmetli İsmet İnönü’ye yükletilen en hayâsızca
saldırılardan birisi de; İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINA GİRMEYEREK, HALKIMIZIN ERKEKLİK
DUYGUSUNU ZAYIFLATTI!” töhmeti olmuştur.
İkinci Dünya Savaşına girenlerin vermiş oldukları insan
kaybını verdiğimde; bu iftirayı ortaya atanlar utanırlar mı dersiniz!
İNSAN KAYIPLARI
Ülkeler asker kayıpları sivil kayıpları toplam
Almanya---------- 4.500.000-------------------2.000.000------------- -6.500.000 Japonya--------- 2,000,000-------------------- 350,000----------------2,350,000
İtalya------------ 400,000--------------------
--100,000------------------ 500,000
Romanya-------- 300,000---------------------
- 200,000------------------ 500,000
Avusturya-------- 230,000-----------------------144,000---------------- - 344,000
Macaristan------- 160,000------------------------270,000--------------- -340,000
Finlandiya-------- --84,000--------------------------16,000-------------- -100,000
Toplam.----------7,674,000-----------------------3,580,000-----------10,134,000
Mihver kayıpları ve Müttefik kayıpları
RUSYA-----------10.000.000--------------------10.000.000
-----------20.000.000
Çin------------------2.500.000-----------------------2.400.000------------4.900.000
İngiltere--------------300,000---------------------------50,000------------ 350,000
Yugoslavya---------300,000-----------------------1,400,000-------------1,700,000
U.S.A------------------274,000----------------------------0-----------------------274,000
Fransa----------------258,000--------------------------342,000---------------600,000
Polonya--------------123,000--------------------------4,000,000-----------4,123,000
Kanada----------------37,000---------------------------------0------------------37,000
Bulgaristan----------
32,000----------------------------- 3,000---------------- 35,000
Arnavutluk----------
-28,000------------------------------2,000-------------- - 30,000
Hindistan--------------24,000----------------------------13,000---------------37,000
Avustralya------------23,000-----------------------------2,000--------------35,000
Yunanistan-----------20,000---------------------------430,000------------450,000
Yeni
Zelanda---------10,000------------------------------2,000--------------12,000
Belçika-----------------10,000-----------------------------72,000--------------82,000
Güney
Afrika----------7,000-----------------------------------0------------------7,000
Hollanda----------------6,000----------------------------204,000-----------210,000
Lüksemburg-----------5,000-------------------------------0----------------5,000
Norveç-------------------2,000------------------------------8,000---------10,000
Toplam-----------------14.201.000-------------------------24.042.000---38.42.201
Genel
toplam--------22.000.000------------------------28.000.000---50.000.000
Cumhuriyet
Gazetesi,14. Eylül. 1999
Bu
milletler, erkekliklerini kanıtlamak için, bu insancıklarını feda mı ettiler?
Adnan Menderes bu çeşitten propagandalarını sürdürürken;
Türk Askeri, Kore’ye savaşmaya gidiyordu; Adnan menderes’in oğlu da, Paris’e
NATO karargâhına askerliğini yapmak için gidiyordu!
Rahmetli
İsmet İnönü; bir seçim gezisinde, Salihli ilçe merkezine uğrar. Üç yaşlarında
bir kız çocuğu önüne çıkar:
“- BİZİ ŞEKERSİZ BIRAKTIN! BURAYA NE YÜZLE
GELİYORSUN?”DİYE, AZARLAR. Çocuğa öyle öğretilmiştir. Ne yapsın çocuk! Şeker
gibi bir konu ile o’da kandırılmıştır.
İsmet İnönü, kendisini suçlayan ve haksız bir şekilde
azarlayan, o küçücük kız çocuğunun başını okşayıp:
“SİZİ
ŞEKERSİZ BIRAKTIM AMA BABASIZ BIRAKMADIM!” diyerek, o kız gibilerin büyüklerine
cevabını verir.
Rahmetli
İsmet İnönü’nün iktidardan düşmesi, dünya’da şaşkınlık yaratmıştır. Jozef
Stalin’in: ”İsmet İnönü’nün kafasında kuyrukları birbirine değmeden, yedi tilki
dolaşır;” dediği, gazetelerimize bile yansımıştı.
En anlamlı mektubu, W.Churchill göndermiştir. Ulusal kurtuluş
Savaşı düşmanlarına ayıp olacak ama iş bu mektubu iş bu yazıma ekleyeceğim:
“AZİZ
GENERALİM,”
“Her ne
kadar benim Türkiye politika ilişkilerine karışmazlığım doğru olmayabilirse de,
Türkiye’nin mukadderatına riyaset ettiğiniz uzun devrenin kapanmış olduğunu,
şahsen büyük teessür duyarak öğrenmiş bulunuyorum. Bana öyle geliyor ki, tarih,
general olarak kazandığınız zaferlerden başka, İkinci Dünya savaşının vahim
tehlikeleri içinde nasıl sıyırıp geçirdiğinizi ve aynı zamanda Mustafa kemal
tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan hürriyetçi ve ilerici hükümet
şeklini nasıl koruduğunuzu kaydedecektir. Dostça ve zevkli olan mülakatımızı
daima hatırlarım ve politika sahnesinden şimdiki çekilmenizde, size en iyi,
dileklerimi yollarım.”
Pek
samimiyetle sizin
Winston S. Churchill.
İsmet
İnönü’nün kavgası; aklın hurafe ve safsata ile vatanseverliğin ihanetle, namus
ve şerefin, yalan, dolan ve talanla, ulusal çıkarların, bireysel ve uluslar
arası çıkarlarla, gerçek dindarlığın ve gerçek Tanrı sevgisinin soytarılıklarla
kavgasıdır. Akın kara ile ilmin ve inancın şekille aldatma ile kavgasıdır.
Zonguldak
il merkezinde bulunan, şaha kalkmış at üzerindeki Atatürk’ün ve İnönü’nün
heykelleri, beni çok heyecanlandırır. İnönü’nün heykelinin kaidesindeki yazı
da, beni hep düşündürmüştür:
“BİR
ÜLKEDE NAMUSLULAR, EN AZ NAKUSSUZLAR KADAR CESUR OLMAZLARSA, O ÜLKEDE KURTULUŞ
UMUDU YOKTUR!”
Herkesin
kurtarıcı beklediği ülkemizde; bir büyük Romalının şu sözü aklımdan hiç çıkmaz:
“BAŞKALARI
TARAFINDAN KURTARILMAYI, YALINIZ KÖLELER BEKLER”.
İzmir; 12, Nisan, 2009
K A Y N A K Ç A
1-Faik
Ahmet Barutçu, Siyasi Anılar,1939-1945
2-Şevket
Süreyya Aydemir; İkinci Adam, üç cilt
3-Mit’in Tarihçesi,
S.51
4-Mareşal
Semyon Mihayiloviç Stemenko’nun Anıları
5-Yener Yayınları,
Birinci Dünya Savaşı, c.3, s.928
6-Osman
Özdeş, İkinci Dünya Savaşı
7-Edward
weissand,İkinci Dünya Savaşında, İnönü’nün Dış Politikası
8-Cumhuriyet
gazetesi,14,Eylül.1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder