TC
OSMAN
TÜRKOĞUZ
İzmir;16
Haziran 2013
NEDEN TOPÇU KIŞLASI ISRARI!
Önce hainler diriltilmeye çalışıldı; sıra
ihanet ve işkence yuvalarının diriltilmesine geldi. Tarihin çöplüğünden medet
umanların yeri Tarihin Çöplüğüdür. Bu böyle biline;Ulusumuzun alnına sürülmek
istenilen kara lekeler Türk Gençliğince siline!
TOPÇU KIŞLASI ISRARI NEDEN? Mustafa
ACER 16 Haziran 2013
Topçu Kışlası 1780 yılında yığma taştan
yapılmış, hiçbir mimari özelliği olmayan bir yapı. Bu yapı harap ve dökük bir
durumda iken çevrenin görüntüsünü bozduğu için 1940 yılında da yıkılmış.
Yerine “Taksim top sahası” yapılmış ve bir süre stadyum olarak kullanılmış.
Daha sonra da gezi parkı olarak düzenlenmiş. Şu anda ağaçlardan başka,
düzenli bir park haline getirilmemiş olması İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
kusurudur. Böylece Gezi Parkını bakımsız bırakma amacının; Topçu Kışlası
yapılmasına zemin hazırlamak olduğu anlaşılmaktadır.
Peki! AKP nazarında Topçu Kışlasına neden
özel bir değer veriliyor?
Topçu Kışlası tarihte iki önemli kara leke
taşımaktadır.
1)
Topçu Kışlasında yerleşmiş
alaylı bir çavuş önderliğinde, zamanın hükümetine ve padişaha başkaldıran bir
gurup asi, 31 Mart 1909’da “Şeriat isterük” nidaları ile isyan çıkarmış, her
tarafı yakmış, yıkmış, Millet Vekillerini ve okullu askerleri öldürerek, her
yeri talan etmişti. Bu isyanı Selanik’ten gelen Mahmut Şevket Paşa
komutasındaki Hareket Ordusu 10 Mayıs’ta bastırabilmişti.
2)
Topçu Kışlası; 1919 – 1922
İstanbul’un işgal yıllarında; İngiliz birliklerinin karargâhı olarak
kullanılmış ve Millici Türk aydınlarına işkence yapılan bir merkez olmuştur.
EK:16 Mart 1920’den sonra; Osmanlının Birinci Topçu Kışlası MAC MAHON adı ile
İşkâl Kuvvetlerine tahsis edilerek, Türk Vatanseverlerine işkence yapılan bir
ihanet yuvası haline sokulmuştur! Ostüzü.
Bu nedenle mi AKP; Topçu Kışlasını
canlandırıp, tarihin kara lekesini ortaya çıkarmak istiyor. Eğer AKP bu
şekilde tarihe sahip çıkıyorsa, buyurun size Topçu Kışlası gerçeği.
Bir de çıkıyorlar, Topçu Kışlasını Şehir
Müzesi yapacağız diye hazırladıkları projeleri anlatmaya, kendilerini haklı
imiş gibi anlatmaya çalışıyorlar. Demek ki, AKP bu ülkenin tarihine ihaneti
bu müzede sergilemeyi düşünüyor. Eğer art niyetli değilseniz, İstanbul’da
Şehir Müzesi yapacak mekân mı kalmadı?
AKP bu toplumsal olaylardan sorumludur ve
Gezi Parkı eyleminin yaratıcısıdır.
Muhalefet; bu durumu neden ifşa edip de
Topçu Kışlası girişiminin bu ülkenin tarihine ihanet olduğunu açıklamıyor?
Muhalefet; Gezi Parkından ve yeşilin
korunmasından bahsediyor da, neden Topçu Kışlasına karşı olduğunu
açıklamıyor?
Muhalefet de bu olaylara müdahil olamamış
ve gençliğin duyarlı itirazına destek vermemiştir.
|
|
|||
.
|
||||
31 Mart Vakası
|
|||||||
|
|||||||
Taraflar
|
|||||||
İttihat ve Terakki-Selanik kolu[1],
Selanik’te kurulan Hareket Ordusu Meşrutiyet yanlısı halk |
İttihad-ı Muhammedi Fırkası
Osmanlı Ahrar Fırkası İstanbul'daki Avcı Taburları İttihat ve Terakki-Manastır kolu[1] Mutlakıyet ve Şeriat yanlısı halk |
||||||
Komutanlar
|
|||||||
Mahmut Şevket Paşa
Nesneli Niyazi Bey Enver Paşa!KURMAY BAŞKANI HAREKÂTIN BEYNİDİR.MUSTAFA KEMAL DE KURMAY BAŞKANIIDIR! Enver Bey;Bulgar Çetebaşı Sandalski ile birlikte Yıldız sarayını basarak Osmanlı mücevherlerine el koymuş,bunların akıbeti ise hiç bilinememiştir! OSTÜZÜ
|
YANLIŞ; DERVİŞ VAHDETİ KIŞKIRTICI BİR İNGİLİZ AJANIDIR! KITA
ÇAVUŞLARIDIR KOMUTANLAR.OSMANLI SUBAYLARININ BİRLİKLERİNİ ERBAŞLARA
BIRAKMANIN BİR SONUCUDUR BU EYLEMLER.13 Nisan/31 Mart gecesi Taşkışla’daki
subaylar askerleri tarafından elleri bağlanarak hapsedilmiştir.ASAR’I TEVFİK
TORPİTOBOTUNUN KOMUTANI BİNBAŞI ALİ KABULİ BEY VE BİRTEĞMEN,ASİLERCE
YAKALNMIŞTIR.SONRA DA ALİ KABULİ BEY,YILDIZ SARAYI BAHÇESİNDE İKİNCİ
ABDÜLHAMİT’İN ÖNÜNDE SÜNGÜLENMİŞTİR.31 MART OLAYINI YAZAN KİMSE MUSTAFA
KEMAL’DEN HİÇ SÖZ ETMEMİŞTİR.İŞTE MUSTAFA KEMAL’İN HAREKAT PLANLAMASI:
MUSTAFA
KEMAL’İN HAREKÂT PLANI:
Mustafa Kemal’in harekât planında, “1 — Kıtaatı şimendiferle Hadımköyü’ne naklederek, Hadımköy Halkalı mıntıkasında toplamak 2 — Vaziyete göre İstanbul’a işgal etmek üzere ileri harekâta başlamak 3 — Nakliyatın temini için Şark Şimendifer Kumpanyası’nın yardımını temin etmek 4 — Silahlı, silahsız her türlü mukavemeti şiddetle yok etmek; 5 — Âsi kıtaları silahtan tecrit etmek; 6 — Bütün elebaşı mürtecileri tevkif etmek; 7 — Sefarethanelerin, ecnebilerle bankaların ve azınlıkların hiçbir zarara uğramaması için en lüzumlu tedbirleri almak dâhil bulunuyordu. Rumeli’den trenlerle naklolunarak Hadımköy doğusunda toplanacak olan Hareket Ordusu ile vaziyet ve hale göre ileri harekât ve İstanbul’un işgal planı tanzim edilmişti. Yıldırım muhasarası ve bir taraftan tecridi ile Abdülhamit’in nezaret altına alınması işgal planının başında geliyordu.!” Mustafa Kemal civar ordu ve tümen komutanlarıyla de temasa geçerek onların da harekâta katılma derecesini saptamış ve orduyu İstanbul üzerine yürüyüşe geçmeye hazır bir hale getirmiştir. Mustafa Kemal’in bütün bu hummalı faaliyetleri sürerken Üçüncü Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa, olup bitenlere karşı sadece seyircidir. İstanbul’daki asi kuvvetlerin miktarı hakkında abartmalı haberler geldiği için Mahmut Şevket Paşa, ne olur ne olmaz, ihtiyatı elden bırakmamakta ve harekete geçmek için en uygun ânı beklemektedir.
OSTÜZÜ
|
31 Mart Vakası (31 Mart Olayı ya da 31 Mart Hadisesi), II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmadır. Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.
Meşrutiyetçi hareketin en güçlü kanadı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı tam olarak ele geçiremeyerek dolaylı bir denetim kurması, ve İngilizlerin İttihat ve Terakkicilere söz geçiremeyeceğini fark etmesi, politik istikrarsızlığa yol açmış, halk arasında da yaygın çalkantılar doğurmuştu. Bu koşullar bazı muhalefet gruplarının kısa sürede İttihat ve Terakki'ye karşı İngilizlerin de desteğiyle birleşmelerine zemin hazırladı. Politik istikrarsızlık ve çatışmalar, İttihat ve Terakki'ye muhalefet eden tanınmış gazetecilerin ajanlar tarafından öldürülmesiyle daha da şiddetlendi. Bununla birlikte İttihat ve Terakki içinde de sorunlar bulunmaktaydı, teşkilatın İngiliz taraftarı Manastır kolu ile Alman taraftarı Selanik kolu arasında rekabet yaşanmakla, o dönemde Alman taraftarı Selanik kolu, azınlık durumuna düşen Manastır koluna üstün gelmişti.Bu durum bu partinin Manastır kolunun bir kısmını da saf değiştirip muhalefet ile işbirliğine yöneltti.[1] Diğer taraftan İngilizlerin böyle bir ayaklanmayı teşvik etmesinin nedenide Berlin Antlaşması sonrası, Mısır'ın kendince işgali sonrası giderek kendi ekseninden uzaklaşıp,hızla rakibi Almanya eksenine doğru kayan ve II.Meşrutiyet sonrası da bu durumu sürdüren Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi saflarına çekme isteğinden kaynaklanmaktaydı.[1]
Derviş Vahdeti'nin yayımladığı İngilizler tarafından finanse ve himaye edilen ve yer, yer Prens Sabaheddin'in Âdem-i merkeziyetçi görüşlerine de yer veren Volkan Gazetesi, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin yayın organı durumuna geldikten sonra özellikle İttihat ve Terakki'nin uygulamalarından zarar gören alaylı subaylar üzerinde etkili oldu.
İsyanın başladığı
Taksim Kışlası
12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek, tek istifa etti. İsyancıların kurduğu yeni hükümet İngilizler tarafından desteklendi.
Adliye Naziri Nâzım Paşa İttihatçı Ahmet Rıza Bey sanılarak isyancılar tarafından linç edildi. Aynı şekilde Lazkiye mebusu Arslan Bey de gazeteci Hüseyin Cahid sanılıp öldürüldü. Tahsilsiz ve alaylı olan askerlere halk arasından cahil ayak takımından hamallar ve bazı dindar kimseler de din elden gidiyor propagandalarının etkisiyle katılmıştı. [2]
Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve Meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamit yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.
İstanbul'da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi. Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. Ayaklanmacılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri Divan-ı Harp'te yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da Abdülhamit’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmet Reşat'ın geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca Abdülhamit’in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp Abdülhamit’i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.
14 Mart günü Divan-ı Harb'in vermiş olduğu ilk idam kararları 13 kişinin asılması ile yerine getirilmiştir. İdam sehpaları Ayasofya Meydanı'nda Sultanahmet Adliyesinin önünde, Beyazıt Meydanında, köprübaşında, Beşiktaş'ta camii önünde, Kasımpaşa'da divanhane önünde, Sirkeci'de Sirkeci İstasyonu önünde kurulmuştur. İlk asılanlar dördüncü avcı taburu ve onbaşılardan arkadaşlarına elebaşılık etmiş olanlar olmuştur. Hüseyin Cahid ve Ahmet Rıza diye Lazkiye Mebusu Arslan Bey'le Adliye Nazın Nâzım Paşa'yı öldürmüşlerdir. Bunu takip eden günlerde Ali Kabuli Bey'in öldürülmesine karışanlar; EK: Deniz Binbaşısı Ali Kabuli Bey, bir torpitobot komutanı olup, Yıldız sarayını topa tutacağı iddiası ile
Askerleri tarafından Yıldız sarayına götürülüp, Sarayın balkonuna çıkan İkinci Abdülhamit’in gözleri önünde süngülenerek öldür
ülmüştü.,saraya mensup olanların bazıları, partiye muhalif gazeteciler ilk planda asılmışlardır.[3]
1912'ye kadar Selanik'te ikâmet eden II. Abdülhamit Selanik'in Bulgaristan'a 12 Kasım 1912 de savaşmaksızın teslimi sonrasında Beylerbeyi Sarayı'na getirilecek ve 1918'deki ölümüne kadar burada hayatını sürdürecekti.
Hareket Ordusu
komutanı Mahmud Şevket Paşa, (1856–1913)
Hareket Ordusu'nun
liderlerinden Nesneli Niyazi Bey.EK:Burada Hareket Ordusunun
Kurmay Başkanlığını yapan Kolağası Mustafa Kemal’den hiç söz edilmemiştir.
Manastır Askeri İdadisi Makedonya'nın Manastır şehrinde bulunmaktadır ve günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Burada eğitim görenlerden biri de Mustafa Kemal'dir(1896–1898). Binanın ikinci katında Mustafa Kemal için ayrılmış bir bölüm vardır. Aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Resneli Niyazi Bey de burada okumuştur. Resneli Niyazi Bey II. Abdülhamit’e Meşrutiyet’i ilan ettiren ayaklanmanın liderlerinden ve ayrıca İstanbul’da patlak veren 31 Mart İsyanı'nı bastıran Hareket Ordusu'nda yer alan II. Meşrutiyet’in önemli liderlerinden.
31 Mart Ayaklanmasının Yaratıcısı Derviş Vahdeti
“Bu belgeler, din adına, İslâmiyet adına,
vatansızların oynadıkları dünkü oyunların da bugün oynanan oyunların aynısı
olduğunu açıkça göstermektedir. Ulusumuzda aldatılacak, öteki âlemlerden medet
umacak, kimseler bulunduğu sürece bu oyunlar oynanacak ve oynatılacaktır.
Atatürkçülük meşalesiyle tüm beyinleri, tüm izbeleri aydınlatamadığımız
takdirde; güneş düşmanı, ışık düşmanı yarasaların, ulusun kanını emen iğrenç
sülüklerin kökünü kurutmak olanağımız olmayacaktır.
SAİTOKURVOLKANGAZETESİNDEDERVİŞVAHDETİİLE
ÇALIŞMIŞTIR:
“Sait OKUR, 31
Mart ayaklanmasının elebaşlarından ve Intelligence Servisin ajanlarından
Kıbrıslı Derviş Vahdetiyle birlikte çalışmış; Volkan’a imzasız yazılar yazmış:
İttihadı Muhammedi Fırkasını kuranlardan birisi olmuştur. Derviş Vahdeti’ye ya
Mahmut Celal Bayar, Devlet arşivlerinden
derlenmiş, zengin belgelerle süslü,”Ben de Yazdım” isimli eserinde, ikinci
cildinin, 380.sayfasında: “Şimdi de irtica olayının en önemli elamanlarından
biri olan Derviş Vahdeti’ye anlatacağım. Derviş Vahdeti kendinden emin olmayan
diğer benzerleri gibi İstanbul’dan firar edenler arasındaydı” Dedikten sonra;
nerelere ve ne şekilde kaçtığını ve kimlerin kendisine yardım ettiğini;
“elindeki şemsiye ile İttihat-i Muhammedi Cemiyeti’nin mührünü, Gebze Cihangözü
köyünde, çalılar arsına attı.” Diyor. Ayrıca; adını söylemeden; Derviş
Vahdeti’nin, bir büyük devletin ajanı olduğunu da kaydediyor.
İzmir’de, vatansever bir Kıbrıslı Türk’ün
ihbarıyla yakalanan Derviş Vahdeti; İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince
ölüme mahkûm edilince; Mahkeme Başkanlığına yazdığı upuzun dilekçesine bir de
haşiye ekleyerek; yazdığı yazıların, yaptığı hareketlerin suç olup olmayacağını
düşünemeyecek biçimde doğuştan - irsi - deli olduğunu açıklamıştır. Volkan
gazetesini yayınlamak için Abdülhamit’ten, sarı, sarı, ihsanı şahaneler de alan
Derviş Vahdeti’nin köpekleşmesi, asılmasına engel olamamıştır.
Sıkıyönetim
mahkemesinin Türkçeleştirilmişi kararıyla;
Vahdeti’nin dilekçesinden ve Nadir ağa ile
yüzleştirme tutanağından önemli bölümleri birlikte okuyalım da; bu tip sefil
yaratıkların ne derece aşağılık Vatan hainleri olduklarını ibretle görelim:
Volkan
gazetesi imtiyaz sahibi olup fesat çıkaran yayınlarıyla, geçen Martın 31. Salı
günü meydana gelen irticai ve askeri ihtilâli hazırlayanlardan olduğunun
bildirilmesiyle sanık olan ve ihtilali müteakip kaçarak daha sonra İzmir’de
yakalanan Cerrahpaşa civarında Kürkçü başı Mahallesi’nde oturan, Birinci
Divan-ı Harb-i Örfi’de yapılan derin soruşturma ve yargılama sonucunda hiçbir
ilmi ve içtimai terbiye görmeyerek şimdiye kadar içki ve şarkıcılıkla
serseriyane bir hayat geçirmiş olduğu, sorgu esnasında, kendisinin itirafıyla
meydana çıkan Mehmet oğlu Kıbrıslı Derviş Vahdeti isimli şahıs,
Volkan adındaki gazeteyi yayınlamaya başladıktan sonra firarından dolayı
arkasından kanuni muamele ve takibat yapılmakta olan Emirizade Ömer Lütfü ile
birleşerek ve son olarak Volkan adını alan (İttihat-ı Muhammedi) mukaddes adı
altında bir Cemiyet teşkilini kararlaştırarak, gazetesinin bu Cemiyet’in
fikirlerini yayma vasıtası olduğunu yayınladığı halde, sonraları, Cemiyet’in
başkanlığı kendisine verilmek istenilmemesinden dolayı, Ömer Lütfü ve
arkadaşlarını terk ederek Cemiyet’i kendisinin idare ettiğini ve Cemiyet’in
manevi başkanının Peygamber Efendimiz olduğunu ilan etmesiyle, İslam milletinin
Meşrutiyet dairesinde yükselmesine ve ilerlemesine hizmet edildiğini zanneden
ve ittihat-ı Muhammedi ismi altında fesat yaratıcı bir maksat takip edildiğini
anlamayan ve iyi niyetle idarehanesine müracaat ederek dini makaleler
yayınlamak isteyen ulemadan bazı şahısları, ittihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ne
sokarak isimlerini gazetesiyle ilan etmesi üzerine ahaliden bazı saf kimseler
Volkan İdarehanesi’ne başvurarak isimlerini kaydettirdikleri gibi yakın ve uzak
birçok yerlerde dahi ittihad-ı Muhammedi Cemiyeti şubeleri açarak Derviş
Vahdeti’ye durum bildirilmiş ve hatta bazı taraflardan, Evkafa ait muamelelerin
bu Cemiyet tarafından yapılacağı yayılarak müracaat bile vaki olmuş ve aynı
cemiyet’in fikirlerinin yayıcısı ve başkanı sıfatını takınmış olan Derviş
Vahdeti, din ve şeriat perdesi altında mütemadiyen yayınladığı tahrik edici ve
fesat çıkarıcı makaleleriyle ahalinin ve asker kışlalarına çok miktarda sokulan
Volkan nüshalarının dindar bir lisanla ve Mehdiyane bir eda ile dini heyecan
içinde bulunan askerin fikirleri üzerinde hususi bir tesir yaratarak halkı ve
askeri Hükümet memurlarıyla, Meclis-i Mebussan Reisi ve üyelerinden bazılarının
aleyhine sevk etmiş ve nihayet geçen Martın 31. Salı günü gaye edinilen isyan
ve irtica vakası tamamıyla meydana çıkmış ve Vahdeti’nin inkârına rağmen o salı
günü Ayasofya’da Meclis-i Mebussan Dairesi önünde silahlı asi askerler arasında
bulunduğu, yeminle yaptırılan şahitlikle ortaya çıkmış olmakla Vahdeti’nin
işlediği cürüm ve cinayet, yaptığı yayınlar ve diğer
fesatlarıyla ahaliyi Hükümet aleyhine isyana ve Meşrutiyet Hükümeti’nin idare
şeklini değiştirmeye teşvik ve yine ahaliyi birbirini öldürmeye tahrik ettiği
tespit edilmiştir... Bunun üzerine, sanıklardan Derviş Vahdeti’nin yukarıda
izah edilen suçları Mülkiye Ceza Kanunu’nun 55. 56. ve 57.maddelerinin muhtelif
fıkralarıyla, Örfi İdare Kararnamesinin 6. maddesi gereğince Derviş Vahdeti’nin
idamına... Bu 1325 yılı Rumi Haziranının 23. (6 Temmuz 1909) Salı günü kendisi
de bulunduğu halde karar verildi.
25
Haziran 1325 (8 Temmuz 1909)
Birinci
Divan-ı Harbi Başkanı
Ferik
(Korgeneral) HURŞİT
Üye Üye
Topçu Dairesi
İkinci Başkanı Seyyar
Topçu III. Tugay Kumandanı
Miralay (Albay) Miralay (Albay)
ALİ FERİT bin. Mehmet Emin bin ABDULLAH
Üye Üye
1.
2. 3. Ordular Müfettişlik Başyaveri Saadet
Vapuruna Memur
Kaymakam
(Yarbay) Binbaşı
(Kararda
imzası yoktur) İBRAHİM
HAKKI
Üye Üye
5.
Alay, 3. Tabur 34.
Alay, I. Tabur
Binbaşı Kolağası
(Önyüzbaşı)
AHMET
MUHTAR bin MEHMET HURŞİT SÜLEYMAN
ŞADİ
Üye Üye
Timsah
Vapuru Süvarisi 7.
Alay Süvarisi
Kolağası
(Önyüzbaşı) Kolağası
(Önyüzbaşı)
(Mühür
okunamadı) MAHMUT
CELAL bin ŞAKİR
Bu karar üzerine Derviş Vahdeti:
Kendine göre, uzun, uzun savunmasını
yaptıktan sonra, dilekçesinin haşiye (not) kısmında aynen şöyle diyordu:
“Haşiye:
İrsi olarak nevbet-i asabiye ile zebun
olduğumdan ekseriya yazdığım şeylerin fayda ve mazarratını düşünemeyecek bir
halde olduğum cihetle Divan-ı Örfi Canib-i âlisinden nazır-ı dikkate alınması
istirham olunmuş ise de katiyen mesmu olmadığını adalet namına söylemek
mecburiyetindeyim...”
Bu
sözlerin açık manası vardı: Koca gerilik ihtilalcisi diyor ki: Ben irsi (anadan
babadan geçme) deliyim. Öyle ki çok zaman yazdığım şeylerin faydasını, zararını
düşünemeyecek kadar deliyim. Cezai ehliyetim yoktur: Bırakın beni:”
“Memleketi
“şeriat” namına ateşe verdikten sonra son nefesinde böyle konuşan adam, hakikaten
deli değil idiyse, kara ruhlu bir yalancıdan başka bir şey değildir.
İster yalancı, ister deli olsun, her ikisi
de memleket için, arkasından gidenler için, birbirinden felaketli bir haldi.
Böyle insan nasıl bir parti lideri olabilir, arkasından yüz binleri
sürükleyebilir, halkı birbirine katabilirdi?”
“Derviş Vahdeti, yazıları, sözleri,
propagandası ile basit kimseleri, halk yığınlarını ruhundan yakalayıp kendisine
bağlamasını bilen ihtiraslı bir politikacı, inanmadığı dini, şahsı ve siyaseti
için istismar etmesini bilen bir çılgın, kötü niyetli bir psikologdu.
Bu haliyle halk üzerinde nasıl bir tesir
bırakmıştı. Bunun tipik bir örneğini vermek istiyorum:
Gebze’de bazı kimseler sıkı sıkıya İttihad-ı
Muhammedi Cemiyet’ine ve Derviş Vahdeti’nin şahsına bağlanmışlardı. Derviş
Vahdeti, bunu biliyordu. Bu sebeple
İstanbul’dan kaçarken Gebze’ye, Gebze’deki hayranlarına sığınmıştı. —Bundan az
önce bahsetmiştim-Vahdeti, Sıkıyönetim Mahkemesi’nde sorguya çekildiği zaman bu
zavallıları da ele verdiği için hepsi hapsolunmuştu.
Bunlardan Salahattin Efendi adında bir
vatandaş, sorgu hâkiminin: “Nasıl olur da bu adamı evine kabul ediyor, yataklık
ediyorsun” sorusunu şu yolda cevaplandırmıştı:
“Bakkal Kamil, evime giderken, sokakta beni
buldu. Vahdeti geldi, bizim evde hasta var, sen misafir et,” Dedi.
“Doğrusunu söyleyeyim, sevindim.
Çünkü biz onu “Evliya” bilirdik. Hatta Gebze’de kendisine “Mehdi” diyenler de
vardı. Bunun için onu misafir etmeyi “sevap” ve şeref addettim. Eve koştum,
valideme fahurane (övünerek) misafir geldiğini söyledim.
Vahdeti’yi yukarıya çıkardım.
Elini öptüm, hürmette bulundum. Hürmetimin derecesini göstermek için şunu
söylemek kâfidir, sanırım: Hemşiremin cihazı arasında otuz altın liraya alınmış
yeni bir karyola vardı. Henüz kimse yatmamıştı. Gayet temiz ve hiç
kullanılmamış çarşaf vesaire de çıkarıp hazırladıktan sonra kendisini o
karyolada yatırdım”.
“Bu konuya ait sözümü tamamlamak için şunu
da söylemeliyim:
Meşrutiyet İdaresi’nin Türkiye’de
yerleşmesini milli menfaatlerine aykırı gören bazı devletlerin ajanları
vasıtasıyla içimizde tahribat yaptıkları maalesef bir hakikattir.
Bu arada Derviş Vahdeti’nin büyük bir
devletin ajanı olduğu söylentisi de dolaşmıştır. Ancak, bu söylenti karşısında
kesin olarak evet veya hayır diyebilecek bir delile henüz rastlamadığım için
olayı kaydetmekle yetindim.
Abdülhamit’in en samimi adamlarından meşhur
Nadir Ağa, Sorgu hâkimine önemli açıklamalar yaptıktan sonra, Halil Bey, Hacı
Mustafa ve Cevher Ağalarla yüzleştirildi. Bu yüzleştirme sonunda düzenlenen
tutanağın Derviş Vahdeti ile ilgili bölümünü de görelim”:
“Cevher Ağa, Halil Bey, Hacı Mustafa
getirilerek Nadir Ağa ile muvaceheleri bil-icra (yüzleştirilerek) 53. sayfadaki
ifade-i mazbatasını (zapt olunan sözlerini) yüzlerine karşı tekrar etmekle ne
diyecekleri kendilerinden soruldukça, bunlardan Cevher Ağa, “Volkan gazetesinde
farmasonların aleyhinde ve dini müdafaa yolunda makale yazıldığı görülmüş
olduğundan dolayı Volkan gazetesi sahib-i imtiyazı Vahdeti’nin celbedilmesini
Hakan-ı sabık (eski Hakan) emretti. Ben de haber yolladım. Bir adam geldi ki
-Enderunlu Lütfü olduğunu bu kere Divan-ı Harbde görerek anladım- ben Derviş
Vahdeti’yim diye gelen bu adamın keyfiyet-i vücudunu (geliş sebebini) Hünkâra
haber verdim. Böyle makaleler yazdıklarından dolayı beyan-ı memnuniyet
edilmesini emretmekle beraber zarf içinde banknot ve altın para verdi.
Miktarını bilemiyorum. Getirdim tebliğ ettim, parayı da verdim. O da bir makbuz
yazdı, götürdüm Hünkâra verdim. Ve bir de matbaasına mahiye (aylık) muaveneten
(yardım olarak) para verilmesini istirham etti. Bunu da arz ettim. Padişah bir
şey demedi.
Belge 47 a . Volkan gazetesi
sahibi Derviş Vahdeti’nin Hareket Ordusu Kumandanlığı’na gönderdiği 8 Temmuz
1909 tarihli kendisinin doğuştan deli olduğunu bildiren dilekçesi.
Belge sıra no:47 a (sadeleştirilmiştir).
Bak:2. Cilt, s:380.
“Maruzatımdır:
İşlenen cürümlerde aranılan şey, daha
önceden düşünülüp karar verilmesidir. Ve bir işten maksat ne ise hüküm de ona
göredir. Hakkımda reva görülen hüküm ki idamdır. Bu ceza kesin olarak hak ve
adalete aykırıdır. Benim yaptığım işler ne beni bugünkü günde selamete
çıkarabilir ne de cezalanmamı icap ettirir. İnsanlar mükemmel olarak doğmadığı
gibi tam, dürüst bir şekilde de hayatlarını devam ettirmeleri lazım gelmez. İnsanları
daha ziyade intizamlı bir durumda bulunduran dinlerdir. Yaptıkları aşikâr
kötülüklerden dolayı aşikâr cezalara çarpılır korkusuyla başkalarının haklarına
tecavüz etmeyen kimseler ahrete ait ceza korkusu olmadığına kani olursa, öyle
cinayetler, öyle kötülükler yapar ki, hem melun olduğunu kendisi bilir hem de
halkın gözünde en hamiyetli bir adam derecesinde görülebilir. İnsan mademki
ahret korkusuyla gizli, gizli başkalarının haklarına tecavüz etmemek gibi
beşeri bir haslete maliktir bunun tetkiki lazımdır. İnsan olur ki! “Biz
babalarımızı bulduk” diyerek ömür geçirir ve bu gibi insanlardan katiyen hayır
beklenemez. İnsan olur ki doğuştan hür,
kendisine has fikirlerine malik bulunur.
Bu gibi adamlar, her bir muhitte yuvarlana, yuvarlana, her iyiliği, her
kötülüğü öğrene, öğrene ve felekten nice silleler yiye, yiye ya caniyane işler
gördüğü bir zamanda cezaya çarpılır yahut yüksek gayeli bir insan olduğu halde
cezaya layık bir adam zannolunur ki mükâfata layık bir adam olarak insanlar
arasında hususi bir mevki alabilir. İnsanların doğuştan malik bulunduğu haller
nazarı dikkate alınmayarak haklarında körü körüne verilecek hükümler, gerçi bir
zaman haklı görünse bile, zaman gelir ki mücadele içinde geçen hayatın külleri
altında saklı kalan hak elbette ve elbette ortaya çıkarak melun mahkûm denilen
mazlum büyük bir adam olarak insanların kalbinde harikulade bir mevki işgal
eder. Adil Hâkim zannolunanlar da, yaptıkları hatalardan dolayı insanı
üzüntülerden doğacak kalbi tenkitlere uğramaktan kurtulamazlar. Bu hakikat
fertler arasında, cemiyetler içinde hatta milletler arasında dahi caridir.
“Kumandan Hazretleri.”
“Abdülhamit Devri ne idi. O kuvvetin bir
anda altüst olabileceğini kim düşünebilirdi. Bir taraftan Osmanlı Devleti’nin
hazinesi boş yere saçılıp, heder edilir, bir taraftan millete çeşitli
işkenceler tatbik edilip, bütün millet ister istemez o idareden tir, tir
titrerken sonunda o kuvvet birdenbire mahvolmadı mı? İşte bunun gibi şu
herkesin takdir ettiği muzafferiyetini iyi bir sonuca bağlamış olmak için,
yapılacak şey, adaleti tamamen tatbik etmektir. Geçen gün söylemiş olduğunuz
gibi -haksız iş yapılamaz, meğer yanlışlık ola -fakat cereyan eden muhakemede
geçen Pazartesi gününe kadar bütün samimiyetimle Divan-ı Harb-i Örfi’nin
adaletten ayrılmayacağına eminken birden bire bir değişiklik evet birden bire
bir değişiklik beni idama mahkûm etti. Dünyanın İttihadı-ı Muhammedi diye
zannettiği bir Cemiyet’in başkanıyla kötü fikirli üyesi tamamıyla benimle bir
sayıldı. Divan-ı Harb tarafından da bu, hakikat kabul olundu. Volkan idaresine
mensup olan yirmi beş üyeden yirmi üçü Gebze Bucağı beraat etti. Demek oluyor
ki, esas gayenin fesat olmadığı nazarı dikkate alındı ve bu suretle ikinci
derecede olanlar kurtuldu. Demek ki, Volkan Gazetesi’nin başındaki “İttihat-ı
Muhammedi Cemiyeti’nin fikirlerini yayma organıdır” cümlesi kaldırılınca Volkan
diğer gazetelerin durumunda kalıyor. Eğer heyecan uyandıran makale yayınladım
deniyorsa, öteki gazeteler arasında olan Tanin ile Siper-i Saika en büyük fesat
çıkaracak bir mahiyette değil miydiler: Mademki bu gazeteler memleket için bir
fesat kaynağı idi. Hükümet vaktiyle niçin men etmedi? Vaktiyle Mizan’ı kapatan
ve sahibini tevkif eden Hükümet bizi de men ve tevkif edemez miydi?”
“Bundan dolayı hakkımda verilen hüküm,
efkârı-umumiyenin yanlış düşüncesini göz önünde tutarak veriliyorsa, bir
gazetecinin suçsuzluğu yargıçlar tarafından da açıkça bilinirken kurban
edilmesine nasıl razı olunur? Yaptığım yayınlar fesat çıkarmayı önceden
tasarlamış olduğumdan dolayı ise, bu ne ile ispat edilir? Kimden para almışım,
kimin kandırıcı sözlerine kapılmışım? Bunlar bence de bilinseydi, hiç olmazsa
boynuma ipi kendi elimle geçirirdim. Yazık ki, beraata layık bir adam, bugün
hususi emellere kurban oluyor. Fakat El yüzünden, bir Napolyon ciddiyetini haiz
olan Şevket Paşa: Benim haksız yere öldürülmeme sen de mi razısın? İnan ki ümit
etmiyordum.”
“Kumandan
Hazretleri: Meydana getirilen karışıklığın
Volkan tarafından olduğuna kim inandırılabilir? Evet. Divan-ı Harplerin ilk
kuruluşlarında ilk önce yargılanan ben olsaydım, o vakit Divan-ı Aliler hiç bir
hakikati bilmediklerinden ihtimal ki bir yanlışlığa uğrayabilirim. Fakat bu
vaka ile ilgili bulunanların çeşitli Divan-ı Alilerden geçerek, bunun hangi
ellerle meydana getirildiği anlaşılmışken ve yargılanmam esnasında bilerek
hiçbir teşebbüsüm olmadığı açıkça görüldüğü gibi, hiçbir işi de kendim icat
etmeyip başkalarının iftira ettiği kötü fikirleri doğru yola koymaya
çalıştığımın anlaşılması lazım gelirken böyle bir adamı nasıl idam edeceksiniz?”
Kumandan Hazretleri, su acizin idamından
meydana gelecek faydalardan çok beraat etmesindeki ama hakkıyla beraat
etmesindeki faydalar, memleket nazarı dikkate alınmış olsaydı ve Türkiye’nin de
bir Dreyfüs’ü olduğu Avrupa nazarında tahakkuk etmiş olsaydı, siyaset
bakımından ne gibi faydalar elde edilecekti. Bunu ben bu aczimle takdir ettiğim
halde Divan-ı Harplerin de takdir etmesi lazım gelmez miydi?”
“Esefle arz etmek isterim ki, Emirizade ve
Hoca İsmail Hakkı partisi nasıl olur da Volkan Cemiyeti’nde gösterilir?
Cemiyet’in olduğu bir hakikat iken ben de onlardan olarak nasıl
gösterilebilirim? Günah değil mi? Aslında kötü niyet olmayan bir şeyin
teferruatı olan gazete yazılarının kötü fikirle yazıldığına nasıl hükmedilir?
Hangi bakımdan idama mahkûm olduysam sebebinin bildirilmesi sizin askeri
namusunuzdan beklenir.
29
Haziran 325 (8 Temmuz 1909)
Volkan
Yazarı
VAHDETİ
“Not:
Doğuştan sinir krizleriyle rahatsız bulunduğumdan çoğu zaman yazdığım şeylerin
getireceği fayda ve zararı düşünemeyecek bir halde olduğum için bu cihetin
Divan-ı Harb-ı Örfi tarafından göz önünde tutulması istirham olunmuşsa da bu
dileğime katiyen kulak asılmadığını adalet adına söylemek zorundayım. Muhakemem
Avrupa’nın bir tarafında yapılmış olsaydı çoktan beraat etmiş
olacağıma şüphe yoktu sanırım. Eğer zerre kadar mesuliyete sebep olacak bir
halim olduğuna vicdanım kani olsaydı böyle sizi rahatsız etmeye katiyen lüzum
görmezdim. Fakat suçsuzum. Suçsuzları siz de aramayacak olursanız, şu
Meşrutiyet Devri’nde kime müracaat edilebilir. Rica ederim. Ya mahkûmiyetimin
sebebi bildirilsin yahut bir kere de lütfen huzurunuza çağırarak bir söz
söylemekliğime müsaade buyrulsun.”
25
Haziran 325 (8 Temmuz 1909)
VAHDETİ
Hareket
Ordusu
Numarası
490
Merkez
Alayı (325 =1909)
1574 Takdim:25
Haziran 325 ((8 Temmuz 1909)
Cezaevi
Memuru Yüzbaşı
MACİT
Gözden
geçirilmek üzere Hareket Ordusu
Kumandanlığı
Yüksek Katına takdimi olunur.
25
Haziran 325 (8 Temmuz 1909)
M.
Celal Bayar Ben de yazdım. Cilt 2.s.380, 383, 384–390, 631-Norslu Sait’in
Derviş VahdetiyeYazdığı mektubu okuyalım:
“Biraderim Derviş Vahdeti Bey’e; Edipler,
edepli olmalıdırlar. Hem de edebi islamiye ile müteeddip olmalıdırlar. Matbuat
nizamnamesini vicdanlarındaki hissi dinayet tanzim etsin. Zira bu Inkilab’ı
şeriye gösterdi ki, umum vicdanlarda hüküm ferman-ı Nura Nur olan, hamiyeti
islamiyedir. Hem de anlaşıldı ki, İttihadı Muhammedi umum askere ve umum ehli
İslam’a şamildir, hariç kimse yoktur.” Cemal KUTAY, Türk İst. Mu? Tarihi Cilt
2.
GENELKURMAY HARP DAİRESİ BAŞKANLIĞI RESMİ
YAYINLARI SERİ NO:8 s.4:
“Din perdesi altında, Osmanlı Devletini
bölmek isteyen Kürt politikacısı Said-i KÜRDİ de, bu maceradan faydalanmak
isteyen Derviş Vahdeti de, aslında, birer maşadan ibarettiler. Maskeleri, ancak
binlerce Türk’ün ve Müslüman’ın kanı aktıktan sonra, düşmüş ve gerçek içyüzleri
anlaşılmıştı.”
“Aradan 50 yıl geçtikten sonra; meydanı
Bununla beraber; müteşebbis gene o değildi. İplerden birinin ucu gene
dışarıdaki Türklük düşmanlarının, diğerinin ucu da içerdeki bir kaç hain ile
boş ve uygun bulduğu bir anda, adını da değiştirerek yeniden ortaya çıkan
Said’i NURSİ ise, vaktiyle politika yolu ile başaramadığı, bölgecilik ve
bölücülüğü bu kez din ve dindarlık maskesi altında sağlamaya çalışan, gerçek ve
maalesef başarılı bir anarşisttir. Kitle halindeki gafillerin elinde idi.”
OSMAN TÜRKOĞUZ, NURCULUK,
S.121/134
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder