15 Haziran 2011 Çarşamba

397-KUBİLAY OLAYI VE GERİCİ AKIMLAR;2

                                           

                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        Çeşmealtı; 12 Haziran 2011.

                                          KUBİLAY OLAYI
                                                VE                                                                                                                                                                                         GERİCİ AKIMLARIN GERÇEK NEDENİ.
                                         İKİNCİ BÖLÜM
            İlgi:07 Haziran 2011 tarihli BİRİNCİ BÖLÜM.
            Aşağıda fotokopisini vereceğim namaz ve dua örnekleri, Süleymancıların Namaz ve dua kitaplarıyla Fazilet Takvimlerinden alınmıştır. Kur’anı Kerim’de bu şekilde ne bir dua ne de bir namaz şekli vardır; namaz kelime olarak geçmektedir. Bu, doğrudan doğruya beyin yıkama ile ilgilidir. Mustafa Kemal’in akıl ile inanma kavramına göre vermiş olduğu örneklere aykırı ve dahi zıttır. Bir bakmamızda yarar ummaktayım.


               FOTOKOPİLER ÇIKMAMIŞTIR. 27-39 SAHİFELER

            “Efendiler ve Ey Millet! Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler ve Meczuplar memleketi olamaz. En doğru tarikat, medeniyet tarikatıdır.
            Medeniyetin emir ve talebettiğini yapmak, insan olmak için şarttır.”
            Bunlar, blöf ve boş sözler değildir. Bunlar, Erzurum Kongresi sırasında, Mustafa Kemal’in bir arkadaşının not defterine sıra ile yazdırdığı sosyal hayatımızın yeniden insan gibi yaşamamız için düzenlenme sırasıdır. (Rahmetli Mazhar Müfit Kansu)
            Şapka giyilmesi gündeme gelir ve hemen Kastamonu’da uygulamaya konulur. Hakkari’deki Nasturi ayaklanması  ve Şeyh Sait ayaklanması İngilizlerle,Gerici politikacıların  din bezirganlarının işidir.
            1926 Haziran ayında; Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast düzenlenir. Cumhuriyetin ilanından sonra, çağdaş yenilikleri önlemeye yönelik engellemeler ve her türlü ihanetler sürdürülür. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi açılır. Kadın Hukukçularımız da Türk adalet sistemindeki yerlerini alırlar. Atatürk ilkeleri 1924 Anayasamızdaki yerlerini alırlar.1945 senesinde,1924 Anayasamız Türkçeleştirilir. Demokrat Partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Halk Partisi ve Serbest Halkçı Partiden sonra Türk siyasi hayatında yerini alır.14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde Demokrat Partisi iktidara gelir ve gerici çevrelere de gün doğmuş olur. Ezanın Arapça okunması düzenlenir,1924 Anayasamız aynen kabul edilerek Atatürk ilkeleri Anayasamızdan çıkartılmış olur. Demokrat Partinin iktidardan düşme korkusu siyasi hayatı çıkmazlarla sokar ve 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri Yönetime el koyar. Anayasa Mahkemesi, Askeri İdare Mahkemesi,Uyuşmazlık Mahkemesi ve Askeri Yargıtay, TİE. Gibi yeni organlar oluşturulur.
            1961 Tarihli Ordinaryüs Profesör Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun hazırlamış olduğu özgürlükçü Anayasamızın 154’üncü maddesiyle ve 1982 Anayasamızın da 174’üncü maddesiyle de devrim kanunlarına Anayasal güvence getirilir:

                                     BEŞİNCİ KISIM
                                   ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER
         1.İnkılâp kanunlarının korunması
         MADDE174.-Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanmaz.
                   1.3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
                   2.25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun;
                   3-30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
                   4-17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikâh esası ile aynı kanunun 110’uncu maddesi hükmü;
                   5-20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkânın Kabulü Hakkında Kanun,
                   6-1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
                   7-26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun;
                   8-3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine dair Kanun.
         Anayasamızın 26,27 ve 29’uncu maddelerine bile tahammül edemezken,20 Nisan 1340 tarihli ve 491 sayılı Anayasamızın (83)üncü maddesinde “Tabii Hâkim ilkesi” varken;--Madde83-Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye celp ve sevk olunamaz-- Sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırarak, Başsavcılığını yaptığınız Özel Mahkemeler ve özel seçilmiş Müddeiumumîler eli ile işlenmemiş suçların sanıklarını, ceza verircesine, süresiz tutuklatarak, Silivri esir kampına gönderebilirken NASIL BİR ANAYASA? Sayın RTE;
         “Bana oy veriniz de, yeni bir anayasa yapayım!” Demenizin manasını biliyoruz:”Tüm mahkemeleri kontrolüm altına aldım. Yeni seçilecek TBMM’İNDE DE kontrol elimde olacaktır! Getirmek istediğim şeriat sistemine dair yemin ve kasemimi de biliyorsunuz!”
         Güçlerini dağıtan bir komutan nasıl yenilirse; çeşitli ve siyaset bilimine aykırı oy bölmelerinin ve bireysel acımalara göre davranmaların sonu da yenilmektir. Halkımıza kızma hakkımızı nereden çıkarıyoruz! Yenilenler liderlerdir. Devrimleri yapmış, Ülkemizi ve Türk Halkını İkinci Dünya Savaşının felâketlerinden korumuş, ülkemize demokrasiyi getirmiş bir siyasi partiye ”YENİ” sıfatı takarak, Atatürk’ten kaçanlar Partisiyle bir hizaya getirmek, seçimden önce de paldır, kültür USA’ YA gitmek ve onların ağzı ile konuşmaktan ne beklenir? Aydınlar kendilerini pazarladıkça”Demokrasi” söylemine sarılanlarımızın halkımıza tepkisi nedendir?”                                                                                              “Her şey mükemmelken yenilmenin hesabı Komutanlardan sorulmalıdır!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
         Daha 01 Kasım 1922 tarihinde, Hilafet ve Saltanat biri birinden ayrılmıştır. Önce Saltanatçılar, sonra da Hilafetçiler hizaya sokulmuşlardır. Kılık kıyafet işi düzene sokulmuş, bazı Lâkap ve Unvanlar kaldırılmış, Soyadı Kanunu çıkarılmadan ve kadınlarımıza, başlarımızın taçlarına ve gönül bahçelerimizin güllerine seçme ve seçilme hakkı verilmeden,23 Aralık 1930 günü Menemen’de Kubilay’ın başı Yunan ajanları vatan hainlerince kesilmiştir.
         E.J.Kd. Albay Sayın Ahmet Avcı; Narlıdere’de oturur ve Narlıdere Atatürkçü Düşünce Derneği Şubesi Başkan Yardımcısıdır. Narlıdere Atatürk’e ve devrimlerine inanmış insanlarımızın ocağıdır. Belediye başkanımız çok görkemli bir Atatürk Kültür Merkezi yaratmıştır.23 Aralık 2001 günü, bu Görkemli Kültür sarayında Sayın Ahmet Avcı tarafından Kubilay olayı üzerine çok mükemmel bir konuşma yapılmıştır. Hıncahınç dolu salonda çıt çıkmadan konuşması dinlenmiştir. Hayatım boyunca, bu denli bilinçli ve nefeslerini tutarak konuşmaları dinleyen bir topluluk görmediğimi söylemek durumundayım. Menemen olayını Nakşibendî tarikatı mensupları çıkarmışlardı. Şeyh Sait te, Nakşibendî tarikatının Şafi koluna mensuptu. Bursa’da Arapça ezan ve Kamet olayını çıkaranlar da Nakşibendî tarikatı mensuplarıydı.1957 senesinde; Bursa’da ve Ulu cami’de, kılıç çekerek Mehdiliğini ilan eden sapık ta bu tarikata mensuptu.
         Nurculuk olayını yaratan ve Nur Risaleleri denilen, akla ve islam dinine aykırılığın yaratıcısı Norslu Sait Okur da Nakşibendî tarikatının Halidiye koluna mensuptur.
Fatih camisi Müezzinliğinden kovulduktan sonra; kaçak kömür ticaretinden de iflas ederek, din ticaretine atılan, Silistire doğumlu Süleyman Hilmi Tunahan da Nakşibendî tarikatının en büyük pirlerinden birisidir. Büyük ermişlerin en büyük 33’üncü son halkasıdır. Masonların 33’üncü halkası olur da bizimkilerin neden olmasın!33 rakamı, Yüce Tanrımızın Esmay’ıHüsnasını da bölebilmektedir!
         Neymiş bu ihtilalcı İslam tarikatı olan NAKŞİBENCİLİK? Önce, kısa da olsa bu konuya da bir göz atalım:
Nakşibendîlik Tarikatı, Müslüman toplumlarda, tüm yeniliklere karşı çıkan tutucu, bağnaz, öteki dünya ile ilgilenen, rüyalara çok özel anlamlar veren, rüyaları gerçek kabul eden bir mistik tarikattır.
Tarikat mensupları çok sıkı bir askeri disiplinle tarikat liderlerine bağlıdırlar. Zikir, tesbih, sürekli olarak belirli sayıda dua okumak; zeytin ve ekmekle riyazete çekilmenin yanında, çok sert genel bir kuralı da vardır. Tarikat mensuplarının mutlak bir surette uyacakları bu kural şöylece özetlenebilinir:
         1*Şefkatte Güneş gibi ol,
         2*Tevazuda Toprak gibi ol,
         3*Teslimiyette mevta gibi ol,
         4*Ayıpları örtmede gece gibi ol,
         5*Şeyhine kayıtsız teslim ol!
Nakşibendî Şeyhleri, paranın İktidar olduğunu bilirler. Cihat’ta Hıristiyanlarla da anlaşabilirler: Konya Selçuklu devletine karşı, diğer bazı Anadolu Beyliklerinin uzun süre Haçlılarla birlikte savaşmaları tarihi bir gerçektir.
Nakşibendîler, politikalarını sürdürebilmek için her kesimden yararlanırlar. Şeyh Sait, İngilizlerin emri ile onlarla bir hareket ederek ayaklanmıştır. Ayaklanmadan önce; İngiliz Wickers silah fabrikasından, Diyarbakır postanesine”Kürdistan Savunma bakanlığına” başlıklı tanıtım kitapları gelmiştir. Nakşibendîler, dünya nimetlerine çok düşkündürler. Bir kaç sene önce; üniversite mezunu Genç bir Kızla evlenen ilkokul mezunu  bir Nakşi Şeyhinin vurgunları yazılı ve sözlü basınımızda sergilenmişti.
Nakşibendi Şeyhi için,müridinin yatak odasına girmekte de hiçbir sakınca yoktur.Ev toplantılarıyla,orta yaşlı dünyasından zevk alamayan kimselerin öteki dünya’ya ait korkularını körükleyerek ve öteki dünya âlemini erkeğin Penisine tahsis ederek gizli,gizli büyüyerek yayılırlar.Osmanlı Hanedanını ve de İkinci Abdülhamit’i öve,öve göklere çıkarırlar.İkinci Abdülhamit Han,”bir santimetre toprak kaybetmemiş!”benim hesabıma göre de (243.000)kilometre kare toprak kaybetmişti.Kıbrıs bile onun zamanında 04 haziran 1878’de Berlin kongresi sırasında kaybedilmişti.Dini büyüklerin isimlerinden sonra,erkekler için ayrı,kadınlar için de ayrı olmak üzere Arapça saygı sıfatları eklerler.Propaganda,kendi devletine bile Cihat olgusu ile Şeriata varmak isterler.
“Nakşibendî Tarikatı; Buharalı Hoca Mehmet Bahaeddin Nakşibendî (bahaüddin Nakşibend) tarafından kurulmuştur.(1318-1389)Tarikat halkasının bir koldan Hz. Muhammed’e, bir koldan da Hz. Ali’ye dayandığı iddia edilmektedir.”
Norslu Sait Okur’da; iki koldan Hz. Ali’ye ve Hz. Muhammed’e uzanmaktaymış! Sait’i Norsi’nin annesi Hz. Hasan soyundan Şerif; babası da Hz. Hüseyin soyundan Seyit imiş! Kendisi de soyca Kürt imiş!
“Nakşibendi Tarikatı mistik bir tarikat olup,tarikat mensuplarını hayali âlemlere daldırarak,ruhsal bozukluklara düşmesine  neden olan bir yoldur!”Nakşibendilerde zikir,temiz elbiseyle,geceleyin başa beyaz bir örtü atılarak ve Kıble’ye karşı oturarak;ölüm,öldükten sonra yıkanmak,,soru meleklerinin gelişi,kıyametin kopuşu,mahşer ve Ahiret ahvali düşünülerek ,gözler yumulup,rabıta yapılmak;yani gönülden dünya işleri çıkarılıp,mürşidin yüzü iki kaş arasında farz edilerek ,20 kere istiğfar,sonra Fatiha(sure),üç ihlas(sure) okumak;sonradan sesli olmamak üzere,muayyen sayıda Tanrı’nın adını anmak.”
“Nakşibendî’nin, Akariyye, Naciyye, Kasûniyye, Murudiye kolları vardır. Bu kollar içinde en çok yayılanları; Müceddidiyye ve Halidiyye kollarıdır. Halidiyye kolu; özellikle Doğu’da ve Güneydoğu’da Şafi Mezhebine mensup kimseler arasında çok yaygındır. Tarikatın kurucusu Bahaüddin Nakşibendî’nin ölüyü diriltmek, mevsimsiz meyve meydana getirmek, Hızır ile konuşmak gibi kerametleri olduğuna ve bir gün Azrail’e kızarak, göğe çıkıp, Azrail’in elinden almış olduğu ölülerin ruhlarını cesetlerine geri göndererek ölüleri de diriltmiş olduğuna inanılır!”Rahmetli Abdulbaki Gölpınarlı; Mezhepler ve Tarikatlar, s.217-231 ve Rahmetli Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s.145-154.İsl. Ans. C.1,Nakşibendîlik maddesi.
“Nurculuk ve Süleymancılık, gerçekte İslam’a çok aykırıdırlar, adeta yeni dinler gibidirler. Süleymancılık’ın esası da Nakşibendîliğe, ”Rabıta yapmaya dayalıdır!”Fatih Sultan Mehmet gibi düşünülen Süleyman Hilmi Tunahan’ın iki kaşının arasında dikkatler toplanarak, 20-Yirmi—kere Fatiha okuyup, Rabıta yapmak!”Hamret Türkoğuz, Süleymancılık
“36 senedir “Fazilet” adlı bir takvim çıkartan Süleymancılar, sürekli olarak, tüm Müslümanları (CİHAD YAPMAYA) çağırmaktadırlar.Örnek mi?”13 Ocak 2002 Pazar gününün Takvim yaprağına bir göz atalım:
“Allah uğrunda(nasıl Cihad etmek gerekiyorsa öylece) hakkıyle Cihad edin.”S.hac,78.
Kur’anı Kerim’de Namaz ve İbadet sözcük olarak geçmektedir. Tüm müslümanlar namazlarında, en kısa ve ezberlemesi en kolay olan 10 sureyi kullanmaktadırlar.
Hz. Muhammed, istediği kadar Hadis söylesin! İstediği kadar da Kuranı Kerim’den ayetler önersin ve “İbadeti zorlaştırmayınız!” Buyursun. Almanya’da; Alman vatandaşı bir Hıristiyan Kadın, Diyanet İşleri başkanlığımızın Almanya’da görevlendirmiş olduğu bir İmamın kapısını çalar:
“Ben müslüman oldum. Müslümanlığın kurallarını öğreneceğim bir kitap var mı?”Diye safiyane sorar. İmam Efendi, büyük bir İslam Uleması pozu ile, kitaplıktan aldığı bir kitabı öperek başına götürür ve ol kadına okuması için verir.Bu kitap;Diyanet İşleri Eski Başkanlarından ve İstanbul eski Müftüsü
Büyük İslam Uleması, Merhum Ömer Nasuhi Bilmenin “İslam İlmihali” adlı kitabıdır.Üç gün sonra;Ol büyük islam Uleması İmamın huzuruna dikilen alman Kadını:
“İmam Efendi; bu kitabı anlamak ve uygulamak mümkün değildir. Kitabınızı size iade ediyorum ve ben yine eski dinime Hıristiyanlığa dönüyorum!” Demiştir.
Siz, bu Ünlü Din Bilginimizin bu ünlü kitabını gördünüz mü? Okuyup ta bir şeyler anlayabildiniz mi, ben hiçbir şey anlayamadım da!O zat ta Nakşibendi Tarikatına mensupmuş;öyle duymuştuk ta!,Birinci Ordu eski Komutanlarından E.Orgeneral Faik Türün de Nakşibendi Tarikatına mensupmuş;üsteğmen iken Tarikat Pirinin ayakkabısından su içtiği bile yazılmıştı!Bendeniz;Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in deyişiyle bir tek tarikata inanmaktayım: O tarikat ta “UYGARLIK TARİKATIDIR!”
Bu tarikat yolları; bu cehennem ateşleri ile korkutmalar, açlıklar, sefaletler, beyin yıkamaya insanları emir kulu yaparak sömürmeye yöneliktir sayın seyircilerimiz! Nakşibendîlerin tüm ikna yollarını Süleymancılar da ısrarla kullanmaktadırlar.
Norslu Sait Okur; Bahaîlikten geldiği için, endirekt metotlarla saflarına yeni kimesneler kazanmaktadır. Okumadan ve iyice tanımadan bağlanan hainlerimiz de çoktur!
Ülkemizde; demokrasi-memokrasi öyküleriyle, Politikacı-Bürokrat ve Çıkarcılardan oluşan büyük bir grup, Beyaza karşı Siyahın; Akla karşı hurafenin savaşını vermektedir. Örgütlü ve dış desteğe de sahiptirler. Büyük oranda parasal ve ekonomik güçlere de sahiptirler. Görsel ve sözel basın organları vardır. Çıkarları ve Cahil insanları kandırma konusunda, Allah’ı, Hz. Muhammed’i, Dinimizi ve din ulularımızı insafsızca kullanmaktadırlar. İnsanlarımızı kandırmak ve inandırmak için yapacakları propagandalar ve eylemler planlıdır. İki adım atarak, bir adım geri çekilmesini bilmektedirler. Kaplumbağalar gibi, geri gidişleri de yoktur. Elemanlarına her sahada sınırsız maddi ve manevi destek vardır. Çağdaşlaşmaya candan düşmandırlar. Demokrasi son hedefleri olmayıp, onları inecekleri istasyona götürecek bir kestirme yoldur.
Laiklik, değil Türk Ulusunun, insanlığın olmazsa olmazıdır.Laikliğin tanımı,halkımıza öcüymüş görüntüsünü verecek şekilde,işlerine ve çıkarlarına geldiği şekilde yapılmaktadır.İslam dinin şekilciliğini,daha doğrusu bir deyimle,İslami gelenek haline sokulmuş çöl geleneklerini,İslam dininin özüymüş gibi kabul ederek ,inatla ve ısrarla savunurlar.İslam dininin ibadet ve ahlak kısmı ile de ilgilenmezler.Türban ve tesettür politik bir silah olarak ısrarla kullanılır.Klasik demokrasinin gelip te dayandığı özgürlükçü ve sosyal demokrasi ,bireylerin özgürlüğünü ,maddi ve manevi gelişmesini amaç ve eksen olarak kabul etmiştir.Politik ve ekonomik özgürlüğüne  kavuşan birey ve bu bireylerden oluşan toplum ,ısrarla ileri sürülen dogmatik kalıplara itibar etmez.Hurafeleri din olarak topluma kabul ettirmek isteyenler için;yoksulluk,vurgun ve soygun kader olarak kalmalı ki,bireyleri ve toplumu tutsak edebilsinler.Türk toplumunda,Atatürk Devrimi ile hukuk ön sıraya çıkartılmış, objektif ölçüler içersinde Sübjektif haklar kazanılmıştı.Şeriat İsteriz!Şeriat isteriz! Diye bağırtılanlar, dinin öne çıkartılmasını, sömürü ve Allah ile aldatma düzeninin öne çıkmasını, dini kuralların diğer sosyal düzen kurallarını yutmasını isteyenlerdir. Bu tip çıkarcıların vatan ve ulus kavramları olmadığı gibi, ulusal ve evrensel insan onurları da yoktur. Temeli korkunç derecede Arap milliyetçiliğine bağımlı olan Hz. Muhammet Ümmetçiliğinin kölesi olmayı, çıkarları gereği istemektedirler. Mustafa Kemal, aklın egemenliğinin ve aklın yaratıcı gücünün tüm bireylerimizi ve ulusumuzu kucaklamasını amaçlayarak ön görmüştür. Şeriatçı geçinenler, insanların ve insanlığın hafızasının, din diye bellettiklerini öğrenecek düzeyde kalmasını istemektedirler. Aydınlanmaya ve aydınlatılma araçlarına da düşmandırlar. Sterlin, Dolar ve Avro ile dans ederler. Kendileri ve yakınları Batı okullarında okurlar ve Batı standartlarında bir yaşam sürerler, amma velâkin”Asrı Saadet” diye ilahiler düzerler.”Egemenlik Ulusundur!” Kavramına da düşmandırlar.”Egemenlik Tanrı’nındır!” Diyerek, seçimsiz, denetimsiz ve devirsiz bir Tanrı yetkisini kendileri kullanmak isterler. Hanlarını, apartmanlarını, lüks yalılarını, lüks arabalarını ve sınırsız cennet yaşamlarını Tanrı’nın verdiğini söylerler. YÜCE TANRIMIIZIN, NEDEN VE NİÇİN ONLARA OY VERMEDİĞİNİ SÖYLEYEMEZLER! Her işin başarısının Tanrımızın izni ile olduğunu da söylerler! Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in başarısının Tanrı’mızın izni ile olduğunu düşünmek bile istemezler.
Amasya Genelgesi; BEŞER (İNSAN) iradesinin, GÖKSEL iradenin yerine geçmiş olduğunu da bir türlü anlamak istemezler. Bendeniz; Kubilay’ımızın şehit edildiği 23 Aralık gününün Ulusal İrade bayramı olmasını öneriyorum. Bu bayramın adının da:
         “TÜRK İNSANININ BİREYSEL ve TOPLUMSAL İRADESİNİ KAZANMA BAYRAMI” Olmasını istiyorum. Bu bayram, Şehit asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın ölümünün boşuna olmadığını da kanıtlamış olacaktır.
Bu bayram günümüz, ulusal uyanıklığımızı gösterme günü olarak ta MUSTAFA KEMAL’İN RUHUNDA GÜLLER AÇTIRACAKTIR.
Şimdi; Menemen’de yaratılmış olan bu iğrenç cinayet nasıl oldu, onu da anlatmalıyım.
Serbest Fırkanın İzmir’de düzenlemiş olduğu gösteriler Parti Genel Başkanı Rahmetli Fethi Okyar’ın iyi niyetli gayretlerine rağmen çığırından çıkmıştı. Kışkırtılan öfkeli kalabalığı dağıtmak için, polisin açtığı ateşle 14 yaşında bir çocuk vurularak öldürülmüştü. Öfkeli kalabalık polislerin üzerine saldırarak, bir polis memurunu da denize Atmıştı. Bu olay üzerine, Balıkesirli bazı tüccarlar, İstanbul’dan telgrafla FES siparişinde bulunmuşlardı. Gerici çevreler için, İzmir bölgesi uygun bir yer olarak seçilmişti. Nedenini de anlatacağım.
Çıkarılmak istenen fitnenin arkasında, Erenköy’de ikamet eden bir Nakşibendî şeyhi Esat Efendi vardı. Nakşibendî Tarikatının Balıkesir ve Manisa sorumlularının ve Laz İsmail’in kışkırtması ile kendisini Mehti ilan eden Derviş Mehmet—Bülent Arınc’ın dedesi--,yardımcıları Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet, Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan ve Ramazan ile Menemen’in dağlık yöresindeki köyleri dolaşarak propaganda yapmaya başlamışlardı. İşlenen motif yine aynıydı:”Din elden gidiyor!”
Paşa köy’de silahlanarak Kese köye gelmişlerdi. Sekiz yüz bin kişi ile İstanbul’u kuşattıklarını, şaşkın, bilgisiz ve bilinçsiz köyler halkına anlatıyorlardı. Manisa Asker hastanesi imamlığından emekli olan Derviş Mehmet, Manisa ve Dumanlı dağı yöre halkının da Şeyhi idi. Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında da Gerilla gücü kurmak isteyen Rahmetli Parti Pehlivan’a da engel olmuştu.
 İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU.

        


        

        




Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi