14 Nisan 2011 Perşembe

358-TÜRK DİLİ İLE İBADET

                                                                 

         OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@hotmail.com
         İzmir; 03 Ocak 2010

“Fatiha’nın Farsça okunmasını Selman’ı Farisi sağladığı gibi; Fars dilinde ibadeti de Ebu Yusuf, rüşvetle sağlamış ve (125) hadis uydurmuş olduğunu da itiraf etmiştir!” Ebu Yusuf, Ebu Hanefi’nin öğrencisidir. Ostüzü.

                             TÜRK DİLİ İLE İBADET!
Ben, bu yazımı el ile yazarak bazı arkadaşlarıma iletmiştim. Hatır için alanların, kalkıp gittikleri masalarında yazıyı unuttuklarına da tanıklık etmiştim. İşlemiş olduğum konu; yüksek öğrenim görmüşlerce bile iyi karşılanmamıştı!
Sonradan;12/19 Ocak1998 tarihlerinde; Zonguldak’ta yayımlanan UYANIŞ adlı haftalık gazete iş bu yazılarımı yayımlamıştı.
Günümüzde bile; camiye gidenlerle ve hiç namaz kılmayanlarla bile bu konuyu konuşmak mümkün olmamaktadır.
 Bir toplum, bu denli kendi ana diline neden düşmandır; bunu anlamak gerekmektedir. Yazımın ortalarında; bu konuya da değineceğim.
“Hürriyet gazetesi yazarlarından Sayın Emin Çölaşan, 02 Kasım 1997 tarihinde; ”Bu kitaba sahip çıkalım!” Başlıklı bir yazı yayımlamıştı. Sözünü etmiş olduğu kitap, Sayın-Şimdi Rahmetli-Mithat Cemal Kutay tarafından yayımlanmıştı. Adı da çok ilginç olan bu kitap, yazarımızın 173’üncü kitabıydı:
“ATATÜRK’ÜN BERABERİNDE GÖTÜRDÜĞÜ HASRET: TÜRKÇE İBADET!” İdi.
Yazarımız, kendi olanakları ile kitabını üç bin adet bastırabilmişti. Nur Risaleleri değildi ki, Devletçe yardım görebilsin ve dahi, halk kütüphaneleri için de satın alınsın!
Sonradan; basınımızın devreye girmesiyle; Kültür Bakanlığınca, 700.000.000 T Liralık kitap satın alınmıştı.
Sayın M. Cemal Kutay, özetle, konuya şöylece giriyordu.1
 “Klasik ilahiyatçı olmayı, konuyu kurcalamanın şartı saymadım. Hükmü, kitabın sonunda siz vereceksiniz. Emperyalizme tutsak düşen esir milletler, Türk kurtuluş zaferiyle, nasıl özgürlük yolunu buldularsa, bu emeğimizle yüz milyonlarca insanı anadilleriyle kulluk haklarına kavuşturacağız.
Böylece Büyük Atatürk’ün Yüce adı rahmet ve minnetle bir daha anılacaktır. O’NUN Hâkimiyet-i Milliye’sinden günümüze erişebilmiş son kalem olarak, bu muhteşem hedefe karınca kararınca katkım olursa ne mutlu bana…”
Büyük Üstat, şöylece devam ediyor:
“Tarih ortadadır. 1417 yıl,-Kitabın yazıldığı zamana göre-Türk olarak bu konuda sömürüldük. Yeter demenin zamanı gelmedi mi? Yüzyıllar boyunca ümitlerimizin dalında kurumasının asıl nedeni, başka bir dille ibadet zorunluluğumuzdu.
Maddi ve manevi her tür sömürü, her art niyet ve her çeşit emperyalizm, irtica girişimi dönmüş, dolaşmış ve bu baskı aracının kılıflarına ustalıkla bürünmüştür.
Türkçe ibadet, irtica hareketlerini ümit olmaktan çıkaracak, İslam dinini gerçek yapısıyla vicdanlara emanet edecek, dinde kapanmış devirleri değil, gelecekleri arayacaktır.
Sorun; Türk insanının Türkçe ibadet etmesidir. Bir başka deyişle, anadilimizde kulluk hakkıdır…”
İnsanoğlu, içine hapsedilmiş olduğu bu kısır döngüden önce Kadınları sonra da kendisini kurtarmalıdır. Kendi yaşayışını kendisi düzenlemelidir. Kendisine, Tanrısal bir hakmış savı ile yön verenleri yönetimi altına almış olan insanoğlu, dünyamızı cennet yapacak adımlarını da Kadınların öncülüğünde mutlaka atmalıdır. Dünyada insan gibi yaşamalı, insan gibi adımlar atmalıdır. Ostüzü.
“Milyonlarca bastırıp, köy-Kent; ev, ev dağıtım emeğinin kibriti, çakmağı, mumu, çırası, alevi olabilirsiniz diye düşündüm. Gücünüzün yettiği, kişiliğinizin eriştiği ölçüler içinde. Matbaam, müessesem, kadrom yoktur. Doksan yaşımın merdiveninde, emeğimi tek başıma sürdürüyorum. Telefonla arar, adresime yazarsanız, AYDINLIK BİR YOL’UN içinde olmanın huzurunu duyarım…”
Rahmetli M.Cemal Kutay, kitabının sonunda da, şöyle sesleniyor:
“Bu kitap, laik devleti ve çağ varlığını korumak, geriye dönüş özlemlerinin kökten yok olmasının tek ve gerçek çaresi olarak, ATATÜRK’ÜN beraberinde götürdüğü hasretini gündeme getiriyor. Bu gerçeği anlatabilmişsem, sizleri göreve çağırıyorum:
KİTABI, ÜLKE ÇAPINDA YAYMAK VE OKUTMAK.
Ben yazdım, kişisel imkânlarımla ancak üç bin adet bastırabildim, sizlere ilettim. Şu ümitle: On binler, yüz binler, her ülkenin insanı, ibadetini kendi diliyle yapıyor.”BİZ TÜRKLER HARİÇ!
Arkadaşlarımın bazıları, bana takvimler, risaleler verirler. Çok şükür, vermiş olduklarını hiç birisi de okumaz! Risalelerin kimisi, yeni bir din kurup, İslami olduğunu söyleyen ve arkalarında, toplumları, devletleri ve siyasi iktidarları sürükleyen ÇOK AKILLI ULEMA’YA, kimisi Yehova Şahitlerine, kimisi de din adına hurafelere soyunanlara ait! Bendeniz de, üşenmeden her bulduğum yazılı nesneyi okurum.
Genç bir arkadaşım; Süleymancıların uzun süreden beri çıkarmış oldukları, fazilet Takvimi’ni verdi. 31 Ekim 1997 tarihli takvim yaprağını kopardım. Koparmış olduğum takvim yaprağının üst kısmında: ”Harp Akademileri’nin açılışı,1846!” yazıyordu. Takvim yaprağının arkasındaki yazılanı da okuyalım; rastlantı buna denilir!
“İSLAMİYETİ ISLAH (!) PROJESİ…”
         “1928 yılında; İstanbul İlahiyat Fakültesi’ne mensup bir heyet tarafından,”islamiyeti ıslah” adı altında bir proje hazırlandığını…
“Bu projenin bazı maddeleri arasında,”İbadetin lisanı Türkçe olmalı; mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabı ile girilmeli, mabetlere müzikli aletleri konulmalı.” vs. Gibi hezeyanlar bulunduğunu…
Heyette olduğu halde; bu “İFSAT” projesine , sadece babanzade Ahmet Naim Efendi ile Ferit Kam’ın imza koymadığını..(Tarihi Gerçekler,ist.1993.2/2441)”
             Biliyor muydunuz?
         “Takva’nın Azlığı Kalbi Öldürür!”
“Ahmet ibn-i kays(r.anha minha), Ömer İbni Hattap (r.A) den:
“Ahnef, çok gülenin heybeti azalır. Şakacı olanlar, bu yüzden hafife alınırlar. Çok konuşanlar çok hata yaparlar. Çok hata yapanların hayâları azalır. Hayâsı azalanın ise takvası azalır. Takvası azalanın da kalbi ölür”. Hadislerle Müslümanlık).5,1874)”
“Islah kelimesinin sonuna bir ünlem işareti koymuşlar. Martin Lüther de, Hıristiyanlıkta reforma gittiğinde, darağaçları kurulmadı mıydı?-10 Kasım 1489–18 Şubat 1546.
Cennet mekân Martin Lüther; Hıristiyanlığın uygulamalarını protesto ettiği 95 maddelik isyanını Wittenberg kalesinin kapısına 31 Ekim 1517 tarihinde asmıştı. Bu eyleminden dolayı, Papalık âleminde kıyametler kopmuş, Rahmetli Martin Lüther aforoz edilmişti.
İmparator Maximilien: ”Bu Küçük Papaz boyundan büyük işlere kalkıştı! Diyerek, Çağları ve insanlık âlemini aydınlatacak olan bu BÜYÜK PAPAZI “HERETİK”-Dinden çıkmış!-ilân etmişti
Papa X’uncu leo’nun aforoz fermanı,15 Haziran 1520 tarihinde, Erfurt’ta eline geçen martin Lüther, bu fermanı yırtarak suya atmıştı. Tüm üniversite öğrencilerin ve ezilen fakir Hıristiyanların korumuş olduğu ve peşinden gittiği Martin Lüther, Almancaya tercüme etmiş olduğu İncil’den (5.000) adet bastırmıştı.
O tarihte; Kolonya-Köln-kentinde çok sayıda matbaa vardı. Matbaa sayısını vermek, gururumu incittiği için, Sayın Servet Tanilli’nin ”Yüzyılların gerçeği ve mirası, insanlık tarihine giriş” adlı eserini referans göstermekle yetineceğim!
2 Kasım 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde,”Namaza çağrı!” başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazı çok önemliydi, zira Emekli bir Vaiz, Sayın Muhammed Dafi imzasını taşıyordu. TÜRKÇE Ezanın güzelliğini anlatmakla başlayan yazı: ” Yüce ATATÜRK, ezanın ve Kur’an’ dilinin Türkçeleştirilmesi işini, dil ve tapınç ibadeti bütünlüğü içinde düşünülüyor,” diyordu.
1938 yılında, Profesör Arthur jeferi Kur’an’ı Kerim’de bulduğu kelimeleri verdikten sonra da: çağımızda uluslar dini ve dince kutsal sayılan varlıkları, siyasetçi ve bağnazların köktencilerin elinde çıkar ve siyaset aracı olmaktan kurtarmanın yolunu, din ve inanç/tapınç belgelerini anadillerine dönüştürmekte bulmuşlardır.
 Müslüman dünyası da aynı yolu izlemeli; bir türlü kırılamayan İslam ortaçağını, ezandan başlayarak, bütün dinsel belgeleri anadillerine dönüştürmelidir.
”AKLIN YOLU BUDUR!” diyordu (3).
Bu yazının fotokopisini kime verdiysem; şaşım, şaşım şaşırmışlardı! Herkes için bu yazı, akıllarından bile geçiremedikleri bir yeni fikrin ürünüydü!
Yazarının emekli bir vaiz oluşu, yazıya olan hayranlığı ikinci plana itmişti.
Hiç bir kimsenin, Rahmetli Besim Atalay’ın yıllarca önce yayımladığı; ”Türk Dili ile İbadet ve Arapça ile Türkçenin karşılaştırılması”, adlı iki kitabından da haberi yoktu. Bu konuya da, biraz sonra değineceğim.
Diyanet İşleri Eski Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, bir ay önce, Kuran’ı Kerim’in Türkçe okunmasına pek te sıcak bakmıyordu!
-“Çeviriye Kuran denmez Kuran’ın Türkçesi Kuran mıdır? Kur’an’ın Türkçesine Kur’an diyemeyiz!” Diyordu! Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’ın bu yaklaşımına da, Sayın Muhammed Dafi:
-“Türkçenin Fatiha suresine uygulanan şu güzelliğine ve akıcılığına bakınız:
“Tanrı’nın esirgeyen, bağışlayan adıyla, övgü evrenler ıssı Yüce Rabbimizedir. O’NUN yargılaması, acıması bizedir. Hesap günü ıssıdır. Ondan medet umarız. Nimetini bize sun! Dosdoğru yola ilet, seni kızdırmış biri olmayalım nihayet! Diyordu (5)
İşin çok ilginç yanı; Sayın Mehmet Nuri Yılmaz,15 Aralık 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde(4):
“Türkçe Kuran okumak sevap!” Başlığı altında:
“Kur’an sadece Araplar ve Arapça bilenler için değil, bütün insanlara hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de Kur’an’ı Kerim’in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi gerekir. Kuranın başka dillere tercüme edilmesine, açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç, hatta zaruret vardır!” Diyordu.(2).
Hal böyle iken İslamiyet, Urübeliğe dönüşmüş, bu dünyayı ve öteki âlemi de Arap ırkının sömürüsü haline sokmuştur. Burada Arapça, öteki âlemde de Arapça!
Hadi canım sende.
Ben, bu dünyada ve öteki âlemde sevgilime Türkçe şiirler okumalı, Türkçe Türküler ve dahi gazeller söylemeliyim. Bir cennet vaadiyle ben, beni ben yapan tüm değerlerimi terk edemem.
Adam gibi gider cehennemde de yanarım, hem de Türkçe gazeller okuyarak.
Ulema olarak çeşitli gazetelerde yazılar yazan ve türlü çeşitli televizyon programlarında boy göstererek dini konular konusunda ahkâm kesenler bir çağa saplanmış kalmışlardır. Her davranışa Hz. Muhammet döneminden ve O’NUN davranışlarında örnekler vermenin bir toplumu o çağa ve o örneğe saplamak olduğundan habersizdirler!
 Hz. Muhammet döneminde Mekke’de (5) Kadının ve (12) Erkeğin okuyup yazma bildiklerini de bilmekteyiz.
Çok ilkel, ne okul ne okuma yazma ne de okunacak akla ve bilime dayalı kitapların hiç olmadığı bir dönemde, Hz. Muhammed’in sorulara yanıtları onları tatmin için midir, YOKSA İNSANLARI BİR İLKELİN SORULARININ YANITINA SAPLAMAK MIDIR?
 Hz. Muhammed, neden hadislerinin toplanmasına karşı çıkmıştır?
 Neden toplanmış olan Hadislerini yaktırmıştır!
En erken toplanmış olan Hadis kitabı Semerkantlı bir Türk İmamı olan Mehmet Buhari’ye ait olup, Hz. Muhammed’in ölümünden de 245 sene sonrasına aittir.
Belgelere mi dayanmıştır?
Ses ve görüntü kayıtlarına mı dayanmıştır?
Hâşâ ki hâşâ. Tevatürlere dayanmıştır.
800.000 adet Hadisi iki rekât namazdan sonra (6.500)’e indirerek yayımlamıştır.
Altı Hadis kitabının—Kütüb’üsitte—dayanmış olduğu hadislerden birçoğu Hz. Muhammed’in  (23) senelik kölesi Ebu Hureyre’ye aittir.
 Bu zatın hadis rivayet etmesinin de yasaklanmış olduğunu neden hatırlamıyoruz?
İçine yalanın, abartının ve anlatanın kendisinin girmediği bir anlatı var mıdır?
Neden bu kadar saplantıya kapılmış olduğumuzu bilenler beri gelsinler.
Bizleri Nedenselliği göz ardı ederek, beyinlerimizi ve belleklerimizi çağdışına hapsetmek isteyenlere zerrece inanmamalıyız.
Aklı ve mantığı çağdışına itersek, kendimizi de çağın dışına itmiş olmaz mıyız?
Allah, Peygamber ve İlahi kitap üçgeninin değişmez ve dahi değiştirilemez kurallarına saplanıp kalan toplumlar, aslında, o ilahi olarak nitelenen kitabın vaz edilmiş olduğu çağa saplanıp kalmışlardır.
 Gelişen ve anlama yeteneği de genişleyen toplumlar, doğmanın katı kurallarını mezheplerle kırmak isteseler de o kitabın kıskacından kurtulamamışlardır.
 İlim, hurafeleri ortaya çıkardıkça toplumlar yeni hurafelerle uyutulmayı sürdürmüşlerdir. İnançlarına bir ideal olarak sarılan geniş insan yığınları, inançları amaç olarak kullananlarca güdülmüşler ve sömürülmüşlerdir.
Yüce yaratan sonsuz evrenden dünyamıza indirilmiş,”Büyük Ağabey”—George Orwell—gibi, sonunda hesap sormak amacı ile insanları dinler hale sokulmuştur. Kaynar cehennem kazanları gariban ve çaresiz insanlar için hazır bekletilmiştir! Bu dünyada çekmiş oldukları yetmezmişçesine!
Hele şükür! Dr. Martin Lüther ile aramızdaki mesafe–1998 senesine göre-(475) seneye indirilmiş sayılır! Senelerce önceydi, Zonguldak’ta valiliğimi yapmış bulunan Sayın Galip Demirel, İç İşleri Bakanlığı Müsteşarı olarak:
-“KADINLAR, ATA BİNEMEDİKLERİ İÇİN KAYMAKAM OLAMAZ!” Dediğini gazetelerimiz yazmıştı.
Bendeniz de; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2/B sınıfının tahtasına:”Kadınları, ata binemediği için kaymakam yapmayan kelleleri, nah! Avrupa topluluğuna(AT)’a alırlar!” Cümlesini yazarak, uzunca bir süre sildirtmemiştim.
Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatını kuran ve ilk Diyanet İşleri Başkanlığında da bulunan cennetmekân Rıfat Börekçi; Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarımızda, Ankara Müftüsüydü. Parasızlıktan kıvranan Ankara Hükümetine, biriktirmiş olduğu (1200) Lirayı teslim etmişti.
Ezanın Türkçe okunması söz konusu olduğunda:
“Mustafa Kemal, dini hepimizden iyi bilir. Namaz ayetleri de Türkçe okunsun derse, DOĞRUDUR! Demiştir.
Mustafa Kemal’in emri ile Kur’an’ı Kerim’i Türkçeye tercüme eden Elmalılı Hamdi Yazır da başka türlü konuşmaktadır:
“Namaz ayetlerini aynen tercüme edebilirdim. Namazı da Türkçe kıldırırlar diye korktum!” Diyebilmiştir. Hâlbuki tercüme etmiş olduğu kuranın basımı dâhil, tüm giderlerini Mustafa Kemal karşılamıştı. O günün parasıyla (15.000)TL.
Çerkez-Yunan işbirliği bittiğinde; 2’inci ordu Konya’ya nakledilir. 2’inci ordu komutanı da Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Korgeneral Ali Hikmet AYERDEM’DİR. Mustafa Kemal, silah arkadaşını ziyaret eder ve:
“-Ezanı Türkçe yaptım Hikmet!” Der.
Rahmetli Korgeneral Ali hikmet AYERDEM DE:
“-Sağlığınızda, ezanı Türkçe okurlar. Siz ölünce de değiştirirler!” Der.
Norslu Sait’in mektubu üzerine; Adnan Menderes ve Sağlık Bakanı, el ele, ezanı Arapça yaparlar. Paslı kapı açımlıya görsün bir kere! (8)
Bursa’da, Arapça ezan okunması üzerine, Cumhurbaşkanı Atatürk, yıldırım gibi Bursa’ya yetişmiş, yetkililerin vurdumduymazlığını görerek çok üzülmüştür.
Arapça ezanın okunması sanıklarının davaları Çorum’da görülmüş ve sanıklara 2–4 yıl hapis cezası verilmiştir.
Var mıdır, Yok mudur? Çekişmesi sürdürülen ünlü Bursa nutku da; bir akşam yemeği esnasında söylenmiştir.
Rahmetli Rıfat Börekçi ve Besim Atalay Uşaklıdır. Besim Atalay’ın öz Türkçe bir Kur’an tercümesi 1960 yılında yayımlanmıştır. İki numaralı Bakara suresini, İNEK SURESİ olarak tercüme ettiği için inekler de bundan pek hoşnut olmamışlardır!
 Besim Atalay,1896 (Hicri1312) yılında, Türkçe fiil çekimini yaptığı için, mollalardan bir iyice dayak yemiş adamdır.
”TÜRK DİLİ İLE İBADET”, adlı eseri, Nebioğlu yayınevince yayımlanmıştı.
Rahmetli Besim Atalay; Türkçenin Arapçaya üstünlüğünü kanıtlayarak: ”Arapça, tüyü dökülmemiş bir dildir”, hükmünü vermiştir.
Ben, bu konuda da söz söylemek hakkına ve yetkisine sahip olduğum halde, bu konuda, Büyük dil Bilginimizi konuşturacağım. Meraklısı da, kitabın aslını bulur ve kitaplığına koyar! Belki de torunlarından okuyan olur!
Rahmetli Besim Atalay’a kulak verelim:
İnsanlığın nasibi yeryüzünde ezilmek ve zulüm içersinde çırpınmak değildi. Önce Araplığı harekete getirerek ve bu düşük hallerden kurtaracak, sonra da bütün milletlere hak yolunu gösterecek bir önder gerekti. İşte bunun içindir ki, peygamber Efendimiz orada çıktı; Kur’an’ı Kerim de oranın halkının dilince gönderildi. Çünkü yangın Arabistan’da idi---Bu konu tartışılır!—Önce oranın kurtarılması gerekti ve öyle oldu. İşte, İslamlık Araplığı kurtardı; o dağınık ve çetin kabileleri,-*Ümmetçilik adı altında*-, bir millet haline getirmeye çalıştı.
Bu ne Arap’ın başka milletlerden daha şerefli olmasından, ne de Arapçanın yüksekliğindendir. Her milletin kendine göre bir şerefi vardır. Hiç bir millet de, dini yüzünden başka bir milletin hizmetçisi olamaz.
Irkçıların ve Arap milliyetçiliğinin ortaya sürmüş olduğu “şeref meselesi” büsbütün uydurmadır. İşte Arap ve Araplık, işte öbür milletler.”
Araplar eski huylarını İslam’dan az sonra göstermekte gecikmediler.
Peygamber Efendimizin daha kefeni çürümeden, Araplar arasında çıkan fitne ve fesat yüzünden oluk, oluk Müslüman kanı aktı; Ali ile Muaviye, Yezit ile Hüseyin kavgaları hep dünya devleti için değil miydi?
“Buraya bir nokta koymak istiyorum: İlk başlarda; İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in kavgası; HAŞİMİ-ÜMEYYE kavgası değil miydi? Bu iktidar kavgasına ULUHHİYET eklemek de neden biz Türklere düşmektedir? Anlamış değilim!
İktidar paylaşılamamaktadır. Paylaşılamayan şey de, aslında yalnızlıktır.
 Bu politika günümüzde de aynen sürdürülmektedir: TANRI İLE VE DİN İLE ALDATMAK!” Ostüzü.
“Hz. Peygamber’in Genç Eşi Ayşe’nin deveye binip Hz.li ile savaşa çıkması, Hz. Ali’ye olan kininden ileri gelmiyor muydu? Emeviler, mancınıkla Kâbe’yi yaktırmamış mıydı? Birçok sahabeyi öldürtmemiş miydi? Kudüs’ü Kâbe yapmak isteyen ve Kuran’ı yere atarak:”Git Allah’ına benden şikâyet et !” Diyen Emevi halifeleri gelmemiş miydi?
“Emevi saltanatına son vererek, Abbasi hanedanını kuran Horasanlı Ebu Müslüm’ü; ilk Abbasi Halifesi Ebu’l Abbas Seffah işkenceler altında öldürtmemiş miydi?” Ostüzü.
“Emevi ailesinden kırk kadar adamı yarı kestirerek, onların yarı canlı cesetleri üzerinde sofra kurdurarak işret eden, Abbasoğulları değil miydi? Bu gibi zulümler dünyanın neresinde olmuştur?
Bu olaylara benzer daha çok kanlı olaylar İslamlığın ilk asrında olmuştur.
Bize İslamlığın ilk devirlerini gül gülistanlık göstermek isteyen vaizci hocalar biraz da İslam tarihi belleseler çok iyi olur.”
“Fransız devrimi ve sonrasındaki katliamları okur ve geçeriz. Rus İhtilalinde öldürülmüş olan masumların yalınız listelerini okuruz ve kızarız.
1932 Sovkoz ve kolhoz fırtınasında (8.000.000) insanın açlıktan öldürülmesini de; Mayıs 1938 temizliğinde; 3 Mareşal, 13 Orgeneral, 210 general, 208 amiral ve (30,000) subayın kurşuna dizilmesini de İKTİDAR KAVGASININ BİR GEREĞİ SAYARIZ. Ostüzü”
“İslam’dan önceki kabile kavgaları, Hz. Ömer’den sonra, yine başlamıştır. Kerbela faciası, Emevi-Haşimi münaferetinin bir neticesi değil miydi? Birçok masumları susuz öldürdükten sonra geri kalan kadınları çırılçıplak develere bindirerek, kızgın çöllerden Şam’a kadar sürmek işini,”Müslüman”ım! Diyen Araplar yapıyordu.
Bu gibi acıklı haller, Peygamber Efendimizin kaldırmak istediği kabile asabiyetinden ileri geliyordu. Aşiret ve kabile hayatı yaşayan toplulukları bir araya getirerek, bir millet haline sokmak kolay iş değildir. Millet olabilmenin şartları vardır. Bu iş için zaman ister, olgunluk ister!”
Araya girelim!
“Emevi komutanı Kutayba bin Müslim; Buhara’da, (10.000) Türk subayını uçkurlarından caddeler boyunca ağaçlara astırmıştı. (17.000) Türkün kanını bir dereye akıttırarak, derenin altındaki su değirmeninde buğdaylarını öğütüp, “Türk kanı ile ekmek yaptık!” Diye övünmüşlerdi!
 Türkçe konuşanın dillerini de kesmişlerdi. Bu suretle biz Türkler, Müslümanlık yerine Araplığı kabullenmiş olduk.
Birinci Dünya Savaşında; İngiliz ve Fransız sancakları altında, Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşan Araplar; altın aramak için, (85.000) Türk askerinin karınlarını cembiye ile yarmaktan çekinmemişlerdi.
 Biz, Kâbe’yi savunurken, MÜSLÜMAN ARAPLAR, KÂBE’YE saldırmaktan geri kalmamışlardı. Hâlâ Arapça! ”Ostüzü.”
“İslamlık zararlı ve kötü işlerin üzerine bir perde çekerek unutturmak istenmişti; fakat arası çok geçmeden her şey eski durumunu aldı, kıvılcımlardan yangınlar çıktı.
İşlerin iç yüzünde kabile gayreti vardı. Fakat dış yüzünde din, adalet, hilafet hakkı gibi şeyler hâkim idi; eski düşmanlıklar yeniden alevlendi.”
“Bu kitapta ortaya attığım meseleler dolayısıyla, bazı beyinsizler, bana kâfirlik, dinsizlik gibi şeyler yükleteceklerdir; bunu biliyorum. Çünkü onların kafaları hakikati alamaz. Kur’anı Kerim’in zemmettiği surette, ”biz, atalarımızdan böyle gördük, böyle bulduk”, derler.”
Bu gibilerin iyi bilmeleri lâzımdır ki, ben Müslüman oğlu Müslüman’ım; dinimin esasında hiçbir şüphem yoktur ve yine bilmelidirler ki, bir adamın (100) sözü inkârı ve küfrü andırsa da, bir sözü imanı andırsa, o kişinin imanına hükmolunur” (55)
Eski ve büyük İslam ulemasının kabul ettikleri bir usul vardır ki, ”LUZUMU KÜFÜR, KÜFÜR DEĞİLDİR. İLTİZAMÎ KÜFÜR KÜFÜRDÜR!” Allah bu zatlardan razı olsun ve onlara rahmet etsin. Artık bu deliller karşısında, kimse beni kâfirliğe nisbet edemez.”
“Hıristiyan dinine mensup milletler meydanda, Tevrat ve İncil hemen her Hıristiyan milletin diline çevrilmiştir. Her millet, kendi kutsal kitabını kendi dilinde okumaktadır. Öyle olduğu halde, Hıristiyanlık için aralarında çarçabuk birleşmeler husule gelmektedir. Haçlı kavgaları bunun bir numunesi değil midir? Çin’deki Boxer savaşının sebebi nedir? Balkan Harbinde bize karşı güdülen siyaset neyin eseridir?”
“Bugün, açık Türkçe ile halka, Türk halkına Kuran’ı Kerim’in emirlerini anlatacak vaizciler lâzımdır. Fakat bu mümkün mü? Kürsüye çıkan Hoca Efendi, hurafelerden ve Yahudilerden geçmiş olan esassız hikâyelerden, şuna, buna “dinsiz, kâfir!” Demekten başka bir şey yapmıyor.
Bilgi ve telkin insanı mum gibi yumuşatır, ruhça yükseltir. Telkinin insan ruhuna etkisi çok büyüktür. Birçok devrimciler ve komutanlar, hep telkinden faydalanarak yığınları arkalarından sürüklemişlerdir.
Bize hayatı bir yük gibi gösteren, dünyayı terke davet eden, HALKA, HİLEY’İ ŞERİYE ÖĞRETEN, KEFARET VE İSKAT GİBİ ŞEYLERE KOŞAN, CAHİL VE AÇGÖZLÜ RUHANİLAR LÂZIM DEĞİLDİR!”
Kur’anı Kerim’de yalandan, hilecilikten, yalan yere yeminden, Yahudi masallarından kaçınmak yolunda birçok emirler vardır. Kur’anı Kerim, dipsiz şeylere inanmış olanları hayvan, hatta hayvandan daha aşağı saymaktadır (33).
Memleketimizde, dini ihmalin bir sebebi de AİLEDİR. Birçok aileler, çocuklarına hemen hiçbir dini terbiye ve zevk vermiyorlar. Çocuk, dinden, Allah’tan manevi şeylerden uzak olarak yetişiyor.”
Bir dakika: Hıristiyan ülkelerinde; çeşitli tarikatlara mensup din görevlilerinden, ülkesinin rejimi aleyhinde söz söyleyen var mıdır?
Türban saçmalığının en etkili propagandasını, anayasamıza girmiş olan ve Türkiye Cumhuriyetinden makam ve maaş alanların yaptığına dair bilgilerim vardır.
Çocuklarımızı din görevlilerine teslim etmemizin sonuçları da ortada.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Balıkesir Paşa camisindeki vaazı ne günlere duruyor, dersiniz?
Sayın Seyircilerimiz!
                  
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU.

KAYNAKÇA.
1-Hürriyet gazetesi,02.11.1997,
2-Fazilet takvimi,31.10.1997,
3-Cumhuriyet gazetesi,02.11.1997,
4-Hürriyet gazetesi,15.12.1997,
5-Doç.Dr. Bedri Noyan Kur’an’ı Kerim(Türkçe şiir)Ardıç yayınları,1997,
6-Besim Atalay, Türk Dili ile ibadet,
7-Prof.Dr. Sayın Aysel Ekşi,21.08.1990,
8-Mustafa Coşturoğlu, Toplumsal Şizofreni ve bunun Atatürk devrimleri üzerine baskısı,
9-Ertuğrul Aydın, Nasıl Müslüman olduk?
10-Türkçemize tercüme edilmiş kuranlar.
11-Mithat Cemal Kutay, Atatürk’ün Gönlündeki Hasret: TÜRKÇE İBADET.
12-Enver Behnan Şapolyo,Mezhepler ve Tarikatlar,
13-Taberi, Milletler ve Hükümdarlar tarihi,5 cilt.
14-Ahmet Cevdet Paşa, Kısas’ı Enbiya,2cilt,
15-Prof.Dr. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın,
16-“                       “,Arap Milliyetçiliği ve Türkler,
17-Şakir Keçeli, şeriat budur.



Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi