17 Haziran 2010 Perşembe

165-LAİKLİK TÜRK'ÜN "Sİ NE QUA NON" SUDUR

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            İZMİR;24 MART 1997.

                                  


165- LAİKLİK TÜRK’ÜN “Sİ NE QUA NON’SUDUR!

            12 Eylül 1980 tarihinde; Zonguldak il jandarma alay komutanıydım. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyacağını bir hafta önceden, kesin olarak anlamıştım.
Toplu öldürmelere karşın, Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’in anlaşma umudu da kalmamıştı. İki çocuksuz lider de, bir uyumsuzluk çıkmazına kilitlenmişlerdi.
Genel oy ile iktidarların değiştirilmesi prensibini, silahlar ele geçirmişlerdi.
Benim hâlâ anlayamadığım bir husus vardı; bugün de var. Ülkemizde; yasalar aynı yasalardı, güvenlik güçlerimizin sayıları aynı idi. 12 Eylül 1980 tarihinde; saat 04 00’te, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in bir radyo ve televizyon konuşması ile terörün bıçak gibi kesilmesini anlamış değilim!
Şimdi de; 12 Eylül 1980 harekâtına yüklenenleri anlamış değilim.
SEBEP-SONUÇTAN habersiz gafillikler olarak nitelemekteyim bu olanları.
12 Eylül sonrası; oluşturulan anayasayı askerler mi kaleme aldılar!
Askerler, zorla mı kovuldular!
HADİ CANIM SENDELER!
            Bunu da İkinci ordu Komutanı ve Kenan Evren’in devre arkadaşı Orgeneral Bedrettin Demirel, bir nebze açıklamıştı:
            “Ülke genelinde; terör ve kargaşa arttıkça; Sayın Kenan Evren’e, yönetime hemen el koyalım önerisini yaptığımda; her seferinde:” Daha, henüz vakti gelmedi!” Yanıtını veriyordu!
            Ben; başımızdaki Generalin:
            “Sana güveniyorum Türkoğuz! Tüm yetkiler sende olacaktır!” Emri üzerine, hiç uyumadım, bu nedenle de felç tehlikesi atlatmıştım.
Önce; Asker, Jandarma ve Polis için, örneklerle bezenmiş bir kitap hazırlayarak, EKİ matbaasında, bedelini de cebimden ödeyerek, yayımlatmıştım. Yapmış olduğum öneriler ve örnekler de bağlı olduğumuz Sıkıyönetim komutanlığınca kabul edilerek, örnek olması için dağıtımı yapılmıştı.
            Süleymancılık üzerine de bir kitap yazmıştım. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Orhan Yiğit, kitabımı önemli bularak, silahlı kuvvetlere Yayımlanması için, Genel Kurmay Başkanlığına iletmişti. O zaman; Genel Kurmay Başkanımız Orgeneral Semih Sancar idi. Bana Sayın Semih Sancar imzası ile bir ikaz yazısı gelmişti.
İkaz şöyleydi:
            “Süleymancılık ile ilgili konu, bir devlet politikası olduğu için; İç Hizmet Kanununun 126’ıncı maddesi mucibince kişisel olarak ta yayımlatamazsınız!”
            12 Eylül 1980 Askersel darbeden sonra; Süleymancılarda büyük bir çıkış olmuştu. Süleymancılara ait tek tip ve yeşil boyalı binalar, şehirlerin kenarlarında yükselmeye başlamıştı. Asker kökenli ve Sayın Kenan Evren’in arkadaşı olduğu söylenen bir bakanın (M.Ö.) Sayın Kenan Evren’i ikna ederek, Süleymancılara gaza meydanını açmış olduğu söyleniyordu. Hatta Süleymancılara ait kurs binalarına Atatürk köşesi bile açılarak; Süleymancı öğrencilerin yüksek yeteneklerinin istatistiklere bile yansıtılmış olduğunu duyuyorduk.
            Bendeniz de; elimde yayımı yasaklanmış olan Süleymancılık adlı kitabımı, EKAİ matbaasında bedelini cebimden ödeyerek yayımlattım. Her yere, özellikle de Sıkıyönetim Komutanlıklarına ve güvenlik güçlerimize bedavadan gönderdim.
            Jandarma genel Komutanı Orgeneral Osman Sedat Celasun’un en yakınında; Süleymancı olduğunu saklamayan, Hacettepe Üniversitesi Fransız dili mezunu olup, astsubaylıktan subaylığa geçen bir Binbaşı vardı.
Bir kurmay yarbay da Jandarma genel Komutanı Kurmay Başkanının has adamıydı.
Benim; Zonguldak Maden işçileri Sendikası matbaasında, bedava olarak 4.000.000 Süleymancılık kitabımı bastırarak, Zonguldak’ta dağıttığım söylentisini yaydılar. Zonguldak’ın nüfusu-Bartın ve Karabük ilçeleriyle- 873.000 kişiydi. KOMÜNİSTLER, bana para vererek bu kitabı yazdırtmışlar! Daha çok iftiralar ortaya atıldı, bugün bunları hatırladığında MESLEĞİM adına üzüntü duymaktayım. Aslında suçsuz da değildim.
Anlatayım:
            Bir gün; Safranbolu ilçe merkezinden bir vatandaşımızın İl Jandarma Alayı merkezine gelerek benimle, önemli bir konuda konuşmak istediğini bildirdiler. O vatandaşımızı hemen kabul ettim.
            “Sayın komutanım; vaktinizi almayayım. Safranbolu’daki Süleymancıların kursuna, zanaat öğrensin diye verdiğim oğlumdaki değişiklikleri fark ederek sıkıştırdım: ”Baba, beni buradan al. Bize hiçbir şey öğretmiyorlar. Sabah kadar da Atatürk’ün resminin yüzüne tükürtüyorlar!” Dedi, Çocuğumun anlattığının doğru olduğunu anladım. Elektrikçilik öğrenemesi için kendilerine emanet ettiğim oğlum, pillerin bağlanmasını bile bilemiyordu. Çocuğu kurslarından aldım.
Sayın komutanım; bunlar dindar falan değiller: YEŞİL KOMÜNİSTLERDİR!” DEDİ.
Olaya bizzat el koyarak, hazırlamış olduğum hazırlık tahkikatı dosyasını Donanma Ve Sıkıyönetim Asker Mahkemesine intikal ettirdim. Yapılan yargılama sonunda: ”Zonguldak ve çevresinde bulunan Süleymancı kurs ve okulları kapatılarak, malları da hazineye devredildi” Halkımızdan imza toplayarak, Eflani ilçe merkezindeki, içi halı ve yiyecekle dolu, görkemli binayı liseye çevirttim. Mahkemenin vermiş olduğu karar da kesinleşti.
Duruma bizzat Sayın Kenan Evren’in el koyduğunu duydum. Beni, apar ve apar topar Konya’ya il merkezine pasif bir göreve atadılar. Kesinleşmiş mahkeme kararı da bozdurularak, el konulan mülkler ve mallar Süleymancılara geri verilmişti. Biz de, ailem Zonguldak’ta ben de Konya’da karşı, karşıya bırakılmıştık!
Bu ahlaksızlığa alet olan subaylar da albay rütbesinden emekli edilerek birer Atatürkçü kesildiler.
Jandarma Genel Komutanlığındaki iki subay da ordudan tart edildiler!
Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay başkanı emekli edildikten sonra; Askeri İdare mahkemesi kararı ile tekrar görevine dönerek Korgeneral rütbesi ile emekli edildi ve vurularak öldürüldü.
Konsey üyesi ve jandarma genel Komutanı Emekli Orgeneral Osman Sedat Celasun da, maalesef öldüler. Resen emekli edilen bendeniz de; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirerek kalmış olduğum yerden, mücadelemin başına dönmüş bulunuyorum.
            Sıkıyönetimin en civcivli günlerindeydik. Artvin İl jandarma alay Komutanlığı İl merkez Jandarma Bölük Komutanı J.Yzb. Sayın Ahmet Avcıdan bir telgraf almıştım. Kendisi; Manisa il jandarma merkez bölük komutanı olarak benim emrimde çalışmıştı.
            “Sayın komutanım; Manisa il jandarma alay komutanı iken, TSK’İNİN yönetime el koymasına karşıydınız. Bugünde en çok çalışanın siz olduğunuzu görüyorum! Bu duruma ne buyuruyorsunuz!” Diyordu! Hemen telgrafına bir telgrafla yanıt vermiştim:
             “Sayın Yüzbaşım; savaşa karşı olmak ayrı şey; savaş çıktıktan sonra savaşmak ayrı şeydir!”
            Tarihe bir göz atıyorum, aynı davranışların aynı sonuçlar meydana getirmiş olduğunu görüyorum: Roma-Kartaca savaşlarında; Hanibal, Kan meydan muharebesinde Roma Lejyonlarını perişan ediyor. 76 Lejyonu imha ediyor; zaferin vermiş olduğu coşku ile 3000 Romalı askeri serbest bırakıyor. Esirler arasında bulunan Skipiyanus Emeliyanus adlı bir Teğmen, 14 defa Kan muharebesinin taktiğini deneyerek Zanta meydan muharebesinde, Hannibal’ı yeniyor.
            Napolyon Bonapart, 1805 tarihinde, Osterliç meydan muharebesinde, üç imparatorun ordularını da yeniyor. Prusyalı General Bulukır’ı serbest bırakıyor. 18 Haziran 1815 tarihinde; Waterlo meydan muharebesinde; İngiliz Komutanı dük Wellington’u yenmek üzereyken, yıldırım gibi yetişen Prusyalı süvari generali Bulıkır’ın hücumu ile yeniliyor.
            Rus Çarlığı, Troçki ve Stalin’i serbest bırakıyor, bunlar tarafından da yeniliyor. Hasmı affetmek; onları da mağdur duruma düşme sendromu ve hatalardan yararlanma becerisi galip yapıyor.
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal; kendisini idama mahkûm edenleri yeniyor ve onları serbest bırakıyor. Burada da; zamanın geçmiş olmasına karşın, aynı sonucu kazanma eylemi, dipten ve derinden ilerleyerek günümüzdeki durumuna gelebiliyor.
Bir devrim başarı ile yapılmış olsa; o devrime karşı olanlar sussalar ya da susmuş gözükseler, karşı devrim alttan, alta ilerler.
            Burada; yapılan devrimin nimetlerinden yararlananların kaypaklıkları ve hıyanetleri, karşı devrimin hız kazanmasını sağlıyor. Yeteneksiz ve çapsız politikacıların aymazlıları ve çıkarlara köle olmaları, halkın duygularının mantığa üstünlük sağlamasına en büyük etken oluyor.
            M.Ö.20’inci asırda; Sümerler döneminde, Hz. İbrahim TEK TANRI fikrini GÜNEŞLE sembolleştirmişti.
            Mısır’da; M.Ö.15’inci asırda, Firavun AMENOFİS 1V (ANEKNETON) tek tanrıya güneş ile varmıştı. Bu yeni tanrıya ATON dedi. Din ile devlet iç, içeydi. Firavunlar BAŞRAHİP idiler. Hem dinin başı ve uygulayıcısı, hem de yönetimin, egemenliğin ve otoritenin başıydılar. Anekneton’un yeni dini ve kendisi tepki ile karşılandı ve dinsiz Firavun diye adlandırıldı. ESKİ DİNİN RAHİPLERİ HAYATTA VE AYAKTAYDILAR! Firavun Amenofis 1V Genç yaşta ölünce yeni din de tüm etkinliğini ve inandırıcılığını yitirmiş oldu.
            M.Ö.13’üncü, Mısır’ da, piramitler için taşkıran Beni İsrail; Firavun birinci Seti’nin kızının bir İsrailli Mimardan olan oğlunun peşine takıldı.
Musa-Moşe-suyla gelen demektir. Güya birinci Seti’nin kızının Nil nehri kenarındaki sarayına bir sepet içersinde gelen çocuğa SUYLA GELEN adı verilmiş.
Sümerleri yıkan Birinci Sargon için de aynı ad kullanılır. Aslında gayrı meşru demek olduğunu dünya âlem bilir. Hz. Musa; Dayısı Başrahip te olan İkinci Ramses’in muhafız alay komutanıydı. Durumunu anlayınca İsrail kavminin başına geçti. Tek tanrı fikrine Mısır’da ulaşmıştı. Tek tanrı fikrine sarıldı. Beni İsrail’i tutsaklıktan kurtaracak ona yeni bir güç verecek bir umut gerekti. 39 kitaptan oluşmuş olan Tevrat’ın temeli olan 10 emir meydana çıktı. Din ile İsrail Kavmi iç, içe girmiş oldu. Yöneticiler, Mısır’da olduğu gibi hem PEYGAMBER HEM DE KIRAL İDİLER. DİN KURALLARI BİREYİ YÖNLENDİRDİĞİ GİBİ, İSRAİL DEVLETİNİ DE YÖNLENDİRİYORDU.
            Mekke dönemindeki ayetler incelendiğinde; sade ve özlü oldukları ve bireylerin kurtuluşlarını düzenledikleri görülür Medine devri ayetleri daha kapsamlıdır, toplumsal ağırlığı öne çıkmıştır.
            Daha sonraları 1886 tarihinde; Yehova Şahitleri tarikatı Amerika’da kuruldu. Yehova-Yahve-Hz. Musa’nın kavminin rüzgâr tanrısının adıydı. İsrailoğullarını 12 tanrıları vardı. İki önemli ve büyük iddialı görüş ortaya atıldı:1*İsa gökten, babasının yanından inerek GÖKSEL KIRALLIĞI KURACAKTIR!
            2*Hz. İsa gökten 144.000 kişi ile inerek Armegedon savaşını kazanacaktır. Bu 1914’te olacaktır. Sonra; fikir değiştirilmiştir. Bu savaş 914 doğumluların sonuncusunun ölümünde olacaktır!
            Tanrı; gökte krallık kurmuş! Niye Cumhuriyet ve İmparatorluk değil de Krallık! Yahudi ırkı Krallığı bilir. Hz. Davut ve o’nun, General Uriya’nın karısı Hititli Sitti’den olan, gayrı meşru oğlu Salamon-Süleyman-hem peygamberdir hem de kraldırlar. Din kuralları ve yönetim kuralları hep aynı kaynaktan çıkıyordu. Bugün; iki dindar grubun kapıştığı İsrail devletinin LAİK olması mümkün değildir. Musevilik, İsrail’in tarihsel ve de dinsel yapısıdır.
            Hz. İsa; 30 yaşlarında iken, Tevrat’ın bir bölümünü yorumlamakla işe başlamıştı. Bir buçuk sene sonra; 07 Nisan 30’da; Roma’nın Kudüs valisi Sinoplu PONTUS PİLADİ tarafından çarmıha gerilerek öldürülmüştü. Hz. İsa’yı ölüme gönderen Eski haham Başı ile damadı olan yeni Haham başı ve çıkar çevreleridir.
            Hz. İsa, çok yoksul bir aileden geliyordu ve devlet yönetmek fikrinde de değildi. Havarisi ve Kanonik-Yasal- İncilerden birisinin sahibi Matta, Roma İmparatorluğunun gümrük memuruydu. Hıristiyanlığın yapısı bireysel ve insanın kurtuluşiuyla ilgili olmasına karşın; Kilisenin devletleşmesi, HIRİSTİYANLARI, Tanrı adına perişan etmiştir. İNSANI ve TOPLUM; papazların ve kilisenin elinde, din e insanlık dışı işkencelere uğratılmıştır. Avrupa’da yüz senede 450.000 Kadının büyücü diyerek öldürülmüş ve yakılmış olduğu hesaplanmıştır. Hz. İsa’nın ”ÖLDÜRMEYECEKSİN!” emrine uyularak insancıklar, diri, diri yakılmışlardır!
Tanrı Devleti gibi kavramlar, kilise babalarınca ortaya atılmıştır. Kilise, Aforoz yetkisini ve günah çıkartma kavramlarını din adına ortaya atarak Hıristiyan bireyi ve toplumu esir etmiştir. Aforoz’a uğrayan bir Alman Kralı, soğuk ve karlı bir kış günü, yalınayak Roma’ya gelerek, Papa’nın kapısında üç gün yalvararak, affedilmesini beklemiştir.
            İstanbul’un Türkler tarafından fethinden sonra; İtalya’ya kaçmış olan Bizanslı bilginler; Rönesans’ın İtalya’da doğumunu sağlamışlardır.
            Rönesans, reformlar, aydınlanma dönemi, cesur bilginler ve Fransız İhtilalı, Hıristiyanlığı İncil’in içine sokmuştur. Tam olmasa da Hz. İsa’ya dönülmüştür.
            Büyük Bilgin Bruno Giardano, zengin bir öğrencisinin Papalık ile kurmuş olduğu tuzağa yakalanarak, ENGİZİSYON MAHKEMESİ tarafından, 16 Şubat 1600 tarihinde yakılmıştı.
            1763’te 23 yaşındaki bir İtalyan Genci, BACCARELLİ, ”SUÇLAR ve CEZALARI” insanlığa armağan ederek modern Ceza kanununu yaratmıştı.
Avrupa’da din, egemenliğini yitirmişti. Roma Hukukuna dair kaynaklar bulunmuş ve ders olarak ta üniversitelerdeki yerini almıştı. Modern kanunları, medeni Kanunu ve özellikle de CEZA KANUNUNU devlet yaratmıştı. Laikliğe dönülmüştü.
            Hz. Muhammet; Müslümanlığı bireyin ve toplumun kurtuluş reçetesi olarak yaymağa başlamıştı. Bireyin kurtuluşu için Hz.İsas vari kurallar getirmişti. M.S.622 tarihinde Mekke’ye göçmek zorunda kalmış; Bedir, Uhut ve Hendek gazalarından sonra, toplumsal içerikli sureler inmeye başlamıştı. Dinde cezalar öteki âleme ait iken; hukuk, gelenek, ahlak, örf ve adet ve dahi moda DİNİN İÇİNDE ERİTİLMİŞTİR!
Din, toplumsal yaşamın yegâne ölçeği olmuştur. En küçük hırsızlık yapanın davranışına neden olan etkenlere bakılmaksızın; her hırsızlık olayı için hırsızlık sanığının bir eli ve bir ayağı kesilmiştir. Dünyevi ve uhrevi cezalar bu dünyada verilir hale getirilmiştir.
            Emeviler ve Abbasiler döneminde, dinde başlayan hareket devletleşmekle sona erdirilmiştir. Ganimet ve cizye için komşu ve uzak devletler, dini dayaklı kıyımlara uğratılmıştır.
            DİN, İÇ VE DIŞ POLİTİKANIN YEGÂNE ARACI OLMUŞTUR. İnsanlığın çekmiş olduğu bunca acılara ve Mustafa Kemal ATATÜRK’E karşın; Afganistan, İran; Suudi Arabistan, Cezayir ve diğer ilkel devletlerin halleri ortadadır! Bir parça eşya çalanın kesilmiş olan elleri, uzun sopalara geçirilerek halka gösterilmektedir. Bu dinin tanrı adına ve Tanrı’nın emri ile yapılmış bir vahşettir! Cezayı verdiren ve uygulattıran da en büyük hırsız olan egemendir. O devletin tüm gelirlerinin üstüne oturmuştur, sarfiyatını soran ve kontrol eden de yoktur. Ekmek çalanın elini de kestirten odur!
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal; bu iğrenç ve insanlık onuru ile bağdaştırılması mümkün olmayan açmazı görerek gerekeni yapmıştır. LAİKLİĞİ VE GÜÇLER AYIRIMINI GETİRMİŞ, EGEMENLİĞİ GÖKTEN İNDİREREK GERÇEK SAHİBİNE, BEŞERİ İRADEYE VERMİŞTİR! YÖNETİMDE VE YAŞAMDA AKIL YÖNETİMİNİ EGEMEN KILMIŞ, İNANCA DA, İNANSIZLIĞA DA BASKIYI ORTADAN KALDIRMIŞTIR. Anayasamız: Madde 1.2.3.4 ve 24’üncü maddeleri ve 174’üncü madde. Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan uluslar;
            ULUSÇULUK VE AYDINLANMA kavramına dört elle sarılarak ve dini kilisenin tekelinden çıkararak, din adamlarını bağımsızlık mücadelesinin lideri yapan uluslar, BAĞIMSIZ VE ULUSAL DEVLETLERİNİ KURMUŞLARDIR!
            Laiklik olgusunu yitirdiğimiz an; Sevr antlaşması ile Osmanlının kabul etmiş olduğu durumdan daha kötü durumlara düşeriz!-Bu yazı; 24 Mart 1997 tarihinde yazılmıştır!-
            Anadolu’muzda, çok sayıda küçük devletçikler ortaya çıkar. Bize de dağılmamıza neden olan olgular, kurtuluş reçetesi olarak sunulur! Analarımızın, bizleri uyutmak için söylemiş oldukları:”Benim yavrum uyusun da büyüsün!”Ninnisi midir bizleri derin uykularda uyutan! Cuma gününün hafta tatili olarak kabul edilmesinden sonra; başka bir Cuma gününde enkazımız kaldırılır!
            LAİKLİK ortadan kaldırıldıktan sonra; dinin içine sinmiş olan ilkel Arap bölünmüşlükleri ulusumuzu paramparça eder. Kavgalar, kargaşalar; din ve Tanrı adına ortaya dökülen Dolarlı, marklı ve Mersedesli soytarılar ortaya çıkarlar. Ekmek çalanların ellerini; onları ekmek çalmak zorunda bıraktıranlar keserler! Akıl almaz pislikler, din ve tanrı adına yapılır. Din ve Tanrı bu pislikleri kaldıramaz. Boşlukta kalan insancıklar da güçlülerin sultasına düşerler. Hâlbuki insanların getirmiş olduğu kurumlar kirlenince bunları temizlemek ve dahi değiştirmek her zaman mümkündür; Sayın seyircilerimiz.

Saygılarımla.
           
           

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi