27 Nisan 2010 Salı

120- ŞİİR VE YAZI YAZMAK- 2

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 09 Haziran 2009

                       

                120- ŞİİR VE YAZI YAZMAK-2

            Bir baktım ki; dört sahife dolmuş; bendeniz daha eteğimdeki yazı ve şiir taşlarını dökmemişim.
”İkinci sefer yazarım” dedim ve ol yazımın Edebiyat Galerisine asılmasını rica ettim. Yazım, yayımlandı. O yazım; eksiklerimi gidermem gerektiği, beni bu yazımı yazmak için zorladı.
Şiiri hemen, doğduğu gibi bırakmak; şiiri yazdıktan sonra üzerinde oynamak!
            Sayın Ali Yüce; ülkemizin en büyük şairlerinden birisidir. Reklâmı yoktur. Bir şiiri yazdıktan sonra; bir mücevher ustası gibi üzerinde işler. Altı ay üzerinde çalıştıktan sonra şiirini adam sırasına soktuğunu bilirim.
Bu büyük şairimizden, ileride örnekler vereceğim.
Kısa bir örnek vermem gerekir diye düşündüm:

                        “Kuyulara doldurdum acılarımı,
                          Kapattım ağzını bin dağ ile.
                          Girmeyin düşüme kanatsız kuşlar,
                          Yalnızlığı yurt eyledim kendime.
                          Kanıma karışan senli bir anı;
                          Değişmem sensiz bin çağ ile.”

            Ya da:
                         “Yüreğimiz altın bizim, evimiz kerpiç;
                           Ya her gün uğra bize, ya uğrama hiç.
                           Gonca, gonca güllerin; çözülmüş düğmelerin;
                           Bal tutmuş memelerin, ilikleme hiç!”

            Bu işin kesin bir kuralı yoktur. Ya da vardır da bendeniz keçilik yapıp, ille de yazdığım tarzı sürdürüyorum.
            Süleyman Sami Türkoğuz’un, yazımı yazarken, gelen mektubundaki iki şiirinden örnekler vermiştim.
Kendisine başvurdum; dedim ki:

            “Sayın Süleyman Sami Türkoğuz:

                           “Gömün bu Garibi, gömün kabire;
                             Toprak atın üstüme habire.
                             Sevdiklerim, oturup ta sedire,
                             Fatiha okuyun, okuyun şimdi.”

Diye yazmışsınız. ”Yan üstüne koyun kabire beni” ile başlayarak İslami gömü sisteminden gidilemez miydi?”
            “Hayrola ağabey,” dedi ve bir kahkaha attı: ”Siz değil miydiniz, yüreğinizin işine aklınızı sokmayın, işin ihalesi akılda kalır”, diyen.
Bak, üstadım, o mısrayı yeniden okur musunuz? Ben, toplumun değer vererek benimsemediği bir garibin haykırışını dile getiriyorum. ”Toprak atın üstüme habire,” diye isyanını dile getiriyor. ”Kurtulduk deyyustan! Der gibi yapın. ”Gömün bu garibi, gömün kabire!”
Burada da bir isyan haykırışı yok mu?” Kalbinizde yer veremediğinizden kurtulmak için, elinize fırsat geçti!” demek değil mi, bu serzeniş?
Ben, duygularımı yazdım. ELLERİNİZDEN ÖPERİM”, DEDİ.
Sonra da, telefonum çaldı: “Ağabey, benim, ben Süleyman; ‘Manisa Garında, Çınar Ağacınım’ şiirinizi aklınızla mı yazdınız, kalbinizle mi?
Akıl, Çınar ağacını konuşturamaz. Amma, yürekten gelen duygu, taşları bile konuşturur. Yeniden, kaleminizin ucundan öperim.” dedi ve izin isteyerek, telefonu kapattı.
            Sorup, soracağıma bin kez pişman oldum. Bendeniz, yazdıklarımın üstünde oynamayı; sağını, solunu, kalçasını ve dahi yüzünü gerdirenleri hatırlattığı için yapamıyorum. Aklımı, hep dışarıda tutuyorum. Bu nedenle de pürüzler ortada kalıyor. Ne zaman bir şiirimi düzeltmeye kalksam; yepyeni bir şiir ortaya çıkıyor. Her ortaya çıkan şiire kıyamadığım için, hepsini de yırtıp, atıyorum.
            Okuduğum kitapları; iki renkli kalemle işaretlerim. Beğendiğim yerleri mavi kalemle; bana ters gelen yerleri de kırmızı kalemle işaretlerim. Kitabı okumaya başladığım tarihi, kitabın ilk sahifesine işlediğim gibi, kitabı bitirdiğim tarihi de, saatine varasıya kadar, kitabın sonuna işlerim.
Benden kitap isteyen, emrim altında çalışanlardan, okudukları kitapların listesini isteyerek, kitap verirdim ve özet çıkarmalarını isterdim. Eşlerine özet çıkartanlar çok olurdu.
Benim burcum Boğa burcu; mavi renge ölürüm. ”Mavidedir benim her şeyim/ gülmem, sevmem/ diye mısralar döktürürüm.
            Bu Manisa Garı öyküsü, benim için çok ilginçtir. 22 Aralık 1978 tarihinde; Ankara’dan gelecek olan treni beklemek için; Manisa Garı’na gittim. Hava bulutsuz, çok soğuk ve Çakır yıldızlıydı İstasyon binası, ağzına kadar yolcularla doluydu. Bendeniz o yolcu salonunu üç boyutlu olarak algılamıştım.
Dışarı çıktığımda da, çınar ağaçlarının hali beni çok etkilemişti. Aklım ve gönlüm yarışa kalktılar. Börekçiden bir börek aldım. Böreğin yarısını orada bulunan bir köpekle üleştim. Bir çıkıntıya oturdum; düşünmeden ve kalemime geldiği şekilde yazdım.
Sonraları yayımladığım, ”Çağlar Boyu Yaşam”, adlı kitabıma bu şiiri de koydum. Bir levhaya işleyip, o Koca çınarın boynuna asmak istediler. Reklâm yapıyor derler diye olur vermedim.
Bu şiirimi, aziz dostum ve Sevgili Meslektaşım E.J.Kd. Alb. Sayın Ahmet Avcı sesli sunum haline getirdi.
Efendim; diyeceğim şudur: Sizler, şiir ve düzyazı yazınız da, nasıl yazarsanız yazınız. Yeter ki, yüreğinizle yazınız. Yürek; ikide bir, tekleyerek insanları ölüme götüren kalp değildir. Yürek, insanı, insan; adamı da adam yapan olgudur.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal; YÜREKLİ ADAMDI!
Zekâ ile ve dahi akıl ile şiir yazılsaydı; en büyük şairler en akıllı adamlardan çıkardı. Bu işin tahsille de ilgisi yoktur.
Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Veysel Şatıroğlu, hangi üniversitelerimizi bitirdiler!
Akıl; Arapça bir kelime olup; devenin ayağına takılan bukağı demektir.
En gelişmiş bilgisayarlarla yazılan şiirler de teneke ruhu taşır.
Avustralya Yerlileri olan Aborjineli bir adamla evlenen, Amerikalı Kadın yazarın kitabının adı da; ”YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT’’TİR tir.
Kalp denilen uzvumuz, bizleri hastanelere götürür.
Yürek dediğimiz şey de; bizleri aşka ve sevgiye ve vatanseverliğe götürür.
Kahramanlığa ve sevilenler için ölüme götürür.
Her iş; yürekle yapılır; şiir de, düz yazı da yürekle yazılır.
Akıl, yüreksizleri, satılmışlığa da götürür.

            NOT: SESLİ VE RENKLİ SUNUM OLAN MANİSA GARINDA ÇINAR AĞACINIM ŞİİRİMİ EKLEYEMEDİK. SİTEMİZDEDE YAYIMLANAN BU ŞİİRİ OKUMAK İSTEYENLER, ARAYIP, BULABİLİRLER.

                       
                       

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi